Zulüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zulüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2015 Çarşamba

ZULÜM

ZULÜM

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkar edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Âyet-i kerimede zikredilen kâfirler; “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur, ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır” diyenlerdir. Bir insan, sadece ölümle insan ruhunun Allah’a ulaşmasına inanıyorsa doğal olarak dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyecektir. Dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyen bu kâfirler başkalarını da “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur” tarzında bir yanlış inanca yönlendirmek suretiyle onları Allah’ın yolundan saptırdıkları için uzak bir dalâlet içindedirler.
            İnsanlar hanif fıtratıyla doğmuşlar yani tek Allah’a inanmak ve Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle doğmuşlar. Tebliğe muhatap olanlardan her kim tebliğe ilgisiz kalırsa Allahû Tealâ Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde belirtildiği gibi hassalarına engeller koyar. “Hassaları engelli bu kâfirlere söylesen de söylemesen de netice değişmez. O kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri mühürlüdür.” diyor.

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir, onlar mü’min olmazlar. 2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

            Bütün kâfirlerin kalpleri mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara yutturduğu bir şeyle mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir. Îmân kelimesi inanmak anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu insanları aldatmak için bir vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi için 7 tane kalp şartına, 7 tane inanç şartına, 4 tane de vasıf şartına sahip olması lâzım biliyorsunuz.
1-     Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak Allahû Tealâ
2-     Kişinin kalbinin mührünü açacak
3-     Yerine ihbat koyacak
4-     Allahû Tealâ kalbine hidayetle ulaşacak
5-     O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha çevirecek
6-     Göğsünden kalbine nur yolu açacak
7-     Mürşidine tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesi yazılacaktır.
            Allahû Tealâ kalbe hidayetle ulaşmadıkça, yani kalbin içine îmân girmedikçe hiç kimsenin mü’min olamayacağını söylüyor Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesi.

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”

            Bu 7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı gerekli.
1-   Allah’a inanmak
2-   Meleklerine inanmak
3-   Resûllerine inanmak
4-   Kitaplarına inanmak
5-   Bâsu badel mevte inanmak
6-   Hayrın Allah’tan şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7-   Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak, hayattayken ulaştırmak, bunun farziyetine inanmak.

            Ve 4 tane de hidayet şartı
1-   Ruhun hidayetine başlamış olmak
2-   Fizik vücudun hidayetine başlamış olmak
3-   Nefsin hidayetine başlamış olmak
4-   İradenin hidayetine başlamış olmak

            Ruhun hidayeti, Allah’a ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik vücudun hidayeti, fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlamasıyla başlar. Nefsin hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye başlamasıyla devreye girer.
            Öyleyse 3 ayrı vücudumuz 3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi olacak. Böyle bir dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
            1- 7 tane kalp şartı
            2- 7 tane inanç şartı
            3- 4 tane hidayet şartı
            Kişi o zaman îmânı artan mü’min olur. Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada bahsettiği insanlar “Onlar ki kâfirdirler diyor. İnnellezîne keferû diyor ve Allah’ın yolundan saptırırlar diyor.” İnnellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler. ve saddû saptırırlar, an sebîlillâhi Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
            Öyleyse bu insanlar Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerine îmân girecekti ve küfür alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı. Allah kalbin içine îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için kâfirler. Allah’ın yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Yeryüzündei fesat sebebi bu insanlar. Bakın ne diyor Allahû Tealâ Rad 20-21’de:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. 13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

            Onlar diyor Allahû Tealâ: “Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle misaklaerini bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine getirirler. Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”diyor Allahû Tealâ. Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a ulaştırılar.
            Aynı surenin 25. âyet-i kerimesine bakıyoruz bu âyetler 20 ve 21. âyetlerdi. Diyor ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanların da hidayete ermesine mani olurlar.”

13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.

            İşte başka insanların da hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var, Nisa-167 gereğince. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar diyor. Orada da bu sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin 25. âyet-i kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet rabıtası var.
            Öyleyse bu illiyet rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay var sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler. Allahû Tealâ burada açıkça “Onlar Allah’ın yolundan saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için yeryüzünde fesat çıkardıkları neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168, 167’nin devamı.169’da bir konuyu bütünlüyor.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkar edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ diyor ki: “İnnellezîne keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû, ve zalimlerdir.” Niçin zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önledikleri için zalimler. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince onların hidayetine mani oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi yeryüzünde fesat çıkartıyorlar. Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar. İsyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar bu sebeple. Ve başka insanların hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ hükmünü koyuyor “Onlar zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm ederler. Başkalarına mani oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar. “İnnellezîne keferû ve zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem yekunillâhu li yagfire lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ. Allah onların günahlarını sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların günahlarını sevaba çevirmez.
            Eğer başka insanlar da yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları anda onların bütün günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince Allah sevaba çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek olanlardan bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim tövbe ederse mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar cehenneme gitmezler. Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar amilüssalihat yapmaya başlarlar diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor ikinci işaret. Onların bütün günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata çevirir, sevaba çevirir yani onların bütün negatif derecelerini, nakıs derecelerini, kaybettikleri derecelerini Allah zahid derecelere  pozitif derecelere, kazanç derecelere çevirir yani onların günahlarını sevaba çevirir.” diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve 71’de de diyor ki: “Onların ruhları tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a ulaşır.”

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).

            İşte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler görüyorsunuz ki Allah ile olan ilişkilerimizde her şeyin en güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola girmedikleri için mürşidlerinin önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları da sevaba da çevrilmiş değil. “Allah onlara mağfiret etmez yani onların günahlarını sevaba çevirmez.” diyor. Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları ulaştırmaz tarîkâ.”
            Sevgili kardeşlerim tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4 sebilden oluşur. Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah, devrin imamının dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki Mustakîm başlar. Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane gök katını aşan yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol başlayacaktır. Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı içerisinde her şey adım adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem geçilir Sıdretül Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve dördüncü sebîl dikey bir yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah olur. Allah’ın Zatında fani olur, Allah’ın evliyası olur.
            İşte burada Allahû Tealâ “Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci sebîli aşarak Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor. Eğer tâbî olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba çevirecekti hem de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî olanların mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor. Nebe-38, mürşidin önünde yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan ruhun Allah’a ulaşması.

78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffan), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder,ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Öyleyse bütün insanlar için söz konusu olan bir dizayndan bahsediyor Allahû Tealâ. Burada Allahû Tealâ’nın yolunda her şeyin en güzel olduğu bir dizaynda yaşamak söz konusu. Hepiniz için bütün güzellikler mevcut Allah’ın yolunda.
            Öyleyse Allahû Tealâ’nın açıkça ifade ettiği gibi;
            1- Yola girmeyen kâfir kalanlar var.
            2- Yola giren yani Sıratı Mustakîm’e ruhu ulaşan ve mü’min olanlar var.
            1- Günahları sevaba çevrilmeyenler var.
            2- Günahları sevaba çevrilenler var.
            1- Dalâlette olanlar var.
            2- Hidayette olanlar var.

            İnsanlar Allah’a ulaşmayı dilemedikçe dalâlettedirler.
6/EN'ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay’ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.

26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.

            Dalâlette olanların ise kurtuluşu söz konusu değil. İşte Allahû Tealâ burada onlar uzak bir dalâlet içindedirler buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim’de 7 âyet-i kerime dalâlette olan insanların mürşidlerine ulaşmasının mümkün olmadığını söylüyor.
            1. Âyet: Kasas-50

28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

            2. Âyet: Taha-123

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

            3. Âyet: Kehf-17

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

            4. Âyet: Casiye-23 (Hevalarına tâbî olanlar Kasas-50’ye göre mürşidlerine tâbî olmayanlar.)

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

            5. Âyet: Cuma-2

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O’dur. Onlara, O’nun (Allah’ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

            6. Âyet: Âli İmran-164

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
And olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi zamanlarında, kendi kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek (başlarının üzerine devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)" nimetlendirdi (lutufda bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise (resule tâbi olmadan evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.

            7. Âyet: Ahkâf-32

46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.

            Allahû Tealâ dalâlette olanların mutlaka mürşidlerine tâbî olmayanlar olduğunu söylüyor. Öyleyse Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşide tâbî olmak kurtuluşun temelidir. Böyle bir durumda Allahû Tealâ’nın ifadesini yerli yerine oturtmak mecburiyetindeyiz.

Allah
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Burada pişmanlığın acı bir sonucu verilmektedir. Zalimler o gün ellerini ısırırlar.  İfade çok açık ve kesin: “O gün resûlle beraber kendime yol edinseydim.” Bu Resûl, Mehdî Resûl’dür. Bu sebîl, ruhu Allah’a ulaştıran yoldur. Sadece adı geçen Mehdi Resûl’e tâbiiyette Allah’a ulaştıran sebîle varılabilir. Nebe Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: (78/NEBE-39) Meab, sığınak anlamındadır. Allah’a doğru yola çıkıldığı gün Allahû Tealâ buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşması), (Allah’ın kendisine ulaştırması)s Allah’ın hidayetidir, size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.”. Yoksa onlar, Rabbinizin huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîmdir (en iyi bilendir).

İşte Allah’a ulaşmak için tutulan o yolun adı sebîldir.
Fazl, Resûle tâbiiyetten sonra, zikrullah ile Allah’ın müridin kalbine gönderdiği nur’un adıdır.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Kişinin dost edindiği insanlar, Mehdi Resûl’e karşı çıkanlar emaniyye bilgilerin sahipleridir. Kim İslâm’ın 5 şartıyla veya kalbinde zerre kadar îmânla cennete gidileceğini zannediyorsa, savunuyorsa işte onlar emaniyyecilerdir. İnsanı cehenneme götüren de cennete götüren de arkadaşıdır. Arkadaş edindiği kişilerin yaşantıları kişiye her zaman örnektir. Kişinin yanlış davranışlarının temelinde, yanlış davranışların sahibi olan arkadaşları yatar. Edindiğiniz çevre, geleceğiniz için son derece önemlidir.
            Aldanmayın! Dost seçerken Allah’ın dostlarını dost seçin ki; onlarla birlikte Allah’a ulaşasınız.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Zikrullah, Allah’ın adını  “Allah, Allah,, Allah, Allah...” diyerek zikretmektir. Aynı zamanda Allah’ın adını hatırlamak, Kur’ân okumak, namaz kılmak da birer zikirdir. Burada zikirden Allahû Tealâ’nın muradı, Allah’ın Kur’ânı’ndaki manevî öğretisidir. 
            Bir önceki âyet-i kerimede “keşke ben falanı dost edinmeseydim” diyen kişinin edindiği dost ona Kur’ân’daki ilim açıklandığı halde, onu o zikirden saptırmayı başarmıştır. Bu kişi, zikretmiyor ve başka insanların da Allah’ın yoluna girmesine engel oluyor. Onun da engel olduğu kişinin de gideceği yer cehennemdir. Engel olunan kişi isteseydi, iradesiyle ona karşı çıkabilirdi. Söylediklerini kabul etmezdi. Dolayısıyla suçlu olan sadece onu zikirden saptıran değildir. Asıl suçlu olan saptıranlara inanan ve dalâlette kalan kişidir.
            Allahû Tealâ bu sebeple Kur’ân-ı Kerimi’nde kişisel iradeye büyük bir değer vermiştir. Bir kişi kendi iradesiyle Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, cehennemden kurtuluşu hiçbir zaman mümkün değildir. Cehennemden kurtulup insanı cennete alacak olan temel başlangıç noktası, Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. Herkes kendi iradesiyle bunu gerçekleştirmek zorundadır. Ya gerçekleştirecektir, kendisini cehennemden kurtaracaktır veya gerçekleştirmeyecektir o zaman cehenneme girmeyi hakedecektir.
            Nahl Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

            Resûl, o insanlara Allah’a ulaşmayı dilemelerini emrettiğinde dilerlerse Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesine göre kurtulacaklardır. Dilemezlerse kurtulamayacaklardır. Bu arada şeytanın, insanlara ulaşan bu ilmi engellemekte çok önemli bir rolü olduğu da kesindir.

39/ZUMER-1: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Bu Kitab’ın indirilişi, Azîz (yüce ve üstün) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olan Allah tarafındandır.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Bu resûl, Peygamber Efendimiz (S.A.V) olamaz. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde, sahâbe Kur’ân-ı terketmemiştir. Kur’ân’a dört elle sarılmışlardır. Allahû Tealâ diyorki:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz(müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îman edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz iman ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uclarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

            Demek ki sahâbe Kur’ân’dan sapmamış, tam aksine Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuşlardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kavmi Kur’ân’ı terketmediler. Zaten Kur’ân onların zamanında indirildi. Kur’ân’ın terkedilmesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde olamaz. Çünkü hayatının son 23 senesi, kendisine Kur’ân indirilmekle geçti. Kur’ân tamamlandığı zaman da rahmetli oldu. Öyleyse aradan yüzlerce sene geçmesi lâzım ki; seneler sonra bir resûl: “Ey Rabbim! Benim kavmim Kur’ân’ı terketti.” diyebilsin. O resûl, bu devirdeki resûl’dür (Mehdi Resûl’dür). Her devirde huzur namazının imamı mutlaka vardır. Ve bu devir, Kur’ân’ın terkedildiğinin O’nun tarafından herkese ispat edildiği devirdir. Asr-ı hidayettir. Bu sebeple bu Resûl bu devirde Huzur Namazı’nın İmamı olan ve hidayete erdiren Mehdi Resûl’dür.
            Kur’ân 7 safha içerir:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek. 3. basamak, 1. safha.
2- 12 ihsanla Allah’ın gösterdiği irşad makamına ulaşıp tâbî olmak. 14. basamak, 2. safha.
3- Ruhun, nefs tezkiyesine paralel olarak 7 gök katını aşarak Allah’a ulaşıp teslim olması. 21.
    basamak 3. safha.
4- Nefsin %80’den daha fazla arınması ve fizik vücudun Allah’a teslim olması. Fizik vücudun
    Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren ve yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir duruma gelmesi.
    25. basamak 4. safha.
5- Nefsin Allah’a teslim olması. 26. basamak 5. safha.
6- İrşad olması. 27. basamak 6. safha.
7- Nefsin kalbinin tamamen afetlerden arındıktan sonra 19 mertebe müzeyyen olarak, iradenin
    de Allah’a teslim olması. 28. basamak 7. safha.
            7 tane kademe, 7 tane safha içerir. Bu 7 safhada 4 teslim gerçekleşir. Ve bugün manzara gerçekten dehşet vericidir. Duhan, bütün dünyayı kaplamıştır. Kâinatın tek dîni olan İslâm dîni hükümferma değildir. Kur’ân’daki insanları kurtuluşa ulaştıracak olan hükümler unutturulmuştur. Şeytan bunu ne yazık ki başarmıştır. Bugün dünya üzerindeki İslâm dînini öğreten birkaç yüz üniversiteden hiçbirisi artık İslâm’ın 7 safhasından, ruhun, vechin, nefsin, iradenin Allah’a tesliminden bahsetmez olmuştur. Sadece ALLAH’IN ÜNİVERSİTESİ bunları öğretmekle vazifelidir, ancak o öğretebilir.
            14 asır evvel Kur’ân indirilmişse, bütün sahâbe bu 7 safhayı yaşamışlarsa, Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuşlarsa, 4 teslimi gerçekleştirmişlerse, irşad makamına tayin edilmişlerse ve bugün bunların hiçbirisi artık gerçekleşmiyorsa, o zaman Kur’ân gerçekten terkedilmiş değil mi?
            Peygamber Efendimiz (S.A.V) Nebî Resûl’dü. O’ndan sonra nebî resûl hiç gelmemiştir, gelmesi de mümkün değildir. Ama velî resûller bütün devirlerde olduğu gibi, şu anda da bütün dünyadaki bütün kavimlerin içinde mevcuttur. Ve onlardan bir tanesi devrin imamı diyor ki:
            “Ey Rabbim, muhakkak ki; benim kavmim Kur’ân’ı terketti.”
            Defaatle bunu Rabbine ve herkese söylemiştir, Allah’ın O Resûl’ü…



30 Ekim 2015 Cuma

ZULÜM

                                                             ZULÜM
              Kur'ân-ı Kerim hakikâtlerine göre, insana derecat kaybettiren her fiilin adı zulümdür. Allah, insanoğlunu kâinattaki en şerefli varlık olarak yaratmıştır.  Yarattığı mahlûkatın içinde en çok insanı sevmektedir. Allah'ın istediği tek şey, insanın mutluluğudur. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 29. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm'dir (herşeyi en iyi bilendir).
              Yeryüzü, Allah'ın yarattığı kâinat düzeninde belki bir toz zerresi kadardır. Allahû Tealâ, Câsiye Suresi 13. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
45/CÂSİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
             Allahû Tealâ'nın, kâinatı insan için yarattığı Bakara Suresi 29. âyet-i kerime ile Câsiye Suresi 13. âyet-i kerimede açıkça ifade edilmektedir. Herşeyi insan için yaratan Rabbimiz, insanı da Kendisi için yaratmıştır. Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. Hiçbir mahlûkata ihtiyacı yoktur. Allahû Tealâ'nın: "Ben insanı Kendim için yarattım." demekten muradı, insanın huzurunu ve saadetini hedeflemesidir. İnsan, Allah içindir. Allahû Tealâ, en üst seviyede yarattığı bu mahlûkatının ahiret hayatında cennete gitmesini, dünya hayatında da saadeti yaşamasını istemektedir. Allahû Tealâ'nın insanlara miras bıraktığı kutsal kitaplardaki emir ve yasakların hepsi, insanın saadete ve huzura ulaşmasına dönüktür. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet davetiyesidir. Davete uyan bütün insanlar için aynı zamanda bir saadet reçetesi ve garantisidir. Allahû Tealâ'nın, Kur'ân-ı Kerim'de emir ve yasakları vardır. Allah'ın emirlerine itaat edip yasaklarına uyulduğu takdirde dereecat kazanılmaktadır. Emirlerine isyan edip yasakların işlenmesi halinde ise derecat kaybedilmektedir.
              Zulüm; Allah'ın "yap" dediği emirlere isyan etmek, yasak ettiği fiilleri de işlemektir. Allahû Tealâ, insanların sağ ve sol omuzlarındaki kiramen kâtibin meleklerini vazifeli kılmıştır. Kiramen kâtibin melekleri her türlü aktiviteyi ve düşünceleri de filme almaktadırlar. Sol taraftaki kiramen kâtibin melekleri kaybedilen derecatları, sağ taraftaki de kazanılan derecatları sürekli kaydetmektedirler. Ahiret saadeti, kazanılan pozitif derecelerin kaybedilen negatif derecelerden fazla olması ile elde edilmektedir. Bu sebeple zulüm kavramı; kendisine ve başkasına karşı zulüm işleyerek derecat kaybını ifade etmesi açısından insan için oldukça önemli bir kavramdır. Allahû Tealâ'nın insanı ahiret ve dünya saadetine ulaştırmak üzere vaazettiği dizaynına bakıldığı zaman, kul ile Allah arasındaki ilişkilerle, kul ile kullar arasındaki ilişkiler görülmektedir. Kul ile Allah arasındaki ilişkilerde, Allahû Tealâ'nın farz kıldığı emirleri işlenmeyip ve yasak ettiği bir fiil işlendiği zaman derecat kaybı sözkonusudur. Kul ile kullar arasındaki ilişkilerde de, bir başkasına zulmedildiği zaman yine derecat kaybedilmektedir. İnsan başkasına zulmetmesi halinde derecat kaybedeceği için, bu durumda bir kere daha kendisine zulmetmiş olmaktadır. Bütün insanlar saadet ve huzuru aramaktadırlar. Ama saadet ve huzur, insanların kendi nefslerine, kendi seçtikleri yola tâbi olmaları ile değil; insanı yaratan Allahû Tealâ’nın emir ve yasaklarına itaat ederek, 7 kademede nefsin tezkiye edilmesi ve daha sonra tasfiye edilmesiyle mümkündür. Bütün insanlar üç bedenle yaratılmıştır. Allahû Tealâ, fizik vücudun yaratılışı konusunda Hicr Suresi 26. âyet-i kerime’de buyuruyor ki:
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
Allahû Tealâ, nefs konusunda Şems Suresi 7. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Allahû Tealâ, ruh konusunda Secde Suresi 9. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
            19 hasletle mücehhez olan ruh, Allah'ın emrindendir. Tamamen nurdan müteşekkildir. Allah'tan insana üfürülmüş olan ruh, sadece Allah'tan aldığı emirleri akla ulaştırmaktadır.  Aklın da hayrı işlemesini istemektedir. 19 afetle mücehhez olan nefs de, şeytanın insandaki temsilcisidir. Berzah âlemine aittir. Şeytanın vücuda giriş merciidir. Zulüm, bu 19 afetten bir tanesidir. Ruhtaki adâlet hasletine karşılık, nefsde zulüm afeti vardır. Zulüm, insana derecat kaybettirmektedir. Ahiret saadeti ise, kazanılan derecelerin kaybedilen derecelerden fazla olması ile mümkündür. Nefsin taleplerine uyulduğunda derecat kaybı; ruhun taleplerine uyulduğunda ise derecat kazanılması gerçekleşmektedir. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 79. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.
            Nisâ Suresi 79. âyet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi, hayır daima  Allah'tandır. Şerr insana deracat kaybettirir ve nefstendir.  Dünya ve ahiret saadetine ulaşılması ancak nefsin tezkiye ve tasfiyesi ile mümkündür. Nefsin tezkiye ve tasfiyesi ile Allah'ın emirlerine itaat ve yasaklarına riayet etmek gerçekleşmektedir. Ruh, zaten bu muhtevanın sahibidir. Ama nefs, Allah'ın "yap" dediği emirlere isyan eden, "yapma" dediği fiilleri de işlemek isteyen bir hüviyetin sahibidir. Derecat kaybeden kişi kendisine zulmetmektedir. Diğer insanlarla ilişkilerde de onlara zulmederek bir kere daha derecat kaybeden bu kişi, hiçbir zaman ahiret ve dünya saadetine ulaşamaz. Allahû Tealâ, Yûnus Suresi 44. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
10/YÛNUS-44: İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.
             Ahiret ve dünya saadetine ulaşabilmek, ancak ruhun talebine itaat etmek ve yasaklarına riayet etmekle mümkündür. Allahû Tealâ, insandan nefsini tezkiye ve tasfiye etmesini istemektedir. Kur'ân-ı Kerim'in muhtevasındaki ilk 14 basamak nefsin tezkiye olabilmesi için gereken ön hazırlıkları, üçüncü yedili basamak nefsin 7 kademede tezkiye olmasını, dördüncü yedili basamak da nefsin tasfiyesini içermektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Allah şüphesiz ki bu dîni nefsinizi salâha ulaştırmanız için var etti." İslâm dîninden murat, nefsin Allah'a teslimi ve salâha ulaşmasıdır. Allah'ın insanlar için tayin ettiği hedef, “nefsin ıslâhı”dır. Çünkü nefsini ıslâh eden ahiret ve dünya saadetine ulaşan salihler, başkasının elinden ve dilinden emin olduğu kişilerdir. Ama çoğu insan, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmemektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V): "Nefsinize zulmetmeyiniz. Çünkü nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır." diyerek insanlara uyarıda bulunmuştur. Nefsin insan üzerindeki hakkı, nefsin tezkiye ve sonra tasfiyesi ile ıslâh edilmesidir. Ne yazık ki bir kısım insanlar bu hadîs-i şerifi: "Oruç tutar da acıkırsanız bu nefsinize zulümdür. Gece ortasında kalkıp namaz kılmak nefsinize zulümdür." şeklinde anlamışlardır. Bu düşünce, Kur'ân-ı Kerim hakikâtlerine aykırıdır.
             Kul ile kullar arasındaki ilişkiler açısından zulüm kavramı incelendiğinde, birinci seviyede mutlaka hakkın, hak sahibine ödenmesi ve adâletin yerine getirilmesi yer almaktadır. Allahû Tealâ, insandan adâletli olmasını ve ihsanda bulunmasını istemektedir. Allahû Tealâ, Nahl Suresi 90. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
16/NAHL-90: İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel munkeri vel bagy(bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (Allah'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.
            Allahû Tealâ'nın, insanla Allah arasında dizayn ettiği 28 basamaklık İslâm merdiveni vardır. 3 vücut, serbest irade ve akıl sahibi olarak hayata başlayan bütün insanlar olaylar yaşamaktadırlar. Yaşadıkları bu olayları değerlendirmektedirler. Allahû Tealâ, insanlardan büyük bir kısmını seçmektedir. Geriye kalanları ise seçmez. Bu insanların seçilmemesinin nedeni, kendileri Allah'a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarının da dilemesine mâni olarak yaptıkları “zulüm”dür. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 167,168 ve 169. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
           Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dileyen kişiye 12 tane ihsan vermektedir. 12. ihsan, Allah'ın o kişi için tayin ettiği mürşidi görmektir. Kişi mürşide tâbî olduğunda Tarikî Mustakîm'e ulaşmaktadır. İnsanları Allah'ın yolundan men edenler, uzak bir dalâlet içindedirler. Allah onlara asla mağfiret etmez. Onları Tarikî Mustakîm'e ulaştırmaz. Onları ancak Tarikî Cehîm'e ulaştırır.
            İnsanoğlu dinamik bir hayatın içerisindedir. Her an ya derecat kazanır, ya da derecat kaybeder. İnsanoğlu için üç hal mevcuttur. Oturuyordur, ayaktadır ya da yan üstü yatıyordur. Bir dördüncü hal mevcut değildir. Allahû Tealâ, bu üç hal içinde de zikir yapılmasın emretmektedir. "Ben şu anda zikretmiyorum ama kimseye de kötülük yapmıyorum" zihniyeti tamamen yanlıştır. Allah, insanlara daimî zikri farz kılmaktadır. Eğer kişi zikretmiyorsa, o anda derecat kaybeder. Kaybettiği derecat, kazandığı derecattan fazlaysa; o insanın ahiret hayatında gideceği yer cehennemdir. Cehenneme giden bir insanın dünyada da saadete ulaşması mümkün değildir. Allahû Tealâ'nın insan için öngördüğü ahiret saadeti, kazandığımız derecelerin kaybettiğimiz derecelerden fazla olması ile mümkündür. Allahû Tealâ, Mu’minûn Suresi 102 ve 103. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
           Başlangıç noktasında şeytan, nefsin afetlerine %100 tesir edebilmektedir. Çünkü Allah'a açılan bütün kapılar kapalı, şeytana açılan bütün kapılar açıktır. Kişi irşad kademesine bakar; ama onun söylediklerini idrak edemez. Kalp şeytana dönüktür. Kişinin göğsünden kalbine giden rahmet yolu kapalıdır. Nefsin kalbindeki 19 afetten biri, cehalettir. Bu sebeple bütün insanlar başlangıçta cehalet standartlarındadır. Allahû Tealâ bu insanlar için: "Onlar ölüdürler." buyurmaktadır. Allahû Tealâ, Neml Suresi 80 ve 81. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
27/NEML-80: İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).
Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah'ın) davetini işittiremezsin.
27/NEML-81: Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn(muslimûne).
Ve sen, körleri dalâletlerinden (çevirip) hidayete erdirecek değilsin. Sen, ancak âyetlerimize inananlara işittirebilirsin. İşte onlar, teslim olanlardır.
          Allahû Tealâ tarafından seçilmeyenler, başkalarına zulmedenlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Dîn, Allah'a itaat ve mahlûkata şefkâttir." Mahlûkata zulmedenler ve Allah'a isyan edenler, Allah tarafından seçilmeyenlerdir. Allahû Tealâ, seçilenleri ise imtihana tâbi tutmaktadır. Bu musibetlerden negatif istikamette etkilenmeyenler ve Allah için olduklarının idrakine varanlar imtihanı geçmektedirler. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 155, 156 ve 157. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
2/BAKARA-155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri müjdele.
2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).
İşte onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.
           Allahû Tealâ, Bakara Suresi 155, 156 ve 157. âyet-i kerimelerde sahâbeden bahsetmektedir. Onlar, musîbetlerden negatif etkilenmemişlerdir. Aksine onlar, pozitif düşünenlerdir. Pozitif düşünenler, Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği an, Allah o kişiye Rahmân esması ile tecelli etmektedir. Ona ardarda 12 tane ihsan vermektedir:
          1. ihsan, kişinin basar hassasının üzerindeki gışavetin alınmasıdır.
          2. ihsan, hicab-ı mesturenin kaldırılmasıdır.
          3. ihsan, sem'î hassasının üzerinden mührün açılmasıdır.
          4. ihsan, kişinin kulaklarındaki vakra'nın alınmasıdır.
          5. ihsan, kişinin kalbinin mührünün açılmasıdır.
          6. ihsan, kalpteki ekinnetin alınmasıdır.
          7. ihsan, kalbe ihbat konulmasıdır.
          8. ihsan, Allah kalbe ulaşmasıdır.
          9. ihsan, kalbin Allah'a döndürülmesidir.
        10. ihsan, kişinin göğsünün yarılması, göğsünden kalbine nur yolunun açılmasıdır
        11. ihsan, kişinin kalbine nurun girmesi ve huşû sahibi olmasıdır.
        12. ihsan, hacet namazıyla mürşidin gösterilmesidir.
          Kişi mürşidine tâbî olduğu zaman, Allahû Tealâ o kişiye 7 tane ni'met vermektedir. Kur'ân-ı Kerim'de bu insanlar için: "Onlar asıl hidayete erecek olanlardır." buyrulmaktadır. Başlangıçta Allah'a açılan kapılar kapalı, şeytana açılan kapıları açık olduğu için, bütün insanlar şerr işleyerek bu sebeple de derecat kaybetmektedirler. Başka insanların onlara zulmetmesi sebebiyle de derecat kazanmaktadırlar. Yine aynı dizayn içerisinde, kendi cüz'î iradelerinin dahili olmadan, küllî iradeyle gerçekleşen tabii afet neticesinde derecat kazanırlar. Şeytan 19 afete %100 tesir etme imkânının sahibidir. İnsanların kendi serbest iradeleri ile işledikleri hayırlar ve şerrlere bakıldığında, şerrlerin hayırlardan fazla olduğu görülmektedir. Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dileyenlere verdiği 12 tane ihsana paralel olarak, onların günahlarını örtmektedir. Günahları örterek böylece kazandıkları derecelerin kaybettikleri derecelerden fazla olmasını sağlamaktadır. Allahû Tealâ, Enfâl Suresi 29. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
          Kişinin nefs tezkiyesi yapabilmesi için, Allah'tan 7 tane ni'met alması gerekir. 7 tane ni'met sahibi olan insan, ıslâh edici amellere ve nefs tezkiyesine başlayabilmektedir. Allahû Tealâ mürşidine tâbî olan kişiye 7 ni’met vermektedir:
          1.ni’met, kişinin başının üzerine devrin imamının ruhunun gelmesidir.
Allahû Tealâ, Mu’min Suresi 15. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
         2. ni'met, kişinin kalbine îmân yazılmasıdır.
Allahû Tealâ, Mucâdele Suresi 22. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
         3. ni’met, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1'e 10' dan 100'e çıkarılarak 700’e kadar artan derecat sisteminin değişmesidir.
Allahû Tealâ, Bakara Suresi 261. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi'dir, Alîm'dir.
         Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman Allah günahları örtmektedir. Mürşide tâbiiyyet halinde ise, o güne kadar işlenmiş bütün günahları da sevaba çevirmektedir. Allahû Tealâ, Furkân Suresi 70. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).
         Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir hadîs-i şerifinde mürşide tâbî olan kişinin seyyiatlerinin hasenata çevrildiğini buyurmaktadır: "İslâm’ın kendisinden evvelki günahları sildiğini bilmiyor musun?"  Allahû Tealâ, kişi Allah'a ulaşmayı dilediği zaman furkanlara paralel olarak bütün günahları örtmektedir. Mürşide tâbi olunduğunda ise, günahları mağfiret ederek sevaba çevirmektedir. İnsan için, işlenen günahların (seyyiatlerin) karşılığında pozitif derecatın sahibi olması çok önemlidir.
        4. ni'met, ruhun Sıratı Mustakîm üzerine çıkmasıdır.
Allahû Tealâ, Nebe Suresi 39. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
         5. ni'met, nefs tezkiyesinin başlamasıdır.
Allahû Tealâ, Mu’min Suresi 40. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.
         6. ni'met, fizik vücudun Allahû Tealâ'ya tâbiiyet kulluğuna başlamasıdır.
         7. ni'met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.

         12 ihsan ve 7 ni'metle desteklenen kişi, nefs tezkiyesine başlamaktadır. Islâh edici amel, nefsi tezkiye eden ameldir. Bu amel Allah'ın zikri olup; Allah'ın isminin kalpte ardarda tekrar edilmesidir. Zikir, diğer vasıta emirlerin yanında en önemlisidir. Nefs tezkiyesine başlayan kişi, gün be gün zikrini arttırmaktadır. Nefs-i Emmare'de %7, Nefs-i Levvame'de %7, Nefs-i Mülhime'de %7, Nefs-i Mutmainne'de %7, Nefs-i Radiye'de %7, Nefs-i Mardiyye'de %7 ve Nefs-i Tezkiye'de %7 olmak üzere kişinin kalbinde %49'luk bir fazl birikimi oluşmaktadır. Daha evvel kalpteki %2 rahmet nuru ile birlikte toplam %51 fazl ve rahmet birikimi kalbin nurlanan kısmıdır. Bu noktada kalpte %49 karanlık vardır. Şeytan sadece karanlıklara tesir edebilmektedir. Nurlara tesir etmesi mümkün değildir. Nefs kademelerine paralel olarak ruh da 7 gök katında yükselmektedir. 7 âlemi de geçerek Yokluk'ta Allah'ın Zat'ına ulaşmaktadır.
         Nefsin 7 kademede tezkiye olmasıyla, ruh da Allah'ın Zat'ına ulaşmaktadır. Ruh ve nefs için mekân olan fizik beden de, Allah'ın evvab kulları arasına girmektedir. Dünya saadetinin bütününe ulaşmak için sadece nefs tezkiyesi yeterli değildir. Dünya saadetinin tamamına ulaşmak için nefsin tasfiyesi gerekir. Nefsin tasfiyesi ise, ancak daimî zikirle mümkündür. Ruh’un Allah’ın Zat’ına ulaşmasından sonra, zikir artışıyla fenâ makamında kalpte biriken fazılların oranı %51’dir. Zikir artışına paralel olarak, fazılların miktarı beka makamında %10, zühd makamında %10, muhsinler makamında %10 oranında artmaktadır. %51'lik nur birikimine %30 daha ilâve edildiği zaman %81'lik bir fazl birikimi ile fizik beden Allah'a teslim edilmiş olmaktadır. Geriye %19 oranında karanlık kalmıştır. Bir tarafta %100 nurlu olan Allah'ın emaneti ruh, diğer tarafta %81 nurlanmış olan nefs vardır. %81'e karşı %19'un hiçbir zaman başarıya ulaşması mümkün değildir. Nefsin kalbinde 19 tane afet vardır; ama afetlerden kaynaklanan talepler akla ulaştığı zaman, akıl bunları by-pass edebilmektedir. Çünkü %81 oranında gelen nurlu talepleri akıl, hemen devreye koyarak fizik bedene hayırları işletmektedir. Bu sebeple fizik beden Allah'a bütün standartları ile teslim olmaktadır. Bir sonraki kademe ulûl'elbab makamıdır. Bu makam, daimî zikre ulaşılarak nefsin Allah’a teslim edildiği kademedir. Nefsin kalbinde %100 nurlanma gerçekleşmektedir. Artık nefsin kalbinde 19 tane afetin yerine ruhun 19 tane hasleti yer almaktadır. Bu durumda nefs de ruh gibi %100 nurlanan bir muhteva kazanır. Fizik beden, ruhun ve nefsin mekânıdır. Artık fizik bedene kumanda eden aklın 2 müşavirinden biri olan nefsin de talebi hayırdır. Bu durumda kişi, sürekli hayrı işlemektedir. Allahû Tealâ, bu kişiye zemin katın sırlarını göstermektedir. Kalp 7 kademede müzeyyen olmaktadır. Daha sonraki kademe olan ihlâsa ulaşmakla, kalbin bir kez daha 7 kademe müzeyyen olması sağlanır. Böylece kişi, 7 gök katı ve 7. gök katındaki 7 âlemin sırlarına vakıf olur. Allahû Tealâ, kalbi 14 kademede müzeyyen olan kişiyi Tövbe-i Nasuh'a davet eder. Bu kişinin bir daha günah işlemesi mümkün değildir. Tövbe-i Nasuh'la tövbe eden kişinin kalbi 4 kademe daha müzeyyen olmaktadır. Toplam 18 kademede kalbi müzeyyen olan bir insan, iradesini de Allah'a teslim ettiği zaman Allah'ın Zat'ını da görmektedir. Allah, o kişiyi irşada memur ve mezun kılmaktadır. Bu nokta dünya ve ahiret hayatı açısından kişinin fevzül azîme, hazzul azîme, ecrul azîme ve fazlul azîme ulaştığı noktadır. İnsanoğlu için ulaşılması lâzım gelen hedef budur.
         Allahû Tealâ, herşeyi insan için insanı da Kendisi için yarattığını ifade etmektedir. İnsan, 7 safhada 4 teslimi gerçekleştirerek Allah için olabilmektedir.
        Allah razı olsun.