BAŞKALARININ MUTLULUĞU ve DERECAT
SİSTEMİ
Allah, bizi yaratandır; her an bizimle beraberdir. Kiramen katibîn
melekleri, yaptığımız herşeyi mutlaka 3 boyutlu olarak filme alırlar. Sadece
fiiliyatlar, filme alınmaz; bir kişi bir fiiliyatı gerçekleştirirken “Kafasında
ne var? Hedefi ne? Ne yapmak üzere o olayı vücuda getiriyor?” bunların hepsi filme
alınır. Çünkü kıyâmet günü biz kendi kendimizi hesaba çekeceğiz. Hesaba çekmek
bize bırakılmış ama rakamların tutulması bize bırakılmamıştır. Allahû Tealâ, bütün
olaylar için derecat tayin etmiştir. Kiramen
katibîn melekleri, bunu en iyi bilenlerdir.
Olaylar
vardır; derecat kazandırırlar. Başkalarını mutlu edecek bir davranışta bulunduğunuzda
derecat kazanırsınız.
Olaylar vardır; derecat kaybettirirler. Allah'ın yasak ettiği bir fiili işlediğinizde ya
da Allah'ın emrettiği bir olayı gerçekleştirmediğinizde derecat kaybedersiniz.
Allahû Tealâ Kevser
Suresinin 2. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
108/KEVSER-2: Fe salli li rabbike venhar.
O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Kur'ân'a göre günde 5 vakit namaz farzdır. Buna kuşluk ve teheccüd sünneti diye 2 tane sünnet eklerseniz 7 vakit eder. Bu farz namazlarıyla beraber sünnetleri de vardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) sünnetleri şekillendirmiştir.
İnsanlar, sünnetleri yapmadıklarında
derecat kaybetmezler. Ama sünnetleri yerine getirdiklerinde ya da Allah'a olan
sevgilerinden Allah yolunda bir hizmet ettiklerinde farz olmayan bir hususu da gerçekleştirdikleri
için derecat kazanırlar. Bir başka ifadeyle, zamanlarının o kısmını hayırlı bir
alanda, namaz kılarak geçirdikleri için deracat kazanırlar. Her insan her an ya
derecat kazanır ya da kaybeder.
ü
Allahû Tealâ zikri farz kılmıştır:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni
zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
ü
Allahû Tealâ, günün yarısından daha fazla zikri farz kılmıştır:
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ı
çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
ü
Allahû Tealâ, daimî zikri de farz kılmıştır:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ
cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl
mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz
zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı)
Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla
kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz
“ olmuştur.
Muzemmil-8, Ahzâb-41 ve Nisâ-103 gereğince ara sıra zikretmek de günün yarısından daha fazla zikretmek de daimî zikir de farzdır. Allahû Tealâ daimî zikri farz kılmışsa ve her gün 24 saatten oluşuyorsa insanlar o muhteva içerisinde zikrettikleri zaman parçası kadar derecat kazanırlar. Daimî zikir bütün insanların üzerine farz kılındığı için insanlar zikir yapmadıkları devrede kaybederler. Bu derecat kaybı, kaybedilen derecenin seviyesi çok düşük olduğu için çok önemli bir kayıp değildir; ama yine de kaybedilir. Bir insan ya ayaktadır ya oturuyordu ya da yatıyordur. Allahû Tealâ, üç halin üçünde de zikredilmesini emretmektedir; farz kılmaktadır. Bu muhteva içinde, bir insan olarak gün içerisindeki görevlerinizi de yapmalısınız.
Allahû Tealâ,
sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere 5 vakit namazı üzerimize farz
kılmıştır. Sabah namazıyla öğlen namazı arasında kuşluk sünneti, yatsı
namazıyla sabah namazı arasında teheccüd sünneti vardır. Kuşluk ve teheccüd sünnetlerini kıldığımızda derecat kazanırız; kılmadığımızda ise derecat kaybetmeyiz. Ama farz olan sabah, öğle,
ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmazsak derecat kaybederiz.
Allahû Tealâ,
bu ibadetleri bizleri mutlu etmek için birer imkân olarak hazırlamıştır. Namaz
kılmak, zikir yapmak bir mutluluktur. Kafanız bir şeylerle meşgulken zikir yaptığınızda
bu Allah'a yönelik bir zikir değildir. Siz içinizden "Allah, Allah,
Allah..." dersiniz ama kafanızda bin bir türlü yanlışlıklar dolaşır. Buna
rağmen zikrettiğiniz için derecat kazanırsınız. Bir de gerçekten Allah'ı
düşünerek “ Allah, Allah, Allah” diye zikrederseniz o zaman daha da çok derecat
kazanırsınız.
İnsan, başkalarıyla
birlikte yaşamak mecburiyetinde olan bir mahlûktur. Yalnız başına yaşayamaz.
Her açıdan herkes başkalarının yaptığı bir şeylere muhtaçtır. Herkes yemek
yemek, giyinmek mecburiyetindedir. Bunlar hep başkalarının hazırladığı bir
statüden faydalanmak suretiyle gerçekleştirilir. Örneğin; ekmek yapan bir insan yaptığı ekmeği satar; elde ettiği kârla bütün ihtiyaçlarını temin eder. Herkes için aynı şey
söz konusudur. Kazanılan para, ihtiyaçların teminini sağlamak içindir.
Eğer mutlu
olmak istiyorsanız; başkaları için yaşamayı hedef almalısınız. Bir günde kaç
kişiyi, hangi davranışlarla mutlu ederseniz siz de o kadar mutlu olursunuz. Ne
kadar zikir yaparsanız o kadar mutlu olursunuz.
Başkaları
için bin bir türlü desise (hile, entrika) düşünen, insanları aldatmayı marifet sanan, aldıkları borçları iade etmeyi
düşünmeyen insanlar; kendilerini bir hayat boyu mutsuzluğa mahkûm edenlerdir.
İnsanlar, dünyaya gelirler; ne kadar ömürleri varsa
o kadar yaşarlar ve bu dünyadan ayrılırlar. Hiçkimse için bunun dışında bir
durum söz konusu değildir. İşte bu hayatı başkaları için yaşamamız lâzım. Hayatımızın
ne kadar büyük bir kısmını başkaları için, onların mutluluğuna harcarsak o kadar
çok mutlu oluruz.
Hayatınızı tanzim ederken hep başkalarını öne alın. Gününüzü dizayn
ederken, o gün, kimlere, hangi açıdan yardım edeceğinizi düşünün. Bunu
hayatınızın vazgeçilmez bir umdesi (ilkesi, temel fikri) olarak değerlendirin.
Allah'ın indinde en yüksek seviyede olan toplum,
bütün fertleri başkaları için yaşayan insanlardan oluşur. Sahâbenin hayatına
baktığımızda, gerçekten başkaları için yaşadıklarını görmekteyiz:
Uhud
savaşında yaralanan sahâbeler ağır bir noktadalar, hayatlarını kaybetmek
üzereler. Hz. Ömer elindeki su kabıyla yaralıların bulunduğu yerde ve bir
sahâbe: "Ya Ömer, su!" diyor. Hz. Ömer hemen ona koşup, suyu uzatıyor
fakat tam suyu uzattığı zaman gene şehit olmak üzere olan bir sahâbe: "Ya
Ömer, su!" diyor. Birinci sahâbe diyor ki: "Ya Ömer, suyu ona götür.
O benden daha fazla buna muhtaç." Hz. Ömer bu sözü şehit olmakta olan bir
kişinin son sözleri olarak değerlendiriyor. O son sözün de mutlaka yerine
getirilmesi lâzım diye hemen gerçekleştiriyor ve ikinci sahâbeye koşuyor. Tam
ikinciye su kabını uzattığı sırada, üçüncü bir sahâbe: "Ya Ömer, su!"
diyor. İkinci sahâbe de aynı şeyi yapıyor: "Ya Ömer, suyu ona ver!"
diyor. Hz. Ömer harekete geçiyor ve üçüncü sahâbeye vardığı zaman suyu içmeden
üçüncü sahâbenin şehit olduğunu görüyor. İkinciye koşuyor, ikinci de şehit
olmuş. Birinciye koşuyor, birinci de şehit olmuş.
İnsan
hayatında suyun en önemli olduğu nokta, o noktadır; şehit olmak üzere olan
insanın su ihtiyacıdır. Sahâbe’nin fedakârlığının derecesi budur…
Sahâbe, birbirleri
için yaşadılar. Hayatlarını, seve seve başka kardeşleri için feda ettiler. O devir;
herkesin birbirini sevdiği, koruduğu, düşmanlarına karşı hayatlarını seve seve
feda edebildikleri, kardeşleri için, arkadaşları için her türlü fedakârlığı
yapabildikleri bir devirdi.
Osmanlı
tarihi boyunca da bir nevi sahâbe hayatı yaşanmıştır. Osmanlı'nın da hepsi
tasavvuftandı. Tarikatlar ayrı ayrı bölümleri kapsardı. Saray erkânı
Mevlevî'ydi. Çalışanlar, ustalar, çıraklar, kalfalar Nakşî'ydi. Asker, Hacı
Bayram Velî tarikatının sahipleriydi. Yeniçeriler "Şeyhimiz, mürşidimiz
Hacı Bektaşî Velî!" diye kös vururlardı. Hiçbir tarikat diğerinden aslında
farklı değildi. Hepsi insan ruhlarını Allah'a taşırlardı.
Kendinizi
başkalarına adamak gibi bir hedefin arkasındaysanız, o zaman sizler Allah'ın en
üstün dostları olursunuz. O zaman siz mutlu olursunuz. Kim başkaları için
yaşıyorsa, o kişi dünyadaki en mutlu insanlardan biridir. Gayretleri
başkalarını mutlu ettikçe, o mutlu ettiği insanlardan daha fazla mutluluğu
Allahû Tealâ ona ulaştıracağı için o, mutlu ettiği insanların herbirinden daha
fazla mutlu olur. Başkaları için yaşamak budur; onlar için hayatta olmak, onlar
için yaşamak, onların mutlu olduklarını gördükçe mutluluğu yudum yudum içmek... Bu
pencereden baktığınız zaman herşey o kadar güzel görünüyor ki!
İbadetleri
yapmamak, insanı mutsuz eder. Ama insanı mutsuz eden asıl şey, başkalarına kötü davranmaktır. Başkalarını küçültmeye
çalışmak, onları insanların gözünde kötü bir durumda göstermek, bu imajı
vermeye çalışmak ancak şeytanın dostlarının yapacağı bir şeydir. Bu da dedikodu
adlı bir standart içinde gerçekleştirilir. Dolaşan her şayianın (söylentinin)
arkasında mutlaka bir yalan ya da ilâve payı vardır.
Başka insanlardan bahsederken sadece onların güzel taraflarını, övülecek
taraflarını söylemeye çalışmalısınız. O zaman bunu söylediğiniz için hem siz
mutlu olursunuz hem de o kişi, kendisi için söylenenleri duyduğu zaman mutlu
olur.
İnsanlarda nefs adı verilen bir vücut vardır. Başlangıçta nefs %100 afetlerle doludur. Nefsinizi Allah'ın nurlarıyla doldurabilmek için zikrinizi arttırmak durumundasınız. Zikriniz arttıkça daha mutlu bir insan olursunuz. Çünkü zikriniz arttıkça, nefsinizin kalbine dolan nurlar da artar. Nurlar sizi mutlu edecek olan güzellikleri; nefsinizin kalbinde başlangıçtan itibaren mevcut olan afetlerse, sizi mutsuz edecek davranışları temsil ederler. Nefsinizin kalbindeki afetler hangi yüzdede azalıyorsa, siz o yüzdede mutlu olursunuz. Nefsinin kalbindeki afetler % 51 azalan bir insan, yarı yarıya mutluluğu yaşar. % 80 azaldığında, mutluluğun % 80'ini yaşar. Nefsin kalbinde % 100 afetleri azalan bir insan, mutluluğun tamamını yaşar.
İnsanlarda nefs adı verilen bir vücut vardır. Başlangıçta nefs %100 afetlerle doludur. Nefsinizi Allah'ın nurlarıyla doldurabilmek için zikrinizi arttırmak durumundasınız. Zikriniz arttıkça daha mutlu bir insan olursunuz. Çünkü zikriniz arttıkça, nefsinizin kalbine dolan nurlar da artar. Nurlar sizi mutlu edecek olan güzellikleri; nefsinizin kalbinde başlangıçtan itibaren mevcut olan afetlerse, sizi mutsuz edecek davranışları temsil ederler. Nefsinizin kalbindeki afetler hangi yüzdede azalıyorsa, siz o yüzdede mutlu olursunuz. Nefsinin kalbindeki afetler % 51 azalan bir insan, yarı yarıya mutluluğu yaşar. % 80 azaldığında, mutluluğun % 80'ini yaşar. Nefsin kalbinde % 100 afetleri azalan bir insan, mutluluğun tamamını yaşar.
Kendinizi ne kadar başkalarının
mutluluğuna adarsanız kendinizi o kadar az düşünürsünüz. Başkalarını düşünmekten kendinizi düşünmeye vakit bulamazsınız.
Başka insanların hizmetinde olursunuz. Onlara sizin sözlerinize dayalı olarak
mutluluk ulaştıkça bundan asıl siz büyük bir mutluluk çıkartırsınız. Dikkat
edin! Davranışlarınızla başkalarını mutlu ettiğiniz zaman siz de mutlu
olduğunuzu fark edeceksiniz. Başkalarını mutsuz kıldığınızda; onlara bir
haksızlık yaptığınızda; onların hüznüne,
üzüntüsüne sebebiyet verdiğinizde sizin de kalbiniz kararacak ve huzursuz
olacaksınız.
Bir insanı huzura ve mutluluğa götüren en büyük faktör
zikirdir. Zikir boyunca bir insan mutsuz olamaz.
Osmanlı,
dünyadaki en mutlu insanlardan oluşuyordu. Herkes 7 vakit namaz kılardı.
Herkesin bir mürşidi vardı. Herkes nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapardı ki; nerdeyse
nefs tezkiyesi yapmayan kimse yok gibiydi. Bu dizayn içerisinde bir Osmanlı, elbette dünya hâkimiyetinin simgesi oldu. Elbette
savaşları kazandı. Çünkü Allah, hep Osmanlı'dan yanaydı.
Allahû Tealâ'nın dizaynına bakın! Yavuz Sultan Selim,
askerleriyle beraber Gobi çölünü geçerken ordu, günlerdir yakıcı güneşin
altında yolda olduğu için yorgunluktan bitkindir. Bu şekilde yola devam ederken
Yavuz Sultan Selim atından iner ve yürümeye başlar. Vezirler dayanamaz ve derler ki:
-
Sultanım,
asker zaten perişan. Siz de atınızdan indiniz. Onlar yürüyebilecek durumda
değil ama bakın, hepsi atlarından indiler, yürümeye çalışıyorlar.
Yavuz Sultan Selim cevap
verir:
-
Görmüyor
musunuz? Önde Peygamber Efendimiz (S.A.V) devesinden inmiş, yaya yürüyor. O'nun
arkasında, ben zavallı Selim, nasıl at üzerinde kalabilirim?
Yavuz Sultan Selim'i, ve bütün
padişahları A'dan Z'ye, doğru kaynaklardan okuyun; öğrenin. O zaman ceddinize hayran
olacaksınız.
Osmanlı İmparatorluğu dünyadaki en az
suç işlenen tek ülkeyken, bugün ülkemiz dünyada en çok suç işlenen 3. ülke
haline gelmiştir. Arkasındaki tek sebep insanların Allah'tan ayrılmasıdır. Kim
Allah'tan ayrılırsa, bunun cezasını hayatında ödemek mecburiyetindedir. Çünkü
Allah mutluluğu emreder, mutluluğun formülünü verir.
Mutluluğun formülü başkaları için
yaşamaktır. Tasavvufu yaşayan herkes aslında daimî zikre ulaştığı zaman,
mutlaka başkaları için yaşayan birisi olur. Nefsinin kalbindeki afetlerin
yokluğu sebebiyle, her an başka birilerine hizmet için bir gayretin içinde
olur. Eğer
siz Allah içinseniz, eğer siz etrafınızdakilere Allah için yardım ediyorsanız,
eğer siz onlar için yaşıyorsanız, başkaları için yaşıyorsanız, herkes sizin
için kıymetliyse; insanlar karşınızda değil yanınızda olur, hep dostlar içinde
yaşarsınız. Sevdikçe sevilirsiniz. Başkalarını
sevmeyen insan, başkaları için yaşayamaz. Sevgi hayatın yakıtıdır, yakıt yoksa
araba gitmez. Sevgi yoksa yaşantınız, yaşantı sayılmaz. Bir ömür boyu mutsuz
olan bir insan, bu dünyadan mutsuz olarak yaşamış ve mutsuz olarak ayrılmıştır.
Başkalarını sevmek varken, onlar için yaşayıp herbirine verdiğiniz mutluluk
kadar Allah'tan mutluluğun size gelmesini temin etmek varken, bir insanın
yaşadığı mutluluğun kat kat fazlasını yaşamak varken, neden başkaları için
yaşamamak, diğerkâm olmamak?
Allahû Tealâ'nın indinde hepinizin
bir yeri vardır. O yeri daha yukarı, daha yukarı, daha yukarı çıkarmak, Allah'a
bir hayat boyu her gün biraz daha yakın olmak, yaklaşmak; sizin elinizdedir.
Tasavvufu yaşamayan pekçok insan şu hayat denizinde, kendileri devamlı
kandırıldığı için başka insanları kandırmayı; kendilerine kötülük yapıldığı için,
başka insanlara kötülük yapmayı öğrenmiş durumdalar. Etrafınızdaki insanlara da
bu güzelliği aşılamaya çalışmalısınız. Hepiniz etrafınızdaki insanların
mutluluğundan sorumlusunuz. Çünkü, Allah'ın bütün insanlara yüklediği görevin
başkalarını mutlu etmek olduğunu siz biliyorsunuz, onlar bilmiyorlar.
Her kötülük, intikam
hissi doğurur. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygun bir olaydır. İşte
tamamının iyilerden oluştuğu bir toplum, mutluluk dizaynını en üst boyutta
yaşarken, insanların kötülüklerde birbiriyle yarıştığı bir toplum, mutsuzluğun
en üst düzeyini yaşar. Osmanlı, başkaları için yaşamayı yerli yerine oturtmuştu
ve örnek bir toplum olmuştu. Cahit Sıtkı TARANCI bir şiirinde diyor ki: “Nasıl
hatırlamazsın o türküyü?"
Biz de siz öğrencilerimize diyoruz
ki:
Osmanlı'yı nasıl yâd etmezsiniz?
Osmanlı'yı nasıl yâd etmezsiniz?
Osmanlı'yı nasıl yâd etmezsiniz?
Allah razı olsun.