7 Safha 4 Teslim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Safha 4 Teslim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2016 Perşembe

7 Safha 4 Teslim

                                7 Safha 4 Teslim

Sevgili kardeşlerim, bu günkü konumuz, yedi safha dört teslim. Yani Kur’ân’daki İslâm’ı anlatacağız inşallah.

Günümüz İslâm tatbikatında unutulmuş, tatbikattan kaldırılmış ve sadece beş şarta indirilmiş İslâm’ı yaşadığını zanneden insanlar, namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor, ama bir türlü ahlakları güzelleşmiyor. Yani manevi tekâmül yok, neden acaba?

Oysa Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahabe bu Kur’ân ile Asr-ı saadeti yaşadılar, biz neden yaşamıyoruz? Eksiklik nerede? Birlikte araştıralım inşallah.

Allahû Tealâ, kâinatı yaratmış, tüm canlıları sudan yaratmış, cinleri yaratmış ve dini yaratmış en sonra da insanı yaratmış. Âdeme ruhundan üfürdükten sonrada cinlere ve meleklere ona secde emri vermiş. Sadece şeytan bu emre karşı gelmiş. Oysa o secde emri Âdem’in çamurdan yaratılan bedenine değil, Allah’ın onun içine üfürdüğü ruhadır. İnsanı kâinata varis kılmış Allahû Teâlâ. Sonra A’râf sûresi 172. âyette Âdem’in zürriyetini çıkarmış, huzurunda toplamış ve onlardan yemin misak ve ahd almış. Sonra insanla şeytanı yeryüzüne düşman olarak indirmiş, şeytana da kıyamete kadar süre vermiş. İnsanın en büyük düşmanı şeytandır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
       
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
       
İşte, Allahû Tealâ bize hidayetçiler göndereceğini, kurtuluş için bu hidayetçilere tâbi olmamız gerektiğini hatırlatıyor, hamdolsun.

Bu gün tâbîyet unutulmuş, insanlar dîni  Kur’ân’dan değil de, el yazması kitaplardan öğreniyorlar. Yozlaşma had safhada. Hamdolsun ki, Furkan olan Kur’ân var ve Allah’ın korumasında. Bir harfi değişmemiş ve değişmeyecek.

15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim’i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.

O halde, Allah Kur’ân’ı korumuş ve onda hiçbir şeyi eksik bırakmadığını En’âm-38, Nahl-89, Rûm–58, İsra-89, Zumer-27 ve Kehf-54. âyetleri ile bize açıklıyor.

Kur’ân’daki İslâm’a baktığımızda, bir hedef emirlerin bir de vasıta emirlerin olduğunu görüyoruz. Bu gün hedefler unutulmuş, vasıtalar hedef haline getirilmiştir. Allah’a ulaşmayı dilemek ve hidayet unutulmuştur.

Kur’ân’daki İslam’da ne var? Yedi safha dört teslim var:

1-    Allah’a ulaşmayı dilemek
2-    Mürşide tabiiyet
3-    Ruhun Allah’a ulaşması                           1.teslim
4-    Fizik bedenin Allah’a teslim edilmesi        2.teslim
5-    Nefsin Allah’a teslimi                                         3.teslim
6-    İrşad olmak
7-    İradenin de Allah’a teslimi                        4.teslim

Bu yedi safha dört teslim ise 28 basamaklı bir İslam merdivenini oluşturuyor. Şimdi bütün bunları Kur’ân-ı Kerîm ışığında inceleyelim inşallah.

1.     safha: Allah’a ulaşmayı dilemek

İslâm’ın 1. safhası 3. basamakta başlar. Kişi Allah’a ulaşmayı diler. Dilemezse, o kişi hep 2. basamakta kalacak ve gideceği yer cehennem olacaktır. Peki, dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemek üzerimize farz mıdır? İşte Rûm Sûresinin 31. ve 32. âyetlerinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

Sadece bu âyet-i kerimede mi Allah’a ulaşmayı dilemenin farz olduğu belirtilmiş?  Hayır, Allahû Tealâ Zumer-54’te buyuruyor ki:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, veçhinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). Sonra yardım olunmazsınız.

Allahû Tealâ Lokman Suresinin 15. âyet-i kerîmesinde:
“vettebi’ sebîle men enâbe ileyye” : Kim Bana yönelmişse, münîb olmuşsa, Bana ulaşmayı dilemişse sen de onun yoluna tâbi ol.” buyurmaktadır.

Allahû Tealâ, Yûnus sûresinin 7 ve 8. âyet-i kerîmelerinde Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerden bahsetmektedir:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne la yercûne likaena ve radû bil hayatid dunya vatme’ennû biha vellezîne hum an ayatina gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar ayetlerimizden gafil olanlardır.

10/YUNUS-8: Ulaike me’vahumun naru bima kanû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin âyetlerden gafil olduklarını ve gidecekleri yerin cehennem olduğunu net olarak ifade etmektedir. Bundan 14 asır evvel Allahû Tealâ âyetlerle, Allah’a mülâki olmayı üzerimize farz kılmış ve bütün sahabe Allah’a mülâki olmayı, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdi. İşte Allahû Tealâ Zumer sûresinin 17. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tagûte en ya’budûha ve enabû ilallahi lehumul buşra, fe beşşir ıbad(ıbadi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

Öyleyse Allah’a mülâki olmayı dilemek farz mı? Gördük ki;  âyetler farz olduğunu söylüyor. Bütün sahabe Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Evet, bütün sahabe ulaşmayı dilemişler (Zumer-17).

Bugünün dîn öğretiminde bu yoktur. Bu gerçekten büyük bir eksikliktir. Çünkü olay burada başlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan Allah’ın âyetlerinden gafildir, gideceği yer cehennemdir. İnsanları cehennemden ve mutsuzluktan kurtaracak bir tek dilektir. Çünkü Allahû Tealâ’nın vaadi (sözü) vardır. Şûrâ-13’te Allahû Tealâ:
“Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O’na (Kendisine) ulaştırır.” buyurmaktadır.

Kim kalben Allah’a ulaşmayı dilerse yani Allah’a yönelirse o andan sonra Allah sözünü yerine getirir ve o kişiyi Kendisine ulaştırır. Kişi, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allah onun üzerinde Rahman esmasıyla tecelli eder. İrşad makamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan bir kişinin irşad makamını, irşad makamı olarak görmesini, tanımasını ve idrak etmesini sağlar. Allahû Tealâ ona bu imkânları bahşeder. Ondan sonra kalbine ulaşır, kalbini Kendisine çevirir, göğsünü yararak göğsünden kalbine nur yolunu açar. Ondan sonra da bu kişinin zikir yapması neticesinde kalbine % 2 rahmet nuru girer. O zaman kişi huşû sahibi olur. Mürşidini Allah’tan sorar.

2.     safha: Mürşide tâbi olmak

Hacet namazı ile mürşidini Allah’tan soran bir insan kalben Allah’a mülâki olmayı dilemişse, Allah mutlaka ona mürşidini gösterir ve kişi mürşidine tâbî olur (14. basamak). Burası İslâm’ın 2. safhasıdır.

Peki, mürşide tâbiiyet farz mıdır? Evet, farzdır. Allahû Tealâ Nahl-9 da;

16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

Yine Mâide-35’de buyuruyor ki:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey Amenu olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.

Âyet-i kerîme gereğince Allah’a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan istemek söz konusu.  Mürşide tâbi olmak için onu mutlaka Allah’tan istemek gerekir.

14 asır evvel bütün sahabe tâbi olmuşlar mı? Bu sorunun cevabı Fetih sûresinin 10. âyet-i kerîmesinde net olarak verilmektedir: 

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (tâbiiyetini) bozarsa o taktirde, sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakını ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Bundan 14 asır evvel bütün sahabe vesileyi istemişler ve hepsi mürşidlerin hası olan, sözü en ahsen olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbi olarak hidayete ermişlerdir. Allahû Tealâ bu hakikati Zumer sûresinin 18. âyet-i kerîmesinde belirtmektedir.

39 / ZUMER – 18  Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun Ahsen olanına tabii olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

ü          Bir İnsan, Mürşide Ulaştığı Zaman Neler Olur?

Allahû Tealâ mürşide tâbî olan kişiye yedi tane nimet verir:

1.Nimet; Devrin İmamı’nın ruhunun kişinin başının üzerine gelip yerleşmesidir. Diğer kavim resûlleri, hidayete vesile olanlar, onları ana dergâha ulaştırır,  sonra Devrin İmamı onları hidayete erdirendir. Her devirde hidayete erdiren sadece bir tek kişi vardır. O, Devrin İmamıdır. Her kim mürşidine tâbî olursa, Devrin İmamı’nın ruhu o kişinin başının üzerinde yer alır.

Devrin İmamı Allah'ın tasarrufunda olması hasebiyle mürşidlerin de mürşididir. Allahû Tealâ bu hakikati Kur’ân-ı Kerîm’e net olarak koymuştur. Bu sebeple diğer resûllerin dört görevine karşılık Devrin İmamı’nın beşinci görevi vardır. Beşinci görev; hikmetin ötesini de öğretmektir. İşte bu hikmetin ötesini öğretmek Allahû Tealâ’nın irşadla vazifeli kıldığı, iradesini ve aklını da teslim edenlere has olan bir olgudur.

2. Nimet; Allah’ın o kişinin kalbine îmânı yazmasıdır. Ancak Allahû Tealâ’nın Rahîm esmasıyla tecelli ettiği kişiler nefs tezkiyesine başlar.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de Mucâdele sûresinin 22. âyet-i kerîmesinde kalbine îmânı yazdığı ve katından bir ruhla desteklediği kişi için buyuruyor ki:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resul’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dâhil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

3. Nimet; Allahû Tealâ’nın o kişinin o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahlarını sevaba çevirmesidir. Allahû Tealâ, Furkân sûresinin 70. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o takdirde işte onların, Allah seyyiatlarını (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).

Tövbe eden, mu’min olan ve ıslah edici amellere başlayanlardan bahsedilmektedir. Bu tövbenin mürşidin önünde yapılan tövbe olduğu ve bu sebeple mürşid önünde yapılan tövbenin Allahû Tealâ tarafından garanti kabul edildiğini Nisâ sûresinin 64. âyet-i kerîmesi ifade etmektedir:

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resulü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka bir şey için göndermedik. Ve onlar nefislerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resul de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resul’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

Bir tövbenin Allah tarafından kesin kabulü o tövbeyi yapan kişi için Devrin İmamı’nın mağfiret talep etmesiyle mümkündür. Allah'ın o güne kadar verdiği dereceler 1'e 10 iken, o günden itibaren kişiye Bakara-261 gereğince 1'e 100 vermeye başlar.
4. nimet, o kişinin ruhu vücudundan ayrılır.
5. nimet, kişi nefs tezkiyesi başlar (Zumer-22-23, Nûr-21, Şems-9).

6. nimet, fizik vücudun nefs tezkiyesi sebebiyle şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlamasıdır (Ra’d-36 Ankebût-56).

7. nimet, irade güçlenmeye başlar  (Bakara-257, Ahzâb-43).


Kişi mürşidine tâbî olduktan sonra zikretmeye başlar, her tezkiye kademesinde artan zikrine paralel olarak ruhu da gök katlarında birer birer yükselir:

·        Nefsinin kalbinde ilk % 7’lik fazıl birikimi gerçekleştiğinde ruhu 1. gök katına ulaşır. Nefs-i Emmare kademesindedir. Kişinin nefsi henüz şerri emreden durumdadır.
·        2. defa  % 7’lik fazıl birikimi oluştuğunda ruhu 2. gök katına ulaşır. Nefs-i Levvame kademesindedir.  Bu noktada kişi kendini levm eder kınar. Zikrini arttırmaya devam eder.
·        3. defa % 7 fazıl birikimi oluştuğunda ruhu 3. gök katına ulaşır. Nefs-i Mülhime’dedir. Daha önce sadece şeytandan ilham alırken bu noktadan itibaren Allah’tan da ilham almaya başlar.
·        4. defa % 7 fazıl birikimi ile ruhu, 4. gök katına yükselir. Nefs-i Mutmainne’dedir.  Artık doyuma ulaşmıştır. Zikrini arttırarak devam eder.
·        5. defa %7 nur birikimi ruhu, 5. gök katına yükselir.  Nefs-i Radiye’dedir; kişi Allah’tan razı olur.
·        6. defa %7 nur birikimi ruhu,  6. gök katına yükselir.  Nefs-i Mardiyye, Allah da ondan razı olur.

3.safha-1. teslim: Ruhun Allah’a teslimi – Allah’a mülaki olmak

Allah’tan razı olan kişi zikrini arttırarak nefsinin kalbinde yerleşen, 7. defa %7‘lik fazl birikimi ile ruhu,  7. gök katına yükselir. Nefs tezkiye olmuştur ve Nefs-i Tezkiye kademesindedir.  Ruhu, 7. gök katında diğer ruhlarla birlikte 7 tane âlem geçer. Bir gün Sidretül Münteha’ya ulaşıp oradan zikir hücrelerindeki zikrini tamamladıktan sonra Allah’ın Zat’ına ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur. Yani Allah’a döner. Burası hanif dîninin arapça adı ile İslâm’ın 3. Safhası, teslimlerin 1. si ve 28 basamaklık İslâm merdiveninin de 21. basamağıdır.

Sevgili kardeşlerim, burada ruhumuzun hayattayken Allah’a ulaşması üzerimize farz kılınmış mı ayetlere bakıyoruz? Elbette kılınmış. Allahû Tealâ Müzemmil-8’de: “Allah’ın ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a ulaş.” buyurmaktadır. Allah’ın Zat’ına ulaşmak hususunun bir emir olduğu, bu sebeple de farz kılındığı Allahû Tealâ tarafından Ra’d-21’de de:

“Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale:
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar.” ifadesi ile kesinleştirilmektedir.

Allahû Tealâ, Kur’ân’da “hidayete ermeyi”, ruhun Allah’a ulaşması olarak açıklamaktadır. İşte 2 âyet-i kerîme: Allahû Tealâ Âli İmrân-73’te buyuruyor ki:

“innel hudâ hudallâhi: Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır.”
inne: Muhakkak ki  -  el Huda: Hidayet  - hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.

Allahû Tealâ Bakara-120’de de buyuruyor ki:

“inne hudallahi huvel hudâ: Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.”
inne: Muhakkak ki -  Hudallahi: Allah’a ulaşmak  - huve: İşte o - el hudâ: Hidayettir

Hidayetin anlamı böylece netleşiyor ve Allahû Tealâ ruhun teslimini farz kılmış:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!

Bundan 14 asır evvel bütün sahabe Allah’a ruhlarını ulaştırmışlar mı? Evet, hepsi Allah’a mülâki olmayı dileyerek, şeytanın kulu olmaktan kurtulup Allah’ın kulu olmuş. Allahû Tealâ diyor ki: “Onlar sözü dinlerler, sözün en güzeline uyarlar. İşte onlar hidayete erdiler.” (Zumer-17, 18).  Sahabenin hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlardır.

Öyleyse hidayetin manası ruhun Allah’a ulaşması olduğuna göre 21. basamaktaki ruhun Allah’a mülâki olması, ulaşması üzerimize farz ve bütün sahâbe bunu gerçekleştirmiş.        
  
Sevgili öğrenciler, 21. basamakta Allah’a ulaşan ruh, Allah’ın Zat’ında ifna olur, yok olur. Burası 22. basamaktır.

23. basamakta, Ona Allah’ın katında bir taht ihsan edilir (En’âm-127). Sonra o kişi zikrini arttırır. 24. basamakta Zikri günün yarısını aşar ve o kişi zikirsizliğe karşı zahit olur (Yusuf-20). 

4. safha-2. teslim: Fizik vücudun Teslimi

Zahit olan bu kişi zikrini Allah’a tevekkül ederek arttırmaya devam eder. Nefsinin kalbini % 80’den fazla fazıllar biriktiği zaman o kişi, fizik vücudunu Allah’a teslim eder.  Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen bir hüviyet kazanır.  Artık kalpte kalan karanlıklar o kişinin fiiliyatını negatif yönde etkileyemez.  Burası İslâm’ın 4. safhasının ve teslimlerin 2. sinin gerçekleştiği yerdir (25. basamak). 

Peki, fizik vücudumuzu yani vechimizi Allah’a teslim etmek farz mı? Evet, farz. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

4/NİSA-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kişiden, veçhi (fizik vücudu) dinde daha Ahsen kim vardır? O kişi ki; veçhini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve Muhsinlerden olmuştur ve Hanif olarak Hz. İbrahim’in dinine tabii olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrahim’i dost ittihaz etmiştir.

Acaba sahabe, fizik vücudun Allah’a teslimini gerçekleştirmişler mi? İşte Âli İmrân sûresinin 20. âyet-i kerimesi, Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/AL-İ İMRAN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).

Öyleyse bütün sahabe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler.

5. safha-3. teslim: Ulul’elbâb makamı - Nefsin Allah’a teslimi

Fizik vücudun tesliminden sonra kişi zikrini daha da arttırarak usûl haline getirir. Böylece daimî zikre ulaşır. Artık günün 24 saati her an zikirdedir.  O kişi artık ömrü boyunca bunu devam ettirecektir. Bir insan daimî zikrin sahibi olursa ne olur? Daimî zikrin sahibi olan kişi nefsini Allah’a teslim eder. Burası İslâm’ın 5. safhası ve teslimlerin 3. sünün gerçekleştiği yerdir (26. basamak). Nefs teslimini yapan bir insan hikmet sahibi olur.

Yunus Emre bu konuda diyor ki:
Hakka âşık olan kişi,
Akar gözlerinin yaşı,
Pür nur olur içi dışı,
Söyler Allah deyi deyi.”

İşte Yunus Emre’nin anlattığı bu safhaya erebilmek ancak nefsin teslimiyle mümkündür. Nefsin teslimi olmadan bu dizayna ulaşmak mümkün değil. Kim ayaktayken de, otururken de, yan üstü yatarken de yani daimî olarak Allah’ı zikrediyorsa o ulûl’elbâb’tır.

3/AL-İ İMRAN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Hiç şüphesiz; göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, elbette ulûl’elbab için nice deliller vardır.

 3/AL-İ İMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
O (Ulûl’elbab) ki; (Lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunları batıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.”

Ulûl’elbâb olanların ayaktayken de, otururken de, yan üstü yatarken de yani üç halin üçünde de Allah’ı zikrettiği ifade edilmektedir. Ulû’elbâb, hayırlarda yarışanlar, daimî zikrin sahipleri ve hikmet sahipleridir. Ulûl’elbab olmak üzerimize farz mı? Evet farz. Nisa-103’te Allahû Tealâ buyuruyor ki:

4/NİSA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, müminlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.

Âyet-i kerîmeden daimî zikrin yani ulûl’elbâb olmanın kesin olarak farz olduğu anlaşılmaktadır. Bütün sahabe bu farzı gerçekleştirmiş mi? Daha önce de belirttiğimiz gibi Zumer-18’de Allahû Tealâ sahabenin hem hidayete erdiğini yani ruhlarını Allah’a teslim ettiklerini, hem de ulûl’elbab olduklarını ifade etmektedir.

Ulûl’elbâb olan kişinin özellikleri:

1.     özellik: Daimî zikrin sahibi olması.
2. özellik: Daimî zikrin sahibi olduğu için nefsdeki bütün afetler tamamen bitmiştir. Hiç afet kalmamıştır, kalbinde % 2 Rahmet ve % 98 de fazl olmak üzere %100 nur, îmân kelimesinin etrafında toplanmıştır. Yani şeytanın bütün sahaları yok edilmiştir. Artık şeytan o kişiye en ufak bir yanlış yaptıramaz.
3. özellik: Allahû Tealâ o kişinin kalp gözünü açar.
4. özellik: Allahû Tealâ o kişinin kalp kulağını açar.

Yani Allah ona, onun kalp gözüne gayba ait hususları göstermeye başlar. O kalp kulağına da gösterdiği şeylerin muhtevasını açıklar. Peki, ulûl’elbâb neden hikmet sahibidir? Çünkü yukarda saydığımız dört temel özellik o kişiye üç tane vasıf şartı kazandırır:

1. vasıf şartı: O kişi ehli tezekkür olmuştur. Ehli tezekkür, kişinin hem zikir sahibi olması demek, hem de konuları Allah ile müzakere etme yetkisinin sahibi kılınması demektir. O kişi Allah ile konuşur. Allah ile anlatır. Allah’tan sual sorar ve Allah’ın sırlarını öğrenir. Müteşabih ayetleri tezekkür etmeye başlar.

2.vasıf şartı: O kişi ehli hayır olmuştur. Zikir derecat kazandırır, her kazanılan derece hayırdır. Böylece kişi daimî zikirde olması hasebiyle ehli hayır olmuştur.

3. vasıf şartı: O kişi ehli hüküm (ehli hikmet) olmuştur. Daimî zikir sebebiyle her an Allah’a sormak yetkisinin sahibi olduğu için Kur’ân’ın âyetlerine baktığında bunların hangi kademede bir âyet olduğunu Allah’tan sorup hemen öğrenir. Bu kişi herhangi bir konuda hâkim veya hakem tayin edildiği zaman, her zaman Allah’tan soracağı için hep adaletle hükmeder, bu sebeple ehli hükümdür.

Bu nokta, ulûl’elbâb noktası o kişiye 7 kademe yerlerin melekûtunun gösterildiği yerdir. 7 kat yerde 7 cehennem söz konusudur. Bir de zemin kattaki Devrin İmamı’na ait olan ana dergâh gösterilir. Böylece o kişi için ilme’l yakîn kesin şekilde tamamlanmıştır. Ayne’l yakîne adım atmıştır. Yani o kişi artık kalp gözüyle görerek hüküm verecektir.

6. safha: İhlâsa, irşada ulaşmak

Nefsin tesliminden sonraki 6. safha İhlâs kademesi, çok önemli bir safhadır. İhlâs, halis, muhlis kelimelerinin hepsi aynı kökten gelir. Halis; saf, katışıksız manasındadır. Muhlis de; halis olan, saf ve katışıksız olan manasına gelir. Peki, ihlâs kademesindeki bir insanın nesi saftır, nesi katışıksızdır? Kalbi, sevgili öğrenciler.  Ancak kalbindeki bütün afetleri yok etmiş kalbi katışıksız, saf olan birisi ulûl’elbâb makamını yaşar, arkadan da ihlâs makamının sahibi olur. Kişinin ihlâs makamına ulaştığı; muhlislerden olduğu bu nokta İslâm’ın 6. safhasıdır (27.basamak). 

İblis: “Yeryüzünü onlara süsleyeceğim hepsini saptıracağım.” dediğinde Allahû Tealâ da: “İhlâs sahibi kullarım müstesna.” demektedir (Hicr-39 ve 40). Neden ihlâs sahibi kullar müstesna? Çünkü Allahû Tealâ ihlâs sahibi kullara 7 kat gökleri ve 7. gök katında 7 âlemi kalb gözlerine göstererek onların kalplerini 14 kademe müzeyyen kılıyor. Allahû Tealâ ihlâs sahibi kulların Mevlâsı olarak onları koruyor. İhlâs sahibi kullar, Allah’ın koruma şemsiyesinin altına giriyorlar.

İhlâs sahibi olmak üzerimize farz mı? Allahû Tealâ Beyinne sûresinin 5. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.

İşte, muhlis olmak, üzerimize farzdır. Kur’ân-ı Kerim’in bu hükmü, bu farzı ortaya koyuyor. Peki, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün sahâbe muhlis olmuşlar mı? Evet, bütün sahabe Allah’a muhlis kul olmuşlardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, ona muhlis olanlarız (dîni O'na hâlis kılanlarız).”

Burada kişi aynı zamanda Tövbe-i Nasuh’a davet edilir. Allahû Tealâ’nın söyledikleri tek tek tekrar edilir ve Allahû Tealâ kişiyi Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirmiş standartlara ulaştırır. Ne zaman o kişiye Allahû Tealâ Sidretül Müntehayı gösterirse, o zaman o kişi İhlâs makamını da tamamlamıştır.

Tövbe-i Nasuh’tan sonra kişi otomatik olarak salâh makamına geçmiştir. Bu kişi, insanla Allah arasındaki 28 basamaklık dizaynda basamakların sonuncusunda; 28. basamaktadır. 

Salâh makamının 7 kademesi vardır:
1. kademesinde kişi günahlarının örtüldüğünü Allahû Tealâ tarafından kendisine tebliğ edilmesi suretiyle öğrenir (Tahrim-8).

66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhılekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meahu, nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfirlenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey Amenu olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebileri ve Onunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, her şeye kaadirsin.” derler.

2. kademesinde kişiye Allahû Tealâ tarafından salâh nuru verilir. Bir bulut gibi görünen ama aslında bir nur olan salâh nuru, çok parlak ışıklar saçan bir nur değildir (Tahrim-8).

3. kademesinde Allahû Tealâ, kişinin günahlarını sevaba çevirecektir. (Tahrim-8).

7. safha-4. teslim: İradenin Allahâ Teslimi

Salâhın 4. kademesinde kişi iradesini Allah’a teslim eder. 28. basamağın 4. kademesinde kişi iradesini Allah’a teslim etmiş ve 4. teslimi de gerçekleşmiştir. Allah o kişinin iradesini teslim alarak artık sadece Allah’tan emir alan, Allah’ın emirlerini yerine getiren birisi hüviyetine sokar. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey Amenu olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!

İşte böyle bir noktaya ulaşan kişi, teslim-i külli ile teslim olmuştur. İradesini de Allah’a vermiştir. Allah onun iradesini Kendisine bağlamıştır. Bu noktadan itibaren kişi artık kendi iradesiyle karar vermeyecektir. Kararları Allah verecektir ve o da Allah’tan öğrenip tatbik sahasına koyacaktır. İradesi Allah’ın iradesine bağlanmıştır. İradesi artık mevcut olmadığı için o güne kadar zikir adı verilen daimî zikri, o günden sonra tesbihe dönüşmüştür. Ehli zikir artık,  ehli tesbih olmuştur.

Salâhın 5. kademesinde Allahû Tealâ “İrşada memur ve mezun kılındın” cümlesi ile kişiyi irşad makamının sahibi kılar ve kişi mürşid olur. Sahabenin hepsinin iradelerini Allahû Tealâ’ya teslim ettiği, ihsanla onlara tâbî olan tâbiinden anlaşılmaktadır.  Allahû Tealâ bu hakikati Tevbe sûresinin 100. âyet-i kerîmesinde belirtmektedir:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

Buraya kadar kişinin kalbi ulûl’elbâb makamında yedi mertebe, İhlâs makamında yedi mertebe ve salâh makamında beş mertebe olmak üzere 19 kademe müzeyyen olmuştur. 

6. kademede, bütün kavimlerdeki resûller vardır.
7. kademede, Devrin İmamı vardır.
Salâh makamının kademelerini işgal edenler, Adn cennetlerinin sahipleridir. 
Sevgili kardeşlerim, genel hatları ile konumuzda ne gördük?

Kur’ân-ı Kerim’de 4 teslimi içeren 7 tane safha vardır:
1.     Safha: Allah’a ulaşmayı dilemek
2.     Safha: Mürşide ulaşıp tâbî olmak.
3.     Safha - 1. teslim: Ruhu hayattayken Allah’a ulaştırmak.
4.     Safha - 2. teslim: Fizik vücudun Allah’a teslimi.
5.     Safha - 3. teslim: Nefsin Allah’a teslimi
6.     Safha: Muhlis olmak.
7.     Safha - 4. teslim: İradenin Allah’a teslimi.

Sonuç olarak;
1- Bu yedi safhanın yedisi de Allah tarafından farz kılınmış mı? Evet, âyetlerle gördük ki kesin olarak farzdır.                                                                                                                                                  
2- Bütün sahabe üzerlerine farz olan İslâm’ın yedi safha dört teslimini yaşamışlar mı? Evet, âyetler kesin olarak bunu ispat etmektedir.

Allah razı olsun.