Dedikodu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dedikodu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2015 Pazartesi

DEDİKODU

DEDİKODU

            Davranış biçimleri, insanın her türlü davranışını ihtiva ettiği için çok geniş bir kavramdır.
      Biz insanlar sosyal mahlûklarız. Yani başka insanlarla bir arada yaşamak mecburiyetindeyiz. Hiç kimse yalnız başına hayatta ihtiyaç duyduğu şeylerin hepsini birden vücuda getiremez. Mutlaka başkalarına ihtiyaç duyar. Her konunun ihtisasına sahip olan insanların ürettikleri mallardan alarak gıda ihtiyacını, yiyecek ihtiyacını karşılamak mecburiyetindedir.
 Davranış biçimlerinin çok önemli konularından bir tanesi de “dedikodu”dur. Dedikodu; toplumu kemiren, Allah'ın dostlarının arasında asla bulunmaması lâzım gelen bir davranış biçimidir.
 İnsanlar neden dedikodu yaparlar? Dedikodu yapan insan tarafından zannedilir ki; kendisi bu tarzda bir davranışta bulunduğu zaman önemli bir kişi olacak. Başka insanlara onların bilmedikleri bir şeyler söyleyerek onların indinde itibar kazanacak. Kulağı delik, her şeyden haberdar ve bu sebeple başka insanların önem verdiği bir kişi olacak. Evvelâ bu önemin bir pozitif cephesini bir negatif cephesini ele almak gerekir. Eğer bir insan gerçekten önemli birisiyse o başka insanlar tarafından sevildiği için önemli bir kişi olmalıdır. Kendisinden nefret edilen insanlar da önemli olabilir. Dünyada bir çok diktatör birer birer yaşayıp, ölmüşlerdir. Hitler, Mussolini, Stalin gibi bir çok diktatör yaşayıp; arkalarında milyonlarca insanın katledilmesine sebebiyet veren bir şöhret bırakarak bu dünyadan gitmişlerdir.
Bir iyilikte yarışanlar, bir de kötülükte yarışanlar vardır. Sizler iyilikte, matlub olanda yarışanlardan olun. Nehyedilende (yasak edilende) yarışanlardan olmayın. Allah’ın yasak ettiği bir çok konu vardır. Bunlardan bir tanesi dedikodudur. Dedikodu, toplumu kemiren bir müthiş düşmandır. Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakmalısınız. Allahû Tealâ insanlardan ne ister? Bir tek insanların mutlu olmasını ister. Allah'ın istediği buysa, hepinizin davranışları etrafınızdaki insanları mutlu edecek davranış biçimleri olmalıdır.
1-  Allah'ın istediği sizi ve çevrenizdeki herkesi mutlu kılmaktır
2-  Şeytanın istediği sizi ve etrafınızdaki insanları mutsuz kılmaktır.
Mademki başka insanlarla beraber yaşanıyor o zaman herkesin üzerine düşen bir görevi vardır. Bu görev etrafınızdaki insanları mutlu kılmak ve onları huzur içinde yaşatmak, onlara Allah'ın bütün güzellikleriyle davranmaktır. Her an çevresindeki insanlara güzel bir şeyler verebilen insanlardan olmalısınız. Onları mutlu eden, davranışlarıyla onlara sıkıntı vermeyen, varlığından hoşlanılan, varlığından huzur duyulan bir insan olmalısınız. İnsanlar vardır; başkaları onlar için: “Aman yakamdan düşsün, yanımda bulunmasın, benden uzak olsun da ne olursa olsun.” derler. Sakın o insanlardan olmayın. Öyle bir insan olun ki sizden: “Ha o mu? O Allah'ın bir sevgilisidir. O herkes için hep iyi şeyler düşünür. Hayatını başkalarının mutluluğuna adamıştır.” diye bahsetsinler.
         Nefsiniz hep size önemli bir insan olmanızı ve başkaları tarafından sayılmanızı önerir. Şeytan başkalarının saygı gösterdiği birisi olmak için sizi, başka insanları kontrolü altına alan, onlara emreden, bir emir ve kumanda mevkiinde olmanızı emreder. Emretmek; bir başka insanın iradesini devre dışı bırakmak demektir. O kişi başka bir şey yapmak istiyorsa; siz ona onun yapmayı istediğini değil, onun tamamen dışında belki de zıttı olan bir şeyi yapmasını emrediyorsanız ona dilediğiniz şeyi, zorla yaptırmak üzere harekete geçtiğinizde, onun cüz’i iradesine karşı çıkmış olursunuz.
Herkesin bir seviyesi vardır. Herkes olaylara başka bir noktadan bakar. Sahildeki bir evin, sokak kapısında oturan birisi uzaklardan gelen geminin sadece dumanını görebilir. O gemi aynı yerdeyken, kişi 1. kattan baksa belki geminin bacasını da görecektir. Daha üst kata çıktığı zaman gemiyi ve denizi birlikte görecektir. Öyleyse doğruyu görmek, görüş hedefinizi tayin etmek ancak yükselmekle mümkündür. Buradaki yükseklik (irtifa yüksekliği), deniz kıyısındaki bir evdeki yüksekliktir. Bir insanın manevî yükselişi ise fazilet alanında gerçekleşir. Faziletli bir insan olmalısınız. Faziletli bir insan erdemli olan insandır.
Bir kişi evvelâ Allah'a ulaşmayı dilemelidir. Sonra nefsinizin kibir, gurur afetini kırıp yerle bir edip, Allah'ın katında sizden daha üstün olan birisine tâbî olmak mecburiyetindesiniz. Tâbî olmak; bir insanın burnunu kırmasıdır. Bir başkasının Allah katında kendisinden daha üstün olmasını kabul etmesidir. Tâbî olmak; bir insanın Allah'ın bir sevgilisinden yardım görmek üzere ona yaklaşması ve emrine girmesidir. İnsanlar hep “Kula kul olmak insanın harcı değildir. Bir insan eğer insan gibi yaşamak isterse kimseye tâbî olmamalıdır.” derler. Bunların hepsi safsatadır (yanlıştır). Neden safsatadır? İnsanları yaratan Allah’tır. Allahû Tealâ, Kur'ân-ı Kerim boyunca bir tür insanı oluşturmak üzere harekete geçmiştir. O insan (hedef insan) öyle bir insandır ki; o insan kendisi için yaşamaz. Hayatını başkalarına vakfetmiştir. Onlar için yaşar. Öyle olduğu için hayatının her saniyesini, her dakikasını başkalarına mutluluk vermek üzere harcadığı için o, dünyadaki en mutlu insandır.
Mutluluk parayla satın alınmaz. Mutluluk bir terbiye meselesidir. Nefsinizi terbiye edeceksiniz ve de Allah yolunda ilerleyeceksiniz ki; nefsiniz tezkiye olsun. Daimî zikre ulaşacaksınız ki; nefsiniz tasfiye olsun.
Davranış biçimlerinizi nasıl Allah'ın emrettiği bir boyuta taşıyabilirsiniz? İnsanlara mutluluk ulaştırmaya başladığınız noktadan itibaren ilk adımı atmış olursunuz. Bunun için bir üst seviye evliya olmak gerekmiyor. Davranış biçimlerine biraz dikkat eden herkes bunu başarabilir. Başkalarının sizin üzerinizde bir hakkı olduğunu, onlarla iyi bir ilişki kurmayı, Allahû Tealâ’nın size emrettiğini, kabul etseniz; sırf onlara iyilik etmek, mutlu etmek için size hayat verildiğini kabul etseniz,  ne kaybedersiniz ki?
Sahâbe öyle bir yapıya ulaşmıştı ki; her sahâbenin gözünde diğerleri kendisinden daha kıymetliydi. Her sahâbe diğer kardeşlerini, Allah katında kendilerinden üstün kabul etmek temel emrinin, sahibi olmuşlardır. Bu emir sizi insan yapar. Nefsiniz kesinlikle başka insanların sizden üstün olduğunu kabul etmez, etmeyecektir. Ona bunu kabul ettireceğiniz yer sahâbe gibi daimî zikrin sahibi olduğunuz zamandır. O zaman nefsinizin kalbinde kibir afeti, gurur afeti kalmayacaktır.
Başkaları için yaşayan bir insanın davranış biçimlerine dikkatle baktığınız zaman, orada dedikodunun yer almadığını görürsünüz. Eğer birisi ona gidip de başka birisini zemmederse (kötü bir davranışını söylerse, yererse) o, bu davranışı durduracaktır. Böyle bir şeyi dinlemek istemediğini söyleyecektir. Başkaları hakkında kendisine ulaştırılan bir kötülüğü anlatan birisi ona vasıl olduğunda, onu durdurmayı bilen insandır. O kişi: “Sen şu anda başka bir kardeşimizi bana zemmediyorsun. Onun aleyhinde konuşuyorsun ve onu karşımıza almamızı, benim de senin yanında olmamı istiyorsun. Eğer sen başka birisinin sana yaptığı bir davranış biçiminden alınmışsan bunu onunla konuşup, onunla halletmelisin.” der.
Dedikodunun en korkunç yanı burada başlar. Eğer A, B’ye herhangi bir davranışı sebebiyle kızmışsa, onun yaptığı davranışı uygun bulmuyorsa ona küser ve etrafındaki insanlardan birisine gider, onun aleyhinde bir konuşma yapar ve “Bana böyle yaptı.” der. Yetmez, başka birine daha gidip kendisine yapılan kötülüğü söyler. Bir başkasına daha gider. Ona da söyler. Ne olur? Ötekilerin bunları kabul ettiğini düşündüğümüzde karşı tarafın hiç haberi yokken bir dedikoducu kişi, bir çok insanı ona karşı bir noktaya getirebilir. O kişinin dostları değil, düşmanları olmuşlardır. Artık iki taraf vardır. Birbirine sevgisiz hatta bazen düşman olan, incitmeye çalışan iki grup vardır. Bir kişiye karşı bir çok kişi oluşmuştur. Şimdi konunun ilginç ve negatif olan bir başka tarafı da şudur: İkinci kişi de kendisinden şikâyette bulunan kişinin daha evvel kendisine yaptığı bir yanlış sebebiyle ona o davranışta bulunmuştur. Onun kalbini kırmıştır. Ama birincisi ondan daha önce ona bir kötü davranışın sahibi olmuştur. Bu dedikoduyu yapan, diğerlerine kendisinin ona yaptığı kötü davranışı söylemez. O davranışın neden vücuda geldiğini söylemez. Sadece karşı taraftan aldığı kötü bir davranışın varlığıyla etrafına taraftar toplar.
Bu tarz bir davranış sergilendiğinde ne oluyor? Beş altı kişi bir kişiye karşı çıkıyor. Ama öbür tarafta boş durmuyor. O da etrafındaki diğerlerine gidiyor. Bu dedikoduyu yapan birinci kişinin davranışının aynısını, o da başkalarına yapıyor; birinciyi kötülüyor. Böylece kendisinin dedikodusu yapılan kişi, başka birisinin dedikodusunu yapmaya başlıyor. Ne oluyor o zaman? Birbirinin karşısında olan sadece birer kişi değil; birbirinin karşısında olan 3’er, 4’er, 5’er kişilik çok daha kalabalık gruplar oluşuyor.
Bu tarz bir olayda yapılması lâzım gelen şey çok basittir. Dedikoduyu ve düşmanlığı kaynağından kurutmaktır. Kim size kötü bir davranışla gelirse, hiç hakkı olmadığı halde size bir çok kötü sözü ard arda söylerse ve de siz de (hiç hatanızın olmadığını kabul edelim) hiç hatanız olmadığı halde, o kişiden af dilemek büyüklüğünü gösterirseniz ne olur?
 O kişi eğer size, kendisine ait olan bir takım sebeplerle kızıyorsa; sizin farkına bile varmadığınız davranışlarınızdan bir tanesi ona batmışsa, ya da hiç böyle bir şey olmadığı halde, başka birine kızıp ondan sonra, siz ona bir şey yapmadığınız halde size bir takım kötü şeyler söylemişse, arkasında o kişinin kendisine ait hatalar vardır. Başka birisine kızmıştır; sizinle de karşılaşınca ona (kızdığı kişiye) ait olan öfkesini sizden almaya kalkmıştır. Peki siz haklı olmanıza rağmen af dilemek büyüklüğünü gösterirseniz; ondan af dilerseniz ne olur? O kişinin ikinci adımı atıp size daha çok kızarak, daha kötü sözler söylemesine kesinlikle mani olmuş olursunuz. Onu mahçup edersiniz. Kendisi zaten haksız olduğunu bilerek size çatıyor ki; siz ona bir şeyler söyleyesiniz de size kızsın; daha çok öfkelensinde ağır sözler söylesin. Ama siz onun söylediklerini af dileyerek hükümsüz kılarsınız. Hiç hatanız yokken af dilediğinizi o kişi bilir. O zaman yapabileceği hiçbir şey kalmaz. İkinci adımı atamaz. Siz ona karşı çıksaydınız, o size vursaydı ve siz de ona vursaydınız ki; bu da ihtimâl dahilindedir; olabilirdi; o zaman iki tane düşman oluşacaktı. Ama siz, o kavga oluşmadan önce hatalı olmadığınız halde af dilemek büyüklüğünü göstererek olayı kaynağında kuruttunuz. Onun ikinci adımı atarak size kötü davranabilmesi sizin af dilemenizle imkânsız hale gelir. O kişi için yapacak bir şey kalmaz. Kavga biter. Ya o zaman ya da daha sonra o kişinin sizden af dilediğini göreceksiniz.
İnsanlar kâinatın en üstün mahlûkları olarak yaratılmıştır. Bütün kâinat insan için yaratılmıştır. Allahû Tealâ bu üstün yaratılan mahlûkatından, bütün insanlardan güzel davranış biçimleri bekler. İnsanların birbirine dost olmasını ve de bu dostluğu mutlaka kurmalarını ister. Şimdi bir kişinin herhangi bir sözünden alınıp ona kızan bu kötü ve yanlış davranışı başkalarına ulaştıran, böylece insanları iki gruba ayırmaya sebep olan kişi, kendisine kötü sözü söyleyen kişiyi başkalarına kötüleyecek yerde, o kötü sözü söylemesinin arkasından ondan af dilemek büyüklüğünü gösterse ne olur? Kavga orada biter. O kişi de bundan mahcûbiyet duyar. Başka birisi kendisine bir feragat dersi vermiştir. O hak sahibi olmasına rağmen, af dilemek büyüklüğünü göstermiştir. Karşısındaki kişi bundan hüzün duyar ve bu istikamette ezilir. Derhal çözüm arar. Çözüm af dilemektir. Böylelikle sulh ve sükûn oluşur. Kavga önlenir. Taraflar oluşmaz. Ortada birbirine dost olan bir grup vardır.
Dedikodu öyle bir mikroptur ki; insanları gruplara ayırır, birbirinin karşısına diker. Bir başkasına anlatacağınız şey eğer bir diğer kişinin güzel bir davranışıysa, ne olur? Siz etrafınızdaki bütün insanları başka kardeşlerimizin güzel davranışlarını anlatmayı hedef alırsanız: “Falanca yanlış bir şey söyledi. Ben duydum. Ama ben onun ismini sana vermek istemiyorum. Söylemek istediğim başka bir şey. Onun o kötü davranışına falanca kardeşimiz öyle güzel bir cevap verdi ki; ben onun hatalı olmadığını biliyorum. Buna rağmen af dileyerek öyle bir davranış biçimi gösterdi ki; diğer kişi öfkesini unutuverdi. Sonra bu iki kardeşimiz birbirini çok sevdiler.” İşte anlatılması lâzım gelen şeyler bu güzelliklerdir. Eğer kendi arkadaşlarınızdan iki kişinin kavga ettiğini görürseniz hiç çekinmeyin; hemen aralarına girin ve deyin ki: “Durun bakalım neden kavga ediyorsunuz? Neyi paylaşamıyorsunuz? Ben size yardımcı olmak istiyorum.” Kavgayı, anlaşmazlığı başlarken söndürmeye çalışın.
Kavga kırgınlığın sonucudur. Kırgınlık, kişinin o anda öfkesine hakîm olamadığı bir noktaya ulaşırsa kişi kendisini tutamaz ve karşısındakine kötü sözler söyler. Belki de onu dövmeye kalkar. Bu noktada bu dövme olayının öldürmeye kadar gitmesi söz konusu olabilir. İnsanoğlunun hangi an nasıl davranacağı belli değildir. Ama taraflardan birisi sulh ve sükûnun sahibiyse, karşısındakinin haksız davranışına af dilemekle cevap vermek büyüklüğünü gösterebilmişse, o zaman olay kendisini yaralayabilecek bir boyuta ulaşamaz. O af dilemek büyüklüğünü göstermiş, Allah'ın indinde değer kazanmıştır. Allah, herkesin haklı da olsa af dilemesinden yanadır. Af dilemek, tevazunun işaretidir. Allahû Tealâ kibirlilerden, burnu havada gezen insanlardan hoşlanmaz. Allahû Tealâ tevazu sahiplerini sever. Tevazu sahibi olanlar alçak gönüllü olanlar demektir. Bu dünyayı güzelliğe taşıyacak daha güzel bir toplum oluşturacak olanlar onlardır.
İnsanların dedikodudan uzak olduğu, birbirine dost olduğu, bütün dünyada sulh ve sükûnun oluştuğu yeni bir düzen kurulacaktır. Dînler birleşecektir. Günümüzde kitaplı olan 3 dîn vardır. İlki Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’ın muhtevasına sahip olan Museviler, ikinci dîn İncil’in muhtevasına sahip olan Hristiyanlar, üçüncüsü de Kur’ân’ın muhtevasına sahip olan Müslümanlar. Ve aralarında hep harpler var. İşte bütün o harplerin sona erdiği yeni bir dünya düzeni kurulacaktır. Mutlaka kurulacaktır. Dünyada bütün insanların birbirini sevdiği, yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olan insanların oluşturduğu yeni bir dünya… Yeryüzünden düşmanlık silinecektir. O çağın giriş kapısından içeriye girilmiştir. Ve şimdi ahlâkın yerli yerine oturtulması devresi yaşanmaktadır.
İnsanlar nefsleriyle yaşıyorlar ve bizim ülkemizde ahlâk çok büyük ölçüde bozulmuş durumdadır. Bütün dünyanın tasavvufu yaşamamaları sebebiyle hayran kaldığı Osmanlı ahlâkı yerle bir edilmiş durumdadır. Osmanlı imparatorluğu devam ettiği sürece dünyada en az suç işlenen ülke olan Türkiye, bugün dünyada en çok suç işleyen ülkelerden biri olmuştur. İtalyanlardan sonra Türkiye geliyor.
Sevgili kardeşlerim, birbirinizi sevin. Siz bu çirkin davranışların sahipleri olan insanlara en güzel örneği sunmak mecburiyetinde olanlarsınız. Allah’ı seviyorsanız bu size zor gelmeyecektir. Örnek insan olacaksınız. Davranış biçimlerinizi ona göre tayin etmelisiniz.
Dedikoduyu aranızda yaşatmamalısınız. Kim size bir başkasını kötülerse, ona itibar etmemelisiniz. Ona itibar etmeyin deyince, onunla kavga edin, ona karşı çıkın tarzında bir şey ifade etmiyoruz. Bu yanlış olur. Sadece siz de onun düşmanları arasına katılırsınız. Başkasını size zemmeden bir kişiye: “Onun sana böyle davranması için sen ona ne yaptın? Bak kardeşim, sen bana bir kardeşimizi zemmediyorsun (kötülüyorsun). Bu sana hiç yakışmıyor. Bizim aramızda, böyle bir müessese uygun görülemez. Ben bu davranışını sana yakıştıramadım. Senden böyle bir şey beklemezdim. Yapman lâzım gelen şey, şimdi o kardeşimize gidip onunla barışmandır. Ondan af dilemendir. Eğer o gelip bana seni kötülemiş, senin aleyhine konuşmuş olsaydı, ona da mutlaka aynı şeyleri söyleyecektim. Bu bir sen ben kavgası değildir. Evvelâ yapman lâzım gelen şeyi öğrenmelisin. Yapman lâzım gelen şey, hemen o kardeşimize gidip af dilemektir. Bir defa söyleyeyim ki; eğer o bana gelseydi ve seni zemmetseydi (kötüleseydi), ona da mutlaka aynı şeyi söyleyecektim.” demelisiniz.
Herkes aynı davranış biçimini sergilerse, başkaları hakkında diğerlerinin kötü şeyleri söylemesine engel olursa, bu mesele mutlaka kapanır. Birileri ne zaman başkalarının aleyhinde konuşarak kendilerini haklı çıkartmaya çalışıyorlarsa: “Eğer benimle konuşmak istiyorsanız, başkalarının size yaptığı hatalı davranışları değil, sizin onlara yaptığınız hatalı davranışları anlatarak o arkadaşınızdan af dilemelisiniz. Onların hatalı olduğunu kabul ediyorum; ona rağmen gene bunu söylüyorum sana. Yapman lâzım gelen şey haklı olmana rağmen gidip af dilemendir.” demelisiniz.
İslâm, tasavvuf, Kur’ân aynı hüviyettedir; hepsi 7 safha ve 4 teslim içerir. Allah'ın temel emri başka insanları sevmek; onları dost kılmak ve diğerlerinin de birbirleriyle İslâm’ın hedef gösterdiği en büyük dostluğu kurmalarını temin etmeye çalışmaktır. İşte hepinizin hedefi bu olmalıdır.
Sizler tasavvuf yaşamaya çalışanlarsınız. İlkel kabilelerin kavgaları aranıza asla sızmamalıdır. Değişmelisiniz… Allah'ın boyasıyla boyanın. Davranışlarınızı, Allah'ın davranış biçimleriyle mutlaka düzeltin. Allahû Tealâ’nın sulh ve sükûnu emrettiğini, hiçbir şekilde bunun ötesinde bir hüviyet kazanan kavgayı, hakareti, düşmanlığı Allah'ın tecvit etmediğini ve kabul etmeyeceğini bilin. Eğer Allah'ın gözünde ve başka insanların gözünde küçülmek istemiyorsanız; saygı görmek ve başka insanlar tarafından sevilmek istiyorsanız; evvelâ siz onlara kavga yerine; sevgi götürmelisiniz.
Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi selâmlıyoruz. Ve hepinizin sonsuz mutluluklara ulaşmasını diliyoruz.