Allah'a Davet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Allah'a Davet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2015 Pazartesi

ALLAH’A DAVET

ALLAH’A DAVET
Allah'a davet Kur'ân-ı Kerim'in bir emridir. Allahû Tealâ Yûnus Suresinde şöyle buyurmaktadır:

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâ-mi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (tes­lim yurduna, Zat'ma ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
           
Demek ki Allah'ın bir daveti var. Davet, Kur'ân'ın muhatabı olan insanadır. Kur'ân âyetleri ile insana baktığımız zaman Allahû Tealâ'nın kadın olsun erkek olsun bütün insanları bir üçlü ve bir serbest irade ile hayata getirdiğini görüyoruz:

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min sal-sâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, "hamein mesnûn olan sal-salinden" (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

Fizik vücudumuz, içinde yaşadığımız bu zahirî âleme aittir. Aynanın karşısında herkesin gördüğü şey, sadece kendi fizik vücudu, bu dünya âlemine ait olan bedenidir. Ama yarım ağırlıklar kanununa göre fizik bedenin içinde bulunan ve fizik bedenle %100 aynı olan berzah âlemine ait bir de nefsimiz vardır. Allahû Tealâ Şems Suresinde de nefs vücudumuzu anlatmaktadır:

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şe­kilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

Üçüncü vücudumuz, Allahû Tealâ'nın Secde Suresinde belirttiği, insana üfürdüğü bizde bir emanet olan Allah'ın ruhudur:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem'a vel ebsâre vel efideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme has­sası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Allahû Tealâ bütün insanlara, dilediklerini yapabilmeleri için, cüz'i irade (serbest irade) vermiştir. Ama 3 vücut ve serbest irade ile insanı yaratan Allahû Tealâ, insanı boşuna yaratmamış ve başıboş da bırakmamıştır.           

23/MU'MİNUN-115: E fe hasibtum ennemâ halaknâkum abesen ve ennekum ileynâ lâ turceûn(turceûne).
Öyleyse Bizim, sizi abes olarak (boş yere) yarat­tığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi zannet­tiniz?
75/KIYÂME-36: E yahsebul insânu en yutreke sudâ(suden).
İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?

İnsandan başka yarattığı herşeyi Allahû Tealâ insan için yaratmıştır. İnsan da Allah içindir.  Allah için yaratılan insanı Allahû Tealâ Kendi Zat'ına davet etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'e baktığımız zaman 2 davet ile  karşı karşıya olduğumuzu öğreneceğiz:
1- Allah'a ulaşmayı dilemeye davet.
2- Allah'a ulaşmaya davet.
Davetçiler Allahû Tealâ'nın irşada memur ve mezun kıldığı Allah'ın mürşidleridir. Allahû Tealâ Yûsuf Suresinde şöyle buyurmaktadır:

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed'û ilallâhi alâ basiretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene tninel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Benim ve bana tabî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim."

Allahû Tealâ’nın, insanları Kendi Zat'ına davet ederken bu davet için vazifeli kıldığı mürşidler vardır.
Yusuf-108’de "basiret üzere" buyurulduğuna göre bu insanlar 7 safha 4 teslimi yaşamışlardır. 4. teslim olan irade teslimini gerçekleştirdikten sonra Allahû Tealâ'nın Zat'ını kalp gözüyle görmüşler ve Allah onları irşada memur ve mezun kılmıştır.  İrşada memur ve mezun kılınanlar, Allah'ın emriyle insanları Allah’a davet ederler. Yûsuf Suresinin 8. âyet-i kerimesi  bu hakikati ifade etmektedir.
Allahû Tealâ Fussilet Suresinde de sahâbenin Allah’a davet ettiğini ifade etmektedir:

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mim-men deâ ilallâhi ve amile sâlihan ve kale innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: "Muhakkak ki ben teslim olanlardanım." diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

Âyet-i kerimede davetçi: “Ben teslim olanlardanım.” dediğine göre o, ruhunu, vechini (fizik vücudunu), nefsini ve en son iradesini Allah’a teslim etmiştir. Allah’ın emriyle bu âyette açıklandığı gibi o, diğer insanları Allah’a davet etmektedir. Allahû Tealâ her devirde kadın olsun, erkek olsun bütün insanları Kendi Zat’ına davet etmektedir. İnsanın fizik bedeni Allah’a ulaşamaz. İnsanın nefsi de Allah’a ulaşamaz. Allah’a ulaşan Allah’ın bize üfürdüğü ruhtur. Allahû Tealâ bu ruhu, Kendi Zat’ına davet etmektedir. Zaten ruh Allah’ın bir emanetidir. Allahû Tealâ emanetini geri istemektedir:

33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

Allah’ın emaneti olan ruh, sadece insanda vardır. İnsandan başka bu emaneti taşıyan bir başka varlık yoktur. Bu bakımdan insan, Allah’ın en sevgili mahlûkudur. Bu ruh sebebiyle meleklerin ve cinlerin Allah’ın emriyle kendisine secde etmesini istediği yegane varlıktır. İnsanın dışındaki hiçbir varlık secdeye layık görülmemiştir. Bu durumda yapılması gereken şey, tebliğe muhatap olduktan sonra kişinin Allah'ın emrine uyarak Allah'ın davetine icabet etmesi ve dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemesidir.  Emanet olan ruh,  Allah'ın Zat'ına ulaşmadıkça kişi,  Allah'ın ermiş evliyasından olamaz. Türkçe'mizde "ermiş" kelimesi ruhunu dünya hayatında Allah'a ulaştıran­lar için kullanılmaktadır. Allahû Tealâ üfürdüğü ruhu, dünya hayatını yaşarken Kendisine teslim etmek üzere Allah'a ulaştırmamızı emretmektedir. Davet, ruhumuzadır. Fizik vücut ölmeden evvel, ruhun muhakkak ki Allah'a ulaş­ması, teslim olması lâzımdır. Ruhunun teslimi ile kişi ermiş evliyadan olur.
Dünya hayatında ruhunu Allah'a teslim ede­bilmesi için kişinin önce Allah'a ulaşmayı dilemesi gerekmektedir. Bu, Allahû Tealâ tarafından üzeri­mize farz kılınmıştır. 2. safha kişinin kendisini Allah'a ulaştırmaya vesile olacak mürşidini hacet namazıyla Allah'tan istemesi ve Allah'ın gösterdiği mürşide tâbî olmasıdır. 3. safhada da ruhunu Allah'a teslim etmesi lâzımdır. Muhtevaya bak­tığımız zaman görüyoruz ki; Allah'a ulaşma dileği­ni Allahû Tealâ üzerimize farz kılmıştır:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın
30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hizbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün g-ruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

Allahû Tealâ, Lokmân Suresinde bir kere daha Allah'a ulaşmayı dilemenin üzerimize farz olduğunu açıklamaktadır:

31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke ala en tuşrike bî mâ leyse leke bihî Umun fe lâ tutı'humâ ve sâhib-humâ fîd dünyâ magrûfen vetteb’i sebile men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah"a ulaştırmayı dileyen­lerin) yoluna tabî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.

Allahû Tealâ, kadın olsun erkek olsun herkesi hanif fıtratıyla yarat­mıştır. Hanif fıtratıyla yarattığı bütün insanlar için seçtiği bir tek dîn vardır; bu hanif dînidir; Arapça adıyla İslâm Dînidir.
Hanif dîninin tebliğcisi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:"Her doğan çocuk İslâm fıtratıyla, hanif fıtratıyla hayata gelir ama annesi babası onu yahudî, mecusî, putperest yapar."
Çocuğun dünya hayatına başladığı en yakın çevre ailesidir. Yani anne babasıdır. Eğer anne baba gizli şirktelerse otomatikman o çocuğa verdikleri yanlış dîn öğretisi sebebiyle çocuk da gizli şirkte kalır. Allah'ın, yaşamasını istediği hanif dînini değil, babasından gördüğü geleneklere, bidatlere dayanan babasının dînini yaşamaya başlar. Lokman-15’de Allahû Tealâ, buna işaret ediyor ve buyuru­yor ki: “Annen baban bilmediğin bir şeyi Bana şirk koşarlarsa onlara itaat etme (annen baban gizli şirk­telerse onlara itaat etme). Dünya hayatında onlarla iyi geçin. Ama sen Bana ulaşanın yoluna tâbî ol.”
Evvelâ Allah'a ulaşmayı dilemek üzerimize farzdır. Daha sonra Allah'a ulaştıran yola tâbî olmayı Allahû Tealâ bize öğütlemektedir.
İnsan dünya hayatına gelir ama başlangıç noktası itibariyle Allah'ın âyetlerini bilmediği için cahillik ile birçok günah işler. Kazandığı o çok büyük günahlardan tövbe etmek veya Allah yoluna girmek istediği zaman, şeytan vesvese yoluyla o güne kadar işlemiş olduğu günahları kendisine göstererek onu ümitsizliğe düşürür. Allahû Tealâ da bu hakikati bildiği için "kulun işlediği günah asla Allahû Tealâ'nın affın­dan büyük olamaz" gerçeğinden hareketle Zumer Suresinde şöyle buyurmaktadır:

39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetil-lâhi), innallâhe yagflmz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların üzerine hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)."

Bir insanın mağfirete ulaşabilmesi için herşeyden evvel 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilemesi, insanla Allah arasında Allah'ın dizaynettiği 28 basamaklık İslâm merdiveninin 14. basamağında mürşidine tâbî olması gerekmektedir. 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilemeyen hiç kimseye 14. basamakta tövbe etse dahi mağfiret nasip olmaz. Bu hakikati bir sonraki âyet-i kerimede Allahû Tealâ bize bir kere daha açıklamaktadır:

39/ZUMER54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye'tiyekumul azâbu sunime lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

Âyet-i kerimeler, açıkça Allah'a ulaşma dileğinin üzerimize farz olduğunu ispat etmektedir.

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da'veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu'minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edi­lince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

Allahû Tealâ burada: “Benim davetime icabet etsinler” dediğine göre Allah'ın daveti Allah'a ulaş­mayı dilemeye davettir. Resûl'ün daveti Allah'a ulaşmaya davettir. Allah, Allah'a ulaşmayı dile­meye davet etmektedir. Resûl ise Allah'a ulaşmayı dileyenleri, Allah'a ulaşmaya davet eder. Allahû Tealâ'nın Bakara Suresindeki: “Kullarım Beni senden sorarlarsa Ben onlara yakınım. Dua edenin davetine icabet ederim." ifade­si, "Kim hacet namazıyla mürşidini Benden talep ederse Ben onlara mürşidi göstereceğim. Ama onlar da Benim davetime icabet etsinler. Yani Allah'a ulaşmayı dilesinler." anlamına gelmektedir. İnsan Allahû Tealâ'dan bu dünya hayatına ait maddî şeyleri isteyebilir,  ahirete ait manevî şeyleri de isteyebilir. Dünyaya ait istedikleri için de Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:

2/BAKARA-200: Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zîkrâ(zîkren), fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fid dünyâ ve mâ lehu fil ahirati min halâk(halâkın).
Böylece (hacca ait) ibadetlerinizi tamamladığınız zaman, artık atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha da şiddetli (bir zikirle) Allah'ı zikredin. Fakat insanlardan kim: "Rabbimiz bize dünyada ver." derse, ahirette onun bir nasibi yoktur.

Allahû Tealâ, burada dünyayı isteyene şartsız verdiğini ama onun ahirette nasibi olmadığını ifade etmektedir. O zaman Allahû Tealâ manevî istikametteki taleplerimize davet şartını koşmakta ve davete icabet etmemizi emretmektedir Eğer biz: "Yarabbim, bizi mürşidimize ulaştır!" diyerek  bir talepte bulunursak bu manevî istikametteki bir taleptir. Bizim mürşidimize ulaşabilmemiz için Allahû Tealâ'nn Bakara Suresinde buyurduğu gibi davete icabet etmemiz şarttır. Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, Allahû Tealâ'nın hiç kimseye mürşid göstermesi söz konusu değildir. Mürşidi görebil­menin olmazsa olmaz şartı evvel emirde Allah'a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ Şûra Suresinde şöyle buyurmaktadır:

42/ŞÛRÂ-47: Istecîbû li rabbikum min kabli en ye'tiye yevmun lâ meredde lehu minallâhfminal-lâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin). Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığmak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).

Allah'tan geri çevrilmesine çare olmayan ölüm günü ne bir saniye ileri, ne bir saniye geri alı­nabilir. O zaman vazifeli ölüm melekleri emri mut­laka yerine getirirler. Ölümle zaten herkesin ruhu Allah'a ulaşır. Ölümle ruhun Allah'a ulaşmasında cüz'i iradenin bir rolü yoktur. Ama dünya hayatın­da kendi serbest iradesiyle ruhunu Allah'a ulaştır­mayı dileyen kişinin ruhunu Allah, Kendisine ulaştırmayı garanti etmiştir. Allah, o kişiye 3. kat cen­net ve dünya saadetinin yarısını mükâfat olarak vereceğini vaadetmiştir. Allahû Tealâ buyurmak­tadır ki: “Ölüm günü gelmeden evvel Allah'ın davetine icabet et. Yani Allah'a ulaşmayı dile.”
Allahû Tealâ Enfâl Suresinn 24. âyet-i kerimesinde  diyor ki:

8/ENFÂL-24: Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lil-lâhi ve lir remli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâheyehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşemn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler). Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşrolunacağmızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab ola­cak.)

Başlangıç noktasında davete icabet etmeyen; Allah'a ulaşmayı dilemeyen herkes, Allah'a göre ölüdür;  dilsizdir; kördür. İşte ölü olan bu insanların davete icabet etmek suretiyle dünya hayatına göre dirilmeleri gerekir. Allahû Tealâ Enfâl-24’de bu durumu ifade etmektedir.
Allah'ın daveti ölüyken bizi dirilt­mektedir.  Kim bu davete icabet eder de Allah'a ulaşmayı dilerse, ölü halde iken dirilir. Acaba bu olay nasıl gerçekleşmektedir? Allahû Tealâ buyuruyor ki:

27/NEML-80: Inneke lâ tusmiul mevta ve lâ tus-mius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mud-birîne).
Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittire­mezsin.
27/NEML-81: Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu 'minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).
Ve sen, körleri dalâletlerinden (çevirip) hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize inanan­lara işittirebilirsin. İşte onlar, teslim olanlardır.

İşitenler, âyetlere îmân edenlerdir. Allahû Tealâ'dan furkanları alan hak mü'minlerdir. Kişinin hak mü'minlerden olması için evvelâ:
1- Allah'a inanması,
2- Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaşmasına inanması,
3- Ruhun dünya hayatında Allah'a ulaş­masının farz olduğuna inanması,
4- Dilemesi halinde Allahû Tealâ'nm kendi ruhunu Allah'a ulaştıracağından emin olması lâzımdır.

Birinci gruptakilerden Allah'a ulaşmayı dileyen kişi henüz hiçbir şeyini teslim etmemesine rağmen Allah, o kişiyi teslim almıştır. Dilekle bir­likte o kişi Allah'ı kendisine vekil tayin etmiştir. Onun vekili olarak Allah onu teslim almıştır. Bu,teslimin 1. safhasıdır. Doğuştan insanların hassaları ve uzuvları üzerinde engeller yoktur. Doğuştan hiç kimsenin kalbinde ihbat da yoktur. Tebliğe muhatap olduktan sonra kişi doğrudan doğruya Allah'a ulaş­mayı dilediği taktirde hassalar ve uzuvlar üstünde engel olmadığı için Allah sadece onun kalbine ihbatı koyar ve o kişi akledenlerden, âmenû olanlar­dan olur. Kalbine ihbatın konmasıyla o kişi artık Allah'ın âyetlerini idrak etmeye başlar.

22/HACC-54: Ve li ya'lemellezîne utul ilme ennehul hakku min rabbike fe yu'minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sıratın mustakîm(mus-takîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun firşad makamının. Velî Resûl'ün. Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri. O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mut­main olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.

İkinci insan grubunda ise durum farklıdır. Daha evvel kendisine tebliğ ulaştığı halde kişi tebliğe ilgisiz kalmışsa, Allahû Tealâ onun has­salarını örtmüştür. Bakara Suresine göre sağır ve dilsizdir. Yani kalbi ve kulakları mühürlü, basar hassasının üzerinde gışavet adlı perde vardır.

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem'î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) has­sasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

Üçüncü insan grubuna gelince, eğer daha evvel tebliğe muhatap olmuş da tebliğciyi yalanlamışsa, ona karşı çıkmışsa, İsrâ Suresinin 46. âyet-i kermesine göre Allahû Tealâ o kişinin uzuvlarına engel koymuştur.

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten enyefkahûhu ve fi âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fil kur'âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O'nu (Kur'ân'ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur'ân'da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler

Diyelim ki daha sonra bu kişinin aklı başına geldi ve tebliğe muhatap olduğu zaman Allah'a ulaşmayı diledi. O zaman da Allahû Tealâ, Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre hassalar ve uzuvlar üzerine koyduğu engelleri kaldırmak üzere o kişiye 7 tane furkan verir.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekul-lâhe yec'al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfır lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olur­sanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Bu 7 furkanla birlikte Allah, o kişinin günahlarını örter. Günahlarının örtülmesiyle birlik­te kişi 1. kat cennetin sahibi olur. Allah'a ulaşmayı dileyen kişiye 4. basamakta Allah Rahmân esması ile tecelli ettikten sonra, 5. basamakta baş göz­lerindeki hicab-ı mestureyi, basar hassası üzerinde­ki gışavet adlı perdeyi almak suretiyle o kişi irşad kademesini artık görmeye başlar. Daha evvel kişi körken; irşad kademesini irşad kademesi olarak görmezken furkanların sahibi olduğu zaman 1. ve 2. furkanda mürşidi görmeye başlar.
3. ve 4. furkanda Allah, kişinin kulaklarındaki işitmeye engel olan vakrayı alır. Ve sem'î hassa­sının mührünü açar. O kişi irşad kademesinin söz­lerinin mânâsına ulaşır, işitir. 7. basamakta Allahû Tealâ idrake mani olan ekinneti alır, fıkıh hassasını açar ve kalbine ihbatı koymak suretiyle o kişi artık Allah'ın âyetlerini idrak etmeye başlar. İşte bu, âmenû olan kişidir. İlim kendisine ve­rilmiştir. Kişi irşad kademesinin sözlerinin Hakk'tan inen sözler olduğuna îmân etmiştir. Allah da bu sebeple kalbine ihbat koymuş ve o kişi artık idrak eden, akledenlerden olmuştur.
Allahû Tealâ o kişiyi nasıl furkanlar vererek zahire göre dirilttiyse; 12 ihsanla tamamlayarak bâtına göre de diriltmek üzere kalbine hidayetle ulaşır. Kişinin nefsinin manevî kalbi şeytana dönükken Allah, Kendisine çevirir.

64/TEGABUN-11: Mâ asâbe min musibetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve men yu'min billahi yehdi kalbehu, vallâhu bi külli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musibet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi vecâe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahman'a huşu duyanlar ve münib (Allah'a yönelmiş) bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenler (için).
Allah, o kişinin göğsünü şerheder. Göğsünden kalbine rahmet yolu açar. Kişinin kalbini teslimlere açar.

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm fislâmi), ve men yurid en yudıllehu yec'al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa'adu tıs semai, kezâlike yec'alûl-lâhur ricse alâllezîne lâ yu'minûnfyu'minûne). Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayan­ların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.

Rahmet yolu açıldıktan sonra 11. basamakta kişi zikretmeye başlarsa ki; zikir bir şifredir; Allah’ın katından rahmet ve salâvât o kişinin göğsüne gelir. Ama rahmet ve salâvâttan sadece rahmet nuru içeriye sızar. Salâvât sadece onu taşır. % 2'lik rahmet nuru ile kişi huşû sahibi olur. Ondan ötede hiçbir zaman rahmetin kalpte kalan mik­tarının %2'nin ötesine geçmesi mümkün değildir. Nitekim Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmife huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikril-lâhi), ulâike fi dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) varmışsa artık o. Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.

Göğsü şerhedilmiş; göğsünden kalbine rahmet yolu açılmış insanların kalbine Allah'ın nuru ulaştığı için Allahû Tealâ: "Onlar, Allah'tan bir nur üzeredir." buyurmaktadır. Allah'tan nur üzere olan bu insanlar huşû sahibi olanlardır.

57/HADÎD-16: E lem ye'ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnu kellezîne ûtûl kitabe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşu duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.

Huşû sahibi olan kişi perşembeyi cumaya bağlayan gece hacet namazı ile mürşidini Allah'tan talep ederse, Allahû Tealâ ona mürşidini göstere­ceğini garanti etmektedir.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşu sahibi olanlar­dan başkasına elbette ağır gelir.

Öyleyse davetin birinci kısmı Allah’a ulaşmayı dilemeye davettir. Davetin ikinci kısmı ise Allah'a ulaşmaya davettir. Allah'a ulaşmaya dave­tini Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)'e hitap ederek şöyle ifade etmektedir:

28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa'lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minal-lâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlim în (zâlimine).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tabidirler. Allah'tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

Kişi ya hidayetçiye ya da hevasına tâbî olur. Hacet namazı ile mürşidini Allah'tan sorması halinde Allah'ın gösterdiği mürşide tâbî olursa, o kişi Allah'ın hidayetçisine tâbî olmuştur. Allahû Tealâ ona 7 furkan, 12 ihsana ilâveten tâbiiyetle bir­likte 7 de ni’met verir. İşte bu noktaya kadar Allah'a ulaşmayı dileme daveti (Allah'ın daveti) ile Allah'a ulaşma daveti (resûlün daveti), her ikisi de gerçekleşmiş oldu. Kişi mürşidine tâbî oldu.
Tâbiiyetle birlikte Allah, kişiye 7 ni’met verir:
1. ni’met, kişinin başının üzerine Allahû Tealâ devrin imamının ruhunu göndermesidir.

40/MU'MİN-15: Refıııd derecâti zul arş(arşi), yulkır ruha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

2. ni’met, kişinin kalbine îmân yazılmasıdır.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu'minûne billahi velyevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşiretehum, ulâike ketebe fı kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi ruhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecri min tahtihel enhâru hâlidînefîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihün(muflihûne).
Allah'a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bula­mazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki. (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üze­rine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cen­netlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felaha erenler değil mi?

3. ni’met, bütün günahların sevaba çevrilmesidir.

25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâti-him hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet gön­derendir).

4. ni’met, ruhun vücuttan ayrılıp Sıratı Mustakîm'e ulaşmasıdır.

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(ha kku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tabî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Müstakim'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

5. ni’met, o kişi Allah'ı zikretmeye başladığıiçin (zikir ıslâh edici ameldir), o kişinin nefs tezkiyesine başlamasıdır.

40/MU’İN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev ıııısâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cen­nete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konula­cak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.

6. ni’met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne kefem evliyâuhumut tâgûtu yuhricûne-hum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyen­lerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalpleri­ni) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostlan taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kim­seye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalp­lerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

7. ni'met, fizik vücudun Allah'a tâbiiyet kulluğuna başlamasıdır.

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fi külli ümmetin resûlen eni'budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fil ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resul beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şey­tanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resulün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayan­lara akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Böylece o kişi Allah tarafından 7 furkan, 12 ihsan ve 7 ni'metle teçhizatlandıktan sonra en büyük ibadet olan, ibadetlerin sultanı olan zikri yapmaya başlar. Allahû Tealâ diğer ibadetleri de kişiye sevdirir; namazı, orucu, zekâtı, haccı... Ama bunlardan en önemlisi ibadetlerin sultanı zikirdir. Allah kişiye zikri sevdirir ve zikir artışlarıyla kişi Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiye, Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye kademelerini bir bir geçer.
Nefs-i Emmare'de kişinin yaptığı zikirlerle nefsinin manevî kalbinde Allah'ın yazdığı îmân kelimesinin etrafında biriken fazılların miktarı %7 olur. Kişi mürşidine ulaşana kadar sadece kalbine sızan %2'lik rahmet nuru ile huşû sahibi olmuştu. Fazıllar henüz kalpte yoktur. Ne zaman kişi mürşi­dine tâbî olur da Allahû Tealâ Rahîm esması ile tecelli ederse; bu sefer Bakara Suresinin 157. âyet-i kerimesinde zikredilen rahmet ve salâvâta ilâveten, fazl ve salâvât da gel­meye başlar:

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muh-tedün(muhtedûne).
Onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka dönecek­lerinden emin olanlar var ya), Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, hidayette olanlardır.

Musîbetlerle imtihan olanlardan her kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ Rahmân esması ile onun üzerine tecelli eder. Rahmet ve salâvâtını göndermeye başlar. Salâvât, rahmeti taşıyandır. Fazıllar bu devrede yoktur. Kişi mürşi­dine tâbî olursa Allah Rahîm esması ile tecelli eder.

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsi, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ vahime rabbî, inne rabbîgafurun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir.

Allahû Tealâ Rahîm esması ile tecelli ettiği kişilere aynı zamanda salâvât ve fazl da gönder­meye başlar.

24/NUR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi' hutu-vâtiş şeytani fe innehu ye'mum bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî'un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tabî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tabî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşme-seydi). içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).

Başlangıçta %2'lik rahmet nuru ve daha sonra zikirle birlikte kişi, kalbinde %49 fazl birikimiyle nefs tezkiyesine, %98 fazl birikimiyle nefs tasfiye­sine ulaşabilir. Nefsini Allah'a teslim edebilir. Zikir artışlarıyla kişinin nefsinin kalbinde Nefs-i Levvame'de %7, Nefs-i Mülhime'de %7, Nefs-i Mutmainne'de %7, Nefs-i Radiye'de %7, Nefs-i Mardiyye'de %7 ve Nefs-i Tezkiye'de %7 nur birikimi olur. 7 tezkiye kademesinde kalpte oluşan fazılların miktarı %49'a ulaşır. Daha evvel de %2'lik rahmet nuru kalbinde oluşmuştu. Toplam %51 kalp aydınlandığına, nurlanmasına ulaşıldığı zaman nefs tezkiyesi tamam­lanır.
Her tezkiye kademesinde Allah'ın emaneti olan ruh da bir gök katı yükselir:
1-   Nefs-i Emmare'de 1. gök katına,
2-   Nefs-i Levvame'de 2. gök katına,
3-   Nefs-i Mülhime'de 3. gök katına,
4-   Nefs-i Mutmainne'de 4. gök katına,
5-   Nefs-i Radiye'de 5. gök katına,
6-   Nefs-i Mardiyye'de 6. gök katına,
7-   Nefs-i Tezkiye'de 7. gök katına ulaşır. 7 âlemi geçtikten sonra ruh, Allah'ın Zat'ına ulaşır, Allah'ın Zat'ında ifna olur.
Allahû Tealâ Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tabî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

Ruhun Allah'ın Zat'ına ulaşması ile ruh Allah'a teslim olur. Kişi ermiş evliyadan olur ve nefs de 7 kademede tezkiye olur ve fizik vücut da Allah'ın evvab kulları arasına girer. Allahû Tealâ bu noktaya kadar kadın, erkek bütün insanlar için sadece ve sadece bir dileklerine bağlı olarak hepsi­ni gerçekleştirmeyi garanti etmiştir. Kişinin basit bir dileğine karşılık Allahû Tealâ'nın sonsuz bir ikramı söz konusudur. Bu sonsuz ikram 3. kat cen­net ve dünya saadetinin yarısıdır.
Allah'ın davetinin iki aşamalı olduğu görülmektedir:
ü   Davetin birinci kısmı Allah'a ulaşmayı dilem­eye davettir. Daveti yapan Allah’tır.
ü Davetin ikinci kısmı Allah'a ulaşmaya davettir. Resûl davet etmektedir. Daveti yapan Allah'tır.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilemedikçe, davete icabet etmediği için; Allah ve Resûlüne isyan eden bir kişi hükmündedir.
Allah  razı olsun.