DEDİKODU
Davranış
biçimleri, insanın her türlü davranışını ihtiva ettiği için çok geniş bir
kavramdır.
Biz insanlar sosyal mahlûklarız. Yani
başka insanlarla bir arada yaşamak mecburiyetindeyiz. Hiç kimse yalnız başına
hayatta ihtiyaç duyduğu şeylerin hepsini birden vücuda getiremez. Mutlaka
başkalarına ihtiyaç duyar. Her konunun ihtisasına sahip olan insanların
ürettikleri mallardan alarak gıda ihtiyacını, yiyecek ihtiyacını karşılamak
mecburiyetindedir.
Davranış biçimlerinin çok önemli konularından bir
tanesi de “dedikodu”dur. Dedikodu; toplumu kemiren, Allah'ın dostlarının
arasında asla bulunmaması lâzım gelen bir davranış biçimidir.
İnsanlar neden dedikodu yaparlar? Dedikodu yapan insan
tarafından zannedilir ki; kendisi bu tarzda bir davranışta bulunduğu zaman
önemli bir kişi olacak. Başka insanlara onların bilmedikleri bir şeyler
söyleyerek onların indinde itibar kazanacak. Kulağı delik, her şeyden haberdar
ve bu sebeple başka insanların önem verdiği bir kişi olacak. Evvelâ bu önemin
bir pozitif cephesini bir negatif cephesini ele almak gerekir. Eğer bir insan
gerçekten önemli birisiyse o başka insanlar tarafından sevildiği için önemli
bir kişi olmalıdır. Kendisinden nefret edilen insanlar da önemli olabilir.
Dünyada bir çok diktatör birer birer yaşayıp, ölmüşlerdir. Hitler, Mussolini,
Stalin gibi bir çok
diktatör yaşayıp; arkalarında milyonlarca insanın katledilmesine sebebiyet
veren bir şöhret bırakarak bu dünyadan gitmişlerdir.
Bir iyilikte yarışanlar, bir de kötülükte
yarışanlar vardır. Sizler iyilikte, matlub olanda yarışanlardan olun.
Nehyedilende (yasak edilende) yarışanlardan olmayın. Allah’ın yasak ettiği bir
çok konu vardır. Bunlardan bir tanesi dedikodudur. Dedikodu, toplumu kemiren bir
müthiş düşmandır. Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakmalısınız. Allahû
Tealâ insanlardan ne ister? Bir tek insanların mutlu olmasını ister. Allah'ın
istediği buysa, hepinizin davranışları etrafınızdaki insanları mutlu edecek
davranış biçimleri olmalıdır.
1- Allah'ın istediği sizi ve çevrenizdeki
herkesi mutlu kılmaktır
2- Şeytanın istediği sizi ve etrafınızdaki
insanları mutsuz kılmaktır.
Mademki başka insanlarla beraber yaşanıyor
o zaman herkesin üzerine düşen bir görevi vardır. Bu görev etrafınızdaki
insanları mutlu kılmak ve onları huzur içinde yaşatmak, onlara Allah'ın bütün
güzellikleriyle davranmaktır. Her an çevresindeki insanlara güzel bir şeyler
verebilen insanlardan olmalısınız. Onları mutlu eden, davranışlarıyla onlara
sıkıntı vermeyen, varlığından hoşlanılan, varlığından huzur duyulan bir insan
olmalısınız. İnsanlar vardır; başkaları onlar için: “Aman yakamdan düşsün,
yanımda bulunmasın, benden uzak olsun da ne olursa olsun.” derler. Sakın o
insanlardan olmayın. Öyle bir insan olun
ki sizden: “Ha o mu? O Allah'ın bir sevgilisidir. O herkes için hep iyi şeyler
düşünür. Hayatını başkalarının mutluluğuna adamıştır.” diye bahsetsinler.
Nefsiniz hep size önemli bir insan
olmanızı ve başkaları tarafından sayılmanızı önerir. Şeytan başkalarının saygı
gösterdiği birisi olmak için sizi, başka insanları kontrolü altına alan, onlara
emreden, bir emir ve kumanda mevkiinde olmanızı emreder. Emretmek; bir başka
insanın iradesini devre dışı bırakmak demektir. O kişi başka bir şey yapmak
istiyorsa; siz ona onun yapmayı istediğini değil, onun tamamen dışında belki de
zıttı olan bir şeyi yapmasını emrediyorsanız ona dilediğiniz şeyi, zorla
yaptırmak üzere harekete geçtiğinizde, onun cüz’i iradesine karşı çıkmış
olursunuz.
Herkesin bir seviyesi vardır. Herkes olaylara başka
bir noktadan bakar. Sahildeki bir evin, sokak kapısında oturan birisi
uzaklardan gelen geminin sadece dumanını görebilir. O gemi aynı yerdeyken, kişi
1. kattan baksa belki geminin bacasını da görecektir. Daha üst kata çıktığı
zaman gemiyi ve denizi birlikte görecektir. Öyleyse doğruyu görmek, görüş
hedefinizi tayin etmek ancak yükselmekle mümkündür. Buradaki yükseklik (irtifa yüksekliği), deniz kıyısındaki bir
evdeki yüksekliktir. Bir insanın manevî yükselişi ise fazilet alanında
gerçekleşir. Faziletli bir insan olmalısınız. Faziletli bir insan erdemli olan
insandır.
Bir kişi evvelâ Allah'a ulaşmayı
dilemelidir. Sonra nefsinizin kibir, gurur afetini kırıp yerle bir edip,
Allah'ın katında sizden daha üstün olan birisine tâbî olmak
mecburiyetindesiniz. Tâbî olmak; bir insanın burnunu kırmasıdır. Bir başkasının
Allah katında kendisinden daha üstün olmasını kabul etmesidir. Tâbî olmak; bir
insanın Allah'ın bir sevgilisinden yardım görmek üzere ona yaklaşması ve emrine
girmesidir. İnsanlar hep “Kula kul olmak insanın harcı değildir. Bir insan eğer
insan gibi yaşamak isterse kimseye tâbî olmamalıdır.” derler. Bunların hepsi
safsatadır (yanlıştır). Neden safsatadır? İnsanları yaratan Allah’tır. Allahû
Tealâ, Kur'ân-ı Kerim boyunca bir tür insanı oluşturmak üzere harekete
geçmiştir. O insan (hedef insan) öyle bir insandır ki; o insan kendisi için
yaşamaz. Hayatını başkalarına vakfetmiştir. Onlar için yaşar. Öyle olduğu için
hayatının her saniyesini, her dakikasını başkalarına mutluluk vermek üzere
harcadığı için o, dünyadaki en mutlu insandır.
Mutluluk parayla satın alınmaz. Mutluluk
bir terbiye meselesidir. Nefsinizi terbiye edeceksiniz ve de Allah yolunda
ilerleyeceksiniz ki; nefsiniz tezkiye olsun. Daimî zikre ulaşacaksınız ki;
nefsiniz tasfiye olsun.
Davranış biçimlerinizi nasıl
Allah'ın emrettiği bir boyuta taşıyabilirsiniz?
İnsanlara mutluluk ulaştırmaya başladığınız noktadan itibaren ilk adımı atmış
olursunuz. Bunun için bir üst seviye evliya olmak gerekmiyor. Davranış
biçimlerine biraz dikkat eden herkes bunu başarabilir. Başkalarının sizin
üzerinizde bir hakkı olduğunu, onlarla iyi bir ilişki kurmayı, Allahû Tealâ’nın
size emrettiğini, kabul etseniz; sırf onlara iyilik etmek, mutlu etmek için
size hayat verildiğini kabul etseniz, ne
kaybedersiniz ki?
Sahâbe öyle bir yapıya ulaşmıştı ki; her
sahâbenin gözünde diğerleri kendisinden daha kıymetliydi. Her sahâbe diğer
kardeşlerini, Allah katında kendilerinden üstün kabul etmek temel emrinin,
sahibi olmuşlardır. Bu emir sizi insan yapar. Nefsiniz kesinlikle başka
insanların sizden üstün olduğunu kabul etmez, etmeyecektir. Ona bunu kabul
ettireceğiniz yer sahâbe gibi daimî zikrin sahibi olduğunuz zamandır. O zaman
nefsinizin kalbinde kibir afeti, gurur afeti kalmayacaktır.
Başkaları için yaşayan bir insanın
davranış biçimlerine dikkatle baktığınız zaman, orada dedikodunun yer
almadığını görürsünüz. Eğer birisi ona gidip de başka birisini zemmederse (kötü bir
davranışını söylerse, yererse) o, bu davranışı durduracaktır. Böyle bir şeyi
dinlemek istemediğini söyleyecektir. Başkaları hakkında kendisine ulaştırılan
bir kötülüğü anlatan birisi ona vasıl olduğunda, onu durdurmayı bilen
insandır. O kişi: “Sen şu anda başka bir kardeşimizi bana zemmediyorsun. Onun
aleyhinde konuşuyorsun ve onu karşımıza almamızı, benim
de senin yanında olmamı istiyorsun. Eğer sen
başka birisinin sana yaptığı bir davranış biçiminden alınmışsan bunu onunla
konuşup, onunla halletmelisin.” der.
Dedikodunun
en korkunç yanı burada başlar. Eğer A, B’ye herhangi bir davranışı sebebiyle
kızmışsa, onun yaptığı davranışı uygun bulmuyorsa ona küser ve etrafındaki
insanlardan birisine gider, onun aleyhinde bir
konuşma yapar ve “Bana böyle yaptı.” der. Yetmez, başka birine daha gidip
kendisine yapılan kötülüğü söyler. Bir başkasına daha gider. Ona da söyler. Ne
olur? Ötekilerin bunları kabul ettiğini düşündüğümüzde karşı tarafın hiç haberi
yokken bir dedikoducu kişi, bir çok insanı ona karşı bir noktaya
getirebilir. O kişinin dostları değil, düşmanları olmuşlardır. Artık iki taraf
vardır. Birbirine sevgisiz hatta bazen düşman olan, incitmeye çalışan iki grup
vardır. Bir kişiye karşı bir çok kişi oluşmuştur. Şimdi konunun ilginç ve negatif
olan bir başka tarafı da şudur: İkinci kişi de kendisinden şikâyette bulunan
kişinin daha evvel kendisine yaptığı bir yanlış sebebiyle ona o davranışta
bulunmuştur. Onun kalbini kırmıştır. Ama birincisi ondan daha önce ona bir kötü
davranışın sahibi olmuştur. Bu dedikoduyu yapan, diğerlerine kendisinin ona
yaptığı kötü davranışı söylemez. O davranışın neden vücuda geldiğini söylemez.
Sadece karşı taraftan aldığı kötü bir davranışın varlığıyla etrafına taraftar
toplar.
Bu tarz bir davranış sergilendiğinde ne oluyor? Beş
altı kişi bir kişiye karşı çıkıyor. Ama öbür tarafta boş durmuyor. O da
etrafındaki diğerlerine gidiyor. Bu dedikoduyu yapan
birinci kişinin davranışının aynısını, o da
başkalarına yapıyor; birinciyi kötülüyor. Böylece kendisinin dedikodusu yapılan
kişi, başka birisinin dedikodusunu yapmaya başlıyor. Ne oluyor o zaman?
Birbirinin karşısında olan sadece birer kişi değil; birbirinin karşısında olan
3’er, 4’er, 5’er kişilik çok daha kalabalık gruplar oluşuyor.
Bu tarz bir olayda yapılması lâzım gelen
şey çok basittir. Dedikoduyu ve düşmanlığı kaynağından kurutmaktır. Kim size
kötü bir davranışla gelirse, hiç hakkı olmadığı halde size bir çok kötü sözü
ard arda söylerse ve de siz de (hiç hatanızın olmadığını kabul edelim) hiç hatanız olmadığı
halde, o kişiden af dilemek büyüklüğünü gösterirseniz ne olur?
O kişi eğer
size, kendisine ait olan bir takım sebeplerle kızıyorsa; sizin farkına bile
varmadığınız davranışlarınızdan bir tanesi ona batmışsa, ya da hiç böyle bir
şey olmadığı halde, başka birine kızıp ondan sonra, siz ona bir şey
yapmadığınız halde size bir takım kötü şeyler söylemişse, arkasında o kişinin
kendisine ait hatalar vardır. Başka birisine kızmıştır; sizinle de karşılaşınca
ona (kızdığı kişiye) ait olan öfkesini sizden almaya kalkmıştır. Peki siz haklı
olmanıza rağmen af dilemek büyüklüğünü gösterirseniz; ondan af dilerseniz ne
olur? O kişinin ikinci adımı atıp size daha çok kızarak, daha kötü sözler
söylemesine kesinlikle mani olmuş olursunuz. Onu mahçup edersiniz. Kendisi
zaten haksız olduğunu bilerek size çatıyor ki; siz ona bir şeyler söyleyesiniz
de size kızsın; daha çok öfkelensinde ağır sözler söylesin. Ama siz onun
söylediklerini af dileyerek hükümsüz kılarsınız. Hiç hatanız yokken af
dilediğinizi o kişi bilir. O zaman yapabileceği hiçbir şey kalmaz. İkinci adımı
atamaz. Siz ona karşı çıksaydınız, o size vursaydı ve siz de ona vursaydınız
ki; bu da ihtimâl dahilindedir; olabilirdi; o zaman iki tane düşman oluşacaktı.
Ama siz, o kavga oluşmadan önce hatalı olmadığınız halde af dilemek büyüklüğünü
göstererek olayı kaynağında kuruttunuz. Onun ikinci adımı atarak size kötü
davranabilmesi sizin af dilemenizle imkânsız hale gelir. O kişi için yapacak
bir şey kalmaz. Kavga biter. Ya o zaman ya da daha sonra o kişinin sizden af
dilediğini göreceksiniz.
İnsanlar kâinatın en üstün mahlûkları
olarak yaratılmıştır. Bütün kâinat insan için yaratılmıştır. Allahû Tealâ bu
üstün yaratılan mahlûkatından, bütün insanlardan güzel davranış biçimleri
bekler. İnsanların birbirine dost olmasını ve de bu dostluğu mutlaka
kurmalarını ister. Şimdi bir kişinin
herhangi bir sözünden alınıp ona kızan bu kötü ve yanlış davranışı başkalarına
ulaştıran, böylece insanları iki gruba ayırmaya sebep olan kişi, kendisine kötü sözü söyleyen kişiyi başkalarına kötüleyecek yerde, o
kötü sözü söylemesinin arkasından ondan af dilemek büyüklüğünü gösterse
ne olur? Kavga orada biter. O kişi de bundan mahcûbiyet duyar. Başka birisi
kendisine bir feragat dersi vermiştir. O hak sahibi olmasına rağmen, af dilemek
büyüklüğünü göstermiştir. Karşısındaki kişi bundan hüzün duyar ve bu
istikamette ezilir. Derhal çözüm arar. Çözüm af
dilemektir. Böylelikle sulh ve sükûn oluşur. Kavga önlenir. Taraflar oluşmaz.
Ortada birbirine dost olan bir grup vardır.
Dedikodu öyle bir mikroptur ki; insanları
gruplara ayırır, birbirinin karşısına diker. Bir
başkasına anlatacağınız şey eğer bir diğer kişinin güzel bir davranışıysa, ne
olur? Siz etrafınızdaki bütün insanları başka kardeşlerimizin güzel
davranışlarını anlatmayı hedef alırsanız: “Falanca yanlış bir şey söyledi. Ben
duydum. Ama ben onun ismini sana vermek istemiyorum. Söylemek istediğim başka
bir şey. Onun o kötü davranışına falanca kardeşimiz öyle güzel bir cevap verdi
ki; ben onun hatalı olmadığını biliyorum. Buna rağmen af dileyerek öyle bir
davranış biçimi gösterdi ki; diğer kişi öfkesini unutuverdi. Sonra bu iki
kardeşimiz birbirini çok sevdiler.” İşte anlatılması lâzım gelen şeyler bu
güzelliklerdir. Eğer kendi arkadaşlarınızdan iki kişinin kavga ettiğini
görürseniz hiç çekinmeyin; hemen aralarına girin ve deyin ki: “Durun bakalım
neden kavga ediyorsunuz? Neyi paylaşamıyorsunuz? Ben size yardımcı olmak
istiyorum.” Kavgayı, anlaşmazlığı başlarken söndürmeye çalışın.
Kavga kırgınlığın sonucudur. Kırgınlık,
kişinin o anda öfkesine hakîm olamadığı bir noktaya ulaşırsa kişi kendisini
tutamaz ve karşısındakine kötü sözler söyler. Belki de onu dövmeye kalkar. Bu
noktada bu dövme olayının öldürmeye kadar gitmesi söz konusu olabilir.
İnsanoğlunun hangi an nasıl davranacağı belli değildir. Ama taraflardan birisi
sulh ve sükûnun sahibiyse, karşısındakinin haksız davranışına af dilemekle
cevap vermek büyüklüğünü gösterebilmişse, o zaman olay kendisini
yaralayabilecek bir boyuta ulaşamaz. O af dilemek büyüklüğünü göstermiş,
Allah'ın indinde değer kazanmıştır. Allah, herkesin
haklı da olsa af dilemesinden yanadır. Af dilemek, tevazunun işaretidir. Allahû
Tealâ kibirlilerden, burnu havada gezen insanlardan
hoşlanmaz. Allahû Tealâ tevazu sahiplerini sever. Tevazu sahibi olanlar alçak
gönüllü olanlar demektir. Bu dünyayı güzelliğe taşıyacak daha güzel bir toplum
oluşturacak olanlar onlardır.
İnsanların dedikodudan uzak olduğu,
birbirine dost olduğu, bütün dünyada sulh ve sükûnun oluştuğu yeni bir düzen
kurulacaktır. Dînler birleşecektir. Günümüzde kitaplı olan 3 dîn vardır. İlki
Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’ın muhtevasına sahip olan Museviler, ikinci dîn
İncil’in muhtevasına sahip olan Hristiyanlar, üçüncüsü de Kur’ân’ın muhtevasına
sahip olan Müslümanlar. Ve aralarında hep harpler var. İşte bütün o harplerin
sona erdiği yeni bir dünya düzeni kurulacaktır. Mutlaka kurulacaktır. Dünyada
bütün insanların birbirini sevdiği, yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olan
insanların oluşturduğu yeni bir dünya… Yeryüzünden düşmanlık silinecektir. O
çağın giriş kapısından içeriye girilmiştir. Ve şimdi ahlâkın yerli yerine
oturtulması devresi yaşanmaktadır.
İnsanlar nefsleriyle yaşıyorlar ve bizim
ülkemizde ahlâk çok büyük ölçüde bozulmuş durumdadır. Bütün dünyanın tasavvufu
yaşamamaları sebebiyle hayran kaldığı Osmanlı ahlâkı yerle bir edilmiş
durumdadır. Osmanlı imparatorluğu devam ettiği sürece dünyada en az suç işlenen
ülke olan Türkiye, bugün dünyada en çok suç işleyen ülkelerden biri olmuştur.
İtalyanlardan sonra Türkiye geliyor.
Sevgili kardeşlerim, birbirinizi sevin. Siz
bu çirkin davranışların sahipleri olan insanlara en güzel örneği sunmak
mecburiyetinde olanlarsınız. Allah’ı seviyorsanız bu size zor gelmeyecektir.
Örnek insan olacaksınız. Davranış biçimlerinizi ona göre tayin etmelisiniz.
Dedikoduyu aranızda yaşatmamalısınız. Kim
size bir başkasını kötülerse, ona itibar etmemelisiniz. Ona itibar etmeyin
deyince, onunla kavga edin, ona karşı çıkın tarzında bir şey ifade etmiyoruz. Bu yanlış olur. Sadece siz de
onun düşmanları arasına katılırsınız. Başkasını size zemmeden bir kişiye: “Onun
sana böyle davranması için sen ona ne yaptın? Bak kardeşim, sen bana bir
kardeşimizi zemmediyorsun (kötülüyorsun). Bu sana hiç yakışmıyor. Bizim
aramızda, böyle bir müessese uygun görülemez. Ben bu davranışını sana
yakıştıramadım. Senden böyle bir şey beklemezdim.
Yapman lâzım gelen şey, şimdi o kardeşimize gidip onunla barışmandır. Ondan af
dilemendir. Eğer o gelip bana seni kötülemiş, senin aleyhine konuşmuş olsaydı,
ona da mutlaka aynı şeyleri söyleyecektim. Bu bir sen ben kavgası değildir.
Evvelâ yapman lâzım gelen şeyi öğrenmelisin. Yapman lâzım gelen şey, hemen o
kardeşimize gidip af dilemektir. Bir defa söyleyeyim ki; eğer o bana gelseydi
ve seni zemmetseydi (kötüleseydi), ona da
mutlaka aynı şeyi söyleyecektim.” demelisiniz.
Herkes aynı davranış biçimini sergilerse,
başkaları hakkında diğerlerinin kötü şeyleri söylemesine engel olursa, bu
mesele mutlaka kapanır. Birileri ne zaman başkalarının aleyhinde konuşarak kendilerini haklı çıkartmaya çalışıyorlarsa:
“Eğer benimle konuşmak istiyorsanız, başkalarının size yaptığı hatalı
davranışları değil, sizin onlara yaptığınız hatalı davranışları anlatarak o
arkadaşınızdan af dilemelisiniz. Onların hatalı olduğunu kabul ediyorum; ona
rağmen gene bunu söylüyorum sana. Yapman lâzım gelen şey haklı olmana rağmen
gidip af dilemendir.” demelisiniz.
İslâm, tasavvuf, Kur’ân aynı hüviyettedir; hepsi 7
safha ve 4 teslim içerir. Allah'ın temel emri başka insanları sevmek; onları
dost kılmak ve diğerlerinin de birbirleriyle İslâm’ın hedef gösterdiği en büyük
dostluğu kurmalarını temin etmeye çalışmaktır. İşte hepinizin hedefi bu
olmalıdır.
Sizler tasavvuf yaşamaya çalışanlarsınız. İlkel
kabilelerin kavgaları aranıza asla sızmamalıdır. Değişmelisiniz… Allah'ın
boyasıyla boyanın. Davranışlarınızı, Allah'ın davranış biçimleriyle mutlaka
düzeltin. Allahû Tealâ’nın sulh ve sükûnu emrettiğini, hiçbir şekilde bunun
ötesinde bir hüviyet kazanan kavgayı, hakareti, düşmanlığı Allah'ın tecvit
etmediğini ve kabul etmeyeceğini bilin. Eğer Allah'ın gözünde ve başka
insanların gözünde küçülmek istemiyorsanız; saygı görmek ve başka insanlar
tarafından sevilmek istiyorsanız; evvelâ siz onlara
kavga yerine; sevgi götürmelisiniz.
Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi
selâmlıyoruz. Ve hepinizin sonsuz mutluluklara ulaşmasını diliyoruz.