Abd Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abd Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2015 Pazartesi

ABD OLMAK

ABD OLMAK

33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in, hiçbir erkeğin babası olmadığını, Allah’ın Resûlü olduğunu ve resûllerin değil, Nebîler’in Sonuncusu olduğunu ifade ediyor.
            Zamanımızdaki nebî ve resûl kavramları birbirine karıştırılmış durumda olduğu için âyetin önemi çok büyüktür. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra başka resûllerin geleceğini Duhan-10, 11, 12, 13, 14’te ve Furkan-27, 28, 29 ve 30’da açıklıyor. Ve bütün nebîlerden sonra resûl geleceğini Al-i İmran Suresinin 81. âyet-i kerimesinde açıklıyor.

44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü’minleriz.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler

25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.

(3/ÂLİ İMRÂN-81)

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm 
            Allahû Tealâ “Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür.” diyor. Zikrullah, yani Allah’ı zikretmek muhakkak ki en büyük ibadettir. Burada 3 tane zikir vardır:
1- Kur’ân-ı Kerim tilâveti zikirdir.
2- Namaz zikirdir.
3- Zikrullah; Allah’ın ismini Allah, Allah, Allah, Allah diye zikretmek de zikirdir.
Allahû Tealâ “Bu 3 zikirden zikrullah en büyüktür.” diyor. Kur’ân-ı Kerim namazı değil, zikri en büyük ibadet olarak görüyor. İslâm’ın 5 şartı arasında bulunmayan, Kur’ân-ı Kerim’de hem zikir, hem çok zikir, hem daimî zikir farz kılınmasına rağmen ne 32 farzın içinde ne 54 farzın içinde  zikir mevcuttur. Allahû Tealâ Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde diyor ki:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.

Demek ki zikir farzdır. Allahû Tealâ diyor ki:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.

Nisa Suresinin 103. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: (4/NİSÂ-103)
O halde daimî zikir de farzdır.

16/NAHL-123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Sonra da sana "hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm (A.S)'ın dînine tâbî olmayı" vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e de, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya verdiği emri ulaştırmıştır. Allahû Tealâ her vesileyle Hz. İbrâhîm’in ne açık ne de gizli şirkin muhtevasında olmadığını vurgulamaktadır. Hz. İbrâhîm, asla müşriklerden birisi olmamıştır.
Hanif dîni tek Allah’a inanmak (vahdet), Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka (tevhid) ve Allah’a teslim olmayı (Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimini) içerir.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Secde Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını ifade edi-yor.

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah: “İnsanları ve cinleri Allah’a kul olsunlar diye yarattım.” buyuruyor. Kul olmak “abd” kelimesiyle, ibadet etmek “abid” kelimesiyle ifade edilir. Zumer-17’de Allah, sahâbenin şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olduğunu ifade ediyor. Sahâbe böylece bu âyetteki emri yerine getirmiştir.  (39/ZUMER-17)

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7 – 8)
Allah’a yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz konusudur.
Allah’a yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören, işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması, mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah, o insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir. Buna rağmen nefsin tesiri altında insanlar yine yanlışları, hataları işleyeceklerdir; ama en azından, doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi olacaklardır. Doğru yanlıştan ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat artar, Allah’ın yasak ettiği fiiller işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu olayda ihanet etmemiş olur. Bir başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan nefsini kendine ilâh ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve gerçekleştirmiyordu. Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen nefsine itaat ediyordu ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
 45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

Bu muhteva içerisinde insanların güzele ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması lâzımdır. İşte burası, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i kerime: “Ve sizler takva sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû Tealâ, sizi öyle bir noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin mührünü açacak küfür kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır. Kalbinize konulan ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî olduğunuz an, 7 tane ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi, günahlarınızın sevaba çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye başlamasıdır:

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.

Böylece nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi sırasında ikisi birden gerçekleşir:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
             
Nefsin kalbinde faziletler biriktiği sürece o kişi, nefs tezkiyesini adım adım gerçekleştirecektir. Nefs tezkiyesi boyunca hedefe yürümek söz konusudur. Nefs tezkiyesi boyunca devamlı, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın emirlerine daha çok itaat, yasak ettiklerini işlememek konusunda daha büyük başarı söz konusu olacaktır. Ve yine doğruyu yanlıştan ayırma özelliği  “furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsana Allah tarafından üfürülmüş olan, insandaki Allah’ın ruhunun, hayatta iken Allah’a ulaşması emrolunuyor, yani farz kılınıyor.
Secde Suresinin 9. âyetinde Allah insana ruhundan üfürdüğünü açıklıyor.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Fecr Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde Allah ruha “Geri dönerek Rabbine ulaş.” emrini veriyor.

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

(4/NİSÂ-58)

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Zikir farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki: (73/MUZZEMMİL-8)
            Ahzab Suresinin bu 41. âyet-i kerimesi gereğince çok zikir ve Nisa Suresinin 103. âyet-i kerimesi gereğince daimî zikir farzdır. Allahû Tealâ ayaktayken de otururken de yanüstü yatarken de Allah’ı zikredin emrini vermektedir ki, bir insan sadece bu üç şekilde bulunur. Dördüncü bir müessese yoktur. Bütün işlevler bu üç şeklin içinde yapılır. Allah’ı zikretmekle herkes vazifelidir. Zikir de farzdır, çok zikir de farzdır, daimî zikir de farzdır; Kur’ân’ın temel hükmü böyledir.
            Bugünkü şer’i kaidelerde ne 32 farzın içerisinde ne 54 farzın içinde zikrin farziyetine dair bir işaret vardır. Allah’ın farz kıldığı şeyi insanlar 14 asırda farz olmaktan çıkarmışlardır. Zikir yoksa kişinin  manevî tekâmülü yoktur. Zikir yoksa ruhun Allah’a teslimi mümkün değildir, fizik vücudun Allah’a teslimi mümkün değildir, nefsin Allah’a teslimi mümkün değildir, iradenin Allah’a teslimi mümkün değildir. Yani İslâm’ı yaşamak mümkün değildir. (4/NİSÂ-103)

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Allahû Tealâ: “Ayaktayken de” diyor, “otururken de ve yan üstü yatarken de, 3 pozisyon hep Allah’ı zikredin” diyor. Bir insan sadece bu 3 halde bulunabilir. Ya ayaktadır, ya oturuyordur, yada yan üstü yatıyordur. Ama 4. bir hâl kimse için mümkün değil. Bütün insanlar için sadece 3 pozisyon var. 3 pozisyonun 3’ünde de Allahû Tealâ daimî zikri farz kılmış.
Al-i İmran 190 ve 191’de Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

“Ulûl’elbab kullarımız için, ayaktayken de, otururken de, yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur” diyor Allahû Tealâ.
Anlıyoruz ki, ulûl’elbab olanlar, daimî zikrin sahipleridir. Bu âyetle farz kılınan bir daimî zikir. Çünkü Allahû Tealâ bütün sahâbenin daimî zikre ulaştığını, hatta Allah’a köle olmaya kadar ulaştıklarını, irşad makamının sahibi olduklarını kesinleştiriyor.
Öyleyse, Allahû Tealâ burada daimî zikri açık ve kesin bir biçimde üzerimize farz kılmış. Ve ayrıca: “Namaz üzerinize vakitleri belirli bir farz olmuştur” diyor. Öyleyse her namazı onun vaktinin içinde kılmak mecburiyetindeyiz. Her vakti mutlaka faydalı alan olarak kullanmak mecburiyetindeyiz.
Öyleyse tasavvuf müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin hayatı namazların kazaya bırakılmasını ihtiva etmiyordu. Böylece tasavvuf mensupları, madem ki bizler Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatı yaşıyoruz, öyleyse bizim için de aynı şey söz konusudur. Namazlarımızı, yolculukta da olsak, olmasak da, ait olduğu zamanın ötesinde hiçbir zaman kılmamalıyız. Allah’ın üzerimize vakitleri belirli bir farz kıldığı bir namazı, tam vaktinde eda etmekle hepimiz mükellefiz.
Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe nasıl günde 7 vakit namaz kılıyorsa, biz de 7 vakit namaz kılarız. Nasıl her vakti mutlaka zamanında kılmışlarsa, biz de aynı şeyi yaparız, bütün vakitleri mutlaka o vakitlerin içinde kılarız.
Öyleyse, Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha beraber olduk. Bir defa daha Kur’ân-ı Kerim tefsirini beraberce tamamladık.

22/HACC-78: Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
Ve Allah'da hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız İbrâhîm (A.S)’ın dînidir. O, sizi daha önce de “müslümanlar” (Allah’a teslim olanlar) olarak isimlendirdi. Bunda da (Kur’ân-ı Kerim’de de), resûl size şahit olsun ve siz de insanlara şahitler olasınız diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin, Allah’a sarılın (Allah’ın Zat’ında yok olun). O, sizin Mevlâ’nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve ne güzel yardımcı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm    
Kişi, ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederek, hakkıyla nefsi ile cihad eder. Hakkıyla cihad etmek, 7 safhada 4 teslim oluşturmaktır. Kişi:
1- Allah’a ulaşmayı dilediğinde, 1. safha (3. basamak),
2- İrşad makamına ulaşarak, tâbiiyetini gerçekleştirdiğinde, 2. safha (14. basamak),
3- Ruhu vücudunan ayrılarak Allah’a ulaştığında, 3. safha, 1. teslim (21. basamak),
4- Fizik vücudunu muhsin kılıp Allah’a teslim ettiğinde 4. safha, 2. teslim (25. basamak),
5- Daimî zikre ulaşıp nefsini Allah’a teslim ettiğinde, 5. safha, 3. teslim (26. basamak),
6- İrşad (muhlis) olduğunda 6. safha, (27. basamak)
7- İradesini Allah’a teslim ettiğinde 7. safha ve 4. teslim (28. basamak) gerçekleşir ve teslimler tamamlanır.
Allah’ın yolunda olanlar, tâbî olanlar, hepsi 2. basamakta seçilmişlerdir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ onu hiçbir zorluğa uğratmadan mutlaka Kendisine ulaştırır. O kişi böylece 21. basamakta 3. kat cennetle dünya saadetinin yarısını kazanır.
Hz. İbrâhîm’in hanif dîni, İslâm dînidir. O, hristiyanların da musevilerin de yahudilerin de dînidir. Başka dîn hiç olmamıştır. Âdem (A.S)’dan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e kadar hep o tek dîn yürümüştür. Hz. İbrâhîm zamanında da bütün peygamberler zamanında da Allahû Tealâ “müslüman” adını kullanmaktadır. Müslümanlar, Allah’a teslim olanlardır. Öyleyse müslüman; Allah’a ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini teslim edenlerdir.
Hac-78 Kur’ân-ı Kerim’de çok önemli bir kilometre taşıdır. Bütün dînlerin Allah’a teslimden ibaret olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir.

23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahim
Allah’ın resûllerinin ardarda, her ümmete, her kavme mutlak olarak gönderildiği görülmektedir. Hiçbir kavim, hiçbir ümmet, hiçbir devrede resûlsüz kalmamıştır. Bir ümmette vazifeli olan resûl öldüğü zaman Allahû Tealâ onun yerine derhal başka bir resûlü vazifeli kılar. Şu anda da her kavimde kendi dilleriyle konuşan resûller hayattadırlar:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.

(39/ZUMER-71)

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra da birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bakara 87  âyet-i kerimesi, Kur’ân’ın en önemli âyetlerinden bir tanesidir. Çünkü bu âyet bütün kavimlere kesintisiz bir şekilde resûller gönderildiğini ifade ediyor: (23/MU’MİNÛN-44)
Bugün de, içinde yaşamakta olduğumuz bütün kavimlerde Allah’ın resûlleri var. Bu resûller, peygamber değildir. Peygamber olmayan resûllerin 4 görevi vardır:
1- Allah’ın âyetlerini okumak
2- Nefsleri tezkiye etmek
3- Kitap öğretmek
4- Hikmet öğretmek
Nebî resûllerin ise 5. görevi vardır: “Hikmetin de ötesini öğretmek.”
Bütün kavimlere Allah resûller göndermiştir ve o resûller İsrail kavminde de devamlı yaşamışlardır. Hz. Musa, bir peygamberdi ama İsrail kavmiyle beraber bütün dünyaya gönderilmişti ve ondan sonra da hep resûller, İsrail kavminin içinde varoldu. Allahû Tealâ, Hz. Musa’dan sonra 12 tane nakib (imam) vazifeli kılmıştır. Burada bahsedilen imam, İsrail kavmine gönderilen resûl olduğu halde Allah tarafından seçildiği için devrin imamıdır. Kavim resûlleri arasından her devirde seçilen bir kişi huzur namazının imamlığı görevini gerçekleştirir. Bu imamlarının hepsi Allahû Tealâ’nın resûlleridir. Bunların velî resûller olmalarına karşılık Hz. İsa bir nebî resûldür. Allahû Tealâ Maide Suresinin 12. âyet-i kerimesinde bunu belirtmektedir.

5/MÂİDE-12: Ve lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîle, ve beasnâ minhumusney aşera nakîbâ(nakîben), ve kâlellâhu innî meakum le in ekamtumus salâte ve âteytumuz zekâte ve âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le ukeffirenne ankum seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhel enhâru, fe men kefere ba’de zâlike minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
Ve andolsun ki Allah, İsrailoğullarından misâk almıştı. Ve onlardan on iki nâzır görevlendirdik. Ve Allâhu Teâla: “Eğer namazı mutlaka ikâme ederseniz, zekât verirseniz ve Resûl’lerime iman edip onlara yardım ederseniz ve Allah’a (Allah için) güzel bir borç verirseniz, muhakkak ki ben sizinle beraberim ve de mutlaka sizin günahlarınızı örterim ve sizi, mutlaka altından ırmaklar akan cennetlere koyarım.” dedi. Artık, bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka sevvâ edilmiş (Allah’a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş ) yoldan sapmış olur.

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

Bugün de mutlaka onların arasında Allah’ın bir resûlü yaşıyor: Her kavimde Allahû Tealâ’nın vazifeli kıldığı bu resûller, geleceğin teminatıdır. Gelecekte “dînlerin birleştirilmesi” neticesinde bütün dünya için bir sulh ve sukûn ortamı oluşacaktır. Allah sadece mutlu olmanızı ister. İnsanlar direkt olarak Allah’a ulaşamadıkları için, kendilerinin bunu başarmaları mümkün olmadığı için, Allah’ı hiçbir gayret sarfetmeden işitmeleri ve O’nun gösterdiklerini görmeleri mümkün olmadığı için Allah hep bütün devirlerde aracılar, vehbî olarak resûller tayin etmiştir.

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

(14/İBRÂHÎM-4)

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
Fatır-18 ile Isra-15 kesin bir ilişki içerisindedir.
“Kim hidayete ermişse sadece kendi nefsi için hidayete erer.” (Isra-15)
“Kim nefsini tezkiye etmişse kendi nefsi için tezkiye olmuştur.” (Fatır-18)
Kim hidayete erdiyse sadece nefsi için, nefsini tezkiye ettiği için hidayete erer. Dalâlette olanın ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan günahı yüklenen bir kimse, bir başkasının günahını yüklenmez. Herkes kendi günahını yüklenmek mecburiyetindedir.
Öyleyse muhtevada nefs tezkiye edilmedikçe hidayet söz konusu değildir. Bir insanın ruhunu Allah’a ulaştırabilmesi nefsinin kalbinde %51 nur birikmedikçe mümkün değildir.
                                  
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

Bu âyet-i kerime: “Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.” diye bitmektedir.
Allahû Tealâ;
1- Bütün kavimlere (Nahl-36).
2- Bütün zaman parçalarında, aralıksız olarak (Mu’minun-44, Bakara-87), mutlaka resûl beas etmektedir (göndermektedir). O kavmin içinden, orada doğan ve onların dilleriyle konuşan (Ibrâhîm-4) bir kişi, vazifeli olmaktadır.

(23/MU’MİNÛN-44) -(2/BAKARA-87)- (14/İBRÂHÎM-4)-(16/NAHL-36)

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Zumer Suresi 71. âyet-i kerime Kur’ân’daki en önemli âyetlerden bir tanesidir. Burada açık ve kesin olarak bütün insanlara, Allah’ın resûllerinin kendilerine gelip, gelmediği cehenneme giren herkese sorulmaktadır. Resûllerin, Allah’ın âyetlerini okudukları ifade edilmektedir.
Allahû Tealâ resûllerini, insanları uyarmak ve müjdelemek için göndermiştir:

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.

Resûller, âmenû olanları müjdeleyeceklerine olmayanları da uyaracaklarına göre “Onlara Allah’ın âyetlerini okuyarak: “Ya Allah’a ulaşmayı dileyin cennetinizi hakedin ya da bilin ki gideceğiniz yer cehennemdir.” demişlerdir.
İşte Allah’ın bütün resûlleri, her kavimde, her devirde mutlaka yaşarlar ve bu tebliğ herkese mutlaka yapılır. Çünkü bütün cehenneme girenlere bu sözün söylendiği ve onlardan da “Evet geldiler.” ce-vabını cehennem bekçilerinin aldığı bu âyette kesinleşmiş durumdadır. Herkese mutlaka cehennemin kapısında bu söz söylenir. Bu, cehenneme giren herkes için kesin bir duyurudur.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a yönelenler tek bir fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerse, dînde fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç gruplarını oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa onlar müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer cehennemdir.
Bugün Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin 72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı fırkaların içinde Allah’a ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde mevcuttur. Onlar fırkalara ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece iki grup insanın olduğunu ifade etmektedir:
1- Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları, müşriklerden olmayanları Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

Bu âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13 Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir.  (42/ŞÛR–13)

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime bize açık bir şekilde, Rum Suresinin 31 ve 32. âyetlerini hatırlatıyor:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler bir tek fırka, mü’minler fırkasını oluşturuyor. Geriye kalan bütün diğer fırkalar, şeytana kul olmuşlar. Fırkalara ayrılanlar; şirkte olanlardır.

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, Son Nebî (Peygamber) Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e de O’ndan evvelkilere de aynı şeyi vahyetmişir:
“Gerçekten eğer sen şirk koşarsan yani Allah’a ulaşmayı dilemezsen, amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun.”
Rum 31 ve 32, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin şirkte olduğunu söylüyor. (30/RÛM-31 – 32)

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bir önceki âyet-i kerimede bahsedilen kişiler Allah’ın âyetlerini, hidayeti, ruhun ölmeden Allah’a mülâki olmasını yalanlamakta, inkâr etmektedirler. Onların amellerinin heba olması, yani boşa gitmesi ifade edilmektedir. Onlar ruhlarını ölmeden önce Allah’a ulaştırmayı dilemeyenlerdir. Amelleri boşa gittiği için gidecekleri yer mutlaka cehennemdir. Çünkü bu durumda kaybettikleri dereceler mutlaka kazandıkları derecelerden fazla olacaktır.

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
De ki: "Fetih günü, kâfir olanlara (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez."
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada fetih gününden kıyâmet günü kastedilmektedir. Cennete girecek olanlar için cennetin fethi söz konusudur. Onun için Allahû Tealâ “fetih günü” diyor.
Hem îmân sahibi hem kâfir nasıl olunur? Burada Allahû Tealâ, Allah’a inanan ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin îmânının var olduğunu (Allah’a inandığı için) ama bu îmânın ona bir fayda vermeyeceğini, onu kâfir olmaktan kurtaramayacağını söylemektedir. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe îmân o kişiyi cennete girebilecek bir hak mü’min kılamaz. Hak mü’min olsa zaten gideceği yer cennettir. Îmânı olan bir kâfir, Allah’a inanır ama Allah’a ulaşmayı dilemediği için kâfirdir. İfade son derece net:
“Kâfirlere îmânları fayda sağlamaz. Ve onlara bakılmaz.” Yani süre verilmez. Onların cenneti fethetmeleri söz konusu değildir.
Hak mü’minler, Allah’a ulaşmayı dileyen îmân sahipleridir. İnanan ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi Allah’a ulaşmayı dileseydi ve böylece hak mü’min olsaydı, gideceği yer cennet olacaktı. Îmânı kendisine fayda verecekti.   
Bu âyet Allah’a ulaşmayı dileyen hak mü’mini mü’min kabul etmektedir.  Allah’a inandığı için lûgat mânâsıyla mü’min olan fakat Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişiyi ise açık bir şekilde kâfir olarak isimlendirmektedir.



ABD OLMANIN 7 SAFHASI

1. SAFHA ABD
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
          Bu âyet sahâbeden bahsetmektedir. Burada taguta kul olmaktan Allah’a ulaşmayı dileyerek kurtulup Allah’a kul olma noktası ifade edilmektedir. Bu nokta aynı zamanda kişinin takva sahibi olduğu yerdir.

2. SAFHA ABD
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: (32/SECDE-24)
Bu kişi, Allah’a ulaşmayı dilemiş, Allah onu 12 ihsanla mürşidine ulaştırmıştır. Böylece kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelmiştir. Dereceleri artıran Allah’ın 1’e 10 verirken 1’e 100 vermeye başladığı nokta burasıdır. Ve “arşın sahibi olan” arşı tutan melekler ve onların etrafındaki kişidir. Bu kişi Devrin İmamı’dır. Ve emrinden bir ruh, devrin İmamı’nın ruhudur. Kullarından dilediği kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı dilemiştir.
Kur’ân-ı Kerim’in önemli âyetlerinden birisi Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesidir. Ruhun vücuttan, devrin imamının emri üzerine nasıl ayrıldığını anlatmaktadır.
Âyet, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin mürşidine tâbî olduğu zaman, başının üzerine gelen Devrin İmamı’nın ruhundan bahsetmektedir.

3. SAFHA ABD
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Görülüyor ki fizik vücudun Allah’a kul olabilmesi, ancak nefsin tezkiyesi ve buna bağlı olarak ruhun Allah’a ulaşması ile mümkündür.

4. SAFHA ABD
35/FÂTIR-28: Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun).
Ve bunun gibi insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır. Ancak kullarından ulema (âlimler), Allah’a karşı huşû duyar. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir (üstün, yüce), Gafûr’dur (mağfiret eden).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ’nın öğrettiklerini bilenler ve Allah’a karşı huşû duyanlar âlimlerdir. Huşû müessesesinin başladığı nokta Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. Neden acaba Allahû Tealâ huşû sahibi olanlara ulema (âlimler) diyor? Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ilim sahibi kabul edilmiyor, Allahû Tealâ tarafından. Dünyaya ait  ilimlerin sahipleri Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır. Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın âyetlerinden gâfil olmayı aşarlar. Bu sebeple bu âyet-i kerime Allah’a ulaşmayı dileyenleri âlim standatlarına sokmuştur.
Anlaşılıyor ki Allah’a mülâki olmayı dilemeyen insanların Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaları, onları ulema sınıfının dışında tutuyor. Onlar âlim değiller.

5. SAFHA ABD
50/KAF-8: Tebsıraten ve zikrâ li kulli abdin munîbin.
Münib olan (Allah’a yönelen: Allah’a ulaşmayı dileyen) bütün kullarına basiret olsun (onların kalp gözleri açılsın) ve (çok) zikretsinler (daimî zikre ulaşsınlar) diye.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Basiret kalp gözünün açılmasıdır. Daimî zikrin sahiplerine Allah’ın mutlaka sağladığı bir ni’mettir. Kim yolunda sebat eder daimî zikre ulaşırsa bu sonuç mutlaka Allah tarafından gerçekleştirilir.

6. SAFHA ABD
15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            İhlâs sahibi olan kul, daimî zikrin sahibidir. Nefsinin kalbi halis olmuştur, bütün a-fetlerden arınmıştır. Şeytan sadece afetlere tesir edebileceği için şeytanın o kişiye tesir edebilecek olan hiçbir gücü kalmamıştır. Ne Allah’ın emirlerinden o kişiyi men edebilir ne de Allah’ın yasak ettiği fiillere o kişiyi zorlayabilir. İkisini de yapabilecek olan bütün imkânları iblisten alınmıştır.
İblis, nefsinin kalbindeki bütün afetleri yok etmiş olan hiç kimseye en ufak bir tesirde bulunamaz. Çünkü şeytan hüviyetindeki bu mahlûk, Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemesini, Allah’ın emrettiği şeyleri yapmamasını ihlâs sahibine teklif edecektir ama davetine her seferinde icabet edilmeyecek ve hep mağlûp olacaktır. Mağlûbiyete alışmadığı için şeytan, ihlâs sahibi kullardan bir netice alamayınca, devamlı huzursuz olacaktır.
Şeytan, ihlâs sahibi kulların elinde sadece bir oyuncaktır. Onlara en ufak bir kötülüğünün dokunması mümkün değildir.

7. SAFHA ABD
21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun ki; zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da, arza salih kullarımızın varis olacağını, yazdık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, zikir kelimesiyleTevrat’ı kastediyor. Tevrat’ı da Zebur’u da Allahû Tealâ indirmiştir. Zebur, Tevrat’tan sonra gelir. Tevrat tam bir kitaptır; Zebur ise sayfalardan oluşur. Tevrat, Hz. Musa’ya; Zebur Hz. Davut’a verilmiştir. Ve her ikisinde de Allah’ın salih kullarının arza varis olacağı yazılıdır.
Dünya adı verilen bu gezegende Allah’ın bir veraset müessesesi vardır. Dünyaya varis olma, kâinata varis olmanın bir parçasıdır. 
Verasetin en üst noktasında devrin imamı vardır. Ondan sonra her kavimdeki resûller gelir. Ondan sonra Allah’ın irşad makamına tayin ettikleri gelir. Sonra irşad olanlar gelir. Ondan sonra da Allahû Tealâ tarafından ihlâstan sonra Tövbe-i Nasuh’a davet edilmiş olanların hepsi gelir. Yeryüzünün gerçek mirasçıları onlardır. Bunların arasındaki en üst seviyede mirasçıysa devrin imamıdır.