Mehdi Kimdir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehdi Kimdir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2017 Çarşamba

MEHDİ KİMDİR?

MEHDİ KİMDİR?

Sevgili kardeşlerim, acaba Allahû Tealâ, İslâm âleminin 1400 yıldır beklediği Mehdi Resûl’ü Kur’ân-ı Kerim’de zikretmiş midir? Buna dair Kur’ân âyetleri var mı? Allahû Tealâ, hangi özellikleriyle, vasıflarıyla Mehdi Resûl’ü âyetlerde anlatmıştır?
Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinde buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahu Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.

Âyet-i kerimede, Hz. Nuh (A.S), Hz. İbrâhîm (A.S), Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S) ve en son olarak da Hâtem’ul Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz gibi ulûl’azm peygamberler zikredilmektedir.
Ahzâb Suresinin 7. âyet-i kerimesi, buradaki misak alınan nebîler arasında Peygamber Efendimiz’in de varolduğunu teyid ediyor:

33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

Bütün nebîlerin hitamından sonra gönderilen resûlün bir nebî (peygamber) olmadığını: “Sizdekini tasdik edecek.”  ifadesiyle Allahû Tealâ bize anlatıyor.
Anlıyoruz ki gelen resûl, nebîler gibi bir şeriat kitabının sahibi değil, evvvelki şeriat kitabının sahibi olan nebîlerdekini tasdik ediyor. Bugün Allah’tan aldığı öğreti ile Mehdi Resûl;
-                     Tevrat’ta 7 safhanın farz olduğunu ve Hz. Musa’nın tâbiînleriyle birlikte bu 7 safhayı yaşadığını, Tevrat âyetleriyle,
-                     İncil’in de 7 safhayı muhtevî olduğunu ve havarîlerin de bu 7 safhayı yaşadığını,
-                     Son şeriat kitabı Kur’ân-ı Kerim’de de bu 7 safhanin farziyeti ve sahâbenin de bu 7 safhayı Hz Peygamber SAV efendimiz ile birlikte yaşadığını, âyetlerle net olarak bize ispat ediyor.
Sadece bu zikredilen muhtevadan hareketle, neticeye ulaşabiliriz: “Dînler yoktur, sadece bir tek dîn vardır”. Bu dîn Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Allahû Tealâ, Âdem (A.S)’dan kıyâmet gününe kadar yeryüzü hayatına gelebilecek kadın erkek bütün insanlar için bir tek dîn seçmiştir. Bu dîn babamız İbrâhîm’in hanif dînidir.

Hanif dîni 7 safha ve 4 teslimden oluşuyor. Ve ulûl’azm peygamberlerin hitamından sonra gelen Mehdi Resûl’ün de Allah’ın öğretisiyle  7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle tasdik ettiğini yaşıyoruz.

Hz. Musa’dan 1-2 asır sonra şeytanın negatif tesiriyle, Tevrat’ta açıklanan hükümlere ters birçok zannı ihtiva eden el yazması kitaplardan dîn öğrenen yahudiler sebebiyle Tevrat unutulmuş. Allahû Tealâ, Hz. Musa (A.S)’dan sonra, Hz. İsa (A.S)’ı hanif dîninin tek şeriatını ihtiva eden İncil’le vazifeli kılıyor. Hz. İsa (A.S), tâbiînleri olan havarîlere İncil’i öğretiyor. Şeytan, 1-2 asır sonra insanları hanif dîninden saptırmak için geleneksel bir dîn tatbikatı olan babalarının dînini dostları vasıtasıyla  insanlara öğretmeye başlıyor.

Allahû Tealâ, en çok sevdiği varlık olan insanı ahiret ve dünya saadetine ulaştırmak için hanif dînini farz kılmıştır. Sadece hanif dîni insanları ahiret ve dünya saadetine ulaştırabilir. Allah ihtiyaçtan münezzehtir. İnsanların elindeki hiçbir şeye Allahû Tealâ’nın ihtiyacı yoktur. Ama insanların nasıl ekmek, hava ve suya ihtiyaçları varsa, ahiret ve dünya saadetine ulaştıran hanif dînine de ihtiyaçları vardır.

Allahû Tealâ bütün insanları 7 safha 4 teslimden oluşan hanif dînini yaşamak üzere hanif fıtratıyla yaratmıştır. Hanif fıtratıyla yaratılan bütün insanlar için yaşanabilecek tek dîn hanif dînidir. Hz. Nuh (A.S), Hz. İbrahim (A.S), Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S) ve Hz. Muhammed (S.A.V) ulûl’azm Peygamberlerdir. Bu Peygamberlere tâbî olanların hepsi nefs tezkiyesi ve tasfiyesini gerçekleştirerek 7 safha ve 4 teslimi yaşamışlar ve hepsi kesintisiz mutluluğa ulaşmışlardır. Ama her Peygamberden birkaç asır sonra insanlar tekrar şeytana uyarak nefs tezkiyesini unutmuşlar ve mutsuzluk kaçınılmaz olmuştur. İnsanlara negatif istikamette tesir eden şeytan, her devrede insanların büyük bir çoğunluğunu hanif dîninden saptırarak kendisiyle beraber cehenneme mahkûm etmiştir. Dostlarıyla birlikte ahiret ve dünya saadetine hiçbir zaman ulaştırmayan geleneksel dîn tatbikatını, peygamberlerden 1-2 asır sonra, hanif dîninin yerine tatbikata koymayı başarmıştır. İnsanlar geleneksel dîn tatbikatıyla dîni yaşadıklarını zannediyorlar, ama herkes huzursuz ve mutsuz. Allah’ın hedef olarak gösterdiği ahiret ve dünya saadetine ulaşmak hiç kimse için mümkün olmuyor.

İç dünyalarında, dış dünyalarında ve Allah ile olan ilişkilerinde insanlar hep huzursuzluğu ve mutsuzluğu yaşıyorlar. Gerçekten iç dünyadaki bu huzursuzluk konusuna baktığımız zaman nefsle ruhun mücâdelesi bunun göstergesidir. Dış dünyada ise etrafımızdaki insanlarla çatışma hali bunun ispatıdır. Allah ile olan ilişkilerimize baktığımız zaman da Allah’ın yaratılıştan bize vermiş olduğu emanetler vardır. Allah’ın üfürdüğü ruh bir emanettir. Bu emanetin Allah’a teslim edilmesi halinde fizik vücut bir emanet olur. Bunun da Allah’a teslim edilmesi halinde nefs emanet olur. Nefsin Allah’a teslim edilmesi halinde ise irade emanet olur.
Yani kısacası, sırasıyla emanetlerin Allah’a teslim edilmemesi, insanları huzursuz ve mutsuz olan bir sonuca, hayata ulaştırmaktadır. 



15 Haziran 2016 Çarşamba

Mehdi Kimdir?

                                     Mehdi Kimdir?

Sevgili kardeşlerim, acaba Allahû Tealâ, İslâm âleminin 1400 yıldır beklediği Mehdi Resûl’ü Kur’ân-ı Kerim’de zikretmiş midir? Buna dair Kur’ân âyetleri var mı? Allahû Tealâ, hangi özellikleriyle, vasıflarıyla Mehdi Resûl’ü âyetlerde anlatmıştır?
Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinde buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahu Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.

Âyet-i kerimede, Hz. Nuh (A.S), Hz. İbrâhîm (A.S), Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S) ve en son olarak da Hâtem’ul Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz gibi ulûl’azm peygamberler zikredilmektedir.
Ahzâb Suresinin 7. âyet-i kerimesi, buradaki misak alınan nebîler arasında Peygamber Efendimiz’in de varolduğunu teyid ediyor:

33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

Bütün nebîlerin hitamından sonra gönderilen resûlün bir nebî (peygamber) olmadığını: “Sizdekini tasdik edecek.”  ifadesiyle Allahû Tealâ bize anlatıyor.
Anlıyoruz ki gelen resûl, nebîler gibi bir şeriat kitabının sahibi değil, evvvelki şeriat kitabının sahibi olan nebîlerdekini tasdik ediyor. Bugün Allah’tan aldığı öğreti ile Mehdi Resûl;
-                     Tevrat’ta 7 safhanın farz olduğunu ve Hz. Musa’nın tâbiînleriyle birlikte bu 7 safhayı yaşadığını, Tevrat âyetleriyle,
-                     İncil’in de 7 safhayı muhtevî olduğunu ve havarîlerin de bu 7 safhayı yaşadığını,
-                     Son şeriat kitabı Kur’ân-ı Kerim’de de bu 7 safhanin farziyeti ve sahâbenin de bu 7 safhayı Hz Peygamber SAV efendimiz ile birlikte yaşadığını, âyetlerle net olarak bize ispat ediyor.
Sadece bu zikredilen muhtevadan hareketle, neticeye ulaşabiliriz: “Dînler yoktur, sadece bir tek dîn vardır”. Bu dîn Hz. İbrâhîm’in hanif dînidir. Allahû Tealâ, Âdem (A.S)’dan kıyâmet gününe kadar yeryüzü hayatına gelebilecek kadın erkek bütün insanlar için bir tek dîn seçmiştir. Bu dîn babamız İbrâhîm’in hanif dînidir.

Hanif dîni 7 safha ve 4 teslimden oluşuyor. Ve ulûl’azm peygamberlerin hitamından sonra gelen Mehdi Resûl’ün de Allah’ın öğretisiyle  7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle tasdik ettiğini yaşıyoruz.

Hz. Musa’dan 1-2 asır sonra şeytanın negatif tesiriyle, Tevrat’ta açıklanan hükümlere ters birçok zannı ihtiva eden el yazması kitaplardan dîn öğrenen yahudiler sebebiyle Tevrat unutulmuş. Allahû Tealâ, Hz. Musa (A.S)’dan sonra, Hz. İsa (A.S)’ı hanif dîninin tek şeriatını ihtiva eden İncil’le vazifeli kılıyor. Hz. İsa (A.S), tâbiînleri olan havarîlere İncil’i öğretiyor. Şeytan, 1-2 asır sonra insanları hanif dîninden saptırmak için geleneksel bir dîn tatbikatı olan babalarının dînini dostları vasıtasıyla  insanlara öğretmeye başlıyor.

Allahû Tealâ, en çok sevdiği varlık olan insanı ahiret ve dünya saadetine ulaştırmak için hanif dînini farz kılmıştır. Sadece hanif dîni insanları ahiret ve dünya saadetine ulaştırabilir. Allah ihtiyaçtan münezzehtir. İnsanların elindeki hiçbir şeye Allahû Tealâ’nın ihtiyacı yoktur. Ama insanların nasıl ekmek, hava ve suya ihtiyaçları varsa, ahiret ve dünya saadetine ulaştıran hanif dînine de ihtiyaçları vardır.

Allahû Tealâ bütün insanları 7 safha 4 teslimden oluşan hanif dînini yaşamak üzere hanif fıtratıyla yaratmıştır. Hanif fıtratıyla yaratılan bütün insanlar için yaşanabilecek tek dîn hanif dînidir. Hz. Nuh (A.S), Hz. İbrahim (A.S), Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S) ve Hz. Muhammed (S.A.V) ulûl’azm Peygamberlerdir. Bu Peygamberlere tâbî olanların hepsi nefs tezkiyesi ve tasfiyesini gerçekleştirerek 7 safha ve 4 teslimi yaşamışlar ve hepsi kesintisiz mutluluğa ulaşmışlardır. Ama her Peygamberden birkaç asır sonra insanlar tekrar şeytana uyarak nefs tezkiyesini unutmuşlar ve mutsuzluk kaçınılmaz olmuştur. İnsanlara negatif istikamette tesir eden şeytan, her devrede insanların büyük bir çoğunluğunu hanif dîninden saptırarak kendisiyle beraber cehenneme mahkûm etmiştir. Dostlarıyla birlikte ahiret ve dünya saadetine hiçbir zaman ulaştırmayan geleneksel dîn tatbikatını, peygamberlerden 1-2 asır sonra, hanif dîninin yerine tatbikata koymayı başarmıştır. İnsanlar geleneksel dîn tatbikatıyla dîni yaşadıklarını zannediyorlar, ama herkes huzursuz ve mutsuz. Allah’ın hedef olarak gösterdiği ahiret ve dünya saadetine ulaşmak hiç kimse için mümkün olmuyor.

İç dünyalarında, dış dünyalarında ve Allah ile olan ilişkilerinde insanlar hep huzursuzluğu ve mutsuzluğu yaşıyorlar. Gerçekten iç dünyadaki bu huzursuzluk konusuna baktığımız zaman nefsle ruhun mücâdelesi bunun göstergesidir. Dış dünyada ise etrafımızdaki insanlarla çatışma hali bunun ispatıdır. Allah ile olan ilişkilerimize baktığımız zaman da Allah’ın yaratılıştan bize vermiş olduğu emanetler vardır. Allah’ın üfürdüğü ruh bir emanettir. Bu emanetin Allah’a teslim edilmesi halinde fizik vücut bir emanet olur. Bunun da Allah’a teslim edilmesi halinde nefs emanet olur. Nefsin Allah’a teslim edilmesi halinde ise irade emanet olur.
Yani kısacası, sırasıyla emanetlerin Allah’a teslim edilmemesi, insanları huzursuz ve mutsuz olan bir sonuca, hayata ulaştırmaktadır. 

İnsanların tıpkı ulûl’azm peygamberlerin dönemindeki gibi, ahiret ve dünya saadetini yaşamaları şeytanın negatif istikamette tesir ettiği nefsimizi tezkiye ve tasfiye etmemize bağlıdır. Dünya üzerinde ayrı lisanı konuşan  bütün kavimlerde, Allahû Tealâ’nın seçtiği vehbî olarak nefs tezkiyesi ve tasfiyesiyle vazifeli kıldığı bir velî resûlü vardır.

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.

Allahû Tealâ, İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde: “Resûl göndermezsek azap etmeyiz.” buyuruyor.

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

Kasas Suresinin 68. âyet-i kerimesi şöyle bildirmektedir:

28/KASAS-68: Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir. Allah Sübhan’dır (münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.

Hiç kimse kendi kazancıyla, gayretiyle resûl olamaz. Allahû Tealâ resûllerini yaratılıştan seçiyor. Her devirde 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini, yaratılıştan seçtiği resûllerine vehbî olarak yaşattırıyor.

Bu hakikat, Âli İmrân Suresinin 179. âyet-i kerimesinde şöyle zikredilmektedir:

3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).”
Allah, habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min gözükenden) ayırıncaya kadar mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min olanla mü'min gözükenin bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resullerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resulüne bildirir). O halde, Allah'a ve O'nun resullerine îman edin. Ve eğer âmenu olur ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için "Büyük Ecir" vardır.

Hiçbir dönemde birden fazla nebî resûl yoktur. Allahû Tealâ âyet-i kerimede, her devirdeki kavim resûlleri arasından seçilen vekâleten devrin imamından bahsetmektedir.

Tüm Kutsal Kitaplar’da vaaz edilen hanif dînin unutulduğu günümüzde, Allahû Tealâ’nın kavim resûlleri arasından seçip gaybı kendisine bildirdiği Mehdi Resûl, tasarruf rızasının sahibi, vekâleten Devrin İmamı’dır.

72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehaden.
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).

72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadan.
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki.

Mehdi Resûl; 
·        Allah’a ulaşmayı dileyerek Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olmuştur.
·        Allah’ın emaneti olan ruhunu Allah’a teslim etmiştir.
·       Fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
·       Nefsini Allah’a teslim etmiştir.
·       İrşada ulaşmıştır.
·       İradesini de Allah’a teslim etmiştir.
·       En son olarak da, aklını da Allah’a teslim etmiştir.

Tüm kavim resûlleri için ulaşılması gereken en üst hedef iradenin Allah’a teslimidir. Ama velî resûller arasından Allahû Tealâ’nın seçip tasarrufuna aldığı devrin imamı için aklın teslimi söz konusudur. Allahû Tealâ’nın kavim resûlleri arasında seçip vekâleten Devrin İmamı olarak tayin ettiği Mehdi Resûl,  iradenin de ötesinde aklını da Allah’a teslim etmiştir.

Allahû Tealâ’nın irşada memur ve mezun kıldığı velî mürşitler, kavim resûlleri, Allah’tan aldıkları emirleri aklî standartlar içerisinde tatbikata koymalarına karşılık, Allah’ın tasarrufunda olan Mehdi Resûl’e aklı kumanda etmez, Ona kumanda eden Allah’tır. Her dönemde sadece devrin imamı Allah’ın tasarrufundadır. Allahû Tealâ asâleten Devrin İmamı olan Hz. Musa (A.S) için Tâhâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde: “Seni seçtim. Şu andan itibaren vahyettiklerimi dinle.” buyuruyor.

20/TÂHÂ-13: Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.
Ve Ben, seni seçtim. Öyleyse vahyolunan şeyi dinle!

Resûller için Allahû Tealâ’nın kanunu Kasas 68’de açıklanmaktadır.

Allah’ın bütün nebîleri tasarruf rızasının sahibidirler. Allah’ın bütün nebîleri, asâleten devrin imamıdırlar. Ama her dönemde Allah’ın nebîleri yoktur. Nebîlerin olmadığı fetret dönemlerinde velî resûller arasında Allah’ın seçtiği, vekâleten atadığı devrin imamı vardır. O da Allah’ın tasarrufundadır.

Mânâsı ne? Mânâsı; Kur’ân-ı Kerim’e baktığınız zaman Allahû Tealâ’nın nübüvvetle vazifeli kıldığı nebîler için hususî mânâda geçerli hükümler âyetler, umumî mânâda bütün vekâleten devrin imamları için de geçerlidir. Hâtem-ul Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Allah’ın tasarrufunda olan son nebîdir. Ama Mehdi Resûl bir peygamber değildir, nebî değildir. Nebîlerin hitamından sonra vazifeli kılınan velî resûlleri arasından Mehdi Resûl, seçilmiştir. Mehdi Resûl, Allah’ın, risaletle ve hidayete erdirmekle vazifeli kıldığı, yeryüzündeki tek temsilcisidir.

Allahû Tealâ gaybını kimseye izhar etmemesine karşın, tasarrufa aldığı velî resûlü, lisanıyla gaybını insanlara izhar etmektedir. Mehdi Resûl Allah’ın tasarrufunda. Allah’ın sadece kendisine söylettirdiklerini söyleyen, yaptırdığını yapan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Onun kendiliğinden bir şey yapması mümkün değildir. Çünkü iradesini de, aklını da Allah’a teslim etmiştir. Aklı kendisine kumanda etmemektedir. Diğer velî resûller, Allah’tan aldığı emri kesinlikle aklın muhtevası içerisinde hayata geçirmesine karşılık, tasarruf rızasının sahibi Efendimiz Mehdi Resûl (A.S), aklı kendisine kumanda etmediği için, ona kumanda eden Allah olduğu için Allah’ın kendisine söylettirdiğini söyleyen, yaptırdığını yapan, Allah’tan aldığını sadece açıklayan, Allah’ın bir telefonudur. Muhterem Efendimiz’in söylediklerinin bir bir tahakkuk etmesi Allahû Tealâ’nın ona kumanda etmesi sebebiyledir.

Dünya hayatını yaşarken, Mehdi Resûl’ün döneminde onun tebliğine muhatap olup, davetine icabet etmeyen veya nefsâni afetler sebebiyle zikrini yapmadığı için cehennemle azaplandırılan fıska düşen zalimler var. Allahû Tealâ bu zalimlerin durumunu Furkân Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde bildirmektedir:

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.

Terk edilen kitap Kur’ân-ı Kerim olması hasebiyle, kesinlikle bu resûlün Peygamber Efendimiz (S.A.V) olması mümkün değildir. O’nun olmadığı günümüzde Allah’ın öğretisiyle Kur’ân-ı Kerim’i Allah’ın risaletle vazifeli kıldığı Mehdi Resûl öğretmektedir.

Çünkü, Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Ey sahâbe! Siz öyle kimselersiniz ki; size buğzedenlere muhabbet beslersiniz. Çünkü siz kitabın bütününe tâbîsiniz.” buyuruyor.

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca: "Biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün." Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

Sahâbe, Resûlullah döneminde Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuş, 7 safha ve 4 teslimi yaşamışlar. Ama âyet-i kerimede Resûl diyor ki: “Benim kavmim Kur’ân’ı terk etti.”

Gerçekten Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir hadîsine baktığımız zaman âyetle hadîs, birbiriyle %100 örtüşüyor. Hz. Peygamber (S.A.V)  Efendimiz: “Bir zamanlar gelecek, Kur’ân-ı Kerim’in resmi, İslâm’ın ismi kalacaktır. İnsanlar İslâmî isimlerle anılacaklar ama İslâm’dan en uzak kişiler olacaklar. Mescidlere dışarıdan bakıldığı zaman mamur ama içindeki insanlara bakıldığı zaman, kalplerinde hidayetten eser olmayacak. O gün yaşayan âlimler, gök kubbenin altında yaşayan insanların en şerrlileridir. Fitne onlardan çıkmıştır ve tekrar onlara dönecektir.” buyuruyor.

Kur’ân’ın resmi kalmış ve İslâm’ın da ismi kalmış. Günümüzde İslâm anıldığı zaman çoğu kişinin aklına terörizm geliyor. İnsanları ahiret ve dünya saadetine muhakkak surette ulaştıracak olan barışın yegâne teminatı olan hanif dînini, eğer insanlar bir terörizm vasıtası olarak görüyorlarsa o zaman kesinlikle yaşanan dîn, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân-ı Kerim’de açıklanan hanif dîni değildir. Hanif dîni insanları mutluluğa eriştirecek tek kurumdur.

Üç kitaplı dînin de esasını Hz. İbrahim’in “Hanif Dîni” teşkil eder. Sırası ile  Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerim 7 safha ve 4 teslimi kapsar.
        Hanif Dîni üç esas ihtiva eder:
1.     Vahdet: Tek Allah’a inanmak.
2.     Tevhid: Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileyen tek bir toplum oluşturmak. (Böylece  toplumlar arasındaki bütün kavgayı bitirmek, yok etmek.)
3.     Teslim: Allah’a teslim olmak. (Ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek.)
              
Ama insanlar Allah’ın Kur’ân, Tevrat ve İncil’deki hakikatlerini bir tarafa bırakarak sonradan kendi elleriyle yazdıkları bid’atlere tâbî olmuşlar ve bunun sonucunda dînde fırkalara ayrılmışlardır. Demek ki bid’atler sebebiyle kitaplardaki emirler yerine getirilmemektedir.

Allah’ın hanif dîninin unutulduğu bu dönemde, Allah’ın öğretisiyle dînin bütünü olan HİDAYETİ, Mehdi Resûl öğretmektedir. Yaşanan geleneksel dîn tatbikatı sebebiyle dînde fırkalara ayrılan insanları saran elim azabı, Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimizin zikrettiği kıyametten evvel oluşacak 10 büyük alâmetten birisi olan duhan fitnesini, Allahû Tealâ Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13 ve 14. âyetlerinde bildirmiştir:

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.

44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.

Allahû Tealâ 14 asır evvel Kur’ân-ı Kerim’in kendisine indirildiği Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e: “Semanın apaçık bir dumanla kaplandığı günlere, bak” diye hitap ediyor.

Ve Allah’a inançları sebebiyle mü’min olduklarını sanan insanlar: “Bizden bu azabı kaldır. Biz mü’minleriz.” diye dua ediyorlar. Tebliğe muhatap olmasına rağmen Allah’ın davetine icabet etmeyen, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere Allah azap eder. O zaman “Bizden bu azabı kaldır. Biz mü’minleriz.” diyenler, gerçekte mü’min olduklarını sanıyorlar, ama aslında hakiki mü’min değiller.

Allahû Tealâ Mehdi Resûl’ü hidayetle göndermesine rağmen ibret almayanlar Resûl’den yüz çeviriyorlar. Duhan fitnesinin kendilerinden kaynaklandığı Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarının da dilemesine mâni olan katilden büyük olan fitnenin elebaşları dîn profesörleri, Mehdi Resûl’e: “Şeytandan vahiy alan öğretilmiş deli” dediler.

Duhân Suresinin 10, 11, 12, 13, 14. âyetlerinde zikredilen fitneyi 1996 yılında Kanal-6’daki programla Türk halkına yaşattırdı. Allah’ın söylettirdiğini söyleyen  Mehdi Resûl, programa katılan dîn profesörlerine 7 safha ve 4 teslimden oluşan 1400 yıl evvel sahâbenin yaşadığı Kur’ân’daki İslâm’ı unuttuklarını, yaşamadıklarını onlara ispat etti. Aynı zamanda bu programla, Allahû Tealâ âyetlerde zikredilen Resûl’ün de ahir zamanda Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in geleceğini müjdelediği Mehdi Resûl olduğunu onlara ve bütün Türk halkına da ispat etti.

Allah’ın resûlleriyle gönderilen şeriat kitaplarıyla yaşandığı taktirde azap yoktur, ahiret ve dünya saadeti vardır. Eğer insanlar el açıp: “Rabbimiz, bizden bu azabı kaldır. Biz mü’minleriz.” diyorlarsa bu aynı zamanda bir itiraf belgesidir. İnsanların saadet davetiyesi, saadet reçetesi ve saadet garantisi olan şeriat kitaplarını yaşamadıklarının kesin itirafıdır.

Allahû Tealâ, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da  anlatılan  7 safha ve 4 teslimden oluşan, insanlar için seçtiği hanif dînini Mehdi Resûl vasıtasıyla bize öğretti. Ve biz şu anda söylediğimiz her hakikati Allah’ın tasarrufunda olan Efendimiz’den öğrendiğimiz ve yaşadığımız için mutluyuz. A’râf Suresinin 188. âyet-i kerimesi özelde Allah’ın tasarrufunda nebîler sultanı Peygamber (S.A.V) Efendimiz için geçerli olmasına karşılık umumi (genel) mânâda nebîlerin olmadığı fetret devirlerinde vekâleten devrin imamları olarak seçilen herkes için de geçerlidir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

7/A'RÂF-188: Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemul gaybe lesteksertu minel hayri ve mâ messeniyes sûu in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
De ki: “Allah’ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mü’min olan kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.

Bu âyet-i kerime Mehdi Resûl’ün kendi iradesiyle değil, Allah’ın İradesi ile hareket ettiğini, Allah’ın tasarrufunda olduğunu bize ispat ediyor.

Enfâl Suresinin 17. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’e hitap ederek:

8/ENFÂL-17: Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ remeyte iz remeyte ve lâkinnallâhe remâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Onları siz öldürmediniz ama onları Allah öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama Allah attı. Ve Allah, mü’minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki Allah, işitendir ve bilendir.

“Bir avuç kumu yerden alıp düşmanın üzerine attığın zaman onu sen atmadın, Biz attık.” buyuruyor. Aslında herkes kumu yerden alıp düşmanın üzerine atanın Resûlullah olduğunu açıkça görüyor. Allahû Tealâ, Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in vücudunun her zerresine daimî tecelli ediyor. Daimî tecelli ettiği için Resûlullah’ın eline de tecelli ediyor. Allahû Tealâ daimî tecelli sebebiyle: “Onu sen atmadın, Biz attık.” buyuruyor.: “Görünen sensin ama aslında Biz seni kullanarak bunu gerçekleştirdik.” buyuruyor.

Buradan çıkan sonuç; tasarruf rızasının sahibi olan resûle Allahû Tealâ neyi yaptırırsa resûl sadece onu yapar. Bu evrensel hüküm, ahir zamanda (içinde, bulunduğumuz hidayet çağında) vazifeli olan Efendimiz Mehdi Resûl için de geçerlidir.

Ahzâb Suresinin 38. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor:

33/AHZÂB-38: Mâ kâne alen nebiyyi min harecin fîmâ faradallâhu leh, sunnetallâhi fîllezîne halev min kabl(kablu), ve kâne emrullâhi kaderen makdûrâ(makdûran).
Nebî için, Allah’ın O’na farz kıldığı şeyi (yerine getirmesinde) O’na bir güçlük yoktur. Daha önce gelip geçenler için de Allah’ın sünneti buydu. Allah’ın emri, taktir edilmiş bir kader idi (yerine getirildi).

“Nübüvvetle vazifeli kıldığı nebîler üzerinde bir güçlük yoktur.” Çünkü nebî için vaaz edilen bütün emirler, hükümler, Allah tarafından yerine getirilmektedir. Allah için nasıl zorluk yoksa, Allah’ın tasarrufunda olan nebî için de zorluk yoktur. Aynı hüküm gereğince Allah’ın tasarrufunda olan Mehdi Resûl için de zorluk yoktur. Kur’ân, Tevrat ve İncil hükümlerine aykırı olan bid’atlerin devreye girmesiyle, insanlar artık bid’atlere dayalı bir dîn tatbikatını yaşamaktadırlar. Bid’atlere dayalı geleneksel dîn tatbikatıyla kimsenin Allah’ın gösterdiği ahiret ve dünya saadeti hedefine ulaşması mümkün değil. İşte Allahû Tealâ bu hakikati, Mâide Suresinin 15. âyet-i kerimesinde şöyle dile getiriyor:

5/MÂİDE-15: Yâ ehlelkitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum tuhfûne minel kitâbi ve ya’fû an kesîr(kesîrin), kad câekum minallâhi nûrun ve kitâbun mubîn(mubînun).
Ey kitap ehli! (Kitap sahipleri), Kitap’tan çoğunu gizlemiş olduğunuz ve çoğundan vazgeçtiğiniz şeyleri, size beyan eden bir Resûl’ümüz gelmiştir. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.

Âyet-i kerimede zikredilen “kitap sahipleri” hitabı sebebiyle, kitap sahipleri kavramı yahudileri, hristiyanları ve müslümanların tümünü kapsamaktadır. Kitap sahiplerinin terk ettiği, gizlediği, tatbikattan çıkardığı 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dîninin tüm hükümlerini tekrar izhar etmek, öğretmek ve yaşattırmak üzere dinleri birleştirmekle Allahû Tealâ Mehdi Resûl’ü hidayetle göndermiştir. Allah’ın tasarrufunda olan, Mehdi Resûl vasıtasıyla içinde bulunduğumuz hidayet çağında Allah nurunu tamamlayacaktır.

MEHDİ RESÛL tatbikattan çıkarılan âyetlerin tekrar yaşanmasını hidayet çağında sağlayacak ve dîni, insanların kendi elleriyle ürettikleri bid’atlardan temizleyecektir. İnsanların Allah’ın gönderdiği kitapları Resûlleri ile birlikte yaşamaları halinde, peygamberler devrindeki mutluluğun tekrar yaşanması mümkündür.. Mutsuzluktan kurtuluş nefs tezkiyesi ve tasfiyesi ile mümkündür. Bunlar ise (her üç kitapta bulunan) 7 safhadaki 4 teslimin yaşanmasına bağlıdır.

Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, tasarrufla ilgili bir hadîs-i şerifinde şöyle vaaz ediyor: 

“Kul Allah’a en çok Allah’ın farz kıldığı ibadetlerle yaklaşır. Ama nafile ibadetlerle de yaklaşır. Allahû Tealâ: ‘Ben kulumu seversem onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O Benimle görür. O Benimle işitir. O Benimle konuşur. O Benimle tutar. O Benimle yürür’. buyuruyor.”

Bu hadis, bize her devirde tasarrufta olan devrin imamlarını anlatıyor. Kendi devrinde, Devrin İmamı olan Yunus Emre, tasarrufta olduğunu veciz bir şekilde şöyle açıklamaktadır:
-         “O ne derse ben yaparım. Ben ne dersem O yapar.”
-         “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” .

Kâfir: “Allah’ın hakikâtlerini kefreden, örten, gizleyen” demektir. Allahû Tealâ Tevbe 32’de, bid’atlerin tatbikatta olduğu günümüzde, dîn öğreticilerinin hidayeti dilemedikleri gibi, başkalarının dilemesine, hidayetine mâni olmaları sebebiyle ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürdüklerinden bahsediyor:

9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.

Allah'ın sözü yerine gelmiştir. Allah her şeyi bir sebep ve sonuç tahtında yaratmaktadır. Hidayet çağında, Allah’ın kendisine söylettirdiğini söyleyen Mehdi Resûl’le Allah nurunu tamamlayacaktır. Kısaca Mehdi Resûl’le, bütün insanlar bir ikinci Asr-ı Saadet’i mutlaka hidayet çağında yaşayacaklar. Herkes hanif dîninin muhtevası olan 7 safha ve 4 teslimi öğrenmek ve yaşamak suretiyle Kur’ân ahlâkıyla, Tevrat ahlâkıyla, İncil ahlâkıyla, kısacası Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanacaktır.

9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûlünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen O’dur.

Saff Suresinin 8. ve 9. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ aynı hakikati bir kere daha zikrediyor:

61/SAFF-8: Yurîdûne li yutfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlayacak olandır.


61/SAFF-9: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl’ünü hidayet ile ve (esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek (açıklayıp doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah’ın ezelî ve ebedî olan dîni) ile gönderen O’dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.

“Müşrikler, kerih görseler bile Resûl’ünü hidayetle ve hak dînle, dînin bütün hükümlerini izhar etmek, 7 safha ve 4 teslimle açıklamak üzere gönderen Allah’tır.” Allahû Tealâ, hidayetin kaybolduğu günümüzde, tekrar dînin bütünü olan hidayetin 7 safhasını günümüz insanına öğretmek, yaşatmak, onları kâmil mânâda ahiret ve dünya saadetine ulaştırmakla vazifeli kıldığı Resûl’ün tüm âlemler için hidayetçi olması sebebiyle “Mehdi” ismini vermiştir. Allah tasarruf ettiği için O’nun kendisinden, nefsinden bir söz söylemesi mümkün değildir. Bu sebeple Allah'ın tasarruf ettiği Mehdi Resûl’e itaat, aslında Allah'a itaattir.

4/NİSÂ-80: Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen).
Kim Resûl'e itaat ederse, böylece Allah'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.

Âli İmrân Suresinin 132. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ evrensel hükmünü şöyle ifade ediyor:

3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve, Allah’a ve Resul’e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.

Allah'ın tasarrufunda olan Mehdi Resûl’e biat, aslında Allah'a biattir. Gerçekten Fetih Suresinin 10.  âyet-i kerimesine baktığımız zaman net olarak şunu görüyoruz:

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

Allah'ın mahlûk gibi bir ele, bir uzva ihtiyacı yoktur. Allah mahlûkatın sahip olduğu bütün sıfatlardan münezzehtir. O her zerresiyle, herşeye kaadirdir. Ama Allahû Tealâ burada “Allah'ın eli, onların elinin üzerindedir.” buyurmakla Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in her zerresine daimî tecelli ettiğini bize bildiriyor. Bizzat: “Sana biat edenler gerçekte Allah'a biat etmişlerdir.” Eline de tecelli ettiği için Allahû Tealâ: “Allah'ın eli onların elinin üzerindedir.” buyuruyor.

Bugün O’nun yegâne mirasını devralan Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi, Devrin İmamı Mehdi Resûle itaat eden Allah'a itaat eder, Mehdi Resûl’e asi olan da Allah'a asi olur. 

Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz vaazettiği bir hadîste şöyle buyuruyor:
“Benden sonra nebî gelmeyecek. Ben Hâtem’ul Enbiyâ’yım. Ama benden sonra imamlar gelecek. Onlara itaat eden bana itaat etmiştir. Onlara asi olan, bana asi olmuştur.” buyuruyor.

Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz Kendisi için geçerli olan hükmün, bütün vekâleten devrin imamları için geçerli olduğunu buyurduğu başka bir hadîsinde şöyle açıklıyor:
“Ben nasıl vahiy üzere mücâdele ettiysem, O da Benim sünnetim üzerine mücâdele eder.”

Benimle insanlar nasıl şirkten kurtuldularsa Mehdi Resûl ile fitneden kurtulacaklardır buyuruyor. Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in sünneti Allahû Tealâ’nın Kendisine söylettirdiği vahye tâbî olmaktır.

53/NECM-3: Ve mâ yentıku anil hevâ.
Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz.
53/NECM-4: İn huve illâ vahyun yûhâ.
(O’nun söyledikleri), sadece O’na vahyolunan vahiydir.

Herkesin Kur’ânı unuttuğu günümüzde, Mehdi Resûl’ün 34 yıldır Allahû Tealâ’nın öğretisiyle Kur’ânı insanlara öğretmesi vahye tâbî olduğunu kesin ispat ediyor. Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz: “En hayırlınız Kur’ânı öğrenen ve öğretendir.” buyuruyor. Ümmetimin en hayırlısı Mehdi Resûl demesi Mehdi Resûl’ün Allah’ın öğretisiyle sadece Kur’ânla dîni öğretmesi sebebiyledir.

Her dönemde velî mürşidler, kavim resûlleri, asâleten ve vekâleten tüm devrin imamları devamlı olarak insanları Allah'a davet etmektedirler. Allah'ın kendisine üfürdüğü ruh emanetinin, Allah'a ait olduğunu bildirmektedirler. Bu emanetin ancak hayattayken Allah'a ulaştırılması, teslim edilmesi halinde Allah'ın 3. kat cennet ve dünya saadeti mükâfatına sahip olacağını onlara müjdelemektedirler. Bu sebeple Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz: “Bir zamanlar gelecek, size ruh verenler gelecek. Onları arayın, bulun. Kim zamanın imamına arif olmazsa, o cahiliyye standartları ile ölür.” buyuruyor. 
Bugün de aynı şekilde Mehdi Resûl, 34 yıldan beri, geceli gündüzlü, 24 saatlik zaman devresi içerisinde hep insanları Allah'a çağırmaktadır, Allah'a davet etmektedir, Allah'ın davetini insanlara tebliğ etmektedir. “Ey insanlar! Duyduk duymadık demeyin! Allah'a ulaşmayı dileyin. Dilerseniz, siz ruhunuzu Allah'a ulaştırmayacaksınız, Allah sizin ruhunuzu Kendisine ulaştıracaktır.” buyuruyor. Vuslata ermenin mükâfatı 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısıdır. Bu Allahû Tealâ’nın bütün insanlara bir ikramıdır, bir lütfudur, bir fazl-ı keremidir.

İblis, Allah'tan aldığı müsaade gereğince insanın sağından, solundan, önünden, arkasından girmek suretiyle, insanın ahiret ve dünya saadetine ulaşmasına mâni olmak, insanları kendisi ile birlikte cehenneme götürmeye çalışmaktadır. Allahû Tealâ iblise müsaade vermesine karşılık Âdem (A.S)’a ve O’nun zürriyetine de iblisten korunmanın vasıtası olan dünya hayatında Allah'a ulaşmayı dilemeyi teslim etmiştir.

Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah'ın koruyucu zırhı altına girer ve Allahû Tealâ şeytanın negatif tesirini kişi üzerinde sıfırlar, yokeder. Şeytan, fizik ötesinden kendi düşüncesiymiş gibi, vesvese vermek suretiyle cüz’i irade sahibi insanın, Allah'a ulaşmayı dilemesine mâni olmaktadır. Ama Allahû Tealâ katından hidayetle gönderdiği resûller vasıtasıyla daima insanlara hidayeti tebliğ etmektir. Cüz’i irade sahibi insan, ya şeytanın davetini veya Allah'ın temsilcisinin davetini kabul etmek suretiyle kendisini cehenneme mahkûm edecek veya Allah'ın vaazettiği hükümleri hayatına tatbik etmek suretiyle dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dileyerek cenneti Allah'ın bir ikramı olarak hakedecektir.

Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz 14 asır evvel vaazettiği hadîste: “Bir zaman gelecek; Kur’ân bir vadide, insanlar başka bir vadide olacak.” buyuruyor. İnsanların bir vadide, Kur’ân’ın bir başka vadide olduğu günümüzde Allahû Tealâ hidayetle Mehdi Resûl’ü vazifeli kılmıştır. Gaye hidayetle insanları da Kur’ân’la da aynı vadide buluşturmaktır. Amaç dînin bütünü olan 7 safha hidayeti  Kur’ân’daki 7 safha ve 4 teslim olan hanif dînini insanlara öğretmek ve yaşattırmaktır.

Allah'ın rahmetine mazhar olup bir ikramı olarak 1. kat cenneti kazanmanın olmazsa olmaz şartı dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemektir. Kalben bu dilediğin sahibi olan herkese Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder. Kişi Allahû Tealâ’dan aldığı 7 furkan ve 12 tane ihsanla, Allah'ın gösterdiği velî mürşide, velî resûle, veya tayin ettiği vekâleten devrin imamına ulaşacaktır.

14 asır evvel nasıl cahiliyye dönemini yaşayan Arap bedevîler Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz 7 safha ve 4 teslimi yaşamak suretiyle asr-ı saadete ulaştılarsa, günümüzde mürşidine ihsanla tâbî olan herkes Mehdi Resûl’ün Allah’tan aldığı öğretiyle 7 safha ve 4 teslimi yaşayarak ikinci bir asr-ı saadeti yaşayacaklardır. Bu kadar emin konuşmamın sebebi; yapan Mehdi Resûl görünmesine karşılık yaptıran O’na tasarruf eden Allah’tır, söyleyen Mehdi Resûl ama O’na söylettiren Allah’tır.


16/NAHL-89: Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâbike şehîden alâ hâulâ(hâulâi), ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen likulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Ve o gün, bütün ümmetlerin içinde, onların üzerine, onların kendilerinden bir şahit beas ederiz (vazifeli kılarız). Ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdik. Ve sana, herşeyi beyan eden (açıklayan), hidayete erdiren ve rahmet olan Kitab’ı, müslümanlara (Allah’a teslim olanlara) müjde olarak indirdik.

En’âm Suresinde şöyle buyuruyor:

6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: “Zikir ehline sorun.” buyuruyor. Bilinmeyen konuları alelâde insanlara sormak yerine, Allahû Tealâ’nın yönlendirdiği, hedef gösterdiği zikir ehline sormak asıldır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu konuda ne buyuruyor? “Cehaletten kurtulmanın yolu ehli zikre sormaktır.” Âyet-i kerime ile Hz Peygamber SAV efendimiz’ın hadîsi birbiri ile örtüşüyor.

İtilâflı olan bir konu söz konusu olduğu zaman, çözüm için başvurulması gereken yegâne kaynak Kur’ân’dır. Öyleyse ihtilâflı konularda herkesin Kur’ân’a ve O’nu açıklayacak olan ehli zikre müracaat etmesi lâzım gelir.

Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) 14 asır evvelinde: “Bir zamanlar koyu gece karanlıkları gibi fitneler olacaktır.” buyuruyor: Bu fitnelerin vukua geldiği dönemde Hz. Ali (R.A): “Kurtuluş ne iledir Ey Allah’ın Resûl’ü?” deyince, Hz Peygamber (S.A.V) Efendimiz “Allah'ın Kitab’ı olan Furkan’la,  Kur’ân-ı Kerim’ledir. Çünkü sizden evvelkilerin haberi bu Kitap’ta vardır. Sizden sonrakilerin de haberi bu Kitap’ta vardır. Sizin aranızdakilerin de hükmü bu kitapta vardır.”  Kısacası, Kur’ân-ı Kerim evvelin de zikridir, ahirin de zikridir, anın da zikridir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim ilmi rahmeti her şeyi kuşatan Allah'ın kelâmıdır. Bu sebeple Mehdi Resûl’ün öğretisi herkes için ahiret ve dünya saadetinin teminatıdır. Zanna tâbî olmadan, herkesin Kur’ân âyetleriyle Mehdi Resûl’ün anlattığı 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini yaşamaya başladığı Hidayet Çağı’ndayız.


Allah razı olsun.