Sorumluluk Sahibi Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sorumluluk Sahibi Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2015 Çarşamba

SORUMLULUK SAHİBİ OLMAK

SORUMLULUK SAHİBİ OLMAK

            Hepimiz biriz, ve beraberiz. Başka insanlarla beraber yaşayanlarız. Bir topluluk olarak birarada bulunduğunuz zaman, bir çalışma, bir hizmet vb. yapılırken bu beraberliği yürüttüğünüz devre boyunca, davranış biçimlerinizin nasıl olması gerektiğini hatırlayın! Etrafınızdaki bütün insanlarla en iyi ilişkileri yürütmelisiniz…
Başkalarına sadece onları mutlu etmek istikametinde davranmalısınız. Eğer başkalarından sizi huzursuz kılacak olan bir davranış biçimi gelirse, bundan dolayı üzülmeme standartlarına ulaşmalısınız. Çünkü herkes hata yapabilir. Başkaları hata yapıyor diye her hatadan alınacak olursak, her hatada başkalarına haddini bildirmeye kalkarsak; yanlış bir davranış biçimi sergilemiş oluruz.
Biz başkalarına en güzel standartlarda davranmalıyız. Başkaları bize o güzel standartlarda davranmıyorsa, hatalı bir davranışta bulunduysa, bundan huzursuzluk duymamak bizim temel davranışımız olmalıdır. “Herkes hata yapabilir.” düşüncesini kendimize mâl etmeye çalışmalıyız.
Başkalarıyla ilişkilerinizi iki ayrı cepheden düzenlemelisiniz. Birinci cephede sizin davranışlarınız var. Hepinizin, başkalarına karşı olan davranışlarınız, mutlaka onları mutlu etmek istikametinde olmalıdır. Mutlaka onların mutlu olmaları asıl hedefiniz olmalıdır. Ama birisi size karşı yanlış bir davranış yaptı. O zaman: “Ben herkese karşı böyle davranıyorum. Onlar da bana böyle davransınlar, davranmazlarsa ben bu işe bozulurum.” demeyin. O kardeşimizin yanlışını görmezlikten gelmelisiniz. Onu affedin. Daha sonra, onunla dostluğunuzu daha genişlettiğiniz bir gün, ona o günden bahsedersiniz. “Vaktiyle böyle bir davranışın olmuştu, hatırlıyor musun?” dersiniz. Belki o günkü davranışını düzeltmek konusunda, o güne kadar kardeşinizin ciddî bir hareketi olmamıştır. Ama siz bu konuşmayı yaptıktan sonra her şey düzelecektir. O, hatasını anlayacaktır. Daha düzgün bir platform içinde ne yapabileceğini dikkate alacaktır.
Temel hedefiniz, mutlaka etrafınıza mutluluk saçmak olmalıdır. Siz başkalarını mutlu edebilecek olan bir davranışın içine girdiğiniz zaman, bu onlara pozitif dalga boylarını ulaştırmanız demektir. Yani onları mutlu eden, onlara huzur veren, onları rahatlatan bir konuşma ve davranış biçimleri dizaynı sergilemelisiniz. Hepiniz bunu yapabilecek bir şekilde yaratıldınız.
Allah’ın insanları yaratmaktan muradı, herkesin etrafında bulunan insanlara mutluluk vermesidir. Allah’ın amacı budur. Şeytanın amacı nedir? Herkesin etrafındaki kişilere mutlaka mesele çıkarması, problemler husule getirmesi ve onları mutsuz etmesidir. Öyleyse, “Ben Allah’tan taraf mıyım? Yoksa şeytandan taraf mıyım?” diye kendinize sorun. Hepiniz Allah’tan yana olmalısınız. Hedefiniz, gayeniz başkalarını huzursuz etmek değil, başkalarını mutlu etmektir. Bunun için varsınız, bu istikamette davranışlar sergilemelisiniz.
Sizden çevrenize yansıyan her husus, onlara mutlaka huzur veren bir davranışı sergilemelidir. Etrafınızdaki hizmet veren insanlara dikkatle bakmalısınız. Onlar hangi hizmeti geliştiriyorlar? Allahû Tealâ’nın indinde hangi hizmet,onlara ne sağlıyor? Bütün güzelliklerin sizin için olduğunu anlıyorsunuz, değil mi? Allahû Tealâ kâinatta ne yaratmışsa, hepsini sizin mutluluğunuz ve huzurunuz için yaratmıştır. Herşey; uçan kuşlar, denizlerde yüzen balıklar, bütün hayvanlar, bitkiler herşey insanlar için yaratılmıştır. Her birinin bilmediğiniz bir faydası mutlaka vardır.
Allah’ın ne kadar sevgili bir mahlûku olduğunuzu düşünün. Eğer bir çalışma alanının içindeyseniz; etrafınızda çok ve az çalışan insanlar göreceksiniz. Gözlerinizi çok çalışanlara adapte etmelisiniz. Onlara imrenmelisiniz. Onları kendinize örnek edinmelisiniz. Onlar gibi olmaya çalışmalısınız. En tembelden en çalışkanına doğru bir sıralama yapmanız gerekmiyor. Siz sadece en çalışkanı, en güzel çalışan, hizmet veren kardeşimizi kendinize kılavuz edinin. Onun gibi yapmaya çalışın. Bir gün gelir, belki de siz onu geçersiniz. Onun gibi yapma konusunda bir yarışa girdiğiniz zaman kim olursunuz? Hayırlarda yarışanlar olursunuz.
Bundan 14 asır evvel Allahû Tealâ bütün sahâbeye: “Hayırlarda yarışanlar, sabikûn.” diyordu. Sabikûn; hayırlarda yapılan müsabakalarda en üst noktada olanlardır. Üç makamı oluşturanlar; ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamında olanlar, hayırlarda yarışanlardır.
Öyleyse kendinize örnek aldığınız kişiye dikkatle bakın. Her zaman şunu düşünmelisiniz. “Acaba ben Allah yolunda bu hizmeti yaparken, Allah’ın bana verdiği herşeyi bu hizmet için kullandım mı? Zamanımı, enerjimi, her şeyimi Allah yolunda biraraya getirip, Allah yolunda en güzeli vermeye çalıştım mı? Elimden gelen her şeyi yaptım mı?” Çoğunuzun bu suale vereceği cevap negatiftir. Farkındasınız ki; yapmadınız. Allah’ın yolunda emek vermeyi değerli bulmadınız. Allah’ın yolundaki hizmet, size angarya gibi geldi. İşte bu, daha yolun başında olduğunuzu gösterir. Ama etrafınıza dikkatle baktığınız zaman, orada hayırlarda yarış edenleri göreceksiniz. Hiç kimseye sormak gereğini duymadan işe koşanları göreceksiniz. Bulundukları yeri hiç kimseden emir almadan temizleyenleri göreceksiniz. Bütün tabakları, çatalları elden geçirdiklerini, herşeyin en güzel standartlarda yerli yerinde olmasına dikkat ettiklerini, köşe bucak, en küçük parçacıkları bile temizlediklerini göreceksiniz. Allah’ın yolunda hizmet verirken, yılmadan, usanmadan üretim yapanları göreceksiniz. Bunlar size ölçü olmalı, örnek olmalı, en güzele nasıl ulaşabileceğinizin ölçüsü olmalıdır. Onlar güzele ulaşmışlardır. Sizden farklı bir tarafları yok. Onlar da sizin yapınızda insanlar. Siz ulaşamamış olabilirsiniz .Onları sizden farklı kılan şey Allah’ın onlara verdiği imkân değil, onların bu imkânları sizden daha iyi kullanabilmeleridir. Eşit şartlarla kulvara girdiniz. Ama kim Allah yolunda hizmet etmek istiyorsa, o başka insanların kendini dürtüklemesine müsaade etmez. “Hadi kalk da biraz çalış evlâdım.” demelerini beklemez. Bu hizmet duygusu, onun içinde vardır. Hizmet duygusu onu götürür. Sizden farklı bir yapıya sahip olmadığı halde onu usûl edinmesi, Allah’ın hizmetini kendisine şiar edinmesi, hedef edinmesi, hizmetsiz yaşayamaması, onu en güzele itecektir. Dikkat edin ki; bu hizmeti karşılıksız yapar.
Evvelâ yaptığınız hizmeti ölçün, kendiniz tatmin olun. Size verilen bütün imkânları kullanarak en iyisini yaptınız mı? Böyle yapmıyorsunuz, her yaptığınız eksik kalıyor. Hizmetinizi gerçekleştirirken yapmanız lâzım gelen şey, sağlamadır. Matematikte sağlama vardır; rakamları çarpar veya toplarsınız. Sonra da, “Doğru mu yaptım? Yanlış mı yaptım?” diye sağlamasını yaparsınız. Size bir emir verilmiştir. Bir o emri yerine getirmek bir de emrin ruhunu hiç anlamadan vücuda getirmek vardır. Onun neticesini aldıktan sonra kendinize sormalısınız. Bu emir bana niçin verildi?
O zaman sizin belki de unuttuğunuz, dikkat bile etmediğiniz bir hedef göreceksiniz. Eğer yaptığınız hizmet o hedefe ulaşmışsa, bunu tespit etmek sizin aslî bir vazifeniz olmalıdır. Bu tespiti yapmadığınız sürece, hep hedeflerden uzaklarda kalırsınız. Hizmeti yaparsınız; ama hizmet yapılmamış hükmündedir. Herhangi konuda bir fayda sağlanacaktır. Bu faydanın sağlanması için size bir emir verilmiştir. Mesela; bir alanın soğutulması için bir soğutucu alıp yerine monte etmeli ve o salonu soğutmalısınız. Soğutucuyu aldınız, yerine taktınız. Göreviniz bitti. Gerçekten göreviniz bitti mi ? Eğer aldığınız soğutucu o salonu soğutmuyorsa, siz nasıl bir vazife anlayışıyla vazife yapmış oluyorsunuz? Hiç düşündünüz mü? Hedeften ne kadar uzak kaldığınızın farkında mısınız? Emir daima bir hedefe yöneliktir. Oradaki hedefi unutmayacaksınız. Ayrıca sağlam yapmak mecburiyetindesiniz. Yani, “Doğru yaptım mı?” diye kontrol etmek durumundasınız. Açtınız. Sistem çalışıyor; ama soğutmuyor. Görevinizi yapmış olur musunuz?
Emrin neyi ihtiva ettiği; yani muhtevasına neleri aldığını ve emri size verenin hedefinin ne olduğunu, Allah’ın emrinin ne olduğunu dikkatle düşünmelisiniz. Fizik standartlarda bir aletin alınıp yerine takılması söz konusudur. Bir hedef var. Hedef, oranın soğutulmasıdır. Vasıtayı hedef zannetmeyin. O aletin oraya takılması vasıtadır. Hedef, o salonun soğutulmasıdır. Eğer soğutmuyorsa, o zaman vazifenizi yapamadınız demektir. Bu görevin yapılmamasına rağmen, bu sizin üzerinizde hiçbir tesir bırakmıyorsa: “Bana verilen emir bunu alıp takmaktı. Aldım ve taktım.” deyip kenara çekilebiliyorsanız, bu sorumsuzluğunuzun kesin işaretini taşır. Hani verdiğimiz işaret neydi? Sorumluluk işareti; hiç kimseye hiçbir zaman sormadan bütün işleri tek başına da olsa sonuna kadar yürütmektir. Elbette yapılacak olan çok iş vardır. Onun soğutup soğutmadığını emri verenden evvel siz kontrol etmek mecburiyetindesiniz. O zaman Allah’ın emrinin yerine getirilip getirilmediğinin sonucuna varacaksınız. Acaba bunun hedefi neydi? Bana verilen bu emrin bir hedefi olması lâzım? Benim o soğutucuyu oraya takmam, bu noktadan itibaren neyi ifade edecektir? İşte konunun burası önemlidir. “Acaba ben hizmeti yaptım, hizmet hedefine ulaştı mı?” diye kontrol etmek mecburiyetindesiniz. O alet salonu soğutmuyorsa, o zaman görevinizi yapamadınız. Ne yapılması lâzım? Sağlama müessesesini mutlaka korumalısınız.
Her yaptığınız işi teslim etmeden evvel, hedefine ulaştığından siz emin olmalısınız. Örneğin, sizlerden yüzlerce e-mail almaktayız. Ama şunu görüyoruz ki; sağlama müessesini çok büyük bir kısmınız dikkate almamaktadır. Yüz tane e-mail’den doksandan fazlası birçok hatalarla bize ulaşmaktadır. Bize e-mail gönderen sadece aklından geçenleri oraya yazıyor ve hemen düğmeye basıp gönderiyor. Peki niçin kontrol etmiyorsunuz? Bu aynı zamanda bir saygısızlık değil midir? “Ben her türlü yanlışlığı yaparım ve yazıyı gönderirim. Sen okumak mecburiyetindesin.” demek, sizin hakkınızda yanlış kanaatlerin oluşmasına sebebiyet vermez mi?
Yüz tanede birkaç tane gerçekten dikkatle yazılmış e-mail gördüğümüz zaman gözlerimiz parlıyor. Hamdolsun ki; böyle öğrencilerimiz de varmış diyoruz. Ve bundan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Ama çok büyük bir kısmınız yazdıklarınıza hiç dikkat etmiyorsunuz. Bu bir sorumsuzluk örneğidir. Allahû Tealâ ise hepinizin sorumluluklarınızı müdrik olmanızı ister.
Hangi görevi yaparsanız yapın, dikkat etmek mecburiyetindesiniz. Ve yazdığınız e-mail, hedefe ulaşmanızda en güzelini sunma gayretiniz olmalı diye düşünüyoruz.
Yazdığınız e-maili gönderme düğmesine basmadan evvel bir defacık okusanız ve hatalarınızı düzelttikten sonra bize gönderseniz olmaz mı? İmlâlarınızı, yanlışlıklarınızı düzelttikten sonra, ne kadar çok hata yaptığınızı görmeniz için size tekrar postalarsak o zaman bundan utanç duyarsınız.  Sakın: “Ben onları kontrol etmiştim; ama hataları görmemiştim.” demeyin. O zaman daha da küçülürsünüz ve hata yapmış olursunuz.
Bize ya da başka birine başka bir çalışma için gönderdiğiniz bir e-maili yazmanızın bir amacı vardır; bu nedenle yazdıktan sonra bir kez baştan itibaren okumak; anlatmak istediklerinizi en güzel şekilde sunmak, bu konu açısından sağlama yapmaktır. 
Niçin buradayız? Allah yolunda sizin daha güzele yaklaşmanız için, Allah’ın sevdiklerinin arasına katılmanız için, Allah’ın sizi dostları arasına kabul etmesi için buradayız. O zaman hepinizden beklediğimiz bir şey var. Gönderdiğiniz yazıları gönderme tuşuna basmadan önce dikkatle okuyun. Hatalarınızı düzeltin. Baştan alın, hatalarınızı düzelterek aşağı kadar inin. Ondan sonra bir defa daha okuyun. Eğer yazınız özel değilse, sizinle beraber olan birisine daha gösterin. Olur ki; sizin gözünüzden kaçmıştır. Ama sizin gözünden kaçmaz diye düşünüyoruz. Eğer resmî makamlara yazdığınız mektupları da hatalarla dolu yazıyorsanız, onların hakkınızdaki düşünceleri pozitiften negatife çevrilebilir. Her şeyin daha güzeli mümkünken, neden en kötüsünü yapalım?
Davranış biçimlerinizde hedefiniz, hep daha güzele doğru yaklaşmak olmalıdır. Hiç kimseyi incitmeyen bir davranış biçimi dizisinin sahibi olmalısınız. Başkalarının size karşı yaptığı hataları görmezlikten gelmelisiniz. Ama tekrar tekrar aynı hatalar gündeme geliyorsa, o zaman o kardeşinizle onu kırmadan bir konuşma kapısı açmalısınız. Ve onu incitmeden ondan tarafa olduğunuzu belirterek onunla konuşmalısınız. Çünkü yanlışının düzelmesi, Allah katında onu yüceltecektir, yükseltecektir. Sizin hedefinizde her zaman bu olmalıdır. Kardeşlerinizi teşvik etmelisiniz, daha güzele yöneltmelisiniz. İsterseniz, her şeyin en güzelini yapabilirsiniz.
Öyle insanlar olun ki; hizmetler size dayanamasın. Hepsinin üzerinde bir galibiyetiniz olmalı. Bir hizmeti yaparken, yarım bırakıp gitmeyin. Hizmetin hedefine ulaşmasını mutlaka sağlamaya çalışın. Diyelim ki; verilen emir birtakım hataların ortadan kaldırılması, yıkık dökük şeylerin kontrol altına alınıp bir yerde nizamlı bir şekilde yerleştirilmesi ve o yıkık dökük olan şeylerin karmaşık görünümünün görünmemesidir. Ve siz bunun için bir şeyler yaptınız, üstelik de çok ağır ve ciddî bir hizmeti başardınız. Ama oraya ilk gelenin gördüğü şey gene her şeyin ortada olmasıysa, çektiğiniz duvarlar orasını açık bırakmanız sebebi ile hiçbir şey ifade etmiyorsa, gene hedeften ayrılmış değil misiniz? O hizmeti niçin yaptığınızı ne çabuk unutuyorsunuz. Hedefe ulaşmadan bırakıp gitmek, sizler için usûl haline geliyor. Ya da arkadan bir umursamazlık, vurdumduymazlık içinde oluyorsunuz. “Burası açık kalsa ne olur? İnsanlar bizim bu darmadağınık halimizi görseler ne olur, ne çıkar.” mı diyorsunuz? O zaman sizin düşüncenizle Allah’ın düşüncesi aynı standartlarda değil.
Unutmayın! Allah’a hizmet için geldiniz. Almak için değil, vermek için geldiniz. Hizmet vermek için geldiniz. Güzellik dağıtmak için geldiniz. İnsanların gönlünü almak için, etrafınızdakileri mutlu etmek için geldiniz. Bu yol şeytanın yolu değil, bu Allah’ın yoludur. Şeytanın yolunda olanlar, birbirlerini kırarlar; birbirlerini aldatırlar; birbirlerine her çeşit kötülüğü yaparlar. Onlar şeytanla işbirliği edenlerdir. Ama siz Allah ile işbirliği etmek üzere buradasınız. Öyleyse bunun bilincinde olmalısınız. Her şeyin en güzel standartlarda olduğu bir dünya hayatı yaşamalısınız. Sizden çevrenize güzellikler akmalı sadece onları mutlu kılacak davranış biçimleri ve sonuçları ulaşmalıdır.
Hizmetinizi yaparken temel hedefiniz, başkalarına iyiyi, doğruyu ve güzeli ulaştırmaktır. Başkalarından size ulaşan iyi, doğru ve güzel değilse buna tahammül göstermeyi öğrenmelisiniz. Herkes her an hata yapabilir. Siz hata yapmamak için en büyük gayretin sahibi olmalısınız. “Madem ki herkes hata yaparmış, o zaman ben de yaparım.” diye düşünürseniz, o zaman Allah’ın sizi ulaştırmak istediği o Sıratı Mustakîm üzerinde sağlam adımlarla yürüyemezsiniz. Allah sizin herkesle irtibat içinde olmanızı, beraberlik içinde olmanızı ve herkes için bir dost, bir yardımcı, bir imdada gelici olmanızı ister. Kimin hangi konuda yardıma ihtiyacı varsa, siz onun yanında bitivermelisiniz. Onunla omuz omuza bir şeyi sırtlanmak, götürmek ve teslim etmek üzere yola çıkmalısınız. Her yolculuğunuz sadece hizmeti içermelidir.
Siz yoksunuz, hizmetiniz var. Siz yoksunuz, başkaları var. Siz başkaları için yaşayan biri olmalısınız. Bu hedefi realize edebildiğiniz, gerçekleştirebildiğiniz gün, Allah’ın istediği bir insan olacaksınız. O zaman mutlu olmanın ne olduğunu yaşayacaksınız. Hâlâ aklınızda hesaplar varsa, alınamamış intikamlar varsa, başka insanların sizi aldattığını, size hile yaptığını zannediyorsanız, kısaca üzüntüleriniz başkalarının davranışlarına dayalıysa, yanlışsınız. O standartlar içerisinde mutlu olamazsınız. Başkaları size istediklerinizi vermeyebilirler. Ama siz onlar vermeden de mutlu olmanın anahtarına sahip olmak mecburiyetinde olanlarsınız.
Öyleyse mutsuzluğunuzu neden başkalarının davranışlarında arıyorsunuz da, onun gerçek membaı olan kendi davranışlarınızda aramıyorsunuz? O başkalarının kendi iradeleri var. Onlar kendi iradeleri ile yola çıkıyorlar. Her yaptıkları şeyin hesabını, onlar Allah’a verecekler. Davranış biçimleri içinde size karşı yapılmış kötü davranışlar olabilir. Ama bu, Allah yolunda olan birisini mutsuzluk mağarasına hapsedebilir mi? Hapsetmesi gerekir mi? Bunun mücâdelesini vermeyecek misiniz? Başkalarından size dönen her şeyin, aslında sizin davranışlarının bir karşılığı olduğunu anlamayacak mısınız?
Ne zaman Allah’ın hakikatlerini gerçek olarak düşüneceksiniz? Yoksa siz çok akıllısı
nız da herkes akılsız mı? Böyle mi düşünüyorsunuz? O doğruları yapanlar, güzelleri yapanlar, Allah’ın yolunda bütün gayreti ile çalışanlar akılsız da siz mi akıllısınız? Öyleyse sorabilir miyim? O büyük aklınızla neden mutsuzsunuz? Aklın mutluluk için bir anahtar olduğunu zannediyorsanız; zekiyseniz, akıllıysanız, kafanız o kadar çok çalışıyorsa; neden mutsuzsunuz?
Ya Allah yolunda Allah için olun, ya da Allah’ın yolundan çekilin! Bizim davetimiz, daveti kabul edecek olanlaradır. Davet, başkalarına yardımdan geçer. Davet, Allah’a hizmetten geçer. Davet, hoşgörüden geçer. Davet, daha güzele dönük olmaktan geçer.
İnsanları suçlamak, insanları hatalı görmek çok kolay bir şeydir. Herkesi suçlayabilirsiniz. Herkesi hataların içinde görebilirsiniz, gösterebilirsiniz de. Ama bu sizi değiştiremez. Bu size bir fayda sağlayamaz. Ne zaman ki; karşınızdaki bütün insanları, Allah’ın sizin için etrafınızda oluşturduğunu kafanıza yerleştirebilirseniz, o zaman akıl edeceksiniz. Siz o insanlara ne verirseniz, onlardan onu geri alabilirsiniz. Herbiri sizin aynanızdır. O zaman en çok mutluluğu ne zaman yaşarsınız biliyor musunuz? Kendinizi o başka insanlara adamayı başarabildiğiniz gün. Evet! Onlar için yaşayacaksınız. Allahû Tealâ’nın dediği o kişilerle yaşayacaksınız. Sizinle birlikte yaşamak üzere onlar verilmiş. Hayatınızı onlara vakfedeceksiniz. Ölene kadar geçen zaman parçasında, sadece etrafınızdaki insanlara Allah için hizmet etmek şiarınız olacak. Herkes etrafındaki insanlara hizmeti esas alırsa, herkes birbirine en büyük yardımcı olur.
Ne demek istediğimi bir düşünün! Bir toplum ele alalım, 20 kişiden oluşsun. 20 kişinin her biri başkaları için yaşıyor. Ve her biri için geri kalan 19 kişi de onun için yaşıyor. 18 numaralı kişinin 1’den 17’ye kadar olanlarıyla, 19 ve 20 numaralı olan arkadaşları 18 numara için yaşıyor. 18 numara da 1’den 20’ye kadar kendinin dışındaki bütün numara sahipleri için yaşıyor. Ne demek istediğimi anlayabildiniz mi? Siz herkes için yaşamaya başlarsanız, herkes de sizin için yaşamaya başlar.
Başlangıçta onlar ne yaptıklarını bilmeyeceklerdir. Yanlışlar yapacaklardır. Hatalarının farkına varmayacaklardır. Sağlamayı akıl edemeyeceklerdir. Yaptıkları nesnenin kontrol edilmesini, hedefine varıp varmadığını kontrol edemeyeceklerdir. Akıl edemeyeceklerdir. Böyle bir şey yapmaları lâzım geldiğini bilemeyeceklerdir. Ama onlara adım adım daha güzele ulaşmayı öğreteceksiniz.
Bir gün gelir ki; sanki size bütün emekleriniz boşa gitmiş gibi görünür. Birdenbire kendinizi kalabalığın içinde yalnız hissedersiniz. Sanki etrafınızda Allah için yardım edecek hiç kimse kalmamış gibidir. O zaman yalnız kalmak ihtiyacı duyarsınız. Allah ile beraber olmak istersiniz. Kısa bir süre de olsa her şeyden, bütün dünyadan elinizi eteğinizi çekmek istersiniz. Ve Rabbinizle beraber, gelecek için bir şeyler yapmak istikametinde bir olmak istersiniz. Sonuç her zaman Allah’ın akülerinizi doldurmasıyla noktalanır. O, size hiçbir şeyden yılmamanızı öğretir. Ve öğretmekle kalmaz, yaşatır. Her şeyin en güzelini Allah’tan alarak, yeniden hayata dönersiniz.
Başkaları için yaşamaya teşne olarak (çok isteyerek), daha güzele doğru bütün kapılarınızı açmış olarak, Allah’ın yollarını öğretme seviyesinde bir ilerlemenin sahibi olarak hayata dönersiniz. Yılmak yok, geri dönmek yok. Allah yolunda hizmet, bir sonsuzluktur. Bu sonsuzluğun bitmeyen merdivenlerini adım adım çıkacaksınız. Ne mutlu o kardeşlerimize ki; merdivenin her basamağında o mutluluğu yaşarlar.
Onlar, Allah için kendilerini tüketmenin mutluluğunu yaşarlar. “Ben bugün Allah için ne yaptım?” diye kendilerine sordukları zaman, verecekleri çok cevaplar vardır. Sabahtan akşama kadar geçen zaman devresinde, akşamdan sabaha kadar geçen zaman devresinde, hep Allah için olmuşlardır. Hep başkalarının dertlerine derman olmak için, onlara yardım edebilmek için yaşamışlardır, çırpınmışlardır. İşte onlar Allah’ın yolcularıdır.
Bir görev aldığınız zaman, o görevin her şeyden evvel size niçin verildiğini, hangi hedefe varmanız için verildiğini hiç aklınızdan çıkarmayın. Bunu devre dışı bırakarak bir hizmet verdiğinizde, hizmetin oluşmadığını görürsünüz. Bir temizlik görevi yapıyorsunuz. Ve “Her şey bitti mi?” diye sorulduğunda: “Bitti.” diyorsunuz. Sonra bunu soran kişi odaya giriyor. Oda kirli. Eğer bunun cevabı: “Orasını unutmuşum.” ise, işte burada üzerinize düşeni yapmadınız demektir.
Allahû Tealâ’nın yolunda sorumsuzluk müessesesi yoktur. Sorumluluk vardır. Bütün boyutlarıyla sorumlu olmak! Sorumluluğunuz  kendi vicdanınız da arttıkça daha mükemmel bir insan olursunuz. Daha güzele yönelen bir insan olursunuz. Her şey buna bağlıdır. İç dünyanızdaki temayüle (meyile) bağlıdır. Neye yöneleceksiniz? Daha güzel bir hizmete mi angaje oldunuz? Yoksa hizmet sizi sıktı da hizmet dışı mı kalmak istiyorsunuz? Mümkün! Ne zaman dilerseniz ayrılabilirsiniz. Allah’ın sadece Allah’ın dostlarına ihtiyacı vardır. Bu kendilerini Allah’ın yoluna adayanların hayatıdır. Öyle olmak da sizin için geçerli olabilir, olmamak da. Hayatınızın sorumlusu sadece sizsiniz.
Karşınızdaki en büyük engel, şeytanla iş birliği yapanlardır; satanistlerdir. Ve şeytana tapmanın dışında ona yardımcı olan, ona destek verenlerdir. Artık bunlar dünya hakimiyeti konusunda harekete geçmiş durumdadırlar. Dikkatle bakmalısınız. Eğer tekliyorsanız, hedef tayini yapamıyorsanız, size verilen görevleri gerçekleştiremiyorsanız, o zaman kendinize tarafsız bir hakim olarak dikkatle dışarıdan bakın. Ve karar verin. Allah’ın yolunda devem etmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Eğer istemiyorsanız, Allah’ın size ihtiyacı yoktur.
Allah’ın hizmetine teşne olanlar, aşık olanlar, hizmeti kendisine zevk edinenler koşarlar. Böyle olanlar, Allah’a yakın olanlardır. Onlar, Allah’ın gösterdiği hedefe ulaşacak olanlardır.
 Osmanlı’yı hatırlayın! Onlar, bu hedeflerin hepsine canı gönülden sarılanlardı. Onlar, orta çağdan bu çağlara kadar bütün dünyaya Allah’ı tanıttılar. Allah’ın adaletini temsil ettiler. Allah yolunda fedakârlığı öğrettiler. Osmanlı fedakârlıkların üzerine bina edildi. Devlet-i Aliye, Nizam-ı Âlem bir  Devlet! İşte o Osmanlı’ydı… Hepsi Allah’a hizmet yolunda kadın olsun, erkek olsun; el ele, gönül gönüle başkalarını imrendirecek bir davranış biçimleri dizisinin sahibi oldular. Onlar Kur’ân erleriydiler. Sahâbe gibiydiler. Ve aradan geçen 600 yıllık bir imparatorluktan sonra geriye kalan devreye bakın!
Şu halimize bakın! Ahlâk yoksa, bunun asıl sebebi dînin mevcut olmamasıdır. Dîn ahlâkın temelidir. Ve dînden ayrılmayı mağrifet sayanlar, bugün yaptıkları büyük gafın pişmanlığını yaşayanlardır. Söylediğimiz her konuda Osmanlı’yı hatırlayın. Onların nasıl olup da bir cihan hakimiyeti kurduğunu düşünün. Zamanımızdaki gibi bir toplumun, kokuşmuş bir zihniyetin sahibi olsalardı bunu başarabilirler miydi zannediyorsunuz.
Kendinize tarafsız bir hakim sıfatıyla bakın. Kendinizi ölçün. Neredesiniz? Allah’ın yolunda mısınız? Ona hizmet mi vermek istiyorsunuz? Yoksa Allah’ın yolu size zor mu geliyor? Tekrar ediyoruz; bu Bizim savaşımız! Allah’ın Bize verdiği bir emri yerine getirmekteyiz.
Savaş dediğimiz şey, insanları Allah’ın yolunda teçhiz etme savaşıdır, öldürme savaşı değildir. Güzelliğe sevk etme savaşı, onlara hidayeti öğretme ve hidayet üzere yaşatma savaşıdır. Çağımızın hidayet öğretisi, hidayet savaşıdır. Bir tarafta Allah’ın bütün güzellikleri duruyor. Ve insanların çok çok büyük bir kısmı o güzelliklerin farkında bile değil. Onlar herkese düşman. Herkesi de kendilerine düşman zannediyorlar. İşte bu şartlar içerisinde de vazifeniz, Allah’a lâyık olmaktır.