Mürşid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mürşid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2016 Pazartesi

MÜRŞİD

MÜRŞİD

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına, tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece 3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.  Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki  takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4 safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek, kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit etik. 
(50/KAF-32) - (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.

1. safha takva: (30/RÛM-31)
2. safha takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha takva: (50/KAF-31)
4. safha takva:
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
6. safha takva:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yolun adıdır ve 2 yatay, 2 dikey olmak üzere 4 sebîlden oluşur. 1. ve 3. sebîller yatay; 2. ve 4. sebîller dikeydir. Her sebîlin başlangıcı, bir mürşidin dergâhıdır.
Sebîller, her mürşidin bulunduğu dergâhtan, devrin imamının bulunduğu dergâha kadar ulaşan, yeryüzünün sathına paralel yollardır. Bu, Sıratı Mustakîm’in 1. kesimidir.
            Devrin imamının dergâhından 7 tane gök katını birer birer aşarak 7. gök katına ulaşan 2. sebîlin adı “Tarîki Mustakîm”dir. Zemin kattan 7. kata kadar çıkaran Tarîki Mustakîm, özel bir tarıktir. Hem girişinde hem de çıkışında altın bir kapı vardır. Devrin imamının dergâhındaki altın kapıdan Tarîki Mustakîm’e girilir, 7 kat yükselip, 7. katta altın kapıdan geçerek Tarîki Mustakîm’den çıkılır. Bu, fetih kapısıdır. Tarîki Mustakîm, burada tamamlanır. Sonra 7 tane yatay âlem geçilir. Bu, Sıratı Mustakîm’in 3. sebîlidir. 7. âlemin en üst noktası olan Sidretül Münteha’dan yukarıya, Allah’a uzanan 4. yol, 4. sebîldir.

40/MU'MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Ey kavmim! Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hidayet kelimesi ulaşmak, ulaştırmak anlamına gelir. Bu âmenû olan adam, firavun ailesinden olan bir mürşiddir. Bihakkın takva seviyesinde; iradesini de Allah’a teslim etmiş ve Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilmiş olan birisidir. “Bana tâbî olun ki; sizi irşad yoluna ulaştırayım.” diyor. Bunun mânâsı “Sıratı Mustakîm’e ulaştırayım.” dır. Ve o kişi, Allah’ın katında irşad makamının sahibi kılınan, kendisine “İrşada mezun ve memur kılındın.” emriyle mürşidlik verilen kişidir. Ruhunu da vechini de nefsini de iradesini de Allah’a teslim etmiştir.

18/KEHF-66: Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ(ruşden).
Musa (A.S) ona şöyle dedi: “Rüşde ulaşmak üzere, sana öğretilen (ilmi ledun) den bana öğretmen için, sana tâbî olabilir miyim?”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ’nın burada rüşd adını verdiği şey, normal bir ilmin insana ulaştıracağı rüşd değildir. Bu, gizli ilmin rüşdüdür. Yani burada Hz. Musa “Beni Allah’ın katındaki gizli ilimler konusunda irşad etmen, sana öğretilen ilmi ledunden bana öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?” demektedir.
Her ilmin öğrenilmesi için tâbiiyet asıldır. Ancak bu sefer tâbî olan bir Nebî; tâbî olunan ise bir velîdir. Allah’ın katında üstün olan elbette nebîdir, peygamberdir. Peygamber, zahirî kıstaslarla hüküm vermek mecburiyetindedir. Diğeri velîdir ama batınî kıstaslarla hüküm verendir. Allah ile devamlı irtibat halindedir. Ne yapılması lâzımgeldiğini Allahû Tealâ her an ona bildirmektedir.

40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime, arşı tutan meleklerin ve devrin imamının görevini bildirmektedir. Hem melekler hem de devrin imamı âmenû olanlar (allah’a ulaşmayı dileyenler) için onların günahlarının sevaba çevrilmesini yani mağfiret dilerler. Kim Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşidine tâbî olursa onun günahları sebava çevrilir. Yani onlara mağfiret edilir.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allah, kendisine Allah’ın hidayet yolunu seçmiş, mürşidine tâbî olmuş, Allah’tan kopması mümkün olmayan urvetül vuskaya sımsıkı sarılmış insanların dostudur. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi ruhu Allah’tan bir ipe; Sıratı Mustakîm’e, kendisi de insanlardan bir ipe; mürşid’e sarılmıştır. Allah onların kalplerine rahmetini, fazlını ve salâvâtını ulaştırır. onları zulmetten nura çıkarır. Nefslerinin kalbini Allah’ın nurlarıyla doldurur. Îmân kelimesinin etrafında toplanan fazıllar nefsin kalbindeki karanlıkları kovar ve onların yerine yerleşirler. Neticede nefsin kalbini ruhun kalbine çevirirler. mürşide tâbî olmadan evvel bunların hiçbiri mümkün değildir.
            Bütün şeytanlar, insan şeytanlar ve cin şeytanların hepsi tagutu oluşturur. Tagut, bir şeytanlar ordusudur. İnsan şeytanlar, insanları Allah’ın yoluna girmekten men eden insanlardır. Cin şeytanlar, cinleri Allah’ın yoluna girmekten men eden cinlerdir. Bu insanlar ve cinler, şeytanın görevini yaparlar, ona uşaklık ederler. Allah’ın yolundan insanları saptırırlar ve insanların kendileriyle beraber cehenneme gitmelerine sebep olurlar. Çünkü bu insanlar mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Asla ruhları vücutlarını terkedip Allah’a doğru yola çıkamayacaktır ve kalplerine îmân yazılmayacaktır. Nefs tezkiyesine başlayamayacaklardır. Ömürleri boyunca mü’min olmaları mümkün değildir hep kâfir olarak kalacaklardır. 
            Allahû Tealâ, âmenû olanları nefs tezkiyesine başlatır. mürşidine ulaştıktan sonra kişinin nefsi zikirle giderek aydınlanır, aydınlanır, aydınlanır. Ruhunu Allah’a ulaştırınca Allah’ın evliyası olur. Ama daha sonra irşad makamından şüphe ederse fıska düşer, kalbinin içine küfür kelimesi yazılır. Tekrar küfre dönen kişi tagutun dostudur. İnsansa insan şeytanların, cinse cin şeytanların dostudur ve şeytanın da dostudur. Kalp karanlık hale gelir. Kalpteki îmân kelimesi silindiği için artık kişi mü’min değildir. tagut tarafından kalbi nurdan zulmete çıkarılmıştır. Ve o ateş ehli olduğu için, gideceği yer cehennemdir.

3/ÂLİ İMRÂN-114: Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(hayrâti), ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlar, Allah'a ve yevmil âhire îman ederler, mâruf (irfan) ile emreder ve kötülükten nehyederler (men ederler) ve hayırlara koşarlar. İşte onlar, sâlihlerdendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde eden, âyetleri tilâvet eden insanları sadece namaz kılanlar olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü bu insanlar namaz kılmanın ötesine geçmişlerdir. Onlar yevm’il âhire îmân ederler. Yani herşeyden evvel ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasına îmân ederler.
Eğer doğum yevm’il evvel ise ölüm yevm’il âhirdir. Kıyâmetin yaratılması yevm’il evvelse, kıyâmet günü yevm’il âhirdir. Mürşide ulaşmak yevm’il evvelse ruhu Allah’a ulaştırmak yevm’il âhirdir.
Yevm’il âhir, ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştığı gündür. Ma’ruf ile emretmek ve kötülükten alıkoymak mürşidlerin görevleridir. Mürşidler hayırlarda yarışırlar. Onlar salihlerdendir yani salâh makamının sahiplerindendir, Allah’ın 7 tane velâyet makamının yedincisine ulaşabilmiş olanlardır.
Burada mürşide ait olan özellikleri veriyor Allahû Tealâ. Kendileri irfanı yaşıyorlar, İlm’el yakîni  aşmışlar, Ayn’el yakînin ve Hakk’ul yakînin sahibi olmuşlardır. İşte bu insanlar hristiyanların arasında da yahudilerin arasında da mevcuttur ve dünya sulhunu kuracak olanlar, bütün dînlerden salâh makamına ulaşanlardan oluşacak ama hepsi İslâm hüviyetinde olacaklar. Çünkü onların hepsi Allah’a ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de teslim etmişler ve irşad makamının sahibi olmuşlar yani salâhın son mertebesinin sahibi olmuşlardır.

9/TEVBE-71: Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma’ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O’nun resûlüne itaat ederler. İşte onlar, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Allahû Tealâ, irşad makamının sahipleri olan mü’min kadınlardan ve mü’min erkeklerden bahsederken iki tarafı adeta birbirine mukayese ediyor. Sahâbe irşad makamına ulaşmışlar, münkerden nehyetmek ve ma’ruf ile emretmek yetkisinin sahibi kılınmışlardır: (9/TEVBE-100)
Hepsi iradelerini de Allah’a teslim eden ve kendilerine, tâbiinin tâbî olduğu kişilerdir. Münker, yasaklanan şeylerden yasaklamaktır. Ma’rufla (irfan) emretmek, fiziğin ötesini de ihtiva edecek olan (ruhun teslimi değil), fizik vücudun, daha ötede nefsin, daha ötede iradenin teslimini emreden, fizik standartların ötesinde bir yerlere ulaştırmaktadır.
Sahâbe ma’ruf ile emredenler, münkerden nehyedenlerdir.
Allah, onlara rahmetin en üst boyutlarını vermiş, onları salâh makamının sonuna ulaştırmıştır.

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dileyenler Rad-21’de anlatılmaktadır. Fakat Rad-20’dekiler ALLAH’IN AHDİNİ yerine getirenler, yani önce ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ettikten sonraki işlem olan ALLAH’IN AHDİNİ yerine getirmek suretiyle iradelerini Allah’a teslim edenlerdir. Allah’ın vechini görenlerdir. Ve Allah’ın Vechi’ni (Zat’ını) görmek için Allah’ın Vechi’ni dileyenlerdir. Rad-21’de olanlar ise Allah’ın Zat’ına ulaşmak için Allah’ın Vechi’ni dileyenlerdir.

23/MU'MİNÛN-96: İdfa’ billetî hiye ahsenus seyyieh(seyyiete), nahnu a’lemu bi mâ yasıfûn(yasıfûne).
Seyyiati (kötülüğü), en güzel olanla yok et. Biz, (onların) vasıflandırdıklarını en iyi biliriz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Seyyiati hasenatla değil, ahsen olanla önlemek, herkesin yapabileceği standartta bir şey değildir. Herhangi birisi olsaydı “hasene” diyecekti Allahû Tealâ ama nebî olduğu için “ahsenu” diyor. Ne zaman birisi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e bir kötülük etse ellerini açıp Allah’a şöyle yalvarırdı:
“Yarabbi, onları bağışla çünkü onlar bilmiyorlardı.”
Hep talebi bu olmuştur. Hiç kimseye beddua etmemiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu âyette de bunu hatırlatıyor.
Öyleyse seyyiatin ahsenle önlenmesi, en üst seviyede bir önlenmedir.
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hasene ile seyyiat eşit değildir. Çünkü birisi derecat kazandırır, öteki kaybettirir.
Bazı insanlar kötülüğe karşı kötülük, iyiliğe karşı iyilik ederler. Bazı insanlar da iyiliğe karşı da kötülüğe karşı da iyilik ederler. İşte bu, kötülüğe iyilikle karşılık verme işlemidir. Bütün sahâbe, kötülüğe iyilikle mukabele ediyordu. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik " dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uclarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

Onlar, Kur’ân’ın bütününe îmân eden sahâbeye düşmanlık ettikleri halde sahâbe onlara muhabbet besliyor yani kötülüğe iyilikle mukabele ediyorlardı. Sahâbe Allah’a çağırıyor:

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”



23 Şubat 2016 Salı

Mürşid

                                            Mürşid

Sevgili kardeşlerim, bugünkü konumuz, Mürşid.

Mürşid; kendisi hidayete ermiş ve Allah’ın emriyle hidayete erdiren, bu konuda Allah’ın görevlendirdiği kişilerdir. İrşad, mürşid, Raşit, rüşt aynı kökten gelmektedir. Rüşt, kendini ispat etmiş ve o konuda yetkili ve o işin ehli olması demektir.

Sevgili Kardeşlerim, çocuklarımızı okula gönderiyoruz, onlara defter, kitap alıyoruz, sonra bakanlık onlara her kitap için ayrı öğretmen tayin ediyor, niçin? O kitaplardaki bilgileri çocuklara öğretsin diye. O öğreticiler olmadan çocuklar o kitabı okuyarak bir şeyler öğrenebilir, ancak yeterli olmaz. İşte, mürşitler de bize Allah’ın dinini öğretiyor.

Kur’ân’ın bir lafzı var, bir de ruhu. Din adamlarının çoğu ilmi Allah’tan öğrenmedikleri için ruhunu bilmezler, ancak yüzünden kıraatıyla güzel okurlar, ama ilmi Allah’tan öğrenen Allah dostları ise onu açıklama yetkisinin sahibidirler. Onlar bilmese de kalp gözü ve kalp kulağı açık olduğu için Allah’tan sorup öğrenirler.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) son peygamberdir, hâtem-ül enbiyâdır, ondan sonra peygamber gelmeyecektir. O dünyasını değiştireli 1400 yıl geçti, Allah bizi unuttu mu? Unutmadığını Kur’ân’ı incelediğimizde görüyoruz.

21/ENBİYA-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.

Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun diyor.

3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: "Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).

Burada görülüyor ki; Kur’an’ı açıklama yetkisi din adamların da değil, Ulûl Elbâb da. Ama şeytan yine boş durmamış, ona da Akıl sahibi demiş. Allah zaten aklı olmayana din sormuyor. Ve Ulûl elbâbın daimî zikrin sahipleri olduğu da Âli İmrân sûresinin 190. ve 191. âyetlerinde açıklanıyor.

Allahû Tealâ Kehf sûresinin 17. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, onu dalaletten kurtaracak bir veli mürşid bulunmaz demiyor mu Allahû Tealâ? Demek ki mürşid insanı dalaletten kurtarıyor, hidayete erdiriyor.

Yine Secde sûresi 24. âyette;

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

Peki, bu imamların görevi ne imiş? İnsanları hidayete erdirmek, o halde hidayetin ne olduğuna bakmak lazım. Hidayet Allahû Tealâ tarafından “Allah’a ulaşmak” olarak tarif ediliyor:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
Yine hidayet Bakara sûresi 120 ve En’âm sûresi 71 de açıklanıyor.

Mürşidi tayin eden Allahû Tealâ’dır. Buyuruyor ki:

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
       
Mürşidleri Allah tayin ediyor. Ama seçmeyi bize bırakıyor, biz insanlar aklımızla ve irademizle, dilersek gayy yolunu, dilersek rüşt yolunu seçiyoruz. Bu âyette eğer Allah dileseydi hepinizi hidayete erdirirdi diyor. Bize bıraktığı için imtihan var, cennet ve cehennem var. Yine Bakara sûresi 256. âyette;

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.

Rüşt yolu; Allah’a ulaştıran yol, gayy yolu ise şeytana, cehenneme ulaştıran yoldur. İnsanlar ancak Allah’a ulaşmayı dileyerek rüşt yolunu seçmiş olurlar.

Yunus 7 ve 8. âyetlerde;

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
       
İşte, Allah’a ulaşmayı dilemeyen Allah’ın âyetlerinden gafildir. Bu insanlar yıllarca ilim görmüşler ama ilimleri ile kurtuluşa ulaşamıyorlar. Neden? Çünkü:


1-İslam’ın 7 safhası ile ilgili âyetleri,
2-Allah’a ulaşmayı dilemek ile ilgili âyetleri,
3-Mürşide ulaşmaya ait âyetleri,
4-Ruhun Allah’a ulaşmasını,
5-Fizik vücut teslimini,
6-Nefsin teslimini,
7-İrşada dair âyetleri değiştiriyorlar ya da yalanlıyorlar.

MÜRŞİDİN ÖZELLİKLERİ:

Mürşidi tarif ederken, irşada ulaşmış ve irşad eden demiştik. Bu kişi irşada nasıl ulaşır? Vel Asr sûresinde;

103/ASR-1: Vel asr(asri).
Asra yemin olsun.

103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.

103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.

Bu âyette 4 grup insandan bahsediliyor, her grup 7 basamağı teşkil eder ve 28 basamaklı bir islam merdivenini oluşturur. 28 basamaklı İslam merdiveninde;
        
1.Basamak: Olaylar yaşanır. ( Bakara-216)

2.Basamak: Olayları değerlendirir. Allah kişiyi seçer. (Şûrâ-13)

3.Basamak: Allah’a ulaşmayı diler. (Rûm-31, Bakara-256, Ankebût-5)

4.Basamak: Allah o kişiye Rahman esmasıyla tecelli eder. Rahman esmasının tecellisi ile kişiye 7 furkan ve 12 ihsan verilir.

5.Basamakta 1.furkan ve 1. ihsan olarak kişinin gözlerindeki hicab-ı mesture kaldırılır. 2. furkan ve 2. İhsan olarak basar hassası üzerindeki gişavet alınır. (İsrâ-45, İsrâ-46, Enfâl-29,En’âm-36, En’âm-46, Neml-81)

6.Basamakta 3. furkan ve 3. ihsan olarak kulaklardaki vakra alınır. 4. furkan ve 4. ihsan olarak semi hassası üzerindeki mühür açılır. (En’âm-46, İsrâ-45, İsrâ-46)
7.Basamakta 5. furkan ve 5. ihsan olarak kalbin mührü açılır. 6. furkan ve 6. ihsan olarak kalpteki ekinnet alınır. 7. furkan ve 7. ihsan olarak ekinnetin yerine ihbat konur. (En’âm-46, Hacc-34, Hacc-54)

8.Basamakta 8. ihsan olarak Allah kişinin kalbine ulaşır ve hidayeti koyar. (Tegâbun-11)

9.Basamakta 9. ihsan olarak Allahû Tealâ kişinin kalbinin nur kapısını Kendisine çevirir. (Kaf-33)

10.Basamakta 10. ihsan olarak kişinin göğsünden kalbine nur yolu açılır. (En’âm-125)

11.Basamakta 11. İhsan olarak kişinin yaptığı zikir neticesinde, rahmet nurları kalbe girmeye başlar. (Zumer-22)

12.Basamakta 12.ihsan olarak, Allah zikri ile kalbe gelen rahmet nuru %2 olur ve huşuya ulaşır. (Hadîd-16)

13.Basamak: Kişi 12 ihsanla hacet namazı kılar ve mürşidi gösterilir. (Mâide-35, Nahl-9, Fâtiha-5 ve Bakara-45, 46)

14.Basamak: Mürşidin önünde tövbe ediliyor. (Furkân-70, Fetih-10, Mumtehine-12)

Mürşide tâbiiyetle Allahû Tealâ 7 tane nimet veriyor:

1.Nimet: Devrin İmamı’nın ruhu başımızın üzerine geliyor. (Mu’min-15)

2.Nimet: Kalbe iman yazılıyor. (Mucâdele-22)

3.Nimet: 1- Günahlar sevaba çevrilir, (Furkân-70)
               2- Sevapların 1’e 10’dan, 1’e 700’e çıkarılması (Bakara-261)

4.Nimet: Ruhun Allah’a doğru yola çıkması (Nebe-39, Muzemmil-8)

5.Nimet: Nefs tezkiyesinin başlaması (Zumer-22,23, Nûr-21, Şems-9)

6.Nimet: Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaya başlaması (Râd-36, Ankebût-56)

7.Nimet: İradenin güçlenmeye başlaması (Ahzâb-43, Bakara-257)

15.Basamak: Nefs-i Emmare (Yûsuf-53)
16.Basamak: Nefs-i Levvame (Kıyâme-2)
17.Basamak: Nefs-i Mülhime (Şems-7,8)
18.Basamak: Nefs-i Mutmaine (Fecr-27)
19.Basamak: Nefs-i Radiye (Fecr-28)
20.Basamak: Nefs-i Mardiye (Fecr-28)
21.Basamak: Nefs-i Tezkiye (Fâtır-18)
22.Basamak: Fenâ makamı (Ruhun teslimi) (Nebe-39, Âli İmrân-14)
23.Basamak: Bekâ makamı (En’âm-127)
24.Basamak: Zühd makamı (Yûsuf-20, Ahzâb-41)
25.Basamak: Muhsinler makamı (fizik vücut teslimi) (Nisâ-125, Âli İmrân-20)
26.Basamak: Ulûl Elbâb makamı (daimi zikir) (Âli İmrân-190, 191, Nisâ-103)
27.Basamak: İhlâs makamı (Nefsin teslimi) (Beyyine-5, Bakara-139)
  
Bu makamın sonunda Allahû Tealâ Tahrîm sûresinin 8. âyetine göre o kişiyi Tövbe-i Nasuha davet eder.

28.Basamak: Salâh Makamı, 7 kademedir.
1. kademe günahların örtülmesi (Tahrîm-8)
2. kademe salâh nurunun verilmesi (Tahrîm-8)
3. kademe günahların sevaba çevrilmesi (Tahrîm-8)
4. kademe iradenin Allah’a teslimi. (Âli İmrân-102)
5. kademe irşad makamına tayin (Tevbe-100, Âli İmrân-110)
6. kademe kavim Resûlleri (Nahl-36, İbrâhim-4, İsrâ-15, Zumer-71, Mu’minûn-44)
7. kademe Devrin İmamı (Secde-24, Enbiyâ-73)

İşte iradesini de Allah’a teslim eden kişiyi Allah irşada memur ve mezun kılarak o kişiyi mürşid tayin eder. Mürşidin 4 tane kalp şartı ve 3 tane vasıf şartı olmak üzere 7 tane özelliği vardır:

Kalp Şartları:
1.Daimi zikrin sahibidir.
2.Nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır.%100 nurlanmıştır.
3.Kalp gözü açılmıştır.
4.Kalp kulağı açılmıştır.

Vasıf Şartları:
1. Ehli Tezekkürdür.
2. Ehli Hayırdır.
3. Ehli Hükümdür, Ehli Hikmettir.

Bu vasıfların sahibi olan Mürşidin Cuma sûresi 2. âyet ve Âli İmrân sûresi 164. âyetlerinde 4 görevi olduğunu Allahû Tealâ bildiriyor:

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

1-Kitabı öğretmek,
2-Hikmeti öğretmek,
3-Nefsi tezkiye etmek,
4-Kur’an ı açıklamak.
İşte mürşid, Kur’an açıklamakla Allah tarafından görevlendirilen kişidir.

Ama şeytan günümüzde tasavvufu yaşayan cemaatleri de bozmuş, ehil olmayan kişiler Allah dostlarının yerine kendilerini atamış. O kişi o cemaate ait kişilerin nefs tezkiyesi yapmalarını, ahlaklarının güzelleşmelerini ve en önemlisi hidayete ermelerini temin edemiyor. Neden? Çünkü yetkili değiller, Cuma sûresi 2. ve Âli İmrân sûresi 164. âyetlerdeki görevleri yapacak özellikleri yok, kalp gözleri açılmamış, kalp kulağı açılmamış ve Allah tayin etmemiş.

Peki, ne yapmaları gerekirdi? Mutlaka hacet namazıyla yeniden Allah’tan mürşidlerini sormaları gerekirdi. Etrafınızda bulunan kişiler sizi cemaatlere davet edebilirler, o cemaat hak da olabilir, batıl da, sakın onlara uymayın. Yapacağınız iş hacet namazıyla Allah’tan sormaktır. Çünkü Allah asla kulunu yanıltmaz ama insanlar insanları yanıltabilir.

İşte, Allahû Tealâ ihsanla tâbi olanları zulmetten nura çıkarıyor, ona namazı, orucu, zekâtı, zikri sevdiriyor ki, onların imanları artıyor, ahlakları güzelleşiyor.
       
Size bir tavsiyem var, günümüz de 5 vakit namaz kılan, oruç tutan 30 yıl, 40 yıl namaz kılan, birkaç kez hacca giden amcalarımız, dedelerimizi bir gözleyin. Eğer hak olan, gerçek olan bir mürşide tâbi değillerse kendilerinde bir değişiklik olmaz ve zorla ibadet ederler. Bir vakti kılarlarsa diğerini kaçırırlar, mutlaka bir eksiklik hissederler.    Biz bunları söylerken kimseyi suçlamıyoruz, kim ne yaparsa kendi nefsi için yapar, ama İslam’ın hakkıyla yaşanmadığına işaret etmek istiyoruz. İslam ancak 7 safha 4 teslimle yaşanır, sahabe böyle yaşamış ve o yaşantıya asrısaadet denmiş, herkes birbiri ile kardeş olmuş. Aynı Kur’an bizim elimizde var ve biz neden kardeş olamıyoruz, hiç düşündünüz mü?

MÜRŞİD FARZ MIDIR?

55/RAHMÂN-33: Yâ ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâris semâvâti vel ardı fenfuz(fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân(sultânin).
Ey insan ve cin topluluğu! Semaların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid) olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).

İşte bu âyette açıkça görülüyor ki hiç kimse bir sultan olmadan ruhunu Allah’a ulaştırıp, teslimi gerçekleştiremez. Ancak günümüz meal yazıcıları bu âyette geçen sultan kelimesini; bir güç ya da atom şeklinde örtmüşlerdir.

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

60/MUMTEHİNE-12: Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh (vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur (mağfiret edendir, günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
Günümüz din adamları bu ayetleri incelemeden, “canım biz Peygamber Efendimiz (S.A.V.) e ve Kur’an’a tâbiyiz” diyorlar. Bunun böyle olmadığını Zumer sûresinin 71. Ve Mulk sûresinin 8, 9, ve 10. âyetlerinde görüyoruz.

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.
67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

Bu âyetlere bakıldığında her zaman parçasında cehenneme girenler yok mu? Her insan yaşadığı zaman parçasında bu soruya muhatap olması gerekmez mi? Tabiî ki hepimiz tebliğe muhatabız. Aklımızla ve irademizle bir karar verip, cenneti ya da cehennemi hak ediyoruz.  

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.

Allah’tan Bize Kalu Bela da tayin ettiği mürşidi istememizi Allah emrediyor.

72/CİNN-14: Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).
Ve gerçekten bizden, (Allah'a) teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim (Allah'a) teslim olmuşsa (ruhunu teslim etmişse) işte onlar, irşad olmayı (nefsin ve iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir).
          
Allahû Tealâ burada cinlere hitap ediyor. Çünkü insanlarla birlikte sadece cinlere cüzi irade vermiş. Sadece insanlar ve cinler için imtihan var. Onlar da kurtuluşa ulaşmaları için mürşidlerine ulaşmak zorundalar, onlara da farz. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadisinde;

“Kim devrin halifesine biat etmez ise o cahiliyet ölümü ile ölür.” demektedir. (Sahihi muslim, Musnedi Ahmed)

Bir başka hadisinde,  ”Benin sahabem gökteki yıldızlar gibidir, kim onlardan birine tabi olursa, kurtuluşa erer.” demektedir.

Bizim mezhep imamımız İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe, ömrünün son iki yılında kendisi dinde otorite olmasına rağmen, tâbiyetin farz olduğunu idrak etmiş, Allah’a ulaşmayı dilemiş ve Mârufi Kerhi isimli bir mürşide tabi olmuş. ”Tâbi olmasaydı Numan, olmuştu hali duman” demiş. Biliyorsunuz onun bir adı da Numandı.
       
Yine bir mezhep imamı olan İmâm Şâfî de, hiç okuması yazması olmayan, ümmi olan çoban Şeymân-ı Râi isimli bir evliyaya tâbi olmuş.

Said-i Nursi Hz. ise tam üç tane mürşide tabi olmuş. Biri ölünce hacet namazı kılmış Allah ona 2. mürşidini göstermiş, O da ölünce 3.mürşidine tâbi olmuş:

1.Mürşidi, MOLLA MUHAMMET EMİN
2.Mürşidi, SAİT NUR MUHAMMET
3.Mürşidi, ŞEYH MUHAMMET CELAL ( İştimai Reçeteler 1) yazarı ise Said-i Nursi.
                                                                        
Bu konuda ilgili olan kardeşlerimiz bir araştırsın, görecekler ki her büyük evliyanın tâbi olduğu bir mürşidi var. Zaten tâbi olmadan evliya olunmaz. Ermiş diyoruz. Nereye ermiş? Ölmeden önce ruhun Allah’a ulaşması kişiyi eren yapıyor. Ermişin çoğulu da evliyadır.
        
        
MÜRŞİD KİMDEN VE NASIL İSTENİR?

Mürşid Allah’tan namazla ve sabırla istenir:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
        
İşte burada o huşû sahipleri hayattayken Allah’a ulaşmayı dilerler, öldükten sonra da Allah’a döneceklerini bilirler. Âyette geçen “mulâkû rabbihim” ölmeden önce ölmek, “ileyhi râciûn” öldükten sonra Allah’a dönmektir.

Hacet namazıyla mürşid istemenin 4 şartı vardır.
1-                Allah’a ulaşmayı dilemek.
2-                Ölmeden önce ruhunun mutlaka Allah’a ulaşacağına inanmak.
3-                Bunun üzerine farz olduğuna inanmak.
4-                Allah’ın bunu mutlaka gerçekleştireceğine iman etmek.  

Bu şartlar yoksa, kalpte oluşmamışsa ömür boyu hacet namazı kılsanız yine de bir şey göremezsiniz.

Hacet namazı tarifi:

Hacet Namazı 4 rekâttır. Allah'tan herhangi bir haceti olan veya mürşidine ulaşmak isteyen kimse hacet namazı kılar. Bu namaz, perşembeyi cumaya bağlayan gece ya da kandil gecelerinde kılınır. Bu mümkün olmazsa herhangi bir gecede de kılınabilir. Öncelikle boy abdesti alınır. Hacet namazına niyet edildikten sonra aşağıdaki âyetler okunur:
1. rekât: Sübhaneke + Fatiha + 3 Âyet-el Kürsî
2. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
Oturuş: Et Tahiyyatü
3. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
4. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
Oturuş: Et Tahiyyatü + Allahümme Salli + Allahümme Barik + Rabbena
Namaz bittikten sonra kişi, Allah'tan haceti neyse onu veya mürşidini diler. Konuşulmaz. Kıble, yatağın sağ tarafında kalmalı ve kişi vücudunun ön cephesi kıbleye doğru olarak, yan üstü dönüp yatmalıdır. Yattıktan sonra üç kere Âyet-el Kürsî okunur. Allah'tan, zahirî veya batınî hacet ya da mürşid dilenir. Ardından sessiz zikir (zikr-i hafi) yapılır. Yan üstü yatıldığından sağ kulak yastığa gelecektir. Baş, hafifçe sağa sola oynatılarak kalp atışlarının (kulaktaki basınç sebebiyle) rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Kalbin her çift atışında "Allah, Allah" diyerek, sessiz şekilde içinden Allah zikredilir.
Hacet namazının ilk kılındığı gece, hacete dair bir rüya görülmezse, hedefe ulaşana kadar perşembeyi cumaya bağlayan geceler, kılmaya devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.


Allah razı olsun.