Hanif Fıtratı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hanif Fıtratı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2015 Çarşamba

HANİF FITRATI

HANİF FITRATI

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh (tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahu Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Her ikisinde de “le” kullanmış Allahû Tealâ, mânâyı kuvvetlendirmek üzere. Bunu bir zorunluluk olarak söylüyor, mutlaka bunu yapmak mecburiyetindesiniz ve bunun için sizden misak istiyorum, diyor. O’na îmân edeceğinize ve O’na yardım edeceğinize dair Bana misak vereceksiniz, diyor Allahû Tealâ.
İslâm dîninin bugünkü öğreticileri diyorlar ki: “Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz Son Nebî idi ama aynı zamanda da Son Resûl’dü. Artık Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra ne nebî ne de resûl gelmeyecektir. O son Nebî ve Son Resûl’dür. Yani ondan sonra gelecek olan bir Resûl, bir Mehdi (A.S) hiçbir zaman olmayacaktır.” diyorlar.
Bu âyet bunun varlığının kesin delilidir. Bu iddianın sahipleri yani Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra resûl de, nebî de gelmeyecektir, diyenler bir sözlerinde “nebî gelmeyecektir” sözlerinde tamamen haklıdırlar, gerçekten Kur’ân-ı Kerim Resûllerin Sonuncusu’dur, demiyor, Nebîlerin Sonuncusu’dur, diyor.
Al-i İmran Suresinin 81. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bütün nebîleri huzurunda toplamış, hepsinden yemini ve misaki almış, bütün nebîlerden sonra gelecek O, diyor. Sevgili dîn adamlarımız der ki: “Hayır, Allahû Tealâ bir tek Peygamber Efendimiz (S.A.V) hariç, bütün öteki nebîleri toplamış ve onlara demiş ki: “Sizlerden sonra bir Resûlümüz gelecek, işte O da Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘dir.”
Ama Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’indeki bir sözü unutuyorlar. Allahû Tealâ diyor ki:
Öyleyse bu konuda eksik olan şey, bu konunun ispatıdır. Ahzap Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

“O misakte Sen de vardın.” Bunun mânâsı Peygamber Efendimiz (S.A.V) de Allah’ın hitap ettiği nebîlerin içindedir. Ve bütün peygamberlerden sonra gelecek olan resûlün işaretine dikkat edin. O’nun nebî olduğuna dair Allahû Tealâ hiçbir işaret vermemiş, sadece onun resûl olduğunu söylüyor. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V), Nebîlerin Sonuncusu’dur. O’ndan sonra geleceğine göre nebî olması mümkün değil. Allahû Tealâ da bu sebeple açık ve kesin bir şekilde, o gelecek olanın Nebî olmadığını, resûl olduğunu söylüyor.
Hak ile bâtıl, Kur’ân-ı Kerim’de kesin standartlarda ayrılmıştır. Ama bazı dîn adamları hakkın ye-rine bâtılı iddia etmekteler. Aslında birçok resûl gelecek, her kavimde zaten resûl var. Gerek Mu’minun Suresinin 44. âyet-i ke-rimesinde, gerek Bakara Suresinin 87. âyet-i kerimesinde, Allah bütün kâvimlere  ardarda resûl gönderildiğini, aralarında fetret devri olmadığını da her iki âyette de kesinlikle ifade edi-yor, yetmez Nahl-36’da da gene bütün kavimlere resûl gönderdiğini Allahû Tealâ bir defa daha buyuruyor: (23/MU’MİNÛN-44, 2/BAKARA-87, 16/NAHL-36)
Öyleyse bütün kavimlere, kesintisiz olarak Allahû Tealâ resûl gönderiyor, biri ölünce yerine başka bir resûlünü, hayatta olanlardan birini vazifeli kılıyor ve kıyâmete kadar da bütün kavimlerde bu resûller yaşamaya devam edecek ve şu anda da bütün kavimlerde bu resûller mevcuttur. Ama bunlardan bir tanesinden bahsediyor Allahû Tealâ; O, Mehdi Resûl’dür. İkinci asr-ı saadeti gerçekleştirecek olan kişidir. Dînlerin birleştirilmesini sağlayacak olan kişidir. Ve O’ndan Allahû Tealâ, Duhan Suresinin 10, 11, 12, 13 ve 14. âyetlerinde de bahsediyor: (44/DUHÂN-10 – 11 – 12 – 13 – 14)
Duhan olayı oldu. Kuveyt’i işgal eden Irak orduları, Kuveyt’ten çekilirken rafineleri ateşe verdiler ve günlerce, gece ve gündüzün ayrılmayacağı kadar kesif bir duman bütün gökleri kapladı. İşte bu Duhan olayıydı ve o devrede, Allahû Tealâ’nın vazifeli kıldığı bir Resûl, deli ilân edildi, hatta bu deliyi deliler evine koymak için televizyonda açıkça talepte de bulunuldu ve iddia edildi ki ve halk inandırıldı ki, o bir delidir, mecnundur.
Ayrıca o Resûl’ün Resûl olmadığı, bir sahtekâr olduğu, bir deli olduğu ve ayrıca da şeytandan ilham aldığı söylendi ve halkı buna inandırdılar. Oysaki O, Allah’ın Resûlü’ydü. Ve onların söylediği şeyler, O’nu hiç alâkadar etmiyordu. O topluma bir mesaj veriyordu, tam 7 defa bu mesajı verdi: “Dîn elden gitmiştir.”
İslâm’ın insanları cennet saadetine ulaştıracak olan, Allah’a ulaşmayı dileme safhası, mürşide ulaşma safhası, ruhun Allah’a ulaştırılması safhası bütünüyle dînden kaldırılmış, yok edilmiştir, Allah’a teslimin son 2 safhasını temsil eden, fizik vücudun ve nefsin Allah’a teslimi de yok edilmiştir. Cennet saadetine ulaştıracak olan farzlar kaldırılarak İslâm’ın bacakları kesilmiş, dünya saadetine ulaştıracak olan   farzlar yok edilerek İslâm’ın kolları da kesilmiş ve İslâm bitkisel hayata atılmıştır. 14 asır evvel yaşanan İslâm’la, bugünki İslâm arasında bu kadar büyük farklılıklar vardır. İnsanları İslâm’ın 5 şartının kurtarması mümkün değildir, bu hakikatler insanlar tarafından mutlaka öğrenilmelidir. O, bunları söyledi, onların kendisi hakkındaki iftiraları O’nu hiç alâkadar etmedi. Biliyordu ki O, Allah’ın muhafazası altındadır.
O günler çok uzaklarda değildir; dünya dînlerinin birleştirilmesi ve yeni bir asr-ı saadet. İşte O, hedefe yönelik olarak bir gayretin içindedir. Allah neyi emrettiyse, o mutlaka olur. Bu âyette açık olarak, Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra, bir resûlün mutlaka geleceğini söylüyor Allahû Tealâ. Bütün resûllerden bahsetmiyor, bu resûllerden sadece bir tanesinden bahsediyor. Duhan Suresinin 14’ü müteakip âyetlerinde de aynı Resûl’den (Mehdi Resûl’den) bahsedilmektedir.
Öyleyse kim böyle bir iddianın sahibiyse, Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra resûl gelmez, diyorsa, ona bu iki grup âyeti gösterin ve o zaman görecektir ki, Allahû Tealâ’nın bahsettiği, açık bir şe-kilde ortaya koyduğu, bütün peygamberlerden sonra gelecek olan bir Resûl, Kur’ân-ı Kerim’de mevcuttur ve dünya üzerinde de şu anda resûller yaşamaktadır.

45/CÂSİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada, göklerde olan 7 kattan söz ediyor Allahû Tealâ.
Fizik standartlarda bütün göklere, en uzak gezegenlere, ayrı ayrı galaksilere gitmek için Allah herkese imkân hazırlamıştır.
Her rüyada nefs vücuttan ayrılır ve sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibidir. Bilinmeyen âlemlerde, bilinmeyen insanlarla karşılaşırsınız. Ve oralar normal standartlarda hava gemileriyle de olsa kolay kolay gidilemeyecek çok uzak yerler de olabilir.
            Ruh vücuttan ayrıldıktan sonra Allah’a doğru yaptığı seyr-i sülûk adlı yolculukla, göklerde olan bütün gök katları insanın emrine musahhar kılınmıştır ve de ruh onlara adım adım yükselir. 1. gök katında açıkta secde edilir. 2. gök katında suvarılma havuzlarına girer ruhlar; suvarılmak üzere secde eder. Suvarılma işlemi, o kişinin ruhunu farklı bir hüviyete ulaştırır. 3. katta iki katlı bir mescidde, suvarılmış olan ruhlar secde ederler, namaz kılarlar. Sonra Mihenk Menfezi’nden 4. kata çıkarlar; 4. katta Beyt’ül Makdes’in aslında secde ederler. Daima ön saflar ayrılarak daha yukarılara çıkarlar. Çoğu daha yukarılara çıkar ve çıktıkça sayı, yavaş yavaş azalır. 5. katta, Beyt’ül Haram’ın aslında secde edilir. 6. katta, Allahû Tealâ’nın boyasına boyanmak üzere bir imkânın sahibi olur kişi. Yüzü ve elleri çok açık  yeşil-beyaz bir renge bürünür. 7. katta ise 7. gök katının 7 tane âlemine grup grup ruhlar yerleşirler. Oradaki işlevlerini sürdürürler. Neticede zikir hücrelerindeki zikirlerini de tamamladıktan sonra Sidretül Münteha’ya ulaşan her ruh, oradan Allah’a ulaşır. Diğerleri aynı kafileler halinde zemin kattaki ana dergâha dönerler. Bu yolculuğu Allah’ın kalp gözüne gösterdiği kişi görür ki gerçekten her gök katındaki şeyler emre musahhar kılınmışlardır.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesi dînlerin birleştirilmesinde çok önemli bir yeri vardır. Kur’ân’ın önemli âyetlerinden birisidir; Allahû Tealâ kâinatın tek dînini hanif kelimesiyle anlatmaktadır.
Hanif dîninin 3 esası, vahdet, tevhid ve teslimdir:
1- Vahdet: Allah’ın tekliğidir.
2- Tevhid: Bütün insanların Allah’a ulaşmayı dileyerek tek bir fırkayı, mü’minleri oluşturmasıdır.
3- Teslim: İnsanların sırasıyla Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim etmeleridir.
Allah bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır.
Allah dînini kıyâmete kadar sadece hep hanif dîni olarak sürdürecektir. Başka bir dîni hiç vücuda getirmeyecektir. Bütün insanlar kıyâmete kadar sadece hanif fıtratının özelliklerini yaşayabilecek olan standartlarda yaratılacaklardır. Allah ne dîni ne de insanların o dîni yaşayabilecek olan özelliklerini değiştirecektir. İşte o özellikler hanif fıtratını oluşturur.
Ezelden ebede kadar tek bir dîn oluşmuş ve devam edecektir. Öyleyse dînler olması mümkün değildir. Allah’ın indinde sadece tek bir dîn var olacak ve hiç değişmeyecektir. Nitekim sadece hanif dîni vardır. Ama 21. yüzyılda insanlar 72 tane inanç grubuna ayrılmışlardır.
Şu anda her milletin içinde mutlaka Allah’ın bir resûlü vardır ve insanlara hanif dîninin esaslarını anlatmaktadır.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7 – 8)
Allah’a yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz konusudur.
Allah’a yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören, işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması, mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın zikri kalplere rahmet, fazl ve salâvât nurlarını ulaştırır. Bu nurlar kalpte HUŞÛ oluşturur. Zikir yapılmazsa kalpler katılaşır. Onların çoğu fasıktırlar.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına, tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece 3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.  Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki  takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4 safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek, kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit etik. 
(50/KAF-32) - (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.

1. safha takva: (30/RÛM-31)
2. safha takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha takva: (50/KAF-31)
4. safha takva:
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
6. safha takva:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bir tövbe merasimini anlatmaktadır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi mü’min olur. Sonra Allah, onun üzerinde Rahmân esması ile tecelliye başlar. Ve gözlerindeki hicab-ı mesture, kulaklarındaki vakra ve kalbindeki ekinneti alır. Kalbin mührünü açar, ihbat koyar. Allah onun kalbine ulaşır. kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Göğsünden kalbine nur yolu açar. Kişi zikir yaptığında, Allah’ın katından rahmet ve salâvat göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır ve kalbe %2 rahmet girer. Ve böylece kişi huşû sahibi olur. Allah’tan mürşidini sorar. Mutlaka Allah ona mürşidini gösterir. Ve mürşidine ulaşır. Kişinin tâbiiyeti sırasında kalbine îmânın yazılmasıyla, kalbindeki mevcut îmân artırılmış olur. Aslında kişinin mü’min olduğu yer 3. basamaktır (Allah’a ulaşmayı dilemek). Buradaki mü’min oluş müessesesindeki ölçü, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerindeki kâfir olmanın zıddı olan mü’min olmaktır.
14. basamakta kişinin kalbine, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince Allah, îmânı yazar:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Kalbine îmân yazılınca kişi, kalbindeki îmânı artan bir mü’min olur. Âyet-i kerime bunu net olarak söylüyor. Kalplerin içine îmân koyarak îmânı arttırıyor Allahû Tealâ:

48/FETİH-4: Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü’minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir.

İşte îmânın îmânla artma müessesesi, kişinin kalbine Allahû Tealâ’nın gönderdiği sekînetle îmânı yazması halidir.
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilir ve hikmet sahibidir.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Cennete sadece takva sahipleri alınır.


28 Eylül 2015 Pazartesi

HANİF FITRATI

                                                           
                                                             HANİF FITRATI

Allahû Tealâ kâinatı tek bir noktadan yarattı. Enbiya Suresi 30. âyeti kerîmede buyuruyor ki:

21/ENBİYA-30: E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?

Kâinatın tek bir noktadan yaratıldığını bu âyet açıklamaktadır.
Ayrıca 6 âlemi 6 günde yarattığını da Hud suresi 7. âyeti kerîmede açıklıyor:

11/HUD-7: Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu alel mâi li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne min ba’dil mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
“Hanginiz en güzel ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (6 yevmde) semaları ve yeryüzünü yaratan O’dur. Ve O’nun arşı su üzerinde idi. Eğer sen: “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir olan(inkâr eden, örten) kimseler mutlaka (şöyle) derler: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.”

Bu âlemler:
1. Zahiri Âlem
2. Zahiri Âlemin Berzahı
3. Gayb Âlemi
4. Gaybın Berzahı
5. Emr Âlemi
6. Zulmani Âlem 
7. Adem ( Yokluk Âlemi)
Allahû Tealâ bu 6 âlemi de rahmetiyle ve ilmiyle kuşatmıştır. 7. de âlem sayılıyor ancak yaratılmamıştır.

Ayrıca bu âlemlerin dışında 7 gök katı da yaratmıştır.

78/NEBE-12: Ve beneynâ fevkakum seb'an şidâdâ(şidâden).
Üzerinize, 7 katlı gök bina ettik .

65/TALÂK-12: Allâhullezî halaka seb'a semâvâtin ve minel ardı mislehunn(mislehunne), yetenezzelul emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey'in ilmâ(ilmen).
O, öyle bir Allah'tır ki; yedi kat göğü ve onların misli olan yedi kat yeri yaratmıştır. Allah'ın emri bunların arasında iniyor. Bilmiş olunuz ki; Allah, herşeye kaadirdir ve herşeyi ilmiyle sarmıştır.
 
  Kâinatı yaratan Allah, cinleri ve dini de yaratmıştır. Ayrıca insanın dışındaki bütün canlıları da sudan yaratmıştır. En son olarak insanı yaratmayı murat etmiştir.



2/BAKARA-30: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben, yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi (halife) kılacaksın? Biz Seni, hamdinle tesbih ve Seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

Bu bizim görünen FİZİK VÜCUDUMUZ, bundan başka Allahû Tealâ bize bir de NEFS beden vermiş. Rabbimiz Şems suresi 7. âyette buyuruyor ki;

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvahâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

   Bir de Allahû Tealâ Secde suresi 9. âyet-i kerîmede belirttiği üzere bize ruhundan üfürmüş;

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

    Ademi yaratıp, ruhundan üfürdükten sonra cin ve meleklere secde emri vermiştir.

15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!

     Allah’ ın bu emrine cin taifesinden şeytan itaat etmemiş ve Allah’ a karşı gelmiştir.

7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.

7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.

7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.

7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.

7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.

A'RÂF-18: Kâlehruc minhâ mez'ûmen medhûrâ(medhûren), le men tebiake minhum leemleenne cehenneme minkum ecmaîn(ecmaîne).
(Allahû Tealâ): “Kınanmış (hor görülmüş) ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette onlardan kim sana tâbî olursa, mutlaka sizin hepinizden cehennemi (tamamen) dolduracağım.”

15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.

Bu âyette ihlasa ulaşan kişilerin şeytandan emin olacağı ifade ediliyor.

17/İSRÂ-61: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
Ve meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen secde ettiler. (İblis): “Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde edeyim?” dedi.

17/İSRÂ-62: Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.”

17/İSRÂ-63: Kâlezheb fe men tebiake minhum fe inne cehenneme cezâukum cezâen mevfûrâ(mevfûren).
(Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Git! Artık onlardan kim sana tâbî olursa, o zaman muhakkak ki sizin cezanız, eksiksiz bir ceza olarak cehennemdir.”

17/İSRÂ-64: Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
“Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir (cehenneme sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (yalan şeyler) vaadet.” Şeytanın vaadettikleri gurur (aldatma)dan başka bir şey değildir.
     
    Bu âyetler grubunda açıklandığı gibi, Allah insanı hanif fıtratı ile yaratmış ve ruhundan üfürmüş, onu bu sayede en üstün mahlûk kılmış. Yaratılış özelliği ile meleklerden dahi üstün olabilecek vasıflar vermiş. Ama bu hanif fıtratı özelliklerini kullanabilmek ancak, o kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Dilemeyen kişi ise hanif fıtratı özelliklerini kendisine kapamış ve hayvanlardan daha aşağıdadır. Manevî tekâmüle kendisini kapatmıştır.
    Kişi ne zaman bir kişinin aleyhinde konuşmaya başlarsa o an şeytana uymuştur; mutlaka şeytanın telkiniyle bu sözleri söylemektedir. Günümüzdeki en büyük yozlaşma sebebi dedikodudur.  Bu konuda Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki:  ‘’Bir kişi hakkında konuşacaksanız iyiliğini söyleyin ya da susun ‘’ görülüyor ki, bizim başkaları aleyhine konuşmamız şeytanın amacına ulaşmasına vesile oluyor. Bizler Allah yolunda olan kişiler olarak bu konulara hassas olmalıyız. Kaldı ki, Allah yolunda olmayanlar ne yapar?

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
  
    Yaradılışımız ve dinin yaradılışı hanif fıtratıyladır. Bu fıtrat hiç değişmeyecektir.
     Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: “Her doğan çocuk islâm fıtratıyla, hanif fıtratıyla doğar; sonra annesi, babası onu yahudi, mecusi, putperest yapar.”
    Resûlullah’ın, bu hadis-i şerifle bizlere ulaştırmak istediği mesajı Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle sizlere açıklamak istiyorum:
    Yüce Rabbimiz, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e buyuruyor ki: “Baban İbrahim’in dinine tâbî ol.” Allahû Tealâ bizler için de “Babanız İbrahim’in dinine tâbî olun” emrini Nahl Suresinin 123. âyet-i kerimesinde vermektedir. Babamız Hz. İbrahim (A.S)’ın dini hanifti. Acaba hanif dîni nedir?

16/NAHL-123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Sonra da sana "hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm (A.S)'ın dînine tâbî olmayı" vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.
      
Rabbimiz En’am Suresi 76, 77, 78. âyet-i kerîmelerde buyuruyor ki;

6/EN'ÂM-76: Fe lemmâ cenne aleyhil leylu reâ kevkebâ(kevkeben), kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle lâ uhıbbul âfilîn(âfilîne).
Gece onun üzerini örtünce, (gece olunca) bir yıldız gördü. “Bu benim Rabbim” dedi. Fakat kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.” dedi.

6/EN'ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay’ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.

6/EN'ÂM-78: Fe lemmâ reeş şemse bâzigaten kâle hâzâ rabbî,hâzâ ekber(ekberu), fe lemmâ efelet kâle yâ kavmî innî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
Güneşi doğarken görünce: “Bu benim Rabbim, bu daha büyük.” dedi. Fakat kaybolup gidince: “Ey kavmim ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” dedi. İbrahim üzerine gece basınca bir yıldız gördü. “Budur benim Rabb’im” dedi. Fakat yıldız batınca, “ben batanları sevmem” dedi. Sonra, Ay’ı doğarken görünce, “budur benim Rabb’im” dedi. Fakat batıp gidince,“eğer Rabb’im bana hidayet etmemiş olsaydı, muhakkak ki sapıklardan olurdum“ dedi. Daha sonra Güneş’i doğar halde görünce, “budur benim Rabb’im, bu hepsinden daha büyük” dedi. O da batınca, “ey kavmim, gördüğünüz gibi, bunların hepsi yok olan varlıklardır. Ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan berîyim” dedi.

   

Hanif dininin esas mesajı, şirkten berî olmaktır. Yüce Rabbimiz En’am Suresi’nin 79. âyet-i kerimesinde bunu ifade ediyor:
“ınniy veccehtü vechiye lilleziy fetaressemâvâti vel’arda haniyfen ve mâ ene minelmüşrikiyn.”   Şüphesiz ben, hanif olarak vechimi gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim ve ben O’na ortak koşanlardan değilim.
Hanif dîninin aslı budur: Tek Allah’a iman etmek ve dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemek.
Allahû Tealâ Hz. İbrahim Aleyhisselam’ı seçmiş ve Hz. İbrahim Aleyhisselam babasına: “Sen putları niye ilah ediniyorsun? Doğrusu ben seni de, milletini de apaçık bir dalâlette görüyorum” diyor.
              Mümtehine Suresi 4. âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;

60/MUMTEHİNE-4: Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah(meahu), iz kâlû li kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum ve bedâ beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tu’minû billâhi vahdehû illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şey’in, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr(masîru).
Hz. İbrâhîm ve onunla beraber olanlar sizin için güzel bir örnek olmuştur. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Muhakkak ki biz, sizden ve sizin Allah’tan başka taptığınız şeylerden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Ve siz, Allah’ın tek oluşuna inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebediyyen düşmanlık ve öfke başladı.” Hz. İbrâhîm’in, babasına: “Senin için mutlaka istiğfar edeceğim (mağfiret dileyeceğim). (Ancak) Allah’tan sana gelecek bir şeyi önlemeye malik değilim, sözü (demesi) hariç. Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik. Ve Sana yöneldik. Ve masîr (varış, dönüş, ulaşma), Sana’dır.”
   
Gerçekten İbrahim ( A.S.) ve O’nunla birlikte olanların sözlerinde sizin için güzel bir örnek vardır. Onlar vaktiyle kavimlerine: “Biz sizlerden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Siz, tek Allah’a iman edinceye kadar aramızda ebedi bir düşmanlık ve öfke baş göstermiştir” dediler. Ancak İbrahim’in babasına şöyle demesi müstesna olmuştur: “Elbette senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim.”
 O halde görülüyor ki, Allahû Tealâ Hz. İbrahim (A.S)’ı bu istikamette bizler için örnek tayin ediyor. Acaba Hz. İbrahim (A.S)’ın örnek seçilmesinin hikmeti ne?
 En’am Suresi 75. âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;

6/EN'ÂM-75: Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).
Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).   
      
Bakara  Suresi 124.  131 . 132 Ayet-i kerîmelerde buyuruyor ki Rabbimiz ;

2/BAKARA-124: Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun(etemmehunne), kâle innî câiluke lin nâsi imâmâ(imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz zâlimîn(zâlimîne).
Hani o zaman ki; Rabbi İbrâhîm’i (birtakım) kelimelerle imtihan etti. Nihayet imtihan tamamlanınca da (Allah şöyle) buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrâhîm A.S): “Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin zürriyetinden olan) zalimler nail olamaz.” diye buyurdu.

      
2/BAKARA-131: İz kâle lehû rabbuhû eslim kâle eslemtu li rabbil âlemîn(âlemîne).
Hani Rabbi ona: “Teslim ol!” dediği zaman “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi.

Hanif dîni, islâm dîni tek Allah’a iman etmeyi ve o Allah’a teslim olmayı ifade ediyor. Bu evrensel dîni, kayyum dîni, ezeli ve ebedi tek dîni Hz. İbrahim Aleyhisselam ve Yakup Aleyhisselam evlatlarına miras bırakıyor.
      
“Ve vassa biha ibrahiymü beniyhi ve ya’kub ya beniyye innallahestafa lekümüddiyne felâ temutünne illâ ve entüm müslimun.”      
   Hz. İbrahim Aleyhisselam oğlu Yakup Aleyhisselam evlatlarına dedi ki: “Şüphesiz Allah sizin için hanif dinini, islâm dinini seçti. Artık siz Allah’a teslim olmadan evvel ölmeyin.” (Yani ölmeden evvel Allah’a kesinlikle teslim olun.)  
   Her doğan çocuk tek Allah’a iman etmenin ve tek Allah’a teslim olmanın yetenekleriyle doğuyor. Daha sonra annesi, babası onu yahudî, mecusî, putperest yapıyor. Allah’ın Resul’ü hadis-i şerifiyle acaba neyi kastediyor? - Hz. İbrahim (A.S)’ı Allahû Tealâ seçiyor ve yakîn sahibi kılarak onu Sırat-ı Müstakim üzerinde imam tayin ediyor. Sırat-ı Müstakim üzerinde Allahû Tealâ’nın vazifeli kıldığı imamlar açısından baktığımızda, Adem (A.S)’dan kıyamet gününe kadar imamlar arasında bir fetret döneminin söz konusu olmadığını görürüz. Sırat-ı Müstakim üzerine seçilen imam, ya Allah’ın nebîsidir veya Allah’ın velîsidir. Bu sebeple, imamlık müessesesi açısından bir fetret dönemine rastlamak mümkün değildir. Elbette ki, her doğan çocuk islâm fıtratıyla, hanif fıtratıyla doğacaktır. Çünkü Sırat-ı Müstakim üzerinde vazifeli olan Zamanın imamı Allah’a davet etmektedir.
       Rabbimiz Fussilet Suresi -33. âyet-i kerîmede buyuruyor ki;

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
    
   Allah’a davet etmekle kalmayıp, aynı zamanda Sırat-ı Müstakim üzerinde de vazifeli olan imam, insanların ruhlarını Allah’a teslim etmektedir, onları hidayete erdirmektedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in; “Her doğan çocuk hanif fıtratıyla, islâm fıtratıyla doğar.” mesajı bunun açıklamasıdır. Eğer doğan çocuğun, Zamanın imamı’nın davetine uyması ve Zamanın İmamı’na tâbî olması gerekirken, annesine ve babasına tâbî olursa o zaman buradaki durum nasıldır? İşte, bunun için Allahû Tealâ birçok âyet-i kerime vaz’etmiştir. Bunlardan bir tanesi de Maide Suresinin 104. âyet-i kerimesidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

5/MÂİDE-104: Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûli kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ. E ve lev kâne âbâuhum lâ ya'lemûne şey'en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur’ân'a) ve Resûl’e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (dîn) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi?
   
Zamanın imamı’nın görevlerini Allahû Tealâ âyet-i kerimede net olarak açıklıyor:         
“Yetlû aleyküm âyâtihi ve yüzekkiyhim.”      (Al-i İmran Suresi -164. âyet-i Kerîme)
O size âyetlerimizi okur ve sizin nefsinizi tezkiye eder.
Zamanın imamı’nın lisanıyla âyetlerin kendisine açıklandığı kişi, bu âyetlere iman ederse, ilim sahibi olur ve Zamanın İmamı’na tâbî olduğu takdirde de hidayete erer. Kişi, Zamanın İmamı’nın yerine, annesini, babasını geçirirse, Zamanın İmamı’na tâbî olmaz ve anne baba da Allah’ın âyetlerinden bir şey bilmiyorsa, o kişi hidayete eremez.
         O halde, ‘'Her doğan çocuk, İslâm fıtratıyla doğar’' demekten murad her doğan çocuğun ömür sermayesi içerisinde Zamanın İmamı’nın davetine muhatap olduğu ve bu daveti kabul ederek Zamanın İmamı’na tâbî olması halinde, muhakkak hidayete ereceği, Allah’a vâsıl olacağıdır.
    Eğer, Zamanın İmamı’nın yerine anne-baba geçerse ve anne-baba Allah’ın âyetlerinden bir ilmin sahibi değilse, (Zamanın İmamı’na tâbî olmadıkları için) hidayete ermemişlerse o zaman o kişi de şirkin içerisinde kalır. Sonuçta onun annesi, babası onu yahudî, mecusî, putperest yapar. Buradaki yahudinin temel özelliği, dünyaya haris olmaları, dünyaya herkesten fazla rağbet etmeleridir. Mecusî ise, ateşe tapanlar olarak Kur’ân-ı Kerim’de açıklanmaktadır. Putperestler, yine şirk içinde olan, puta tapan insanlardır.
    O halde kişi Allah’ın davetine uymadığı takdirde, Zamanın İmamı’na tâbî olmadığı takdirde, kesinlikle şirkin içinde kalmaktadır.
    Allahû Tealâ Bakara Suresinin 170 ve 171. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
  “Ve izâ kıyle lehümüttebi’û mâ enzelallahü kaâlû bel nettebi’u mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ, evelev kâne âbâühüm lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn ve meselülleziyne keferû kemeselilleziy yen’ıku bima lâ yesma’u illâ du’âen ve nidâ’, sümmün bükmün umyün fehüm lâ ya’kılûn.”
    Onlara “Allah’ın indirdiğine (Kur’ân’a) uyun” dendiğinde, “hayır, biz atalarımızın tuttuğu yoldan yürürüz, atalarımıza tâbî oluruz” derler. Ya ataları akletmemişse ve hidayete ermemişse de mi? Allahû Tealâ’nın davetçisinin davetine uymayan insanlar, küfür ehli misali o kâfirler çobanlarının sözünü anlamayan, ancak onun bağırıp çağırmasını işiten hayvanlara benzerler. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Onlar Kur’ân-ı Kerim’i işitip anlayamazlar.
    İşte, tek Allah’a iman edip Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hali bu noktadadır. Ama, farklı bir durum da söz konusu olabilir. Hz. Lokman (A.S)’ın evladına nasihatlerinde olduğu gibi:  
      
31/LOKMÂN-12: Ve lekad âteynâ lukmânel hikmete enişkur lillâh(lillâhi), ve men yeşkur fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî), ve men kefere fe innellâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve andolsun ki Lokman’a hikmet verdik ki, Allah’a şükretsin. Ve kim şükrederse, o taktirde sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki Allah; Gani’dir (kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid’dir (hamdedilen).
        
   Allahû Tealâ’nın, Lokman (A.S)’a hikmet verdiğini ve Hz. Lokman’ın da bu hikmetin şükrünü, hamdini eda etme babında çevresindeki insanlara nasihat ettiğini görüyoruz. En yakın çevresi elbette ki evladüiyalidir;  ailesidir.
                              
31/LOKMÂN-13: Ve iz kâle lukmânu libnihî ve huve yaızuhu yâ buneyye lâ tuşrik billâh(billâhi), inneş şirke le zumlun azîm(azîmun).
Ve Lokman, oğluna vaazederek (öğüt vererek) şöyle demişti: "Ey yavrum, Allah’a şirk koşma! Muhakkak ki şirk, azîm (çok büyük) bir zulümdür."
   
  Görülüyor ki, Allahû Tealâ’nın Sırat-ı Müstakim üzerinde vazifeli kıldığı imam, evladına evvel emirde Allah’a şirk koşmamayı öğüt veriyor. Yani nehyi anil münker ile hitap ediyor. “Allah’a şirk koşma, şirk en büyük zulümdür.”
  Yine Allahû Tealâ Lokman Suresinin 15. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki: 

31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Bana’dır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim
   
  Bu âyet-i kerime, hadis-i şerifin açıklamak istediğimiz nirengi noktasını ifade ediyor. Çocuğun anne-babası, bilmedikleri bir şeyi Allah’a şirk koşarlarsa, o çocuğun onlara itaat etmemesini Allahû Tealâ bize öğütlüyor. Ama itaat etmemekle birlikte, dünya hayatında onlarla iyi geçinmemiz isteniyor.
    Allahû Tealâ hangi yola tâbî olmamızı emir buyuruyor? “Vettebi’ sebiyle men enâbe ileyye.” “Bana ulaşanın yoluna tâbî ol (velîlerin yoluna tâbî ol)” Çünkü Allah’a ulaşan kişi, Allah’ın velîsidir. Allah’a ulaşan kişi, hidayete ermiş kişidir. Öyleyse, Lokman Suresi’nin 15. âyet-i kerimesiyle Allahû Tealâ, hidayete eren, Allah’ın Zatına ulaşan velîlerin yoluna tâbî olunmasını bizlere emrediyor ve anne-baba Allah’ın ilminden bir şeye sahip değilse, hidayete ermemişse, o cahil olan anne-babanın, Allah’a bilmeden bir şeyi ortak koşmayı çocuklarına emretmelerini ve o emre itaat edilmesini Allahû Tealâ istemiyor. O zaman, Allah’ın Zatına ulaşana itaat etmemizi emir buyuruyor.
     Evliyalık açısından meseleye bakıldığında bir fetret dönemine rastlamak mümkün değildir. Çünkü hangi zaman parçasını incelerseniz inceleyin mutlaka o kavimlerde Allah’ın Zatı’na ulaşan Allah’ın velîleri vardır ve Allahû Tealâ, “velî olarak, hidayete ermiş olarak Bana ulaşanın yoluna tâbî ol“ buyurmuştur.
    Hz. Lokman, Zamanın imamı olarak en yakın çevresi olan evladına nasihatta bulunuyor ve özellikle tek Allah’a iman etmesini ve mutlaka Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olmasını, öneriyor.
      
31/LOKMÂN-14: Ve vassaynel insâne bi vâlideyh(vâlideyhi), hamelethu ummuhu vehnen alâ vehnin ve fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyk(vâlideyke),ileyyel masîr(masîru).
Ve Biz, insana anne ve babasına (bakmasını) vasiyet ettik (farz kıldık). Onu, annesi zorluk üzerine zorlukla taşıdı. Ve onun sütten kesilmesi iki yıldır. (Hem) Bana (hem) anne ve babana şükret! Dönüş, Bana’dır.

31/LOKMÂN-16: Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahretin ev fîs semâvâti ev fîl ardı ye’ti bihâllâh(bihâllâhu), innellâhe latîfunhabîr(habîrun).
Ey yavrum! Muhakkak ki o (amelin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya göklerde veya yerde bile olsa, Allah onu, (kıyâmet günü hayat filminde karşına) getirir. Muhakkak ki Allah; Lâtif’tir (lütuf sahibi), Habîr’dir (haberdar olan).

31/LOKMÂN-17: Yâ buneyye ekımıs salâte ve’mur bil ma’rûfi venhe anil munkeri vasbir alâ mâ esâbek(esâbeke), inne zâlike min azmil umûr(umûri).
Ey yavrum, namazı ikame et (namaz kıl)! Ma’ruf ile (irfanla, iyilikle) emret ve münkerden (kötülükten) nehyet (münkeri yasakla, mani ol). Ve sana isabet eden şeylere (musîbetlere) sabret. Muhakkak ki bu, azmedilen (mutlaka yapılması gereken) işlerdendir.

31/LOKMÂN-18: Ve lâ tusa’ir haddeke lin nâsi ve lâ temşi fîl ardı merahâ(merahan) innellâhe lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).

Ve insanlardan (kibirlenerek) yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki Allah, çalımla yürüyenlerin ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez.

31/LOKMÂN-19: Vaksid fî meşyike vagdud min savtik(savtike), inne enkerel asvâti le savtul hamîr(hamîri).
Ve yürüyüşünde mütevazi (alçakgönüllü) ol ve sesini alçalt (alçak sesle konuş). Muhakkak ki seslerin en çirkini, elbette hamirin (merkebin) sesidir.

31 / LOKMAN – 20 EE lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).
Göklerde ve yerlerdeki herşeyi, Allah'ın size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmediniz mi? Ve sizin üzerinizdeki görünen ve görünmeyen (açık ve gizli) ni'metlerini tamamladı. Ve insanlardan bir kısmı (hâlâ) ilmi, bir hidayete erdiricisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, Allah hakkında mücâdele ederler.

31/LOKMÂN-21: Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, e ve lev kâneş şeytânu yed’ûhum ilâ azâbis saîr(saîri).
Ve onlara "Allah’ın indirdiği şeye (Kitaba) tâbî olun!" denildiği zaman: "Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (putlara) tâbî oluruz." dediler. Ve şeytan onları, alevli ateşin (cehennemin) azabına çağırıyor olsa da mı?

  O halde görülüyor ki, Allah’ın indirdiğine tâbî olmayan kişi, şirk içinde olan bir küfür ehline tâbî oluyor. O şirk içinde olan kişiye vahyeden ise iblistir. Allahû Tealâ bu sebeple âyet-i kerimede “şeytan onları cehenneme çağırıyorsa da mı?” diyor  ve 22. âyet-i kerimede noktayı koyuyor:

31/LOKMÂN-22: Ve men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, ve ilâllâhi âkibetul umûr(umûri).
Ve kim muhsin olarak vechini Allah’a teslim ederse, o taktirde sağlam bir kulba tutunmuş olur. Ve işlerin sonucu Allah’a (ulaşır).

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.

    Evliyanın düstur haline getirdiği temel mesaj şudur:
    El ele, el Hakk’a.
    Mürşidin elini, Zamanın İmamı’nın elini tuttuğumuz zaman, Zamanın İmamı’nın diğer eli Hakk’ın eli olduğu için Hakk’ın elini tutmuş oluruz.
    Kısacası, Allahû Tealâ bu mesajla herkesin hanif fıtratıyla, islâm fıtratıyla doğduğunu ve islâm standartları içerisinde yaşamasını emir buyuruyor.
    Dileyen herkesin Kur’ân’daki islâm’ı Allahû Tealâ’nın emrettiği biçimde evvela Allah’ın davetine uyarak, daha sonra bu daveti gerçekleştirmek üzere Sırat-ı Müstakim üzerinde vazifeli olan Zamanın imamına tâbî olarak Allah’ın kendisine yaşamayı nasip kılması dileriz.
  “Bütün göklerde ve bütün arzlarda yarattığım herşeyi, ey insanlar, sizlerin emrine musahhar kıldım!” Allahû Tealâ başka bir mahlûkundan bahsetmiyor; cinlerden bahsetmiyor; meleklerden bahsetmiyor. “İnsan” diyor. “İnsanın emrine musahhar kıldım.” diyor.
    Öyleyse sevgili kardeşlerim, böyle bir dizaynda herşey çok güzel! Herşey biz insanlar için yaratılmış ve insanların emrine musahhar kılınmış, hasredilmiş. Allahû Tealâ’nın yarattığı bütün mahlûklar bir tarafa, insan bir tarafa. İnsan, kendisi için kâinatın yaratıldığı bir yarattıktır.
    İnsan bir yaratık mıdır? -Elbette yaratıktır, Allahû Tealâ’nın bir mahlûkudur, halk ettiği bir mahlûkudur. Yani yarattığı bir yaratığıdır. Yarattığı diğer bütün yaratıklardan en üst seviyede değer verdiği mahlûkudur.
    İşte bu cepheden konumuz son derece önemli. Çünkü eğer biz insanlar, Allahû Tealâ tarafından en üst seviyede yaratılmışsak, bu en üst noktada olmanın şükrünü ve hamdini Allah’a eda etmek mecburiyetindeyiz. İnsan olarak yaratılmak bir mazhariyettir, bir üstünlüktür, Allah’ın lütf-u keremidir. Öyleyse sadece bırakınız herşeyi sadece insan olarak yaratıldığımız için Allahû Tealâ’ya ne kadar hamdetsek, şükretsek azdır.
    İşte insan dediğimiz zaman o, farklı bir yaratıktır. Neden farklıdır? Başka hiçbir yaratıkta olmayan bir nesnenin sahibidir. Ne cinlerde ne meleklerde ne hayvanlarda ne göklerde yaşayan kuşlarda ne denizlerde yaşayan balıklarda ve ne diğer deniz mahlûkunda ne bitkilerde, hiçbir şeyde olmayan bir muhteşem donanımla donatıldık. Çünkü bizlerde ‘’Allah’ın Ruhu’’ var veya vardı.
    Dîn de; hanif dîni de ezelî ve ebedîdir. İnsanlar da bu dîni insanlık tarihi boyunca yaşamışlardır;  kıyâmete kadar da yaşayacaklardır. O yaşamları boyunca sadece bir tek dîni yaşabilecek olan özelliklerle donatılmış olarak doğacaklardır. Hepsi hanif olarak doğacaklardır, hanif olarak öleceklerdir. Yani hanif dînini yaşayabilecek olan özellikle doğacaklardır. Bu özellikle yaşayacaklardır, bu özellikle hayatları sona erecektir.
    Dîn, neden Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında İslâm adını almış? Çünkü İslâm; teslim demektir. Dîn teslimlerden ibarettir; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi ve iradenin teslimi. Eğer Allahû Tealâ Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyorsa ki: “Hz. Nuh’a verdiğimiz dîn, Hz. İbrâhîm’e verdiğimiz dîn, Hz. Musa’ya verdiğimiz dîn, Hz. İsa’ya verdiğimiz dîn ve senin dînin aynı dîndir, başka bir dîn hiç olmamıştır. Bu dîn Allah’a teslim olma dînidir.” işte bir tek şey vardır; sadece tek bir şey:  Allah’a teslim olmak! Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek. Ancak böyle bir dizayn içerisinde mutluluğu yaşayabilirsiniz.
    Mutluluk bir bütündür. İç dünyanızda, nefsinizle ruhunuz arasındaki kavganın bitmesi; iç dünyanızda sulh ve sükûn. Dış dünyanızda başka insanlarla sizin aranızdaki kavganın bitmesi Allah ile olan ilişkilerinizde nefsinizle ruhunuzun arasındaki kavganın bitmesi.

     Öyleyse Allah ile ilişkileriniz mi? Mutluluğunuzun sembolüdür. Bir insanın Allah ile olan ilişkilerinin en güzele döndüğü yer, iradesini de Allah’a teslim ettiği noktadır. Orada bütün kavgalar bitmiştir. Orada artık sulh ve sükûn içinde bir ömür geçirilecektir. Allah için yaşanacaktır. Başka insanlara Allah’ın öğretisi öğretilecektir.