Allah'a Verdiğimiz Yeminler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Allah'a Verdiğimiz Yeminler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2015 Perşembe

ALLAH’A VERDİĞİMİZ YEMİNLER

                            ALLAH’A VERDİĞİMİZ YEMİNLER
         
    Allah, kâinatı, melekleri ve cinleri yaratmış, insanın dışındaki bütün canlıları da sudan yaratmış, sonra da hanif dînini yaratmıştır. Yaratılan en son mahlûk, insandır. Onu da hanif fıtratı ile yaratmış ve kâinata varis kılmıştır. Bütün yarattıklarını insanın emrine musahhar kılmıştır. İnsanın yaradılışına baktığımızda, Hicr Suresi 26.âyet-i kerîmede buyuruyor ki Rabbimiz:

15/HİCR–26:Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin)
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
    
     Yani bu bizim görünen fizik vücudumuz.
     Allahû Tealâ, bize bir de nefs beden vermiş. (Şems Suresi 7. âyet):

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede)
       
    7 kademede sevva edilen nefs beden kademeleri:
1. Nefs-i Emare
2. Nefs-i Levvame
3. Nefs-i Mülhime
4. Nefs-i Mutmaine
5. Nefs-i Radiye
6. Nefs-i Mardiye 
7. Nefs-i Teskiye.

     Allahû Tealâ Secde Suresi 9. âyette bize ruhundan üfürdüğünden bahsediyor:

32/SECDE–9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

     Demek ki Allahû Tealâ bizi tek beden değil, 2 beden olarak yaratmış. Ruhundan üflemiş. Sonra cüz’i irade ve akıl vermiş.
      Akıl iradenin komutanıdır. Kâinatta Allah emretmedikçe yaprak bile kımıldamaz. Fakat ademoğlu aklıyla ve iradesiyle hayrı dilerse hayır işlemeye, şerri dilerse şer işlemeye yetkilidir. Bu yüzden irade verilen insan ve cinler için imtihan vardır. Cennet ve cehennem vardır. Hesap vardır. Allah ‘‘el Adl’’ esmasının sahibidir.  Hiç kimseyi cennete ve cehenneme koymaz. Biz insanlar, cenneti veya cehennemi aklımızla ve irademizle hak ederiz.
     Allahû Tealâ yarattığı âdeme ruhundan üfürünce; cinlere ve meleklere secde emri vermiş. Ama cin taifesinden şeytan, bu emre kibrinden ötürü karşı gelmiş.        ‘‘Onu balçıktan, beni ise dumansız ateşten yarattın, ben ondan üstünüm.’’ demiş.
     Şeytan kibrinden ötürü Allah’ın huzurundan kovulmuş. Bunun üzerine o da kıyamete kadar mühlet istemiş. A’raf Suresi 12–18. âyetlerde bu konudan bahsedilmektedir:''Benden üstün kıldığın bu âdemoğlunun Sıratı Mustakîmı üzerine oturacağım, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından sollarından girip, onları senin yolundan saptıracağım”  demiş.
     Allahû Tealâ da ‘‘Sen izin verilenlerdensin.’’ diye şeytana kıyamete kadar izin vermiş.
     Oysa secde emri, Âdem’in fizik bedenine değil, o bedenin içinde olan ve Allah’a ait olan ruhadır. İnsanın yaratılan diğer mahlûkattan üstünlüğü de oradan gelmektedir. Allahû Tealâ yarattığı sayısız mahlûkatın içinde sadece insana ruhundan üfürmüştür.
    
     A’raf Suresi 172. âyet-i kerîmede AllahûTealâ buyuruyor ki:

7/A’RAF–172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

        “Biz bütün Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini çıkararak hepsini huzurumuzda topladık”. Yani Adem (as)'dan kıyamet günü daha yeni doğacak olan insanlara kadar herkes AllahûTealâ’nın huzurunda. Sonsuz miktarda insan ve AllahûTealâ yani hepimiz oradayız. Hangi devirde yaşayacak olursa olsun, bütün insanlar oradalar. Ve zamandan önce hepsine birden sesleniyor : “...e lestu birabbikum...” diyoruz ki : “belâ” negatif suallerin pozitif cevabı: ‘‘Evet, Sen bizim Rabbimizsin’’ AllahûTealâ hepimizden bu cevabı alıyor. Sonra ne oluyor? Sonra AllahûTealâ diyor ki: “Ey ruhlar bana misak vereceksiniz. Siz dünya adlı bir gezegende yaşarken, hayattayken ruhunuzun Bana ulaşması konusunda yani bana ulaştıracağınıza, teslim edeceğinize dair Bana misak vereceksiniz.” AllahûTealâ devam ediyor :  “Ey Âdemoğullarının fizik vücutları, sizler de ölmeden evvel Bana teslim olacağınıza dair ahd vereceksiniz.” ve daha sonra da nefsimize sesleniyor :“Ey nefsler, sizler de ölmeden evvel Bana tezkiye ve tasfiye olarak teslim olacağınıza dair yemin verin” diyor. Sonra ne olduğunu Allahû Tealâ Maide Suresi 7. âyet-i kerimede açıklıyor:

5/MAİDE–7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki ni’metini ve “işittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakinizi hatırlayın. Allah’a karşı takva sahibi olun. Çünkü; O, göğüslerde (sinelerde) olanı bilir.
        
     Allahû Tealâ bu âyet-i kerimede “İşittik ve itaat ettik” ifadesini kullanıyor. Bu yemin, misak ve ahd tamamlandıktan sonra İlahi irade cüz’i iradeye hitab ediyor:“ Ey cüz’î irade, sen de bana teslim olacağına dair misak ver!” diyor. Böylece iradelerimiz de Allahû Tealâ’ya misak veriyor. Allahû Tealâ ahdini oluşturuyor. Allah’ın ahdi aslında irademizden istediği misak, ama misakin gerçekleşebilmesi için önce ruhumuzu sonra fizik vücudumuzu, sonra nefsimizi Allah’a teslim etmek mecburiyetindeyiz.
    Allahû Tealâ'nın istediği ahd “Ve bi Ahdallahi evfu -Allah’ın ahdini ifa ediniz” emri, irademizin teslimini içerir. İrademizi teslim edebilmemiz için de önce ruhumuzu, sonra fizik vücudumuzu, sonra nefsimizi mutlaka daha önce Allah’a teslim etmeliyiz.
    Allahû Tealâ’nın hepimizden istediği şey: Ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmemiz.
    Allah ile olan ilişkilerimizde baktığımızda Allahû Tealâ Rad Suresi 20. âyet-i kerimede buyuruyor ki:



13/RAD–20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini teslim ettikten sonra iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

     Allah’ın ahdi, ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi Allah’a teslim ettikten sonra irademizin de Allah’a teslimidir. Bir de AllahûTealâ’nın vasiyeti var: Allah’ın vasiyeti sırası ile ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmektir!
     Allahû Tealâ’nın: “Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk” ifadesi ile “onlar Allah’ın ahdini ifa ederler ve misaklerini bozmazlar”.
     Allah’ın ahdini ifa eden kişi kendisinin misakini bozmayan kişidir. Yani iradesinin Allah’a verdiği misaki bozmayan kişidir. Bu ruhun misaki değil iradenin misakidir. Neden? Çünkü Allah’ın ahdi, ruhumuzu da vechimizi de nefsimizi de irademizi de AllahûTealâ’ya teslimini emrediyor. Allah’ın ahdi ile bizim misakımız paralel.
    Öyleyse, irademizin Allah’a verdiği misakta ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin Allah’a teslimi var. Hepsini kapsıyor.
     Burada iki türlü dizayn var. “Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi” ifadesi “onlar Allah’ın ahdini ifa ederler” Allah’ın ahdi irademizin Allah’a teslimi idi. Ama böyle bir teslimi gerçekleştirmemiz için önce ruhumuzu, vechimizi ve nefsimizi Allah’a teslim etmek mecburiyetindeyiz.
     Sonuncunun gerçekleşmesi için öncekilerin birer birer gerçekleşmesi lâzım! Bu Allah’ın ahdine paralel bir olaydır. Bizim misakimiz, irademizin Allah’a verdiği bir yemindir ki bu yemin önce ruhumuzu, vechimizi ve nefsimizi Allah’a teslim etmemize bağlıdır. Öyleyse Allah’ın ahdi ile bizim irademizin Allah’a verdiği misak aynı şeydir!
    Allahû Tealâ son teslimi istemekle bizden hepsini yapmamızı istiyor ama sonuncusunu gerçekleştirebilmemiz diğerlerine bağlı olarak tahakkuk ediyor.
Peki, bunun ötesinde bir misakimiz var mı? —İrademizin Allah’a verdiği misak bunu gerçekleştiriyor. Ama Allahû Tealâ’nın bizden istediği Allah’ın vasiyetinin yerine getirilmesi ile her bir teslimi ayrı ayrı içeriyor. Ruhumuzu, nefsimizi, vechimizi ve irademizi mutlaka Allah’a teslim edeceğiz. Bunların hepsi Allahû Tealâ’nın vasiyetidir.
   Allahû Tealâ ahdini ifa etmemizi emrediyor. Ama misak kelimesi bir ayrı hüküm de ifade ediyor. Misakimizi gerçekleştirebilmemiz, ilk teslim olan ruhumuzun Allah’a verdiği misaki de içeriyor. Rad Suresi 20. âyetinin “ve lâ yenkudûnel misâk” Ve misaklerini bozmazlar” ifadesine Rad Suresi 21. âyetini eklersek sadece ruhumuzun Allah’a verdiği misak ortaya çıkıyor. Ruhumuzun Allah’a teslimidir.

13/RAD–21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
       
     Allahû Tealâ, Rad Suresi 22. 23. ve 24. âyet-i kerimelerine baktığımızda ise insanların neler yapacağını söylüyor. Onların Allah’ın Zat’ını murad ettiklerini görüyoruz.

13/RAD-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile

13 / RAD–23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.

13 / RAD –24: Selâmun aleykum bi mâ sabertum fe ni’me ukbed dâr(dâri).
Sabretmenizden dolayı size selâm olsun. Dar-ı dünyanın (dünya yurdunun) akıbeti (sonucu) ne güzel.

      İşte yeminlere göre yemin, misak, ahd ve misak sıralamasına göre Allah’ın ahdini ifa etmek iki ayrı sonuca ulaşıyor:
1. Ruhumuzu Allah’a teslim etmek; (22.basamak).
2. Ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmek.  (28.basamak).
İkisi birbirinden çok ayrı hüviyet ortaya çıkarıyor. “Onlar Allah’ın Zatı’nı murad ederler. (Rad–22)

 (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
“Onlar kesin şekilde Allah’a mülaki olmayı dilerler”. (Bakara–46)

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

     Allah’ın Zat’ının dilenmesi:
1-  Ruhunu Allah’a ulaştırmak da Allah’ın Zatı’dır.
2- İradenin de Allah’a teslimi neticesinde Allah’ın Zatı’nı görmek de Allah’ı dilemektir.
     Allahû Tealâ iki ayrı cepheden almış olayı, birinci misakta, ruh Allah’a ulaşır. Ama irademizin misakinde Allah’ın Zatı görülür.
    
     Allah’ın Zatı görülür mü?
     -Evet, görülür ama kalp gözü ile görülür.

  ‘‘Allahû Tealâ görülemez.’’ diyenlere ibret almak üzere bu konudaki âyetleri veriyoruz.

ü  Âlî İmrân Suresi 18. âyet-i kerimede bahsedilen “şehadet” Allah’ın Zat’ını görmektir.
ü  Zuhruf Suresi 86. âyet-i kerimede “Hakka Şahit olanlar hariç onlar bilirler” ifadesi hem Allah’ın Zat’ını gördüklerini hem de Allah’ın katındaki nizamı bildiklerini söylüyor.
ü  Yusuf Suresi 108. âyet-i kerimede “basiret üzere” ifadesi açık bir şekilde “ görerek” manasına geliyor “kalp gözü ile basar ederek görerek”.
ü  Kaf Suresi 37. âyet-i kerimede  “Kalp gözleri ile Allah’a şahit olanlar” ifadesi,
ü  Bakara Suresi 140. âyet-i kerimede “Allah’tan Allah’ın katındaki şahitliği (Allah’ın görüldüğünü) gizleyen kimseden daha zalim kim vardır” ifadesi Allah’a kalp gözleri ile şahit olanlardır.
    
     Bu kişiler Salah makamının 5. mertebesine ulaşmış olanlardır.
Salah makamının:
1.  Kademesinde- Allah insanların günahlarını 2.defa örter,
2. Kademesinde: ''Onların nurları başlarında ve sağlarında yürürken yarabbi, bizim nurumuzu arttır(tamamla)derler.'' (TAHRİM–8) Allahû Tealâ da onlara yeni bir nur verir. Bu Salah nurudur.
3. Kademede kişinin örtülen günahları bir de sevaba çevrilir.
4. Kademede Allah o kişinin iradesini de teslim alır.
5. ‘‘İrşada memur ve mezun kılındın’’ cümlesi ile irşad makamına tayin eder.
    İradesini Allah’a teslim etmeden hiç kimse irşada mezun kılınamaz! Ve sadece onlar Allah’ın Zat’ını görenlerdir.
    Oysaki insanlar daha Ulûl’Elbab makamında Allah ile konuşmak yetkisinin sahibi olurlardır.
    Allahû Tealâ Enbiya Suresi 7. ve Nahl Suresi 43.âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:
“Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” Zikir ehli bilir mi? —Hayır bilmez. Ama Allahû Tealâ ‘‘Sorun’’ dediğine göre, peki nasıl cevap verecekler? —Allah’a sorarlar ve Allah’ın verdiği cevabı iletirler. Onlar her zaman Allah ile konuşabildikleri, Allahû Tealâ’dan gerekli cevabı her zaman alabildikleri için Allah: “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun’’ diyor. Zikir ehli onlardan aldığı suali Allah’a takdim ediyor ve Allah’tan aldığı cevabı onlara iletiyor.
     Allah ile olan ilişkilerinizde bir hedefimiz olmalı. Hedefimiz Allah’ın Zat’ını görmek olmalı. Ulaşılacak olan son kademeye ulaşmalıyız.
     Allah’a verdiğimiz, kâlû belâdaki yeminleri unutmuşuz. Ama Allah bize gönderdiği şeriat kitabında bunları bize hatırlatıyor.
    


     Biz: ‘‘işittik ve itaat etti’’ diye söz verince; Âdem ile şeytanı huzuruna çağırıyor ve Taha Suresi 123. âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:

20/TAHA-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetçime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

     Bunun dışında Ahzap Suresi 72. âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:

33/AHZAB–72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Çünkü o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

Yine Mudessir Suresi 38. 39. ve 40. âyet-i kerimelerde Rabbimiz buyuruyor ki:

74/MUDESSİR–38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun)
 Bütün nefsler, iktisap ettikleri dereceler itibariyle rehinedirler.

74/MUDESSİR–39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç

74/MUDESSİR–40: Fî cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennette olacaklar. Birbirlerine sorarlar.





Âl-î İmrân Suresi 77. âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:

3/ÂLÎ İMRÂN–77: İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.
    
     Bu âyette, yeminlerini bu dünyada yerine getirmeyenlerin elim bir azaba uğrayacakları, açık ve kesindir. İşte bu ezelde verdiğimiz yeminlerin yerine getirilmesini, bize Allahû Tealâ kitabında, tam 12 âyette üzerimize farz olduğunu hatırlatıyor.

1– 13/RAD–20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini teslim ettikten sonra iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

13/RAD–21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

2–  89/FECR–27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!

9/FECR–28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.

89/FECR–29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman), (Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR–30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

3–  31/LOKMAN–15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy (ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).
Bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Bana ulaştırmak üzere yola çıkaranların) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Bana’dır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.

4 73/MUZEMMİL–8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).

5
51/ZARİYAT–50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a kaç (Allah'a ulaş, Allah'a sığın). Muhakkak ki ben, sizin için (ondan), apaçık bir uyarıcıyım.

639/ZUMER–54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). Sonra yardım olunmazsınız

7– 36/YASİN–60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YASİN–61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
             
8– 5/MÂİDE–7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî, iz kultum semi’nâ ve ata’nâ, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki ni’metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

9– 10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.

10– 4/NİS–58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

11 6/EN’ÂM–152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.

12– 42/ŞÛR–47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
       
     Bu 12 âyet-i kerimede,  yemin, misak ve ahdimizi yerine getirmemiz üzerimize farz olmuş. 7 safha 4 teslimi yaşamış oluruz.
    
    Ruhun teslimi 22. basamakta;
    Fizik vücudun teslimi 25. basamakta;
    Nefsinizin teslimi 26. basamakta gerçekleşir. Burada nefsinizde hiç afet kalmamıştır. Bundan dolayı Allahû Tealâ sizin kalbinizi tamamen afetlerden temizleyerek kalp gözünüzü ve kalp kulağınızı açmıştır. Böyle olan insanlara Ulûl'Elbab diyor.
    
   Ulûl'Elbab 
Ehl-i Tezekkür,
Ehl-i Hayır,
Ehl-i Hikmet ve
Ehl-i Hüküm’dür.
    
İşte bir insanın Allah’ın Zat’ını görebilmesi için önce Ulûl Elbab olması gerekiyor.
Sonra ne olur? Sonra o kişi Allah’ın huzurunda Tevbe’yi Nasuh adlı tevbeyi tamamlar.
    
     Tövbe üç çeşittir:
1. tövbe,  bir insanın yaptığı günahlar sebebi ile alelade tevbe etmesi söz konusudur.
2. tövbe, kişinin Allah’ın kendisine gösterdiği mürşidinin önünde ihsanla yaptığı tevbedir.
3. tövbe ise kişinin Muhlis olduğu zaman Allahû Tealâ'nın huzurunda değişmez bir tevbe ile tevbe etmesidir. Bu Tevbe’yi Nasuh’tur.
    
     Bütün bunlardan sonra o kişi Salah makamına ulaşır. Salah makamının 4. mertebesinde de İradesini Allah’a teslim eder ve 5. mertebede İrşada memur ve mezun kılınır.
     Bu kademeye ulaşan kişi Allahû Tealâ’nın emrini yerine getirmiştir. Bu kişinin Allah’a verdiği yeminini de misakini de ahdini de yerine getirmesidir. Aynı zamanda iradesinin misakini de yerine getirmesidir.
     Allah’ın Zat’ını murad edenler birinci açıdan ruhlarını Allah’a tesliminde ilk hedefi gerçekleştirirler onlar Allah’ın Zat’ına ulaşmayı murad etmişlerdir.
    
·        “Yarabbi ben ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum, ne olur talebimi kabul buyur”
diye Allahû Tealâ’ya talepte bulunan kişi, eğer talebi sahih ise cehennemden kurtulmuştur.
     
     Allah mutlaka onun ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Bu Allah için verilmiş bir sözdür; mutlaka gerçekleştirir. (Şura–13)
     Sonra bu kişi dik yokuşu çıkacak, zikrini 18 saate çıkaracak ve fizik vücudunu Allah’a teslim edecektir.(Nisa–125)
     Nefsinin teslimi daimî zikre ulaştığı zaman gerçekleşecektir. Ve nihayet İradesini de Allah’a teslim edecektir.
     İradenin teslimi o kişiye mutlaka Allah’ın Zat’ını görmeyi nasip kılacaktır.
     İşte bir insanın Allah’a verdiği ruhun vechinin nefsinin yemin misak ve ahdinin ötesinde İradesinin misakini gerçekleştirebilmesi o kişinin Allah’ın Zat’ını görme talebini gerçekleştirmesidir.
     Öyleyse “saberûbtigâe vechi rabbihim” ifadesi, bir kişinin misakini gerçekleştirmesi ile Allah’ın Zatı’nı Ona ulaşmak dileği ile dilediği için ruhunu Allah’ın Zatı’na ulaştırması ile noktalanan bir konudur.
        Kim Allah’ın vasiyetini yerine getirmiş ise o Allah’ın Zatı’nı gören kişidir. Ruhunu, vechini, nefsini. İradesini de Allah’a teslim etmiş olan birisidir. Bu onun Allah’ın Zat’ını görmesi ile noktalanır. Kişi bu notada Allah’ın Zatı’nı görmekle şereflenecektir.(Yunus–26)

10/YÛNUS-26: Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdeh(zîyâdetun), ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilleh(zilletun), ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar için Ahsenül hüsna (Allah'ın Zat'ına ulaşmak) ve ziyadesi (daha fazlası, Allah'ın cemalini görmek) vardır. Onların yüzlerini bir keder kaplamaz ve bir zillet (küçük düşme, hakirlik) yoktur. İşte onlar, cennet halkıdır. Onlar, orada devamlı kalanlardır.
       
     Görülüyor ki ruhumuzun, vechimizin ve nefsimizin misâkı, ahdimiz ve yeminimiz, farklı hüviyetler taşıyor. Ama bunlara irademiz dâhil değildir. İrademiz, Allahû Tealâ’nın ilahî iradesine, kendisinin de teslim olacağı konusunda bir misak vermiştir.
     Böylece yemin, misak, ahd ve ikinci bir misak olarak da irademizin misaki olduğu görülüyor.
    
      Bu konudaki âyetleri tasnif etmek istersek;
     
      Ruhun misakı için; Rad Suresi 20. ve 21.Yunus Suresi 25. Zümer Suresi 54. âyet-i kerimeleri;
      Fizik beden için; Yasin Suresi 60 ve 61. âyet-i kerimeleri;
      Nefs için; Müdessir Suresi 38. 39. ve 40. âyet-i kerimeleri;
      İrade teslimi için; Rad Suresi 20. En’am Suresi 152.ve 153. ve Zumer Suresi 54. âyet-i kerimeleri verebiliriz.
    
 Öyleyse Allahû Tealâ ne diyor? “Biz bütün insanlardan bu muhtevayı aldık.” İşte böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın hepimizden istediği şey; ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmemiz.
Allah’ın ahdini ifa eden kişi (En’am 152-153) kendisinin misakini bozmayan kişidir. Yani iradesinin Allah’a verdiği misaki bozmayan kişidir. Bu ruhun misaki değildir, iradenin misakidir. Neden? Çünkü Allah’ın ahdi ruhumuzu da vechimizi de nefsimizi de irademizi de Allahû Tealâ’ya teslimini emrediyor. Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler. (Ra’d-20)Ve lâ yenkudûnel misâk: ve misaklerini bozmazlar. Allah’ın ahdiyle bizim misakimiz paraleldir. Öyleyse irademizin Allah’a verdiği misakte, ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmek var, hepsini kapsıyor. Üçüne bağlı olarak dördüncüsünün oluşması olayı değil. Burada 2 türlü dizayn var. “Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi” ifadesi; “Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler, yerine getirirler. Böyle bir teslimin gerçekleşebilmesi için önce ruhumuzu, sonra fizik vücudumuzu, sonra nefsimizi Allah’a teslim etmek zorundayız. Yani sonuncunun gerçekleşmesi ile ilgili olarak önce ötekilerin birer birer gerçekleşmesi lâzım. Yeminimiz, misakimiz, ahdimiz gerçekleşecek, ondan sonra irademizin misaki gerçekleşecek. Bu Allah’ın ahdine paralel bir olaydır. Bizim misakimiz irademizin Allah’a verdiği bir yemindir ki; bu yemin önce ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi Allah’a teslim etmemize bağlıdır.
      Öyleyse Allah’ın ahdiyle bizim misakimiz, irademizin Allah’a verdiği misak aynı şeydir. Allah’ın ahdi irademizin Allah’a teslimini istiyor. İrademizin Allah’a verdiği misak de irademizin Allah’a teslimini garanti ediyor. Her ikisi de irademizin teslimi. Bunun gerçekleşebilmesi önce ruhumuzun, sonra fizik vücudumuzun, sonra nefsimizin mutlaka Allah’a teslimiyle gerçekleşiyor. Bunlar olmadan 4. teslimin gerçekleşmesi mümkün değil. Allahû Tealâ son teslimi istemekle bizden sırasıyla hepsini yapmamızı istiyor. Ama sonuncusunu gerçekleştirebilmemiz diğerlerine bağlı olarak tahakkuk ediyor.
      Ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim etmiş olan birisi için yol onun Allah’ın Zat’ını görmesiyle noktalanır. Ruhunu, vechini, nefsini teslim eden kişi neticede Allah’ın Zat’ını görme şerefine sahip olacaktır. Ne zaman? İradesini Allah’a teslim edip irşada memur ve mezun kılındığı zaman Allah’ın Zat’ını görme şerefine sahip olacaktır. Görülüyor ki; yeminimiz, misakimiz ve ahdimiz birbirinden farklı hüviyetler taşıyor. Ruhumuzun misaki, fizik vücudumuzun ahdi ve nefsimizin yemini üç ayrı yemindir. Yemin, misak ve ahd ama bunlara irademiz dâhil değildir. İrademiz de Allahû Tealâ’nın İlâhi İradesine bizim cüz’i irademiz kendisinin de teslim olacağı konusunda misak vermiştir.
      Allah için olmamız demek mutlaka Allah'a ulaşmayı dilememiz, mürşidimize ulaşmamız, Allah'a verdiğimiz misakimizi yerine getirmemiz böylece ruhumuzu Allah'a teslim etmemiz ve 25. basamakta fizik bedenimizi de Allah'a teslim etmemiz demektir.
      Allah'a teslim olan fizik beden artık Allah içindir. Allah'ın bütün emirlerini yapar ve yasak ettiği fiillerin hiçbirisini yapmaz.
      Ama nefs açısından henüz Allah için olmamıştır. Bundan sonraki makam daimî zikirdir. Kişinin kalbi %100 nurlanır. Afetlerin yerine o kişinin kalbine faziletler monte edilir. Kalp gözü ve kalp kulağı açılır. Kalpte nefsin afetleri yok olmuştur, kalp tasfiye olmuştur. Böylece 4 vasıf şartının sahibi olan kişi, ulûl'elbab makamında ehli hayır, ehli tezekkür ve ehli hüküm olması sebebiyle 3 de sonuç şartının sahibi olur.
      Allahû Tealâ, daimî zikre ulaşan kişiye yerlerin (7 yer katının) melekûtunu (sırlarını) gösterir. Bunlardan 7'ncisi olan zemin katı, huzur namazının imamının dergâhının sırlarını gösterir. Ondan sonra kişi ihlâs makamına ulaşarak nefsini de Allah'a teslim eder. Burada Allah kişiye 7 göklerin melekûtunu gösterir. Tövbe-i Nasuh'la tövbe ettiği an Allahû Tealâ o kişiye salâh nurunu verir. Kişinin günahlarını örter. O kişinin günahlarını mağfiret eder. İrşada ulaştırır. 7 mertebe ulûl'elbabta, 7 mertebe ihlâsta, 5 mertebe de salâhta olmak üzere 19 mertebede o kişinin kalbi müzeyyen kılınır.
      Böylece misakimizi 21. basamakta, ahdimizi 25. basamakta ve yeminimizi de 26. basamakta yerine getirmiş oluruz. İrademizin misakini ise 28. basamağın 5. kademesinde gerçekleştiririz.
      Allah için yaşayanlar bu muhtevayı yaşayanlardır. Kur'ân-ı Kerim'i hayatlarına tatbik edenlerdir.
      Diğerlerinin bir kısmı Allah'ın seçmedikleri ve Allah'ın seçtiği ama imtihanı geçemeyerek kalanlardır. Bunlar 12 ihsanı ve 7 ni'meti almayanlardır. Diğerleri ise diğer insanları da Allah'ın yolundan saptırmaya çalışıyorlar. Allah onlara, "Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar, ketmedenler, örtenler ve gizleyenler" diyor.
   
   İşte Allah'ın âyetleriyle alay edenler ve zulmanî ilimlerle âmel edenler yeminlerini de nakzetmişlerdir.
       Kur'ân-ı Kerim'de ruhumuzun misaki, fizik bedenimizin ahdi ve nefsimizin yemini âyetlerle sabittir.
       Öyleyse bunlar yeminleriyle az bir dünyalık satın alıyorlar. Bunlar, bu dünya hayatını yaşıyorlar ama ölümden sonra onların ahirette bir nasibi yoktur.