14. Basamak 2. Safha Mürşide Ulaşma ve Tövbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14. Basamak 2. Safha Mürşide Ulaşma ve Tövbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2016 Çarşamba

14. BASAMAK – 2. SAFHA; MÜRŞİDE ULAŞMA VE TÖVBE

14. BASAMAK – 2. SAFHA;  MÜRŞİDE ULAŞMA VE TÖVBE

“Her İnsan Hata Eder. Hata İşleyenlerin En Hayırlıları Tövbe Edenlerdir.”


Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir.” buyuruyor. (K: Tirmizî, Kiyâme, 49; Ibn Mâce, Zühd, 30). 

ü  İnsanlar Niçin Hata Yapar?

Fizik bedenimiz, nefsimiz ve ruhumuz için bir mekândır. Hata fizik vücut ve nefsimizden kaynaklanmaktadır. Hadîste geçen “Her insan hata eder.” ifadesi, nefsimizden kaynaklanan şerr taleplerin fizik vücudun kumandanı akla kabul ettirilmesini ihata eder. Nefsimiz başlangıç noktasında; Kin ve nefret, küfür, yalan, haksızlık ve zulüm, hased ve düşmanlık, cehalet, cimrilik, öfke, isyan, sabırsızlık, kibir ve gurur, hırs ve şehvet, nankörlük, gıybet, zan, iptilâlar, vefasızlık, mürailik, fitne ve fesat olmak üzere 19 tane afetle mücehhezdir.
Fizik vücut hastalandığı zaman tedavi istikametinde nasıl doktorlara gidiyorsak, nefsin de hastalıkları sebebiyle doktora gitmemiz, tedavi olmamız gerekir. Mevlâna Hazretleri diyor ki: “Allah’ın peygamberleri doktorlardır, Allah’ın velî kulları, velî mürşidleri de sağlık memurlarıdır.” Bu doktorlar ve sağlık memurları elbetteki nefsimizin hastalıkları açısından görevlidirler. Yüce Rabbimizin bizlere miras bıraktığı Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman, Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 57. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

10/YÛNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil mu'minîn(mu'minîne).
Ey insanlar! Size, Rabbinizden öğüt (vaaz) ve göğsünüzde olana (nefsinizin kalbindeki hastalıklara) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet gelmiştir. 

 Öyleyse Kur’ân-ı Kerim, Allahû Tealâ’dan, nefsimizin manevî kalbindeki hastalıklara şifadır. İnsanların hepsi başlangıç noktasında dalâlette yani Nefs-i Emmare’dedir. Nefs-i Emmare’deki insanın durumuna baktığımız zaman akıl fizik bedenin kumandanıdır. Şeytanın bizdeki temsilcisi nefs ve Allah’ın bizdeki temsilcisi ruh kendi istikametlerinde aklı ikna etmeye çalışırlar. Ruh aklı ikna ederse, fizik vücut hayır işler. Nefs aklı ikna ederse, fizik vücut şerr işler.
Başlangıç noktasında genellikle şuurdan yoksun olan aklımız hevasına uymakta, nefse tâbî olmaktadır. Ama Allahû Tealâ insanı dalâlet standartlarında hayatını tüketsin diye yaratmamıştır. Aksine onları o dalâlet çukurundan hidayete erdirmek üzere katından hidayetçiler ve bu hidayetçilerin getirmiş olduğu öğüt mahiyetinde olan, kalplerdeki hastalıklara şifa olan kutsal kitaplar göndermiştir. İnsanı huzursuz ve mutsuz eden sadece kendi nefsidir. Allahû Tealâ bütün insanlar için sadece bir tek şey ister: Âhiret ve dünya saadeti. Ve şeytan da Allah’ın talebinin tam zıttı istikamette insana âhiret hayatında da, dünyada da cehennemi yaşattırmak ister. Şeytan negatif etkisiyle devamlı nefsimize tesir eder ve nefsimizi o başlangıç konumundan çok daha aşağılara esfel-i sâfilîne götürmeye çalışır. Allahû Tealâ Tîn Suresinin 4 ve 5. âyet-i kerimelerinde şöyle buyurmaktadır:

95/TÎN-4: Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte) yarattık.
95/TÎN-5: Summe redednâhu esfele sâfîlîn(sâfîlîne).
Sonra onu, esfeli sâfilîne (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik).

 Allahû Tealâ nefsimizi bir takvim, bir zaman dilimi içerisinde ahsene ulaşabilecek muhtevada yaratmıştır. Ama şeytan da Allah’ın ahsene ulaştırmak istediği nefsi, kendisi ile birlikte esfeli sâfilîne götürmek niyetindedir. O zaman insanoğlu Allah’ın kendisine verdiği serbest iradeyle ya düşmanı olan şeytandan yana tavır alarak şeytanla birlikte esfeli sâfilîne doğru gidecektir veya Allahû Tealâ’nın emrine uyarak, nefsini tezkiye ve tasfiye etmek suretiyle nefsini ahsen kılacaktır. İnsanoğlunun önünde iki tane yol, alternatif veya seçim vardır. Bu seçimlerden bir tanesini yapmakla mükelleftir. Hadîste geçen “Hata işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir.” ifadesindeki kişiler seçimlerini doğru istikamette yapanlardır.

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

Allahû Tealâ, ruhumuz açısından sahibimizdir, fizik vücut açısından emir merciidir ve nefsimiz açısından da nefsimiz için terbiyecidir, tezkiye ve tasfiye edicidir. Allahû Tealâ kâlu belâ günü insanlara soruyor: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”. Hepimiz “kâlû belâ: evet.” diyoruz. Ama yeryüzü hayatına indiğimiz zaman “kâlû belâ” diyen insanlar o sözü sanki unutuyorlar.

17/İSRÂ-48: Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ(sebîlen).
Bak, senin için nasıl misâller getirdiler (sana büyülenmiş, mecnun, deli, şair dediler) ve böylece dalâlette kaldılar. Artık yola (Sıratı Mustakîm’e) ulaşmaya güçleri yetmez.

Kişi Allahû Tealâ’yı unutuyor ve kendisi nefsini tezkiye etmeye kalkıyor.

53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illellemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a’lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a’lemu bi menittekâ.
Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.

ü  İnsanı Kurtuluşa Ulaştıran Tövbe Hangisidir?

Nefsin dünya hayatında envai çeşit istekleri vardır. Nefs her şeye talep sahibidir.  Ama ruhun bir tek talebi vardır ki, o da geldiği yere Allahû Tealâ’ya dönebilmektir. Kişi ruhun talebine uyduğu takdirde yani Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde, Allahû Tealâ onu, nefsini tezkiye etmesi için mutlaka mürşidine ulaştırır. Hadîs-i şerifte bahsi geçen tövbe hangi tövbedir? Bu tövbe mürşid önünde yapılan tövbedir. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin yaptığı tövbeler, devamlı iblis tarafından başka bir tövbeye götürülür. Kişinin yaptığı hataların hepsi nefsin manevî kalbindeki afetlerden kaynaklanır. Ve kişi nefs tezkiyesine başlamadığı takdirde günbegün her olayla kalbi kararır, sertleşir. O halde kişinin tövbesinin kabulü için ne yapması gerekir? O kişinin kendisine günahları işlettiren, nefsini, tezkiye ve tasfiye etmesi için mürşid önünde tövbe etmesi gerekir.

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

Başlangıç noktasında hiç kimsede engel yoktur. Akil ve baliğ olan herkese hidayetçiler hidayeti tebliğ ederler. Tebliğe muhatap olan kişi, serbest iradesiyle kalben ulaşmayı dilediyse, Allahû Tealâ ona peş peşe furkanlar verir. Kişi tebliğe muhatap olup da dilemedi, ilgisiz kaldıysa Allahû Tealâ o kişinin hassalarına engeller koyar. Eğer tebliğciyi, yalanlarsa uzuvlarına engeller koyar. Ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşmasına mâni olursa, yeryüzünde fesat çıkarırsa tebliğciye isyan bayrağını açarsa, o zaman da Allah o kişinin kalbini tab eder. Tamamen kişinin kalbî talebine bağlı olarak Allahû Tealâ o kişi üzerinde gerekli işlemleri vücuda getirmektedir. İnsanlara baktığımız zaman bir kısmı şeytan tarafından kötümser bir halin içerisine konularak Allah’tan uzaklaştırılmaktadır.

39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların üzerine hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen)."
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
 
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) amcasını şehid ettiren Vahşi’ye devamlı mektup yazarak İslâm’la şereflenmesi için tebliğ etmiştir. Vahşi, hem şirk içinde putlara tapan birisidir, hem de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in en yakınını öldürmüş, şehit etmiştir. Bu açıdan büyük bir ümitsizlik içerisinde artık kurtuluşunun mümkün olmadığını düşünmektedir.  Her seferinde daveti reddederken, Resûllullah (S.A.V) ona, Nisâ Suresinin 48. âyet-i kerimesiyle hitap etmiştir.

4/NİSÂ-48: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o takdirde büyük bir günah işleyerek iftira etmiştir.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve sâlih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o takdirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

Vahşi, Zumer Suresinin 53. âyet-i kerimesi kendisine okunduğu zaman “Tamam, ben şimdi kesinlikle tâbî olacağım.” demiştir. Zumer-53 ile Zumer-54 arasındaki illiyet rabıtasına göre, kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi halinde evvelâ günahlarının örtülmesi, Furkan Suresi 70. âyet-i kerimesine göre ise mürşid önünde tövbe etmesi halinde günahların sevaba çevrilmesi ve îmânı artan mü’min olması gerçekleşecektir.
Öyleyse o kişi kalben Allah’a ulaşmayı dileği takdirde Allahû Tealâ Enfal Suresi 29. âyet-i kerimesine göre bütün günahlarını örter ve geriye kalan sadece sevaplarıdır. Ve böylece o kişi bir tek dilekle Mu’minûn Suresinin 102. ayeti kerimesine göre felâha ulaşanlardan, cennete gideceklerden birisi olur.

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye 1. kat cennetini verir. Daha sonra Allahû Tealâ 7 furkanı vererek ilk 7 basamakta fizik vücudu diriltir. Daha sonra da nefsi diriltir. Nefsin manevî kalbine hidayetle ulaşır. O kalbi şeytana dönükken Kendisine çevirir. Sonra Allahû Tealâ fizik vücudun göğsünü yarar, teslimlere açar yani rahmet yolunu açar. Ve kişi zikretmeye başladığı an Allahû Tealâ o zikirle katından salâvât taşıyıcısıyla rahmeti o kişinin göğsüne ve oradan da kalbine ulaştırır. Böylece o kişi nurun sahibi olur.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e sahâbe soruyor: “Göğsün genişlemesi ne demektir?” “Göğsün şerh edilmesidir.” buyuruyor. Göğsün şerh edilmesi; o kişinin Allah’tan bir nur üzere olması demektir. Bu nur kişiyi huşû sahibi kılar. Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesinde, huşû sahiplerinin hacet namazı ile mürşidlerini Allah’tan talep etmeleri halinde, mutlaka onlara mürşid göstereceğini Allahû Tealâ garanti etmektedir.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

ü  Mağfiret Nedir?

Allahû Tealâ’nın gösterdiği mürşide kişi Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre tâbî olup, tövbe ederse o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahları Allahû Tealâ tarafından sevaba çevrilir. Hadîs-i şerifimize tekrar dönecek olursak, insanlar hata işler ama en hayırlıları tövbe edenlerdir. Çünkü Allahû Tealâ, mürşid önünde veya devrin imamı önünde tövbe eden kişinin günahlarını örtmekle kalmaz, o kişiye mağfiret de eder. Yani günahlarını sevaba çevirir. Mürşid önünde tövbe eden kişi, sıfır günahın sahibidir. Sıfır günahın sahibi ama işlemiş olduğu bütün günahların sevaba çevrilmesiyle birlikte, akîl-bâliğ olduğu noktadan o güne kadar işlemiş olduğu bütün amellerin karşılığındaki sevapların sahibidir. O zaman hadîs-i şerifte bahsedilen tövbenin mürşid önünde olduğunu net olarak anlıyoruz.

ü  Şefaat Nedir?

Allahû Tealâ, mürşide tâbî olup tövbe eden kişinin Allah’tan mağfiret talebini kabul eder, bir de devrin imamının o kişi için mağfiret talebini kabul eder. İki tane af, mağfireti vücuda getirir ki; bu o kişi için günahların sevaba çevrilmesidir. Bunun bir başka adı var mıdır? Elbette. Tövbe eden kişiyle devrin imamı arasındaki bu olay şefaattir.
  
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

Allahû Tealâ’nın ne kadar peygamberi varsa hepsi kavimlerini mağfirete çağırmışlardır.

11/HÛD-3: Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadleh(fadlehu), ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr(kebîrin).
Ve Rabbinizden mağfiret istemeniz, sonra O’na tövbe etmeniz, belirlenmiş bir zamana kadar sizi güzel bir meta ile metalandırması (geçindirmesi) ve her fazl sahibine, fazlını vermesi içindir. Ve eğer (geri) dönerseniz o zaman ben, büyük günün azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.

11/HÛD-52: Ve yâ kavmistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran ve yezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn(mucrimîne).
Ya kavmim! Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra O’na tövbe edin (mürşidin önünde tövbe edip, zikre başlayın). Üzerinize sema(dan) bol yağmur (bol rahmet) göndersin. Ve sizin kuvvetinizi, kuvvet ile arttırsın. Ve mücrimler (suçlular) olarak yüz çevirmeyin.

Mağfiret tövbe ile gerçekleştiğine göre o zaman aslında Allahû Tealâ’nın bütün peygamberleri, resûlleri kavimlerini tövbeye ve mağfirete davet etmişlerdir. Öyleyse hadîs-i şerifle âyet-i kerimeler birbiriyle %100 örtüşmektedir.