21 Aralık 2020 Pazartesi

İÇ ALEMDE SULH VE SÜKÛN

 İÇ ALEMDE SULH VE SÜKÛN


Nefs-i Emmare'deki kişide Durum

Nefs-i Emmare'de bulunan bir kişinin nefsindeki 19 afetin hepsi bütün boyutlarıyla hükümfermadır. Bu sebeple Nefs-i Emmare'de bulunan kişi, vücudun kumandanı olan akla devamlı şer telkinlerde, günah telkinlerde bulunur. Yani aklı hep aklı günah işlemeye sevketmek ister. Neden? Çünkü muhtevasında kendisini günaha çağıran unsurlardan başka hiç bir şey yoktur, karanlıklarla kaplıdır. Bu karanlıklar da yalnız afetlerden oluşur, afetlerin hepsi mevcuttur. Öyleyse talebi afetlerin dışında birşey olamaz. Çünkü muhtevasında afetlerden başka birsey yoktur. Öyleyse Nefs-i Emmare'de bulunan bir kişinin bütün talepleri şer talebidir. Ruh ise muhtevasında yalnız nurlar olduğu için, yalnız hasletler olduğu için sadece hayır talebinde bulunur. Ne zaman nefs akla bir şer talebiyle ulaşsa (şerri talep etse), buna karşılık Allah'ın koyduğu vücudun bekçisi olan insan ruhu derhal harekete geçer, bundan haberdar olur ve derhal bir hayır talebinde bulunur.  Bir taraftan nefsin şer talebi (günah talebi), bir taraftan ruhun hayır talebi, ikisi de akla ulaşır. Akıl hangi yöndeikna edebilirse vücuda onu yaptıracaktır. İşte bu iki varlık (nefs ve ruh), ikisi de taleplerinden vazgeçmeyeceği için, sonuna kadar direnecekleri için aralarındaki kavga kaçınılmazdır. Mutlaka nefsle ruh arasında kavga, savaş cereyan edecektir. Vücut ülkesinde nefs ordularıyla, ruhun orduları kapışacaktır. Savaş vardır. Savaş varsa, sulh ve sükûn yoktur. Öyleyse Nefs-i Emmare'de bulunan bir kişinin iç aleminde, Allah'ın bütün insanlara hedef gösterdiği sulh ve sükûn yani dünya saadetinin oluşması mümkün değildir. O kişinin iç aleminde savaş olduğu için, birinci huzursuzluk sebebi budur.

Nefs insanı sadece ruhla savaşarak huzursuz kılmıyor, ayrı bir olayı daha var. Şeytandan aldığı kurnazca telkinlerle aklı sık sık kandırıp ruhun karşı koymasına rağmen akla günah işletmeyi başaracaktır. İşte her günahın işlenmesinden sonra o kişi huzursuz olacaktır, sıkıntı duyacaktır. Neden? Her kim bir sevap işlerse, bir hayır işlerse arkasından mutlaka bir huzura, bir mutluluğa ulaşır. O sevabı, o güzel olayı işlediği için. Mesela bir başkasına bir büyük yardımda bulunduğu için, bir kişinin kalbini kazandığı için. Öyleyse nefs sık sık aklı kandırıp ona günah işleteceği için, sık sık huzursuz olacaktır. Çünkü her günahın arkasından kişi mutlaka huzursuzluk duyar. Nefs-i Emmare'deki kişinin ikinci üzüntü sebebidir.

Üçüncüsü de; bir insan ne zaman şer işlerse o kişinin ruhu derhal onun nefsine o günahın derecesi kadar manevi bir azap tatbik eder. Kişi bu azabı kişi ruhun nefse tatbik etmesiyle mutlaka manevi olarak yaşayacaktır. Arkadan da bir pişmanlık gelip o kişide oluşur. Bu da üçüncü üzüntü sebebidir.

Öyleyse demek ki bir kişinin iç aleminde, nefs duruma hakimse, üç sebepten kişi huzur içinde olamaz.

1- Nefsle ruh arasında devamlı kavga vardır. Kavga varsa, savaş varsa sulh ve sükûn yoktur. Kişi bu sebeple huzursuzdur.
2- Kişinin nefsi aklı kandırıp ona günah işletir. Kişi bu sebeple de huzursuzdur.
3- Her günahın arkasından ruh nefse azap edeceği için, kişi bu sebeple de huzursuzdur.

İhlâstaki kişide durum:

İhlâsa ulaşmış olan bir insan böyle bir huzursuzluğu hiç yaşamayacaktır. Neden yaşamaz? Çünkü artık o kişi için ruhun bütün hasletleri nefse geçtiği cihetle, nefs akıldan hep hayır talebinde bulunacaktır. Ruh da hayır talebinde bulunacağı için, aralarındaki kavga sona ermiştir. Nefs de hayır talebinde bulunacağı için, ruh da hayır talebinde bulunacağı için, aklın işleyebileceği bir tek fiil vardır; o da hayırdır. Hep hayır işleneceği için o kişi bunun sonunda huzursuzluk duymayacak, hep huzur duyacaktır. Ömrü boyunca hep hayır işleyecek ve hep huzur duyacaktır.

Hep hayır işlediği için hiç bir zaman ruhu nefsine azap etmeyecektir.

Öyleyse bir kişinin ihlâsa ve salâha ulaşması halinde iç aleminde mutlak bir huzur tahakkuk eder. Hem savaş bittiği için, hem kişi hep hayır işlediği için, arkadan da ruhu nefsine azap etmediği için.

2- SULH VE SUKUN

 2- SULH VE SUKUN


Peki aynı kişiler sulh ve sükûna ulaşmış mıdır? Evet, hepsinin ulaştığını görüyoruz.

Bir insanın sulh ve sükûna ulaşması üç ayrı cepheden incelenmesi gereken bir konudur. O insan evvela iç aleminde sulh ve sükûna sahip olmalıdır. Sonra dış aleminde sulh ve sükûna ulaşmış olmalıdır. Sonra da Allah ile ilişkilerinde sulh ve sükûna sahip olmalıdır.
İşte bir insan acaba ihlâsa ulaştığı zaman veya ondan daha üstün bir kademe olan salâha ulaştığı zaman, bu üç açıdan da sulh ve sükûna ulaşmış mıdır? Bunu mukayese etmek için, Nefs-i Emmare'deki bir kişinin ne durumda olduğuna bakacağız, salâhtaki bir kişinin ne durumda olduğuna bakacağız.

1- TESLİM

 1- TESLİM


Gördük ki, bir kişi velayetin 6. basamağında teslimlerini tamamlamıştır. Velayetin 1. basamağında ruhunu Allahû Tealâ'ya teslim ediyor, 4. basamağında fizik vücudunu teslim ediyor, 6. basamağında nefsini teslim ediyor ve Allah'ın kendisine verdiği üç emanet de teslim ediliyor. Allahû Tealâ ne diyordu Nisa Suresinin 58. âyet-i kerimesinde:

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.


"Allah emanetleri ehline yani sahibine teslim etmenizi emreder."

Zumer 54'de de şöyle emrediyor:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


3 vücudunuzu da Allah'a teslim edin. 3 emanetin de sahibi Allah'tır. İnsanoğlu Allah'a emanetlerini teslim ettiğinde teslimini tamamlar ve İslâm olur. Ve böylece salâha ulaşan bir kişi mutlaka bir evvelki basamakta üç teslimini de tamamlamıştır. Ruhunu, fizik vücudunu ve nefsini Allah'a teslim etmiştir ve İslâm olmuştur.

İSLÂM OLMAK

 İSLÂM OLMAK


İşte insanoğlunun Allahû Tealâ'nın hedef gösterdiği İslâm olduğu nokta burasıdır.

Silm kökü (sin, lam ve mim), İslâm kelimesini ifade eder. Burada İslâm kelimesindeki iki tane temel manayı dikkatle gözden geçirmemiz lazımdır:

1- Teslim
2- Sulh ve sükûn

20 Aralık 2020 Pazar

27. Basamak; İhlâs Makamı

 


27. Basamak; İhlâs Makamı

Kişi Ulûl’elbab Makamı'ndan sonra çok kısa bir zaman parçası içinde bu kişi İhlâs Makamı'na ulaşır. Nasıl ve niçin ulaşıyor? İhlâs Makamı'nda nefsinin bütün karanlıkları yok olmuştur. Daimi zikir sebebiyle o kişinin kalbine ulaşan rahmet, fazl ve salavat ismindeki üç nur sonsuz olarak o kalbe ulaştıkları için kalbi tamamen aydınlatmışlardır. Bu mutlak aydınlanmanın sebebi sadece rahmetin, fazlın ve sâlâvatın sonsuz bir şekilde ulaşması değil, aynı zamanda kişi daimi zikre ulaştığı andan itibaren o kalbin içine karanlıkların girmesinin mümkün olmamasıdır. Öyleyse daimi zikir sahibi bir kişinin kalbine şeytanın karanlıkları asla giremez. Neden? Çünkü zikir Allah'tan rahmet, fazl ve sâlâvat ismindeki üç tane nur çeker. Bu nurların üçü de rahmet kapısının üzerinde bulunan mühre baskı yapar. Bu baskı mührü kalbin içine doğru iter ve zulmet kapısına ulaştırır ve onu kilitler. Böylece o kişinin kalbine kişi daimi zikrin sahibiyse, hiç bir zaman karanlıklar (şeytanın zulmeti) giremez. Çünkü mühür hep zulmani kapının üzerinde, onu örterek kalacaktır. Demek ki zulmani kapı kapalı, şeytan karanlıklarını o kalbe gönderemiyor. Öyleyse daimi zikre ulaşan bir kişinin, daimi zikre ulaştıktan sonra ölene kadar, geçireceği hayatta hiç bir zaman kalbine şeytanın hiç bir karanlığının ulaşması mümkün değildir. İnsanoğlu bir defa daimi zikre ulaştığı zaman, artık o kişi şeytanın elinden bütünüyle kurtulmuştur. Allahû Tealâ şeytanla olan o başlangıç konusmasında ne diyordu?

15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
“Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.”


"Sen benim ihlâs sahibi kullarımı yoldan çıkartamazsın."

Neden? Çünkü, ihlâs sahibi kullarının kalplerinde karanlık yok. Şeytanın pençelerini geçirebileceği, nefsin afetleri yok. Tesir sahası da yok. Onun için şeytan, ihlâs sahibi olan kullara bir zarar veremez. Öyleyse ihlâs sahibi olmaktan Allahû Tealâ'nın muradını Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesinde görüyoruz:

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.


"Onlar emrolunmadılar, Allah'a nefslerini teslim etmiş, dinde muhlis kullar olmakla ve bunu hanif olarak yerine getirmekle, ifa etmekle emrolundular."

Muhlis kullar olmak. Ne demek muhlis?

Halis kelimesinden geliyor. Halis olmak biliyorsunuz, saf olmak demek, katışıksız olmak demek, muhtevayı bozacak her şeyden arınmış olmak demek. Bir kişi ne zaman halis olur? Nefsinde o nefsin muhtevasını bozacak olan afetlerin hiç biri kalmadığı zaman halis olur. Öfke afeti yok, intikam afeti yok, haset afeti yok, kibir afeti yok, isyan afeti yok. Bu afetlerin (sadece bunlar değil), hepsinden birden kurtulmuş olunan bir noktadan bahsediyoruz. Öyleyse orada neden nefsin bütün afetleri yok olmuş? Çünkü nefsin kalbindeki karanlıklar afetleri temsil ederler. Bu karanlıkların tamamen gittiği, mutlak aydınlığın, Allah'ın nurlarının orada yüz üzerinden yüz hakimiyet kurduğu bir kalp. İşte öyle bir kalp Allah'ın halis bir kulunun nefsinin kalbidir. İşte kim böyle bir noktaya ulaşmışsa o kişi halis olur. Burası son teslim olan nefsin Allah'a teslim noktasıdır (3. teslim).

Öyleyse halis olan bir kişi Allah'ın sırlarına hakim olacak. Yani hikmet sahibi olacak. İşte ihlâs kademesindeki bir kişi Allah'ın bütün sırlarına hakimdir. Bu durum yakîn standardıdır.

Kur'an-ı Kerim'de 3 yakîn gösteriliyor:
 
1- İlm'el yakîn
2- Ayn'el yakîn
3- Hakk'ul yakîn

1- İşte insanoğlu eğer kalp gözu kapalıysa sadece bilgileniyorsa, bilgi sahibi oluyorsa o kişi İlm'el yakînin, ilim açısından yakînin sahibidir.

2- Ne zaman Allahû Tealâ onun kalp gözünü açar da o kişiye zemin katın ötesinde 1. gök katının, 2., 3., 4., 5., 6., 7., gök katının ve bu katın 7 aleminin özelliklerini gösterirse, Sidret-ül Münteha'ya kadar yer katlarının özelliklerini gösterirse kalp gözüne, o kişi ayn'el yakîn sahibi olur. Ayn aleminin, varlıklar aleminin sırrına ehil olur.

3- Bu kişi Allahû Tealâ'nın bir sonraki kademesi salâha ulaşır da Rabbini görürse Allahû Tealâ o kişinin kalp gözüne Kendi cemalini gösterirse, işte o zaman kişi son kademeye, Hakk'ul yakîn kademesine ulaşmıştır. Bu yakîn artık Hakk ile yakîn olmaktır. Adına Ruyetullah olmak denir.

26. Basamak; Ulûl’elbab Makamı

 26. Basamak; Ulûl’elbab Makamı


5., 6. ve 7. makamların müşterek özelliği hepsinin daimi zikrin sahibi olmayı gerektirmesidir. Her kim 5. makama ulaşmışsa o kişi daimi zikrin sahibi olduğu için 5. velayet makamına ulaşmıştır. Bunlara verilen genel isim ulûl’elbabtır ama sabikun adını duyarsanız gene bilin ki onlar da öyledirler. Hayırlarda yapılan müsabakalarda yarışıp da birinciliği, ikinciliği ve üçüncülüğü alanlardır. İşte her kim daimi zikre ulaşırsa onun adı ulûl’elbabtır. Niçin? Çünkü Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 190 ve 191. âyet-i kerimelerinde buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


"Ulûl’elbab kullarım ki, onlar otururken de, ayaktayken de, yatarken de (yani kendilerindeki 3 halin üçünde de) hep Allah'ı zikrederler."

Öyleyse demek ki, ulûl’elbab olmak demek, zikr-i daime Yunus'un tabiriyle ve bütün eski evliyaların tabiriyle, zikr-i daime ulaşmak demektir. Kim daimi zikrin sahibiyse o kişi ulûl’elbab olmuştur. Ve 5. makama, Allah yolundaki 28 basamaktaki son 7 basamağın beşincisine ulaşmıştır. Bir başka ifadeyle hikmet sahibi olmuştur. İşte Allahû Tealâ buyuruyor:

2/BAKARA-269: Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez.


"Allah dilediğine hikmet verir, kime hikmet verilmişse ona büyük hayır verilmiştir."

Allahû Tealâ'nın dilediği daimi zikrin sahibi olan insanlar, hikmet sadece onlara veriliyor. İşte Allahû Tealâ'nın indinde bir kişinin ulûl’elbab olması ki, bu basamak da ulûl’elbab basamağıdır. Bir sonraki daha üst basamak olan ihlâs da ulûl’elbab basamağıdır. En üstte bulunan salâh da ulûl’elbab basamağıdır. Çünkü üçünün de ortak özellikleri:

* Daimi zikrin sahibi olmuşlardır.
* Kalpleri mutlak aydınlığa ulaşmıştır.
* Kalp gözlerinin açılmıştır.
* Kalp kulakları açılmış ve kalplerindeki fuad hassası (idrak hassası) çalışır hale gelmiştir.

"ulûl: Sahipleri" demek, "elbab: lübbler" demektir. Lübb, Allah'ın sırları, öz, özün özü anlamına geliyor.

25. Basamak; Vechin (fizik vücudun) teslimi

 25. Basamak; Vechin (fizik vücudun) teslimi


Kişi zikrini artırmakta devam ediyor. Zikir günün yarısından sonra giderek artıyor, artıyor, daimi zikre yaklaşıyor. İşte daimi zikre yaklaştığı bir yerlerde o kişi Allahû Tealâ'nın bir yeni ihsanına sahip oluyor. Allahû Tealâ Nisâ Suresinin 125. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen). Vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.


"O kişiden daha ahsen, daha muhsin olan kim vardır ki, o kişi vechini hanif olarak Allah'a teslim etmiştir."

Kişi vechini, fizik vücudunu, şu cesedini Allah'a teslim etmiş. Bir kişi ne zaman fizik vücudunu Allah'a teslim eder? Fizik vücudu Allah'a ulaşır da, Allah'ın Zat'ında ifna mı olur? Hayır, fizik vücut Allah'a ulaşmaz, Allah'ın Zat'ında ifna olmaz. Fizik vücut gene bu dünyanın üzerindedir ama Allah'a teslimini başka bir istikamette tamamlamıştır. Hangi istikamette? Biliyorsunuz ki Kur'an-ı Kerim boyunca Allah'ın emirleri ve yasakları var. Eğer bir insan idrak ederse ki, bu fizik vücut bana Allah'ın verdiği bir emanettir. Öyleyse bana verdiği bu vücudu, o emanetin sahibinin emirlerine tam riayet ederek kullanmak mecburiyetindeyim. Aksi halde, bu emirleri çiğnemek ve yasakları çiğnemek suretiyle Allah'ın bana verdiği bu emanete ihanet ederim. Böyle düşünebilmesi kişinin hangi standartlarda oluşuyor? Kişi ölümlerin mânâsını görüyor. Bakıyor ki, kendisinin sandığı, kendisini temsil ettiğine %100 inandığı, kendisinin olduğunu kesin olarak bildiğini zannettiği fizik vücuduna ölüm emrini kendisinin veremediğini, Allah'ın verdiğini idrak ediyor. Ve kendisi buna karşı çıksa bile ölmek mecburiyetinde olduğunu idrak ediyor. İşte emaneti yerli yerine oturtan kişi, ben emanete ve sahibine ihanet etmemeliyim. Ne yapmalıyım? Allah'ın bütün emirlerini bu fizik vücuduma yaptırmalıyım. Yasak ettiği fiillerden hiç birini işlememeliyim.

İşte kişi ne zaman bunu söylerse, bunun gerçekten idrakine varırsa, bu yetmez bunun tatbikatını yapması ve Allah'a da ispat etmesi lazımdır. Herşey Allah'a göre şekilleniyor. Ve kişi daimi zikre yaklaştığı günlerden bir gün Allah'ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği hiç bir fiili işlemeyen bir hüviyet kazanırsa, işte o zaman Nisa Suresinin 125. âyet-i kerimesine göre fizik vücudunu da (vechini de) Allah'a teslim eder. O zaman Allah'ın insana emanet verdiği üç tane emanetten ikincisinin de teslimi tamamlanmıştır. Fizik vücudun Allah'a teslimi İkinci teslimdir.

24. Basamak: Zühd Makamı

 24. Basamak: Zühd Makamı


Allahû Tealâ, kişinin zikrinin daha çok artması halinde (artık kişinin zikri günün yarısını aşmıştır) o kişiyi zahid kılıyor. Kişi 3.makamın sahibi oluyor. Yusuf Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle bir ifade kullanmış:

12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdetin, ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.


"Onlar Yusuf'a karsi zahid idiler, bu sebeple Yusuf'u birkaç dirheme (az bir bedel karşılığında) sattılar."

Demek ki değer vermemek veya birşeyin zıddına değer vermek anlamı var. Neye değer verilmiyorsa ona karşı kişi zahid oluyor. İşte bir insan günde 13 saat zikrediyorsa, zikirsizliğe karşi zahid olduğunu Allah'a ispat etmiş oluyor. Neden? Çünkü zikretmediği saatlerin süresi artık 11 saate inmiştir. Her günkü zikri, zikirsiz geçen sürenin ötesine taşmıştır. Taşınca da her gün en az 13 saat zikir yapmak suretiyle o kişi zikirsizliğe değer vermeyen bir kişi olduğunu, zikre değer verdiğini, önem verdiğini ispat etmiştir Allahû Tealâ'ya. Böylece burada kişinin zühd makamının sahibi olduğunu, zahid hüviyetini kazandığını görüyoruz.

23. Basamak; Beka Makamı

 23. Basamak; Beka Makamı


En'âm Suresinin 127. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:

6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.


Demek ki Allahû Tealâ ikinci basamağa (Beka Makamı'na) ulaşmış olan kullarına bir hediye veriyor. Acaba Allahû Tealâ ne tarzda bir hediyeden bahsediyor? Rabblerinin indinde, Allahû Tealâ'nın İndi İlahi'sinde bir teslim yurdu. İşte bu bir tahttır. Allahû Tealâ'nın Kur'an-ı Kerim'de "eraik" veya "sürûr" adını verdiği altın tahtlardan bir tanesi. Huzur Namazı'nın kılındığı ve kıyamet günü hepimizin toplanacağı o haşr meydanında yerden yaklaşık dört metre yukarıdan başlayan altın tahtlar göreceksiniz. Bunlar boşlukta dururlar. Üzerleri mücevherlerle süslüdür. En alttaki tahtların üzerinde mücevher sayısı azdır. Ama tahtlar yükseldikçe mücevherlerin sayısının arttığını görürsünüz. En üstteki tahtın üzerini de bütünüyle mücevherlerin kaplıdır. Demek ki tahtlar yükseldikçe mücevherlerin sayısı artıyor ve renkleri de altın renginden beyaz gibi açık yeşil bir renge bürünüyor. Kendisine taht ihsan edildiği zaman Yunus'un bu tahtlar hakkında ne söylediğini görelim:

"Lâ mekÂna kavm oldum: Mekansızlığa kavm oldum, mekansızlığın ahalisinden birisi oldum." diyor Yunus.

En'âm 127'de Yüce Rabbimiz buyuruyor:

6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.


"Onlar artık Allah'ın Sıratı Mustakîm'in üzerindedirler." diyor.

Acaba ne demek istiyor Allahû Tealâ? Gerçekten Sıratı Mustakîm, Kur'an-ı Kerim'de hep tekil olarak geçer. Yani hiç bir zaman Kur'an-ı Kerim, Sıratı Mustakîmler demez, yalnız Sıratı Mustakîm der. Sıratı Mustakîm ise Allahû Tealâ'nın Nisa Suresinin 175. âyet-i kerimesinde buyurduğu gibi, insan ruhlarını Allah'a ulaştıran yoldur. İşte yolculuk Sıratı Mustakîm üzerinden gerçekleşir ve ruh Allah'a doğru kendisine göre fizik olan alemde yükselerek 7 tane gök katını aşar. Sonunda varlıklar aleminin son varlığı olan, ışık saçan ağacı (Sidret-ül Münteha) aşar ve yokluğa geçer. Yokluk (adem, la mekan). Bunların hepsi aynı anlama geliyor. Varlıklar Aleminin dışı demek. İşte Allah yokluktadır.  İnsan ruhu yoklukta Allahû Tealâ'ya ulaşır. Öyleyse Sıratı Mustakîm Allah'a ulaşmakla bitmiştir. Artık Allah'a ulaşılacak olan bir Sıratı Mustakîm yoktur. Çünkü kişi zaten Allah'a ulaşmıştır. İşte onun için Allahû Tealâ, "Bu noktadan itibaren kişi Allah'ın Sıratı Mustakîm'i üzerindedir" diyor. Yani yükselmeyecektir, yücelecektir. Kemal derecelerinde Fenâ, Bekâ, Zühd, Teslim, Ulul elbab, İhlâs, Salâh kademelerinde birer birer olgunlaşacaktır.

Bekâ Makamı; Allah o kişiye artan zikri dolayısıyla bir taht ihsan ettiği zaman, insanların ruhlarının İndi İlahi'de bâkî olduğu makamdır. İnsanın ruhu sonsuza kadar artık orada kalacaktır.

3- Vech (fizik vücut) açısından takva sahibi olmak.

 3- Vech (fizik vücut) açısından takva sahibi olmak.


Allahû Tealâ ahdlerini yerine getirenlerin de takva sahibi olduğunu söylüyor.

2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.


"Ey insanlar sizi yaratan ve sizden evvelkileri yaratan Allah'a kul olun ve böylece takva sahibi olun"

Evet, demek ki kişiler fizik vücutlarını şeytana kul etmekten kurtarıp Allah'a kul ettikleri zaman takva sahibi oluyorlar.

Yunus Suresinin 63. âyet-i kerimesi gereğince, takva sahibi olanlar için Allahû Tealâ; "Onlar Allah'ın velîleridir." diyor.

Kim nefsini tezkiye etmişse ruhu da Allah'a ulaşmıştır. Kim ruhunu Allah'a ulaştırmışsa, fizik vücudu da şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'a kul olmuştur. Öyleyse olayların üçü birden aynı anda gerçekleşiyorsa o zaman kişi aynı anda üç ayrı cephede takva sahibi oluyor ve aynı anda kişi Allah'ın evliyasından biri oluyor.

2- Ruh Açısından takva sahibi olmak.

 2- Ruh Açısından takva sahibi olmak.


Kaf Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ diyor ki:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.


Cennet takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte vadolunduğunuz şey budur. Bütün evvab ve hafîz olanlar için.

Kimler için? Bütün evvab olanlar, yani ruhlarını Allah'a ulaştırabilmiş olup Allah'ın Zat'ında yok olabilmiş, meaba sığınmış olanlar. Meab kelimesi sığınak demek, evvab da aynı kökten geliyor. Rum 31'de de Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


Allah'a dön (ruhunu Allah'a ulaştır) ve takva sahibi ol!

Öyleyse kim Allah'ın Zat'ına ulaşırsa bu âyet-i kerimeler gereğince takva sahibidir.

1- Nefs Açısından takva sahibi olmak.

 1- Nefs Açısından takva sahibi olmak.


Allahû Tealâ Necm Suresinin 32. âyet-i kerimesinde:

53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illâl lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.


"Boşuna nefslerini tezkiye ettiklerini söylemesinler, Allah takva sahiplerini bilir." buyuruyor. Anlıyoruz ki, nefsini tezkiye edenler takva sahibi olabiliyor.

TAKVA SAHİBİ OLMAK

 TAKVA SAHİBİ OLMAK


Allahû Tealâ Yunus Suresinin 61, 62, 63 ve 64. âyet-i kerimelerinde Allah'ın velîlerinin takva sahibi olduklarını söylüyor:

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?

10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.


Öyleyse kişi, ister nefsini tezkiye ettiği için takva sahibi olsun, ister fizik vücudunu Allah'a teslim ettiği için takva sahibi olsun, ister fizik vücudunu şeytana kul etmekten kurtarıp, Allah'a kul ettiği için takva sahibi olsun, 3 ayrı cinsten yeminini tamamlamıştır ve böylece üç ayrı açıdan takva sahibi olmuştur.

22. Basamak; Fenâ Makamı

 DÖRDÜNCÜ 7 BASAMAK (Sabra ulaşmak ve sabrı tavsiye etmek)


"ve tevâsav bis sabr(sabrı)."

22. Basamak; Fenâ Makamı

İnsan ruhu 7 tane gök katını Sıratı Mustakîm üzerinden aşarda yolun sonu olan Allah'a ulaşırsa (Necm Suresinin 42. âyet-i kerimesine göre; Allah Sıratı Mustakîm'in sonudur) Allah'a teslim olur.

53/NECM-42: Ve enne ilâ rabbikel muntehâ.
Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.


İşte Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


İşte her kim Allah'a ruhunu ulaştırmışsa Allah'ın Zat'ı o ruha meab olduğu, sığınak olduğu an ruh Allah'a teslim olmuştur. Birinci teslim. Ruhun Allahû Tealâ'ya teslimi. Kişi takva sahibidir ve bütün takva sahipleri gibi bu kişi de takva sahibi olduğu an Allah'ın evliyasından biri olur, velî sıfatını kazanır. Kişinin ruhu Allah'ın Zat'ında ifna olur, kaybolur.

29 Nisan 2019 Pazartesi

21. basamak; Nefs-i Tezkiye

21. basamak; Nefs-i Tezkiye 

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).


"Kim nefsini tezkiye ederse, o kişi bunu kendi nefsi için yapmış olur ve ruhu Allah'a seyreder, Allah'a doğru hareket eder, seyr-i sülûka başlar ve Allah'a ulaşır."

Öyleyse, Nefs-i Tezkiye dediğimiz zaman 7. nefs kademesini ifade ediyoruz. Her kademede bir insanın nefsi, ortalama %7 aydınlığa kavuşur. Bu durumda:

Nefs-i Emmare'de o kişinin kalbindeki aydınlıklar %7 civarında oluşur.
Nefs-i Levvame'de bu rakam %14 olur.
Nefs-i Mulhime'de %21 olur.
Nefs-i Mutmainne'de %28 olur.
Nefs-i Radiye'de %35 olur.
Nefs-i Mardiyye'de %42 olur.
Nefs-i Tezkiye'de %49 olur.

%2 de huşuda nur birikmişti. Böylece %51 nur birikimi oluşur.

Görüyoruz ki, Nefs-i Tezkiye'ye ulaşmış olan bir insan tezkiye olduğu noktada, kalbindeki aydınlıklar artık karanlıkları aşmış bir hüviyete ulaşmıştır. İşte Allah'a ezelde nefsimizin verdiği yemin bu yemindir. Öyle bir güne ulaşacağız ki, oraya ulaştığımız zaman nefsimizdeki afetler, yani karanlıklar artık hakim durumda olmayacaklardır. Hakim olan Allah'ın nurları olacaktır. İşte böylece Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretlerinin indinde insanların o hedeflere ulaştığını görüyoruz.

Demek ki, burada Allah'ın rahmetinin ve Allah'ın fazlının öyle bir noktaya ulaşması sözkonusu ki, burada artık o kişinin kalbi %51 aydınlığa ulaşmıştır. Hala %49 karanlıklar vardır. Ama kalbin hakimiyeti Allah'ın nurlarına geçmiştir.

Böylece ne görüyoruz? Nefsin emmare kademesini tamamladığı noktada, insan ruhu yer eğitimini tamamlamıştır, rahle-i tedrisin yer bölümünü tamamlamış 1. kata kadar yükselmiştir. Sonra levvamede 2. kata, mulhimede 3. kata, mutmainnede 4. kata, radiye, mardiye ve tezkiye'de 5., 6. ve 7. katlara ulaşır, sonra Sidret-ül Münteha'yı aşar ve Allah'a ulaşır, Allah'ta o kişiye meab olur, sığınak olur. Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesine göre Bu insan ruhu Allah'a ulaşmıştır. Öyleyse burada gerçek kurtuluş sözkonusudur. Kişi yaşamıştır ve yaşadığı hayat içersinde nefsini tezkiye etmiştir, ruhunu da Allahû Tealâ'ya ulaştırmıştır. Böylece gerçekten cennete ulaşabilecek olan bir özellik kazanmıştır. Allahû Tealâ Fecr Suresinin 27, 28, 29, 30. âyet-i kerimelerinde mutlaka bu kişinin cennete ulaşacağını söylüyor: 

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.


Ey mutmain olan nefs! Allah'tan razı ol! Allah'ın rızasını kazan (tezkiye ol). Yani Allah'a verdiğin tezkiye olma konusundaki yeminini yerine getir! Sonra kişiye Allah ruhu istikametinde sesleniyor:

"irciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön! O'na rücu et! Geri dönerek Rabbine ulaş."

Yani Ölmeden evvel ruhunu Allah'a ulaştırma misakini, o konudaki yeminini yerine getir.

Sonra fizik vücuda sesleniyor Allahû Tealâ:

"fedhulî fî ibâdî: (Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir."
"vedhulî cennetî: Ve cennetime gir."

Bundan 14 asır evvel bütün sahabe Hakk'a ulaşan ruhu sebebiyle, Hakk'ı tasviye eder bir özellik kazanmıştır. İşte Asr Suresinin üçüncü bölümü burada tamamlanıyor. Böylece insanlar cennet saadetine ulaşıyorlar. Yukarıda bütün sahabenin 3 yeminlerini de yerine getirip cennet saadetine ulaştıklarını söylemiştik.

20. Basamak; Nefs-i Mardiyye

20. Basamak; Nefs-i Mardiyye

Şunu bileceğiz ki, biz ne zaman Allah'tan razı olursak, Allah da bizden aynı anda razı olur. Hatta Allah'ın üst seviye velîlerine yolda söylediği bir söz son derece dikkat çekicidir. Buyurur ki: 

"Ben senden razıyım, sen de Benden razı mısın?"

Oysa ki sıra nasıldı? Evvela kul Allah'tan razı olacaktı, radiye, sonra da Allah kuldan razı olacaktı, mardiyye. Ama bu Allah'ın velî kullarını onore etmek için kullandığı özel bir ifade; "Ben senden razıyım, sen de Benden razı mısın?" Sanki Allahû Tealâ kendisinden razı olmayacak olan kulundan razı olurmuş gibi. Böyle bir şey tabiatiyla mümkün değil. Allahû Tealâ kendisinden razı olmayacak olan kulundan asla razı olmaz. Eğer bir kişi derse ki size: 

"Allah benden razı olmuyor, neden razı olmuyor?" 

Siz de ona diyeceksiniz ki: 

"Sen Allah'tan razı mısın? Önce sen Allah'tan razı olacaksın, sen razı olduğun an Allah da senden razı olmuştur."

Neden böyle konuşuyoruz? Çünkü Allahû Tealâ nefsimizin 7 kademesinden, radiye ve mardiye dışındakileri ayrı ayrı âyetlerde söylediği halde, radiye ve mardiyeyi beraberce almış, "râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten)." diyor, araya başka bir kelime de sokmamış. Buradan anliyoruz ki, Allahû Tealâ ve Tekaddes Hazretlerinin bir kul hakkında radiye ve mardiye kademelerini ifade etmesi, o kişinin Allahû Tealâ'dan razı olmasını, Allah'ın da o kişiden razı olmasını ifade eder. Ve arada başka bir kademe olmadığı gibi, kulun Allah'tan razı olması anında Allah da ondan razı olmuştur. Allahû Tealâ'nın rızası son derece önemli bir olaydır. Çünkü, hepimiz (bütün insanlar) Allah'ın rızasını kazanmak üzere faaliyettedirler. 

Öyleyse, Allah'ın rızası üç ayrı cepheyi ifade eder. Birinci rıza, ikinci rıza ve üçüncü rıza. 

Birinci rıza: Ne zaman bir insan ruhunu Allahû Tealâ'ya teslim ederse, bu Allah'ın ilk rızasına o kişinin ulaşmış olması demektir. Allah'ın rızası doğrultusunda, Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'ın rızasını ne zaman kazanıyor demek ki? Ruhu Allah'a ulaştığı zaman, ilk teslim gerçekleştiği zaman. Onun için demiştik ki, kişi kalbinde Allah'a ulaşmayı talep ettiği bir noktaya ulaştığı an Allah ondan haberdardır, bu kişi Allah'ın rızasına tâbî olmuştur. Çünkü Allah'ın birinci rızası ne zaman teşekkül edecektir? Kişi ruhunu Allah'a ulaştırdığı zaman, Hakk'a ulaştırdığı ve teslim ettiği zaman. Bu ilk teslim ve ilk rızadır.

İkinci rıza ne zaman teşekkül edecektir? Kişi fizik vücudunu Allah'a teslim ettiği zaman, 25. basamakta.

Üçüncü rıza, ekber rıza ne zaman teşekkül edecektir? 27. basamakta, kişi nefsinin bütün afetlerinden kurtulup, nefsini de Allah'a teslim ettiği zaman.

Öyleyse biz burada Allahû Tealâ'nın ondan razı olduğu noktaya bakıyoruz. Bu başlangıç rızasıdır ve aynı anda Allah'ta ondan razı olur. Kişi de zaten hemen arkasından tezkiyeye ulaşacaktır. Beşinci basamak radiye, kulun Allah'tan razı olduğu basamak.

Altıncı basamak, mardiye, Allah'ın da kulundan razı olduğu basamak (Nur: %42).

19. Basamak; Nefs-i Radiye

19. Basamak; Nefs-i Radiye 

Bu kademeden sonrası artık radiye ve mardiye isimlerini alıyor. Fecr Suresinin 28. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!


Radiye; insanoğlunun Allah'tan razı olduğu noktayı işaret eder. Her kim zaten Allah'ın kendisine verdikleriyle doyuyorsa, onlarla tatmin oluyorsa, onun farkına varmışsa ki, Allah'ın verdikleri kendisi için yeterlidir. Bu insanın Allah'tan razı olmasına engel kalmamıştır. Kim Allah'ın verdiklerinden doyuyorsa, Allah'ın verdikleri onu tatmin ediyorsa, mutmainne noktasına ulaştırıyorsa o kişi elbette Allah'tan razı olacaktır. Bu sebeple mutmainnenin bir sonraki kademesine Allahû Tealâ radiye adını veriyor (Nur: %35).