Başkalarının Mutluluğu ve Derecat Sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başkalarının Mutluluğu ve Derecat Sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2016 Cuma

BAŞKALARININ MUTLULUĞU ve DERECAT SİSTEMİ

BAŞKALARININ MUTLULUĞU ve DERECAT SİSTEMİ

Allah, bizi yaratandır; her an bizimle beraberdir. Kiramen katibîn melekleri, yaptığımız herşeyi mutlaka 3 boyutlu olarak filme alırlar. Sadece fiiliyatlar, filme alınmaz; bir kişi bir fiiliyatı gerçekleştirirken “Kafasında ne var? Hedefi ne? Ne yapmak üzere o olayı vücuda getiriyor?” bunların hepsi filme alınır. Çünkü kıyâmet günü biz kendi kendimizi hesaba çekeceğiz. Hesaba çekmek bize bırakılmış ama rakamların tutulması bize bırakılmamıştır. Allahû Tealâ, bütün olaylar için derecat tayin etmiştir.  Kiramen katibîn melekleri, bunu en iyi bilenlerdir.
Olaylar vardır; derecat kazandırırlar. Başkalarını mutlu edecek bir davranışta bulunduğunuzda derecat kazanırsınız.
Olaylar vardır; derecat kaybettirirler. Allah'ın yasak ettiği bir fiili işlediğinizde ya da Allah'ın emrettiği bir olayı gerçekleştirmediğinizde derecat kaybedersiniz.
Allahû Tealâ Kevser Suresinin 2. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

108/KEVSER-2: Fe salli li rabbike venhar.
O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

         Kur'ân'a göre günde 5 vakit namaz farzdır. Buna kuşluk ve teheccüd sünneti diye 2 tane sünnet eklerseniz 7 vakit eder. Bu farz namazlarıyla beraber sünnetleri de vardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) sünnetleri şekillendirmiştir.
İnsanlar, sünnetleri yapmadıklarında derecat kaybetmezler. Ama sünnetleri yerine getirdiklerinde ya da Allah'a olan sevgilerinden Allah yolunda bir hizmet ettiklerinde  farz olmayan bir hususu da gerçekleştirdikleri için derecat kazanırlar. Bir başka ifadeyle, zamanlarının o kısmını hayırlı bir alanda, namaz kılarak geçirdikleri için deracat kazanırlar. Her insan  her an ya derecat kazanır ya da kaybeder.

ü    Allahû Tealâ zikri farz kılmıştır:  

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.

ü    Allahû Tealâ, günün yarısından daha fazla zikri farz kılmıştır:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.

ü    Allahû Tealâ, daimî zikri de farz kılmıştır:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.

         Muzemmil-8, Ahzâb-41 ve Nisâ-103 gereğince ara sıra zikretmek de günün yarısından daha fazla zikretmek de daimî zikir de farzdır. Allahû Tealâ daimî zikri farz kılmışsa ve her gün 24 saatten oluşuyorsa insanlar o muhteva içerisinde zikrettikleri zaman parçası kadar derecat kazanırlar. Daimî zikir bütün insanların üzerine farz kılındığı için insanlar zikir yapmadıkları devrede kaybederler. Bu derecat kaybı, kaybedilen derecenin seviyesi çok düşük olduğu için çok önemli bir kayıp değildir
;  ama yine de kaybedilir. Bir insan ya ayaktadır ya oturuyordu ya da yatıyordur. Allahû Tealâ, üç halin üçünde de zikredilmesini emretmektedir; farz kılmaktadır. Bu muhteva içinde, bir insan olarak gün içerisindeki görevlerinizi de yapmalısınız.
Allahû Tealâ, sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere 5 vakit namazı üzerimize farz kılmıştır. Sabah namazıyla öğlen namazı arasında kuşluk sünneti, yatsı namazıyla sabah namazı arasında teheccüd sünneti vardır. Kuşluk ve teheccüd sünnetlerini kıldığımızda derecat kazanırız; kılmadığımızda ise derecat kaybetmeyiz. Ama farz olan sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmazsak derecat kaybederiz.
Allahû Tealâ, bu ibadetleri bizleri mutlu etmek için birer imkân olarak hazırlamıştır. Namaz kılmak, zikir yapmak bir mutluluktur. Kafanız bir şeylerle meşgulken zikir yaptığınızda bu Allah'a yönelik bir zikir değildir. Siz içinizden "Allah, Allah, Allah..." dersiniz ama kafanızda bin bir türlü yanlışlıklar dolaşır. Buna rağmen zikrettiğiniz için derecat kazanırsınız. Bir de gerçekten Allah'ı düşünerek “ Allah, Allah, Allah” diye zikrederseniz o zaman daha da çok derecat kazanırsınız.
İnsan, başkalarıyla birlikte yaşamak mecburiyetinde olan bir mahlûktur. Yalnız başına yaşayamaz. Her açıdan herkes başkalarının yaptığı bir şeylere muhtaçtır. Herkes yemek yemek, giyinmek mecburiyetindedir. Bunlar hep başkalarının hazırladığı bir statüden faydalanmak suretiyle gerçekleştirilir. Örneğin; ekmek yapan bir insan yaptığı ekmeği satar; elde ettiği kârla bütün ihtiyaçlarını temin eder. Herkes için aynı şey söz konusudur. Kazanılan para, ihtiyaçların teminini sağlamak içindir.
Eğer mutlu olmak istiyorsanız; başkaları için yaşamayı hedef almalısınız. Bir günde kaç kişiyi, hangi davranışlarla mutlu ederseniz siz de o kadar mutlu olursunuz. Ne kadar zikir yaparsanız o kadar mutlu olursunuz.
Başkaları için bin bir türlü desise (hile, entrika) düşünen, insanları aldatmayı  marifet sanan, aldıkları borçları iade etmeyi düşünmeyen insanlar; kendilerini bir hayat boyu mutsuzluğa mahkûm edenlerdir.
İnsanlar, dünyaya gelirler; ne kadar ömürleri varsa o kadar yaşarlar ve bu dünyadan ayrılırlar. Hiçkimse için bunun dışında bir durum söz konusu değildir. İşte bu hayatı başkaları için yaşamamız lâzım. Hayatımızın ne kadar büyük bir kısmını başkaları için, onların mutluluğuna harcarsak o kadar çok mutlu oluruz.
Hayatınızı tanzim ederken hep başkalarını öne alın. Gününüzü dizayn ederken, o gün, kimlere, hangi açıdan yardım edeceğinizi düşünün. Bunu hayatınızın vazgeçilmez bir umdesi (ilkesi, temel fikri) olarak değerlendirin.
Allah'ın indinde en yüksek seviyede olan toplum, bütün fertleri başkaları için yaşayan insanlardan oluşur. Sahâbenin hayatına baktığımızda, gerçekten başkaları için yaşadıklarını görmekteyiz:
Uhud savaşında yaralanan sahâbeler ağır bir noktadalar, hayatlarını kaybetmek üzereler. Hz. Ömer elindeki su kabıyla yaralıların bulunduğu yerde ve bir sahâbe: "Ya Ömer, su!" diyor. Hz. Ömer hemen ona koşup, suyu uzatıyor fakat tam suyu uzattığı zaman gene şehit olmak üzere olan bir sahâbe: "Ya Ömer, su!" diyor. Birinci sahâbe diyor ki: "Ya Ömer, suyu ona götür. O benden daha fazla buna muhtaç." Hz. Ömer bu sözü şehit olmakta olan bir kişinin son sözleri olarak değerlendiriyor. O son sözün de mutlaka yerine getirilmesi lâzım diye hemen gerçekleştiriyor ve ikinci sahâbeye koşuyor. Tam ikinciye su kabını uzattığı sırada, üçüncü bir sahâbe: "Ya Ömer, su!" diyor. İkinci sahâbe de aynı şeyi yapıyor: "Ya Ömer, suyu ona ver!" diyor. Hz. Ömer harekete geçiyor ve üçüncü sahâbeye vardığı zaman suyu içmeden üçüncü sahâbenin şehit olduğunu görüyor. İkinciye koşuyor, ikinci de şehit olmuş. Birinciye koşuyor, birinci de şehit olmuş.
İnsan hayatında suyun en önemli olduğu nokta, o noktadır; şehit olmak üzere olan insanın su ihtiyacıdır. Sahâbe’nin fedakârlığının derecesi budur…
Sahâbe, birbirleri için yaşadılar. Hayatlarını, seve seve başka kardeşleri için feda ettiler. O devir; herkesin birbirini sevdiği, koruduğu, düşmanlarına karşı hayatlarını seve seve feda edebildikleri, kardeşleri için, arkadaşları için her türlü fedakârlığı yapabildikleri bir devirdi.
Osmanlı tarihi boyunca da bir nevi sahâbe hayatı yaşanmıştır. Osmanlı'nın da hepsi tasavvuftandı. Tarikatlar ayrı ayrı bölümleri kapsardı. Saray erkânı Mevlevî'ydi. Çalışanlar, ustalar, çıraklar, kalfalar Nakşî'ydi. Asker, Hacı Bayram Velî tarikatının sahipleriydi. Yeniçeriler "Şeyhimiz, mürşidimiz Hacı Bektaşî Velî!" diye kös vururlardı. Hiçbir tarikat diğerinden aslında farklı değildi. Hepsi insan ruhlarını Allah'a taşırlardı.
Kendinizi başkalarına adamak gibi bir hedefin arkasındaysanız, o zaman sizler Allah'ın en üstün dostları olursunuz. O zaman siz mutlu olursunuz. Kim başkaları için yaşıyorsa, o kişi dünyadaki en mutlu insanlardan biridir. Gayretleri başkalarını mutlu ettikçe, o mutlu ettiği insanlardan daha fazla mutluluğu Allahû Tealâ ona ulaştıracağı için o, mutlu ettiği insanların herbirinden daha fazla mutlu olur. Başkaları için yaşamak budur; onlar için hayatta olmak, onlar için yaşamak, onların mutlu olduklarını gördükçe mutluluğu yudum yudum içmek... Bu pencereden baktığınız zaman herşey o kadar güzel görünüyor ki!
İbadetleri yapmamak, insanı mutsuz eder. Ama insanı mutsuz eden asıl şey,  başkalarına kötü davranmaktır. Başkalarını küçültmeye çalışmak, onları insanların gözünde kötü bir durumda göstermek, bu imajı vermeye çalışmak ancak şeytanın dostlarının yapacağı bir şeydir. Bu da dedikodu adlı bir standart içinde gerçekleştirilir. Dolaşan her şayianın (söylentinin) arkasında mutlaka bir yalan ya da ilâve payı vardır.
Başka insanlardan bahsederken sadece onların güzel taraflarını, övülecek taraflarını söylemeye çalışmalısınız. O zaman bunu söylediğiniz için hem siz mutlu olursunuz hem de o kişi, kendisi için söylenenleri duyduğu zaman mutlu olur.
         İnsanlarda nefs adı verilen bir vücut vardır. Başlangıçta nefs %100 afetlerle doludur. Nefsinizi Allah'ın nurlarıyla doldurabilmek için zikrinizi arttırmak durumundasınız. Zikriniz arttıkça daha mutlu bir insan olursunuz. Çünkü zikriniz arttıkça, nefsinizin kalbine dolan nurlar da artar. Nurlar sizi mutlu edecek olan güzellikleri
; nefsinizin kalbinde başlangıçtan itibaren mevcut olan afetlerse, sizi mutsuz edecek davranışları temsil ederler. Nefsinizin kalbindeki afetler hangi yüzdede azalıyorsa, siz o yüzdede mutlu olursunuz. Nefsinin kalbindeki afetler % 51 azalan bir insan, yarı yarıya mutluluğu yaşar. % 80 azaldığında, mutluluğun % 80'ini yaşar. Nefsin kalbinde % 100 afetleri azalan bir insan, mutluluğun tamamını yaşar.
Kendinizi ne kadar başkalarının mutluluğuna adarsanız kendinizi o kadar az düşünürsünüz. Başkalarını düşünmekten kendinizi düşünmeye vakit bulamazsınız. Başka insanların hizmetinde olursunuz. Onlara sizin sözlerinize dayalı olarak mutluluk ulaştıkça bundan asıl siz büyük bir mutluluk çıkartırsınız. Dikkat edin! Davranışlarınızla başkalarını mutlu ettiğiniz zaman siz de mutlu olduğunuzu fark edeceksiniz. Başkalarını mutsuz kıldığınızda; onlara bir haksızlık yaptığınızda;  onların hüznüne, üzüntüsüne sebebiyet verdiğinizde sizin de kalbiniz kararacak ve huzursuz olacaksınız.
Bir insanı huzura ve mutluluğa götüren en büyük faktör zikirdir. Zikir boyunca bir insan mutsuz olamaz.
         Osmanlı, dünyadaki en mutlu insanlardan oluşuyordu. Herkes 7 vakit namaz kılardı. Herkesin bir mürşidi vardı. Herkes nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapardı ki; nerdeyse nefs tezkiyesi yapmayan kimse yok gibiydi. Bu dizayn içerisinde bir Osmanlı, elbette dünya hâkimiyetinin simgesi oldu. Elbette savaşları kazandı. Çünkü Allah, hep Osmanlı'dan yanaydı.
         Allahû Tealâ'nın dizaynına bakın! Yavuz Sultan Selim, askerleriyle beraber Gobi çölünü geçerken ordu, günlerdir yakıcı güneşin altında yolda olduğu için yorgunluktan bitkindir. Bu şekilde yola devam ederken Yavuz Sultan Selim atından iner ve yürümeye başlar. Vezirler dayanamaz ve derler ki:
-         Sultanım, asker zaten perişan. Siz de atınızdan indiniz. Onlar yürüyebilecek durumda değil ama bakın, hepsi atlarından indiler, yürümeye çalışıyorlar.
Yavuz Sultan Selim cevap verir:
-           Görmüyor musunuz? Önde Peygamber Efendimiz (S.A.V) devesinden inmiş, yaya yürüyor. O'nun arkasında, ben zavallı Selim, nasıl at üzerinde kalabilirim?
        
Yavuz Sultan Selim'i, ve bütün padişahları A'dan Z'ye, doğru kaynaklardan okuyun; öğrenin. O zaman ceddinize hayran olacaksınız.
Osmanlı İmparatorluğu dünyadaki en az suç işlenen tek ülkeyken, bugün ülkemiz dünyada en çok suç işlenen 3. ülke haline gelmiştir. Arkasındaki tek sebep insanların Allah'tan ayrılmasıdır. Kim Allah'tan ayrılırsa, bunun cezasını hayatında ödemek mecburiyetindedir. Çünkü Allah mutluluğu emreder, mutluluğun formülünü verir.
Mutluluğun formülü başkaları için yaşamaktır. Tasavvufu yaşayan herkes aslında daimî zikre ulaştığı zaman, mutlaka başkaları için yaşayan birisi olur. Nefsinin kalbindeki afetlerin yokluğu sebebiyle, her an başka birilerine hizmet için bir gayretin içinde olur. Eğer siz Allah içinseniz, eğer siz etrafınızdakilere Allah için yardım ediyorsanız, eğer siz onlar için yaşıyorsanız, başkaları için yaşıyorsanız, herkes sizin için kıymetliyse; insanlar karşınızda değil yanınızda olur, hep dostlar içinde yaşarsınız. Sevdikçe sevilirsiniz. Başkalarını sevmeyen insan, başkaları için yaşayamaz. Sevgi hayatın yakıtıdır, yakıt yoksa araba gitmez. Sevgi yoksa yaşantınız, yaşantı sayılmaz. Bir ömür boyu mutsuz olan bir insan, bu dünyadan mutsuz olarak yaşamış ve mutsuz olarak ayrılmıştır. Başkalarını sevmek varken, onlar için yaşayıp herbirine verdiğiniz mutluluk kadar Allah'tan mutluluğun size gelmesini temin etmek varken, bir insanın yaşadığı mutluluğun kat kat fazlasını yaşamak varken, neden başkaları için yaşamamak, diğerkâm olmamak?
Allahû Tealâ'nın indinde hepinizin bir yeri vardır. O yeri daha yukarı, daha yukarı, daha yukarı çıkarmak, Allah'a bir hayat boyu her gün biraz daha yakın olmak, yaklaşmak; sizin elinizdedir. Tasavvufu yaşamayan pekçok insan şu hayat denizinde, kendileri devamlı kandırıldığı için başka insanları kandırmayı; kendilerine kötülük yapıldığı için, başka insanlara kötülük yapmayı öğrenmiş durumdalar. Etrafınızdaki insanlara da bu güzelliği aşılamaya çalışmalısınız. Hepiniz etrafınızdaki insanların mutluluğundan sorumlusunuz. Çünkü, Allah'ın bütün insanlara yüklediği görevin başkalarını mutlu etmek olduğunu siz biliyorsunuz, onlar bilmiyorlar.
Her kötülük, intikam hissi doğurur. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygun bir olaydır. İşte tamamının iyilerden oluştuğu bir toplum, mutluluk dizaynını en üst boyutta yaşarken, insanların kötülüklerde birbiriyle yarıştığı bir toplum, mutsuzluğun en üst düzeyini yaşar. Osmanlı, başkaları için yaşamayı yerli yerine oturtmuştu ve örnek bir toplum olmuştu. Cahit Sıtkı TARANCI bir şiirinde diyor ki: “Nasıl hatırlamazsın o türküyü?"
Biz de siz öğrencilerimize diyoruz ki:  
Osmanlı'yı nasıl yâd etmezsiniz?
Osmanlı'yı nasıl yâd etmezsiniz?
Osmanlı'yı nasıl yâd etmezsiniz?
Allah razı olsun.