7 Safha 4 Teslim
Sevgili kardeşlerim, bu günkü konumuz, yedi safha dört teslim. Yani Kur’ân’daki İslâm’ı
anlatacağız inşallah.
Günümüz
İslâm tatbikatında unutulmuş, tatbikattan kaldırılmış ve sadece beş şarta
indirilmiş İslâm’ı yaşadığını zanneden insanlar, namaz kılıyor, oruç tutuyor,
hacca gidiyor, ama bir türlü ahlakları güzelleşmiyor. Yani manevi tekâmül yok,
neden acaba?
Oysa
Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahabe bu Kur’ân ile Asr-ı saadeti yaşadılar,
biz neden yaşamıyoruz? Eksiklik nerede? Birlikte araştıralım inşallah.
Allahû
Tealâ, kâinatı yaratmış, tüm canlıları sudan yaratmış, cinleri yaratmış ve dini
yaratmış en sonra da insanı yaratmış. Âdeme ruhundan üfürdükten sonrada cinlere
ve meleklere ona secde emri vermiş. Sadece şeytan bu emre karşı gelmiş. Oysa o
secde emri Âdem’in çamurdan yaratılan bedenine değil, Allah’ın onun içine
üfürdüğü ruhadır. İnsanı kâinata varis kılmış Allahû Teâlâ. Sonra A’râf sûresi
172. âyette Âdem’in zürriyetini çıkarmış, huzurunda toplamış ve onlardan yemin
misak ve ahd almış. Sonra insanla şeytanı yeryüzüne düşman olarak indirmiş,
şeytana da kıyamete kadar süre vermiş. İnsanın en büyük düşmanı şeytandır. Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın
aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ
yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz
(şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka
hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz
ve şâkî olmaz.”
İşte, Allahû Tealâ bize hidayetçiler göndereceğini, kurtuluş için bu
hidayetçilere tâbi olmamız gerektiğini hatırlatıyor, hamdolsun.
Bu gün tâbîyet unutulmuş, insanlar dîni Kur’ân’dan değil de, el yazması kitaplardan
öğreniyorlar. Yozlaşma had safhada. Hamdolsun ki, Furkan olan Kur’ân var ve
Allah’ın korumasında. Bir harfi değişmemiş ve değişmeyecek.
15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le
hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim’i), Biz indirdik. O'nun
koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
O
halde, Allah Kur’ân’ı korumuş ve onda hiçbir şeyi eksik bırakmadığını En’âm-38,
Nahl-89, Rûm–58, İsra-89, Zumer-27 ve Kehf-54. âyetleri ile bize açıklıyor.
Kur’ân’daki
İslâm’a baktığımızda, bir hedef emirlerin bir de vasıta emirlerin olduğunu
görüyoruz. Bu gün hedefler unutulmuş, vasıtalar hedef haline getirilmiştir. Allah’a
ulaşmayı dilemek ve hidayet unutulmuştur.
Kur’ân’daki
İslam’da ne var? Yedi safha dört teslim var:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek
2- Mürşide tabiiyet
3- Ruhun Allah’a ulaşması 1.teslim
4- Fizik bedenin Allah’a teslim edilmesi 2.teslim
5- Nefsin Allah’a teslimi 3.teslim
6- İrşad olmak
7- İradenin de Allah’a teslimi 4.teslim
Bu
yedi safha dört teslim ise 28 basamaklı bir İslam merdivenini oluşturuyor.
Şimdi bütün bunları Kur’ân-ı Kerîm ışığında inceleyelim inşallah.
1.
safha: Allah’a ulaşmayı dilemek
İslâm’ın
1. safhası 3. basamakta başlar. Kişi Allah’a ulaşmayı diler. Dilemezse, o kişi
hep 2. basamakta kalacak ve gideceği yer cehennem olacaktır. Peki, dünya
hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemek üzerimize farz mıdır? İşte Rûm Sûresinin
31. ve 32. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte
ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi
olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû
şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar
ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Sadece bu âyet-i kerimede mi Allah’a ulaşmayı dilemenin farz
olduğu belirtilmiş? Hayır, Allahû Tealâ
Zumer-54’te buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min
kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı
dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu,
veçhinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). Sonra yardım
olunmazsınız.
Allahû Tealâ Lokman Suresinin 15. âyet-i kerîmesinde:
“vettebi’ sebîle men enâbe ileyye” : Kim Bana yönelmişse, münîb olmuşsa, Bana ulaşmayı dilemişse sen de
onun yoluna tâbi ol.” buyurmaktadır.
Allahû Tealâ,
Yûnus sûresinin 7 ve 8. âyet-i kerîmelerinde Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerden
bahsetmektedir:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne la yercûne likaena ve radû bil
hayatid dunya vatme’ennû biha vellezîne hum an ayatina gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar ayetlerimizden gafil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulaike me’vahumun naru bima kanû
yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer
ateştir (cehennemdir).
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin âyetlerden gafil
olduklarını ve gidecekleri yerin cehennem olduğunu net olarak ifade etmektedir.
Bundan 14 asır evvel Allahû Tealâ âyetlerle, Allah’a mülâki olmayı üzerimize
farz kılmış ve bütün sahabe Allah’a mülâki olmayı, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdi. İşte Allahû Tealâ Zumer sûresinin 17. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tagûte en ya’budûha ve
enabû ilallahi lehumul buşra, fe beşşir ıbad(ıbadi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap
ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler
(Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı
müjdele!
Öyleyse
Allah’a mülâki olmayı dilemek farz mı? Gördük ki; âyetler farz olduğunu söylüyor. Bütün sahabe
Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Evet, bütün sahabe ulaşmayı dilemişler
(Zumer-17).
Bugünün
dîn öğretiminde bu yoktur. Bu gerçekten büyük bir eksikliktir. Çünkü olay
burada başlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan Allah’ın âyetlerinden
gafildir, gideceği yer cehennemdir. İnsanları cehennemden ve mutsuzluktan
kurtaracak bir tek dilektir. Çünkü Allahû Tealâ’nın vaadi (sözü) vardır.
Şûrâ-13’te Allahû Tealâ:
“Allah,
kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O’na (Kendisine)
ulaştırır.” buyurmaktadır.
Kim
kalben Allah’a ulaşmayı dilerse yani Allah’a yönelirse o andan sonra Allah
sözünü yerine getirir ve o kişiyi Kendisine ulaştırır. Kişi, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allah onun üzerinde
Rahman esmasıyla tecelli eder. İrşad makamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan
bir kişinin irşad makamını, irşad makamı olarak görmesini, tanımasını ve idrak
etmesini sağlar. Allahû Tealâ ona bu imkânları bahşeder. Ondan sonra kalbine
ulaşır, kalbini Kendisine çevirir, göğsünü yararak göğsünden kalbine nur yolunu
açar. Ondan sonra da bu kişinin zikir yapması neticesinde kalbine % 2 rahmet
nuru girer. O zaman kişi huşû sahibi olur. Mürşidini Allah’tan sorar.
2.
safha: Mürşide tâbi olmak
Hacet namazı ile mürşidini Allah’tan soran bir insan kalben
Allah’a mülâki olmayı dilemişse, Allah mutlaka ona mürşidini gösterir ve kişi
mürşidine tâbî olur (14. basamak). Burası İslâm’ın 2. safhasıdır.
Peki, mürşide tâbiiyet farz mıdır? Evet, farzdır. Allahû Tealâ
Nahl-9 da;
16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ
câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün
yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar
vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Yine Mâide-35’de buyuruyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû
ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey Amenu olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a
karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun
yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.
Âyet-i kerîme gereğince Allah’a ulaştıracak olan vesileyi
Allah’tan istemek söz konusu. Mürşide tâbi
olmak için onu mutlaka Allah’tan istemek gerekir.
14 asır evvel bütün sahabe tâbi olmuşlar mı? Bu sorunun cevabı
Fetih sûresinin 10. âyet-i kerîmesinde net olarak verilmektedir:
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ
yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe
innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se
yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar.
Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için
ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim
(tâbiiyetini) bozarsa o taktirde, sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a
verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür).
Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakını ve ahdini
yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet
saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Bundan 14 asır evvel bütün sahabe vesileyi istemişler ve hepsi mürşidlerin hası olan, sözü en ahsen
olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbi olarak hidayete ermişlerdir. Allahû
Tealâ bu hakikati Zumer sûresinin 18. âyet-i kerîmesinde belirtmektedir.
39 / ZUMER – 18 Ellezîne
yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu
ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar,
sözü işitirler, böylece onun Ahsen olanına tabii olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete
erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
ü
Bir İnsan, Mürşide Ulaştığı
Zaman Neler Olur?
Allahû Tealâ mürşide tâbî olan kişiye yedi
tane nimet verir:
1.Nimet; Devrin İmamı’nın ruhunun kişinin
başının üzerine gelip yerleşmesidir. Diğer kavim resûlleri, hidayete vesile
olanlar, onları ana dergâha ulaştırır,
sonra Devrin İmamı onları hidayete erdirendir. Her devirde hidayete
erdiren sadece bir tek kişi vardır. O, Devrin İmamıdır. Her kim mürşidine tâbî
olursa, Devrin İmamı’nın ruhu o kişinin başının üzerinde yer alır.
Devrin İmamı Allah'ın tasarrufunda olması
hasebiyle mürşidlerin de mürşididir. Allahû Tealâ bu hakikati Kur’ân-ı Kerîm’e
net olarak koymuştur. Bu sebeple diğer resûllerin dört görevine karşılık Devrin
İmamı’nın beşinci görevi vardır. Beşinci görev; hikmetin ötesini de
öğretmektir. İşte bu hikmetin ötesini öğretmek Allahû Tealâ’nın irşadla
vazifeli kıldığı, iradesini ve aklını da teslim edenlere has olan bir olgudur.
2. Nimet; Allah’ın o kişinin kalbine îmânı
yazmasıdır. Ancak Allahû Tealâ’nın Rahîm esmasıyla tecelli ettiği kişiler nefs
tezkiyesine başlar.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Mucâdele sûresinin
22. âyet-i kerîmesinde kalbine îmânı yazdığı ve katından bir ruhla desteklediği
kişi için buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel
yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev
ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve
eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru
hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e
lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden
bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resul’üne karşı gelenlere muhabbet duyar
bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri
olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve
onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının
ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan
cennetlere dâhil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah,
onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar,
Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha
erenler değil mi?
3. Nimet; Allahû Tealâ’nın o kişinin o
güne kadar işlemiş olduğu bütün günahlarını sevaba çevirmesidir. Allahû Tealâ,
Furkân sûresinin 70. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen
sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu
gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
takdirde işte onların, Allah seyyiatlarını (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
nuru gönderendir).
Tövbe eden, mu’min olan ve ıslah edici
amellere başlayanlardan bahsedilmektedir. Bu tövbenin mürşidin önünde yapılan tövbe
olduğu ve bu sebeple mürşid önünde yapılan tövbenin Allahû Tealâ tarafından
garanti kabul edildiğini Nisâ sûresinin 64. âyet-i kerîmesi ifade etmektedir:
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi
iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe
vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resulü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat
edilmesinden başka bir şey için göndermedik. Ve onlar nefislerine zulmettikleri
zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resul de
onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini
(onların tövbesini ve Resul’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici
olarak bulurlardı.
Bir tövbenin Allah tarafından kesin kabulü
o tövbeyi yapan kişi için Devrin İmamı’nın mağfiret talep etmesiyle mümkündür. Allah'ın o güne kadar verdiği dereceler
1'e 10 iken, o günden itibaren kişiye Bakara-261
gereğince 1'e 100 vermeye başlar.
4. nimet, o kişinin
ruhu vücudundan ayrılır.
5. nimet, kişi nefs tezkiyesi başlar (Zumer-22-23, Nûr-21,
Şems-9).
6. nimet, fizik vücudun nefs
tezkiyesi sebebiyle şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlamasıdır (Ra’d-36 Ankebût-56).
7. nimet, irade güçlenmeye başlar (Bakara-257, Ahzâb-43).
Kişi mürşidine tâbî olduktan sonra zikretmeye başlar, her tezkiye
kademesinde artan zikrine paralel olarak ruhu da gök katlarında birer birer
yükselir:
·
Nefsinin
kalbinde ilk % 7’lik fazıl birikimi gerçekleştiğinde ruhu 1. gök katına ulaşır.
Nefs-i Emmare kademesindedir. Kişinin nefsi henüz şerri emreden durumdadır.
·
2.
defa % 7’lik fazıl birikimi oluştuğunda
ruhu 2. gök katına ulaşır. Nefs-i Levvame kademesindedir. Bu noktada kişi kendini levm eder kınar.
Zikrini arttırmaya devam eder.
·
3. defa % 7 fazıl
birikimi oluştuğunda ruhu 3. gök katına ulaşır. Nefs-i Mülhime’dedir. Daha önce
sadece şeytandan ilham alırken bu noktadan itibaren Allah’tan da ilham almaya
başlar.
·
4. defa % 7 fazıl
birikimi ile ruhu, 4. gök katına yükselir.
Nefs-i Mutmainne’dedir. Artık doyuma
ulaşmıştır. Zikrini arttırarak devam eder.
·
5. defa %7 nur
birikimi ruhu, 5. gök katına yükselir. Nefs-i Radiye’dedir; kişi Allah’tan razı
olur.
·
6. defa %7 nur
birikimi ruhu, 6. gök katına yükselir. Nefs-i Mardiyye, Allah da ondan razı olur.
3.safha-1. teslim: Ruhun
Allah’a teslimi – Allah’a mülaki olmak
Allah’tan
razı olan kişi zikrini arttırarak nefsinin kalbinde yerleşen, 7. defa %7‘lik
fazl birikimi ile ruhu, 7. gök katına
yükselir. Nefs tezkiye olmuştur ve Nefs-i Tezkiye kademesindedir. Ruhu, 7. gök katında diğer ruhlarla birlikte
7 tane âlem geçer. Bir gün Sidretül Münteha’ya ulaşıp oradan zikir
hücrelerindeki zikrini tamamladıktan sonra Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ın
Zat’ında yok olur. Yani Allah’a döner. Burası hanif dîninin arapça adı ile
İslâm’ın 3. Safhası, teslimlerin 1. si ve 28 basamaklık İslâm merdiveninin de
21. basamağıdır.
Sevgili kardeşlerim, burada ruhumuzun hayattayken Allah’a ulaşması
üzerimize farz kılınmış mı ayetlere bakıyoruz? Elbette kılınmış. Allahû Tealâ
Müzemmil-8’de: “Allah’ın ismiyle zikret
ve her şeyden kesilerek Allah’a ulaş.” buyurmaktadır. Allah’ın Zat’ına
ulaşmak hususunun bir emir olduğu, bu sebeple de farz kılındığı Allahû Tealâ
tarafından Ra’d-21’de de:
“Vellezîne
yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale:
“Ve onlar Allah’ın (ölümden
evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a)
ulaştırırlar.” ifadesi
ile kesinleştirilmektedir.
Allahû Tealâ,
Kur’ân’da “hidayete ermeyi”, ruhun Allah’a ulaşması olarak açıklamaktadır. İşte
2 âyet-i kerîme: Allahû Tealâ Âli İmrân-73’te buyuruyor ki:
“innel hudâ hudallâhi: Hiç
şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır.”
inne:
Muhakkak ki - el Huda: Hidayet - hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.
Allahû Tealâ
Bakara-120’de de buyuruyor ki:
“inne hudallahi huvel hudâ: Muhakkak ki Allah’a ulaşmak
(var ya) işte o, hidayettir.”
inne:
Muhakkak ki - Hudallahi: Allah’a ulaşmak - huve: İşte o - el hudâ: Hidayettir
Hidayetin anlamı böylece netleşiyor ve Allahû Tealâ ruhun
teslimini farz kılmış:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön
(Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
Bundan 14 asır evvel bütün sahabe Allah’a ruhlarını ulaştırmışlar
mı? Evet, hepsi Allah’a mülâki olmayı dileyerek, şeytanın kulu olmaktan
kurtulup Allah’ın kulu olmuş. Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar sözü dinlerler, sözün en güzeline uyarlar. İşte onlar hidayete
erdiler.” (Zumer-17, 18). Sahabenin
hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlardır.
Öyleyse hidayetin manası ruhun Allah’a ulaşması olduğuna göre 21.
basamaktaki ruhun Allah’a mülâki olması, ulaşması üzerimize farz ve bütün
sahâbe bunu gerçekleştirmiş.
Sevgili öğrenciler, 21. basamakta Allah’a ulaşan ruh, Allah’ın
Zat’ında ifna olur, yok olur. Burası 22. basamaktır.
23. basamakta, Ona Allah’ın katında bir taht ihsan edilir (En’âm-127).
Sonra o kişi zikrini arttırır. 24. basamakta Zikri günün yarısını aşar ve o
kişi zikirsizliğe karşı zahit olur (Yusuf-20).
4. safha-2. teslim: Fizik
vücudun Teslimi
Zahit olan bu kişi zikrini Allah’a tevekkül ederek arttırmaya
devam eder. Nefsinin kalbini % 80’den fazla fazıllar biriktiği zaman o kişi,
fizik vücudunu Allah’a teslim eder.
Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri
işlemeyen bir hüviyet kazanır. Artık
kalpte kalan karanlıklar o kişinin fiiliyatını negatif yönde etkileyemez. Burası İslâm’ın 4. safhasının ve teslimlerin
2. sinin gerçekleştiği yerdir (25. basamak).
Peki, fizik vücudumuzu yani vechimizi Allah’a teslim etmek farz
mı? Evet, farz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
4/NİSA-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu
lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen),
vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kişiden, veçhi (fizik vücudu) dinde daha Ahsen kim vardır? O
kişi ki; veçhini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve Muhsinlerden olmuştur
ve Hanif olarak Hz. İbrahim’in dinine tabii olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrahim’i
dost ittihaz etmiştir.
Acaba sahabe, fizik vücudun Allah’a teslimini gerçekleştirmişler
mi? İşte Âli İmrân sûresinin 20. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor ki:
3/AL-İ İMRAN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye
lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel
ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ
aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve
bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap
verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim
ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete
ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir.
Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).
Öyleyse bütün sahabe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler.
5. safha-3. teslim:
Ulul’elbâb makamı - Nefsin Allah’a teslimi
Fizik vücudun tesliminden sonra kişi zikrini daha da arttırarak usûl haline getirir. Böylece daimî
zikre ulaşır. Artık günün 24 saati her an zikirdedir. O kişi artık ömrü boyunca bunu devam
ettirecektir. Bir insan daimî zikrin sahibi olursa ne olur? Daimî zikrin sahibi
olan kişi nefsini Allah’a teslim eder. Burası İslâm’ın 5. safhası ve
teslimlerin 3. sünün gerçekleştiği yerdir (26. basamak). Nefs teslimini yapan bir insan hikmet sahibi olur.
Yunus Emre bu konuda diyor ki:
Hakka
âşık olan kişi,
Akar
gözlerinin yaşı,
Pür
nur olur içi dışı,
Söyler
Allah deyi deyi.”
İşte Yunus Emre’nin anlattığı bu safhaya
erebilmek ancak nefsin teslimiyle mümkündür. Nefsin teslimi olmadan bu dizayna
ulaşmak mümkün değil. Kim
ayaktayken de, otururken de, yan üstü yatarken de yani daimî olarak Allah’ı
zikrediyorsa o ulûl’elbâb’tır.
3/AL-İ İMRAN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı
vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Hiç şüphesiz; göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
birbiri ardınca gelişinde, elbette ulûl’elbab için nice deliller vardır.
3/AL-İ İMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe
kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel
ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben
nâr(nârı).
O (Ulûl’elbab) ki; (Lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin
sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler.
Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey
Rabbimiz! Sen, bunları batıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih)
ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.”
Ulûl’elbâb olanların ayaktayken de, otururken de, yan üstü
yatarken de yani üç halin üçünde de Allah’ı zikrettiği ifade edilmektedir.
Ulû’elbâb, hayırlarda yarışanlar, daimî zikrin sahipleri ve hikmet
sahipleridir. Ulûl’elbab olmak üzerimize farz mı? Evet farz. Nisa-103’te Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
4/NİSA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe
kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus
salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan
üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz,
müminlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
Âyet-i kerîmeden daimî zikrin yani ulûl’elbâb olmanın kesin olarak
farz olduğu anlaşılmaktadır. Bütün sahabe bu farzı gerçekleştirmiş mi? Daha
önce de belirttiğimiz gibi Zumer-18’de Allahû Tealâ sahabenin hem hidayete
erdiğini yani ruhlarını Allah’a teslim ettiklerini, hem de ulûl’elbab
olduklarını ifade etmektedir.
Ulûl’elbâb olan kişinin özellikleri:
1.
özellik:
Daimî zikrin sahibi olması.
2. özellik: Daimî zikrin sahibi olduğu
için nefsdeki bütün afetler tamamen bitmiştir. Hiç afet kalmamıştır, kalbinde %
2 Rahmet ve % 98 de fazl olmak üzere %100 nur, îmân kelimesinin etrafında
toplanmıştır. Yani şeytanın bütün sahaları yok edilmiştir. Artık şeytan o
kişiye en ufak bir yanlış yaptıramaz.
3. özellik: Allahû Tealâ o kişinin kalp
gözünü açar.
4. özellik: Allahû Tealâ o kişinin kalp
kulağını açar.
Yani Allah ona, onun kalp gözüne gayba ait hususları göstermeye
başlar. O kalp kulağına da gösterdiği şeylerin
muhtevasını açıklar. Peki, ulûl’elbâb neden hikmet
sahibidir? Çünkü yukarda saydığımız dört temel özellik o kişiye üç tane vasıf
şartı kazandırır:
1. vasıf şartı:
O kişi ehli tezekkür
olmuştur. Ehli tezekkür, kişinin hem zikir sahibi olması demek, hem de konuları
Allah ile müzakere etme yetkisinin sahibi kılınması demektir. O kişi Allah ile
konuşur. Allah ile anlatır. Allah’tan sual sorar ve Allah’ın sırlarını öğrenir.
Müteşabih ayetleri tezekkür etmeye başlar.
2.vasıf
şartı: O kişi ehli hayır
olmuştur. Zikir derecat kazandırır, her
kazanılan derece hayırdır. Böylece kişi daimî zikirde olması hasebiyle ehli
hayır olmuştur.
3. vasıf şartı: O kişi ehli hüküm (ehli hikmet)
olmuştur. Daimî zikir sebebiyle her an
Allah’a sormak yetkisinin sahibi olduğu için Kur’ân’ın âyetlerine baktığında
bunların hangi kademede bir âyet olduğunu Allah’tan sorup hemen öğrenir. Bu
kişi herhangi bir konuda hâkim veya hakem tayin edildiği zaman, her zaman
Allah’tan soracağı için hep adaletle hükmeder, bu sebeple ehli hükümdür.
Bu nokta, ulûl’elbâb noktası o kişiye 7 kademe yerlerin
melekûtunun gösterildiği yerdir. 7
kat yerde 7 cehennem söz konusudur. Bir de zemin kattaki Devrin
İmamı’na ait olan ana dergâh gösterilir. Böylece o kişi için ilme’l yakîn kesin
şekilde tamamlanmıştır. Ayne’l yakîne adım atmıştır. Yani o kişi artık kalp
gözüyle görerek hüküm verecektir.
6.
safha: İhlâsa, irşada ulaşmak
Nefsin tesliminden sonraki 6. safha İhlâs
kademesi, çok önemli bir safhadır. İhlâs, halis, muhlis kelimelerinin hepsi aynı kökten gelir. Halis;
saf, katışıksız manasındadır. Muhlis de; halis olan, saf ve katışıksız olan
manasına gelir. Peki, ihlâs kademesindeki bir insanın nesi saftır, nesi
katışıksızdır? Kalbi, sevgili öğrenciler.
Ancak kalbindeki bütün afetleri yok etmiş kalbi katışıksız, saf olan
birisi ulûl’elbâb makamını yaşar, arkadan da ihlâs makamının sahibi olur.
Kişinin ihlâs makamına ulaştığı; muhlislerden olduğu bu nokta İslâm’ın 6.
safhasıdır (27.basamak).
İblis: “Yeryüzünü onlara süsleyeceğim
hepsini saptıracağım.” dediğinde Allahû Tealâ da: “İhlâs sahibi kullarım müstesna.” demektedir (Hicr-39 ve 40). Neden ihlâs sahibi kullar müstesna? Çünkü Allahû Tealâ
ihlâs sahibi kullara 7 kat gökleri ve 7. gök katında 7 âlemi kalb gözlerine
göstererek onların kalplerini 14 kademe müzeyyen kılıyor. Allahû Tealâ ihlâs
sahibi kulların Mevlâsı olarak onları koruyor. İhlâs sahibi kullar, Allah’ın
koruma şemsiyesinin altına giriyorlar.
İhlâs sahibi olmak üzerimize farz mı? Allahû Tealâ Beyinne sûresinin
5. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe
muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul
kayyimeh(kayyimeti).
Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde
halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle
emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.
İşte, muhlis olmak, üzerimize farzdır. Kur’ân-ı Kerim’in bu hükmü,
bu farzı ortaya koyuyor. Peki, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün sahâbe
muhlis olmuşlar mı? Evet, bütün sahabe Allah’a muhlis kul olmuşlardır. Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ
â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De
ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de
Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin
amelleriniz de size aittir. Ve biz, ona muhlis olanlarız (dîni O'na hâlis
kılanlarız).”
Burada kişi aynı zamanda Tövbe-i Nasuh’a davet edilir. Allahû
Tealâ’nın söyledikleri tek tek tekrar edilir ve Allahû Tealâ kişiyi Tövbe-i
Nasuh’u gerçekleştirmiş standartlara ulaştırır. Ne zaman o kişiye Allahû Tealâ
Sidretül Müntehayı gösterirse, o zaman o kişi İhlâs makamını da tamamlamıştır.
Tövbe-i Nasuh’tan sonra kişi otomatik olarak salâh makamına
geçmiştir. Bu kişi, insanla Allah arasındaki 28 basamaklık dizaynda
basamakların sonuncusunda; 28. basamaktadır.
Salâh makamının 7 kademesi vardır:
1. kademesinde kişi günahlarının örtüldüğünü Allahû Tealâ tarafından
kendisine tebliğ edilmesi suretiyle öğrenir (Tahrim-8).
66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi
tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve
yudhılekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye
vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne
rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfirlenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey Amenu olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh
Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi
altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebileri ve Onunla
beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz,
bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir).
Muhakkak ki Sen, her şeye kaadirsin.” derler.
2. kademesinde kişiye Allahû Tealâ tarafından salâh nuru verilir.
Bir bulut gibi görünen ama aslında bir nur olan salâh nuru, çok parlak ışıklar saçan
bir nur değildir (Tahrim-8).
3. kademesinde Allahû Tealâ, kişinin günahlarını sevaba
çevirecektir. (Tahrim-8).
7. safha-4. teslim: İradenin
Allahâ Teslimi
Salâhın 4. kademesinde kişi iradesini Allah’a teslim eder. 28.
basamağın 4. kademesinde kişi iradesini Allah’a teslim etmiş ve 4. teslimi de
gerçekleşmiştir. Allah o kişinin iradesini teslim alarak artık sadece Allah’tan
emir alan, Allah’ın emirlerini yerine getiren birisi hüviyetine sokar. Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe
hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey Amenu olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın
takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim
olmadan ölmeyin!
İşte böyle bir noktaya ulaşan kişi, teslim-i külli ile teslim
olmuştur. İradesini de Allah’a vermiştir. Allah onun iradesini Kendisine
bağlamıştır. Bu noktadan itibaren kişi artık kendi iradesiyle karar
vermeyecektir. Kararları Allah verecektir ve o da Allah’tan öğrenip tatbik
sahasına koyacaktır. İradesi Allah’ın iradesine bağlanmıştır. İradesi artık
mevcut olmadığı için o güne kadar zikir adı verilen daimî zikri, o günden sonra
tesbihe dönüşmüştür. Ehli zikir artık, ehli tesbih olmuştur.
Salâhın 5. kademesinde Allahû Tealâ “İrşada memur ve mezun kılındın” cümlesi ile kişiyi irşad makamının
sahibi kılar ve kişi mürşid olur. Sahabenin hepsinin iradelerini Allahû Tealâ’ya
teslim ettiği, ihsanla onlara tâbî olan tâbiinden anlaşılmaktadır. Allahû Tealâ bu hakikati Tevbe sûresinin 100.
âyet-i kerîmesinde belirtmektedir:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel
muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû
anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden),
zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O
sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini
Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı
muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan
(Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne)
ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara
tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara
Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen
kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Buraya
kadar kişinin kalbi ulûl’elbâb makamında yedi mertebe, İhlâs makamında yedi
mertebe ve salâh makamında beş mertebe olmak üzere 19 kademe müzeyyen
olmuştur.
6. kademede, bütün kavimlerdeki resûller
vardır.
7. kademede, Devrin İmamı vardır.
Salâh
makamının kademelerini işgal edenler, Adn cennetlerinin sahipleridir.
Sevgili kardeşlerim, genel hatları ile konumuzda ne gördük?
Kur’ân-ı Kerim’de 4 teslimi içeren 7 tane safha vardır:
1.
Safha:
Allah’a ulaşmayı dilemek
2.
Safha:
Mürşide ulaşıp tâbî olmak.
3.
Safha
- 1. teslim: Ruhu hayattayken Allah’a ulaştırmak.
4.
Safha
- 2. teslim: Fizik vücudun Allah’a teslimi.
5.
Safha
- 3. teslim: Nefsin Allah’a teslimi
6.
Safha:
Muhlis olmak.
7.
Safha
- 4. teslim: İradenin Allah’a teslimi.
Sonuç olarak;
1- Bu yedi safhanın yedisi de Allah tarafından farz kılınmış mı?
Evet, âyetlerle gördük ki kesin olarak farzdır.
2- Bütün sahabe üzerlerine farz olan İslâm’ın yedi safha dört teslimini
yaşamışlar mı? Evet, âyetler kesin olarak bunu ispat etmektedir.
Allah razı olsun.