YEVM’İL
AHİR
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve
şükrederiz ki; bir defa daha “Yevm’il Âhir” kavramını tezekkür etmek üzere
Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.
Yevm; ‘gün’ demektir.
Evvel; ‘önce’, Ahir ise; ‘sonra’ mânâsına gelmektedir. Yevm’il âhir; lügât mânâsı
‘sonraki gün’ demektir. Yevm’il evvel ise; ‘evvelki, önceki gün’ demektir.
Emaniyye bilgilerden hareket edenler “Allahû Tealâ
‘yevm’il âhir diyerek kıyâmet gününü ifade ediyor.” demektedirler.
Yevm’il âhir, kıyâmet günü için de kullanılabilir.
Eğer yevm’il evveli, yaradılış günü, kâinatın yaradılışı yani büyük patlama
olarak kabul edersek yevm’il âhir de kıyâmet günüdür. Doğduğunuz gün sizin için
yevm’il evveldir. Bu durumda öldüğünüz gün de yevm’il âhirdir.
Allahû Tealâ âmenû olmak ile ilgili olarak “âmenû
olmaya ve ahiret gününe inanmak” ifadesini kullandığında ve Allah’a ulaşmaktan
bahsederek “yevm’il âhir” kelimelerini kullandığında yevm’il evvel; irşad
makamına tâbî olduğunuz gündür. Daha evveline gidildiğinde; Allah’a ulaşmayı
dilediğiniz gündür.
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilediğiniz günden
Allah’a ulaştığınız güne kadar size devamlı yardımlarını gönderecek ve sizi
mutlaka Kendi Zat’ına ulaştıracaktır. Allahû Tealâ yevm’il âhiri hangi
standartlarda kullanıyor? Allahû Tealâ Kehf Suresinin 103, 104 ve 105. âyet-i
kerimelerinde diyor ki:
18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ (a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim
mi?”
18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne
ennehum yuhsinûne sun’â (sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri
dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel
ameller işlediklerini zannediyorlar.
18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat
a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ (veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel
ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu
(boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Onlar, Allah’a
ulaşmayı (insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını, Allah’a mülâki
olmayı) ve Allah’ın âyetlerini inkâr ederler. Onların amelleri boşa gitmiştir.”
diyor.
Fiil var, bir de fiilin sonucu var. Fiil, Allah’ın
âyetlerini ve Allah’a mülâki olmayı yani ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı
inkâr etmektir. Fiilin sonucu ise amellerinin boşa gitmesidir. Allahû Tealâ
A’râf Suresinin 146. ve 147. âyetlerinde buyuruyor ki:
7/A'RÂF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril
hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ
yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen),
zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden
çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu
görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu;
onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
7/A'RÂF-147: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat
a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âyetlerimizi ve ahirete ulaşmayı (hayatta iken ruhun Allah'a
ulaşmasını) inkâr eden kimselerin amelleri, heba oldu (boşa gitti). Onlar,
yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılır (karşılık verilir)?
“Onlar, Allah’ın bütün âyetlerini görseler
inanmazlar. Onlar, irşad yolunu gördükleri zaman o yolu kendilerine yol
edinmezler. Onlar, irşad yolunu yani insan ruhunu Allah’a ulaştıracak olan,
Allah’a fizik vücudunu nefsini, iradesini teslim ettirecek olan yolu gördükleri
zaman, rüşd, irşad yolunu, gördükleri zaman onu yol olarak kabul etmezler. Onlar
gayy (cehennem) yolunu görürlerse, o yolu kendilerine yol edinirler.” Burada
zaten bütün insanlar doğuşlarından itibaren gayy yolundadırlar. İrşad yolunu
seçenler gayy yolundan irşad yoluna geçenlerdir. Hidayet yolunu seçmeyenler,
ebediyyen gayy yolunda kalacak olanlardır ve nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Âyet-i
kerimenin devamında ise: “Onlar, gayy yolunu gördükleri zaman bu yolu kendilerine
yol edinirler.” buyrulmaktadır. Bunun sebebi; onların Allah’ın âyetlerini
yalanlamaları ve Allah’ın âyetlerinden gâfil olmalarıdır. Kibirlenenler,
Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlar irşad yolunu kendilerine yol olarak kabul
etmeyenlerdir.
Allahû Tealâ A’râf Suresi 147. âyet-i kerimede:
“Kim âyetlerimizi yalanlarsa ve yevm’il âhire mülâki olmayı (ulaşmayı) yalanlarsa,
onların amelleri boşa gitmiştir.” diyor.
Allahû Tealâ Kehf Suresi 105. âyet-i kerimesinde diyor
ki: “Kim Allah’a mülâki olmayı ve Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, onların
amelleri boşa gitmiştir.” Burada da: “Kim yevm’il âhire mülâki olmayı ve Allah’ın
âyetlerini yalanlarsa, onların amelleri boşa gitmiştir.” diyor. Öyleyse iki
tarafta da sonuç aynı; amellerin boşa gitmesi. Neticede eşitliğin diğer
tarafına bakıyoruz; Allah’ın âyetlerini inkâr etmek, Allah’ın âyetlerini
yalanlamak. İkinci tarafta da (“mülâki olmak” kelimesi de) aynı. Birinde Allahû
Tealâ; “Allah’a mülâki olmak” diyor, diğerinde de “yevmil âhire mülâki olmak”
diyor. Görülüyor ki; yevm’il âhir, Allah’a mülâki olma günüdür. Allah’a mülâki
olduğumuz zaman yevmil âhire ulaşmış oluruz.
Yûnus Suresi 7. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ
vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Gaflet açısından da Yûnus Suresi 7. âyet-i
kerimesinde Allaha ulaşmayı dilemeyenlerin âyetlerden gâfil olduğunu belirterek
bir defa daha konuya netlik kazandırıyor. Yevm’il âhir (sonraki gün); insan
ruhunun ait olduğu yere geri dönmesi, Allah’a vasıl olmasıdır. O yevm’il âhir
ki; üzerimize tam 12 defa farz kılınmıştır. Allahû Tealâ âyet-i kerimelerde buyuruyor
ki:
1. âyet-i kerime: Zumer-54:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en
ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)!
Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi,
nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerinize ölüm günü gelmeden
önce, azap günü gelmeden önce, …”
İster ölüm azabı olarak düşünün, ister cehennem
azabı olarak düşünün neticede “gelmeden önce” dediğine göre bu dünya hayatını
ifade eder. Yani “Bu dünyada yaşadığınız sürece ölmeden önce Allah’a mülâki
olmayı isteyin, Allah’a yönelin.” diyor. Enîbu: Yönelmek, Allah’a ulaşmayı dilemektir. “Ve Allah’a teslim olun.” diyor
Allahû Tealâ. Yani: “Ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah’a
teslim edin. 7 safhalık İslâmî hayatınızı yaşayın. Üzerinize ölüm gelmeden önce
Allah’a teslim olun. Ama Allah’a ulaşmayı önce dileyin.” diyor Allahû Tealâ.
İşte bu, yevm’il âhiri dilemektir. Görüyoruz ki; Allahû Tealâ üzerimize ölüm
günü gelmeden önce, şu dünya hayatını yaşarken mutlaka Allah’a ulaşmayı
dilememizi, arkasından da ruhumuzu da vechimizi de nefsimizi de irademizi de
Allah’a teslim etmemizi istiyor.
2. âyet-i kerime: Rûm-31:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel
muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva
sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden
olmayın.
“O’na yönel (O’na ulaşmayı dile) ve takva sahibi ol.”
“O’na ulaşmayı yani yevmil âhiri dile.” Dilemek
(Allah’a ulaşmayı dilemek), ilk takvanın sahibi olmaktır. Bütün sahâbenin
Allah’a yöneldiğini, Allah’a ulaşmayı dilediğini ve Allah’a kul olduğunu
söylüyor.
Allahû Tealâ, Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi
lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd (ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap
ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler
(Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı
müjdele!
Yevm’il âhiri dilemek, kişiyi Allah’a kul olmak
şerefine de erdiriyor. Allahû Tealâ yevm’il âhirin farz olduğunu, ruhumuzu
ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı üzerimize farz kılmış ve bu, sadece bir
dilekle gerçekleşen mutlak bir olaydır. Sadece bir dilek; mutlaka Allahû Tealâ
verdiği sözün gereği olarak bizi yevm’il âhire ulaştıracaktır.
3.
âyet-i kerime: Fecr 28:
89/FECR-28:
İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış
olarak!
“Rabbine geri dön! Geri dönerek Rabbine ulaş!”
4. âyet-i kerime; Zâriyât-50:
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn.
Öyleyse Allah'a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin
için O'ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
“Fe firrû
ilâllâhi: Öyleyse Allah’a firar et! Allah’a kaçıp, Allah’a sığın.”
5. âyet-i kerime: Lokmân-15:
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe
lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe
ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum
ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele
ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana
yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra
dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
“Vettebi’ sebîle men enâbe ileyye: Kim Bana yönelmişse (ulaşmayı dilemişse, enâbe olmuşsa), sen de onun yoluna uy, o aynı sebil üzerinden sen de Bana ulaş.” diyor Allahû Tealâ.
6. âyet-i kerime: Yûnus-25:
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ
sırâtin mustekîm (mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına
ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Sıratı Mustakîm, zaten Allahû Tealâ’nın Zat’ına
ulaştıran yoldur. Allahû Tealâ, Hicr Suresinin 41. âyet-i kerimesinde Sıratı
Mustakîm’in Kendisine yönelmiş bir yol olduğunu söylüyor.
15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana
ulaştıran) yoldur.”
Allahû Tealâ:
“sırâtun
aleyye mustekîm: Bana istikametlenmiş, Bana yönlendirilmiş (bana
ulaştıran) yoldur.” ifadesini
kullanmaktadır.
7. âyet-i kerime: Muzzemmil-8:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel
ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
“Allah’ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Allah’a geri dön (Allah’a ulaş).”
8. âyet-i kerime: Ra’d-21:
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne
rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği
şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû
duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
“Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah’a ulaştırırlar.”
Farz olduğu, “Allah’ın emrettiği” ifadesiyle kesin olarak ortaya
konuluyor.
9.
âyet-i kerime: Şûrâ-47:
42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde
lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min
nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri
döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak
yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Üzerinize, o
değiştirilmesi mümkün olmayan gün gelmeden önce (ölüm günü gelmeden önce)
Allah’a yönelin, Allah’ın davetine icabet edin!”
Allah’ın davetine icabet etmek; Allah’a yönelmek
ve Allah’a ulaşmaktır.
10. âyet-i kerime: En’âm-152:
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ
yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ
nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi
ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle
olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün
dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa
bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin).
Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir)
etti.
“ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin).
Allah’ın ahdi, 4 teslimi de içeriyor ama en
azından ruhumuzu Allah’a ulaştırmak (başında gelen yevm’il âhir müessesesi)
bunların birincisidir.
11. âyet-i kerime: Mâide-7:
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî
iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis
sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik”
dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı
takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
“O zaman ki; Allah’a ‘İşittik ve itaat ettik.’
demiştiniz. O günü hatırlayın ki; o gün misakınız (Allah’a verdiğiniz
misakınız) üzerinize farz kılındı.” diyor.
Allahû Tealâ’nın burada buyurduğu bu misak 4 teslimi
içeren bir misaktır. Ruhun teslimi yine bunların birincisidir.
12. âyet-i kerime: Nisâ-58:
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ
hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî.
İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar
arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki
Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en
iyi işiten ve en iyi görendir.
“İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ: Allah, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.”
Yevm’il âhir (ruhunuzun Allah’a ulaştırılması
müessesesi), bir bütünü ifade eder. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 8. âyet-i
kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-8: Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri
ve mâ hum bi mu’minîn(mu’minîne).
Ve insanlardan bir kısmı derler ki: “Biz Allah'a ve ahiret gününe
(hayatta iken ruhun Allah'a ulaşacağı güne) îmân ettik.” Ve onlar mü'min
değillerdir.
Yani “İmân ettik.” demeleri onlar için bir
kurtuluş değildir. Kişinin kalbinde Allah’a ulaşmayı dilemek konusunda bir
dilek yoksa onların mü’min olmaları söz konusu değildir. “Kim Allah’a ulaşmayı
dilerse, o kişi yevm’il âhiri dileyendir, yevmil âhire (Allah’a ruhunu
ulaştırmaya) îmân eden kişidir. Onlar mü’minlerdir.” diyor Allahû Tealâ.
Bakara Suresi 62. âyet-i kerimede diyor ki:
2/BAKARA-62: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men
âmene billâhi vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim,
ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki, âmenû olanlar ve yahudi, hristiyan ve sabii olanlardan
kim, Allah'a ve ahiret gününe inandı ve ıslâh edici ameller işlediyse (nefsini
tezkiye etti ise ), artık onların mükâfatları Rab'lerinin katındadır. Onlara
korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
“Şüphesiz ki âmenû olan yahudiler, hristiyanlar ve
sâbîler, bunlardan her kim Allah’a ve yevm’il âhire inanır ve nefsi ıslâh edici
ameller işlerse, artık onların mükâfatları Rabb’lerinin katındandır. Onlara
korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”
Allahû Tealâ’nın ifadesi “Allah’a âmenû olmak.”
Yani yevm’il âhiri dilemek ve Allah’a âmenû olmak ve yevmil âhire (ruhu ölmeden
evvel Allah’a ulaştırmaya) inanmaktır. Tek başına Allah’a inanmak kimseyi
küfürden kurtaramıyor. Küfürden kurtuluş, mutlaka Allah’a inanmakla birlikte
yevm’il âhire de inanmayı gerektiriyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi
mutlaka nefsi ıslâh edici ameller işleyecektir. Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyen
bu kişiyi Allahû Tealâ 12 tane ihsanla mürşidine ulaştıracak, tâbiiyetinden
sonra da ruhu vücudundan ayrılarak Allah’a mutlaka ulaşacaktır. Bu ise nefsi
ıslâh edici amel işlemekle mümkündür. O noktadan itibaren zikir yapan bir
kişinin kalbine Allahû Tealâ fazılları gönderecek, fazıllar nefsin kalbinde
“îmân” kelimesinin etrafında yerleşecektir. İşte bu, nefsin tezkiyesidir. Bu,
nefsi ıslâh edici ameldir. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler nefsi ıslâh edici
amel işleyebilirler. Amilüssalihat, nefsi ıslâh edici amellerdir. İyi ameller
başka, nefsi ıslâh edici ameller başka şeydir.
35/FÂTIR-37: Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrellezî kunnâ na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr(nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış
olduklarımızdan başka (amel) salih amel yapalım.” Size orada (dünyada),
tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür
vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde (azabı) tadın. Artık zalimler için
bir yardımcı yoktur.
“Rabbimiz bizi (buradan)
çıkar, yapmış olduklarımızdan başka (amel) salih amel yapalım.”
Kişi salih amel olarak yaptıkları şeylerin (ibadet
ve iyiliklerin; İslâm’ın 5 şartıyla yetinmek, okul cami yaptırmak gibi) salih
amel olmadığını anlayınca feryat ediyorlar ama Allahû Tealâ salih amelin ne
olduğunu ayetin sonunda; “Zikretmek isteyenin zikredeceği kadar size bir ömür
vermedik mi?” diyerek salih amelin zikir olduğunu, “Size nezir gelmedi mi?”
diyerek de bu zikrin nezire tâbiyetle yapılması gerektiğini açıklıyor.
Bakara Suresi 126. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-126: Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminen verzuk
ehlehu mines semerâti men âmene minhum billâhi vel yevmil âhir(âhiri), kâle ve
men kefere fe umettiuhu kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbin nâr(nâri), ve bi’sel
masîr(masîru).
Ve İbrâhîm: “Rabbim burayı emin (güvenli) bir belde kıl. Onun halkından
Allah'a ve yevmil âhire îmân edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve
meyvelerden) rızıklandır.” dediği zaman (Allah) şöyle buyurdu: “Kâfir olan
kimseyi biraz metalandırırım (geçindiririm) ve sonra onu ateşin azabına maruz
bırakırım, orası ne kötü bir varış yeridir.”
Buradaki ifadeye dikkat edin! Allah’a
ve yevmil âhire îmân edenler, âmenû olanlar, Allah’a ve ruhu Allah’a
ulaştırmaya inananlardır.
Bakara Suresi 177. âyet-i
kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki;
2/BAKARA-177: Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi
ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi
ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel
mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve ekâmes salâte ve
âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl
be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul
muttekûn(muttekûne).
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan)
BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah'a,
yevm'il âhire (Allah'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere,
Kitab'a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık
sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda
kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere
vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah'a ve insanlara) ahd
verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve
darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır.
İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).
Rûm-31.
âyet-i kerimeye göre de Allahû Tealâ buyuruyor ki;
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi
vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a
ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz
kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allaha ulaşmayı dileyenler takva sahibidir. Mutlaka konunun
başlangıcı, Allah’a ulaşmayı dilemeye inanmaktan geçiyor. Sadece Allah’a
inanmak değil, Allah’a inanmak ve yevm’il âhire (ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmaya)
inanmaktır.
Bakara Suresi 228. âyet-i kerimede de Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-228: Vel mutallakâtu yeterabbasne bi enfusihinne selâsete kurûin, ve lâ yahıllu lehunne en yektumne mâ halakallâhu fî erhâmihinne in kunne yu’minne billâhi vel yevmil âhır(âhıri), ve buûletuhunne ehakku bi reddihinne fî zâlike in erâdû ıslâhâ(ıslâhan), ve lehunne mislullezî aleyhinne bil ma’rûf(ma’rûfi), ve lir ricâli aleyhinne dereceh(derecetun), vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).
Boşanmış kadınlar üç kur (üç ay hali müddeti) kendi kendilerine
beklerler (hamile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah'a ve yevm'il
âhire îmân ediyorlarsa, rahimlerinde Allah'ın yaratmış olduğu şeyi
gizlemeleri onlar için helâl olmaz. Şâyet onların kocaları barışmak (arayı
düzeltmek) isterlerse, bu (bekleme süresi) içinde onlara tekrar geri dönmeye
(başkasından) daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin, kadınları üzerinde
(hakları) olduğu gibi, kadınların da erkekleri üzerinde maruf (hakları) vardır.
Erkeklerin, kadınların üzerindeki (hakkı) bir derece daha üstündür. Ve Allah,
Azîz'dir, Hakîm'dir.
“Eğer Allah’a ve yevm’il âhire îmân ediyorlarsa, o zaman hariç.”
Allah’a ulaşmaya îmân etmek;, Allahû Tealâ’nın
indinde bir bütünü ifade ediyor. Allah’a îmân etmenin yanı başında hep Allahû
Tealâ yevm’il âhiri de beraber kullanmıştır.
Bakara Suresi 232. âyet-i kerime de diyor ki:
2/BAKARA-232: Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ
ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf(ma’rûfi),
zâlike yûazu bihî men kâne minkum yu’minu billâhi vel yevmil âhır(âhıri),
zâlikum ezkâ lekum ve ather(atheru), vallâhu ya’lemu ve entum lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini tamamladıktan sonra
artık onlar kendi aralarında marufla (örf ve adete uygun olarak iyilikle) razı
olurlarsa, o taktirde onların (kadınların) eşleri ile nikâhlamalarına engel
olmayın. İşte böyle sizden Allah'a ve yevm'il âhire îmân etmiş olan kimseye
bununla öğüt veriliyor İşte bunlar, sizin daha çok tezkiye olmanız ve daha iyi
temizlenmeniz içindir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Yevmil âhir, tezkiye olmanın tabiî standardıdır.
Yani yevmil âhir varsa nefs tezkiyesi vardır. Biliyorsunuz; Allah’a ulaşmayı
dileyeceksiniz, 3. basamaktasınız. 14. basamağa kadar Allahû Tealâ size 12 tane
ihsan verecek ve Allah’a kapalı olan bütün kapılarınızı, Allah açacak ve sizi
mürşidinize ulaştıracak. Tâbiiyetle beraber kalbinizin içine îmân yazılacak,
devrin imamının ruhu başınızın üzerine gelecek nefs tezkiyesine
başlayacaksınız. Allah’a ve yevmil âhire âmenû olmak; “yu’minu
billâhi vel yevmil âhıri” Allahû Tealâ beraber kullanmış;
Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a ulaşma gününe (ruhunu ölmeden evvel Allah’a
ulaştırmaya) inanmak.
Bakara Suresinin 264. âyet-i kerimesine bakıyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor
ki:
2/BAKARA-264: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bil menni vel
ezâ, kellezî yunfiku mâlehu riâen nâsi ve lâ yu’minu billâhi vel yevmil
âhır(âhıri), fe meseluhu ke meseli safvânin aleyhi turâbun fe esâbehu vâbilun
fe terakehu saldâ(salden), lâ yakdirûne alâ şey’in mimmâ kesebû vallâhu lâ
yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve yevm'il âhire inanmayarak, malını
insanlara riya (gösteriş) için infâk eden (veren) kişi gibi, sadakalarınızı
minnetle (başa kakarak) ve eza ile bâtıl etmeyin (boşa çıkartmayın). İşte onun
durumu, üzerinde toprak bulunan sert bir kayaya benzer ki, ona kuvvetli bir
yağmur isabet edince, böylece (üzerindeki toprağın gidip), onu (tekrar) sert
(verimsiz) bir kaya halinde bırakması gibidir. Onlar kazandıklarından bir şey
elde edemezler. Allah, kâfirler kavmini hidayete erdirmez.
“Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bil menni vel ezâ: Ey âmenû olanlar! Allah’a ve yevm’il âhire inanmayıp, malını insanlara riya yaparak harcayan kişi gibi sadakalarınızı başa kakarak ve gönül inciterek iptal etmeyin, boşa çıkarmayın.
“Ey âmenû olanlar!” diyor. Âmenû olanların hem
Allah’a ulaşmayı dilediklerini hem de yevm’il âhire inandıkları söz konusudur. yu’minu
billâhi: Allah’a inanmak, hem
de yevm’il âhire inanmak, Allah’a ruhun ulaştırılacağı güne inanmak söz
konusudur.
Allahû Tealâ Âli İmrân-114 de; Allah’a âmenû olmak ve yevmil âhire
inanmak standartlarını veriyor.
3/ÂLİ İMRÂN-114: Yu’minûne billâhi vel yevmil
âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(hayrâti),
ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlar, Allah'a ve yevmil âhire îmân ederler, mâruf (irfan) ile emreder
ve kötülükten nehyederler (men ederler) ve hayırlara koşarlar. İşte onlar,
sâlihlerdendir.
Yu’minûne
billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi: Onlar, Allah’a ve yevm’il âhire îmân
ederler, mârufla emrederler.”
anil munkeri: Münkerden nehyederler
ve yusâriûne
fîl hayrâti: Ve hayırlarda yarışırlar
Bu, üst seviyeyi anlatan bir âyet-i kerimedir.
Kişinin daimî zikre ulaşması ve hayırlarda yarışmasını da içeriyor. Ama konunun
başlangıcına baktığımız zaman hep aynı olay var; Allah’a inanmak ve yevm’il
âhire inanmak. Burası irşad makamıdır. Bu âyet-i kerîme irşad makamına ulaşmış,
Allahû Tealâ tarafından irşada tayin edilmiş birisinden bahsediyor. Onların
dizaynı, münkerden nehyetmek ve mârufla emretmektir. Ama başlangıç noktalarına
bakıyoruz: “Allah’a ve yevm’il âhire îmân edenler.”
Allah’a îmân etmekle Allah’a ulaşmaya îmân etmek
aynı şey değildir. Allah’a îmân etmek kişiyi mü’min standartlarına getiremiyor,
ulaştıramıyor. Herkes Allah’a inanır. İnsanların %90’dan fazlası Allah’a
inanırlar. Ama kurtulanlar %10’dan daha azdır. Öyleyse Allah’a inanmak değil,
onun bir adım daha ötesine geçmek zorundayız. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştıracağımıza
da inanmalıyız.
Allahû Tealâ Nisâ Suresi 38. âyet-i kerimede diyor ki:
4/NİSÂ-38: Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne
billâhi ve lâ bil yevmil âhir(âhiri). Ve men yekuniş şeytânu lehu karînen fe
sâe karînâ(karînen).
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, Allah'a ve
ahiret gününe (insan ruhunun hayatta iken Allah'a ulaştığı sonraki güne)
inanmazlar. Ve kim şeytanı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir
arkadaşlıktır.
“Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ
bil yevmil âhiri: Onlar halka gösteriş için mallarını infâk ederler. Onlar Allah’a da
ahiret gününe de inanmazlar. Yevm’il âhire de, Allah’a da, Allah’a ruhlarını
ulaştırmaya da inanmazlar.” diyor. Burada: “Bu insanlar şeytanın yakın
dostudur. Bu, kötü bir yakınlıktır. Allah’a ve Allah’a ruhu ulaştırmaya
(ölmeden evvel ulaştırmaya) inanmayanlar, şeytanın dostlarıdır.” diyor Allahû
Tealâ.
Nisâ Suresi 39. âyet-i kerime:
4/NİSÂ-39: Ve mâzâ aleyhim lev âmenû billâhi vel yevmil âhıri ve enfekû
mimmâ razakahumullâh (razakahumullâhu). Ve kânallâhu bihim alîmâ(alîmen).
Ve ne olurdu onlar, Allah'a ve ahiret gününe (ruhun ölümden evvel
Allah'a ulaşma gününe) îmân etselerdi ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah
için) infak etselerdi (harcasalardı). Ve Allah onları en iyi bilendir.
Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi mürşidine tâbî
olduktan sonra zikir yaptığında Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât
göğsüne, göğsünden kalbine ulaşıyor, kalbinin içine girerek fazıllar, kalbin
içinde birikmeye başlıyor. İşte bu, fizik vücudun nefse infâk etmesidir. Allahû
Tealâ’nın burada bahsettiği bu müessesedir.
Nisâ Suresi 59. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:
4/NİSÂ-59: Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri
minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ver resûli in kuntum
tu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu
te’vîlâ(te’vîlen).
Ey âmenû olanlar (îmân edenler)! Allah'a ve Resûl'e ve sizden olan
idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Bundan sonra eğer
bir hususta ihtilâfa düşerseniz, o taktirde Allah'a ve ahiret gününe îmân
ediyorsanız, onu Allah'a ve Resûl'üne götürün. Bu daha hayırlıdır ve tevîl
(yorum) bakımından en güzelidir.
“Eğer siz Allah’a ve yevm’il âhire inanıyorsanız, o zaman âmenû olarak Allah’a ve Resûl’e itaat edin ve sizden olan idarecilere (ulûl’emre) itaat edin. Eğer bir hususta ihtilaf ederseniz, onu Allah’a ve Resû’lüne götürün, ulaştırın.”
Nisâ Suresi 136. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:
4/NİSÂ-136: Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî vel
kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu). Ve men
yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad
dalle dalâlen baîdâ(baîden).
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve O'nun Resûl'üne ve Resûl'üne indirdiği
Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a îmân edin. Ve kim, Allah'ı, meleklerini,
kitaplarını, resûllerini ve yevm'il âhiri (sonraki ahir gününü) inkâr ederse, o
taktirde uzak bir dalâletle sapmış olur.
İnkâr edilen statünün içinde yevm’il âhir mutlaka
geçiyor. Kişiyi dalâletten hidayete götürecek olan şey budur. Allah’ın temel
emri, bu çağın da alâmet-i farikası, bu çağın remzi, işareti; Hidayettir.
Mâide Suresi 69. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:
5/MÂİDE-69: İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men
âmene billâhi vel yevmil âhıri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki, âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), ve Yahudiler,
Sâbiiler ve Nasrânilerden (Hristiyanlardan) kim Allah'a ve âhir güne îmân eder
ve nefsini ıslâh edici ameller (nefs tezkiyesi ) yaparsa onlara artık korku
yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.
“O yahudilerden, hristiyanlardan, sâbîlerden kimler Allah’a ve yevm’il âhire inanıyorlarsa ve nefsi ıslâh edici amel işliyorlarsa, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.”
Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz (S.A.V)
hayattayken “kitap sahipleri” adını verdiği Yahudilerin, Hristiyanların
arasında da Peygamber Efendimiz (S.A.V) gibi İslâm’ı yaşayanlar olduğunu,
kâinatın tek dînini yaşayanlar olduğunu bu âyet-i kerimesiyle (Mâide-69’la) net
olarak anlatıyor. Ve o insanların özelliklerini veriyor: “Onlar Allah’a ve
ahiret gününe inananlardır.”
Tevbe Suresi 18. âyet-i kerime Allahû Tealâ buyuruyor ki;
9/TEVBE-18: İnnemâ ya'muru mesâcidallâhi men âmene billâhi vel yevmil
âhıri ve ekâmes salâte ve âtez zekâte ve lem yahşe illâllâhe fe asâ ulâike en
yekûnû minel muhtedîn(muhtedîne).
Allah'ın mescidlerini ancak, Allah'a ve ahiret gününe (ruhu ölmeden
evvel Allah'a ulaştırma gününe) îmân eden ve namazı ikame eden ve zekât veren
ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların böylece
hidayete erenlerden olması umulur.
Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’ın mescitlerini
ancak Allah’a ve ahiret gününe îmân eden ve namazı ikame eden ve zekât veren ve
Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların böylece
hidayete erenler olması umulur.
Hidayete erenler kimlerdir? Allah’a ve ahiret
gününe îmân edenlerdir. Allah’a ve ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmaya îmân
edenler. Allahû Tealâ onların hidayete erenlerden olacağını söylüyor. Yani
Allahû Tealâ burada hidayete ermenin başlangıcının Allah’a ve yevm’il âhire
inanmaktan geçtiğini anlatıyor. Ne yapıyorlarmış? Bunlar namaz kılıyorlarmış,
zekât veriyorlarmış ve Allah’tan başkasından korkmuyorlarmış. Bu âyet-i kerime,
âmenû olan ve Allah’a ruhlarını ulaştıracakları güne inananların (yevm’il âhire
inananların), ancak onların hidayete erdiğini söylüyor.
Tevbe Suresi 19. âyet-i kerimede Allahû Tealâ diyor ki:
9/TEVBE-19: E cealtum sikâyetel hâcci ve ımâretel mescidil harâmi ke men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve câhede fî sebilillâh(sebilillâhi), lâ yestevûne ındallâh(ındallâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn (zâlimîne).
Siz hac edenlere su verilmesini, Mescid-i Haram'ın imar edilmesini,
Allah'a ve yevm'il âhire îmân eden ve Allah yolunda cihad eden kimse gibi
(onunla bir) mi tuttunuz? (Onlar) Allah katında müsavi (eşit) değildir. Ve
Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
Yani hacca gelenlere su verilmesi de Mescid-i
Haram’ın imar edilmesi de kişiyi Allah’a âmenû olan, îmân eden ve yevm’il âhire
îmân eden kişi hüviyetine ulaştırmaz. Onlar, Allah yolunda cihad edenlerdir
(nefsleriyle cihad edenlerdir). Yevm’il âhire inanmak (Allah’a ulaşmayı
dilemek) kişiyi bu noktaya ulaştırır. Allah, onu 12 tane ihsanla mürşidine
ulaştırır ve kişi mutlaka nefs tezkiyesine başlar.
Allah’a ve yevm’il âhire inanmak, nefs
tezkiyesinin başlangıcıdır. Nefs tezkiyesi yevm’il âhire inanmakla başlar.
Allah’a ulaşma gününe, ruhunu Allah’a ulaştıracağına kim inanıyorsa sadece
onlar bu âyetteki gibi nefs tezkiyesi yapabilenlerdir. “Onlar Allah’ın katında
müsavi olmaz (eşit olmaz).” diyor Allahû Tealâ.
Ankebût Suresinin 36. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
29/ANKEBÛT-36: Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe
vercûl yevmel âhıre ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb'ı (gönderdik). O zaman
onlara: "Ey kavmim! Allah'a kul olun ve ahiret gününü (Allah'a ulaşma
gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah'a
ulaşmaya mani olmayın)." dedi.
ve ilâ medyene
ehâhum şuayben: Medyen halkına onların kardeşleri Şuayb’ı gönderdik
fe kâle: Dedi ki
yâ
kavmi’budûllâhe: Ey kavmim! Allah’a abd olun, Allah’a kul olun.
vercûl yevmel
âhıre: Ve yevm’il âhire ulaşmayı dileyin, yevm’il âhiri dileyin.
ve lâ ta’sev
fîl ardı mufsidîn: Ve yeryüzünde bozguncular olarak fesat çıkarmayın.
Allahû Tealâ, “vercûl yevmel âhıre: Yevm’il âhiri dileyin.” diyor. Yevmil
âhiri dilemekle Ankebût Suresinin 5. âyet-i kerimesinde aynı şeye ulaşıyoruz.
Ankebût Suresi 5. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki:
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve
huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o
taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu
mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Men kâne yercû likâallâhi: Kim Bize ulaşmayı dilerse
Men kâne yercû likâallâhi: Kim Bize ulaşmayı dilerse
fe inne ecelallâhi leât: Allah’ın dilediği o gün mutlaka gelecektir.
29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder.
Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
Allah’a kul olmak, mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemenin
bir neticesidir. Ankebût- 36’da: “Allah’a kul olun ve ahiret gününü (yevm’il
âhiri) dileyin (isteyin Allahû Tealâ’dan).” diyor. Ve bir evvel söylediğimiz
âyet-i kerime de ancak onların zikrettiklerini, nefsleriyle cihad ettiklerini
söylüyordu. Allahû Tealâ, Ankebût-6’da Allah’a ulaşmayı dileyenlerin (yevm’il
âhiri dileyenlerin) nefsleriyle cihad etmeleri gerektiğini söylüyor:
Talâk Suresi 2. âyet-i kerimede Allahû Tealâ buyuruyor ki;
65/TALÂK-2: Fe izâ belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin
evfârikûhunne bi ma’rûfin ve eşhidû zevey adlin minkum ve ekîmûş şehâdete
lillâh(lillâhi), zâlikum yûazu bihî men kâne yû’minu billâhi vel yevmil
âhir(âhiri), ve men yettekıllâhe yec’al lehu mahrecâ(mahrecen).
Böylece onların (boşadığınız hanımlarınızın) bekleme süreleri tamamlandığı
(iddetleri sona erdiği) zaman artık onları marufla (örfe uygun olarak
güzellikle ve iyilikle) tutun (barındırın) veya marufla onlardan ayrılın
(onları iyilikle serbest bırakın). Ve sizden adalet sahibi iki kişi şahitlik
etsin (şahit olsun). Şahitliği Allah için yapın. Allah'a ve ahir güne
(Allah'a ulaşma gününe) inanan kimseye işte bununla vaazedilir (böyle
yapması istenir). Ve kim Allah'a karşı takva sahibi olursa, (Allah) ona bir
çıkış yeri nasip kılar.
Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’a ve ahiret gününe îmân edenlere öğüt
veririz.”
Allah’a ve ahiret gününe îmân etmek! Görüyoruz ki;
sadece ahiret gününe inananlar hidayete erenlerdir. Hidayete ermek, ruhun
Allah’a ulaşmasıdır. Fizik vücudun, nefsin ve iradenin teslimidir.
Ahzâb Suresinin 21. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki;
33/AHZÂB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne
yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).
Andolsun ki, sizin için ve Allah'a ve ahiret gününe (Allah'a ulaşma
gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resûl'ünde
güzel bir örnek vardır.
lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun: Muhakkak ki onlar için ahsen bir örnek vardır
limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ: Allah’ı çok zikredenler için, Allah’a ulaşmayı dileyenler için ve Allah’a ulaşanlar için
Allahû Tealâ: “Andolsun ki onlar için Resûl’ünüzde (Allah’ın
Resûl’ünde) ahsen bir örnek vardır.” diyor.
Görülüyor ki; Allah’a ulaşmayı dilemekle Allah’a
ulaşmak, birbirinin arkasından kullanılmış. Ahret günü; Allah’a ulaşma günüdür.
Önce dilek, sonra da ulaşmak!
Yevm’il
âhir hidayetin başlangıcıdır. Hidayet, onunla oluşur. Hidayet, yevm’il âhirle gerçekleşir.
Yevm’il âhir, Allah’a mülâki olmakla aynı konudur ve yevm’il âhir; Allaha
ulaşma günüdür.
Allahû
Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir konumuzun daha
sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin, insanların dalâletten kurtulmaları için
vazifeli kılınmalarını ve bu istikamette Kur’ân‘ın bütün ilmine sahip
olmalarını ve Allahû Tealâ’nın hepimizi hem cennet saadetine hem dünya
saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü konumuzu burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.