Miraç Kandili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Miraç Kandili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mayıs 2016 Perşembe

MİRAÇ KANDİLİ

Eûzubillâhimineşşeytânirracîm Bismillâhirrahmânirrahîm
MİRAÇ KANDİLİ
Mekke Devri'nin 12'inci yılı Recep ayının 27'inci gecesi (Hicretten 19 ay önce) Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in İsrâ ve Mîrac mûcizesi gerçekleşti.
İsrâ, gece yolculuğu ve gece yürüyüşü; Mîrac ise, yükseğe çıkmak ve yükselmek demektir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V),
semâlara ve yüce makamlara yükseldiği bu mûcizeye "İsrâ ve Mîrac" denilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de İsrâ Sûresi'nin 1. âyetinde buyurulmaktadır;
17/İSRÂ-1: Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).
Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.
Peygamberimiz (S.A.V)'in, aynı gecede, Mekke'deki Mescid-i Harâm'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya yolculuğu, yukarıda yazılan âyet-i kerime ile sâbittir.
Mescid-i Aksâ'dan semâlara ve yüce makamlara yükseldiğini ise, Peygamber Efendimizden nakledilen sahîh hadîs-i şerîflerden öğrenmekteyiz.
Hadîs-i şerîflerde anlatılanların özeti şöyledir;
Peygamberimiz (S.A.V) bir gece Kâbe'nin Hatîm denilen kısmında iken, Cebraille beraber Kudüsteki Mescid-i Aksâ'ya gelip buradan da "Sidretü'l-müntehâ"ya yükselmiştir. Buraya kadar beraber oldukları Cebrâil de buradan öteye geçememiştir. Mîrâcta, Peygamber Efendimiz (S.A.V), ilahî tecelliye, hitap ve iltifata mazhar kılındı.
Bu makamda Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e üç şey verildi;
1) Beş vakit namaz farz kılındı.
2) Bakara Sûresi'nin son iki âyeti vahyedildi.
3) Ümmetinden, Allaha ulaşmaya iman ederek şirk koşmayanların Cennet'e girecekleri müjdesi verildi.
İsrâ ve Mîrâc, aynı gecede, Peygamberimiz (S.A.V)'in ruh, nefs ve vücuduyla birlikte uyanık hâlde iken olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Mirâc'ın en yüksek hâli anlatılırken şöyle buyurulmuştur;
53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.
53/NECM-4: İn huve illâ vahyun yûhâ.
(O’nun söyledikleri), sadece O’na vahyolunan vahiydir.
53/NECM-5: Allemehu şedîdul kuvâ.
O’na çok şiddetli ve kudretli olan (Cebrail A.S) öğretti.
53/NECM-6: Zû mirreh(mirretin), festevâ.
O (Cebrail A.S), kuvvet ve azamet sahibidir. Öylece istiva etti (yöneldi).
53/NECM-7: Ve huve bil ufukil a’lâ.
Ve o, ufkun en yüksek yerinde (gözüktü).
53/NECM-8: Summe denâ fe tedellâ.
Sonra yaklaştı ve böylece indi.
53/NECM-9: Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.
Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu.
53/NECM-10: Fe evhâ ilâ abdihî mâ evhâ.
Böylece O'nun kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti.
53/NECM-11: Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.
Kalbindeki fuad (gönül gözü görmesi), gördüğü (ruhun gözlerinin gördüğü) şeyi tekzip etmedi.
53/NECM-12: E fe tumâr rûnehu alâ mâ yerâ.
Yoksa siz, onunla gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz?
53/NECM-13: Ve lekad reâhu nezleten uhrâ.
Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü.
53/NECM-14: İnde sidretil muntehâ.
Sidretül Münteha'nın yanında.
Mîrâc'dan önce namaz, akşam ve sabah olmak üzere günde iki vakit kılınıyordu. Bu iki vakit namazdan başka, Müzzemmil Sûresi’nin ilk âyetleri ile "gece namazı" farz kılınmıştı.
73/MUZZEMMİL-1: Yâ eyyuhel muzzemmil(muzzemmilu).
Ey örtünüp gizlenen!
73/MUZZEMMİL-2: Kumil leyle illâ kalîlâ(kâlilen).
Az bir kısmı hariç olmak üzere gece kalk!
73/MUZZEMMİL-3: Nısfehû evinkus minhu kalîlâ(kâlilen).
Onun (gecenin) yarısı veya ondan (yarısından) biraz eksilt.
73/MUZZEMMİL-4: Ey zid aleyhi ve rettilil kur’âne tertîlâ(tertilen).
Veya onu daha arttır. Ve Kur'ân'ı tane tane güzel bir şekilde oku.
73/MUZZEMMİL-5: İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ(sekîlen).
Muhakkak ki Biz, sana yakında ağır bir söz ilka edeceğiz (ulaştıracağız).
73/MUZZEMMİL-6: İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ(kîlen).
Muhakkak ki gece kalkışı (meşakkatli fakat) tesir bakımından daha kuvvetli ve okuyuş bakımından daha sağlamdır.
73/MUZZEMMİL-7: İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ(tavîlen).
Muhakkak ki senin için gündüzleyin uzun meşguliyet vardır.
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
Müslümanlar geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılıyorlardı.
Gece namazı bir sene kadar farz olarak devâm ettikten sonra, aynı sûre'nin son âyeti (Müzzemmil Sûresi, 20) ile farziyeti kaldırıldı, nâfile namaz oldu. Mîrâc'da farz kılınan 5 vakit namaz ile bütün bu namazlar kaldırıldı. Ancak, Peygamberimiz (S.A.V)'e hâs, ona âit olmak üzere gece namazının farziyeti devâm etti.
73/MUZZEMMİL-20: İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur'ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur'ân okumak, zikir yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin
asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah'ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah'ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O'ndan (Kur'ân'dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve
Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah'ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah'a istiğfar edin (tövbe edip Allah'tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
17/İSRÂ-78: Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden).
Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.
17/İSRÂ-79: Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ(mahmûden).
Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), sabah, mîracını ve bu ulvî seyahat esnasında gördüklerini Kureyş’e haber verdi, anlattı. Kureyşliler şaşırdılar ve delil istediler. Peygamberimiz (S.A.V), gece yeryüzünde olan bitenden haberler verdi, müşriklerin isteği üzerine Mescid-i Aksâ’yı çok detaylı olarak anlattı.
Müşrikler, bütün bu anlatılanları tasdik ettiler ama yine de iman etmediler.
Sevgili kardeşlerim, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahabe bu Kur’ân ile Asr-ı saadeti yaşadılar, biz neden yaşamıyoruz?
Eksiklik nerede? Birlikte araştıralım inşallah.
Allahû Tealâ, kâinatı yaratmış, tüm canlıları sudan yaratmış, cinleri yaratmış ve dini yaratmış en sonra da insanı yaratmış.
Hz. Âdeme ruhundan üfürdükten sonrada cinlere ve meleklere ona secde emri vermiş. Sadece şeytan bu emre karşı gelmiş.
Oysa o secde emri Âdem’in çamurdan yaratılan bedenine değil, Allah’ın onun içine üfürdüğü ruhadır. İnsanı kâinata varis kılmış Allahû Teâlâ. Sonra A’râf sûresi 172. âyette Âdem’in zürriyetini çıkarmış, huzurunda toplamış ve onlardan yemin misak ve ahd almış. Sonra insanla şeytanı yeryüzüne düşman olarak indirmiş, şeytana da kıyamete kadar süre vermiş. İnsanın en büyük düşmanı şeytandır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
İşte, Allahû Tealâ bize hidayetçiler göndereceğini, kurtuluş için bu hidayetçilere tâbi olmamız gerektiğini hatırlatıyor, hamdederiz.
Bu gün tâbîyet unutulmuş, insanlar dîni Kur’ân’dan değil de, el yazması kitaplardan öğreniyorlar. Yozlaşma had safhada. Hamdederiz ki, Furkan olan Kur’ân var ve Allah’ın korumasında.
Bir harfi değişmemiş ve değişmeyecek.
15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim’i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
O halde, Allah Kur’ân’ı korumuş ve onda hiçbir şeyi eksik bırakmadığını En’âm-38, Nahl-89, Rûm–58, İsra-89, Zumer-27 ve Kehf-54. âyetleri ile bize açıklıyor.
Kur’ân’daki İslâm’a baktığımızda, bir hedef emirlerin bir de vasıta emirlerin olduğunu görüyoruz. Bu gün hedefler unutulmuş, vasıtalar hedef haline getirilmiştir. Allah’a ulaşmayı dilemek ve hidayet unutulmuştur.
Allah yaratıcıdır. Allah'ın dışındaki her şey Allah'ın yarattıklarıdır.
Allah dini biz insanlar hem dünyada hem de ahirette mutlu olalım diye yaratmıştır.
Allah bizim dışımızdaki herşeyi biz mutlu olalım diye bizim için yaratmış.
45/CASİYE 13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
Bizi de kendisi için yaratmıştır.
51/ZARİYAT 56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
Demek ki Allah insanları ve cinleri kendisine kul olsunlar diye yaratmış.
Kul olmanın şartı bu ayette belirtilmektedir.
39/ZUMER 17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Allah'u Teala bizleri üç vücud ve serbest iradeyle yaratmıştır.
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
32/SECDE 9:Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lânfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
Allah bize verdiği emanetleri dünya hayatını yaşarken teslim etmemizi bize farz kılmıştır:
4/NİSA 58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
Bütün nezirlerin Allah’a ulaşma davetini insanlara ulaştırmalarına rağmen, daveti işitenlerin davete icabet ederek kurtuluşa erdikleri, davete icabet etmeyenlerin ise gidecekleri yerin cehennem olduğu Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimelerinde belirtilmektedir:
10/YUNUS 7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS 8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Günümüzde insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyi unutmuş ve mürşide tâbiiyeti de devreden çıkarmış, bununla beraber Allahû Tealâ’ya verdikleri yemini, ahdi ve misaki yerine getirmemekte; daimî zikri, teslim ve irşadı ortadan kaldırmakla günümüzde ki islamın peygamberimizin yaşadığı İslam'dan ayırmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’deki fıkıh (idrak) kavramına göre insanlar iki gruba ayrılmaktadırlar.
Birinci grup, Yunus-25’te belirtilen, Allahû Tealâ’nın davetini algılamayarak; sağır, dilsiz ve kör olanlar yani fıkıh etmeyenlerdir.
Bu kişilerin konumunu Allahû Tealâ En’âm-25’te şöyle açıklamaktadır:
10/YUNUS 25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat’ına ulaştırma- yı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
6/EN'AM 25: Ve minhum men yestemiu ileyk(ileyke), ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minû bihâ, hattâ izâ câuke yucâdilûneke yekûlullezîne keferû in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ve onlardan kim seni dinlerse, onu anlamalarına karşı (anlamamaları için) kalplerinin üzerine ekinnet koyduk ve kulaklarında vakra (ağırlık) vardır. Ve onlar bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman, seninle tartışırlar (mücâdele ederler). Kâfir olanlar: “Bu ancak evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” derler.
İkinci grupta bulunan, Allah’a ulaşmayı dileyerek âmenû olanlara ise Allahû Tealâ: “Ey insan! Senin dışındaki herşeyi senin için yarattım ama seni de Kendim için yarattım. Sakın Kendim için yarattığımı, senin için yarattıklarımın seviyesine düşürmeyesin. Yoksa bu dünya hayatını hayvanlar gibi yaşarsın ve hayvanlar gibi ölürsün.” buyurmuştur:
47/MUHAMMED 12: İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), vellezîne keferû yetemetteûne ve ye’kulûne kemâ te’kulul en’âmu ven nâru mesven lehum.
Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) ve salih amel (nefs tezkiye edici ameller) yapanları, altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve onlar ki kâfirlerdir, (dünyada) metalanırlar (faydalanırlar) ve hayvanların yediği gibi yerler. Ve ateş, onların mekânıdır.
Asrımızın mucizesi olan ve başlangıçta insanın mutlak kurtuluşunu sağlayan Allah’a ulaşma dileği, îmânın esasını teşkil ettiği cihetle, Said-i Nursi Hazretleri, bir sözünde “Îmân insanı insan eder, belki de sultan eder.” demiştir. Bu dünya gezegeninde oluşan bütün savaşların, kavga ve huzursuzlukların temelinde, Allah’a ulaşmayı dilemeyerek Allah’la beraber olamamak yatmaktadır. Çünkü o dileği yerine getirmemiz hâlinde, Allahû Tealâ’nın bizleri dostluğuna kabul ederek, dünya mutluluğunun yarısını, ahiret mutluluğu için de üçüncü cenneti taahhüt ettiğini Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde belirtmektedir:
42/ŞURA 13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allahû Tealâ’nın davetini bu dünyada kabul etmememiz hâlinde, kıyâmet gününde aynı hususları bizlerin talep edeceği, İbrâhîm Suresinin 44. âyet-i kerimesinde belirtilmekte. Fakat bu defa da Allahû Tealâ’nın bu dileğimizi kabul etmeyeceği Fâtır Suresinin 37. âyet-i kerimesinde şöyle hatırlatılmaktadır:
14/İBRÂHÎM 44: Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).
Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
35/FATIR 37: Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrellezî kunnâ na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr(nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızdan başka (amel) salih amel yapalım.” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık zalimler için bir yardımcı yoktur.
O hâlde ne duruyoruz? Bizler de Allahû Tealâ tarafından rağbet edilen dileği yerine getirmek suretiyle, arzı yerlerle gökler kadar olan Allah’ın cennetlerine koşalım.
Kur’ân’daki İslam’da ne var? Yedi safha dört teslim var:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek
2- Mürşide tabiiyet
3- Ruhun Allah’a ulaşması 1.teslim
4- Fizik bedenin Allah’a teslim edilmesi 2.teslim
5- Nefsin Allah’a teslimi 3.teslim
6- İrşad olmak
7- İradenin de Allah’a teslimi 4.teslim
Bu yedi safha dört teslim ise 28 basamaklı bir İslam merdivenini oluşturuyor. Şimdi bütün bunları Kur’ân-ı Kerîm ışığında inceleyelim inşallah.
1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek
İslâm’ın 1. safhası 3. basamakta başlar. Kişi Allah’a ulaşmayı diler. Dilemezse, o kişi hep 2. basamakta kalacak ve gideceği yer cehennem olacaktır. Peki, dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemek üzerimize farz mıdır? İşte Rûm Sûresinin 31. ve 32. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Sadece bu âyet-i kerimede mi Allah’a ulaşmayı dilemenin farz olduğu belirtilmiş? Hayır, Allahû Tealâ Zumer-54’te buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, veçhinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). Sonra yardım olunmazsınız.
Allahû Tealâ Lokman Suresinin 15. âyet-i kerîmesinde:
“vettebi’ sebîle men enâbe ileyye” : Kim Bana yönelmişse, münîb olmuşsa, Bana ulaşmayı dilemişse sen de onun yoluna tâbi ol.” buyurmaktadır.
Allahû Tealâ, Yûnus sûresinin 7 ve 8. âyet-i kerîmelerinde Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerden bahsetmektedir:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne la yercûne likaena ve radû bil hayatid dunya vatme’ennû biha vellezîne hum an ayatina gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar ayetlerimizden gafil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulaike me’vahumun naru bima kanû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin âyetlerden gafil olduklarını ve gidecekleri yerin cehennem olduğunu net olarak ifade etmektedir. Bundan 14 asır evvel Allahû Tealâ âyetlerle, Allah’a mülâki olmayı üzerimize farz kılmış ve bütün sahabe Allah’a mülâki olmayı, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdi. İşte Allahû Tealâ Zumer sûresinin 17. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tagûte en ya’budûha ve enabû ilallahi lehumul buşra, fe beşşir ıbad(ıbadi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Öyleyse Allah’a mülâki olmayı dilemek farz mı? Gördük ki; âyetler farz olduğunu söylüyor. Bütün sahabe Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Evet, bütün sahabe ulaşmayı dilemişler (Zumer-17).
Bugünün dîn öğretiminde bu yoktur. Bu gerçekten büyük bir eksikliktir. Çünkü olay burada başlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan Allah’ın âyetlerinden gafildir, gideceği yer cehennemdir.
İnsanları cehennemden ve mutsuzluktan kurtaracak bir tek dilektir. Çünkü Allahû Tealâ’nın vaadi (sözü) vardır. Şûrâ-13’te Allahû Tealâ: “Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O’na (Kendisine) ulaştırır.” buyurmaktadır.
Kim kalben Allah’a ulaşmayı dilerse yani Allah’a yönelirse o andan sonra Allah sözünü yerine getirir ve o kişiyi Kendisine ulaştırır.
Kişi, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allah onun üzerinde Rahman esmasıyla tecelli eder. İrşad makamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan bir kişinin irşad makamını, irşad makamı olarak görmesini, tanımasını ve idrak etmesini sağlar. Allahû Tealâ ona bu imkânları bahşeder. Ondan sonra kalbine ulaşır, kalbini Kendisine çevirir, göğsünü yararak göğsünden kalbine nur yolunu açar. Ondan sonra da bu kişinin zikir yapması neticesinde kalbine % 2 rahmet nuru girer. O zaman kişi huşû sahibi olur. Mürşidini Allah’tan sorar.
2. safha: Mürşide tâbi olmak
Hacet namazı ile mürşidini Allah’tan soran bir insan kalben Allah’a mülâki olmayı dilemişse, Allah mutlaka ona mürşidini gösterir ve kişi mürşidine tâbî olur (14. basamak). Burası İslâm’ın 2. safhasıdır.
Peki, mürşide tâbiiyet farz mıdır? Evet, farzdır. Allahû Tealâ Nahl-9 da;
16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Yine Mâide-35’de buyuruyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey Amenu olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.
Âyet-i kerîme gereğince Allah’a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan istemek söz konusu. Mürşide tâbi olmak için onu mutlaka Allah’tan istemek gerekir.
14 asır evvel bütün sahabe tâbi olmuşlar mı? Bu sorunun cevabı Fetih sûresinin 10. âyet-i kerîmesinde net olarak verilmektedir:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (tâbiiyetini) bozarsa o taktirde, sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakını ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Bundan 14 asır evvel bütün sahabe vesileyi istemişler ve hepsi mürşidlerin hası olan, sözü en ahsen olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbi olarak hidayete ermişlerdir. Allahû Tealâ bu hakikati Zumer sûresinin 18. âyet-i kerîmesinde belirtmektedir.
39 / ZUMER – 18 Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun Ahsen olanına tabii olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
Bir İnsan, Mürşide Ulaştığı Zaman Neler Olur?
Allahû Tealâ mürşide tâbî olan kişiye yedi tane nimet verir:
1.Nimet; Devrin İmamı’nın ruhunun kişinin başının üzerine gelip yerleşmesidir. Diğer kavim resûlleri, hidayete vesile olanlar, onları ana dergâha ulaştırır, sonra Devrin İmamı onları hidayete erdirendir. Her devirde hidayete erdiren sadece bir tek kişi vardır.
O, Devrin İmamıdır. Her kim mürşidine tâbî olursa, Devrin İmamı’nın ruhu o kişinin başının üzerinde yer alır.
Devrin İmamı Allah'ın tasarrufunda olması hasebiyle mürşidlerin de mürşididir. Allahû Tealâ bu hakikati Kur’ân-ı Kerîm’e net olarak koymuştur. Bu sebeple diğer resûllerin dört görevine karşılık Devrin İmamı’nın beşinci görevi vardır. Beşinci görev; hikmetin ötesini de öğretmektir. İşte bu hikmetin ötesini öğretmek Allahû Tealâ’nın irşadla vazifeli kıldığı, iradesini ve aklını da teslim edenlere has olan bir olgudur.
2. Nimet; Allah’ın o kişinin kalbine îmânı yazmasıdır. Ancak Allahû Tealâ’nın Rahîm esmasıyla tecelli ettiği kişiler nefs tezkiyesine başlar.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Mucâdele sûresinin 22. âyet-i kerîmesinde kalbine îmânı yazdığı ve katından bir ruhla desteklediği kişi için buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resul’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dâhil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
3. Nimet; Allahû Tealâ’nın o kişinin o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahlarını sevaba çevirmesidir. Allahû Tealâ, Furkân sûresinin 70. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o takdirde işte onların, Allah seyyiatlarını (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
Tövbe eden, mu’min olan ve ıslah edici amellere başlayanlardan bahsedilmektedir. Bu tövbenin mürşidin önünde yapılan tövbe olduğu ve bu sebeple mürşid önünde yapılan tövbenin Allahû Tealâ tarafından garanti kabul edildiğini Nisâ sûresinin 64. âyet-i kerîmesi ifade etmektedir:
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resulü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka bir şey için göndermedik. Ve onlar nefislerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resul de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resul’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.
Bir tövbenin Allah tarafından kesin kabulü o tövbeyi yapan kişi için Devrin İmamı’nın mağfiret talep etmesiyle mümkündür. Allah'ın o güne kadar verdiği dereceler 1'e 10 iken, o günden itibaren kişiye Bakara-261 gereğince 1'e 100 vermeye başlar.
4. nimet, o kişinin ruhu vücudundan ayrılır.
5. nimet, kişi nefs tezkiyesi başlar (Zumer-22-23, Nûr-21, Şems-9).
6. nimet, fizik vücudun nefs tezkiyesi sebebiyle şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlamasıdır (Ra’d-36 Ankebût-56).
7. nimet, irade güçlenmeye başlar (Bakara-257, Ahzâb-43).
Kişi mürşidine tâbî olduktan sonra zikretmeye başlar, her tezkiye kademesinde artan zikrine paralel olarak ruhu da gök katlarında birer birer yükselir:
• Nefsinin kalbinde ilk % 7’lik fazıl birikimi gerçekleştiğinde ruhu 1. gök katına ulaşır. Nefs-i Emmare kademesindedir. Kişinin nefsi henüz şerri emreden durumdadır.
• 2. defa % 7’lik fazıl birikimi oluştuğunda ruhu 2. gök katına ulaşır. Nefs-i Levvame kademesindedir. Bu noktada kişi kendini levm eder kınar. Zikrini arttırmaya devam eder.
• 3. defa % 7 fazıl birikimi oluştuğunda ruhu 3. gök katına ulaşır. Nefs-i Mülhime’dedir. Daha önce sadece şeytandan ilham alırken bu noktadan itibaren Allah’tan da ilham almaya başlar.
• 4. defa % 7 fazıl birikimi ile ruhu, 4. gök katına yükselir. Nefs-i Mutmainne’dedir. Artık doyuma ulaşmıştır. Zikrini arttırarak devam eder.
• 5. defa %7 nur birikimi ruhu, 5. gök katına yükselir. Nefs-i Radiye’dedir; kişi Allah’tan razı olur.
• 6. defa %7 nur birikimi ruhu, 6. gök katına yükselir. Nefs-i Mardiyye, Allah da ondan razı olur.
3.safha-1. teslim: Ruhun Allah’a teslimi – Allah’a mülaki olmak
Allah’tan razı olan kişi zikrini arttırarak nefsinin kalbinde yerleşen, 7. defa %7‘lik fazl birikimi ile ruhu, 7. gök katına yükselir. Nefs tezkiye olmuştur ve Nefs-i Tezkiye kademesindedir. Ruhu, 7. gök katında diğer ruhlarla birlikte 7 tane âlem geçer. Bir gün Sidretül Münteha’ya ulaşıp oradan zikir hücrelerindeki zikrini tamamladıktan sonra Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur. Yani Allah’a döner. Burası hanif dîninin arapça adı ile İslâm’ın 3. Safhası, teslimlerin 1. si ve 28 basamaklık İslâm merdiveninin de 21. basamağıdır.
Sevgili kardeşlerim, burada ruhumuzun hayattayken Allah’a ulaşması üzerimize farz kılınmış mı ayetlere bakıyoruz? Elbette kılınmış. Allahû Tealâ Müzemmil-8’de: “Allah’ın ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a ulaş.” buyurmaktadır. Allah’ın Zat’ına ulaşmak hususunun bir emir olduğu, bu sebeple de farz kılındığı Allahû Tealâ tarafından Ra’d-21’de de:
“Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale:
“Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar.” ifadesi ile kesinleştirilmektedir.
Allahû Tealâ, Kur’ân’da “hidayete ermeyi”, ruhun Allah’a ulaşması olarak açıklamaktadır. İşte 2 âyet-i kerîme: Allahû Tealâ Âli İmrân-73’te buyuruyor ki:
“innel hudâ hudallâhi: Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır.”
inne: Muhakkak ki - el Huda: Hidayet - hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.
Allahû Tealâ Bakara-120’de de buyuruyor ki:
“inne hudallahi huvel hudâ: Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.”
inne: Muhakkak ki - Hudallahi: Allah’a ulaşmak - huve: İşte o - el hudâ: Hidayettir
Hidayetin anlamı böylece netleşiyor ve Allahû Tealâ ruhun teslimini farz kılmış:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
Bundan 14 asır evvel bütün sahabe Allah’a ruhlarını ulaştırmışlar mı? Evet, hepsi Allah’a mülâki olmayı dileyerek, şeytanın kulu olmaktan kurtulup Allah’ın kulu olmuş. Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar sözü dinlerler, sözün en güzeline uyarlar. İşte onlar hidayete erdiler.” (Zumer-17, 18). Sahabenin hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlardır.
Öyleyse hidayetin manası ruhun Allah’a ulaşması olduğuna göre 21. basamaktaki ruhun Allah’a mülâki olması, ulaşması üzerimize farz ve bütün sahâbe bunu gerçekleştirmiş.
21. basamakta Allah’a ulaşan ruh, Allah’ın Zat’ında ifna olur, yok olur. Burası 22. basamaktır.
Sevgili kardeşlerim, Miraç Kandilinizi tebrik eder; hepimizin tüm teslimlerini gerçekleştirmesini Yüce Allah'tan Efendimizin himmetiyle dilerim.
Allah hepinizden razı olsun.