Güzel Ahlak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güzel Ahlak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2015 Pazartesi

GÜZEL AHLÂK

GÜZEL AHLÂK

Tasavvufu Yaşayanlar, Güzel Ahlâklı ve Topluma Örnek Olan İnsanlardır
Tasavvuf bir yaşam biçimidir. Tasavvufî yaşamda başkalarına örnek olunacak davranış biçimleri sergilenir. Kişi, dergâh hayatında dışarıdaki davranışlarından farklı yeni bir dizayna kendisini alıştırmak hedefine yönelmelidir. Tasavvuf mensupları, güzel ahlâklı ve örnek olan insanlardır. İnsanlık tarihi boyunca bu hep böyle olmuştur.
Tasavvuf, Allah’a teslim olma standartlarının yaşanmasıdır. Bütün dinler, aslında Hz. İbrâhîm’in Hanif Dîni yani İslâm, Teslim Dîni olarak, tek bir dîn olarak var olmuştur. Tasavvufu yaşayanlar Âdem (A.S)’dan bu tarafa hep başkalarına örnek davranışlar sergileyen insanlar olmuşlardır.

Tasavvufun İnsanlara Kazandırdığı Davranış Biçiminde Hedef Nedir?
Tasavvufun kazandırmak istediği davranış biçiminde; kişinin elinden ve dilinden kimsenin rahatsız olmadığı; olgun, kemâle erişmiş; örnek alınacak insan tipini vücuda getirmek vardır. Hedef, kişinin bütün davranışlarında mutlaka Allah’ın emirlerini yerine getiren ve Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemeyen; herşeyi en güzel standartlarda tatbikata koyan bir davranış biçimi sergilemesidir. Bununla amil olmasıdır.
Allah, insanlar arasında bir dostluk halesini, meltemini yaymasını ve esmesini istemektedir. Bu davranış biçimi, kişiyi başkalarından ayrı kılan bir özelliktir. Başkalarına ulaşan herşey, sadece onları mutlu kılacak olan davranışlar olmalıdır.

Tasavvufî Yaşamda Sevgi ve Saygının Önemi
Başkalarını sevmeli ve onlara karşı saygılı olmalısınız. Ancak o zaman onların da sizi seveceklerini ve saygı duyacaklarını hiç unutmamalısınız. Siz başkalarına karşı saygısız davranırsanız; sizden başkalarını üzecek davranışlar sadır olursa o zaman başkalarının da size karşı davranışları aynı statüde olur. Saygısızlığın mukabili saygısızlıktır. Sevgisizliğin mukabili sevgisizliktir. Karşımızdaki kişiye nasıl davranırsanız öyle bir davranışa muhatap olursunuz. Eğer siz başkalarına en iyi şekilde davranışlar sergilerseniz bunun mutluluğunu yaşarsanız. Sizden onlara ulaşan, o en iyi davranış biçimlerinin başkalarından da size aksetmesi oluşursa, o zaman insanlar arasındaki münasebetler, Allah’ın emrettiği en güzel forma oturmuş olur. 
Tasavvuf mensupları, güzel davranışları benimsemek; yerli yerine oturtmak ve  tatbik etmek durumundadırlar. Tasavvufun temel ilkesi; çevresel şartlar ile yozlaşmamaktır. Çevrenizdeki insanlar, tasavvufî hayatı yaşamayanlar, sizden çok farklı davranışlarda bulunabilirler. Bu kişiler içki içebilirler; kumar oynayabilirler; birbirlerine karşı saygısız davranışlarda bulunabilirler; kırıcı olabilirler; kavga edebilirler; birbirlerini yaralayabilirler.  Ama tasavvufta olanlar onlar gibi olmamak için tasavvufu yaşarlar.
Küçükler, büyüklere karşı saygılı davranışlar içinde bulunmalıdır. Elbette büyükler de küçüklere karşı sevgi ile yaklaşmalıdır. Tasavvufun dizaynında hiyerarşik merdiven vardır ama başkalarına kırıcı bir şekilde emretmek yoktur. Tasavvuf, hiç kimseyi kırabilecek olan bir davranışı tecviz etmez;  cevaz vermez (müsaade etmez).

Tasavvufu Yaşayan Bir İnsan Olmanın Alâmet-i Fârikası
Tasavvuf mensubu olmanın alâmet-i fârikasını, yani sizi başkalarından farklı kılan özelliği, örnek davranışlar sergileyerek hayatınıza hep tatbik etmek mecburiyetindesiniz. İnsanlar, sizin davranışlarınızı başkalarına hep örnek gösterebilmelidir. Farkınızı: “Ben şöyle davranırım, böyle yaparım.” tarzında laflarla değil, davranışlarınızla ispat etmek zorundasınız. Böyle bir dizaynda sizi başkalarından ayıran perde,  Allah’ın emirlerine itaatiniz ve yasak ettiği fiilleri işlememenizdir.  Hayatın her saniyesinde bunu  düşünmelisiniz.  Sizden çevrenize  ulaşan her söz, her fiiliyat ölçülü olmalıdır. İnsanları kıracak, üzecek sözler ve davranışlar tasavvufu yaşayanlar yani sizler tarafından  sergilenmemelidir.

Hoşgörülü ve Anlayışlı Olmak
Beşerî münasebetler çok cepheden hüküm ifade eder. Başkalarında birtakım yanlış şeyleri görebilirsiniz. Tasavvuf mensupları arasında da eksik davranış biçimleri, olması lâzımgelenin dışında davranış biçimleri görülebilir. Elbette herkes aynı seviyede değildir. Sizin aranızda da kırıcı sözler söyleyenler ya da yanlış davranışlarda bulunanlar olabilir. Burada dikkat edilmesi lâzımgelen en önemli şey; başkalarının yanlışını fark ettiğiniz zaman, kendinizin de aynı yanlışları yapıp yapmadığınızı kontrol etmenizdir. Örneğin:  Bir kişi yanlış bir davranışta bulundu. Siz de ona en güzel davranışlarda bulunarak onun daha güzele ulaşması için, yapılması lâzım gelen şeyleri ifade ederek, ondan taraf olarak, ikaz ettiniz. Burada siz herşeyi doğru yaptığınızı düşünüyorsunuz ama bir başka kişide yani üçüncü kişi de sizin ona söylediğinizi duyduğunda, sizin de aslında aynı hataları yaptığınızı ama bunun farkında olmadığınızı görebilir.  
Birçok insan hata yapar ama hata yaptığını fark etmez. Başkalarının yaptıkları size hata olarak görünür fakat kendi yaptıklarınız size hata olarak görünmez. Başkalarını bir tenkit süzgecinden geçirdiğiniz zaman, hedefiniz o kişiye mutsuzluk vermek olmamalıdır. Yani onu ikaz ederken, onu üzecek, kıracak bir davranış biçimi uyguladığınız zaman, siz onun hatasından daha büyük bir hatayı yapmış olursunuz. Eğer bir kişiye davranışlarından dolayı uyarı yapacaksanız evvelâ kendinize bakmalısınız. Sakın siz de aynı hatayı yapmakta olan birisi olmayasınız? Birçok kişi için bu durum geçerlidir. Onun için üçüncü kişiyi misal olarak verdik. İkinci kişi, birinci kişiye  hatayı söylüyor ama onları duyan üçüncü kişi bakıyor ki; o gördüğü hatayı söyleyen de aynı hatayı defalarca yapmış ama hiç farkında değil. 
Bir başkasında bir hata gördüğünüz zaman, ilk iş; “Acaba ben de bu hatayı işliyor muyum?” diye kendinizi bir süzgeçten geçirmektir. Eğer siz de aynı hatayı yapıyorsanız, evvelâ karşınızdakine hoşgörülü davranmalısınız. Eğer siz aynı hatayı yapmıyorsanız gene de hoşgörülü davranmalısınız. 
İnsanların hatalarını, yüzlerine karşı, sert bir şekilde söylemek, yanlış bir davranış biçimidir. Bu davranış biçimlerini doğruya dönüştürmekle tasavvuf mensupları mükelleftir. En güzel davranış biçimini, kimsenin kalbini kırmadan sergilemek gerekir. Böyle bir durum ile karşılaştığınızda: “Bu konuda ne yapılabilir? Nasıl yapılabilir? Bu dizayn hangi dizayn olmalı?” şeklinde en doğru davranış biçimini, kimsenin kalbini kırmadan nasıl devreye sokacağınızı düşünerek hareket etmelisiniz.
Evvelâ insanlara hoşgörülü davranmak, usul haline getirilmelidir. Kişi her gördüğü yanlışlıkta: “Acaba ben de aynı yanlışlığı yapıyor muyum?” diye dikkatle bakmalıdır ve kendisine çeki düzen vermelidir. Davranışlarınız, herkesi en güzele yaklaştırıcı olmalıdır. Herkese karşı davranış biçiminiz, onları kırmadan, güzellikleri sergilemek istikametinde olmalıdır.
Tasavvufu yaşayanlar, Allah’ın emirlerini yapmalı ve Allah’ın yasak ettiklerini yapmamalıdır. Herşey bu kadar basit bir kanuna dayanmaktadır. Ama tatbikata geçildiğinde nefsin afetleri devreye mutlaka girer. Nefs afetleri şeytan ile birlikte Allah’ın emirlerinin tersini yapmaya; Allah neyi yasaklamışsa onu da mutlaka yaptırmaya zorlar. Tatbikatta yapılan yanlışlıkların sebebi dikkat edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Dikkatsiz tatbikatlar asıl kötü standartları başlatır. İblis, tasavvufî yaşantıyı, olması lâzımgelen yönün tamamen tersinden dikte ederek, hep yanlış şeyler yapılmasına sebebiyet verir. 

Başkaları ile İlişkilerinizde Her Zaman Herşeyi Yerli Yerine Oturtmalısınız
Burada bir örnek vererek davranış biçimlerini inceleyelim: Eğer bir kişinin arkadaşının arabasına ihtiyacı olmuşsa bu konuda arkadaşından müsaade istemelidir. Araba sahibi de zaten bu ihtiyacın farkındaysa ihtiyacı olan kişiye bunu kendisinin teklif etmesi gerekir. Ama bu teklif de bulunabilmesi için o anda arabaya ihtiyacı olmaması veya arabayı diğer kardeşimizin emrinde kullanabilmesi için, müsait zeminin var olması gerekir. Burada araba sahibinin görevi; imkânları müsait olduğu sürece arabasını tahsis etmesidir. Bu teklif ondan gelmelidir. Bu konudaki tarafların hepsi; araba sahibi ve arabaya ihtiyaç duyan diğer kişilerin tasavvuf mensubu olduğunu varsayarak davranış biçimlerini incelemeye devam edelim. Arabanın asıl sahibi olmadıkları halde sahibinin tasavvuf mensubu olması sebebiyle o arabadan istifade etmek isteyen kişiler: “Ben tasavvuf mensubuyum o da tasavvuf mensubu; biz dışarıdaki insanlar değiliz. Onun da arabası olduğuna göre bu arabayı mutlaka benim ihtiyacım olduğu zaman bana tahsis etmeli.” diye düşündüklerinde büyük bir hata yapmış olurlar.
“Tasavvuf mensubu olup araba sahibi olan kişiler, arabalarını, araba sahibi olmayanlara her an tahsis etmelidir” diye bir izlenimin meydana gelmesi çok yanlıştır. Bu izlenimle ve düşünceyle hareket etmek arabaya sahip olmadıkları halde arabanın kendisine tahsis edilmesini isteyen kişilerin  ihtiyacı, araba sahibinin ihtiyacından önde gelirmiş gibi bir davranış biçimi sergilemelerine sebep olmaktadır. Araba sahibinin  tasavvuf mensubu olması bu beklenti ve düşüncenin oluşması için yeterli sebep olarak görülmektedir. Tasavvufta olduğu için  bunun kendilerine verilen bir hak olduğu düşünülmektedir. Çünkü eğer araba sahibi tasavvufta olmasaydı o araba kolay kolay istenmezdi.       
Yukarıda verdiğimiz misalde meseleye dikkatle bakmalısınız! Bir araba herşeyden evvel kullanılma açısından araba sahibinin ihtiyaçları için alınmıştır. Elbette çevresindeki kişilerin ihtiyacı olduğu zaman o arabadan istifade etmelidirler. Ama arabanın sahibi olmadığı halde arabanın tahsis edildiği kişiler bunun bir lütuf olduğunun bilincinde olmalılar. O arabayı arabanın sahibine hak tanımadan, sanki asıl sahibi olan kişi o arabanın üzerinde hiçbir hak sahibi değilmiş de  sadece  onların ihtiyaçlarına diledikleri zaman tahsis edilmesi en tabiî haklarıymış gibi düşünüyorlarsa bu tasavvufa uygun bir düşünce tarzı değildir. Bu düşüncelerin dışa vurulması da tasavvufa uygun bir davranış biçimi değildir. 
Araba sahipleri, nasıl ihtiyacı olan kardeşlerine kendi ihtiyaçlarının dışındaki zaman parçalarında arabalarını tahsis etmekle mükellefseler, o arabadan istifade edecekler de o arabanın sahibinin haklarına, kendilerinden daha önde gelen bir hak olarak riayet etmek mecburiyetindedirler. Evvelâ arabanın sahibi hak sahibidir. Kişilerin:  “Acaba şu anda o araba o kişiye lâzım mı, değil mi?” diye hiç düşünmeden “Gel beni falan yerden al; falan yere götür. Beraber çarşıya çıkacağız; alışveriş edeceğiz. Arabanı şu saatte şurada hazır bulundur.” gibi bir takım talepleri usûl haline getirmeleri hiç uygun değildir.

Tasavvuf Hiç Kimseye Başkasının Haklarını Çiğneme Yetkisi Vermez.
Tasavvuf; davranış biçimlerinizin, başkalarını huzursuz edecek bir hüviyette olmasına asla müsaade etmez. Böyle bir davranış biçimi, güzel ahlâkla bağdaşmaz. Verdiğimiz örnekte o arabanın sahibi olan kişi, size her an hiç düşünmeden arabasını vermekteyse ve siz de bunu her seferinde o araba size tahsis ediliyor diye kendi hakkınız gibi görmeye başladıysanız, burada büyük bir yanlışlık vardır. 

Emrivakilerde Bulunmak Adabı Muaşeret Kaidelerine Uygun mudur?
Bir kişiden, bir kardeşinizden bir talepte bulunurken evvelâ düşünmeniz lâzımgelen şey; o anda o vasıtaya, onun sahibinin ihtiyacının olup olmadığını tespit etmektir. Bunu ondan sormak mecburiyetindesiniz. Eğer sormuyorsanız, sormak gereğini duymuyorsanız, o zaman siz, tasavvufa uygun davranış biçimini sergilemiyorsunuz. Daha da kötüsü, tasavvufta olmayı, bu yanlış davranışı yapabilmek için sizi yetki sahibi kılan bir özellik olarak değerlendiriyorsunuz demektir. “Ben tasavvuftayım, isterim. O araba onun olduğu kadar da benimdir. Onun ihtiyacı olsun olmasın, benim o anda ihtiyacım varsa, ben o arabayı isterim ve alırım; kullanırım.” diyorsanız böyle bir hakkı Allahû Tealâ size veriyor mu? Araba sahibi olan tasavvuftaki kardeşleriniz, arkadaşlarınız size arabalarını tahsis edeceklerdir. Ama bu onlar için zevk duyacakları bir ortam olmalıdır. Başkalarına yardım edebilme fırsatı ellerine geçti diye sevinerek bunu yapacaklardır ama siz, arabaları isteyenler, eğer hiçbir şekilde en ufak bir adabı muaşeret kaidesine, nezaket kaidesine riayet etmeden, her an kendi ihtiyacı olsun olmasın, size arabasını dilediğiniz standartlarda tahsis etmesini istiyorsanız, burada haklı mısınız? Araba sahibinin ya da ailesinin o anda o arabaya ihtiyacı varsa önce onun hakkı gelmez mi? Allahû Tealâ aksini mi önerir? Burada ki yanlış davranış; hiç sormak gereğini duymadan, karşı tarafa emrivakiler yapılmasıdır. Hiç kimse bu yetkinin sahibi değildir. Hiçbir kimse canının istediği an başka birine ait olan arabayı emir şeklinde, kendisine tahsis etmesini isteyemez. En basit nezaket kuralları bunu gösterir. Tasavvufta ise bu daha bir incelik kazanır. Kişi: “Ben de tasavvuftayım, o da tasavvufta. Ben dilediğim an onun arabasını alırım.” diye düşünüyorsa o zaman tasavvuf o kişiyi, basit nezaket kurallarını bile sergileyemeyecek şekilde daha da dejenere etmiştir. Burada büyük bir yanlışlık vardır. Tasavvufu yaşayanlar, nezaket kurallarına tasavvufun dışındakilerden daha çok, daha titizlikle ve incelikle riayet etmek mecburiyetindedirler.
Örneğimizde de ifade ettiğimiz gibi eğer bir vasıtanın sahibine: “Hadi buyurun! Sizi dilediğiniz yere götüreyim.” tarzında bir talebi olmaksızın, siz kendi kendinize  emirler vermeye kalkarsanız, o zaman sergilediğiniz doğru bir davranış biçimi olmaz.

En Basit Nezaket Kurallarına Bile Riayet Etmeyen,
Sadece Kendini Düşünen ve Nezaketsiz Bir İnsan Tasavvufu Yaşayabilir mi?
Araba sahibi olanlar ile çevresindekileri bir örnek olarak vermiştik şimdi  buradaki davranış biçimini incelemeye devam ediyoruz. Araba sahipleri ihtiyacı olmadığı bütün zaman parçalarında, onu, ihtiyaç sahiplerinin kullanmasına müsaade etmelidir. Araba sahibi olmayı bir üzüntü haline getirmeye; onlara karşı yapılan davranışlarla üzüntü vermeye, hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu açıkça haksızlıktır. Tasavvufa ise hiçbir şekilde yakışmaz. Çünkü o arabanın benzinini alan, taksitini ödeyen, bütün masraflarını yapan odur ve çevresindekiler, bunların hiçbiri umurunda bile olmaksızın, dilediği anda onun arabasına el koymak imkânına sahip olduğunu zannederlerse yanılırlar.
Evvelâ adaletin yerine gelmesi gerekir. Kimin arabasını kullanıyorsanız o  istikamette masraflarına iştirak etmek mecburiyetindesiniz. Belki siz teklif ettiğiniz zaman, almayacaktır; o başka konudur. Büyük şehirlerde mesafeler varsa, bir araba sahibini, başka bir yerden sizin bulunduğunuz yere getirip de ondan bir hizmet istemeniz, o kişinin saatlerini, zamanını, size adamak standartlarındaysa; vaziyeti, müsait olup olmadığını incelemeniz gerekmektedir. Yoksa “Mademki ben tasavvuftayım, o da tasavvufta, ben karşı taraftayım, o da öbür tarafta ama olsun, köprüyü geçecek, gelecek, bana hizmetini edecek, ondan sonra geri dönecek, ne yaparsa yapsın.” diye mi düşünüyorsunuz? Bu kadar düşüncesizlik olabilir mi? Arabanın oradan oraya gelmesi, bir zamanı ve bir sürü benzin parasını gerektirir. Karşıdan karşıya geçmek söz konusuysa, köprü parası vardır. Bunu o araba sahibinin üzerine yüklediğiniz zaman haksızlık doğar.
Tasavvufta, etrafınızda olan davranış biçimlerinde, nezaket kurallarına, başkalarından (tasavvufun dışındakilerden) daha çok riayet etmek mecburiyetindesiniz. Hepiniz diğerinize, en güzel davranışı gösterdiğiniz zaman, onlardan da en güzel davranışı aldığınız zaman, tasavvufu yaşarsınız. En basit nezaket kurallarına bile riayet etmeden tasavvufu yaşamak, hiç kimsenin harcı değildir. Onlar tasavvufu yaşamazlar. 
        
Tasavvuf  Baştan Aşağı Adaptır; Edeptir; Güzel Ahlâktır
Şeytanın ve nefsinizin afetlerinin sizi etkilemesine müsaade vermemelisiniz. Sizi etkilemesi başkalarına yanlış davranışlar olarak yansımaktadır. Yanlış davranışlarla çevrenizdekileri huzursuz kılıp sıkıntıya sokarsınız. Buna hakkınız var mı? Sizin herhangi bir ihtiyacınız görülecek diye başkalarının sıkılmasına sebep olmamalısınız. Buna dikkat etmelisiniz. Nereye kadar hakkınızın olup olmadığını nerede durmanız gerektiğini bilmek mecburiyetindesiniz. Her yerde bir adap vardır. Tasavvuf ise baştan aşağı adaptır.

Tasavvufta, Nezaket Kurallarına Riayet Etmek Vardır
Tasavvufta, başkaları konuşurken, sabırla sözlerin dinlenmesi onun sözünü kesmemek asıldır.  Tasavvufta, nezaket kurallarına, tasavvufta olmayan insanlardan çok ötesinde yer verilir. Tasavvufta edep öğrenilir. Kişiler birbirlerine karşı davranışlarında sürekli olarak bu adaba riayet etmelidirler.
Çocukları, devamlı daha güzele yaklaştırmakla hepiniz mükellefsiniz. Büyükler konuşurken, çocuklar sözleri kesip konuşmak için kafalarından geçeni söylemek için yetki isterler. Bunun bu şekilde yapılmaması gerektiğini çocuklara öğretmekle; anlatmakla ve en önemlisi bu konuda onlara örnek olmakla mükellefsiniz. Onların da doğruyu öğrenmesi, devamlı olarak büyüklerinin sözünü kesmemesi asıl hedef olmalıdır.
Davranış biçimlerine dikkat edilmelidir. Arkadaşlarınıza, yaşıtlarınıza ya da küçüklerinize hitap ettiğiniz zaman onların isimlerini kullanmalısınız. Onları elinizle dürterek, “Şişt!” diyerek, onlara “Hey! Bana baksana!” tarzında ifadelerle, tasavvuf dışı bir davranış biçimleri yerine, onun isminin kullanılması daha güzeldir. Hiç kimsenin davranış biçimlerinde, tasavvufî hayatı zedelemeye yetkisi yoktur. Çünkü tasavvuf, örnek alınması lâzımgelen bir müessesedir. Başkaları sizin hayatınızı gördükleri zaman, “Hah işte! Bu toplum tasavvufu yaşıyor. Hepsinin davranışları örnek davranışlar.” diyebilmeliler. Adaba uygun davranışları, sadece aranıza bir misafir geldiği zaman değil, hayatınızın her saniyesinde tatbik etmek mecburiyetindesiniz. Dergâh hayatı bunu icabet ettirir.

Tasavvufta Verilen Söze Riayet Edilir
Davranış biçimlerinde bir diğer önemli konu da verilen söze riayet etmektir. Eğer  falanca yerde, falanca saatte olacağınıza dair söz vermişseniz; yarım saat, bir saat sonra buluşma yerine gidip af dileme gereği bile duymuyorsanız burada yine yanlış bir davranış biçimi sözkonusudur. Hem sözünüze riayet etmediniz hem de  hem de kabahatinizin affı için en basit nezaket kurallarından olan, bir özüre bile gerek görmediniz. O kişinin ne kadar zamanını gasp ettiğinizi hiç düşünmediniz.

Tasavvufu Yaşayanlar Zamanı İyi Kullanmalıdırlar
Herkes için zaman Allah’ın en büyük hazinesidir. Yaşlandıkça, daha yapılacak görevleriniz olduğunu düşündükçe, zamanın önemini daha çok anlarsınız. Zamanı en iyi şekilde kullanmak mecburiyetindesiniz. 

Özür Dilemek
Başkalarına onlardan neyi gasp ettiyseniz, onun rızası olmaksızın aldıysanız, onun bedelini bir özürle ödemek mecburiyetindesiniz. Bütün davranışlarınız en güzele dönük; sizi nezaket ve edep sahibi kılacak hüviyette olmalıdır. 
Hapşırdığınız, öksürdüğünüz, geğirdiğiniz zaman çevrenize bunun bir negatif etkisi olmamasına, çok dikkat etmelisiniz. Bir “Affedersiniz.” demek, hepiniz için farklılığı oluşturmanız açısından asgari gerekliliktir

Yardım Etmek ve Yardım İstemek
Tasavvuf yaşayan insan alelâde bir insan değildir. O, Allah tarafından seçilmiştir sonra Allah’a ulaşma dileğinin sahibi olmasıyla Allah onu Kendine ulaştırmıştır. Allah’ın evliyası olma şerefine lâyık görülmüştür. Öyleyse kişi bunun bedelini, en güzel davranışlarla ödemek mecburiyetindedir. Bulunduğunuz hizmet noktalarında herkes, birbirine yardım etmek mecburiyetindedir. Örneğin; dergahlarda yemeklerin yapılması, sofraların kurulması, yemeğin yenmesi, etrafın temizlenmesi vb. gibi bir sürü iş vardır. Bu işler yapılırken, birileri diğerlerine, onları hiçe sayarcasına emir vermemelidir. Bir kişiye bir rica, bir talep usulünce söylendiği zaman karşısındakini kırmaz. Ama ona emretmeye kalkarsanız, onun üzerinde bir mevkinin sahibiymiş gibi davranırsanız, bu davranışınızla onu kırarsanız, Allah’ın emrettiği bir şeyi değil, yasak ettiği bir şeyi yapmış olursunuz. Hiç kimsenin davranış biçimleriyle, başkasının üzülmesini oluşturması tecviz edilemez. Davranışlarınızda tevazuyu öne almalısınız. Hiç kimseye emretmemelisiniz. Bir yardım talebinde bulunmak başka şey, emretmek başka şeydir. Emretmek her zaman kırıcıdır. Her ifade eğer sizin ağzınızda yumuşayarak başkasına ulaşırsa, oradan pozitif bir tepki alırsınız. Yaşça karşınızdakinden büyükseniz bile: “Ben ondan yaşlıyım, ona emredebilirim.” şeklinde düşünemezsiniz. Usulü dairesinde istediğiniz  herşey için, etrafınızdaki insanlar, size o istikamette yardım etmek üzere her zaman hazır olurlar.
Bir isteğin başkasını kıracak bir şekilde tahakkuk etmesi; ifade edilmesi; bir üstünlük kisvesine bürünmesi yanlış bir davranıştır. Bunu yaparsanız, bir haksız davranışın içine girersiniz. 
Sizden bir şey talep edildiği zaman, derhal yardım elinizi uzatmalısınız. Tasavvufun yaşandığı bir toplumda her zaman, herkes herkese yardım etmeye hazırdır.  Herkes için hedef tayin edilen, herkesin etrafındaki herkese onlardan yardım istemek değil, yardım etmek talebinde bulunmasıdır.
Başkalarına yardım ya da iyilik yapmak konusunda sergilenen yanlış davranış biçimlerinin bir cephesi de yardım eden kişilerin yardım edileni küçük görmesidir. Eğer: “İşte bak sen bunu yapamıyorsun; alamıyorsun; elde edemiyorsun. Bunu ancak ben sana getirebiliyorum. Benim kıymetimi bil.” tarzında bir davranış biçimi ve tutum varsa bu düşüncenin sahibi olan kişiler büyük bir yanlışın içindedirler. Bu, insanın yaptıklarını başa kakmasıdır. Allahû Tealâ, böyle bir davranış biçimini asla emretmez.    
Yardım istemek konusunda yapılan yanlışlardan biri de şu şekilde tahakkuk etmektedir: Diyelimki; bir kişiye size bir yardım etmesi için teklifte bulundunuz ama karşınızdakinin durumu müsait olmadı. Şeytan; “Hayır, aslında onun şartları müsait ama sana öyle söylüyor.” diye bin tane dereden su getirip, sizin ona kırılmanızı temin etmeye çalışır. Şeytanın bir tek gayesi vardır. Bu gaye; herkesi sadece üzmek, kırmak ve birbirine düşman olmalarını sağlamaktır. 
Kişinin daha evvel verdiği bir söz olabilir ya da yardımcı olamamasının başka bir nedeni olabilir. O zaman üzülüp size yardımcı olamayan kişiye kırılmamalısınız. Gerçekten o kişinin şartlarının o sırada uygun olmayabileceğini kabul etmelisiniz ve şeytanın bu konudaki gayretlerini boşa çıkartmalısınız; bir kırgınlık yaşamamalısınız.  

Teşekkür Etmek
Size bir kişi bir yardımda bulunduğu zaman, bir iyilikte bulunduğu zaman, ona teşekkür etmediğiniz takdirde tasavvufun gereklerini yapmamış olursunuz. Tasavvufu yaşamayan insanlar da güzel davranışta bulunduğu zaman onlara da teşekkür etmek hep asıldır. Tasavvufun dışındaki insanlar da birbirlerine teşekkür ederler. “Ben tasavvuftayım, o bana bu iyiliği yaptı Allahû Tealâ  nasıl olsa ona mükâfatını verecek, derecatını yükseltecek, benim ayrıca teşekkür etmeme gerek yok.” diye düşünürseniz bu konuda büyük hata yapmış olursunuz. Hiç kimse size iyilik yapmak mecburiyetinde değildir. Eğer siz dışarıdan bir pozitif tesir almışsanız, bu sizi memnun eden bir şeyse; bir ihtiyacınızın tatmini söz konusuysa, bunun için size bir yardımda bulunulmuşsa, siz de: “Ben de tasavvuftayım, o da tasavvufta. Onda var, bende yok. Onu bana almaya, onu bana vermeye mecbur.” tarzında düşündüğünüzde yanlış yaparsınız.  Hiç kimse size birşeyler vermeye, almaya vs.  mecbur değildir.
Kim kendisinde olan bir şeyi bir başkasına meselâ size veriyorsa; bir yakınınız, bir arkadaşınız size ihtiyacınız olan bir şeyi alıyorsa; size bunu teslim ediyorsa; ihtiyacınız olduğunuzun farkına varmışsa; sizin o anda o şeyi temin edebilecek imkânınız yoksa ya da imkanınız olsa bile o kardeşinizin size bunu temin etmesi; hediye etmesi, sizin ona teşekkür etmenizi gerektirir. Böyle bir durumda: “Ben buna lâyık olduğum için bu bana verildi. Benim bunun için teşekkür etmem gerekmiyor.” tarzında bir düşüncenin sahibi olmanız ve teşekkür etmemeniz yanlıştır. Eğer bu tarz bir düşüncenin sahibi olmadığınız halde teşekkür etme alışkanlığınız olmadığı için teşekkür etmiyorsanız bu da yanlış bir davranış biçimidir. Size göre teşekkür etmemenizin sebebi ne olursa olsun önemli olan sizin gördüğünüz sebep değildir. Önemli olan; sizden insanlara ulaşan davranış biçiminizdir. Çevrenizdeki insanları üzecek veya sevindirecek olan sizin düşünceleriniz değil, sizin düşüncelerinizin dışarıya yansımasıdır. Başkaları size hangi lütufta bulunmuşsa, onun karşılığında da mutlaka teşekkür etmelisiniz.
Eğer size yapılan bir iyilik varsa, bunun karşılığını sözle bir teşekkür ederek bile veremiyorsanız buna gerek duymuyorsanız, tasavvufa yakışmayan bir davranış biçimi sergilersiniz. Size yapılan güzel davranışın cevabını verememiş ve üzerinize düşeni yerine getirememiş olursunuz.  Size birisi bir iyilikte bulunduğu zaman, o iyiliğin öncesinde o size borçlu bile olsa onun yaptığı bu iyilikle siz de ona bir teşekkür etmeye borçlanırsınız. Mutlaka teşekkür etmek mecburiyetindesiniz. Allah’ın emri böyledir! Size yapılan bir iyilik için o kişi kendisine düşen gayreti göstermiştir. Onu size sağlamıştır. Onun altında kalmak; teşekkür etmemekle oluşur. Eğer nefsiniz devreye girmişse, teşekkür etmeyi size onur kırıcı bir şeymiş gibi gösterir. 

Misafirlikte Dikkat Edilecek Ahlâk Kuralları
Bir yere misafirliğe giderken, oraya haber vermeden gidilmesi yanlış bir davranış biçimidir. Evvelâ gidilecek kişinin uygun olup olmadığı öğrenilmelidir. Birini ziyaret  edeceğiniz zaman karşınızdaki kişinin standartlarına, uymak mecburiyetinde olan sizsinizdir. Tasavvufta birini ziyaret ederken: “Ben de o arkadaşım da ya da kardeşim de tasavvuf mensubuyuz. Canım istediği zaman giderim. Ne kadar istersem de o kadar kalırım.” diye düşünülemez. Hem ziyarete gideceğiniz zaman hem de orada kalacağınız süre ile ilgili olarak karşınızdaki kişinin şartlarına riayet etmelisiniz; kişisel işleri vb. her zaman olabilir. Onun uygun saatinde, uygun standartlarda biraraya gelmeniz söz konusu olmalıdır. 
Bir eve ziyarete gidildiğinde, o evdeki herşeyi kullanmak hakkının sahibi değilsiniz. Her yerde neyi kullanacaksanız müsaade almak mecburiyetindesiniz. Mesela aynı dergâhın içinde ayrı odalarda yaşıyorsunuz ama bir başka kardeşinizin odasına ziyaretine gitmek istediniz. O zaman o kişinin odasına gitmek için izin istemek mecburiyetindesiniz. Oradaki eşyalarını onun rızası olmadan kullanmamak mecburiyetindesiniz. “Tasavvufta böyle şey olur mu? Hepimizin eşyası herkesindir.” diye düşünemezsiniz. Hepinizin eşyası herkesin değildir. Herkesin şahsî eşyası kendisine aittir ve onu siz kullanmak istiyorsanız, mutlaka sahibinden izin almak mecburiyetindesiniz. Özellikle de toplum olarak yaşanıyorsa herşeyi bir sıraya koymak mecburiyetindesiniz. Örneğin; banyoyu kullanmak, tuvaleti kullanmak  her konuda belli bir nezaket kaidesine, her zaman riayet etmek mecburiyetindesiniz.
Tasavvufu yaşayanlar, etraflarındaki herkese faydalı olmak ve edepli, güzel ahlâk sahibi insanlar olarak doğru davranış biçimleri sergilemek mecburiyetindedirler.