Allah'a Ulaşmayı Dilemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Allah'a Ulaşmayı Dilemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2015 Cumartesi

ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

                                   ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

Tüm insanlar, Allah ile istese de istemese de bir ilişki içerisindedir. Allahû Tealâ insanları yaratan ve aklı verendir. Allahû Tealâ ruhundan insanlara üfürdüğü için, biz insanları kâinatın en üstün mahlûku kılmıştır. Bir insanın hayatı Allahû Tealâ tarafından, o kişi mutlu olsun diye kendisine verilmiştir (tevdi edilmiştir). Allah insana ruhundan üfürmüş ve insanı hayat adı verilen bir muhtevayla tamamlamıştır.Hayatta sadece iki alternatif vardır: biri yaşamak, ikincisi ölmektir. Ölü olan bir insan, ruhu kendisinde iken de ruhunu Allah'a ulaştırmış olduğu zaman da her iki halde de ruhsuz kalacaktır. Çünkü ölüm, mutlaka ruhun vücuttan ayrılmasını ifade eder. Ölen bir fizik vücut, ruh için artık bir mekân olamaz. Nefs ve ruh için fizik vücut bir mekândır.
İnsanlar rüya gördüğü zaman iki şekilde görebilir. Birincisinde rüyanızda çevredeki herşey fiziktir. Yani bir odaya kapıyı açmadan, kolu çevirmeden giremezsiniz. Duvarların içinden geçemezsiniz, şu anda fizik dünyamızda standartlar neyse rüyada da onu yaşarsınız. Bunun mânâsı; o sırada berzah âleminde olduğunuzdur. Berzah âlemi nefslere ait olan bir âlemdir. O âlemde bizden evvel ölen herkes nefsleriyle yaşamlarını sürdürmektedirler. O âlemde, bu dünyadakine çok benzeyen bir hayat yaşanır. Aranızdan ölerek ayrılmış olan herkes oradadır. Rüyanızda onlarla buluşursunuz, konuşursunuz; eski günleri yâd edersiniz. O zaman onlara sizi inandıracak olan sualleri sorun. Meselâ aranızda çok özel bir konuşma geçmiştir; öyle bir olaydır ki; rahmetliyle hayattayken o olayı yaşamışsınızdır. Onu sorun. Bu dünyadaki yaşantınızın bir gerçek olduğunu, orada da hayatın devam ettiğini ispat eder. Çünkü anlatacağı şeyler, konuştuğunuz şeyler, evvelce yaşadığınız şeylerdir. Hangi derinlikte sual sorarsanız sorun. Aldığınız cevaplarda, o ölmeden evvel onun yaşadığı devrede onunla beraber geçirdiğiniz hadiseleri, beraberce yaşadığınız olayları onun da tam olarak yaşadığını idrak edersiniz. İstediğiniz detayda sual sorun; aldığınız bütün cevaplarda, konuştuğunuz kişinin o rahmetli olan kişi olduğunu görürsünüz. Bu noktada ölmenin aslında bir yok olma olmadığını, yaşantının berzah âleminde devam ettiğini ve aynı aileden olan rahmetli olanların birarada yaşadıklarını görürsünüz. Tıpkı bu dünyada onlar ölmeden evvelki hayatları nasılsa, orada da o şekilde devam etmektedir.
Bir insanın kıyâmetten sonra yaşayacağı hayatta sadece iki tane alternatifi vardır:
1- Cennette olmak.
2- Cehennemde olmak.
İblis İslâm Âleminin başına korkunç bir tuzak kurmuştur. İblis, İslâm'ın 5 şartı ile:  namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmekle insanların mutlaka cennete gireceğini iddia etmektedir. İslâm âleminin hedeflerini kaybetmesinin arkasında yatan iblisin bütün İslâm âlemine kabul ettirdiği bu korkunç tuzaktır. Bu konudaki inceleme göstermiştir ki; İslâm'ın 5 şartıyla hiç kimse Allah'ın cennetine giremez. Kişinin cennete girebilmesi için 6. şart Allah'a ulaşmayı dilemek; 7. şart ise zikirdir.
Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir insanın takva sahibi olması mümkün değildir. Rûm Suresi’nin 31 ve 32. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

         Fırkalara ayrılan insanların dışında kalan bir tek fırka, Allah'a ruhunu hayattayken ulaştırmayı dileyenlerin fırkasıdır. Bu fırkanın adı Fırka-ı Naciye'dir. Fırka-ı Naciye, necat bulan, cennete girecek olan insanların fırkasıdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

         Takva sahibi olmayanlar şirktedir ve gidecekleri yer, ne yazık ki cehennemdir. Çünkü sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlerin takva sahibi olması mümkündür.

İslâm'ın 5 şartı bir insanı cennete ulaştırmaya yeter mi?
Günümüz dîn öğretiminde İslâm'ın 5 şartını öğretmektedirler. İslâm'ın 5 şartı haktır, mutlaka gerçekleşmelidir. Ama İslâm'ın 5 şartı bir insanı cennete ulaştırmaya yetmez. Çünkü Allah'a ulaşmayı dilemeyenler takva sahibi olamaz. Cennet ise sadece takva sahiplerine aittir. O zaman Allah'a mülâki olmayı dilemek, 6. şart olarak devreye girmektedir.
Hidayet, insan ruhunun hayattayken Allah'a ulaşmasıdır.Allahû Tealâ buyuruyor ki:        

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).

 "İnne: Muhakkak ki
el hudâ: hidayet
hudâllâh: Allah'a ulaşmaktır."

 2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (Allah'ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” . Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah'tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.

 "İnne: Muhakkak ki
hudâllâhi: Allah'a ulaşmak, Allah'a ruhun ulaşması
huve: İşte o
el hudâ: Hidayettir."

İnsanlar korkutuldukları için hidayeti gizlemek durumunda kalmışlar. Onlara: "Ruh vücuttan çıkarsa, hafazanallah, Allah korusun, insan mutlaka ölür." denilmiş. Ruh vücuttan ayrılınca insanın öleceğinin zannedilmesi İslâm'ın mahvolmasını sağlayan bir muhteva taşımaktadır
Bütün ilimlerin başlangıçtaki kaynağı İslâm'dı. Bütün dünyaya İslâm âlemi; fiziği, matematiği taşıdı. Piri Reis'in haritasının esrarı hâlâ çözülememiştir. Bugünün tekniğinin ulaşabildiği, yeni yeni bulunan herşey; Piri Reis'in haritasında mevcuttu. O zamanki ilimle Piri Reis'in böyle bir haritayı vücuda getirebilmesi mümkün değildi. Ama bu harita vücuda geldi ve bugün bu harita herkeste vardır. Buradaki dizaynda yardım alma işlevi vardır.
İnsanlar Allah'a 7 safhalı bir mesafe içindedirler.
1. Safha: Allah'a ulaşmayı dilemek yani ruhunu Allah'a ulaştırmayı dilemek (3. basamak).
2. Safha: Mürşide tâbiiyet (14. basamak).
3. Safha: Ruhun Allah’a teslimi (21. basamak)
4. Safha: Fizik vücudun teslimi
5. Safha: Nefsin teslimi
6. Safha: İrşada ulaşmak
7. Safha: İradeyi Allah’a teslim etmek

Bir insan mürşide tâbî olmazsa; tâbîyeti gerçekleşmediği sürece ruhu vücuttan ayrılamaz.
Mürşidine tâbî olan bir kişinin ruhu vücudundan ayrılır ve tâbî olduğu yer her neresiyse ruhu oradan, o dergahtan ayrılarak mutlaka devrin imamının dergâhına ulaşır. Orada insan safları; sol tarafta erkekler, sağ tarafta hanımlar olmak üzere iki ayrı grup oluşturur. Erkekse erkeklerin safları arasında ait olduğu yeri alır. Hanımsa, hanımların safları arasında ait olduğu yeri alır. Yolculuk oradan başlar. O ruh başlangıçta ana dergâhta eğitim görür sonra Allah'a doğru seyr-i sülûk isimli yolculuğa katılır. 1. kata kadar çıkabilir. 1. kattaki görevini tamamlayınca 2. kata kadar çıkabilir ve 3., 4., 5., 6. ve 7. kattaki görevleri de sırasıyla tamamladığında o kişinin ruhu zikir hücrelerinde, zikir devresini de tamamladıktan sonra Sidretül Münteha'ya ulaşır. Sonra oradan dikey bir yolculukla Allah'ın Zat'ına ulaşır.
İnsan ruhu biz istesek de istemesek de Allah'a geri dönecektir. Bütün insanlar ruhun dünya hayatında yaşarken Allah’a ulaştırılması konusunda haberdar edilmişlerdir. Aksi mümkün değildir. Çünkü Zumer-71 gereğince kıyâmet günü cehenneme giden insanlara cehennem bekçileri sorarlar: "Size Allah'ın resûlleri gelmedi mi? Ve ‘Allah'a ulaşmayı dilemezsen, gideceğin yer cehennem.' demediler mi?" Oradaki insanların verdikleri cevap şöyledir: "Evet, bize hidayetçiler geldiler. Ama biz onlara aldırmadık, Allah hiçbir şey indirmemiştir dedik." Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesi bu konuda çok açık bir gerçeği simgelemektedir:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

         Allahû Tealâ, elbette önceden zaman parçaları içerisinde ne olacağını bilmektedir. Allah'a göre zaman parçalarının hepsi yaşanmış, geçmiştir. Bizim yaşadığımız bu devre ve bundan sonraki kıyâmete kadar geçen devredeki yaşantılar, hepsi Allah'a göre geçmiş zamandır.
Allahû Tealâ'nın dizaynı açık ve kesindir. İnsanlar Allah'a mülâki olmayı dilemek mecburiyetindedirler. Dilemezlerse, gidecekleri yer, şirkte kalacakları için cehennemdir. İslâm'ın 5 şartının içinde Allah'a ulaşmayı dilemek diye bir husus mevcut değildir. Bunun kadar önemli bir başka şartta zikirdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:       

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.

         Allah'ın ismini: "Allah, Allah, Allah, Allah..." diye sesli olarak veya sessiz olarak iç dünyamızda dilimizi de kıpırdatmadan tekrar etmemiz; bunların hepsi zikirdir. Allahû Tealâ Ankebût-45'de Kur'ân-ı Kerim'deki en büyük ibadetin zikir olduğunu ifade etmektedir:

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

         En büyük ibadet olan zikir, İslâm'ın 5 tane şartı arasında yoktur. Zikir yoksa manevî tekâmülde yoktur. Manevî tekâmül, bir insanın ruhunun Allah'a yöneldikten sonra vücudundan ayrılarak Allah'a doğru yola çıkmasıyla o kişinin nefsinin kalbindeki fazılların (nurların) miktarına göre taayyün eder. O nurlar, kişinin nefsin kalbinde her % 7 fazl birikimini gerçekleştirdiğinde ruhu da Allah'a doğru yaptığı seyr-i sülûk adlı yolculukta diğer ruhlarla beraber bir gök katı yükselir. O yükselenlerin hepsinin kalpleri en az o seviyeye müsaittir.
Kişi 1. gök katına yükseliyorsa, onun nefsinin kalbinde başlangıçta giren %2 rahmet nuru ve  % 7 fazl nuru vardır.
Kalbinde 2. defa % 7 fazl nuru oluştuğunda; ruh 2. gök katına kadar çıkabilir. Diğerleri daha üst kata çıkarlar.  
Kişinin nefsinin kalbinde oluşan her bir % 7 fazl birikimine paralel olarak ruhu bir gök katı aşacaktır. Böylece 3., 4., 5., 6. ve 7. defa % 7 nur birikimi oluştuğunda sırayla gök katlarını aşarak 7. gök katına ulaşan ruh 7. gök katında 7 tane âlem geçecektir. Son âlem zikir hücreleridir. Orada zikrini tamamladığı zaman zikir hücrelerinden ayrılarak Sidretül Münteha'ya ulaşacak, oradan da Allah'ın Zat'ına ulaşacaktır ve Allah'ın Zat'ında yok olacaktır.
Eğer bir insan yaşarken Allah'a ulaşmayı dilemediyse öldüğü zaman artık ruhu için fizik vücudu bir melce, sığınak değildir. Ölümle birlikte ruh için de nefs için de fizik vücut, onların sığınağı olmak yetkisini yitirmiştir, kaybetmiştir. Ruh da nefs de fizik vücut öldüğü andan itibaren artık onun içinde değillerdir. Fizik vücut sadece bir görüntüdür, mekân olmak vasfını kaybetmiştir. Bu noktada Azrail (A.S) ve O'nun melekleri gelip ruhu alırlar. Allah'a doğru onların yolculuğu başlar. Bu yolculuk dikey olarak 7 tane gök katını aşar. Sidretül Münteha'ya kadar Azrail (A.S) ve O'nun ekibi o ruhu götürür, Sidretül Münteha'dan sonra Allah'ın ruhu Allah'a geri döner. Eğer bu kişi Allah'a mülâki olmayı dilememişse ruhu bu şekilde Allah'a ölümle ulaşır.
Eğer bir insan ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dilemişse ruhu gene Allah'a ulaşmıştır. Allah'a ulaşmayı dilediği için 7 tane gök katını zikir sayısına paralel aşmıştır. Mürşidine tâbî olunca ruh vücudundan ayrılmıştır, seyr-i sülûka girmiştir, 7 tane gök katını diğerleri ile beraber aşmıştır, 7. gök katının 7 tane âlemini geçmiştir. Sidretül Münteha'dan Allah'ın Zat'ına ulaşmış Allah'ın Zat'ında yok olmuştur. Ölümle de ruh Allah'a ulaşır, nefs tezkiyesi yapıldığı zaman da ruh Allah'a ulaşır. Her hâlükârda, bir insan cehennemlik de olsa cennetlik de olsa; ruhu mutlaka Allah'a geri döner. Ruh, Allah'ın ruhudur. Ama nefs ya cennete gidecektir ya da cehenneme gidecektir. İşte Allah'a mülâki olmayı dilemeyen bir insan için gidilecek yer, ne yazık ki cehennemdir.
İslâm'ın 5 şartının cennete girmek için yeterli olduğunu zannetmek yanlıştır. Allah'a ulaşmayı dilemeden kimse takva sahibi olamaz. Kişi takva sahibi olamazsa cehennemden kurtulması hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü cennet sadece takva sahiplerine açıktır. Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişiler şirktedir. Müşriklerin cennete gitmesi mümkün değildir.
Bir tek dileğin; Allah'a ulaşmayı dilemenin, kişiyi şirkten kurtardığını; böylece kişinin takva sahibi olduğunu Rûm Suresinin 31. ve 32. âyetlerinde açık ve kesin olarak görmekteyiz.
Sadece Allah'a mülâki olmayı dileyenler takva sahibi olabilir ve sadece onlar gizli şirkten kurtulabilir. Açık şirk putlara tapmaktır. Onların kurtuluşunun olmadığını herkes bilir. Ama önemli olan, insanların bilmediği, onlara yanlış öğretilmiş olan Kur'ân hakikatleridir.
Dîni bugünün dîn öğretisinden alan bütün insanlar zannederler ki; "İslâm'ın 5 şartı yeterlidir ve onu yaptık mı doğru cennete giremeyiz. Ama günahlarımız kadar Allah bizi cehenneminde hafif tertip kavurur, yakar. Ondan sonra hop; oradan çıkarız cennete gideriz."
 Allahû Tealâ 53 tane Kur'ân-ı Kerim âyet-i kerimesinde, cezalandırılmak üzere cehenneme giren bir kişinin, cehennemden çıkmasının mümkün olmadığını en açık şekilde söylemektedir. Kur'ân-ı Kerim'de cehenneme girenlerin cehennemden çıkıp da cennete gireceklerine dair hiçbir âyet-i kerime mevcut değildir.
İnsanlar:  "Aman Kur'ân-ı Kerim'i incelemeyin, çarpılırsınız ha!" gibi sözlerle korkutulmuşlardır. Asırlardan beri İslâm'ın 5 şartından ibaret kılınan ve Kur'ân'ın devre dışı bırakıldığı, insanların yazdığı kitaplara dayalı olan bir yanlış dîn öğretimi, İslâm âlemini; hem dünya ilminin çok gerisinde bırakmış hem de bu yanlış öğreti topyekûn insanları cehenneme doğru yürütmektedir. Bir tane Kur'ân-ı Kerim var; O'nu Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e Allah yazdırdı ve Kur’ân’da Allahû Tealâ Allah’a ulaşma dileğini üzerimize farz kılmıştır.
Allahû Tealâ, kişinin Allah'a ulaşmayı dilemesini yeterli bulmaktadır. Onları mürşidlerine mutlaka ulaştırmaktadır. Tâbiiyetlerini sağlayıp, ondan sonra da Allah'a doğru yola çıkan ruhlarını Sıratı Mustakîm üzerinden Kendisine, gene Allah ulaştırmaktadır.
Bir insan ruhunu Allah'a ulaştırmayı dilediği an Allah ondan haberdardır. Kişi 1. kat cennetin sahibi olmuştur. Allah onu mürşidine ulaştıracaktır, tâbiiyetini sağlayacaktır. Böylece kişi 2. kat cennetin sahibi olur. Bundan sonra Allahû Tealâ o kişiyi, 3. kat cennetine ulaştırmak istikametinde yardımını esirgemeyecektir. O kişinin mürşidine tâbiiyetle vücudundan ayrılmış olan ruhunu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Ulaştırdığı zaman da o kişi 3. kat cennetin sahibi olacaktır. Buraya kadarı Allahû Tealâ tarafından garanti edilmiştir.
Bir insanın dünya mutluluğu ise, nefsinin kalbindeki afetlerin seviyesine bağlıdır. Bu kişi Allah'a ulaşmayı dilemeden, nefsinin kalbi % 100 afetlerle doludur. Allah'a ulaşmayı dileyip, mürşidine tâbî olduktan sonra nefsinin kalbini Allahû Tealâ 7 kademede % 51 nurla doldurur. Böyle bir muhteva kişinin dünya mutluluğunun % 51'e ulaşmasını sağlar. Bunu Allah gerçekleştirir. Kişinin nefsinin kalbindeki % 51 nur birikimi, onu dünya mutluluğunun % 51'ine ulaştırır. 3. kat cennet, dünya mutluluğunun yarısı Allahû Tealâ tarafından bütün insanlara sadece Allah’a ulaşmayı dilemeleri ile hibe edilir, karşılıksız verilir. İşte O Allah'tır ki; insanları bu kadar çok sever. Onların sadece mutlu olmalarını sağlar.



6 Kasım 2015 Cuma

ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biriyle karşı karşıyasınız.
Bu âyet-i kerime, Kur’ân-ı Kerim’in birinci safhasını anlatır:
ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK
Bir tek dilek; Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa, kurtuluş da yoktur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan, Allah’ın hanif fıtratıyla yarattığı bütün sistemlerini, kapalı ve mühürlü tutmaya karar vermiş bir insandır. Âyetleri bilse de bilmese de netice değişmez. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, cennete gitmesi mümkün değildir.
İnsanlar için sadece iki tane alternatif vardır:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek.
2- Allah’a ulaşmayı dilememek.
Bir insan, hayattayken ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Bu insan, 80 yaşında ölse, sorumluluk 15 yaşında başladığı için hayatının 65 senesini ibadetle geçirmiş ve İslâm’ın 5 şartını ömür boyunca yerine getirmiş olsa, yani namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş, hacca gitmiş, kelime-i şahadet getirmiş olsa bile en önemli, en büyük ibadet olan zikri yapmamıştır. İslâm’ın 5 şartı arasına zikri koymamıştır. Allah’a ulaşmayı dilemediği cihetle bu ibadetlerin hiçbiri onu kurtaramaz. İbadet yapmıştır ama Allah’a kul olamamıştır. Çünkü ilk kulluk, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Ve de Allah’a kul olamayan cennete giremez, dünyada da mutlu olamaz.
“İslâm” kelimesi, Allah’a teslim olmak demektir. İslâm ve teslim kelimeleri aynı kökten gelir: Sin, lâm ve mim. İslâm’ın 5 şartının içinde teslim olmak yoktur. Oysaki, Allahû Tealâ:
1- Ruhu
2- Fizik vücudu
3- Nefsi
4- İradeyi Allah’a teslim etmeyi emretmektedir. Bunlar üzerinize farz kılınmıştır.
Bütün sistemleri 7’li olan İslâm’ın inanç şartları, bugün 6’ya indirilmiştir. Mü’min olmanın 7. inanç şartı (ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaştırılmasına inanmak) devreden çıkarılmıştır. İslâm’ın 6. ve 7. şartlarının da bu asr-ı hidayette yerli yerine ulaştırılması lâzımdır. İslâm’ın 5 tane şartı, kurtuluşu içermemektedir. Ama eğer onlara ruhu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilemek 6. şart olarak; ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi Allah’a teslim etmek 7. şart olarak ilâve edilirse o zaman İslâm’a lâyık bir değer oluşur. Bütün sahâbe, bu 7 tane şartı yerli yerine oturtmuş, hepsini gerçekleştirmişlerdir.
Allah’ın sözü var. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Kendisine ulaştırır. Yani o kişi, Allah’a ulaşmaz. Allah, onu Kendisine ulaştırır. Allah’ın kontrolünde, Allah ona öyle yardımlar eder ki, kişi Allah’tan otomatik olarak 12 tane ihsan alır ve bu ihsanlarla mürşidine ulaşır.
Allah önce Rahmân esmasıyla tecelliye başlar, gözlerdeki hicab-ı mestureyi alır, kulaklardaki vakrayı alır, kalpteki mührü açar, küfrü alır, kalpteki ekinneti alır, yerine ihbat koyar. Allahû Tealâ, kişinin kalbine ulaşır, kalbin nur kapısını Allah’a çevirir, göğsünden kalbine nur yolu açar, kişinin huşûya ulaşmasını sağlar. Mürşidini gösterir. Ve kişi mürşidine ulaşıp, önünde diz çökerek tövbe eder. 7 tane ni’met alır. Ve bu ni’metlerle kişi önce ruhunu, sonra vechini, nefsini ve iradesini adım adım Allah’a teslim etmek için hazır hale gelir.
Böylece nefs tezkiyesini gerçekleştirecek ve ruhunu Allah’a ulaştıracaktır. Allah’ın sözü buraya kadardır. Ondan sonra kişi, şeytanın şiddetli saldırısına defalarca uğrar. İblis onu o hidayet noktasından tekrar aşağı düşürmek için ardarda bütün gayretini sarfeder.
Bu âyet, birçok âyetle illiyet rabıtası içerisindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin cehenneme gitmesi burada, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin kurtuluşu  ise Vel Asr Suresinde anlatılmaktadır:

103/ASR-1: Vel asrı.
Asra yemin olsun.
103/ASR-2: İnnel insâne le fî husrin.
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.

Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’a ulaşacaklardır. Yunus Suresinin 7. âyet-i kerimesi aşağıdaki 4 âyetle direkt olarak ilişkilidir.

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

(29/ANKEBUT-5)

29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse bu dünyadaki titri, hangi ilim kademesini temsil ederse etsin o, Allah’ın âyetlerinden gâfildir.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
AÇIKLAMA  
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, bu âyet-i kerime gereğince, Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin gideceği yerin mutlak olarak cehennem olduğunu söylüyor. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in “olmazsa olmaz” şartıdır. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse, dilemeyen kişinin kurtuluşu hiçbir şekilde mümkün değildir. Dileyen kişi ise mutlaka Allah’ın cennetine girer. Yunus Suresi 7 ve 8. âyet-i kerimeleri, cennetin anahtarı, cehennemin de kilididir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Ama dileyenin de Allah’ın yardımı geleceği için gideceği yer mutlak olarak Allah’ın cennetidir.
            Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler ve Allah’a ulaşmışlardır: (39/ZUMER-18)
            İnsanoğlunun ruhunu Allah’a ulaştırma noktasına dikkatle bakın: Kişi, Allah’a ulaşmayı diliyor, Allah onu mürşidine ulaştırıyor, nefs tezkiyesine başlatıyor ve kişi mutlaka ruhunu Allah’a ulaştırıyor.
Allah’a ulaştığı taktirde kişinin kurtulmaması mümkün değildir.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olun.” diyerek en önemli olaydan bahsetmektedir. Allah’a yönelmek, Allah’a ruhu hayatta iken ulaştırmayı dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilemek Kur’ân’ın OLMAZSA OLMAZ şartıdır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişinin cennete girmesi mümkün değildir. (10/YUNUS-7 – 8)
Allah’a yönelenler, Allah’a ulaşmayı dileyenler ve böylece takva sahibi olanlar söz konusudur.
Allah’a yönelmek Allah’ın bir farz emridir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse 1. takvanın sahibi olur. 7 kademeli takvadan birincisi Allah’a ulaşmayı dileme takvasıdır.
Buradaki namaz, hacet namazıdır. Allahû Tealâ 7 furkanı verdikten ve o kişiyi gören, işiten, idrak eden hale getirdikten sonra kişinin hacet namazını kılması, mürşidini huşûya ulaşarak Allah’tan talep etmesi lâzımdır. Allahû Tealâ, bu namazın ikame edilmesini böylece müşriklerden olunmamasını emretmektedir.
Çünkü kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o mutlaka şirktedir.
Rum Suresinin 32. âyet-i kerimesi o şirki anlatmaktadır.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a yönelenler tek bir fırkayı, mü’minleri oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerse, dînde fırkalara ayrılanlardır ve onlar geriye kalan bütün inanç gruplarını oluştururlar. Allah’a ulaşmayı dilemezlerse, takva sahibi olmazlarsa onlar müşriklerden olacaklardır. Şirkte oldukları için gidecekleri yer cehennemdir.
Bugün Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin 72 tane fırkasından bahsedilmektedir. Ama aynı fırkaların içinde Allah’a ulaşmayı dileyen küçük birer azınlık hepsinin içinde mevcuttur. Onlar fırkalara ayrılmayan, takva sahipleridir. Allahû Tealâ sadece iki grup insanın olduğunu ifade etmektedir:
1- Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahibi olanlar.
2- Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi olmayanlar.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyip de tek bir fırkada olanları, müşriklerden olmayanları Sebe Suresinde mü’minler olarak anlatmaktadır:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

Bu âyette, şirkte olanlar olarak vasıflandırılanlar, fırkalara ayrılmış olanlardır. Fırkalara ayrılmayanlar, şirkte olmayanlar sadece Allah’a yönelerek Allah’a ulaşmayı dilemiş olanlardır. Kim Allah’a yönelirse o, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir. Allah’a yönelmekle Allah’a ulaşmayı dilemek aynı şeydir.
Şura-13 Allah’a yönelmenin Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ispat etmektedir.  (42/ŞÛR–13)

31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ’nın Lokman-13’te ifade ettiği şirk Rum Suresinin 31 ve 32. âyetlerindeki şirktir. Şirkten kurtulmak için Allah’a ulaşmayı dilemek temel farzdır. “Bana yönelenlerin yoluna tâbî ol” ifadesi ile “Sonra dönüşünüz Banadır” ifadesi ölümden sonra bana döneceksiniz demektir. “Bana yönelenlerin yoluna tâbî ol” Bana ulaşmak için yola çıkanların yoluna tâbî ol, demektir. Çünkü Allahû Tealâ Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde diyor ki: (42/ŞÛR–13)
Öyleyse burada Allahû Tealâ: “Sonra dönüşünüz, Banadır.” diyerek bütün insanların dönüşünün Kendisine olduğunu ifade etmektedir. Bu dönüş ölümden sonraki dönüştür. Kişinin ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırması ile ruhun ölümden sonra Allah’a dönüşü aynı şey değildir. Ölmeden evvel Allah’a ulaşmak hidayete ermektir.

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet-i kerime Kur’ân’ın en önemli âyetlerindendir. Bu âyet, Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayarak bütün teslimleri muhtevasına alan bir muhteva taşır.
Ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin teslimi birbirinin arkasından gelen teslimlerdir:
1-   (1. safha), Allah’a ulaşmayı dilemekle 3. basamakta başlar. Bu ilk bölümdür ve  7. basamağa kadar devam eder. 7. basamaktan 14. basamağa kadar ise, Allah’a yönelmek 1. safhanın ikinci bölümü olarak devam eder.
2-   Kişi 14. basamakta mürşidine tâbî olur (2. safha).
3-   21. basamakta ruhun Allah’a ulaşması, ilk teslimdir (3. safha).
4-   25. basamakta fizik vücudun Allah’a teslimi 2. teslimdir (4. safha).
5-   27. basamakta nefsin Allah’a teslimi 3. teslimdir (5. safha).
6-   28. basamağın 4. kademesinde kişi muhlis olur, yani irşad olur (6. safha).
7-   28. basamağın 5. kademesinde iradenin Allah’a teslimi 4. teslimdir (7. safha). Burada kişi “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle irşad makamının sahibi kılınır.
Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesi, Allah’a yönelmek, Allah’a ulaşmayı dilemek de dahil olmak üzere bütün teslimleri içerir.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyet, 23 tane Kur’ân-ı Kerim mealinde de çarpıtılarak “Onlar ki; Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi birleştirirler.” (ki birleştirmek diye bir şey geçmiyor. “Ve onlar vasıl ederler, ulaştırırlar.” diye geçmektedir) sözünden sonra parantez içinde de: (Akrabalık bağlarını devam ettirirler, mü’minlere iyilikte bulunurlar) Rab’lerinden korkarlar ve kötü hesaptan endişe ederler.” denilmiştir.
Allah’ın söyledikleri tamamen değiştirilmektedir. Çünkü bu âyette “vuslat” yani ruhun, o insan ölmeden evvel Allah’a ulaştırılması vardır ve onun gizlenmesine çalışılmaktadır.
Bir evvelki âyetteki “yenkudunel misak” “misaki bozmalar” ifadesi; bu âyetle birleştirildiğinde, ruhun ezelde Allah’a verdiği: ruhun ölümden evvel Allah’a ulaştırılmasına ait misaki anlatmaktadır.
Bu âyettekiler Allah’ın Vechi’ni (Zat’ını), Allah’ın Zat’ına ruhlarını ulaştırmak için dileyenlerdir.

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İnsana Allah tarafından üfürülmüş olan, insandaki Allah’ın ruhunun, hayatta iken Allah’a ulaşması emrolunuyor, yani farz kılınıyor.
Secde Suresinin 9. âyetinde Allah insana ruhundan üfürdüğünü açıklıyor.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Fecr Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde Allah ruha “Geri dönerek Rabbine ulaş.” emrini veriyor.

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

(4/NİSÂ-58)

51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Öyleyse Allah’a kaç, Allah’a sığın.” Yani “Allah’a ruhunu hayatta iken ulaştır.” buyruluyor. Allah’a insan ruhunun hayatta iken ulaştırılması açık bir şekilde emrolunuyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V) apaçık bir uyarıcı olarak insanları uyarıyor.

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, iyi işiten ve en iyi görendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevgili kardeşlerim bu âyet iki yönlü bir âyet. Şu dünya üzerinde insanlardan bir emanet aldıysanız o emanetleri emanetlerin sahiplerine vereceksiniz. Emanetler sizin değildir. Emanet olarak almışsınızdır. Onları sahibine iade etmekle teslim olmakla emrolundunuz.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler bu âyette bir şeye dikkat etmeniz lâzım. Allahû Tealâ diyor ki: “Emanetler.” diyor ama sahipleri demiyor “Sahibi” diyor. Ehillerine demiyor “Ehline” diyor. Gördüğünüz gibi emanetler çoğul kullanılmış ama sahipleri yok. Emanetlerin hepsinin bir tek sahibi var âyet-i kerimede. Emanetleri sahibine teslim etmenizi, tebliğ etmenizi emreder sahiplerine değil. Öyleyse emanetler olacak birden fazla ama sahibi bir olacak. Acaba Allahû Tealâ ne demek istiyor? Bizde emanet var, ruh. Emanet var, fizik vücut. Bu ikisi teslim olduktan sonra emanet hükmüne girecek olan bir rehine var nefs. Ondan sonra da bir başka emanet daha var, irademiz.
Öyleyse Allahû Tealâ bütün emanetleri sahibine teslim etmenizi emrediyor. Ruhunuzu da fizik vücudunuzu da (vechinizi de) nefsinizi de ve iradenizi de. Bunlardan sadece iradenin tesliminde Allahû Tealâ muvafakatınızı ister. Siz isterseniz, eğer böyle bir talebiniz olursa iradenizi de Allah’a teslim edersiniz. Allah’ın iradesine bağlanırsınız. Böyle bir talebiniz yoksa Salâh’ın son mertebesine ulaşmazsınız Allah’a köle olmazsınız. Allah’a kul olmanın son mertebesine ulaşırsınız ve bütün güzellikleri her halükarda yaşarsınız.
Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler Allahû Tealâ burada 3 emanetin de Allah’a teslimini açıkça istiyor. Ruhumuzu Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Fizik vücudumuzu, vechimizi, Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Nefsimizi de Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Öyleyse 3 vücut 3 teslim. Üçü de üzerimize Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Şimdi bütün insanlar için söz konusu olan şey Allah’a emanetleri teslim etmeleri. Bunun için her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, mürşidinize ulaşacaksınız, ruhunuzu Allah’a teslim edeceksiniz, fizik vücudunuzu Allah’a teslim edeceksiniz ve nefsinizi Allah’a teslim edeceksiniz. Ve iradenizi de Allah’a teslim etmek isterseniz onu da teslim edeceksiniz. Allahû Tealâ onu da farz kılmış ama sizin rızanızı mutlaka orada istiyor.
Olmadıkça, siz rızanızı belirtmedikçe Allah’a iradeniz teslim olmaz. Allah iradenizi teslim almaz.
Allahû Tealâ burada diyor ki: “Bir de diyor yeryüzünde hakemlik ettiğiniz zaman gene üzerinizde iki tarafın hakkı da emanettir.” Adaletle hükmedeceksiniz ki iki tarafın da hakkını kendilerine teslim etmiş olasınız. Adaletin en güzeli Allah’a aittir. Onun için Allah’ın resûlleri adaletin gerçek sahipleridir. Niçin? Kararı kendileri verdikleri için mi? Hayır, kendileri karar veremezler. Daima karar için Allah’a müracaat ettikleri için ve daima Allah’ın kararını başkalarına ulaştırdıkları için. Allahû Tealâ burada diyor ki: “Muhakkak ki Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor.” diyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir. Allah işitir ve bilir, semiûn alîm.

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
1- “Rabbine dön” ifadesiyle Allah nefse değil Rabbine geri dönerek Rabbine ifna olacak bir varlığa, yani ruha hitap ediyor. Nefs ölümle Allah’a dönmez.
2- Kendisinden evvel ölen aile fertleriyle birlikte olmak üzere nefslerin kıyâmete kadar yaşayacakları berzah âlemine gider.
3- Allah hidayetin hayatta iken Allah’a ulaşmak olduğunu söylüyor.
Innel hudâ hudallâhi (Muhakkak ki  hidayet Allah’a ulaşmaktır). (3/ÂL-İ İMRÂN-73)
Inne hudallâhi huvel hudâ (Muhakkak ki Allah’a ulaşmak var ya işte ol hidayettir). (2/BAKARA-120)
                        1- Emmare
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

                        2- Levvame
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.

3- Mülhime     (91/ŞEMS-8)
                        4- Mutmainne (89/FECR-27)
            5- Radiye        (89/FECR-28)
            6- Mardiyye    (89/FECR-28)
            7- Tezkiye
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

4-      Ruhu hayatta iken Allah’a dönecektir.
(13/RA’D-21) - (73/MUZEMMİL-8) - (51/ZÂRİYÂT-50) - (10/YÛNUS-25) - (4/NİSÂ-175) - (4/NİSÂ -58) - (13/RA’D-27) - (42/ŞÛRÂ-13)

42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kişi sadece Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın davetine icabet edebilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler dalâlettedir. Gidecekleri yer cehennemdir. Ölüm günü geldikten sonra davete icabet etmek bir şey ifade etmez çünkü kişi hakikati zaten görecektir.
Allahû Teala: “Şu dünya hayatını yaşarken Benim davetime icabet edeceksiniz.” demektedir. İşte Allah’ın daveti, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Eğer davete icabet edilirse kurtuluş garantidir. Davete icabet edilmezse cehennem garantidir.
Allah’ın davetine icabet etmeyenlerin, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin durumu Yunus Suresinin 7. ve 8. âyet-i kerimelerinde anlatılmaktadır: (10/YÛNUS-7 – 8)
Öyleyse insanlar ölüm günü gelmeden önce Allah’ın davetine icabet etmek mecburiyetindedirler.

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî, iz kultum semi’nâ ve ata’nâ, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyette zikredilen ni’met, devrin imamının ruhudur. Namaz kılan herkes günde 45 kere okuduğu Fatiha Suresinin 7. âyet-i kerimesiyle Allahû Tealâ’dan Sıratı Mustakîm’e, (başlarının) üzerlerine (devrin imamının ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoluna ulaşmayı diliyor.

1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı’nın ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Allahû Tealâ, elest bezminde, bütün insanların, Allah’ın huzurunda toplanmasını A’raf-172’de ifade ediyor.

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde ise elest bezmindeki toplantının neticesini belirten Allahû Tealâ herkese nefsler, ruhlar ve fizik vücutlar olarak ayrı ayrı hitap ediyor:
“Ben, sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler; sizlerden yemin istiyorum, ey ruhlar; sizlerden misak istiyorum, ey fizik vücutlar; sizlerden ahd istiyorum. Sözlerimi işittiniz mi?" Diyoruz ki: “İşittik” Allahû Tealâ bunun üzerine: “Emrime itaat edin!" buyuruyor.
Nefsler tezkiye ve tasfiye olacaklarına dair yemin, ruhlar fizik vücutları ölmeden evvel Allah’a geri döneceklerine, Allah’a ulaşacaklarına dair misak ve fizik vücutlar şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a ahsen kul olacaklarına dair ahd veriyor. Allahû Tealâ soruyor: “İtaat ettiniz mi emrime?"  “İtaat ettik” diyoruz.
Ve böylece Allah’a verdiğimiz yemin, misak, ahd ortaya çıkıyor. Allahû Tealâ da yeminlerimizi, misaklerimizi, ahdlerimizi, üzerimize farz kıldığını, bizi bu yemin, misak ve ahdle Kendisine bağladığını, taahhüd altına soktuğunu, üzerimize bu görevi yüklediğini ifade ediyor.
Nefs, ruh ve fizik vücut açısından aynı standartlarda, ayrı ayrı olaylar söz konusudur. Çünkü nefs tasfiye olacağına yani nefsin kalbindeki afetleri yüzde yüz yok edeceğine, yerle-rine fazılların geleceğine dair Allahû Tealâ’ya yemin veriyor. Ruh, fizik vücut sağ iken, hayatta iken Allahû Tealâ’ya ulaşacağına dair misak veriyor. Ve fizik vücut şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olacağına dair Allah’a ahd veriyor. Ve bu yemini, misaki ve ahdi aldıktan sonra Allahû Tealâ bir de bizden ikrar almak için soruyor; “İtaat ettiniz mi?" diye ve “atâna” diyoruz, “itaat ettik."
Allahû Tealâ herkesten “elestu birabbikum günü” yemin, misak ve ahd alıp bunları herkesin üzerine farz kıldıktan sonra İlâhi İrade herkesin cüz’i iradesinden Allah’a teslim olacağına dair bu âyet-i kerimede bahsedilen misaki alıyor. Kur’ân-ı Kerim’de Rad Suresinin 20. âyet-i kerimesinde bahsedilen “ahdallahi” Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde geçen iradenin misakine eşdeğerdir. (5/MÂİDE-7)
Bakara Suresinin 132. âyet-i kerimesinde zikredilen “Allah’ın vasiyeti” Ali İmran Suresinin 76. âyet-i kerimesinde geçen ahde (misak, ahd, yemin ve iradenin misakini içeren) eşdeğerdir.

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.

2/BAKARA-132: Ve vassâ bihâ ibrâhîmu benîhi ve ya’kûb(ya’kûbu), yâ beniyye innallâhestafâ lekumud dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
İbrâhîm de bunu kendi oğullarına vasiyet etti. Yâkub da: “Ey oğullarım! Muhakkak ki Allah, bu dîni sizin için seçti. Artık siz ölmeyin. Ancak Allah’a teslim olarak (ölün).” dedi.

3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ, yetimin malı konusunda kesin emrini vermektedir. Yetimlerin malı yetimlere aittir. Vasilere; yetimlerin dışında bulunan büyükler, anne, babaları öldükten sonra yetimleri korumaları altına alanlar ve sahipleri altına alanlara, yetimin malına kendilerine menfaat çıkarmak açısından kesinlikle yaklaşmamaları açık bir şekilde emrediliyor. Buluğa erdikleri zaman da Allahû Tealâ’nın emri, mutlaka onlara mallarını teslim etmek, kendi mülkleri olarak kullanmalarını temin etmek, o konuda da yardımcı olmaktır. Eğer bir teraziyle iş yapan birisi tartıyı kendi lehine kullanıyorsa yani eksik tartıyorsa devamlı haram yiyor demektir. O, onun gideceği yeri kesinlikle cehennem kılar. Allahû Tealâ, “Ölçüyü, tartıyı adaletle yerine getirin. Biz kimseyi gücünün dışında sorumlu tutmayız. Nefsi mükellef tutmayız. Onun kapladığı alan içerisi hariç, onun vasi olduğu alan, yani ona hangi gücü verdiysek, o kişiden istediğimiz şey, o gücün içinde kalır. O büyük gün, ona verdiğimiz imkânın muhassalasını (semerisini, sonucunu) isteriz. Daha fazlasını istemeyiz. Kim neyi yapabilecek kapasitede ise ondan sadece o kapasiteyi isteriz. Yakınınız olsa bile, yakınınız hakkında şehadet ediyorsanız bile mutlaka doğruyu söyleyin. Ve Allah’ın ahdini yerine getirin.” diyor. “Ve bi ahdillahi evfu” ki siz onunla Allahû Tealâ’nın size vasiyet ettiği emrini yerine getirin.
            Burası bu âyetin en önemli bölümüdür. Allahû Tealâ “Allah’ın ahdi” diyor. Allah’ın ahdi, bizim irademizin misakine eşdeğerdir. Ruhumuzu, fizik vücudumuzu ve nefsimizi Allah’a teslim etikten sonra Allahû Tealâ irademizin teslimini ister. Allah cephesinden Ahdallahi bizim irademizin misakiyle örtüşmektedir.  Yeminlerimizin gereğini yerine getirmek; ruhu, vechi, nefsi Allah’a teslim etmek demektir. Yeminlerimize ilave olarak irademizin misaki Allah’ın bize olan vasiyetidir. Bu vasiyet:
1- Ruhumuzu Allah’a teslim etmeyi
            2- Fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmeyi
            3- Nefsimizi Allah’a teslim etmeyi
            4- İrademizi Allah’a teslim etmeyi ihata eder, muhtevası içine alır.
            Allahû Tealâ, vasiyetini böyle yapmasına rağmen bunun karşılığında bizden istediği yemin, misak, ahde baktığımız zaman vasiyetin son bölümünün bizden yemin ile istenmediğini görüyoruz. Karşılık olarak yemin tarzında bir şey söyleyerek, emri üstlenmemizi Allahû Tealâ emretmiyor. Ruhumuzu Allah’a ulaştıracağımıza dair bizden misak almış. Fizik vücudumuzu şeytana kul olmaktan kurtarıp, Allah’a kul edeceğimize dair bizden ahd almış. Nefsimizi Allah’a teslim edeceğimize dair bizden yemin almış. Böylece üçüne misak, ahd ve yemin diyoruz. Bunlar bizim Allah’a verdiğimiz yemin, misak ve ahd’imizdir. Bunların ötesinde irademizin teslimine dair bizden MİSAK almış.
            Ahdimiz, fizik vücudumuzun Allah’a teslimini içeriyor. Ama Allah’ın ahdi, Allah’ın bizden istedikleri yani Allah’ın bize olan vasiyeti ki farzın temelini vasiyet oluşturur, bunların ötesindedir. Allahû Tealâ, irademizi de Allah’a teslim etmemizi istiyor.
            Allahû Tealâ, A’raf Suresi 172. âyet-i kerimede Âdemoğulları’nın üzerine nefslerine şahit tuttuğunu buyurduktan sonra “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyuruyor. Hepimizin cevabı “Evet” oluyor. Yani “Sen bizim Rabbimizsin” diye ikrar ediyoruz.
            Rabbimiz bu konunun devamını Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde bize hatırlatıyor ve buyuruyor. (5/MÂİDE-7 )
            Burada, daha önce ruhumuzdan misak, fizik vücudumuzdan ahd, nefsimizden yemin adlı yeminleri alan Rabbimiz, irademizi de Allah’a teslim etmemiz istikametinde irademizi bağlayan bir misak aldığını buyuruyor. Bu da dördüncü yeminimizdir.
            Allah’ın ahdi bizim irademizin misakine eşittir. Bu âyet-i kerimede (En’âm-152) Rabbimiz, “Allah’ın ahdini yerine getirin.” buyurmakla direkt olarak irademizin verdiği misaki yerine getirmemizi emrediyor. İrademizin misaki en son teslimimizin yerine gelmesi demektir. Bunun yerine gelebilmesi için de, daha önceki safhalarda:
            1- Ruhumuzun misakini (21. basamakta)
            2- Fizik vücudumuzun ahdini (25. basamakta)
            3- Nefsimizin yeminini (26. basamakta) yerine getirmiş olmamız gerekir.
            İrademizin teslimi ve irademize ait misakin yerine getirilmesi ise 28. basamağın 4. kademesindedir. Allah’ın vasiyeti ise dört teslimimizin birden yerine getirilmesini ifade eder.
            Öyleyse görülüyor ki, iradenin bağlanması, müzeyyen olma şartına bağımlı, müzeyyen olma ise daimî zikre ulaşan bir kişide yaşarsa otomatik olarak olgunlaşan bir meyvedir. Kişiyi mutlaka bu noktaya ulaştıracaktır. Onun için Allahû Tealâ, insanlardan bu konuda bir söz almak gereğini duymamış ama vasiyet ruhun, vechin ve nefsin tesliminden sonra iradenin teslimini de içerir. Buradan Allahû Tealâ, ‘ahdallahi’ Allah’ın ahdi dediği zaman bu, vasiyettir.
Vasiyet; üç vücudumuzun tesliminin ötesinde irademizin teslimini de içerir. Ama Allahû Tealâ, diğerleri konusunda ruhumuzu Allah’a teslim edeceğimize dair bizden misak almış, fizik vücudumuzu Allah’a teslim edeceğimize dair ahd almış, nefsimizi Allah’a teslim edeceğimize dair yemin almış, ama irademizi Allah’a  teslim edeceğimize dair bir söz almamıştır.
            Böylece bütün insanlar için Allah ile olan ilişkilerde bir dizayn söz konusudur. Bu âyet, Maide Suresinin 7. âyet-i kerimesi ile bir illiyet rabıtası içerisindedir.
            Allahû Tealâ’nın bize vasiyet ettiği dizayn net bir şekilde orada da belirtilmiştir. Bilin ki; Allahû Tealâ, hepinizin ruhunuzu da, vechinizi de, nefsinizi de mutlaka Allah’a teslim etmenizi üzerinize farz kılar. Bu Allahû Tealâ’nın farz emridir. Öyleyse dizayn budur. Vasiyet ise bütün muhtevayı kaplayan, sizi herşeyinizle ruhunuzla, vechinizle, nefsinizle, iradenizle Allah’a teslime götüren, Allah’ın bir temel emridir. 

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ diyor ki: “Allah selâm yurduna davet eder.”
Selâm, selâmet, salim, Islâm, teslim, müslim, müslüman kelimeleri (28 ayrı açıdan 28 kelime türeyebilir) “slm” kökünden gelmektedir. Bilelim ki “sin”, “lâm” ve “mim” den oluşan, “slm” kökünden gelen bu kelimeler, Kur’ân-ı Kerim’de en çok mânâlandırıldığı şekliyle “teslim”i ihata eder. Onun için Allahû Tealâ’nın selâm yurduna davet etmesi aslında teslim yurduna davet etmesidir.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyi ve ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasını, 12 defa farz kılmıştır. Mutlaka ruhun Allah’a ulaşması lâzımdır. Allah’a ulaşınca teslim olur. Buradaki “selâm” kelimesinin muhtevası, teslimdir. Çünkü Allahû Tealâ, âyet-i kerimede buyuruyor ki: “Allah kimi, o selâm yurduna ulaştırmayı dilerse, o kişiyi Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”
Sıratı Mustakîm’e ulaştırırsa ne olur?  (4/NİSÂ-175)
Sıratı Mustakîm, insan ruhlarını Allah’a ulaştıran yoldur.

6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).

(3/ÂL-İ İMRAN-73) - (2/BAKARA-120)
Net olarak Allahû Tealâ bizlere Sıratı Mustakîm’in hidayete erdirdiğini, Allah’a ulaştırdığını söylüyor. Allah’a ulaşan ruh, Allah’ın Zat’ında yok olur, ifna olur. Bu, ruhun Allah’a ulaşması ve O’na teslim olmasıdır. Seyr-i sülûk adlı bir yolculukla, insan ruhu Allah’a ulaşmış ve Rabbine teslim olmayı başarmıştır.
Burada Allahû Tealâ “selâm yurdu” demekle, Allah’ın Zat’ını kastediyor. Allah’ın Zat’ı, teslim yurdudur. Ne kadar ruh varsa hepsi Allah’tan gelmiştir ve Allah’ın Zat’ına mutlaka geri dönecektir. Ne zaman ruh Allah’ın Zat’ında yok olursa, işte o zaman herkes için asıl hedefe ulaşmak söz konusudur. Allah’ın Zat’ında yok olmak, vuslata nail olmak, ruhu Allah’a hayattayken teslim etmek, Allah’ın 12 defa farz kıldığı bir hususu gerçekleştirmek demektir. Allahû Tealâ, son derece açık olarak: “Allah’a dön ve teslim ol.” diyor: (39/ZUMER-54) - (4/NİSÂ-58)
Yunus Suresinin 25. âyet-i kerimesinin de Allah’a davet eden 12 âyetten biri olduğunu hatırlatırız:
“Allah selâm yurduna (veya teslim yurduna) davet eder ve kimi dilerse onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır. O Sıratı Mustakîm ki, Allah’a ulaştıran yoldur.”
Davet, Allah’ın Zat’ınadır.
10/YÛNUS-26: Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdeh(zîyâdetun), ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilleh(zilletun), ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar için Ahsenül hüsna (Allah'ın Zat'ına ulaşmak) ve ziyadesi (daha fazlası, Allah'ın cemalini görmek) vardır. Onların yüzlerini bir keder kaplamaz ve bir zillet (küçük düşme, hakirlik) yoktur. İşte onlar, cennet halkıdır. Onlar, orada devamlı kalanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada ahsen olanlardan bahsediliyor. Bu âyet-i kerime, bir evvelki âyet-i kerimenin daha üst noktasını ifade etmektedir. Yunus Suresinin 25. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyordu ki: “Allah selâm yurduna, teslim yurduna davet eder. Ve kimleri oraya ulaştırmayı dilerse onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” Böylece Allahû Tealâ onları Allah’a ulaştıran yola ulaştırıyor ve o yol onları mutlaka Allah’ın Zat’ına ulaştıracaktır. Allah’a ulaşma, Ahsenül Hüsna olarak ifade edilmiştir. Kişi, ruhunu Allah’a teslim ettikten sonra fizik vücudunu Allah’a teslim edecek daha sonra nefsini, daha sonra iradesini de Allah’a teslim edecek ve o zaman ahsen olacaktır. Allahû Tealâ: “Ve onlara daha güzeli ve ziyadesi, daha fazlası vardır.” diyor. Işte kim irşada ulaştıktan sonra iradesini de Allah’a teslim eder ve Allah, o kişinin iradesini Kendisine bağlarsa, o kişi mutlaka Allah’ın Zat’ını görür. Işte bu Allah’a ulaşmanın daha ötesidir, daha fazlasıdır.
Bir kişi, 21. basamakta Allah’a ulaşır. 22. basamakta fenâ makamının, 23. basamakta beka makamının, 24. basamakta zühd makamının, 25. basamakta muhsinler makamının sahibi olur, fizik vücudunu da Allah’a teslim eder. 26. basamakta daimî zikrin sahibi olur, kalbi 7 kat yerlerin melekûtunu görerek müzeyyen olur. 27. basamakta muhlis olur ve kalbi 7 kat göklerin melekûtunu görerek 7 kademe daha müzeyyen olur. Sonra bu kişi, Sidret-ül Münteha’yı Allahû Tealâ ona gösterdiği zaman Tövbe-i Nasuh’a davet edilir ve Tövbe-i Nasuh’un 1., 2., 3., 4. mertebelerinde nefsinin kalbi devamlı olarak müzeyyen olur ve ulûl’elbab’tan başlayan, irşada ulaşana kadar devam eden 19 mertebelik müzeyyen (tezyin) olma, kademeleri kişinin iradesinin Allah’a teslimiyle tamamlanır. Irade Allah’a teslim olduğu zaman kişi, Allah’ın Zat’ını görür.
Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi, fizik vücudu ahsen olan kişidir.
Nefsini Allah’a teslim eden kişi, nefsi ahsen olan kişidir.
Iradesini Allah’a teslim eden kişi, iradesi de ahsen olan kişidir.
Işte asıl ahsen olanlar, iradesini de Allah’a teslim edenlerdir. Onlar Hakk’ul yakînin sahipleridir, yani Allah’ın Zat’ını görmek şerefine erenlerdir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Bu âyet-i kerimede kâfirlerin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den mucize istemeleri söz konusudur. Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in onlara cevap olarak: “Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini hidayete erdirir.” demesini istemektedir.
            Allah’ın dilediğini dalâlette bırakması, Allah’a yönelen (ulaşmayı dileyen) kişiyi   ise Kendisine ulaştırması, yani hidayete erdirmesi söz konusudur. Başta bütün insanlar fısktadır, dalâlettedir, küfürdedir. Hiç kimse dalâlete sonradan düşmez. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren dalâletten kurtularak hidayete adım atmıştır. Eğer kişi, hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete düşerse, o zaman tekrar fıska düşer.
            Bir kısım insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayı yani dalâletten kurtulmayı dile-mezler. Bunun mânâsı Allah’ın da onları hidayete erdirmeyi dilememesidir. Allah’ın onları içinde bulundukları dalâlette bırakması hep yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiyi Allah dalâlete düşürmemiştir. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren zaten dalâlettedirler. Allah onları kendi dalâlet hallerinde bırakır. Onlarla ilgilenmez. Onlar hiçbir zaman dalâletten kurtulamayacaklardır. Onlar her zaman dalâlette kalacaklardır. Allah, onları hidayete erdirmeyecektir. Ama kim de Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları mutlaka hidayete erdirir.
Kim dalâlette kalmayı istiyorsa, hidayete ulaşmayı, Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o, Allah’ın dâlalete düşürdüğü değil, dalâlette bırakmayı dilediği kişidir. O kişi, Allah’a ulaşmayı inkâr ettiği ve başka insanları da (bir evvelki âyetteki gibi) Allah’ın yoluna ulaşmaktan men ettiği için Allah’ın hidayete ermesini dilemediği, dalâlette kalmasına müsaade ettiği kişidir.

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşması), (Allah’ın kendisine ulaştırması)s Allah’ın hidayetidir, size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.”. Yoksa onlar, Rabbinizin huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîmdir (en iyi bilendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Size verilenin bir benzeri, yani sizin peygamberinize nasıl Tevrat verilmişse ey yahudiler, sizin peygamberinize nasıl Incil verilmişse ey hristiyanlar, bu devrin peygamberine de Kur’ân-ı Kerim ve-rilmiştir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu işitir, bilir ve görür. Kişinin üzerinde Rahman esmasıyla tecelliye başlar, 12  ihsan verip, onu mutlaka mürşidine ulaştırır. Kişi nefs tezkiyesine başlar. Işte o zaman Allah o kişinin zikir yapması sebebiyle ona salâvatla fazlını göndermeye başlar. Öyleyse fazl Allah’ın elindedir. Çünkü herkese vermez. Sadece Rahîm esmasını kullandığı insanlar için geçerlidir.
Öyleyse bu sonuca dikkatle bakın. Burada Allahû Tealâ’nın bir güzelliği var. Rahmeti ve fazlı bir ayrı dizayn içinde Allahû Tealâ işaret ediyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah ona Rahman esmasıyla tecelliye başlıyor. Kişi mürşidine ulaştıktan sonra, Allah’ın elinde olan fazl artık o kişiye verilmeye başlanmıştır. Bir kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse fazlın onun iç dünyasında hiçbir faydası olmaz, çünkü fazl o kişinin içine hiçbir şekilde giremez. Kişinin göğsünden kalbine yol açılmamıştır. Birincisi kişinin kalbi mühürlüdür. Ikincisi o kişi sabahtan akşama kadar 24 saat zikir yapsa, kalbine bir damla nur girmesi mümkün değildir. Allah’ın elinde olan fazl kişiye gönderilmez, çünkü o kişi ona ehil değildir.

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            “Dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştıran hidayete erer.” 
            Hidayet; ruhun Allah’a ulaşarak teslim olmasıdır.
            Ruhun hidayeti (22. basamak), ruhun Allah’a ulaşması; fizik vücudun hidayeti (25. basamak), fizik vücudun Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen standartta Allah’a teslim olması; nefsin hidayeti (27. basamak), Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemeyecek hale gelerek Allah’a teslim olması iradenin hidayeti (28. basamağın 4. kademesi), iradenin allah’a teslim olmasıdır. dördünün de hidayeti Allah’a teslim olmalarıdır. İnsan, bunların dördünü de Allah’a teslim etmekle mükelleftir. (4/NİSÂ-58)
Emanetin sahibi tektir, ama emanet 4 tanedir: Ruh, vech, nefs ve irade.
Zamanın dîn adamları bu hakikatlerden haberdar olmadıkları için insanları da bunlardan haberdar edemeyeceklerdir.
Hz. Musa zamanında ona tâbî olanlardan az sayıda insan, Hz. İsa zamanında 12 havarisi, İslâm’da da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O’na tâbî olanların hepsi, Allah’ın yoluna girmişler; ruhlarıyla, vechleriyle, nefsleriyle, iradeleriyle Allah’a teslim olmuşlardır. Ancak bugün bu kavimlerin çoğu Allah’a teslim olma kavramını unutmuşlardır.
İnsanlar Allah’a teslim olmak üzere yaratılmışlardır. Her peygamber zamanında tâbî olanlar Allah’a teslim olmuşlardır. Aradan geçen yüzyıllarda, Allah’ın hakikatlerini iblis devreden çıkarmıştır. Bundan sonra insanlar, dejenere olarak, cehenneme gidecek olan büyük ve Allah’ın mükâfatlarına nail olacak olan küçük bir kesimden ibaret kalmışlardır.
Peygamberimiz’e tâbî olan Hz. Ali ve Hz. Ebubekir kolundan gelen iki grup insan, asırlar boyunca zincirin halkalarını bugüne kadar ulaştırmışlardır. bugün İslâm’ın içinde küçük bir grup, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı İslâm’ı yaşamaktadır. Ne yazık ki Allahû Tealâ’nın katında bu küçük grup dışında olanların kurtulma ümitleri yoktur. Her ümmette küçük bir grup, Allah’ın, peygamberlere verdiği Allah’a teslim olma emrini bugün de gerçekleştirmektedirler.

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, Al-i İmran 190. ve 191. âyet-i kerimelerde ulûl’elbabın tarifini vermektedir:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

Ehli tezekkür olan kişi daimî zikrin sahibidir ve daimî zikrin sahibi olan kişi bir hedefe ulaşmıştır. Daimî zikir onu Ayn’el yakînin sahibi kılar. Bu kişi:
1- Daimî zikrin sahibidir.
2- Bütün afetler yok olmuştur.
3- Kalp gözü açılmıştır. Allah’ın gösterdiklerini görür.
4- Kalp kulağı açılmıştır. Allah’ın söylediklerini işitir. 
5- Ehli tezekkürdür. Allah ile daima tezekkür etmek, bir konuyu müzakere etmek imkânının sahibidir.
6- Ehli hayırdır. Daimî zikrin sahibi olduğu için her an deracat kazanmaktadır.
7- Ehli hikmettir, ehli hükümdür. Hikmetin ve hükmün sahibidir.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesi Kur’ân-ı Kerim’in en önemli âyetlerinden biridir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen; yani Allah’a yönelen kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağını ifade etmektedir. Allahû Tealâ, insanlardan bir kısmını seçeceğini, seçtiklerinden de Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracağını söylemektedir, garanti etmektedir. Bu âyet açık bir şekide Rum Suresinin 30, 31, ve 32. âyetleriyle alâkalıdır.  (30/RÛM-30)

           Allahû Tealâ sadece tek bir dînin olduğunu, bütün insanları hanif fıtratıyla yarattığını ve yaratmasında değişiklik görülemeyeceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ, bütün insanları kıyâmete kadar hep hanif fıtratıyla yani hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratacaktır.  (30/RÛM- 31)
           Müşriklerden olmayan (şirke düşmeyen) kişinin, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesinleşmektedir. Allahû Tealâ, Rum suresinin 32. âyet-i kerimesinde şirki anlatmaktadır:  (30/RÛM-32)
           Allahû Tealâ’nın şirk tarifi açık ve kesin bir şekilde burada yerli yerine oturmaktadır: Şirk içinde olanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir, Allah’a yönelmeyenlerdir. Allah’a yönelmiş olsalardı tek bir fırka oluşturacaklardı (73. fırka) ve diğer bütün fırkalar bunun dışında kalacaklardı (72 fırka). Müşrikler Allah’a ulaşmayı kesinlikle dilemiyorlar, dileseler gizli şirkten kurtulacaklar. Rum-32 ve Şura-13’te gizli şirkten bahsedilmektedir.
           Allah’a yönelip de takva sahibi olanların içinde bulunduğu tek fırka bütün insanlar için bir kurtuluştur. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve bu seçtiklerinden Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştırır. Allah’ın seçtiği ve seçmediği insanlar vardır. Allahû Tealâ insanların %90’dan fazlasını seçer. Allah’a ulaşmayı dilemekten insanları men etmeyen herkes seçilir. Seçilenlerin de hepsinin kalbi kasiyet bağlamıştır. Henüz o kişi Allah’a ulaşmayı dilememiştir ve kalbi kapkaranlıktır. Bu karanlık kalpliler Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olurlarsa, Allah onları dalâlette ve şirkte bırakır, onları seçmez. Bu şirk; gizli şirktir.            
           Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde insanların ikiye ayrıldığını, bir kısmının Allah’a ulaşmayı dilediğini ve şirkten kurtulduğunu diğer kesimin şirkte kaldığını söylemektedir. 
          Allah’ın insanlardan beklediği şey Allah’a ulaşmayı dilemeleridir. Allah, Kendisine ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştıracaktır. O insanlar ruhlarını Allah’a ulaştırmayacaklardır. Allah, onların ruhlarını Kendisine ulaştıracaktır. Bu kişilere namazı, orucu, zikri, bütün ibadetleri sevdiren Allah’tır. Allah’ın sevdirmesiyle kişi bütün ibadetlerini yerine getirir.

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka Kendisine ulaştıracağını garanti etmektedir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’ın tayin ettiği, Allah’a ulaşma günü mutlaka gelecektir. O kişi ruhunu mutlaka ölmeden evvel Allah’ın Zat’ına ulaştıracaktır.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim âmenû olursa ve bunun sonunda Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah, o insanlara doğruyu yanlıştan ayırma özelliği verir. Buna rağmen nefsin tesiri altında insanlar yine yanlışları, hataları işleyeceklerdir; ama en azından, doğruyu yanlıştan ayırma özelliğinin sahibi olacaklardır. Doğru yanlıştan ayırılırsa, Allah’ın emirlerine mutlaka itaat artar, Allah’ın yasak ettiği fiiller işlenmez. Böylece kişi, Allah’a şu veya bu olayda ihanet etmemiş olur. Bir başka ifadeyle, mürşide ulaşmadan evvel, bir insan nefsini kendine ilâh ediniyordu. Çünkü Allah’ın emirleri ona güç geliyordu ve gerçekleştirmiyordu. Böylece o emri veren Allah’a değil, o emre karşı gelen nefsine itaat ediyordu ve nefsini o olayda Allah’ın yerine koyuyordu:
 45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

Bu muhteva içerisinde insanların güzele ulaşması için, doğruyu yanlıştan ayırması lâzımdır. İşte burası, kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği noktadır. Çünkü âyet-i kerime: “Ve sizler takva sahibi olun” diyor. Olduğunuz andan itibaren Allahû Tealâ, sizi öyle bir noktaya ulaştıracak ki; günahlarınızı örtecek. Kalbinizin mührünü açacak küfür kelimesini ve ekinneti alacak ve yerine ihbat koyacaktır. Kalbinize konulan ihbat, furkandır. Mü’min olacaksınız. İrşad makamına tâbî olduğunuz an, 7 tane ni’met almanız söz konusu. Bu ni’metlerden bir tanesi, günahlarınızın sevaba çevrilmesi ve Allah’ın 1’e 10 yerine 1’e 100 vermeye başlamasıdır:

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.

Böylece nefs tezkiyesi başlar. Tövbe merasimi sırasında ikisi birden gerçekleşir:

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
             
Nefsin kalbinde faziletler biriktiği sürece o kişi, nefs tezkiyesini adım adım gerçekleştirecektir. Nefs tezkiyesi boyunca hedefe yürümek söz konusudur. Nefs tezkiyesi boyunca devamlı, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın emirlerine daha çok itaat, yasak ettiklerini işlememek konusunda daha büyük başarı söz konusu olacaktır. Ve yine doğruyu yanlıştan ayırma özelliği  “furkan” kelimesiyle ifade edilmektedir.

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve, hanif olarak Hz. İbrahim’in dinine tâbi olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz.İbrâhîm’i dost edindi.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
O kişi ki vechini, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ve hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah Hazreti İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.”
Burada fizik vücudun teslimi olayını görüyoruz. 22. basamakta kişi fenafillah makamına ulaşır Allah’ın Zat’ında ruhu ifna olur. 23. basamakta Allah ona bir altın taht ihsan eder. Kişi beka makamının sahibi olur. 24. basamakta bu kişi züht sahibi olur, zikri günün yarısını aşar. 25. basamakta ise Muhsinlerden olur, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
Ne olmuştur fizik vücut? Allah’ın emirlerini %100 yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyet kazanmıştır. İşte bu fizik vücudun Allah’a teslim olduğunu gösterir. Zaten burada da; “Vechini Allah’a teslim etmiştir” diyor Allahû Tealâ. Ve Muhsinlerden olmuştur kişi. Daha halbuki nefste %19 karanlık var. Kişi bu mertebede kaldıkça, fizik vücudunu Allah’a teslim mertebesinde kaldıkça nefsinin kalbinde %19 karanlık vardır. Kişi daimî zikre ulaştığı takdirde %19 karanlık da nura dönüşecektir. Ama burada o kişinin kalbinde henüz %19 karanlık vardır. Buna rağmen kişinin fizik vücudu bu karanlıkları asla değerlendirmez, kale almaz, dikkate almaz, onlar yokmuş gibi davranır. Allah’ın bütün emirlerini mutlaka yerine getirir yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemez.
İşte böyle bir husus, böyle bir pozisyonun sahibi olan o kişinin, fizik vücuduna Allahû Tealâ; “Muhsin olan bir kişinin fizik vücudu” diyor. Kişi fizik vücudunu, Allah’ın bütün emirlerini %100 yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğe ulaştırmıştır ve Muhsinlerden olmuştur. Ve: “Bu kişi hanif olarak Hazreti İbrâhîm’in dînine tâbî, olmuştur” diyor Allahû Tealâ.
Öyleyse hanif nedir? Hanif bir fıtrattır. Allahû Tealâ Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesinde: “Kendini dîne doğrult” diyor, “ki Biz bütün insanları hanif fıtratı ile yarattık” diyor Allahû Tealâ. Bütün insanlar hanif fıtratı ile yaratılmıştır. Yani ruhlarını da, vechlerini de, nefslerini de, iradelerini de Allah’a teslim olabilecek olan bir özellikle yaratılmışlardır; bir. Tek Allah’a inanabilecek bir özellikle yaratılmışlardır; iki. Ve Allah yolunda yek vücut bir cemaat oluşturabilecek olan bir özellikle yaratılmışlardır; üç.
Bu üç tane fıtrat bir araya geldiği zaman hanif fıtratını ifade eder. Allah’ın tekliğine inanmak; tek bir Allah’ın varlığına inanmak, Allah’a teslim olmaya inanmak; 4 açıdan birden Allah’a teslim olmaya inanmak ve cemaat arasında tek bir yumruk gibi tek bir cemaat oluşturmak. Yani inanalar arasındaki vahdeti, birliği, beraberliği sağlamak. Böyle bir fıtrat bütün insanlarda mevcuttur. Ve Allahû Tealâ’ya kim fizik vücudunu teslim ederse, o teslimin önemli bir kısmını aşmıştır, sadece daimî zikre ulaşması kalmıştır
kişinin. Öyleyse hanif olmak şerefine kişi ermiştir.

18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
AÇIKLAMA           
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kehf Suresinin 17. âyet-i kerimesi hidayetten bahsetmesi sebebiyle Kur’ân’ın önemli âyetlerinden birisidir.
Kur’ân’ın temelini, çağımıza damgasını vuran “hidayet” teşkil etmektedir. Bütün resûller, nebîler hidayetle vazifelendirilmişlerdir. Hidayet; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi demektir. Hidayet 7 safhadan oluşur:
Birinci safha      : Allah’a ulaşmayı dilemek (3. basamak).
İkinci safha       : Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan alarak mürşide ulaşmak (14. basamak).
Üçüncü safha    : Ruhu Allah’a ulaşarak teslim etmek (21. basamak).
Dördüncü safha          : Fizik vücudu teslim etmek (25. basamak).
Beşinci safha     : Nefsi teslim etmek (26. basamak).
Altıncı safha      : İrşad olmak (muhlis olmak) (27. basamak).
Yedinci safha    : İradeyi teslim etmek (28. basamak 5. kademe).

Allah kimi Kendisine ulaştırırsa o kişi hidayete erer: (3/ÂL-İ İMRÂN-73) - (2/BAKARA-120)
İnsanın ruhu Allah’a ulaşmaz. Allah, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır. (42/ŞÛRÂ-13)
Kehf Suresinin 17. âyet-i kerimesi bir başka konuya daha ışık tutmaktadır:  Dalâlette olanlar için bir velî mürşid bulunmaz. Çünkü kişi hidayete ermeyi (Allah’a ulaşmayı) dilemiyorsa Allah o kişiyi zaten hidayete erdirmez. O kişi dalâlette kalmayı tercih etmiştir, Allah da onu dalâlette bırakır.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye, kıldığı hacet namazı üzerine, Allah mürşidini gösterecek, onu 12 tane ihsanla mürşidine ulaştıracaktır. Kişi hidayete adım atacak ve ruhu Allah’a doğru yola çıkacaktır.

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

İki tane alternatif vardır:  
1- Kişi, Allah’a ulaşmayı diler ve Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştırır.
2- Kişi, Allah’a ulaşmayı dilemez ve Allahû Tealâ ona bir velî mürşid tayin etmez.

16/NAHL-91: Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlâ(kefîlen), innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).
(Allah ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etme konusunda) sizinle ahdleştiği zaman Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu, sağlamlaştırdıktan (hidayete erdikten ve nefsinizi tezkiye ettikten) sonra yeminleri bozmayın (ruhunuzu Allah’a ulaştırdıktan ve nefsinizi tezkiye ettikten sonra dalâlete düşmeyin). Ve siz, Allah’ı üzerinize kefil kılmıştınız (Allahû Tealâ, sizi hidayete erdirerek, ruhunuzu Kendisine ulaştırarak verdiği sözü, kefaletini yerine getirmişti). Muhakkak ki Allah, sizin ne yaptığınızı bilir.
AÇIKLAMA           
Bismillâhirrahmânirrahîm  
Allahû Tealâ, bir insanın hidayete ulaştıktan sonra dalâlete düşmesinden bahsetmektedir. Eğer Allah’a verilen yemin bu noktada bozulur ve Allah’ın koruyucu zırhı kalkarsa nefs tezkiyesinin yok edilmesi, ruhun Allah’tan geri dönmesi söz konusu olabilir. Bu durum, insanların çok azında vücut bulmasına rağmen bu noktadan sonra dönüş her zaman mümkündür.  Allahû Tealâ’nın kefaleti, sözüdür. “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.”
Allah’a ruhunu ulaştıran kişi 21. basamağa ulaşmış, nefsini tezkiye etmiştir. Nefs, yolun yarısını tamamlamış, nefsin kalbi %51 nurla dolmuştur. Ruh da Allah’ın Zat’ına ulaşarak hidayete ermiştir. Allah, kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırır. Ulaştırdığı zaman kefaleti biter. Allahû Tealâ’nın sözü buraya kadardır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi için Allahû Tealâ kefildir. Bu açıdan âyet son derece önemlidir.

10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
Görülüyor ki, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler takva sahibi olurlar. Bu ilk takvadır. Allah’a ulaşmayı dileyenler, Allah’a yönelmenin de birinci safhasında olurlar ve ilk takvanın sahibi olurlar. Ve şirkten ve cehennemden kurtulurlar.  (30/RÛM-30 – 31 – 32)

4/NİSÂ-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah’a) sarılanları ise, (Allah) kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı Mustakîm bir yol, Allah’a ulaştıran bir yol. Yehdîhim ileyhi, onları ona ulaştıracak olan Sıratı Mustakîm’e ulaştıracaktır. Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yolun adıdır. Burada da Allahû Tealâ Sıratı Mustakîm’in açık bir vasfını veriyor.
Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler Sıratı Mustakîm nedir? diye sorun. Cevap alacaksınız, doğru yol. Nemene bir doğru yol bu doğru yolun vasfı nedir? Diyeceklerdir ki kim İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirirse işte o Sıratı Mustakîm’dedir, doğru yoldadır. Namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, hacca giden, kelime-i şehadet getiren herkes Sıratı Mustakîm’in üzerindedir diyecekler. Ve siz de onlara diyeceksiniz ki aldanıyorsunuz, hiç kimse İslâm’ın 5 tane şartını yapıyor diye Sıratı Mustakîm’in üzerinde olamaz. Sıratı Mustakîm’in üzerinde olabilmesi için bir kişinin 7 tane kalp şartının sahibi olması lâzım, 7 tane inanç şartının sahibi olması lâzım, 3 tane de hidayet şartının sahibi olması lâzım.
1- Kalbindeki ekinnet alınmış olacak,
2- Kalbinin nur kapısındaki mührü Allahû Tealâ açacak,
3- Kalbine ihbat konulmuş olacak,
4- Allah o kalbe ulaşıp, kalbin nur kapısını Allah’a çevirmiş olacak,
5- O kişinin göğsünden kalbine Allah nur yolu açacak,
6- Kalbin içindeki %2’lik nurla kişi huşû sahibi olacak,
7- Mürşidine ihsanla tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesini Allahû Tealâ yazacak

İşte Allah’ın büyük ni’metlerinden birisi, Allah’ın nurlarının kalbinize gelmesi için göğsünüz şerh edildi yarıldı. Kalbinize yol açıldı. Kalbinizin mührü açıldı ve zikir yaptığınız zaman artık hazır hale geldiniz. Bunun ötesinde 7 tane inanç şartınız var.
1- Allah’a inanmak
2- Allah’ın meleklerine inanmak
3- Kitaplarına inanmak
4- Resûllerine inanmak
5- Basubadel mevte, ölümden sonra Allah’a ruhun ulaşmasına, ölümden sonra kıyâmet günü insanların yeniden dirilmesine inanmak
6- Hayrın Allah’tan, şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7- Ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasına inanmak
Bu 7 tane inanç şartı olur da 7 tane kalp şartı olmazsa mü’min olamazsınız. Mü’min olmanın temelinde bir insanın kalbinin içindeki küfür kelimesinin Allahû Tealâ tarafından alınması ve kalbin içine mutlaka îmânın yazılması yatar.
Öyleyse sevgili kardeşlerim, âyet-i kerime bu noktada çok önemli bir vasıtanın sahibi. Allahû Tealâ, en güzele ulaştırıyor ifadesiyle. Nefsin kalbinde Allah’ın nurları birikiyor.
Sevgili kardeşlerim, burada Allahû Tealâ “Rahmetinin ve fazlını içine koyar diyor ve onları Allah’a ulaştıran Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm e ulaştırır.” diyor. En’am Suresi’nin 87 ve 88. âyetlerinde daha açık bir ifade kullanmış Allahû Tealâ diyor ki: “Onların annelerinden, babalarından, evlatlarından, kardeşlerinden seçeriz ve onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırırız.
O Sıratı Mustakîm ki Allah onları Sıratı Mustakîm’le hidayete erdirir.” diyor. Kendi Zatına ulaştırır.
Öyleyse Sıratı Mustakîm bir yol, Allah’a ulaştıran yol. Öyleyse Sıratı Mustakîm doğru yoldur demek yetmez. Nasıl bir doğru yoldur? Allah’a ulaştıran doğru yoldur, işte şimdi oldu.
Öyleyse Sıratı Mustakîm dediğiniz zaman Allahû Tealâ’nın dizaynına bakın Sıratı Mustakîm insanların ruhlarını Allah’a ulaştıran yolun adı. (6/EN’AM-87 – 88)
İşte bu âyette bu sebepten, o En’am 87 ve 88’in illiyet rabıtasına sahip olan bir âyet. Aynı zamanda Allahû Tealâ Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde: “Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize olmazsa içinizden hiçbiriniz ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz.” diyor. Ne oldu? İşte gene rahmet ve fazl. Her ikisinde de henüz mürşide ulaşmamış bir insanın durumu var. Rahmetin ve fazlın üzerlerine ulaşması böylece onların Sıratı Mustakîm e ulaştırmak.

24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).

Öyleyse Nur-21 ile de bu âyet-i kerime bir illiyet rabıtasının içinde. Zümer-23’le de alâkalı. Allahû Tealâ Zümer-22’de diyor ki: “Sadece Allah’ın göğüslerini şerh ettiği ve kalbine ulaştığı kişilerin kalbine Allah’ın nuru ulaşabilir.”

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler. 39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.

Ve görüyoruz ki insanlar var. O insanlar bütün güzellikleri yaşamak için varlar. İşte burada bir muhteva var. Sevgili kardeşlerim, her şeyi Allahû Tealâ en güzel standartlarda size ulaştırmış Kur’ân-ı Kerim’iyle ve hep güzellikleri anlatıyor. İşte bu âyetinde aynı güzellik var. Sıratı Mustakîm’in Allah’a ulaştıran yol olduğunu Allahû Tealâ bir defa daha üzerine bastırarak açıklıyor.
  
3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, "kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan" şehvetleri (aşırı düşkünlükleri) güzel gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Ve Allah, O'nun katındaki en güzel sığınaktır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada, Allah’ın “en güzel sığınak” olduğunu söyleyerek âyet-i kerimelerde buyuruyor:
(78/NEBE-39)

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.

Evvab; meaba, sığınağa ulaşmış ve sığınmış olan insanlardır. Ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmış insanlar evvabtır.
Allah’ın beka makamında bütün evliya kullarına ihsan ettiği altın tahtlar, Allah’ın katındaki sığınaklardandır ama bu sığınaklar Allah’ın Zat’ı gibi değildir. Altın tahtlar da Allah’ın Zat’ı da selâm yurdudur. Allah’ın katında sığınılacak olan yer sadece Allah’ın Zat’ı değildir, aynı zamanda bütün tahtlardır. Ama Allah’ın Zat’ı, Allah’ın katındaki en güzel sığınaktır.

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mürşide tâbî olunan gün Hakk günüdür. Dileyen kişi Sıratı Mustakîm’i yol edinir. Allah’a ulaşan kişinin ruhuna Allah meab (sığınak) olur.

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn (tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ burada âmenû olanların takva sahibi olmasını ve Allah’a ulaştıracak olan vesileyi, yani mürşidi Allah’tan istemelerini emrediyor. Tabiatıyla mürşide ulaştıktan sonra da nefs tezkiyesi söz konusu. Ve Allahû Tealâ, “Allah yolunda cihad edin." diyor . Bu cihad, hem insanın nefsiyle yapacağı büyük cihad hem de Allah’ın düşmanlarıyla yapılan küçük cihadı kapsar. Allahû Tealâ, felâha ermenin, kurtuluşa ermenin cihadla mümkün olacağını söylüyor. Bu âyetteki cihad nefs tezkiyesi ve tasfiyesi olan büyük cihaddır. Nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak ancak mürşide tâbî olmakla gerçekleşir. Mürşidsiz hiç kimse tek başına büyük cihadı başaramaz. Allah’tan, Allah’a ulaştıracak olan vesileyi istemek, mürşidi istemek, nefs tezkiyesi yapmak farzdır. Felâh, cennet müjdesine, cennet kurtuluşuna ulaşmaktır.
Âyette bahsedilen felâh (kurtuluş) 3. kat cennet müjdesidir. Bir insanın 3. kat cennet kurtuluşuna ulaşması, felâha ermesi, vesileyi istemesine, mürşide ulaşmasına, tövbe edip kalbine îmân yazıldıktan sonra nefs tezkiyesi yapmasına ve böylece 3. safha takva sahibi olup felâha ermesine bağlıdır. 1. safhadaki takva Allah’a ulaşmayı dilemek, yani âmenû olmaktır.  Kişiyi birinci kat cennete ulaştırır (Cennetün Aliyeh). 2. safhadaki takva âyet-i kerimede “Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin” olarak belirtiliyor. Yani Allah’a ulaştıracak vesileyi, mürşidi isteyip mürşidin önünde tövbe ederek, el öperek “lâ ilâhe illallâh muhammedun resûlullâh” diyerek, 2. safhadaki takvanın sahibi olursunuz. Burada ikinci kat cennet kazanılır (Cennetün firdevs). Sonra O’nun yolunda cihad etmeye, büyük cihadı (nefs tezkiyesi) yapmaya başlıyorsunuz. Nefs tezkiyesi sonunda Allahû Tealâ’nın evliyası oluyorsunuz. Tezkiye olayında ruh Allah’a ulaşır ve kişi felâha erer. Burada 3. kat cennetin müjdesi vardır (Cennetün Huld). Böylece âyet-i kerime bize 1. 2. ve 3. safhadaki  takva ile takva sahibi olmayı gösteriyor.
Lügat anlamı itibarıyla sakınmak, korkmak anlamına gelen takva kavramı Kur’ân-ı Kerim’de Maide Suresinin 93. âyet-i kerimesinde farklı seviyelere ait 2. 3. ve 4 safhadaki takvaların üçünü birden muhtevasına almıştır. Dolayısıyla bütün âyetlerde geçen takvaları sakınmak ve korkmak şeklinde değerlendirirsek, kavramın ifade ettiği aslî mânâdan sapmış oluruz. Günümüzde birbirinden farklı incelediğimiz 23 tane Kur’ân-ı Kerim meallerinde bu sapmayı kolaylıkla tespit etik. 
(50/KAF-32) - (5/MÂİDE-93)
Âyetlerde birbirinden ayrı farklı sevyelere ait 7 safha takva vardır.

1. safha takva: (30/RÛM-31)
2. safha takva: (5/MÂİDE-35)
3. safha takva: (50/KAF-31)
4. safha takva:
22/HACC-37: Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onun (kurbanların), etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na, takva (Allah’a teslim olma) ulaşır. İşte böylece size, onu musahhar kıldı. Sizi hidayete erdirdiği şey üzerine (hidayete erdirmesi sebebiyle) Allah’ı tekbir etmeniz için. Ve muhsinleri (Allah’a fizik vücutlarını teslim edenleri) müjdele!
5. safha takva:
7/A'RÂF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
6. safha takva:
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
7. safha takva: (3/ÂLİ İMRÂN-102)

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allah, kendisine Allah’ın hidayet yolunu seçmiş, mürşidine tâbî olmuş, Allah’tan kopması mümkün olmayan urvetül vuskaya sımsıkı sarılmış insanların dostudur. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi ruhu Allah’tan bir ipe; Sıratı Mustakîm’e, kendisi de insanlardan bir ipe; mürşid’e sarılmıştır. Allah onların kalplerine rahmetini, fazlını ve salâvâtını ulaştırır. onları zulmetten nura çıkarır. Nefslerinin kalbini Allah’ın nurlarıyla doldurur. Îmân kelimesinin etrafında toplanan fazıllar nefsin kalbindeki karanlıkları kovar ve onların yerine yerleşirler. Neticede nefsin kalbini ruhun kalbine çevirirler. mürşide tâbî olmadan evvel bunların hiçbiri mümkün değildir.
            Bütün şeytanlar, insan şeytanlar ve cin şeytanların hepsi tagutu oluşturur. Tagut, bir şeytanlar ordusudur. İnsan şeytanlar, insanları Allah’ın yoluna girmekten men eden insanlardır. Cin şeytanlar, cinleri Allah’ın yoluna girmekten men eden cinlerdir. Bu insanlar ve cinler, şeytanın görevini yaparlar, ona uşaklık ederler. Allah’ın yolundan insanları saptırırlar ve insanların kendileriyle beraber cehenneme gitmelerine sebep olurlar. Çünkü bu insanlar mürşidlerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Asla ruhları vücutlarını terkedip Allah’a doğru yola çıkamayacaktır ve kalplerine îmân yazılmayacaktır. Nefs tezkiyesine başlayamayacaklardır. Ömürleri boyunca mü’min olmaları mümkün değildir hep kâfir olarak kalacaklardır. 
            Allahû Tealâ, âmenû olanları nefs tezkiyesine başlatır. mürşidine ulaştıktan sonra kişinin nefsi zikirle giderek aydınlanır, aydınlanır, aydınlanır. Ruhunu Allah’a ulaştırınca Allah’ın evliyası olur. Ama daha sonra irşad makamından şüphe ederse fıska düşer, kalbinin içine küfür kelimesi yazılır. Tekrar küfre dönen kişi tagutun dostudur. İnsansa insan şeytanların, cinse cin şeytanların dostudur ve şeytanın da dostudur. Kalp karanlık hale gelir. Kalpteki îmân kelimesi silindiği için artık kişi mü’min değildir. tagut tarafından kalbi nurdan zulmete çıkarılmıştır. Ve o ateş ehli olduğu için, gideceği yer cehennemdir.

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum. İlâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) nefsleriniz üzerinizedir. Nefsi tezkiye etmek yani temizlemek, arıtmak, Allah’a teslim etmek üzerinize borçtur. Hidayette iseniz dalâlette-kiler size bir zarar veremezler. Insan dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilediği an hidayette olmaya başlar. Nahl-99’a göre Allah’a ulaşmayı dileyenlere şeytanın bir sultanlığı yoktur.
16/NAHL-99: İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab’lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur.

Nefsinin sorumluluğu üzerine olan bir insanın yapması lâzımgelen şey nefs tezkiyesi ve tasfiyesidir. Nefsi yarı yarıya temizlemek, afetlerinden yarı yarıya kurtarmak “nefs tezkiyesi” adını alır. Tamamlamak ve nefsini Allah’a teslim etmek ise nefs tasfiyesidir. Sorumluluğun giderilmesi nefsin Allah’a teslimi ile yani nefsi hidayete erdirmekle mümkündür. Nefsin hidayette olmaya başladığı nokta ise mürşide tâbî olunan noktadır. Çünkü bu noktadan itibaren nefs tezkiyesine başlanır. Nefsi tezkiye edebilmek ancak bu noktadan sonra mümkün olur.
Allahû Tealâ burada nefsin hidayet üzere olmasını mürşide ulaştıktan sonra nefs tezkiyesine başlamak olarak adlandırmış. Maide Suresi 105. âyet-i kerimesi, dalâlette olanların yani büyü yapanların, hüddam yapanların, bütün negatif sistemleri uygulayanların, şeytanla işbirliği yapanların, hidayette olanlara bir zarar veremeyeceğini ifade ediyor. Bakara Suresinin 102. âyet-i kerimesine göre Allah müsaade etmezse, şeytanın büyüsü ve sihri ve diğer zarar verici zülmanî ilimleri insana bir zarar veremez.

2/BAKARA-102: Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlar, Süleyman (A.S)’ın mülkü üzerine şeytanların okuduğu (anlattığı, tilâvet ettiği) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (A.S), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil Şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Oysa onlar: “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, erkek ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.

Şeytanın zarar verememesi noktası Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Bu âyette zarar veremeyeceği standartlar ifade edilmiştir. Kişi mürşidine ulaşarak, önünde tövbe ettiği zaman eğer Allah’a ulaşmayı dileyen biriyse aynı anda devrin imamının ruhu başımızın üzerine gelir ve yerleşir. O bir muhafızdır, koruyucudur, Kaf Suresinin 32. âyet-i kerimesine göre. Işte bu koruyucu muhafız sebebiyle şeytanın zülmanî ilimlerinin bir zarar vermesi artık hiçbir zaman, hiçbir şekilde mümkün değildir. (50/KAF-32)

7/A'RÂF-40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn (mucrimîne).
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu insanlar, Allah’ın âyetlerini değiştirenlerdir. Kur’ân-ı Kerim’e dokunamazlar ama mânâyı diledikleri gibi değiştirmeye çalışmaktadırlar. Bir bütün tabloyu düşünün: Allah’a ulaşmayı dilemek, mürşide ulaşmak, tâbî olmak, ruhun, fizik vücudun, nefsin, iradenin Allah’a teslimi... Herbiri, insanın daha üst cennetlere girebilmesi için bir kademedir. Böylece insanları, Allah’ın hedeflerinden saptırmış olurlar.
Bütün insanlar için söz konusu olan şey kurtuluştur. Allah’ın emirleri yerine getirildiği zaman kurtuluş kesindir. Ama zamanımızda, Islâm’ın beş şartının insanları kurtaracağına inanılmaktadır. Problem buradan başlar. Insanlar, şeytanın onlara asırlar boyunca öğrettiği, böyle bir yanlışa, inanmaktadırlar. Oysa ki kurtulmaları mümkün değildir. Ancak Allah’a ulaşmayı dileyenler cennete girebilir.
Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar, Allah’ın gösterdiği hedeflere hem yürümeyenler, hem başka insanları da yürütmeyenler, kaybedenlerdir.

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Nefse ve onu sevva edene andolsun.” buyruluyor. Nefs, emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye, mardiyye, tezkiye isimli 7 kademede tezkiye olur. Her kademede, başlangıçta tamamen afetlerle dolu olan nefs, %7 afetleri azalarak %51 temizlikte tezkiye olur ve ruh Allah’a ulaşarak teslim olur. Temizlik %100’e ulaştığı zaman nefs tasfiye olur. Ruh, vech, nefs ve irade sırayla Allah’a teslim olurlar.

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sonra Allah nefse fücurunu, yani devamlı günah işleyen bir dizaynı ve devamlı hayra dönük işlemler yapan takvasını ilham etti.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim nefsini tezkiye ederse 3. kat cennete hak kazanır. Allah’a ulaşmayı dilediği 3. basamakta bi-rinci kat, mürşidine tâbî olduğu 14. basamakta 2. kat, ruhunu Allah’a ulaştırdığı ve teslim ettiği 21. basamakta 3. kat cennetin sahibi olur.

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Hamein”, inorganik maddelerin bazılarının, özel şartlarda bir süre sonra organik madde dönüşümüne uğramış halidir. “Mesnûn” da belli bir şeklin standardize edilmiş halidir (standart insan şekli). Toprakta bulunan inorganik azotu, organik azota çevirir. Böylece biyolojik bedenin iç yapı taşı olan aminoasitlerin amin grubunu NH2 oluşturur. Karbon atomuyla su, amino asidin asit grubu olan karboksil grubunu COOH meydana getirir. Canlı DNA (desoksiribonükleik asit)’in 4 ana amino asidi olan adenin, tionin, guanin ve sitozinin yapısının esasını organik karbon (C) ve organik azot (N) oluşturur. Toprağa gömülen cesedin parçalanması, organik azot ve organik karbonun tekrar inorganik karbon ve inorganik azota dönüşmesi esasına dayanır. Burada Allahû Tealâ, insanın inorganik sistemden organik sisteme geçen temel yapısının standartlarını iki basit ifadeyle (hamein ve salsalin) vermiştir.
Salsalin, aslında çamurken sonra kurumuş ve standart bir şekil verilmiş topraktır.
Hamein, organik dönüşüme uğramıştır ve nefsi de şekillendirmiştir.
Allahû Tealâ, zaman içerisinde toprağın inorganik standartlarının organik standartlara dönüşmesini temin ederek insanı yaratmıştır. Muhtevada; inorganik maddelerin organik maddeye, organik maddelerin de inorganik maddelere dönüşmesi dünyada devamlı bir hüviyet kazanır. İnsanın vücuda gelmesinde çamur azot tatbikatıyla, bakterilerin tesiriyle inorganik azot, organik azota çevrilir. Ve böyle bir sistemde önce aminoasitlerin birincisi amin grubu teşekkül eder ve daha sonra da desoksiribonükleik asidin (DNA) diğer 4 ana amino asidi adım adım gelişir: Adenin, tionin, guanin ve sitozin.
Allahû Tealâ inorganik maddelere (hayatla alâkası olmayan malzemeye) yavaş yavaş hayatı tutabilecek olan yeni bir hüviyet kazandırır.
Allahû Tealâ, hayatı verdiği zaman o hayatın üstlenebileceği, yerleşebileceği bir muhtevayı (aminoasitler grubunu) da oluşturmuş, sonra da insana hayat vermiştir. Bu statüyü oluştururken, sistemin inorganik başlangıcından organik başlangıca ulaşması, hayatın başlaması değildir. Organik bir sistemde hayat yoktur. Ama organik sistem hayat gelirse, o hayatı kabul edecek ve devam ettirecek olan bir vasıf taşımaktadır. İnsana hayatı veren ve “akıl” adı verilen bir mahlûkuyla insanı ne yapacağını bilen bir hüviyete sokan, Allah’tır.
“Allah’a gerek yoktur, herşey kendi kendine oluşmuştur.” tezi, Allah’ın kanunları karşısında hiçbir şey ifade etmez. Birtakım âlimler ilimden biraz bir şeyler öğrendikleri zaman Allah’ın söylediklerini yalanlamaya çalışırlar. Allah’ın onlara verdiği ilim, onları Allah’a daha çok yaklaştıracak bir ilim olmasına rağmen onları Allah’ın yokluğunu iddia edecek bir hedefe yöneltmektedir. Bunun arkasında sadece şeytan vardır. İnsanlar ilerleyen günlerde, aylarda, yıllarda şeytanı ve onun takımını çok daha iyi tanıyacaklardır.

33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ burada “emanet” adıyla “ruh”tan bahsetmektedir. Âyet-i kerime, ruhu teslim alanın sadece fizik vücut değil, nefsle beraber fizik vücut olduğunu da ispat etmektedir. Fizik vücut ve nefs beraberce ruhu teslim almışlardır. Çünkü Allahû Tealâ çok zalim ve çok cahil ifadelerini kullanmaktadır. Bu, henüz tezkiye olmamış bir nefsin ifadesidir. Kalbi %100 afetlerle dolu olan bir nefs ve fizik vücut beraberliği, bir emanet kabul ediyorlar: Ruh. bir emanettir.
            Bu âyet-i kerime fizik vücutla birlikte nefsin de emaneti kabul ettiğini ispat ediyor. Cahil ve zalim olmak, nefsin afetlerinin vasıflarıdır. İnsanoğlu, nefsin kalbindeki zalim hüviyetinin sahibidir. Nefs, za-limdir ve cahildir. Hayata böyle başlar. Adım adım, nefs tezkiyesini yaptıkça zulmetme hüviyeti yok olur; müşfik bir insan olur kişi. Ve cehalet de yok olur; yerine ilim gelir, âlim bir kişi olur. Ve ruhumuz, fizik vücudumuz ve nefsimize Allahû Tealâ tarafından verilen bir emanettir.

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
AÇIKLAMA  
Bismillâhirrahmânirrahîm
            İstiane sabırla ve namazla yalnız Allah’tan istenebilir.
            Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmaktadır: “Cebrail kardeşimin bana öğrettiği iki namazdan biri İSTİHARE, diğeri HACET namazıdır.”
            Kişi bir kararın kendisi için uygun olup olmadığını İSTİHARE namazı kılarak Allah’tan sorabilir. Bu iki rekâtlık namazda Fatiha’dan sonra Kâfirun Suresi okunur. İkinci rekâtta da Fatiha’dan sonra İhlâs Suresi okunur ve Allah’tan yapmak istenen şeyin ya da kararın uygun olup olmadığı sorulur. Eğer Allahû Tealâ beyaz veya yeşil renklerin hakim olduğu bir rüya göstermişse kararın uygun, siyah veya kırmızı renklerin olduğu bir rüya göstermişse uygun olmadığı anlaşılır.
            2. namazın adı HACET namazıdır ve şöyle kılınır:

            1. Rekât: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kursî
            2. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nâs
    Oturuş: Ettehiyyatu
            3. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nâs
            4. Rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nâs
     Oturuş: Ettehiyyatu + Allahumme Salli + Allahumme Barik + Rabbena
           
            Ve kişi Allah’tan hacette bulunur: “Yarabbi benim mürşidim kim, bana onu göstermeni dilerim. “Dünyaya ya da manevî âleme ait birşey isteniyorsa yine hacet namazı kılınır. Allahû Tealâ “namazla”sözüyle hacet namazını ifade etmektedir. İnsanlar vardır hem Allah’a ulaşmayı dilemezler hem de hacet namazını kılarak Allah’tan devamlı mürşidlerini sorarlar. Allahû Tealâ da onlara sabırlı da olsalar mürşidlerini hiç göstermez. Bu insanlar kendi kendilerini aldatırlar: “Ben Allah’a ulaşmayı diliyorum ama Allah bana mürşidimi göstermiyor” diyerek yalan söylerler. Çünkü Allahû Tealâ buyurmaktadır: (29/ANKEBUT-5)
            Eğer kişiler huşû sahibiyse kesin şekilde inanırlarki ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklardır ve ölümden sonra da ruhları tekrar Allah’a bir defa daha geri dönecektir.
            Hacet namazı kılınıpta Allah’tan sorulduğu zaman o şeye ehil olunmalıdır.
            Hacet namazını kılan kişi huşû sahibiyse yani Allah’a ulaşmayı gerçekten diliyorsa ve mürşidini Allah’tan sorduysa Allah’ın o kişiye mürşidini daha ilk seferde göstermemesi mümkün değildir. İşte bu dizayn içerisinde âyet-i kerime  Allah’tan istianenin nasıl istenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ve kişi huşû sahibi olmuşsa Allahû Tealâ mutlaka mutlaka mürşidini gösterecektir ve istianeyi ona ulaştıracaktır.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ mürşide ulaşmayı herkesin üzerine farz kılmıştır. Bu bir emirdir. herkes sabırla ve hacet namazını kılarak Allah’tan mürşidini istemek mecburiyetindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Bakara-45 ve 46. ayetlerin muhtevasına girmezler. onların Allah’tan istiane istemeleri netice vermez. Allah onlara mürşidlerini göstermez. Çünkü gerçekten dilemiş olsalardı Allahû Tealâ bu talebi mutlaka o kişinin kalbinde işitecek, görecek ve bilecekti. Allahû Tealâ, mürşidi sadece huşû sahiplerine gösterir.
            Allah’a ulaşmayı istemiyorsanız huşû sahibi değilsinizdir. Çünkü insanlar Allah’a ulaşmayı dilemezlerse Allah da onları kendisine ulaştırmayı dilemez. Allah hep kalbe bakar. Kalpte böyle bir talep varsa o zaman talebiniz üzerine mürşidi gösterir. Kişi huşû sahibi değilse, Allah’a ulaşacağına inanmıyorsa hiçbir zaman hacet namazı da kılmayacaktır: (5/MÂİDE-35)

            Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi Allahû Tealâ’dan Allah’a ulaştırmaya vesile olacak kişiyi isteyecektir. Devrin imamı vesile değildir, ulaştırandır. Ulaştırma keyfiyetini bu dünya üzerinde gerçekleştirebilen kişi sadece devrin huzur namazının imamıdır. Kim Allah’a ulaşmayı diliyorsa ve  ruhunu hayattayken Allah’a ulaştıracağına mutlaka inanıyorsa o kişi huşû sahibidir ve hacet namazını kıldığı gece mutlaka Allah ona mürşidini gösterecektir.
            Hacet namazının ardındaki neticeyi Bakara-46’da açıklıyor: Huşû sahipleri için mürşidlerine ulaşmak zor değildir. Allahû Tealâ onlara mürşidlerini gösterir. Huşû sahiplerinin vasfı ise ölmeden evvel ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanmalarıdır.
            O halde öldüğü zaman kişinin vücudundan ruh çıkmayacaktır; çünkü kişinin vücudunda ruh yoktur. Azrail (A.S)’ ın görevini yapması için ruh Allah’ın katından geri gelir. Ve Azrail (A.S)’ın yardımcıları onu alır, tekrar Allah’ın katına çıkarır. Rücu kelimesi ruhun Allah’a geri dönüşüdür.

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Secde Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını ifade ediyor.
32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
24. âyet, Kur’ân’ın en önemli âyetlerindendir. Huzur namazının imamlarını tarif etmektedir. Enbiya-72’de Allahû Tealâ peygamber isimleri saymaktadır. Enbiya-73’te de huzur namazının imamları vardır:

21/ENBİYÂ-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona, İshak (A.S)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S)’ı vehbî (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.
21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.

Enbiya Suresinin 73. âyet-i kerimesindeki imamlar, Hz. İsa, Hz. Musa, Peygamber Efendimiz (S.A.V), Hz. İbrâhîm gibi peygamberler yani nebî-resûllerdir.   
Bütün peygamberler devrin imamıdır, huzur namazının imamıdır. Ama Secde-24’te peygamber olmayan imamlardan bahsedilmektedir. Peygamber olan imamlar da olmayan imamlar da resûl imamlardır. İkisi de resûldür ama ikisi de nebî değildir. Nebîler, peygamberlerdir. Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman, peygamberlerin sadece nebîler olduğunu görürüz. Öyleyse bütün peygamberler nebîdir, aynı zamanda resûldür. Peygamber olmayan resûller ise resûldürler ama nebî değil, velîdirler.
Öyleyse nübüvvet, peygamberliktir; velâyet Allah’a dost olmaktır. Allah’ın en büyük dostları nebîlerdir (peygamberlerdir). Her peygamber mutlaka devrinde huzur namazının imamıdır. Ama peygamberlerin arasında fetret devirleri vardır. Hz. İsa’dan  600 yıl sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V) gelmiştir. Arada geçen peygambersiz devrelerde velî resûllerden (her kavmin resûllerinden) bir tanesini Allah seçip vekâleten huzur namazının imamı kılmıştır. İşte onlar bu âyet-i kerimede bahsedilen imamlardır.