İBRAHİM
HAKKI HAZRETLERİ’NİN HAYATI
Erzurum’un Hasankale ilçesinde misafirseverliği ile ün
salmış Molla Bekir’in Osman isminde bir oğlu vardır. Halk arasında sevilir ve
Derviş Osman diye anılır.
Bir gün evlerine Özbek Derviş Zekeriya adlı, hasta bir
yolcu misafir olarak gelir. Molla Bekir, oğlu Osman’ı onun hizmetine verir.
İlkbahar gelince iyileşen misafir, giderken kendine gözü gibi bakan
Osman’a, hizmeti zevk sayan bu gönül
insanına hayırlar dileyerek, dualar eder.
Bundan sonra Derviş Osman, yüzünü Yaratan’a doğru
çevirerek; yalnız onun ve nurlarının dinleyicisi olur.
Nihayet
Erzurum’un Hasankale kasabasında, 1703 yılının Cuma sabahı güneşin doğuşu ile
beraber, bir oğlu dünyaya gelir. İşte bu
bebek; dadaşlar diyarının yüz aydınlığı, Erzurum’un evliyası İbrahim Hakkı
Hazretleri’dir. Anadolu’da yaşayacak evliyanın en büyüklerinden olacaktır.
Babası
Osman Erzurumî de evliyadan bir zattır. İbrâhîm Hakkı yedi yaşında annesi
Seyyide Hanım’ı kaybeder. Babası Osman Erzurumî, bu sıralarda gördüğü bir rüya
üzerine tasavvufta kendisini yetiştirecek olan mürşidi İsmail Fakirullah’a tâbî
olur. Siirt’in Tillo kasabasında yaşayan bu mürşidin derslerine katılabilmek
için Erzurum’dan ayrılır, Tillo’ya gider. Orada yaşamaya başlar.
Dokuz
yaşına kadar babasından ayrı kalan İbrâhîm Hakkı babasının hasretine dayanamaz.
Amcası Molla Ali, İbrâhîm Hakkı’yı da alarak Tillo kasabasına babasının yanına
götürür. İbrâhîm Hakkı, babası ve babasının mürşidi İsmail Fakirullah ile
karşılaşışını kendisi şöyle anlatır:
“Ben
9 yaşındaydım. Ali amcam, beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde
Tillo’ya girdik. Dergâha vardığımızda babam ile mürşidi namaz kılıyorlardı. İlk
bakışta İsmail Fakirullah’ın mübarek yüzü bana babamdan daha yakın geldi. O
anda yüzünün cazibesine kapıldım. Aklım onun güzelliğine, duruşundaki heybete
ve olgunluğa hayran kaldı. Babam beni kendi odasına götürdü ancak ben hasta
kalbime şifa verecek olan kılavuzumu bulmuş olmanın sevinci içindeydim.”
İbrâhîm Hakkı, Tillo’ya geldiği günlerde gördüğü bir rüyayı
da şöyle anlatır.
“Rüyamda
gökyüzünün beyaz serçelerle dolu olduğunu gördüm. Birara serçeler hep birden
halkın üzerine doğru saldırdılar. Bana saldıranları babam uzaklaştırdı. Ancak
bir serçe fırsat bulup sağ koltuğumun altına sokuldu.”
“Sabahleyin
rüyamı babama anlattım. Babam koltuğumun altına baktıktan sonra orada veba
hastalığının belirtilerini gördü. Hastalığa yakalandığım ilk beş gün kendimden
habersiz olarak yattım. Altıncı gece gözümü açtığımda babamı başucumda gördüm.
Mürşidimiz İsmail Fakirullah da yanındaydı. Bana uzun uzun dua ettikten sonra
babama; “İbrâhîm’in işi bitmişken Allahû Tealâ ihsan ederek onu yeniden
diriltti.” buyurarak müjde verdi.”
İbrâhîm
Hakkı iyileştikten sonra yine derslere devam etti. Büyük bir heyecanla
anlatılanları dinliyor, öğrendiklerini hayatına tatbik etmek için büyük bir
çaba harcıyordu. Kur’ân-ı Kerim’i öğrendikçe hayatının daha güzelleştiğini, severek
ve yardım ederek yaşamanın faziletini kavrıyordu.
İbrahim Hakkı (k.s.) Hazretleri daha çocukken İsmâil
Fakîrullah (k.s.) Hazretleri’ne teslim edildi. İyi bir terbiye alması için
çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah Hazretleri’nin yanında geçiren
İbrahim Hakkı Hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider,
doldururken oraya gelen bir atlı:
- Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı
Hazretleri’ni azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara
çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. İbrahim
Hakkı Hazretleri, testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır. Bu
esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir
ve:
- Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını
üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip
kırdı! der. Hocası sorar:
- Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
- Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.
- Çabuk git ve o
adama bir-iki laf söyle, der.
İbrahim Hakkı Hazretleri gider, çeşmenin başında atını
tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini
bozup da:
- Benim testimi niye kırdın zâlim adam! diyemez.
Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah Hazretleri sorar:
- Ona bir şeyler söyleyebildin mi?
- Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lâkin bir türlü dilimi
çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır:
- Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle,
mukabele et! Yoksa sonu felâket!..
İbrahim Hakkı Hazretleri bu defa kararlı olarak koşup
çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı,
attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak
gelip, hocası İsmâil Fakîrullah Hazretleri’ne bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası
bu hâle üzülür:
-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der.
Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük velî şöyle îzah
eder:
“O atlı adam,
İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede
bulunmadı, zâlimi Allâh’a havâle etti. Allahû Teâlâ’nın da gayretine dokunup
zâlimi cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona
bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu.
Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!”
Yine
bir gece rüyasında İsmail Fakirullah’ın dergâhında yedi seçilmiş kişinin ayakta
durduğunu gördü. Fakirullah kalkarak onlara sarıldı. Onların içinden biri olan
İbrâhîm Hakkı’yı öptü. Bu rüyayı hemen babasına anlattı. Ama babası uyanık
olmasına rağmen onun rüyasını görmüştü.
“Birazdan
hikmetini anlarsın.” dedi.
Gerçekten
dergâhın kapısından dışarıya bakınca Siirt tarafından ak sakallı bir ihtiyarın
geldiğini gördü. Bu kişi, İbrâhîm Hakkı’nın yanına gelerek onu öptü.
Fakirullah’ı ziyaret etmek istediğini söyledi. Ziyaretçi olduğu söylenince
içeri girmesine izin verildi.
Fakirullah,
“Hoşgeldin Seyyid Hamza” dedi. Seyyid Hamza çok şaşırdı. İlk defa
karşılaşıyorlardı, adını nereden bilmişti. Dışarı çıkınca:
“Ben
Siirt’in ileri gelenlerinden Seyyid Hamza’yım. Bu ana kadar Tillo’ya hiç
gelmedim. Bu büyük âlim ve velîyi hiç görmedim. Ancak bu kasabayı ve yolunu
rüyamda görerek öğrendim. Rüyamda şu küçük erkek çocuğunu da görmüştüm. Eğilip
öptüm. Sabah olunca atıma bindim. Rüyada gördüğüm yolu güzergâh olarak takip
ettim. Kimseye sormadan dergâhı bulup sizleri tanıdım. Gördüğüm rüyayı bu
velîye anlatacak, hizmeti ve sohbetiyle şereflenecektim. Ben daha anlatmadan
“Ey Seyyid Hamza! Bu gece bize çok misafir geldi, deyip hem ismimi hem de
rüyamı anlattı. Şaşırıp kaldım.” dedi.
Seyyid
Hamza’nın bu şaşkınlığına İbrâhîm Hakkı’nın babası şöyle cevap verdi: “Senin bu
gördüğün rüyanın aynısını bu oğlum da gördü. Ancak herkesin gördüğü rüyaları evliya
uyanıkken de görür. Allah’ın ihsanları sonsuzdur.”
İbrâhîm
Hakkı, 17 yaşındayken de babasını kaybetti. Bunun üzerine Fakirullah’ın emriyle
Erzurum’a gitti. Burada dünya ilmini öğrendi. Ancak 7 sene sonra Fakirullah’ın
yanına Tillo’ya geri döndü.
AŞKIN ARKADAŞI
İbrahim Hakkı genç yaşında babasını kaybederek yetim
kalmıştı. Yıllar yılı Mevlası’nın rızasını kazanmak için çalıştı, çabaladı.
Günlerce gözyaşı döktü… Gönlündeki bütün putları bir bir kırdı. İçini boşaltıp
temizledi. Yalnız Allah’ın ve O’na yakın olanların sevgisini diledi. Hep
dualarında Yüce Yaratan’a “Beni aşkınla arkadaş et!” diye yalvardı. Ve ölmeden
önce ölen, dünyada iken gerçek sevgiliye kavuşan ender kullardan biri oldu.
NEYLERSE GÜZEL
EYLER
Artık o sevgilisi ile bir olmanın sarhoşluğu içindedir. Her
şeye O’nun nuru ile bakar. Her yerde ve her şeyde O’nu ve O’nun güzel işlerini
görür. Gören bir göz için; şerr gibi gözükenlerin nasıl hayra dönüştüğünü
hayret ve hayranlıkla seyreder. Anlayış ve güzellik denizine dalıp, oradan
dalga dalga seslenir.
Hak,
şerrleri hayr eyler
Zannetme
ki gayr eyler
Arif
anı seyr eyler,
Mevlâ
görelim neyler,
Neylerse
güzel eyler
Arif olan, her şeyin hayrını ancak Hakk’ın, yani her şeyi
bilen Allah’ın bildiğini bilir ve sıkıntılara sabreder. Güçlüklere katlanır.
O’ndan gelenin kötüsü olmayacağını bilerek her şeye razı olur. Sevgilisinin
lütufları kadar, kahırlarını da sever.
Zira görür ki; O’nun kahrı da aynı lütuf gibidir. Nasıl ki ilaçta acıdır ama
şifa verir… O halde Allah’ı seven kimsenin bu kahır gibi görünen lütuflarına da
dayanması, Allah’a güvenmesi ve içini rahat
tutması gerekir. Şöyle ki;
Sen
Hakk'a tevekkül kıl
Tefvîz
et ve rahat bul,
Sabr
eyle ve razı ol,
Mevlâ'm
görelim neyler,
Neylerse,
güzel eyler...
İnsan kendi kendine kaldıkça, isteklerine sımsıkı
sarıldıkça iyilik yolunda yürümesi güçleşir. Sadece kendi istekleri peşinde
koşan kimse, ya onları elde edip hayal kırıklığına uğrar ya da elde edememenin
sıkıntısını çeker. İki kere yere serilir. Yanlız Allah’ı isteyip, O’nun
rızasını dileyenler ise bu iki uçurumun kenarından kurtulurlar.
Bil
kadıii hacat-ı
Kıl
ona münacatı
Terk
eyle muradatı
Mevla
görelim neyler
Neylerse
güzel eyler
Hak'tandır
bütün işler,
Boştur
gavu teşvişler,
Ol,
hikmetini işler,
Mevlâ
görelim neyler,
Neylerse
güzel eyler.
Her şeyin Allah’tan ve hayrımıza olduğunu bilen kimse, her
şeyi gönül hoşluğu ile kabul eder. Bir dileği olmadı diye ve istemediği bir şey
başına geldi diye üzülmez. Sabrederek işin sonunu bekler. O zaman her şeyin
hayrını ve güzel olduğunu açık gözle görür. Ve İbrahim Hakkı’nın şu dizelerine
hak verir.
Bir
iş üstüne düşme,
Olduysa
inat etme,
Hak'tandır
o, red etme,
Mevlâ
görelim neyler,
Neylerse
güzel eyler,
Deme
şu niçin şöyle
Yerincedir
ol öyle
Bak
sonuna sabreyle
Mevla
görelim neyler
Neylerse
güzel eyler.
En çok çekinilecek şey gönül kırmaktır. Allah’ın en büyük
buyruğu; insanların kardeş ve bir olmasıdır. Başkalarını hor tutan ve gönül
kıran kimse ise birliği bozmuş, kardeşlik çemberini kırmış, insan ismi üzerine
kara bir çizgi çekmiş olur. Böyle bir insan elbette tek kalacaktır. Herkesi kardeş tutan, kırık kalpleri onaran,
gönüllerde yer tutanlar sevgililerdendir. Onlar benliklerini yıktıkları için
herkesle barış halinde ve birlik içerisindedirler.
Hiç
kimseye hor bakma
İncitme,
gönül yıkma
Sen
nefsine yan çıkma
Mevla
görelim neyler
Neylerse
güzel eyler.
NE ETMİŞSE GÜZEL
ETMİŞ
Düşünen bir baş ve seven bir gönül için; evren her satırı
güzellikler ile dolu bir kitaptır ki; bu kitapta insan kendini ve kendinde Rabb’ini
bulur. Ve en son o sevginin yüce sarhoşluğu içinde İbrahim Hakkı şu mısraları söyler.
Vallahi
güzel etmiş
Billahi
güzel etmiş
Tallahi
güzel etmiş
Allah
görelim netmiş
Ne
etmişse güzel etmiş
Fakirullah’ın vefatına kadar hizmetiyle şereflendi. İbrâhîm
Hakkı, onun vefatından sonra öğrenci yetiştirmeye başladı. Bu arada fıkıh,
tasavvuf ve fen bilgilerini anlatan “Mârifetnâme” adlı eserini yazdı. Bu eserde
canlılar hakkında çeşitli teoriler ileri süren Fransız doktoru Lemarck,
Hollanda’lı Hugo de Vires gibi yazarlardan çok önce, en basitinden en mükemmel
olan insana kadar canlıları anlatmıştır.
O,
sadece biyoloji ilmi ile değil, fizikten kimyaya, matematikten astronomiye
kadar devrindeki bütün ilimlerle uğraşmıştır. Hayatında hiçbir zaman okumayı ve
okutmayı bırakmamış, ideal insanı arif insan olarak tanıtmıştır. İbrâhîm Hakkı
gönül sahibi olan, fen ve sanata yer veren büyük bir âlim, Hakk’a rıza gösteren
bir velîdir. Eserlerinde tayyi mekânı yaşadığını; “Biz uzayı Tillo’nun
sokaklarından daha iyi biliriz.” sözleri ile açıklamıştır.
İbrâhîm
Hakkı’nın açık fikirli ve neşeli bir kişiliği vardı. Kızına yazdığı manzum
öğütte “güleç yüzlü, güzel sözlü ol ey can” demesiyle tasavvufu özetlemiştir.
İbrâhîm
Hakkı için şiir, Allah’ı anmak için bir vasıtadır. Ona göre şiir, Allah’ı
anlatmalıdır, tüm sanat dalları Allah’ı anlatmalıdır. Kendisi Hakk aşığıdır, o
zaman tabii ki Allah’ı anlatacaktır. Şiirleri, öğrettiği konuların özetidir.
Şiirlerinde “Hakkî” mahlasını kullanmış ve hep kendisine öğütlerde bulunmuştur.
Mürşidine bağlılığından ve insanın aczini bu kelimede görmesinden ötürü
“Fakiri” mahlasını da kullanmıştır.
İbrâhîm
Hakkı, 1781 yılında Tillo’da vefat etti. Mürşidi Fakirullah’ın yanına defni
için vasiyet etmişti. Vasiyeti yerine getirildi ve isteği üzerine; mezar taşına
“Hudâ’yı
bilmeye ancak cihâne geldi sultanım.” yazıldı.
İBRAHİM
HAKKI HAZRETLERİ’NİN ESERLERİ
Yukarıda
kullandığımız İbrâhîm Hakkı’nın “Tefvîznâme” adlı şiirinden bazı kıtalardı. Başka
bir kıtada şöyledir:
Hep
işleri fâyıktır
Birbirine
lâyıktır
Neylerse
muvafıktır
Mevlâ
görelim neyler,
Neylerse
güzel eyler
Sultan 1
Mahmud zamanında İstanbul'a geldi ve saray
kütüphanesinde ilmî araştırmalarda bulundu


En meşhur eseri, bütün eserlerinin içinde bulunduğu tek yer
olan Mârifetnâme’dir
Bu kitapta eski ve yeni bilgileri
kaynaştırmaya çalıştı
Öyle ki Mârifetnâme, zamanının en kapsamlı
ansiklopedisi özelliğini taşımaktadır



Mârifetnâme’de astronomiden sosyolojiye, biyolojiden
fiziğe, karakter ilminden psikolojiye, dînden tasavvufa, ahlâktan âdâb ilmine
varıncaya kadar her ilimden bahisler bulunmaktadır
Çok sade ve tatlı bir anlatımı vardır
Zamanına göre dili bir hayli sadedir


Mârifetnâme ilmî bir eser olmakla beraber aynı zamanda bir
halk kitabıdır
Hemen herkesin bilgi dağarcığında
Mârifetnâme’den birkaç cümle vardır


1166 sayfalık Mârifetnâme’nin âdâb bölümünden öğütler
derledik
Yaptığımız bu nakiller hayatta başarılı
olmanın sırlarını vermektedir


* Kurtuluş doğruluktadır.
* Ey aziz!
Konuşursan doğru
konuş
Doğruluk keramettir
Yalan aşağılıktır
Kurtuluş doğruluktadır
Yalancı ve hileci şeytandır
Lâkin görünüşte insandır
Yalan söyleyen kimseden hayır umulmaz







*Boş laflar ve
şakalar zarara yol açar; ömrü boşa geçirmektir
Gıybet ve koğuculuktan sakın ki, bunlar
insanı halktan ve Haktan uzak ederler


* Dili tatlı olanın dostu çok olur.
* Dil insanın terazisidir, âlim ve cahili ayırıcıdır







* Özür dileyenin özrünü kabul et.
* Allah’ı tanıyan kişi insanlardan özür diler





* İyi arkadaş
hayatın süsüdür.
* İyilik yapanla kötülük yapanı bir tutma







* Mü’min yumuşak olur.
* Mü’min uysal ve yumuşak olur, emin ve güvenilir olur





* Hikmetin başı insanlarla iyi geçinmektir




* İlmin süsü hilim ve rızadır




* İyi insan aza da şükreder.
* Büyüklenmek telefin esasıdır



* Akıllı kimseye muhalefet etmek şiddetli tekdire gider


* İyi insan aza şükreder, kötü insan çoğu da beğenmez, kötüye kullanır

* İyi insan verdiği sözü yerine getirir


* Hakka yaklaşmak yalvarmakladır


* Cimri ve korkakla istişare etme.
* Meşveret sana rahattır



* İyi insan güzel hareketleri kendi üzerine borç bilir ve bunları yerine getirir


* Mü’min, insanların eziyetlerine katlanır, ondan ise kimse incinmez


* Yardım et ki, yardım olunasın.
* Yardım et ki, yardım olunasın



* Senden büyüklere itaatli ve saygılı ol ki, senden küçükler seni saysınlar

* Sahibinin değerini düşüren işten kaç ki, sorulduğu zaman utanıp inkâr eder


* En faydalı hazine gönüllerdeki sevgidir


* Güzel ahlâkın en güzeli sana gelmeyene senin gitmendir, seni mahrum edene senin iyilik etmendir



* Cömertlik insanın süsüdür.
* Malik olursan rıfkeyle, söz verirsen tut, iyilik yaparsan gizle



* Sevginin sebebi cömertliktir





* Şükür ile nimet artar



* Tevazu ilmin meyvesidir




* Güzel huy her faziletin esasıdır




* İnsanlarla öyle
ol ki, bir tarafa gitsen seni arzu eylesinler
Vefat edersen sana ağlayıp, senden söz
etsinler


* Ülfetin sebebi vefadır



* Gönüldeki sükûnet en güzel süstür

* İnsanlarla iyi geçinenin ayıpları örtülür.
* Malınla cömert, sırrınla cimri ol ki, mal veren aziz, sır veren zelildir



* İnsanlarla eziyet etmeyene kimse düşman olmaz


* İnsanlara iyi geçinen selâmet bulur



* İnsanlarla iyi
geçinenin ayıplan örtülür
Halkın ayıplarını arayanın ayıplan duyulur


* Alime hürmet Hakkı tazimdir.
* Öğüdü kabul eden yüzkaralığından kurtulur


* İnsanlar için
kuyu kazan kendi düşer içine

* Küçük musibeti büyük sayan daha büyüğüne tutulur


* İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmiş olmaz.
* Senden razı olana teşekkür etmek onun rıza ve cömertliğini arttırır




* Namahreme bakmayanın kalbi rahat olur.
* İnsanlardan
utanmayan Allah’tan haya etmemiş olur
Namahreme bakmayanın kalbi rahat olur


* Sana söz getiren, senden de söz götürür


* Görmemezlikten gelmek gibi hilim, bilmemezlikten gelmek gibi akıl olmaz


* Akıllı olana gerektir ki, doktorun hastaya söylediği gibi söylesin


* Halkın beğenmediği işleri işleme ki, hakkında iftiraya başlamasınlar

* Kadın reyhandır, kahraman değil, onu yük altına atma



* Sakın mecliste kimseden yüksekte oturma


İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ ‘nden Eşlerine Mektuplar
I. Mahmut zamanında İstanbul’da
Saray kütüphanesinde çalışıyordur. Oradan 45 yaşlarında iken eşlerine mektup
yazar. Her bir hanımının özelliği ile onları hoş tutan mektupları, aynı adrese
yollar.
- Hanımına
İzzetli, hürmetli, şevkatli,
gönüllü,
Akıllı, hünerli, marifetli,
Güzel huylu, tatlı dilli,
Canı gönülden dua eder, nazik
hatırını sual ederiz,
Benim nazlı yarim, dert ortağım
canım Firdevs’im
- Hanımına
Güleç yüzlü dervişim Fatma
Hanım’ım
Benim yükümü çeken ,
Selametle kurtuldun mu?
Canı gönülden dua eder, nazik
hatırını sual ederiz.
- Hanımına
Gayretli Belkıs Hatun’a,
Şirin sözlü Melek huylu,
Oğlumun annesi,
- Hanımına
İzzetli, hürmetli,
İnce belli, uzun boylu,
Kömür gözlüm,
Marifetlim,