Dalalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dalalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2015 Cuma

DALÂLET

                                                   DALÂLET

Allah’a ulaşmayı dilemeyenler dalâlettedir.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biriyle karşı karşıyasınız.
Bu âyet-i kerime, Kur’ân-ı Kerim’in birinci safhasını anlatır:
ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK
Bir tek dilek; Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa, kurtuluş da yoktur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan, Allah’ın hanif fıtratıyla yarattığı bütün sistemlerini, kapalı ve mühürlü tutmaya karar vermiş bir insandır. Âyetleri bilse de bilmese de netice değişmez. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, cennete gitmesi mümkün değildir.
İnsanlar için sadece iki tane alternatif vardır:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek.
2- Allah’a ulaşmayı dilememek.
Bir insan, hayattayken ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Bu insan, 80 yaşında ölse, sorumluluk 15 yaşında başladığı için hayatının 65 senesini ibadetle geçirmiş ve İslâm’ın 5 şartını ömür boyunca ye-rine getirmiş olsa, yani namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i şahadet getirmiş olsa bile en önemli, en büyük ibadet olan zikri yapmamıştır. İslâm’ın 5 şartı arasına zikri koymamıştır. Allah’a ulaşmayı dilemediği cihetle bu ibadetlerin hiçbiri onu kurtaramaz. İbadet yapmıştır ama Allah’a kul olamamıştır. Çünkü ilk kulluk, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Ve de Allah’a kul olamayan cennete giremez, dünyada da mutlu olamaz.
“İslâm” kelimesi, Allah’a teslim olmak demektir. İslâm ve teslim kelimeleri aynı kökten gelir: Sin, lâm ve mim. İslâm’ın 5 şartının içinde teslim olmak yoktur. Oysaki, Allahû Tealâ:
1- Ruhu
2- Fizik vücudu
3- Nefsi
4- İradeyi Allah’a teslim etmeyi emretmektedir. Bunlar üzerinize farz kılınmıştır.
Bütün sistemleri 7’li olan İslâm’ın inanç şartları, bugün 6’ya indirilmiştir. Mü’min olmanın 7. inanç şartı (ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştırılmasına inanmak) devreden çıkarılmıştır. İslâm’ın 6. ve 7. şartlarının da bu asr-ı hidayette yerli yerine ulaştırılması lâzımdır. İslâm’ın 5 tane şartı, kurtuluşu içermemektedir. Ama eğer onlara ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilemek 6. şart olarak; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek 7. şart olarak ilâve edilirse o zaman İslâm’a lâyık bir değer oluşur. Bütün sahâbe, bu 7 tane şartı yerli yerine oturtmuş, hepsini gerçekleştirmişlerdir.
Allah’ın sözü var. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Kendisine ulaştırır. Yani o kişi, Allah’a ulaşmaz. Allah, onu Kendisine ulaştırır. Allah’ın kontrolünde, Allah ona öyle yardımlar eder ki, kişi Allah’tan otomatik olarak 12 tane ihsan alır ve bu ihsanlarla mürşidine ulaşır.
Allah önce Rahmân esmasıyla tecelliye başlar, gözlerdeki hicab-ı mestureyi alır, kulaklardaki vakrayı alır, kalpteki mührü açar, küfrü alır, kalpteki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Allahû Tealâ, kişinin kalbine ulaşır, kalbin nur kapısını Allah’a çevirir, göğsünden kalbine nur yolu açar, kişinin huşûya ulaşmasını sağlar. Mürşidini gösterir. Ve kişi mürşidine ulaşıp, önünde diz çökerek tövbe eder. 7 tane ni’met alır. Ve bu ni’metlerle kişi önce ruhunu, sonra vechini, nefsini ve iradesini adım adım Allah’a teslim etmek için hazır hale gelir.
Böylece nefs tezkiyesini gerçekleştirecek ve ruhunu Allah’a ulaştıracaktır. Allah’ın sözü buraya kadardır. Ondan sonra kişi, şeytanın şiddetli saldırısına defalarca uğrar. İblis onu o hidayet noktasından tekrar aşağı düşürmek için ardarda bütün gayretini sarfeder.
Bu âyet, birçok âyetle illiyet rabıtası içerisindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin cehenneme gitmesi burada, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin kurtuluşu  ise Vel Asr Suresinde anlatılmaktadır:

103/ASR-1: Vel asrı.
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husrin.
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.

Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’a ulaşacaklardır. Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesi aşağıdaki 4 âyetle direkt olarak ilişkilidir.

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

(29/ANKEBUT-5)

29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse bu dünyadaki titri, hangi ilim kademesini temsil ederse etsin o, Allah’ın âyetlerinden gâfildir.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, bu âyet-i kerime gereğince, Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği yerin mutlak olarak cehennem olduğunu söylüyor. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in “olmazsa olmaz” şartıdır. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, dilemeyen kişinin kurtuluşu hiçbir şekilde mümkün değildir. Dileyen kişi ise mutlaka Allah’ın cennetine girer. Yunus Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimeleri, cennetin anahtarı, cehennemin de kilididir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Ama dileyenin de Allah’ın yardımı geleceği için gideceği yer mutlak olarak Allah’ın cennetidir.
Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler ve Allah’a ulaşmışlardır: (39/ZUMER-18)
İnsanoğlunun ruhunu Allah’a ulaştırma noktasına dikkatle bakın: Kişi, Allah’a ulaşmayı diliyor, Allah onu mürşidine ulaştırıyor, nefs tezkiyesine başlatıyor ve kişi mutlaka ruhunu Allah’a ulaştırıyor.
Allah’a ulaştığı taktirde kişinin kurtulmaması mümkün değildir.

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe). Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerimede kâfirlerin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den mucize istemeleri söz konusudur. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in onlara cevap olarak: “Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini hidayete erdirir.” demesini istemektedir.
Allah’ın dilediğini dalâlette bırakması, Allah’a yönelen (ulaşmayı dileyen) kişiyi   ise Kendisine ulaştırması, yani hidayete erdirmesi söz konusudur. Başta bütün insanlar fısktadır, dalâlettedir, küfürdedir. Hiç kimse dalâlete sonradan düşmez. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren dalâletten kurtularak hidayete adım atmıştır. Eğer kişi, hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete düşerse, o zaman tekrar fıska düşer.
Bir kısım insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayı yani dalâletten kurtulmayı dile-mezler. Bunun mânâsı Allah’ın da onları hidayete erdirmeyi dilememesidir. Allah’ın onları içinde bulundukları dalâlette bırakması hep yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiyi Allah dalâlete düşürmemiştir. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren zaten dalâlettedirler. Allah onları kendi dalâlet hallerinde bırakır. Onlarla ilgilenmez. Onlar hiçbir zaman dalâletten kurtulamayacaklardır. Onlar her zaman dalâlette kalacaklardır. Allah, onları hidayete erdirmeyecektir. Ama kim de Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları mutlaka hidayete erdirir.
Kim dalâlette kalmayı istiyorsa, hidayete ulaşmayı, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o, Allah’ın dâlalete düşürdüğü değil, dalâlette bırakmayı dilediği kişidir. O kişi, Allah’a ulaşmayı inkâr ettiği ve başka insanları da (bir evvelki âyetteki gibi) Allah’ın yoluna ulaşmaktan men ettiği için Allah’ın hidayete ermesini dilemediği, dalâlette kalmasına müsaade ettiği kişidir.

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet, hidayetin Allah’a mülâki olmak demek olduğunu bir defa daha ispat etmekte, ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak olduğunu bir defa daha anlatmaktadır. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dileseydi, hidayete erecekti ama yalanlıyor, tekzip ediyor. Allahû Tealâ: “Onlar hidayete ermediler.” diyor.
Allahû Tealâ, Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesinde de aynı şeyi söylemektedir:

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Burada Allahû Tealâ, iki hususu birleştirerek hidayetin, Allah’a mülâki olmak olduğunu kesinleştirmiştir. Bu âyet-i kerime, Al-i İmran Suresinin 73 ve Bakara Suresinin 120. âyet-i kerimesiyle illiyet rabıtası içindedir.

(ÂLİ İMRÂN-73, BAKARA-120)

Burada da Allahû Tealâ aynı şeyi bir defa daha söylemiştir: “Allah’a mülâki olmayı, ulaşmayı yalanlayanlar, onlar hidayete ermediler.”
Yalanlamasalardı, dileselerdi, hidayete mutlaka ereceklerdi.

DALÂLETTE OLANLARIN; 7 ÂYET-İ KERİME GRUBU GEREĞİNCE GİDECEKLERİ YER CEHENNEMDİR

1.     GRUP ÂYET-İ KERİME
17/İSRÂ-97: Ve men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehum evliyâe min dûnih(dûnihî), ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve summâ(summen), me’vâhum cehennem(cehennemu), kullemâ habet zidnâhum saîrâ(saîren).
Ve Allah, kimi (Kendisine) ulaştırırsa, artık o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse), o taktirde onlar için O’ndan (Allah’tan) başka dostlar bulamazsın. Ve kıyâmet günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzüstü (sürünerek) haşrederiz (edeceğiz, toplayacağız). Onların me’vası (kalacakları yer) cehennemdir. Ve Biz, onlara (ateşin) her sönmeye yüz tutuşunda (alevli ateşi) arttırdık (arttıracağız).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, bu âyet-i kerimede hidayeti bir defa daha anlatmakta, insanların Allah’tan başka dostunun olmadığını söylemektedir.
Allahû Tealâ Kehf Suresinin 17. âyet-i kerimesinde de diyor ki:

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

Dalâlette kalanlar için Allahû Tealâ tarafından bir mürşid tayin edilmez. Allah gene o kişinin dostu olarak kalacaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an onu mutlaka Allah Kendisine ulaştıracaktır. Kur’ân, hidayet üzerine bina edilmiştir. Hidayet müessesesine dikkat edildiğinde; 7 safhadan ve 4 tane teslimden oluşan bir hidayet dizaynı, Kur’ân’ın ruhunu ve vücudunu teşkil eder. Öyleyse bu âyet-i kerime, Kur’ân’ın önemli âyetlerinden birisidir.

2.     GRUP ÂYET-İ KERİME
54/KAMER-47: İnnel mucrimîne fî dalâlin ve suur(suurin).
Muhakkak ki mücrimler (suçlular), dalâlet ve çılgınlık içindedir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bütün suçlular muhakkak ki dalâlet ve çılgınlık içindedirler. Neden dalâlettedirler? Bütün suçlular Kur’ân hükümlerini çiğnedikleri için suçludurlar. Herşeyden önce Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için dalâlettedirler. (13/RA’D-27)
Aynı zamanda Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için kâfirdirler. (30/RÛM-31 – 32)

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

Takva sahibi değildirler. (30/RÛM-31)
Şirktedirler. (30/RÛM-31 – 32)
Hidayette değildirler ve hüsrandadırlar. (10/YÛNUS-45)
Amelleri boşa gider.

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

(18/KEHF-105)

Şeytanın kuludurlar.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

Şeytanın dostudurlar.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

3.     GRUP ÂYET-İ KERİME
25/FURKÂN-34: Ellezîne yuhşerûne alâ vucûhihim ilâ cehenneme ulâike şerrun mekânen ve edallu sebîlâ(sebîlen).
Cehenneme yüzleri üstü haşredilenler (toplananlar), işte onlar, gideceği mekânı şerrli olanlar ve sebîlden sapanlar (dalâlette kalanlar)dır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Kıyâmet günü herkes hayat filmini baştan aşağı görür. Hayat filminde kaybettiği veya kazandığı dereceler fazla olanlar iki sonuca ulaşabilirler. Kimin kaybettiği dereceler fazla ise onların hayat filmleri kendilerine sol taraflarından teslim edilir. Kimin kazandığı dereceler fazla ise onların hayat filmleri kendilerine sağ taraflarından teslim edilir. Kıyâmet günü cennete girecek olanlar da cehenneme girecek olanlar da önce cehenneme gideceklerdir. Ama girişleri birbirinden farklıdır.
          Kapı hüviyetinde olmayan çok yüksek kapılar 200-300 m. uzunluğunda devam eden şeffaf, bombeli şekilde aşağı iner. Cennete girecek olanlar cehenneme bu şeffaf nesnenin içinden uçarak girerler, bütün katları gezerler. Sonra da Allah’a sonsuz hamd ve şükrederek cehennemi terkederler, cennetin hangi katına gideceklerse oraya giderler. Ama cehennemde kalacaklar için durum aynı değildir. Onlar o kapıya geldikleri zaman kulaklarında vakra, gözlerinde hicab-ı mesture, kalplerinde ekinnet olduğu için uçarak içeri giremezler. Mulk-8, 9, ve 10. âyetlerde Allahû Tealâ diyor ki:

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzı), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’(şey’in), in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na’kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

          İşte böyle söyleyenlerin cehenneme uçarak girmesi mümkün değildir. Kapılar onları asla geçirmez, ona göre programlanmışlardır. Cehennem bekçileri kapıyı onların geçeceği kadar yerden kaldırırlar. Burunları yere sürtünerek cehenneme girmek mecburiyetindedirler. (23/MU’MİNUN-103)
          Günahları sevaplarından çok olan herkes için gidilecek yer cehennemdir. Onlar, kapıların kaldırılması suretiyle burunları sürtünerek, dizleri yere sürtünerek cehennemin dış kesimine gireceklerdir.
          Kim cehennemin iç kesimine (ateşte yakılacağı kısma) girerse bilsin ki cehennemde ebediyyen kalacaktır. Cehennemden çıkıp da cennete girme diye bir olay hiçbir zaman söz konusu değildir. Cennete girenler de ebediyyen orada kalacaklardır. Hiçbir zaman oradan çıkıp da cehenneme girmeleri söz konusu olmayacaktır.

4.     GRUP ÂYET-İ KERİME
7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fehuvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa o kişi, o zaman hidayete erer. Kim de dalâlette ise onun için bir velî mürşid, bir evliya mürşid bulunmaz.” (Kehf-17).  Bu âyet ile Kehf-17’nin 1. bölümünde birbirine eşitlik vardır.
“Allah kimi Kendisine ulaştırırsa o kişi, o zaman hidayete erer.”
Kur’ân’da hidayet kavramı, Allahû Tealâ tarafından şekillenmiş bir dizayndır. Ruh için de, fizik vücut için de, nefs için de hidayet söz konusudur. Böyle bir muhtevada Allahû Tealâ, hidayeti ruh açısından “Allah’a ulaşmak” olarak değerlendirmektedir. (18/KEHF-17)

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevapları günahlarından az olanlar hüsranda olanlardır. Sevapların günahlardan az olması veya günahların sevaplardan fazla olması aynı şeydir. Bu durumda olanlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onların gidecekleri yer cehennemdir ve ebediyyen orada kalacaklardır.
Hüsranda olan kişi, nefsini hüsrana düşürmüştür. Ölçü nettir. Mu’minun-102 ve 103 son derece önemli bir gerçeği ifade etmektedir. Allahû Tealâ: “Ebediyyen cehennemde kalacaklardır.” buyurmaktadır. Bu ifadeye dikkat edilmelidir. Kurtuluş yok! Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de 53 tane âyet vardır. Cehenneme giren de ebediyyen orada kalacaktır. Kıyâmet günü insanların bir kısmı cehennemde ebediyyen kalmak üzere cehenneme girerler. Cennete girecek olanlar da kıyâmet günü önce cehenneme giderler. kendilerini cehenneme değil de cennete alacağı için Allah’a sonsuz hamd ve şükretsinler diye onlara cehennem mutlaka gösterilir. Bunlar Allah’a sonsuz hamd ve şükrederek cehennemden ayrılır ve cennete girerler.
Mu’minun Suresinin 102 ve 103. âyetleri, Yunus Suresinin 7 ve 8. âyetleriyle alâkalı oldukları için büyük önem taşırlar. (10/YUNUS-7 – 8 )
Mu’minun Suresinin 103. âyet-i kerimesinde bahsedilen kişiler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler olarak da değerlendirilebilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin kaybettikleri dereceler kazandıkları derecelerden fazla olanlar yani kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden az olanlardır. Gidecekleri yer cehennemdir. Allah’a ulaşmayı dileselerdi, Allahû Tealâ derhal onlara Rahîm esmasıyla tecelli edecekti. Gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki ekinneti alacaktı. Herbirini alırken onlara öyle dereceler verecekti ki verilenler kaybettikleri derecatı aşacaktı. Yani günahlarını örtmüş olacaktı Allahû Tealâ.

5.     GRUP ÂYET-İ KERİME
7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hüsranda olan kişi, nefsini hüsrana düşürmüştür. Ölçü nettir. Mu’minun-102 ve 103 son derece önemli bir gerçeği ifade etmektedir. Allahû Tealâ: “Ebediyyen cehennemde kalacaklardır.” buyurmaktadır. Bu ifadeye dikkat edilmelidir. Kurtuluş yok! Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de 53 tane âyet vardır. Cehenneme giren de ebediyyen orada kalacaktır. Kıyâmet günü insanların bir kısmı cehennemde ebediyyen kalmak üzere cehenneme girerler. Cennete girecek olanlar da kıyâmet günü önce cehenneme giderler. kendilerini cehenneme değil de cennete alacağı için Allah’a sonsuz hamd ve şükretsinler diye onlara cehennem mutlaka gösterilir. Bunlar Allah’a sonsuz hamd ve şükrederek cehennemden ayrılır ve cennete girerler.
Mu’minun Suresinin 102 ve 103. âyetleri, Yunus Suresinin 7 ve 8. âyetleriyle alâkalı oldukları için büyük önem taşırlar. (10/YUNUS-7 – 8 )
Mu’minun Suresinin 103. âyet-i kerimesinde bahsedilen kişiler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler olarak da değerlendirilebilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin kaybettikleri dereceler kazandıkları derecelerden fazla olanlar yani kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden az olanlardır. Gidecekleri yer cehennemdir. Allah’a ulaşmayı dileselerdi, Allahû Tealâ derhal onlara Rahîm esmasıyla tecelli edecekti. Gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki ekinneti alacaktı. Herbirini alırken onlara öyle dereceler verecekti ki verilenler kaybettikleri derecatı aşacaktı. Yani günahlarını örtmüş olacaktı Allahû Tealâ.

6.     GRUP ÂYET-İ KERİME
36/YÂSÎN-62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû
ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bütün insanlar doğuşlarından itibaren dalâlette olarak hayata başlarlar. İnsanlara tebligat  yapıldıktan sonra iki çeşit insan oluşur:
1- Allah’a ulaşmayı dileyenler.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler.
Tebligattan evvel başlangıçta bütün insanlar dalâlettedirler. Tebligattan sonra da Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes dalâlette kalmaya devam eder.
Hidayette olmayan zaten dalâlette olan insanları Allah nasıl dalâlete düşürebilir ki? Dalâlette kalmak veya hidayete adım atmak (hidayet üzere olmak) birbirinin zıddı olan iki kavramdır. Bütün insanlar Allah’a uaşmayı dileyene kadar dalâlette kalırlar.
Bir insan Allah’a ulaşmayı diledikten sonra kendine düşenleri yaparsa, mürşidine ulaşırsa ondan sonra ruhu vücudundan ayrılarak 21. basamakta Allah’a ulaşır, 22. basamakta Allah’ın Zat’ında yok olur, emanet sahibine iade edilir. Kişi hidayete ermiştir. Allah’a ulaşmayı dileyip hidayete erdikten sonra tekrar şeytan tarafından dalâlete döndürülmek dalâlete düşmektir. Dalâlette kalmakla, dalâlete düşmek aynı şey değildir. Dalâlete düşmek hidayetten sonra tekrar dalâlet ehli olmayı ifade eder.
Allahû Tealâ’nın “Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı.” ifadesi, sadece dalâlette kalanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler için geçerlidir.
Allah Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Seni dalâlette bulup da hidayete erdirmedik mi?” diyor. Peygamberler dahi aşlangıçta dalâlettedirler.

93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.

36/YÂSÎN-63: Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Size vaadedilmiş olan cehennem (işte) budur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişi, şeytana tâbî olursa, Allah’a ulaşmayı dilemezse o zaman taguta (insan ve cin şeytanlara) tâbî olmuş olur; o zaman o kişiye vaadolunan şey cehennemdir.

7.     GRUP ÂYET-İ KERİME
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
Kâfirdirler diyor insanlara. Neden kâfir insanlar? Kalplerinin içinde küfür kelimesi yazdığı için. Biliyorsunuz bütün insanlar doğuşlarından itibaren kalplerinde küfür kelimesi yazan insanlardır. Bu küfür kelimesini Allahû Tealâ insanların kalbine yazıyor ve kalpleri mühürlüyor. Bütün kalpler mühürlü. bütün insanların kalbinde küfür yazıyor ve insanlar hanif fıtratıyla doğmuşlar yani tek Allah’a inanabilmek yeteneğiyle, Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle doğmuşlar. Vahdeti oluşturacak şartlara da sahip insanlar yani Allah yolunda tek bir kitle olmak, bu açıdan insanların vahdeti Allah’ın vahdaniyetine tekliğine inanmak iki, bir de Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle fıtrat olarak tabiatlarında bu var olarak doğmuşlar. Ama herkesin de kalbinde küfür yazıyor ve herkesin kalbi mühürlü. Bütün mühürlü kalplerin sahiplerinin kâfirler olduğunu söylüyor Allahû Tealâ.
Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde Allahû Tealâ diyor ki: “Habibim sen o kâfirlere söylesen de söylemesen de netice değişmez. O kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri mühürlüdür.” diyor.

2/BAKARA-6: Innellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar. 2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

Bütün kâfirlerin kalpleri mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara yutturduğu bir şeyle mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir. Îmân kelimesi inanmak anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu insanları aldatmak için bir vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi 7 tane kalp şartına, 7 tane inanç şartına, 3 tane de vasıf şartına sahip olması lazım biliyorsunuz.
1- Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak Allahû Tealâ
2- Yerine ihbat koyacak
3- O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha çevirecek
4- Göğsünden kalbine nur yolu açacak
5- Kişinin kalbinin mührünü açacak
6- Kalbin içindeki küfür kelimesini dışarı alacak
7- Kalbin içine îmân kelimesini yazacak
Kalbin içine îmân yazılmadıkça hiç kimsenin mü’min olamayacağını söylüyor Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesi.

49/HUCURAT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar dediler ki: “Biz mü’min olduk.” (Habibim) de ki: “Mü’min olduk, demeyin. Lâkin; Islâm (dairesine) girdik, deyin. Çünkü (Allah’a ulaşmayı dilemediğiniz için) kalplerinizin içine îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve resûlüne itaat ederseniz, amellerinizden bir şey eksilmez. Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.”

Bu 7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı gerekli.
1- Allah’a inanmak
2- Meleklerine inanmak
3- Resûllerine inanmak
4- Kitaplarına inanmak
5- Bâsu badel mevte inanmak
6- Hayrın Allah’tan şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7- Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak, hayattayken ulaştırmak, bunun farziyetine inanmak.

Ve 3 tane de hidayet şartı
1- Ruhun hidayetine başlamış olmak
2- Fizik vücudun hidayetine başlamış olmak
3- Nefsin hidayetine başlamış olmak

Ruhun hidayeti, Allah’a ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik vücudun hidayeti, fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlamasıyla başlar. Nefsin hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye başlamasıyla devreye girer.
Öyleyse 3 ayrı vücudumuz 3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi olacak. Böyle bir dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
1- 7 tane kalp şartı
2- 7 tane inanç şartı
3- 3 tane hidayet şartı
Kişi o zaman mü’min olur. Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada bahsettiği insanlar “Onlar ki kâfirdirler diyor. Innellezîne keferû diyor ve Allah’ın yolundan saptırırlar diyor.” Innellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler. ve saddû saptırırlar, an sebîlillâhi Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
Öyleyse bu insanlar Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerindeki küfür kelimesi alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı. Allah kalbin içine îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için kâfirler. Allah’ın yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Yeryüzündei fesat sebebi bu insanlar. Bakın ne diyor Allahû Tealâ Rad 20-21’de:

13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini teslim ettikten sonra iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Onlar diyor Allahû Tealâ: “Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle misaklaerini bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine getirirler. Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”diyor Allahû Tealâ. Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a ulaştırılar.
Aynı surenin 25. âyet-i kerimesine bakıyoruz; diyor ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanların da hidayete ermesine mani olurlar.”

13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.

İşte başka insanların da hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var, Nisa-167 gereğince. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar diyor. Orada da bu sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin 25. âyet-i kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet rabıtası var.
Öyleyse bu illiyet rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay var sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler. Allahû Tealâ burada açıkça “Onlar Allah’ın yolundan saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için yeryüzünde fesat çıkardıkları neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168, 167’nin devamı. 169’da bir konuyu bütünlüyor.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan). 
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek değildir.

   AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ diyor ki: “Innellezîne keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû, ve zalimlerdir.” Niçin zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önledikleri için zalimler. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince onların hidayetine mani oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi yeryüzünde fesat çıkartıyorlar. Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar. Isyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar bu sebeple. Ve başka insanların hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ hükmünü koyuyor “Onlar zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm ederler. Başkalarına mani oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar. “Innellezîne keferû ve zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem yekunillâhu li yagfire lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ. Allah onların günahlarını sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların günahlarını sevaba çevirmez.
Eğer başka insanlar da yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları anda onların bütün günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince Allah sevaba çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek olanlardan bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim tövbe ederse mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar cehenneme gitmezler. Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar amilüssalihat yapmaya başlarlar diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor ikinci işaret. Onların bütün günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata çevirir, sevaba çevirir yani onların bütün negatif derecelerini, nakıs derecelerini, kaybettikleri derecelerini Allah zahid derecelere  pozitif derecelere, kazanç derecelere çevirir yani onların günahlarını sevaba çevirir.” diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve 71’de de diyor ki: “Onların ruhları tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a ulaşır.”

25/FURKAN-70: Illâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
25/FURKAN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).

Işte sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler görüyorsunuz ki Allah ile olan ilişkilerimizde her şeyin en güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola girmedikleri için mürşidlerinin önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları da sevaba da çevrilmiş değil. “Allah onlara mağfiret etmez yani onların günahlarını sevaba çevirmez.” diyor. Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları ulaştırmaz tarîkâ.”
Sevgili kardeşlerim tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4 sebilden oluşur. Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah, devrin imamının dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki Mustakîm başlar. Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane gök katını aşan yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol başlayacaktır. Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı içerisinde her şey adım adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem geçilir Sıdretül Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve dördüncü sebîl dikey bir yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah olur. Allah’ın Zatında fani olur, Allah’ın evliyası olur.
Işte burada Allahû Tealâ “Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci sebîli aşarak Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor. Eğer tâbî olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba çevirecekti hem de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî olanların mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor. Nebe-38, mürşidin önünde yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan ruhun Allah’a ulaşması.

78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
Melekler (arşı tutan melekler), saf saf olarak ve ruh (devrin imamının ruhu) oradadırlar. Kendisine Rahmân’ın izin verdiğinden başka kimse konuşamaz. Ve sevap söyler (günahların sevaba çevrilmesini müjdeler).
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
Işte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren). 
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Öyleyse bütün insanlar için söz konusu olan bir dizayndan bahsediyor Allahû Tealâ. Burada Allahû Tealâ’nın yolunda her şeyin en güzel olduğu bir dizaynda yaşamak söz konusu. Hepiniz için bütün güzellikler mevcut Allah’ın yolunda.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın açıkça ifade ettiği gibi
1- Yola girmeyen kâfir kalanlar var.
2- Yola giren yani Sıratı Mustakîm’e ruhu ulaşan ve mü’min olanlar var.
1- Günahları sevaba çevrilmeyenler var.
2- Günahları sevaba çevrilenler var.
1- Dalâlette olanlar var.
2- Hidayette olanlar var.

Insanlar mürşidlerine ulaşmadıkça dalâletteler. Dalâlette olanların ise kurtuluşu söz konusu değil. Işte Allahû Tealâ burada onlar uzak bir dalâlet içindedirler buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim’de 10 âyet-i kerime insanların mürşidlerine ulaşmadıkça dalâlette olduğunu söylüyor.
1- Kasas-50: “Habibim eğer senin davetine icabet etmezlerse bil ki onlar nefslerinin hevasına tâbî olanlardır. Kim Allah’ın davetçisine değil de kendi hevasına tâbî olursa ondan daha çok dalâlette olan kim vardır.” diyor Allahû Tealâ.

28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

2- Taha-123: “Hadi oradan hepiniz aşağı inin birbirinize düşman olarak. Size hidayetim ve hidayetçim gelecek. Kim hidayetçime tâbî olursa sadece onlar dalâletten kurtulurlar şaki de olmazlar.”

20/TAHA-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “Ikiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetçime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

3- Kehf-17: “Allah kimi Kendi Zat’ına ulaştırırsa o zaman o kişi hidayete erer. Kim dalâletteyse onlar için bir veli mürşid bulunmaz.”

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. Işte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

4- Casiye-23 Allahû Tealâ diyor ki: “Habibim o nefslerini hevalarını kendilerine ilâh edinenleri görüyorsun. Allah onları onların ilimleri üzere dalâlette bırakır.” Hevalarına tâbî olanlar Kasas-50’ye göre mürşidlerine tâbî olmayanlar.

45/CASIYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

5- Cuma-2: “Biz bütün kavimlerde ümmilerin arasında resûl beas ederiz. Bu resûle tâbî olmadan evvel onlar apaçık bir dalâlet içindedirler.”

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Onlara, onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır. Ondan evvel (bu resûle tâbî olmadan evvel) onlar, açık bir dalâlet içinde idiler.

6- Ali Imran-164: “Bütün kavimlerde resûl beas ederiz. Mü’minlerin başının üzerinde ni’met olsunlar diye. Bu resûle tâbî olmadan evvel onlar apaçık bir dalâlet içindeydiler.”

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü’minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni’met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O’nun (Allah’ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

7- Ahkaf-32: “Kim Allah’ın davetine icabet etmezse icabet etmedikleri için onlar apaçık bir dalâlet içindedirler.” diyor Allahû Tealâ.

46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. Işte onlar apaçık dalâlet içindedirler.

Ve daha sonra 3 âyette daha Allahû Tealâ dalâlette olanların mutlaka mürşidlerine tâbî olmayanlar olduğunu söylüyor. Öyleyse tâbî olmak kurtuluşun temelidir. Böyle bir durumda Allahû Tealâ’nın ifadesini yerli yerine oturtmak mecburiyetindeyiz.