Bugünkü İslam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bugünkü İslam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2015 Çarşamba

KUR’AN’DAKİ İSLÂM, BUGÜNKÜ İSLÂM

                           KUR’AN’DAKİ İSLÂM, BUGÜNKÜ İSLÂM

     Öncelikle şu sorular üzerinde duralım: Kur’an ile Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve sahabe Asr-ı Saadet’i yaşadılar da biz neden yaşayamıyoruz? Neden, Onlar gibi mutlu olamıyoruz? İbadet ettiğimiz halde, ahlakımız güzelleşmiyor?
     Bu sorulara yoğunlaştığınız zaman, bir eksikliğin olduğunu fark edeceksiniz.
     Kur’an'daki islâma baktığımızda islâmın 7 SAFHA 4 TESLİM olduğunu görüyoruz. Bunu sahabe de yaşamış ve mutlu olmuşlar.
     Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'den 150- 200 yıl sonra islâm âlimleri 3 ana gruba ayrılmışlar: 1-Selefiye, 2-Eşarî, 3-Maturidî.
     Bu 3 grup islâm akaidi konusunda çalışma yapmaya başlamışlar ve kendi düşüncelerine göre kitaplar yazmışlardır. Bunların içinden Selefiye tebe-i tabiîne tâbî olup, islâmı yaşayanlardı. Diğer ikisi ise; biri Allah’ın görülemeyeceğini, diğeri ise cennete girenlerin görebileceğini savunuyorlar. İkisi de Allah’ın dünyada görülemeyeceğinde ittifak ediyorlar. İmânın ve İslâmın şartlarını Kur’ân’ın lügat manasından anladıkları şekilde kendilerine göre belirlemişler. Böylece İslâma çeşitli şekilde inanan gruplar oluşmuş. Bu gruplar arasında imânın esasları konusunda yüzyıllardır süren bir tartışma açmışlardır.
     İslâmı sahabe ve tabiîn dışında, kendi anlayışlarına göre izaha çalışmışlardır. Böylece birçok mezhepler oluşmuş ve bugüne gelinmiştir. İslâmı yaşamak için kimseye ihtiyaç yok düşüncesi ile Kur’ânı insanlara anlatacak mürşitleri devreden çıkarmışlar. Böyle olunca karşı gruplar, İslamın temel kavramlarını tartışmaya başladılar. Kur’ânı Kerim’in lâfzî manasına bakarak kendi düşüncelerini destekleyen kalıplar aradılar. Böylece temel kavramlarda, mesela “Allah dilediğini hidayete ulaştırır.” ayetine göre Allah dilediğini ulaştırıyor gibi hatalara düşmüşler.
     Böyle gruplar oluşunca, Hz. Peygamber dönemindeki tevhit ortadan kalkmış, yeni mezhepler gruplar oluşmuş. Hanif dînin üç temel esası olan tek Allah’a inanmak haricinde tevhid ve teslimler konusunda fırkalara ayrılmışlar. Bu gruplara ayrılma konusunda şeytan etkili oldu. 
    Sonuçta bu 3 gruba da Ehl-i sünnet vel cemaat âlimleri denildi. Onların sözüne itibar edildi. Yazdıkları kitaplar da Kur’an’ın önüne geçirildi.
    Bu gün piyasada 42 Kur’ân meali var. Hepsinin de farklı yorumları var. Buradan kendi kanaatlerine göre yorumladıkları anlaşılıyor. Rad-Suresi 21. âyette: “Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi” ifadesini “Akrabalık bağlarını kuvvetlendirmek” şeklinde açıklayan mealler ile dîni insanlara açıklamak şöyle dursun onları hedeften uzaklaştırıyorlar.
    Bu Kur’ân-ı Kerîm meallerine bakarak hiç bir kavram doğru olarak öğrenilemez. Bu gün mealleri yazanlar da eski kaynaklara bakarak yazıyorlar. Eski kaynakların da gerçekleri yazmadıklarından dolayı doğruyu yazamıyorlar.
    Okullarda okunan ders kitaplarının hemen hepsi Türkçe olmasına rağmen, o dersin öğrenilmesi için bir öğretmene ihtiyaç varsa, Neden Kur’ânı öğrenmek için bir öğretmene ihtiyaç duyulmuyor. Özellikle müteşabih âyetleri açıklamak için parantez içinde kendi fikirlerini yazarak saptırıyorlar. Kur’ân-ı Kerim ve diğer bütün semavî kitaplar duyu organlarında engelleri olmayan kişiler içindir. Hâlbuki bu gün Kur’ân meali yazanlar organlarında engelleri olan kişiler. Böyle olmasaydı Allah’a ulaşmayı dileyerek engellerden kurtulurlardı.
    Şeytan işini eskiden beri çok iyi yapmış durumda. Bugün bütün dünyada yaygın bir dizayn içerisinde İslâm denilince akla İslâm’ın sadece 5 şartının geldiğini görüyoruz. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmek. Dîn âlimleri derler ki: “İşte bu 5 şart İslâm’ın 5 tane şartıdır ve bu orta yoldur. Eğer İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirmezseniz orta yolun dışındasınız, altındasınız demektir. Gideceğiniz yer cehennemdir ve bu tefrittir; yapılması lâzım gelenlerin eksik yapılmasıdır. Eğer İslâm’ın 5 şartının ötesinde birtakım yeni şartlar getiriyorsanız, daha bunun ötesinde başka bir şeylerle de uğraşıyorsanız o zaman da ifrattasınız. O da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahabenin yaşadığının ötesinde bir olaydır, olmaz. Gerek yok. İslâm’ın 5 şartı orta yoldur. Kim onun ötesinde bir şeyler daha yapmaya kalkarsa o, dîne kendiliğinden bir şeyler katıyor demektir. Bu ifrattır. Orta yol ise İslâm’ın 5 şartıdır. Arkadaş, namaz kılacaksın, günde 5 vakit namaz!” diyorlar.
    Evvelâ; günde 5 vakit değil, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahabe 7 vakit namaz kılıyorlardı. Mutlaka her gece teheccüd namazına kalkıyorlardı; teheccüd sünneti kılıyorlardı. Mutlaka kuşluk sünneti de kılıyorlardı. Sabah namazıyla öğle namazı arasında kuşluk sünneti de kılıyorlardı.
    Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm için diyor ki:

6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).

     “Biz bu Kur’ân’a herşeyi yerleştirdik, hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” diyor. Birçok kişi de diyor ki: “Kur’ân’da her şey yok.” Bize hiç öyle gelmiyor. Kur’ân’da her şey var. Allahû Tealâ anlatılması lâzım gelenlerin hepsini simgelerle mutlak olarak Kur’ân-ı Kerim’de ifade buyurmuş. Yaratılıştan kıyâmete kadar geçecek zaman devresinde neler olacağını, kıyâmetten sonra neler olacağını, sonsuza kadar nasıl bir cennet ve cehennem hayatının devam edeceğini Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de açıklamış. Öyleyse sahabe zamanındaki İslâm’a baktığımız zaman açık ve kesin olarak İslâm’ın 7 safhasının da sahabe tarafından, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte yaşandığını görüyoruz. Bugün o yaşantıdan eser kalmamış. Geriye kala kala konunun iskeleti kalmış: İslâm’ın 5 tane şartı.
     İslâm’ın 6. şartı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Üstelik bu şart, İslâm’ın olmazsa olmaz şartıdır, İslâm’ın giriş kapısıdır.
     Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişi takva sahibi olamaz ve o kişi şirktedir. Rûm Suresinin 31. ve 32. âyetleri bunu söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

     “Allah’a yönel, Allah’a ruhunu hayattayken ulaştırmayı dile ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol. Ve de böylece müşriklerden olma.”

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

     “O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.” Öyleyse 2 tane alternatif var: Allah’a ulaşmayı dilemek veya dilememek. Dileyen kişi takva sahibi oluyor. Allahû Tealâ Kaf Suresi 31. Ve 32. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:

50/KAF–31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

 50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.

     “İşte bütün evvab olanlar ve hafîz olanlar için vaadedilen şey budur; cennete girmek.” Kimdir evvab olan? Meaba sığınmış olan. Ruhunu Allah’ın Zat’ına ulaştırmış, Allah’ın Zat’ında ruhu yok olmuş olan kişi meaba sığınmıştır. O kişi evvabtır. Evvab; ruhun meab olan, sığınak olan Allah’ın Zat’ına ulaşması, Allah’ın Zat’ında yok olmasıdır. Hafîz ise başının üzerine devrin imamının bir muhafız olarak gelmesi ve kişinin hıfz edilmiş, korunmuş olması, muhafaza altına alınmış olmasıdır.
     Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibidir. Aynı zamanda bu kişi mü'mindir. Allahû Tealâ Sebe Suresi 20. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

   “Şeytan insanlara olan vaadini yerine getirdi. Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.”
     İşte Rûm Suresi 31 ve 32. âyet-i kerîmeler gereğince de bir tek fırka var: Allah’a ulaşmayı dileyenler. Bir de bütün fırkalar var: Şirkte olanlar.                 
    Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar; yani bütün fırkalar, şirkte olanlar.
    Sebe Suresi 20. âyet-i kerîmede ise gene bir tek fırka var: Mü'minler. Geri kalan bütün fırkalar, kâfirler.
     Öyleyse aynı zamanda Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi kâfir standardında olup, kâfirler arasındadır.
     Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin Allah’ın âyetlerinden gâfil olduğunu ifade ediyor ve onların hidayette olmadığını söylüyor. Ayrıca insanlardan Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hüsranda olduğunu söylüyor:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).

     7. şart ise zikirdir. Farz mı? - Elbette farz. Muzemmil Suresi 8. âyet-i kerîme Rabbimiz buyuruyor ki:

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).

Ve Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.

    Çok zikir farz mı? - Farz:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
    




Daimî zikir farz mı? - Farz:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.

     En büyük ibadet olan zikir de devreden çıkarılmış, Ankebût Suresi 45. âyet-i kerîmede Rabbimiz buyuruyor ki:

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

    Zikir olmadan, Allah’a ulaşmayı dilemeden manevî tekâmül mümkün değildir. Manevî tekamül olmadığı için günümüzde insanlar yıllarca namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor ve hayır hasenat ediyor ama bir türlü ahlakları güzelleşmiyor. Nefs teskiyesi yok olmuş, unutulmuş, bir teskiyeciyi aramak unutulmuş.
    14 asır önce var olan Allah’a ulaşmayı dilemek, yok edilmiş. Oysa Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi:
 1- Cehenneme gider.
 2- Şirktedir.
 3- Dalâlettedir.
 4- Takva sahibi değildir.
 5- Hidayette değildir.
 6- Allah’ın kulu değildir.
 7- Şeytanın kuludur.
 8- Fısktadır.
 9- Allah’ın âyetlerinden gâfildir.
10- Allah’ın dostu değildir
11- Şeytanın dostudur
12- Amelleri boşa gider, hüsrandadır.
     Allah katında islâmdan başka bir dîn olmamış. İslâm Kur’an’da belirtildiği gibi 7 safha 4 teslimdir. Bu 7 safha 4 teslimi Kur’an’dan önce indirilen kitaplarda da görebilirsiniz. O kitapları şeytan bozmasına rağmen teslimlerle ilgili konuların değişmesine Allahû Tealâ müsaade etmemiştir.
            7 safha
1-     Allah’a ulaşmayı dilemek
2-     Mürşide ulaşmak
3-     Ruhu Allah’a teslim etmek
      4-  Fizik Vücudu Allah’a teslim etmek
      5-  Nefsi Allah’a teslim etmek
      6-  İrşada ulaşmak
      7-  İradenin de Allah’a teslim etmektir.
         

              4 teslim:
1-     Ruhun teslimi
2-     Fizik vücudun teslimi
3-     Nefsin teslimi
      4-   İradenin teslimi.

      Sahabe, Allah’a ulaşmayı diledi mi? Evet, onlar Allah’a ulaşmayı dilediler. Zumer suresi 17. âyette Rabbimiz buyuruyor ki:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele

     Onlar Allah’a ulaşmayı dilediler, şeytana kul olmaktan kurtuldular, Allah’a kul oldular, o kullarıma müjdeler vardır, diyor, Allahû Tealâ. Nedir o müjdeler, 1- Dünya saadeti 2- Ahiret saadeti. Allahû Tealâ bu duruma, Zülcenahy olmak diyor. Yani iki kanatlı olmak, hem dünya hem de ahiret saadetinin sahibi olmak. Bir dilekle bunu Allah gerçekleştiriyor.
     Bugünkü islâmda sadece islâmın 5 şartı kalmış. Farz mı? Hepsi farz. Ama insanın kurtuluşuna yetmiyor:

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
   
    Bu âyetlerde de görülüyor ki Allah’a ulaşmayı dilemeyenler Allah’ın âyetlerinden gâfildir; gidecekleri yer de ateştir. Dileyenlerin ise mutlaka kurtulacağını ve Allah onlarda bulunan ruhu mutlaka kendisine ulaştıracaktır. 3. basamakta Allah’a ulaşmayı dileyecekler, Allah onlarda birçok değişikliği gerçekleştirecektir. 14. basamakta onları mürşidine ulaştıracaktır. Mürşide tâbî olacaklardır.

     Sahabe Peygamber Efendimiz(S.A.V.)’e tâbî olmuşlar. Rabbimiz Fetih Suresi 10. âyet-i kerîmede buyuruyor ki: 

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

 
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (tâbiiyetini) bozarsa o taktirde, sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

    Oysa bu gün Mürşide tâbiiyetin farz olduğu unutulmuş. Bu farz değil bilgisi yayılmış ve mürşide tâbî olmak dînde aşırılık olarak gösterilmiş. Bunu da Peygamber Efendimiz(S.A.V.)’in bir hadisine dayandırıyorlar: Sahabeden biri Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’e : ‘’Ya Muhammed ben cennete girmek için ne yapmalıyım ?’’diye sormuş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’’ Namaz kıl, oruç tut, zekât ver ‘’ demiş. Böyle bir hadis doğru değil. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in hadisleri Kur’an’a ters düşmez.  Peygamber Efendimiz(s.a.v.) :
‘’ Gün gelecek benim hadislerim tartışılacak, o zaman Kur’an’a bakın” demektedir.
     
   Mürşide tabi olan kişiye Allah 7 tane nimet verir:

  • 1.Nimet; Devrin imamının ruhu başımızın üzerine geliyor.(Mümin15)
            Bu ruh insanın başı üzerine gelirse ne oluyor? O kişiyi Allah bir zırhla koruma altına alıyor, günümüzde alabildiğine yaygınlaşan Büyü, sihir, muska vs. hiçbir şey artık o kişiye tesir etmiyor. Bu korumayı, zırhı insanlar cevşenle yaptıkların zannediyorlar ama cevşen hem eksik hem de koruyamaz. Asıl zırh tâbiiyetle gelen devrin imamının ruhudur.

  • 2.Nimet; Kalbe iman yazılıyor.( Mücadele 22)
         ‘’ ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh ‘’
‘’Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ‘’


  • 3.Nimet;      Günahlar sevaba çevrilir,( Furkan 70)

25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).

     İşte, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in şefaati de burada bize ulaşıyor. Şefaatin ahirette gerçekleşmesi söz konusu değildir. Rabbimiz Kur’an’da birçok âyette:     ‘‘Hiç kimsenin kimseye fayda vermediği bir gün’’ diye bahsediyor.
     Sahihi Buharide 8.cilt 1282 numaralı hadisde Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ‘’Benim şefaatim bu dünyadadır.’’ diyor. Ahirette şefaat konusunun arkasında da yine bizim en büyük düşmanımız olan şeytan var. Şefaat bize, her dönemde Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in vekili olan devrin imamları vasıtasıyla ulaşıyor.
    Sevapların 1’e 10 dan, 1’ e 700 ‘ e çıkarılması(Bakara 261)
     Her insana Allahû Tealâ günahına karşılık 1 günah yazıyor, sevabına ise 1 ‘e 10 veriyor( En’am 160) Ama tâbiiyetle kişi 1’e 100 den 1’e 700 kadar sevap almaya başlıyor. O kişi büyük günahlardan sakınacağına göre, her günkü kazancı mutlaka pozitif dereceyle kapanıyor ve günah tartılarını geçiyor.
·        4.Nimet; Ruhun Allah’a doğru yola çıkması (Nebe 39, Müzemmil 8)
·        5.Nimet; Nefs teskiyesinin başlaması (Zumer 22,23,Nur21, Şems9)
·        6.Nimet; Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaya başlaması (Rad 36, Ankebut 56)
·        7.Nimet; İradenin güçlenmeye başlaması ( Ahzap 43, Bakara257 )
     Bu gün İrşat makamı da tâbiiyet de unutulmuş. Bu 7 nimeti aldığımız andan itibaren ruh bedenden çıkıp, Allah’a ulaşmak üzere yola çıkar. Buna paralel olarak nefis teskiyesi başlar. Zikrimiz arttıkça:
 Nefsi Emare’de % 7 Fazl birikimi Ruh 1. katta,
Nesf-i Levvame’de %  14 Fazl birikimi Ruh 2. katta,
Nefs-i Mülhime’de % 21 Fazl birikimi Ruh 3. katta,
Nefs-i Mutmaine’de % 28 Fazl birikimi Ruh 4. katta,
Nef-i Radiye’de % 35 Fazl birikimi Ruh 5. katta,
Nefs-i Mardiye’de% 42 Fazl birikimi Ruh 6. katta,
Nefs-i Teskiye’de % 49 Fazl birikimi Ruh 7. kattadır.
 
      Nefs teskiye olmuştur. Ruh ise 7 kat gök katını ve 7 âlemi geçerek Allah’a ulaşmıştır. Ruhun hidayeti gerçekleşmiştir. Hidayet nedir? Hidayet ruhun Allah’a ulaşmasıdır.
      Peki, sahabe ruhunu Allah’a teslim etmiş mi? Rabbimiz Zumer Suresi 18. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

      Bugün, ruhun Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur. Ruh insana hayat verir; ruh çıkarsa insan ölür.’’ diyorlar.  Oysa ruh sadece insana üfürülmüştür.  Hayvanlar da bitkiler de canlı ama ruhları yok. Yaratılmış mahlûklar içinde sadece ve sadece ruh insanda var. O yüzden insan en üstün mahlûk. O yüzden Allahû Tealâ insana cinlerin ve meleklerin secde etmesini emretmiş. Ne imam hatip liselerinde ne de ilahiyat fakültelerinde böyle bir öğreti ve uygulama yok.
     Sahabe, Beka, Züht ve Muhsinler makamın da Fizik Vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir. Allah’a verdikleri AHDİ yerine getirmişler. Yasin 60 ve 61. âyet-i kerimelerde Rabbimiz buyuruyor ki:

36/YASİN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YASİN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sırat-ı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.

     Bütün sahabe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi? Evet. Rabbimiz Âl-î İmrân Suresi 20. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:

3/ÂL-Î İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).

    Görüyoruz ki, 14 asır evvel, sahabe Kur’an’daki bütün farzları yerine getirmişlerdir. Bu gün böyle bir tatbikat maalesef yoktur.

    Sonra sahabe zikrini günün yarısından fazla hale getirip ULÛL’ELBAB olmuştur.  
    Ulûl’elbab Kimdir? - Âl-î İmrân Suresi 190. ve 191. âyet-i kerimelerde Rabbimiz buyuruyor ki: ‘’li ulûl elbâb(ulûl elbâbı). Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim’’ O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler.

     Rabbimiz Zumer Suresi 18. âyet-i kerîmede sahabe için işte onlar Ulûl Elbab’dır buyurmaktadır. Bütün sahabe Ulûl Elbab olmuşlar. 4 kalp şartı ve 3 vasıf şartının sahibi olmuşlar.
1-                 Daimi zikirdedirler.
2-                 Nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır.
3-                 Kalp gözü açılmıştır.
4-                 Kalp kulağı açılmıştır.        
1-     Ehl-i Tezekkür’dür.
2-     Ehl-i Hayır’dır.
3-     Ehl-i Hikmet’tir, Ehl-i Hüküm’dür.
     
    Ulûl Elbab 7 kat yerleri görür, ne zaman 1. gök katını görürse, ihlâs makamına ulaşır. 7 kat gökleri görür. Sonra Tövbe-i Nasuh’a davet edilir.
     Bütün sahabe Muhlis oldular mı? Evet. Beyyine Suresi 5. âyet-i kerîme de açıklanmış;

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.

      Bugünkü islâm da var mı? Hayır. Kalp gözü ile ilgili birçok tv programları yapılıyor ama kalp gözünün nasıl açıldığı hakkında bir bilgileri yok. ‘’ Canım onlar bizden önceki dönemler de yaşamışlar, şimdi nerde…’’derler. Bakara suresi 139. âyet-i kerimede buyuruyor ki Rabbimiz:

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
 De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (muhlis) (kul)larız.”

     Ulûl Elbab’da 7, İhlas’da 7 olmak üzere kalpleri 14 kademe müzeyyen olur. Sonra Salah makamına ulaşırlar.
    Salah’ın;  
                    1. kademesi; Günahları örtülür,
                    2. kademesi; Salah nuru verilir,
                    3. Kademesi; Günahlar sevaba çevrilir.
                    4. kademesi; İradesini de Allah’a teslim eder.
                    5. kademesi; İrşada memur ve mezun kılınırlar.
    

Bütün sahabe irşada ulaşmışlardır. İşte Tövbe Suresi 100. âyet:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

     Bütün sahabe mürşit olmuşlardır. Tevbe-100’de, Allahû Tealâ bütün sahabenin irşad makamına ulaştığını ve Adn cennetlerine gideceklerini bildiriyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)bir hadisin de: “Benim sahabem gökteki yıldızlar gibidir, kim onlardan birine tâbi olursa kurtuluşa erer.” demektedir.
     Bu gün ise, Bunlar unutulmuş, hatta sahabeden bile 10 kişi cennetle müjdelenmiştir diye bir öğreti devam ediyor. ‘‘Tasavvufu yaşamak zordur; insan kafayı yer, en iyisi orta yolu tutmaktır. Bu da doğru yoldur.’’diyorlar. ‘‘Siz en iyisi islamın 5 şartını yerine getirin, gerisine karışmayın hem biz müslümanız.1. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ahirette bize Şefaat edecek, 2. Günahımız kadar cehennemde yandıktan sonra mutlaka cennete gireceğiz.’’ diyorlar. Bu yanlış öğretilerin arkasında şeytanın tuzağı yok mu?
    Ölürken Allah keşfimizi açacak, bütün sırlar açığa çıkacak ama iş işten geçmiş olacak.
    Ne gösteriyor bu? İster ensar olsun ister muhacirîn, kendilerine tâbî olunmuş. Hepsi muhlis olmuş. Muhlis olduktan sonra salâh makamına ulaşmışlar. Allahû Tealâ onları irşada memur ve mezun kılmış ve onlar bu hedeflerin hepsine birer birer ulaşmışlar.        

    Bu gün toplumun çürümesinin en büyük sebeplerinden biri dedikodu ve gıybettir. Toplumda alabildiğine yaygın olduğu gibi bir de birçok tv kanalında magazin adı altında insanların özel hayatları en ince noktasına kadar teşhir ediliyor. Bu konu bile gerçek islâmı, Kur’an’daki islâmı yaşayamadığımızın bir göstergesidir.
    Kim size başkalarını çekiştirmek için gelirse ona karşı çıkmazsanız siz de münafık olursunuz. Çünkü sizden sonra kim bilir kaç kişiye gidip aynı zehri ona da aktaracaktır.
   Çürümek diye bir müessese var. Farkına bile varamadan çürürsünüz. Kendinizi yazık edersiniz. Öyle ise dedikodu denen müesseseden uzak durun.
   Öyle ise münafıkların yolunu kesmenin bir tane yolu vardır. Onun sözlerini söylediği anda durdurmak, Ona karşı çıkmaktır.
   Kim size, kimin aleyhinde bir şey getiriyorsa, onu o noktada durdurmak mecburiyetindesiniz. Ona hak verdiğiniz anda nifak ortaya çıkar. Onun kalbini kırmamak veya başka bir sebeple itiraz etmezseniz onunla aynı fikri paylaşır hale girerseniz, bu onun için bir cesarettir. Kapıları ona açmış oluyorsunuz. Karşı çıkamadığınızda ona iştirak etmiş durumdasınız. Öyle ise insanları başkalarının sırlarına ortak olmasını müsaade etmemek gerekir. Başkalarını karalamaya matuf davranış biçimleri nifak müessesini oluşturacağı cihetle, bunun size ulaştığı anda bıçak gibi kesilmesi gerekir. Eğer kesemiyorsanız siz de nifakın içerisindesiniz. Toplum böyle çürür.
   Bundan 14 asır evvel Hz. Peygamber ve onun sahabesi, buna asla izin vermezlerdi. Bu bir zaaf işaretidir. Evinizde de başkalarını çekiştirmeyin. Erkeklerin arasında olan olayları, hanımlar tarafından duyuluyor.  Hanımların arasındaki olayları erkekler tarafından duyuluyor.
   Sakın onlara ortak olmayın. İyi davranışlara ortak olun. Allah’ın sizden beklediği budur. Dedikoduyu yapan kişi kendisini küçültür. Hem de hakkında dedikodu yapılan kişiyi küçültür. Ona negatif bakılmasına sebebiyet verir. İki taraflı kayıp söz konusudur. Öyle ise sakın başkaları aleyhine konuşmamalıyız.
      Bu konuya dikkat etmediğimiz takdirde, insanlar arasında fitne ve fesada sebebiyet veririz. Allahû Tealâ, bu tür insanları seçmiyor. Seçmeyince de hidayet kapısı ona kapanıyor.
      Allahû Tealâ bütün sahabe için buyuruyor ki:

 10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim velâhumyahzenûn(yahzenûne).

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?

10/YÛNUS-63:Ellezîneâmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

   Bütün sahabe konunun başlangıcında âmenû olmuş ve takva sahibi olmuş.
Allahû Tealâ sahabeden bahsediyor: “Onlar Allah’ın evliyasıdır. O evliya var ya, onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenû olmuşlardır (Allah’a ulaşmayı dilemişler) ve takva sahibi olmuşlardır.” diyor.

   Öyleyse sahabenin hayatı buradan başlıyor. Hepsi taguta kul iken, olmadık yanlışlıklar yaparken, adam öldürürken, hırsızlık yaparken, eşkıyalık yaparken yani kervanları durdurup soyarken ve aralarında korkunç bir kan davası hüküm sürerken… Her kabiledeki sahabe başka kabilelerden birilerini mutlaka öldürmüşlerdi. Onlar da onlardan birilerini öldürmüştü. Aralarında bitmeyen bir kin ve nefret vardı. Onun için Allahû Tealâ buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece Allah’ın ni’meti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.

     Öncelikle bu gün islâmı yaşadığını zanneden kişilere, şunu hatırlatmamız gerekir: etrafımızda islâmı yaşayan insanlar, namaz kılıyor, oruç tutuyor islamın 5 şartını yerine getiriyor ama ahlâkı güzelleşmiyor, sizce bir eksiklik yok mu?
     Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadisinde; ‘       ‘Eğer sizin ibadetleriniz ahlakınızı güzelleştirmiyorsa, o ibadetlerin size bir faydası yoktur.’’demektedir.
     Kur’an-ı Kerim‘de de birçok âyette amelleri boşa giden insanlardan bahsedilmektedir. Bu gerçekleri söyleyerek, insanları düşünmeye ve Kur’an’a yöneltmeliyiz.
     Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, mü’minlerin yanı sıra bir de hak mü’minlerden, imânı artan mü’minlerden de bahsediyor.  Allahû Tealâ hak mü’minleri Enfal Suresi 2. 3. ve 4. âyet-i kerimelerde açıklıyor:
     
8/ENFAL-2: İnnemel mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâtuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab’lerine tevekkül ederler.

8/ENFAL-3: Ellezîne yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar namazlarını ikame ederler (kılarlar) ve rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk ederler.


8/ENFAL-4: Ulâike humul mu’minûne hakkâ(hakkan), lehum derecâtun inde rabbihim ve magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onların Rab’lerinin yanında dereceleri vardır. Ve onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık vardır.

      Hak mü’minler takva sahibi olanlardır. Takva sahiplerinin özellikleri de, Enfal Suresi 29. âyet-i kerîmede görüyoruz;

8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir

       Furkan vermesinin şartı takva sahibi olmaktır. Takva sahibi olmanın şartı da Allah’a ulaşmayı dilemektir.  Furkan alan ve kalbine imân yazılması ile imânı artan mü’min olmak ancak tâbiiyetle mümkün olur. Furkan Suresi 70. âyet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:

25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).


     Bütün bu değişikliklerden sonra, o kişi işiten, gören ve idrak eden bir durumdadır. O kişinin imânı artar ve ahlâkı güzelleşir. Mutluluğu artar. Bu artış zikriyle paraleldir. Zikir arttıkça, mutluluğu artar; ahlâkı güzelleşir.