Yaradılış ve Din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaradılış ve Din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2015 Pazartesi

YARADILIŞ VE DÎN

                                                   YARADILIŞ VE DÎN

Allahû Tealâ kâinatı tek bir noktadan yarattı. Enbiya Suresi 30. âyet-i kerimede Rabbimiz İnsanın dışındaki canlıların da sudan yaratıldığını açıklıyor:

21/ENBİYA-30: E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?

Rabbimiz 6 âlemi, 6 günde yarattığını da Hud Suresi 7. âyet-i kerimede ifade ediyor:

11/HUD-7: Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu alel mâi li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne min ba’dil mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
“Hanginiz en güzel ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (6 yevmde) semaları ve yeryüzünü yaratan O’dur. Ve O’nun arşı su üzerinde idi. Eğer sen: “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir olan(inkâr eden, örten) kimseler mutlaka (şöyle) derler: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.”

Bu Âlemler:
1- ZAHİRİ ÂLEM
2- ZAHİRÎ ÂLEMİN BERZAHI
3- GAYB ÂLEMİ
4- GAYBIN BERZAHI
5- EMR ÂLEMİ
6-ZULMANİ ÂLEM
7-ADEM (YOKLUK ÂLEMİ)
Allahû Tealâ 6 âlemi de rahmetiyle ve ilmiyle kuşatmıştırr. Aden(yokluk alemi) 7. alem sayılıyor fakat yaratılmamıştır. Her zaman vardı. Zahirî âlem bizim içinde yaşadığımız, elle tutulan gözle görülen âlemdir. Bunun berzahını ise hepimiz görmüşüzdür, Ölen bir yakınınızı rüyada görmüşseniz, işte orası berzahtır. Nefsin kıyâmete kadar beklediği yerdir. Bu dünyada olan her şey orada da vardır. Fakat orada ölüm yoktur.
Allahû Tealâ bu âlemlerin üstünde bir de 7 kat gök ve 7 âlem daha yaratmıştır:

78/NEBE-12: Ve beneynâ fevkakum seb'an şidâdâ(şidâden).
Üzerinize, 7 katlı gök bina ettik.

65/TALÂK-12: Allâhullezî halaka seb'a semâvâtin ve minel ardı mislehunn(mislehunne), yetenezzelul emru beynehunne li ta'lemû ennallâhe alâ kulli şey'in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey'in ilmâ(ilmen).
O, öyle bir Allah'tır ki; yedi kat göğü ve onların misli olan yedi kat yeri yaratmıştır. Allah'ın emri bunların arasında iniyor. Bilmiş olunuz ki; Allah, herşeye kaadirdir ve herşeyi ilmiyle sarmıştır.




Allahû Tealâ: “Ay, Güneş, yıldızlar zemin katın süsüdür.” buyuruyor. 7 kat gök ve 7 âlemde neler olduğunu beraberce inceleyelim:


v    ANADERGÂH
Yaşayan bütün mürşidlerin dünyaya paralel sebilleri, anadergahta birleşir. Anadergah, devrin imamının dergâhıdır. Diğer mürşidlerin görevi kendisinden tövbe alan kişileri anadergâha ulaştırmaktır. Bundan sonrası devrin imamının görev sahasındadır. Yani hangi mürşide tâbî olunursa olunsun, nefs tezkiyesini yapacak olan ve manevî tekâmülü gerçekleştiren devrin imamlarıdır.
Anadergâha ulaşan ruhlar, sağdan sola 10’arlık sıralar halinde sıralanırlar; secde ederler. Önlerinde rahleler vardır. Sağda sağ kanat velisi, solda sol kanat velisi, sonra hanımlar, en sonda hanım sultan en arkada cinler vardır. Anadergâh da mutlaka bir altın kapı söz konusudur. Yerden 4 m. yükseklikte, 1,5 m. veya daha geniş olan, üzerinde 30- 35 cm. lik baklava dilimleri şeklinde çizilmiş bir altın kapı bulunur. Üzerinde tokmak ve kapı kolu yoktur.
Sağ kanat velisi kıbleye doğru secde etmesiyle altın kapı açılır. Ayakta bir dizi ile yerden 10 m. yükseklikte saf halinde, önce sağ kanat velisi sonra sol kanat velisi zemin kattan, sağdan, kapıdan birer birer 1. kata çıkarlar. Yukarıda şekillenirler. Bundan sonra hanımların safları gelir. Yalnız hanım sultan önceden gitmiştir. Kapıdan geçenler, 1. kata çıkanlar bir saf halinde yükselirler. Cinlerin çıkma yetkisi yoktur. Onlar gök katlarına çıkamazlar. Çıkarlarsa ateş topları onları yok eder. (Cin Suresi- 8, 9)
Altın kapıdan geçerek 1. kata yükselen ruhlar, anadergâhın dışında boşlukta yerden 30- 40 m. yükseklikte sağdan sola doğru bir saf oluştururlar. Sağda sağ kanat velisi, solda sol kanat velisi ve hanım sultan bir bütünü oluştururlar. Buradan itibaren Seyr-i Sülûk başlar.

v    1. GÖK KATI
Burada sadece secde edilir. Bir binaya ihtiyaç yoktur. Açıkta, parlak ışık altında secde yapılır. Işığın nereden geldiğini hiç kimse görememiştir. Her taraf pırıl pırıldır. Renkler güneşli bir günde gördüğümüz renklerden çok daha güzeldir. Açıkta seccadeler üzerinde secde söz konusudur. 6. kata çıkabilenler, 5, 4, 3, 2 ve sizin katınıza geri dönünceye kadar secde halinde kalırsınız. Sonra birlikte anadergâha dönersiniz.
Sonra onlarla birlikte ait olduğunuz yerde aşağıya iner ve altın kapıdan tekrar içeri girersiniz ve ruhların sıralandığı, her kişinin önünde rahle olan 10’arlık dizinin neresinde ise, orada yerinizi alırsınız. 1. sıranın sağ tarafında sağ kanat velisi, sol tarafında sol kanat velisi yer alır. 2. , 3. , 4. ve diğer bütün sıralarda, sıranın sağ ve solunda hiç kimse bulunmaz. 10’arlık sıralar geriye doğru devam eder. Herkes gelir, ait olduğu yere döner ve yerleşir. Ne zaman nefsinizin kalbinde bir % 7 fazl birikimi gerçekleşirse; zikriniz 17.000’e çıkınca 2. kata çıkma yetkisine ulaşırsınız. O zaman ruhunuza 2. gök katının kapısı da açılır.

v    2. GÖK KATI
Yerden 7-8 metre, belki 10 metre yükseklikte bir salon düşünün. Ön kısmı bütünüyle, bizim dünyamızda cam adı verilen şeffaf bir hüviyettedir ve sol tarafında bir kapı vardır. İçinde de yerden 2 metre- 2 metre 20 cm kadar belki de biraz daha yüksek gene şeffaf, aynı nesneden yapılmış yan yana, her biri 90 cm. ve genişliği de 1 metre civarında olan, belki 100 tane belki daha fazla havuz göreceksiniz. Bu havuzların içerisinde bir sıvı bulunur. Bu sıvı, şeffaf, bal peteğinin rengine benzeyen sarı renktedir. Sol taraftaki kapının öbür tarafına kadar 2. kata çıkabilenler sıralanırlar. Gene sağ kanat velisi sağdadır. Sol kanat velisi ortadadır. Hanımların başladığı yerde, en solda da Hanım Sultan bulunmaktadır. Seyr-i Sülûk, içeriye doğru bir girişi ifade eder.
Böyle bir dizaynda, kapının önünde tek sıra halinde toplanılır ve sağ taraftan başlayan evvelâ sağ kanat velisi sonra sol kanat velisi sonra da hanım sultan uçarak içeri girerler. İçerde koridorun orta noktasında Devrin İmamı ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) ayakta beklemektedirler. El öpme işlemleri tahakkuk eder. Her gelen, sağdan başlayarak uçarak gelip el öperler. Koridor devam ederken, koridorun bir noktasından sonra sağa doğru bir koridor vardır. O koridordan sağa doğru girdiğiniz zaman bakacaksınız ki; orası dışardan gördüğünüz o havuzların bulunduğu büyük salondur.
Orada önce secde edilir.
Salonun dışardan bakışının tersi istikâmetinde yani salondan baktığınız zaman tam karşı duvara doğru secde edilir. Sağ kanat velisi secdeden sonra yükselerek, bu suvarılma havuzlarından birincisinin üzerindeki platforma gelir ve orada secdesini devam ettirir. Sol kanat velisi, o havuzların ortadan daha soldaki bir tanesinin üstüne gelir, orada secde eder. Hanım Sultan, havuzların üzerinde önceden secde etmiştir; o halde orada beklemektedir. Bundan sonra, orada sıralı olan herkes, birer birer uçarak gelir o havuzlardan sırayla, en sağdaki birincisine, onun solundaki ikincisine, onun solundaki üçüncüsüne, hepsi birer birer girerler. Sağ kanat velisi onların her birinin başlarından aşağıya doğru bastırarak, suların içine tamamen girmelerini, hatta 15-20 cm’de daha aşağı girmelerini temin eder. Sağ kanat velisi bunu yaparak sağdan sola gelirken, sol kanat velisi de bulunduğu noktadan başlayarak soldan sağa doğru gelir.
Platformlar, onların orada kalmasına müsait bir yapıyı ifade eder. Ama içeri giren ruhların da girmesinde hiçbir engel yoktur. Platformun varlığına rağmen onlar oradan içeriye girerler. O dışardan gördüğünüz cam da enteresan bir camdır. Bizim dünyamızda cam kimseyi içeri geçirmez ama orada belli bir yetkinin sahibi olan bir ruh, o camdan rahatlıkla uçarak içeriye girebilir. İlk defa gelen bir ruh, oradan içeriye girmek istediği zaman camdan içeriye geçebilir ama baygın düşer. Bulunduğu yere yığılır. Onu hemen söylediğimiz koridorun, yani kapının giriş kapısındaki koridorun sonunda sol tarafta bir odaya götürürler ve tedaviye alırlar. Burası 2. kattır.
Suvarılma tamamlandığı zaman, Devrin İmamı ile Peygamber Efendimiz (S.A.V) oradan ayrılırlar. Onun sağ tarafındaki diğer bir salona geçerler. Burada suvarılma havuzları yoktur. Secdede olanlar vardır. Bunlar 2. grubu oluştururlar. Bunlar, 6. kata kadar evvelce çıkmış (7. kata çıkmak yetkisinin sahipleri) olanlardır. Sağ tarafta bir başka salonda, onlar da tek sıralı secde halindedirler. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile Devrin İmamı, biri sağında biri solunda yer alır ve beraberce saf halinde önce ayağa kalkarlar sonra da saf halinde yukarıya doğru yükselirler.

v    3. GÖK KATI
3. kat, 2 katlı bir mescittir. Dış görünüşü mescide de eve de benzer. Üst katta secde edenler üst katta, alt katta secde edenler alt katta secdelerini tamamlarlar. Sonra kapının önüne çıkılır ve sola doğru hareket edilir. Orada sol tarafta, madenî bir silindir vardır. Bu silindir yerden başlar ve yukarıya, sonsuza doğru yükselir. 3. gök katını, 4. gök katına bağlayan, içi boş, madenî bir kapısı olan bir silindirdir. Bu kapı, açılıp kapanan bir kapı değildir. Hep açık duran bir giriş yeri hüviyetindedir ve dikdörtgen şeklinde değildir, yukarısı ovaldir. Buradan dışarı çıkan ruhlar 4. kata yükselebilmek için, mihenk menfezi denilen bir yükseltici sisteme ulaşırlar. Bir nevi, sonsuz hızla hareket eden asansör diyebiliriz.
Buradan içeri girmek için evvelâ sağdan sola sıralanılır. Sıradakiler birer birer içeri girerler. İçeri giren yukarıya doğru sonsuz bir hızla yükselir.
Bir sonraki, anında üstekine yetişir. Başı, arada 20-30 cm.lik bir mesafe kalacak şekilde diğerinin ayaklarının altındadır. Bu mesafe hiç bozulmaz. Hiç kimsenin başı, bir evvelkinin ayağına değmez. ama yolculuk bu standartlarda gerçekleşir. Bir kişilik bir menfez üzerinden yukarıya doğru yükselinir.

v    4. GÖK KATI
Burası Beyt-ül Makdes’in aslıdır. Orada sıralananlar, uçarak kapıdan içeriye girerler ve secde yapılır. Namaz kılınır. 4. katta kalanlar kalacak, geri kalanlar oradan bir sonraki kata çıkacaklardır.
Öndeki sıralar, kubbeden yukarı doğru yükselirler. Her seferinde arkadaki sıralar kalırlar, öndeki sıralar yükselirler. Yani yukarı çıkana kadar pek çok ruh aşağıda kalmıştır. Her katta kalanlar, o kata kadar çıkabilenlerdir.


v    5. GÖK KATI
5. kata yükselindiğinde, gene bir cami vardır. Burası, Beyt-ül Haram’ın aslıdır. Mekke’deki hac yapılan yerin aslı oradadır. Asıl Haccul Ekber burada yapılır. Orada secde edilir. Secde ederken kapıdan girilir; fakat secde bittiği zaman kapıdan çıkılmaz, kubbeden yükselme yoluyla ayrılınır. Bir kişinin nefsin kalbinde ne zaman 5. defa % 7 nur birikimi sağlanmışsa o zaman 6. kata çıkabilir. 6. kata çıkabilenler epeyce azalmışlardır. Fakat bu azalan kişilerin sayısı gene 100 belki 200’den de fazladır.

v    6. GÖK KATI
Ruhlar, yükselerek 6. kata geldiklerinde özel bir işleme tâbî tutulurlar. Bütün katlar, pırıl pırıl bir güneş ışığı ile bir aydınlık nurla tamamen aydınlatılmışlardır. Fakat 6. kat karanlıktır, loş bir ortam vardır. Sadece aydınlık bir kesimden dışarıya ışık sızmaktadır. Burası, o sistemin içine giren son kişinin vücut yapısını ifade eder. Büyük bir insan ruhu oraya girdiği zaman, o ruh oradan geçerken, onun çevresindeki siluet neyi ifade ederse kapı onun şeklini alır ve evvel girenler, sonra girenler devamlı olarak kapının değişmesine sebebiyet verirler. Kapının aslında kanadı falan yoktur; bu kapı sadece bir açıklıktır. Sonradan gelen herkesin çevre şeklini mutlaka bu kapı alır.
İçerisi daha da enteresandır. Orada bizim bildiğimiz buz kalıplarına benzeyen bir nur, yaklaşık bir metre çevresinde, yukarıdan, beyaz, çok açık yeşil renkte, fosfor yeşili renginde ama beyaza çok daha yakın bir ışık salar. Ama yeşilimsi bir rengi vardır . Kimin yüzüne ve ellerine ulaşırsa,ualaştığı yeri çatlatır. Çatlaklar tamir edilir. Bu çatlakların tamirinden sonra, tekrar kişilerin başlarının üzerine özel sistemler konulur.
Sonra, aşağı inme söz konusudur. Ama eğer çatlamayan birisi varsa o, 7. kata ulaşacak olandır. Aşağı gelen nur, orada bulunan salondaki ruhların yüzlerini ve ellerini, dışarıda kalan kesimlerini kendi rengine çevirir. Kişilerin rengi kaybolup onun rengine bürünürler. Bir gün artık derisi çatlamayan ve ışığın rengini alan ruh, sıbgatullah olmuştur; Allah’ın boyası ile boyanmıştır.
Sıbgatullah olma mahallinde, derisinin rengi yavaş yavaş çok açık bir yeşile (fosfor yeşiline) dönüşen kişi hazırdır. Ona Cebrail (A.S)’ın kürsüsünün yanında özel bir elbise (hilat) giydirilir. Elbiseleri değiştirilir. Kafkas dansları yapanların kıyafetine benzeyen bir kıyafet giydirilir ve eline bir kılıç verilir. Kılıcı yukarıya doğru kaldırarak “eûzubesmele” ile o ruh yukarıya doğru yükselir. Kubbeden geçerek 7. kata ulaşılır.

v    7. GÖK KATI
7. gök katına kadar ulaşabilenler bir altın kapıyla karşılaşacaklardır. 7. katın altın kapısı, Devrin İmamı’nın altın kapısının aynısıdır. Kapıda bir farklılık yoktur, fakat kapının altı farklıdır. Çünkü kapı yerden yaklaşık 1 metre yüksektedir. Oraya kadar beyaz mermerden 7 tane mermer basamakla çıkılır. Kapının iki tarafından da dışarıya 40-50 cm taşmış bir sahanlık vardır. Sahanlık da, tırabzanlar da beyaz mermerdendir.
5. basamakta bir taraftan bir tarafa tırabzanları birbirine bağlayan bir altın zincir vardır. 7 bakla ile uzanan bilek kalınlığında altın bir zincirdir. Allahû Teâla’nın velî namzedi, evliya namzedi yani ermiş namzedi elindeki kılıçla bu zincire bir defa vurur. O zaten Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren, Allah’ın dostudur.
Ruh, altın kapıya ulaştığında kapı otomatik olarak açılır ve sağ tarafta, Peygamber Efendimiz (S.A.V), sol tarafta Devrin İmamı olarak, aradaki bütün kişiler hepsi beraber 7. gök katının kapısından girerler. Önce Peygamber Efendimiz (S.A.V), sonra Devrin İmamı, sonra bütün 7. kata kadar çıkabilenler büyük bir salona girerler. Aslında bu salonun çıkışı yoktur; tavanı kapalı olmasına rağmen çıkışa müsait bir özellik taşır ve ruhlar aynı sıra içinde yukarı çıkarlar, kader hücrelerine ulaşırlar.

7. Gök katının 7 âlemi vardır:
·                    1. âlem - Kader hücreleri
Buraya gelen ruh, ertesi gün 7. katın 1. âlemine gelecek olanları bekler. Hepsi önce 1. âleme gelirler, 1. âlem kader hücreleridir. Altıgen kader hücreleri sonsuz kadar uzanır ve bal peteklerine benzer. Renkleri de bal peteği rengidir. Herbiri 24 saatlik bir zaman parçasını içerir ve gözünüzün önünde sonsuza kadar uzanırlar. Sağ taraftaki altıgen petekler, gelecekte yaşanacak günlere aittir. Sol tarafdakiler ise yaşanılan günlerin hayat filmleridir. Burayı aşabilmek için gerekli süreyi tamamlamak gereklidir.

·                    2. âlem - Ümmülkitap
1. âlemde kalanlar kalacaktır. Ötekiler bundan sonraki yer olan ümmülkitaba ulaşacaklardır. Orada Devrin İmamı çok büyük bir kürsüdedir. Solunda ve sağında kürsünün etrafını dolduran 60 kişiye ümmülkitap hakkında bilgi vermektedir. Ümmülkitap, 10 katlı bir apartman büyüklüğünde boşlukta duran bir kitaptır. İki sayfası açıktır.

            3. âlem - Kudret Denizi
2. âlemde kalan 60 kişiden geriye kalan büyük kâfile, Kudret Denizi’ne ulaşır. Kudret Denizi’ne girenler, bu denizde sırlar öğrenirler; denizin derinliklerine dalanlar nefes alma ihtiyacı hissetmezler. Orada kalanlar kalır.

·                    4. âlem - Makam-ı Mahmut
Kudret Denizi’nden çıkanlar Makam-ı Mahmud’a gelirler, burada Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i ve O’nun sahâbesini göreceklerdir. Devrin imamı da orada Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte kalacaktır.

·                    5. âlem - Divan-ı Salihîn
4. âlemde kalanlar dışındakiler, Divan-ı Salihîn’e gelir. Burada Gavs vardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) oraya ulaşarak Gavs’taki görevi devralır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buraya geldiğinde görev O’nundur. Yola çıkanlardan bir kısmı, burada kalır. Her ulaşılan yerde bir kısmı mutlaka kalır.

·                    6. âlem- Zikir Hücreleri
70-80 belki 100 kişilik bir grup zikir hücrelerine ulaşır. 2 metreden daha yüksek, küresel, şeffaf sistemlerin içine girip, orada zikir yaparlar. Orada, iki metreden daha yüksek, denizanası gibi şeffaf olan, zikir hücrelerinde, insan ruhları özel vaziyette oturarak, zikir vaziyetinde oturarak, zikirlerini yaparlar. Muntazam bir sıra içinde yerleştirilmiştir o şeffaf hücreler, hem önden arkaya doğru hem de soldan sağa doğru, aralarında -1,5 m.’lik aralarla dizayn edilmişlerdir. Bu zikir hücrelerine ulaşabilenlerin bir kısmı, dışarıda özel bir eğitime tâbî tutulurlar. Bir ay (hilâl), oluştururlar. Bu hilâlin ortasında, ön tarafında huzur namazının imamı ve arkasında iki kişi, üçü bir üçlü olarak gelirler ve orada her gün zikir hücrelerinin içinde olanları, orada dışarıdaki o hilâl şeklindeki sıralanmaları ile onlara devamlı dersler verirler. Zikir hücrelerindeki zikrini tamamlayan kişi, tek başına zikir hücresinden ayrılır.

·                    7. âlem - İndi ilahi
Zikrini tamamlayan kişi, o gün oradan ayrılıp Sidretül Münteha’ya, oradan da Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ında ifna olur, yok olur. İşte bu müessese, seyr-i sülûk adını alır.
Allah’a ulaşmayı dileyen ve Allah’ın kalû belâda tayin ettiği mürşide tâbî olan insanlar ruh olarak bu yolculuğu yaparlar. Devrin imamı da bu yolculuğa eşlik eder. Zira gök kapılarının anahtarı 2 kişide vardır, biri Azrail (A.S) diğeri ise Devrin İmamı’dır. Nitekim Allahû Tealâ, Rahman Suresi 33. âyet-i kerime buyuruyor ki;

55/RAHMAN-33: Yâ ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân(sultânin).
Ey insan ve cin topluluğu! İçinizden hanginiz, şu göklerin çapını aşabilir (de Allah'a ulaşabilir?) Hiçbiriniz yapamazsınız; ancak bir sultanla.

Âyet-i kerimede “ancak bir sultanla” ifadesi ile ancak Devrin İmamı ile seyr-i sülûk yapılacağı ispat edilmektedir. Birçok insanın kendi kendine sorduğu, ama muhatap bulamadığı bazı sorular vardır: Neden yaratıldım? Ben neden varım? İnsan başıboş mudur? Yaradılış gayesi nedir? vs.
Bu soruların muhattabı Allah’tan ilim öğrenen ve bu ilmi insanlara anlatan, Allah’ın hepimize kâlû belâda ayrı ayrı tayin ettiği Allah dostlarıdır.
Yaradılış konusunda Kur’ân’a baktığımızda Rabbimiz buyuruyor ki:

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

Burada bahsi geçen (yaratılan), bizim görünen FİZİK VÜCUDUMUZ’dur. Bundan başka, Allahû Tealâ bize bir de NEFS beden vermiş. Allahû Tealâ Şems Suresi 7. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede)

Sırası ile Nefs-i Emare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmaine, Nefs-i Radiye, Nefs-i Mardiye ve Nefs-i Tezkiye olmak üzere 7 kademede sevva edilen bir nefs bedenimiz vardır. Yeter mi? Yetmez. Allahû Tealâ bir de Secde Suresi 9. âyet- i kerimede bildirdiği üzere bize ruhundan üfürmüştür:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Allahû Tealâ bizi tek bedenle değil; 3 bedenli olarak yaratmıştır. Sonra cüzî irade ve akıl vermiş. Akıl iradenin komutanıdır. Kâinatta Allah emretmedikçe yaprak bile kımıldamaz. Fakat âdemoğlu aklıyla ve iradesiyle hayrı dilerse hayır işlemeye, şerri dilerse, şerr işlemeye yetkilidir. Bu yüzden irade verilen insan ve cinler için imtihan vardır. Cennet ve cehennem vardır. Hesap vardır. Allah El Adl esmasının sahibidir. Hiç kimseyi Allah, cennete ve cehenneme koymaz. Biz insanlar, cenneti veya cehennemi aklımızla ve irademizle hak ederiz.
Sonra yarattığı Âdem’e ruhundan üfürünce cinlere ve meleklere ona secde emri vermiş. Ama cin taîfesinden şeytan, bu emre kibrinden ötürü karşı gelmiş: “İnsanı balçıktan, beni ise dumansız ateşten yarattın; ben ondan üstünüm” demiş. Kibrinden ötürü Allah’ın huzurundan kovulmuş, bunun üzerine o da kıyâmete kadar mühlet istemiş.
A’raf Suresi 11. - 18. âyetler arasında bu konudan bahsedilmektedir. Şeytan: “Benden üstün kıldığın Âdemoğlunun Sıratı Mustakîmi üzerine oturacağım. Onların önlerinden, arkalarından, sağlarından sollarından girip, onları Senin yolundan saptıracağım” demiş. Allahû Tealâ’da: “Sen izin verilenlerdensin.” diye şeytana kıyâmete kadar izin vermiş. Oysa secde emri, Âdem’in bedeni içinde olan ve Allah’a ait olan ruhadır. İnsanın, yaratılan diğer mahlûkattan üstünlüğü de Allahû Teâlâ’nın yarattığı sayısız mahlûkatın içinde sadece insana ruhundan üfürmüş olmasından kaynaklanmaktadır.
Günümüz dîn adamlarından bir kısmı ise yanlış bir öğreti sonucu; “Ruh insana hayat verir. Ruh bedenden çıkınca insan ölür “ şeklinde bir inanışın sahibidir. Hayvanlar da bitkiler de canlıdır; ama ruhu yoktur. Allahû Tealâ Hicr Suresi 23 ve Hacc Suresi 66. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:

15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.
22/HACC-66: Ve huvellezî ahyâkum summe yumîtukum summe yuhyîkum, innel insâne le kefûr(kefûrun).
Ve size hayat veren, sonra sizi öldürecek olan, sonra da sizi diriltecek olan, O’dur. Muhakkak ki insan, gerçekten nankördür.

Bu 2 âyet-i kerime hayatın yaratık olduğunun ispatıdır; hayat, Allah tarafından insana bahşedilmiştir.

15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn (sâcidîne).
Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!

38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!

Bu Hicr-29 ve Sâd-72, secde emrinin ruha olduğunu ifade etmektedir. İnsanın üstünlüğü ve ona secde emri sadece ve sadece Allah’ın Âdem (A.S)’a Kendi ruhundan üfürmesinden dolayıdır. O ruh, insanda Allah’ın bir emanetidir. Biz ruh bedenimizi kullanamayız. Ruh, Allah’tan bir emirdir; Allah’ın emrindendir. Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyar.
Ruh, bir yaratık (mahlûk) değildir. Rabbimiz Mulk Suresi 2. âyet- kerimede hayatın bir yaratık olduğunu ifade etmektedir:

67/MULK-2: Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azîzul gafûr(gafûru).
“Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur.

Ölümün ve hayatın yaratık olduğu bu âyette açık ve kesin olarak açıklanmaktadır. Hayatın ruhla bir ilişiği yoktur. Allahû Teâla, insanı yaratıp sonra cin ve meleklere Âdem (A.S)’a secde emrini veriyor. Ardından Rabbimiz A’raf Suresi 172. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

7/A'RAF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”


Kâlû belâ: “dediler ki evet” demektir. Tüm Âdem’in zürriyeti, o zaman: Evet. Sen bizim Rabbimizsin” demişlerdir. Allahû Tealâ diyor ki: “Ben sizin Rabbinizsem, Ölmeden önce size verdiğim emanetleri teslim edeceksiniz,
1- Ölmeden önce Ruhu bana teslim edeceğinize dair MİSAK verin
2- Nefsinizi teskiye edeceğinize dair YEMİN verin
3- Fizik bedeninizi de şeytana kul olmaktan kurtarıp, bana kul edeceğinize daîr AHD verin.”
Allahû Tealâ, bu yeminleri aldıktan sonra Âdem (A.S) ile şeytanı huzuruna çağırıyor ve Taha Suresi 123. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

20/TAHA-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetçime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

Biz insanlar bu yeminlerimizi, İndi İlâhi’den inişte unutmuşuz. Fakat Allahû Tealâ, kitabında yeminlerin üzermize farz olduğunu tam 12 âyet-i kerimede hatıırlatmaktadır:

1-
13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini teslim ettikten sonra iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

2-
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
9/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman), (Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
 89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

3-
31/LOKMAN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy (ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).
Bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Bana ulaştırmak üzere yola çıkaranların) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.



4-
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah’ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na (Allah’a) dön (ulaş, vasıl ol).

5-
51/ZARİYAT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a kaç (Allah'a ulaş, Allah'a sığın). Muhakkak ki ben, sizin için (ondan), apaçık bir uyarıcıyım.

6-
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). Sonra yardım olunmazsınız

7-
36/YASİN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YASİN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.

8-
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî, iz kultum semi’nâ ve ata’nâ, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki ni’metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

9-
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.

10-
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

Nisâ-58’de emanetler kelimesi çoğulken sahibi kelimesi tekil olarak verilmiştir.


11-
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.

12-
42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).

 12 âyet-i kerimede, yemin, misak ve ahdimizi yerine getirmemiz üzerimize farz kılınmıştır. Bu yeminlerimizi yerine getirebilmemiz 7 safha 4 teslimi yaşanmakla mümkündür. 7 safha 4 teslim= İSLÂM’ın yaşanmasıdır ve farzdır.

7 SAFHA:

1- ALLAH A ULAŞMAYI DİLEMEK
2- MÜRŞİDE TABİİ OLMAK
3- RUHU ALLAHA TESLİM ETMEK
4- FİZİK VÜCUDU ALLAHA TESLİM ETMEK
5- NEFSİ ALLAHA TESLİM
6- İRŞADA ULAŞMAK
7- İRADENİN TESLİMİ

4 TESLİM:

1- RUHUN TESLİMİ
2- FİZİK VÜCUDUN TESLİMİ
3- NEFSİN TESLİMİ
4- İRADENİN TESLİMİ

Bu âyet-i kerimelerde görülüyor ki Allah’a yemin, misak ve ahd vermişiz. Allah’a ulaşacak olan sadece ruhumuzdur. Fizik bedenimiz, nefsimiz ve irademiz Allah’a ulaşmaz, sadece ruh ulaşır. Onun Zatı’ndan gelmiştir, O’na dönecektir.
Rabbimiz, Âli İmrân Suresi 14. âyet-i kerimede: “vallâhu indehu HUSNUL MEÂB (meâbi) ve Allah onun katında (Allah’ın) en güzel sığınaktır.” buyurmaktadır.
İslam 7 safha 4 teslimdir, ancak Allah’a ulaşmayı dileyenlere Allah 12 ihsan ve 7 Furkan verir. Kişiyi mürşidine ulaştırır. Kişi 28 basamaklı İslâm merdiveni üzerinde olur. Sıratı Mustakîm üzerinde olur. 7 ihsan alır. Ruh bedenden ayrılır. Allah’a ulaşmak üzere yola çıkar. Kişinin kalbine iman yazılır; günahları sevaba çevrilir. 1’e 100’den 1’e 700’e kadar sevaplar alır. İradesi güçlenir. Bu arada nefs tezkiyesine başlar ve nefs tezkiyesini gerçekleştirir Allah onun ruhunu kendisine ulaştırır, Fenâfillah makamına ulaşır. Sonra BEKA, ZÜHT, MUHSİNLER makamlarına ulaşır. O kişi zikrini artırır ve Allah’a tevekkül ederse, fizik vücudu da şeytana kul olmaktan kurtulurp Allah’a kul olur. O vücut Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket eder, teslimi gerçekleştirmiş olur.Sonra zikri günün yarısını geçer ve daimî zikre ulaşıp, ULÛL’ELBAB olur. Tezkiye ettiği nefsini, zikrini artırarak tasfiye eder. İHLÂS makamına sonrada SALÂH makamına ulaşır. Salâhın 4. kademesinde son teslim olan iradesini Allah’a teslim eder. 5. kademede irşada memur ve mezun kılınır.
Allah’ın önceden seçtikleri hariç, insanın kendi gayretiyle kesbî olarak ulaşacağı en son nokta burasıdır.
İşte bu kişi 7 safha 4 teslimi gerçekleştirip, varoluşunun amacına ulaşmıştır.
Her olay karşısında aklımıza 2 düşünce gelir; biri ruhtandır, diğeri nefstendir.
Şeytan nefsimizin kalbine sanki biz düşünüyormuş gibi bize telkin verir. Bu telkinleri dinler ve uygularsak mutlaka bize derecat kaybettirir. Ama ruhumuzun telkinine kulak verir de onu irademizle yaparsak o zaman derecat kazanırız.
Allah’ın emretmediği bir eyleme karar verdiğimizde ruh, bedenimizden çıkar o kötülüğe alet olmaz . O eylem bitince tekrar bedene girer, o kötülükten dolayı nefse baskı yapar. İşte bu baskının adı: VİCDAN AZABI’dır. Bu durumu hepimiz yaşamışızdır. Günlük hayatımızda, etrafımızda yaşayan ve ben Ateistim diyen bir insan bile gün gelir, yardıma muhtaç olan bir kişiye yardım ettiğini görürüz. O kişi o anda ruhunun sesine kulak vermiş ve iradesiyle o kişiye yardım etmiştir. Bunu yaparken Allah korkusuyla değil, ruhun telkini aklına uygun geldiği için (aklı da iradesine emrettiği için) bu eylemi gerçekleştirmiştir.

 Rabbimiz bunun dışında Ahzab Suresi 72. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

33/AHZAB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Çünkü o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

Mudessir Suresi 38, 39 ve 40. âyet-i kerimelerde de Rabbimiz buyuruyor ki:

74/MUDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri dereceler itibariyle rehinedirler.

74/MUDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç

74/MUDESSİR-40: Fî cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennette olacaklar. Birbirlerine sorarlar.

Allahû Teâla bu dünyayı ve kâinatı bizim için yaratmıştır.

2/BAKARA-29: Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve O, herşeyi en iyi bilen (Alîm)’dir.

45/CASİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.

Biz dünyada yaşıyoruz. Yaşadığımız galaksinin adı SAMANYOLU GALAKSİSİ’dir. Bu galakside milyarlarca yıldız var. Bizim dışımızdaki galaksiler ise yine milyarlarla ifâde ediliyor.Kâinatın yaratılmasının sebebi insansa insanın yaratılma sebebi ne?
“Peki, Allah bizi niçin yarattı?” gibi sorular akıllara gelebilir. Allahû Teâla buyuruyor ki:

51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.

Demek ki, var oluşumuzun sebebi: ALLAH’A KUL (ABD) OLMAK...
Önce abd olacağız, sonra abid. Abd; kul, abid ise; ibadet eden demektir.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki; nefsini tezkiye eden, felâha erer (cennete girer).

Bütün bu âyetler incelendiğinde görülüyor ki; ancak yeminlerini yerine getirenler cennete gidebilecektir. Etrafımızdaki insanlara soruyoruz ne zamandan beri müslümansınız? El-cevap: “Kâlû Belâ’dan beri.”
İslâm nedir? Diye sorulduğunda cevap: “müslümanlığı seçmek” oluyor.
Cevap bu değil…
İslam; teslim demektir. Allah’a teslim olmak, Bakara Suresi 208.âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:

2/BAKARA-208: Yâ eyyuhellezîne âmenûdhulû fîs silmi kâffeh(kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey âmenû olanlar! Hepiniz SİLM’e dahil olun (teslim olma dairesi içine girin). Ve şeytanın adımlarına (izlerine) tâbî olmayın. Muhakkak ki o, size apaçık düşmandır.

İslâm kelimesi; sin, lam ve mim harfelerinden oluşur ve teslim anlamına gelmektedir. Diyorlar ki “Biz de teslim olduk.” “Neyinizi teslim ettiniz?” diye bir soru yöneltildiğinde cevap yok. Oysa; kişi Allah’a ulaşmayı dileyecek, Hacet namazıyla Allah’ın kâlû belâda tâyin ettiği mürşidini Allah’a soracak, ona tâbî olacak, bu noktadan itibaren zikrederek nefs tezkiyesi yapacak. Ruhu, zikri arttıkça 7 kat gök katını,7 âlemi geçerek Allah’a ulaşacak. Bu noktada kişi FENAFİLLAH olacak. Hidayete ermiş olacak.
Fenafillah; Allah’da yok olmaktır.
Fena; Yok olmak
Fi; içinde
Allah; Allah
Ermiş nedir? Ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştıran kişi ermiştir. Allah’a ermiş, ulaşmış. Her şey aslına dönecektir, rücû edecektir. Ruh Allah’tan geldiğine göre ona dönmesinden doğal ne olabilir ki!
Biz bu mürşidi nasıl bulacağız?

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) veda hutbesinde ümmetine diyor ki:
“Size 5 vakit namazın dışında 2 namaz daha bırakıyorum, biri HACET NAMAZI, diğeri İSTİARE NAMAZI. Bunlara sıkıca sarılın.”
Rabbimiz ise Fatiha Suresi 5. âyet-i kerimede bu konuyu şu şekilde ifade ediyor:

1/FATİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

Burada ifade edilen İSTİANE (yardım) mürşidi istemektir. Rabbimiz 5 vakit namaz kılan her insan günde 45 defa bunu tekrarlar ama ne söylediğine dikkat etmez. Bakara Suresi 45ve 46. âyet-i kerimelerde ise buyuruyor ki:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

İstiane, namazla ve sabırla Allah’tan istenir. Ayrıca Bakara- 46’da geçen “mulâkû rabbihim- Ölmeden önce Ruhun Allah’a ulaşması” ölmeden önce ölmektir. “İleyhi raciûn” ise öldükten sonra Allah’a dönmektir.
İnsanlar insanları kandırabilir ama, Allah asla kulunu yanıltmaz.
Birilerine sempati duyabilirsiniz, ama bu namazı kılarken aklınıza hiç kimseyi getirmeyin! Allah’a sığının!
Hacet Namazı,
4 rekâttır:
1. rekât; Subhaneke +Fatiha+3 Âyet el kürsi  
2. rekât; Fatiha+ ihlas+Felak+ Nas
Oturuş; Ettehiyyatu +Allahümme Salli + Allahümme Barik 
3. rekât; Subhaneke + Fatiha+ ihlas+Felak+ Nas 
4. rekât; Fatiha+ ihlas+Felak+ Nas

Hacet namazını Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece boy abdesti alarak kılacağız. Namazdan sonra dünya kelâmı konuşmadan yatağa gideceğiz. Yatağımız göğsümüz kıbleye gelecek şekilde hazırlanacak. Yattığımızda 3 Âyet-el Kürsî okuyacağız ve kulağımızdan kalp atışlarını hissederek bu atışlara göre Al-lah, Al-lah, Al-lah… diye zikir ile uyuyacağız.
Eğer kalben Allah’a ulaşmayı dilemişseniz, Allah mutlaka size Kâlû belâda tayin ettiği mürşidinizi gösterecektir. Bu konuda Allah’ın sözü var:

29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.

İnsanlar Allaha mülaki olmayı, (Allah’a ulaşmayı) dilemiyorlarsa bu namazı ömrü boyu kılsalar bir şey göremezler.
           “Hocam ben o dileği bilmiyorum” diyorsanız, şöyle dileyin: “Yarabbi! Benden önce yaşamış ermiş ve evliya kulların sana nasıl erdilerse, ben de onlar gibi sana ermek ve ermiş olmak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilemiyorum. Sen bana nasip eyle!”
İçinizden kim Allah’ın dostu, evliyası olmayı istemez, bu talebimiz kötü bir talep mi?
Bizi dinleyen tüm insanların şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’ın kulu ve evliyası olmasını istiyoruz. Böylece hem dünya saadetine, hem de ahiret saadetine ulaşmanızı istiyoruz. Allahû Tealâ da sizin mutlu olmanızı, dünya ve ahiret saadetini yaşamanızı istiyor. Bu durum Kur’ân’da “zülcenahayn olmak’’ olarak ifade ediliyor. Allah’a kul olmak ise Allah’a ulaşmayı dileyerek gerçekleşir.
Rabbimiz Yunus Suresi 7 ve 8. âyetlerde buyuruyor ki:

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

           Kişinin takva sahibi olması gerekiyor:

30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

Demek ki, Allah’a yönelen kişi takva sahibi oluyor. Allah’a kul olup 7 safha, 4 teslimi gerçekleştiriyor.