YOZLAŞMA
Yozlaşma, bütün varlıklar için geçerli bir konudur.
Sizler bir gül bahçesi, yetiştirmek için harekete geçtiniz. Uğraştınız,
didindiniz her türlü güllerden oluşan bir bahçeniz oldu. Gül bahçesini, gübrelediniz; ayıkladınız;
zararlı kesimleri ilaçladınız; gözünüz gibi
baktınız. Gül bahçesi her gün biraz daha güzele gitti. Ertesi yıl, gül
bahçesine hiç bakmadınız. Gül bahçesi yavaş yavaş yozlaşmaya başladı. Öyle ki,
birkaç sene içerisinde yabani otlar gül bahçesini tamamen bürüdü. Böyle bir
durumda bu yabancı otların, gül fidelerinin bütün besinlerini kendilerine
çekmesi sebebiyle, yavaş yavaş güllerinizin öldüğünü görürsünüz. İnsan tabiatı
da yozlaşmaya çok müsaittir.
Atalarımız diyorlar ki: “Bakarsan bağ olur, bakmazsan
dağ olur.” O gül bahçesine ihtimamla, dikkatle, bütün gayretinizle, onu
şekillendirmek istediğiniz hedefe ulaştırmak için emekler verdiniz. O güzelim
gül bahçesini oluşturdunuz ve her taraf kâinatın en güzel kokusuyla, gül
kokusuyla, elvan elvan gül kokmaya başladı. İşte, bu bir uğraşının sonucudur. Uğraşı
varsa dağlar bağ olur. Uğraşı yoksa bağlar dağ olur. Bir nefsiniz, bir de
ruhunuz var.(Allah’a ruhunu ulaştıranlar için vardı.) İki zıt kuvvetle denge halindesiniz.
Nefsinizde ne kadar negatif faktör varsa, ruhunuzda da o kadar pozitif faktör
var. Birbirinin zıttı olan iki kardeşi, iç dünyanızda birlikte tutarak hayata
başladınız. Yani hem %100 hasletlerle dolu ruhunuz var hem de %100 afetlerle
dolu nefsiniz var. Öfke, gayz nefsinizin afeti, sükûnet ruhunuzun hasletidir.
İsyan, nefsinizin afeti, itaat ruhunuzu hasletidir. İlim ruhunuzun hasleti,
cehalet nefsinizin afetidir. Bütün güzellikler ruhunuzda, bütün çirkinlikler de
nefsinizde toplanmıştır. Bu hengâmeden sizi kurtaracak olan, alternatifi
olmayan tek çare, Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilemişse, o yozlaşmaktan kendini
kurtarmıştır. Nasıl insan, bir kadehle içkiye başlar, sonra adım adım bir
kadehinin sayısı artar, artar, artar kişi neticede bakarsınız alkolik olmuştur.
Hayatınızda hiçbir şeyi iptila haline getirmemelisiniz. İptila, negatif bir dizayndır.
Sizi kontrolü altına alır. İptila, tiryakiliğin ötesidir. Bir insan kahve
içmeye başlamıştır. Diyelim ki; hergün 3-4 bardak kahve içmekten kendisini
alamamaya başlar, sonra bu sayı daha çok artar, yavaş yavaş o kişinin tiryakilik
olayı, iptilaya dönüşür. Bu konuda en hızlı yol alan, insana en çok tesir eden
şey beyaz zehirdir. Kişi bu illete arkadaşları tarafından davet edilir ve
tatbikatına başladıktan kısa bir zaman sonra, vazgeçilemez bir standart olur ve
kişi ölür. Normal standartlar altında kimse beyaz zehirden vazgeçemez. Hastanelerdeki
tedaviler de acılı ve sıkıntılı geçer. Bütün insanlar yozlaşmaya açıktır. Yozlaşma
karşısında, bir yozlaşmayı yok etmek konusunda ki gayretler vardır; bir de kendi halin de bırakmak yozlaşmaya adım adım
teslim olmak vardır.
Her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Allah’a
ulaşmayı dilediğinizde; Allahû Tealâ görme hassanızı, işitme hasanızı, idrak
etme hassanızı çalışır hale getirir. Bu kişi, sadece Allah’a inanmakla kalmaz, insan
ruhunun Allah’a ulaşmasına da inanır, bunun bir farz olduğuna da inanır ve
Allah’a ulaşmayı diler.
Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilediğiniz zaman Allah, size
yedi tane furkan verir; negatiften pozitife doğru, bir gelişme sürecinin içine
koyar. Görmeyen gözleriniz, irşad makamını irşad makamı olarak görmeye başlar.
İşitmeyen kulaklarınız, irşad makamının sözlerini kıymetli şeyler olarak
algılamaya, mânâlarına varmaya başlar. İdrak etmeyen kalbiniz irşad makamının
söylediklerini idrak etmeye başlar. Görme hassanız, görme fiilinin sonucuna
ulaşır. İşitme hassanızdaki mühür alınır. Kalbinizde ki, mühür de alınır.
Ekinnet yok edilir. Yedinci furkan olarak kalbinizin içine ihbat konulur. Böylece
negatiften pozitife doğru bir sürecin içerisine girersiniz.
Furkanlar alan bir insan, her açıdan; görme, işitme ve
idrak etme açısından doğruyu yanlıştan ayırma özelliği kazanır ve Allah’a doğru
bir yaklaşımın içine girer. Allahû Tealâ
kişinin kalbine ulaşır, kalbinizin nur kapısını Allah’a çevirir, göğsünden
kalbine nur yolu açar, zikir yaparsa kalbine nurlar girmeye başlar ve nefsinin
kalbinde, % 2 rahmet birikimi olur. Bunların arkasından hacet namazını kılarsa Allahû
Tealâ mürşidini gösterir. Bunların her biri yozlaşmaktan koruyan ve negatif
faktörü pozitif kılmak istikametinde bir gayretler dizisidir. Bu kişinin kötüye
doğru değil iyiye doğru bir gidişi vardır. Yani, yozlaşmak şöyle dursun adım
adım yozlaşmanın zıddı bir noktaya, zıddı istikametinde pozitif olarak hareket
etmektedir.
Sıfır noktasının altı daha aşağıya doğru indikçe
yozlaşmayı ifade eder. Sıfır noktasının üstü yukarı doğru tekâmülü ifade eder.
Tekâmül ve
yozlaşma birbirinin tamamen zıddıdır. Sıfır
noktasından başlar, aşağıya doğru iniş yozlaşma yukarıya doğru çıkış
tekâmüldür.
Tekâmül ruhun hasletlerinin vücuda ve nefse hâkim
olmasıdır. Yozlaşma, nefsin afetlerinin kontrol mekanizmasını ele geçirmesidir.
Nefsin, ruha hiçbir negatif tesiri olamaz. Ruh, hiçbir zaman değişmeyecektir, o
hep 19 grup güzellikle beraber olacaktır. 19 grup haslet, ruhunuzda hiç değişmeden,
ömrünüz boyunca kalacaktır ama yozlaşma varsa nefsiniz giderek azgınlaşacaktır.
Bu tekâmülün zıddıdır. Aşağıya doğru iniştir.
Her şeyin en güzelini düşünün. Nefs tezkiyesine
başladınız, 14. basamakta mürşidinize ulaştınız ve kalbinize “îmân” kelimesi
yazıldı. Tekâmülünüz bundan sonra daha hızlı bir şekilde devam edecektir.
Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât nurları kalbinize girecektir, göğsünüze
göğsünüzden kalbinize ulaşacaktır, kalbinizin içine Allahû Tealâ’nın yazdığı “îmân”
kelimesinin altına sizi fazilet sahibi kılmak üzere fazıllar toplanacaktır. Vücudunuzdan
ayrılan ruhunuz nefsinizin kalbinde her % 7 nur birikiminde Allah’a doğru bir
gök katı daha yükselecektir. Bu yedi katlık bir yolculuğun sonunda yedinci kata
ulaşacaktır, yedinci gök katında soldan sağa doğru 7 âlemin geçilmesi söz konusu olacaktır:
*Kader hücrelerini
*Ümmülkitap
*Kudret denizi
*Makam-ı Mahmut
*Divanı Salih
*Zikir hücreleri
*İndi ilâhî
Kişinin, ruhu İndi İlâhî’den Allah’ın Zatı’na
ulaşacaktır. Bu tekâmüldür. Nefsin kalbindeki hasletler, fazıllar, kişiyi %51
nurla donatmıştır. Nefsin kalbi %100 kapkaranlıkken %100 afetlerle doluyken bu
noktada %51 nurlarla dolu olmuştur. Şeytanın hâkimiyet alanı %100 den %49’a
düşmüştür. Burada %51 ölçüsünde nefsî tekâmülünüz söz konusudur. Ruhunuzda, bir
değişiklik yok o hep hasletlerle donatılmış durumda ama onun hasletlerine
paralel %51’lik nurlanma da nefsinizin kalbinde oluştu. Nefsinizin kalbindeki
tekâmül %51’i buldu.
Kişi, zikrini arttırarak fizik vücudunu da ruhunu
Allah’a ulaştırdığı gibi teslim edecektir. Allah’ın bütün emirlerini yerine
getiren bir hüviyete sokacaktır. Kim buraya ulaşırsa, nefsinin kalbinde %80 den
fazla nur birikimi tahakkuk etmiştir, tekâmülü bu kadar çoğalmıştır. Daha sonraki
safhalarda ise kişi Allah’ı kendisine vekil tayin ettikçe, Allah o kişinin
vekili oldukça, kişi Allah’a tevekkül ettikçe, fizik vücudundan sonra nefsini,
nefsinden sonra iradesini de Allah’a teslim edecektir ve tekâmülün en üst
noktasına ulaşacaktır. İradenin Allah’a teslimi tekâmülün sonudur.
Bu iradenin teslimiyle, nefsin kalbindeki bütün
afetler yok olmakla kalmamış, kişinin nefsinin kalbinde tam 19 kademe müzeyyen
olması da gerçekleşmiştir ve tekâmül tamamlanmıştır. Bu noktadan sonra kişi,
yeni bir tekâmülün sahibi olacak bir özellikte yaratılmamıştır. Kişi tekâmülün
sonuna gelmiştir. Ambarın alabileceği her şey ambarda artık mevcuttur.
Allahû Teâlâ, hiç kimseden yapamayacağı bir şeyi
istemez. İşte kişi bu noktalara kadar ulaştı ve tekâmülün sonuna geldi. Bundan
sonra yozlaşma olmaz. Daimî zikre ulaşan
bir kişi için artık yozlaşma söz konusu olmaz. Ama tekâmüle başlayan, 21. basamakta
ruhunu Allah’a ulaştıran, 22. basamakta ruhu Allah’ın zatında yok olan bir kişi
yozlaşabilir.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû,
yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu
yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum
fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Nefsin kalbindeki hasletler, daha doğrusu fazıllar,
faziletler artıkça kişi yozlaşmaktan adım adım kendisini kurtarmıştır. Kişi
tekâmülün içindedir. Kişinin adım adım nefsinin kalbindeki afetler azalır,
afetlerin azalması tekâmüldür. Kişinin ruhu Allah’a doğru yola çıkması ve Allah’a
yaklaşması tekâmüldür. Kişinin ruhu öyle bir noktaya gelir ki Allah’a ulaşır. Kişinin
nefsinin kalbinde %51 nur birikimi vardır. Bu rakam mutlaka %61’e kadar çıkar
ve kişinin ruhu Allah’ın Zatı’nda yok olur. Buraya kadar tekâmül söz konusudur.
Kişi bu noktadan sonra Allah’ı kendisine vekil tayin edemezse yani fizik
vücudunu Allah’ın teslim alması, fizik vücudunu Allaha teslim etmek konusunda
Allah’a tevekkül edemezse, o zaman ilerlemesi durur. Tekâmül durur.
Ruh, Allah’a 33.000 zikirle ulaşmıştır. Emanet yani
ruh sahibine geri döndürülmüştür. Dönüş tamamlanmıştır. Vuslat tahakkuk
etmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Ey sahabe! Ölmeden evvel ölün.” buyurmaktadır.
Bu noktada Allah kişiye 700 kat ni’met vermektedir. Ruh Allah’a ulaşmış ve kişi
ölmeden evvel ölmüştür. Kritik dönem bundan sonra başlar. Bu noktaya kadar
tehlike yoktur. Çünkü Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi Allah’ın mutlaka
Kendisine ulaşatıracağına dair sözü vardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi
men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Kişi Allah’a ulaşmayı diler ve Allahû Tealâ kalbinde
bu talebi gördüğü anda, o kişiyi kontrol altına alır. Rahman Esması ile o
kişiye tecelli eder ve o kişiye furkanlar verir. Bütün o tecelliler, ard arda kişinin
tekâmülünü ifade eder. Eğer bu kişi Allah’a ulaşmayı dilemeseydi, tecelli
olmayacaktı, tekâmülde olmayacaktı. Tekâmülün oluşması tecelliye dayalıdır.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, tekâmülün içindedir ve tekâmülü, ruhu Allah’a
ulaşıncaya kadar mutlaka devam eder. Allah, bu devrede o kişinin yozlaşmasına
müsaade etmez. Çünkü Allah’ın sözü var, mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştıracaktır; bunun için bütün şartları Allah hazırlamıştır. Kişiye
Rahman Esması ile tecelli eder. Kişinin
nefsinin kalbinde Allah’ın nurları evvela %2 rahmet nuru, tekamülün
müjdecisidir. Sonra %49 fazıl nuru yerleşir ve ikisinin toplamı %51 olur. Böyle bir dizayn da kişinin nefsinin kalbine
%51 nur girmiştir. Şeytanın hâkimiyeti %100’den %49’a düşmüştür. Bu noktaya
kadar Allahû Tealâ’nın İlâhi İradesi, biz insanların cüzî iradelerini kontrolü
altına almaktadır. Allah’ın kontrolü altına girdiğimiz anda Allah’ın dostu
oluruz. Allah’ın kontrolüne girdiğimiz anda, tagutun dostu olmaktan kurtuluruz.
Allahû Tealâ, Zumer Suresinin 17. âyeti kerimesinde
diyor ki:
39/ZUMER-17:Vellezînectenebût tâgûte
en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve
onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler
(kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a
ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Bir insanın yozlaşmadan kurtulduğu nokta, Allah’a
ulaşmayı dilediği, aynı zamanda tagutun, insan ve cin şeytanların kulu olmaktan
kurtulunduğu noktadır. Burada kişi Allah’ın kulu olur. Allah’a kulluk söz
konusuysa tekâmül söz konusudur. Şeytana kulluk varsa o zaman yozlaşma, dejenarasyon söz konusudur.
Tekâmül süreci içerisinde, her şeyin en güzele doğru
yaklaştığı görülmektedir. Allahû Teâlâ’nın yani İlâhi İrade’nin, bir insanın cüzî
iradesini kontrolü altına aldığı Allah’a ulaşmayı dileme noktasından itibaren bu
kişi tagutun kulu olmaktan kurtulur ve Allah’ın kulu olur ve derhal tekâmül
başlar.
Tekâmülün başlangıç noktasında furkanlar gelir. Her furkan
kişinin tekâmül ettiğinin kesin işaretidir. Kişi irşad makamının sözlerini
işitmeye başlar, mânâsını anlamaya başlar, kalbine indirir ve idrak etmeye
başlar. Kişi eskiden irşad makamını herhangi birinden ayırt edemezken, şimdi
onun irşad makamı olduğunu hidayet makamı olduğunu idrak etmiştir. Sadece
işitip mânâsına varmaz, ayrıca kalbine de indirerek idrak eder. Tekâmül büyür.
Kişi irşad makamına ulaşacaktır ve tekâmülü devam edecektir. Allahû Tealâ şeytanın
o kişiye müdahale etmesine, o kişiyi tuzağına düşürmesine müsaade etmez; mani olur. Kişi ruhunu Allah’a ulaştırana, ruhu
Allah’ın zatında yok olana, emanetini geri alana kadar, Allah o kişi üzerinde
iradesini tutar.
Allah’ın iradesi, o kişiyi şeytanın bütün
tuzaklarından koruyan bir zırhtır. Hiçbir tuzağı, o kişinin üzerinde tesir icra
edemez. Her geçen gün kişi biraz daha mutlu olacaktır. Tekâmülü yaşayacaktır.
Ruhunuz Allah’a ulaştı, Allah’ın Zatı’nda yok oldu.
Allah sizin kalbinizi, kalbinizdeki karanlıkları, zulmeti devre dışı bırakarak adım
adım kalbinizi aydınlattı ve %51 nurla doldurdu. Allahû Tealâ, Bakara Suresinin
257. âyet-i kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-257:Allâhu velîyyullezîne
âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut
tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri),
hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye tekâmülü
nasip kılar ve onu zulmetten nura çıkarır yani nefsinin kalbindeki karanlıkları,
zulmeti yok etmek; onun kalbine nurları, fazılları yerleştirmek
suretiyle o kişiyi zulmetten nura çıkarır. Başlangıçta kişinin nefsinin
kalbinde hiç nur yokken nefsinin kalbinde %49 fazıl ve %2 rahmet nuru olmak
üzere toplam %51 nur yerleşmiştir. Burası tekâmülün Allah’ın koruması altında
olan sahasının sonudur. Bu noktadan sonra Allah’ın o kişiyi muhafaza etmesi,
kişinin Allah’a tevekkül edebilmesine bağlıdır. Ayrıca kişinin aynı standartlarda
kalması zikir seviyesini 33.000 de tutmasına bağlıdır. Ruhun Allah’a tesliminde
zikir sayısı 33.000’ken 35.000 de olabilir. Böyle bir ortamda, yapılması lâzımgelen,
Allah’a tevekkül etmektir. Yani, Allah’ı kendisine vekil tayin etmektir. Kişi
eğer kesin olarak inanırsa: “Ben Allah’a ulaşmayı diledim ve Allah bana verdiği
sözü tuttu, beni Kendi Zatı’na zatına ulaştırdı, beni Allah’ın evliyası yaptı.
Bu tekâmül seviyesine Allah ulaştırdı. Eğer fizik vücudumu Allah’a teslim
edeceğime dair bir tevekkülün sahibi olursam, Allah’ı bu konuda vekil tayin
edersem, Allahû Tealâ beni, ilk talebim
üzerine kendisine ulaştırıp evliyası yapmışsa, mutlaka fizik vücudumu da teslim
alır.” diye düiünerek bu inancın sahibi olan kişinin, yozlaşması söz konusu
değildir. O Allah’a tevekkül eder ve fizik vücudunu da 25. basamağa ulaşarak Allah’a
teslim eder. Eğer tevekkülüne devam ederse, daha sonra daimî zikrin sahibi olur.
Daha sonra irşada ulaşır, daha sonra iradesini Allah’a teslim eder ve yozlaşma
olmadan, yoluna devam eder. Tekamül, o kişinin zikir sayısıyla orantılıdır. Zikir,
daimî zikre doğru yükselmelidir.
Kişi zikrini daimî zikre doğru yükseltiyorsa, Allah’a
tevekkül etmişse ve her geçen gün zikrini daha çok artırıyorsa, arttırabilme
tekâmülün devamını gösterir. Sabit kalmada onu ifade eder. Kişinin zikri,
33.000’de veya 35.000’de devam ediyorsa.
Demek ki bu kişi Allah’a tevekkül etmeye de devam ediyordur. Bu durumda
henüz tekâmülden geriye dönüş, tereddi (yozlaşma), aşağıya doğru iniş yoktur.
Zikir devam ettiği sürece yozlaşma olmaz.
Bakara Suresinin 257. âyet-i kerimesinde Allahû
Tealâ: “Ve kâfirlerin dostları taguttur
(onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların
nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir.
Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.” buyurmaktadır. Kişi 22. basamakta,
ruhunu Allah’a ulaştırmış ve ruh emaneti sahibine teslim edilmiştir. Eğer bu kişi
tevekkülün sahibi olamazsa yozlaşma bu noktada başlar.
Allahû Tealâ, Nisa Suresinin 58. âyet-i kerimesinde
diyor ki:
4/NİSA-58:İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ
ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ
yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak
ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik
yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla
(bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en
iyi görendir.
Her gün 33.000 zikir yapan ve ruhunu Allah’a
ulaştırmış olan bir insan eğer günlük
olarak bu zikrini devam ettiremezse, yavaş yavaş namazlardan soğumaya
başlamışsa, zikirden eski şevki, neşeyi alamıyorsa, zikirleri azalıyorsa,
namazlarda teklemeler olmaya başlamışsa, bir namaz kaçırdığında ondan üzüntü
duymuyorsa, umurunda değilse, etrafına karşı nefsanî davranışlarında çoğalma
varsa, işte o kişi Allah’ın dostuyken ve Allah’ın kuluyken tekrar taguta kul
olmak istikametinde bir şeyler kaybetmeye başlamıştır. Bu, nefsin kalbindeki
kanamadır. Kanama başlamıştır. Kişinin
Allah ile olan yaşamı giderek ölüme doğru yaklaşacaktır. Kişi Allah’a tevekkül
edememiştir.
Zikir azaldıkça, kalpteki nurlar azalmaya başlar.
Zikir azaldıkça, kalpteki nurlar aşağıya doğru iner. Kalp giderek daha
karanlık, daha karanlık, daha karanlık olacaktır. Öyle bir gün gelir ki, kişi
artık zikirden elini eteğini çekmiştir. Namazlarını sureten kılmaktadır. Oruçta, şiddetle açlık hissetmektedir.
Tiryakilikleri, sigara tiryakiliği, içki tiryakiliği geriye dönmüştür. İşte bu geriye dönüştür.
İnkişaf; ilerleme, terakki, ileri doğru gidiş yükselmedir.
İnhitat, aşağıya doğru iniştir. Gerileme ve düşüş, yozlaşmanın kesin
işaretidir.
Kişi Allah’a ulaşmayı diledi, 3.basamaktan
itibaren, 22.basamakta dâhil olmak üzere hep Allah’ın kulu olmakta devam
etmişti, hem de her gün daha üst seviyede bir kul olmuştu. 3. kat cennetin de
sahibi olmuştu. Bu noktada kişinin: “Ben Allah’a ulaşmayı diledim. Allah beni Kendisine
ulaştırdı. Öyleyse ben fizik vücudumu da Allah’a teslim etmek istiyorum” demesi
kesin bir taleptir. “Allah beni mutlaka teslim alacaktır.” diye düşünen kişinin
zikrinde azalma yoktur. O, zikri devamlı yükselen bir kişidir. Zikir, manevi
hayatın aynasıdır ve şaşmaz bir terazisidir.
Her zaman zikrinize bakın ve kendinizi
aldatmayın. Allah’ın yolunda zikirsiz bir terakki (ilerleme), gelişme, tekâmül
oluşamaz. Nefsinizin kalbindeki afetlerin yok olabilmesi, sadece bir tek faktörle,
zikirle mümkündür. İradenizi Allah’a teslim ettiğiniz güne kadar zikrin
sahibisiniz.
Evvela daimî zikre ulaşırsınız. Salâh
makamında daimî zikriniz küllî zikre dönüşür ve iradenizi de Allah’a teslim
ettiğiniz gün, artık zikirde değilsiniz tesbihtesinizdir. Tekâmülün bir insan
tarafından ulaşabilecek olan en üst noktasındasınızdır. Önceden seçilmemiş
normal bir kişi için ulaşabilecek son nokta burasıdır. Risalete seçilen kavim
resûlleri için, bir üsteki kademe söz konusudur.
İradenin Allah’a teslim edilmesi salâh
makamının beşinci kademesidir ve tesbihe geçilmiştir. Normal bir insan
için, buraya kesbî olarak gelinmiştir.
Kesb
etmek; hak etmektir. Kesbedilen
bir şey sonradan elde edilmiş; kazanılmıştır. Kişi kıyasıya bir mücadelenin sonunda iblisi Allah’ın
yardımıyla yenmiştir. Kişi kesbî olarak kendi gayretinin neticesinde almıştır. Ama
Allah’ın hiçbir resûlü bunu kesbî olarak almaz. Allah ona daimî zikri vehbî
olarak verir.
Vehbî; Allah’ın, karşılıksız mükâfat olarak verdikleridir.
Vehbî olarak tesbihe geçirilen bir kişiyi, Allah seçmiştir. O kişiyi tekâmül
yolunda geliştirir ve asla yalnız bırakmaz. O kişi her zaman Allah’a tevekkül
eder. Allah onun sahibidir, Allah’ın hem kontrolündedir hem muhafazasındadır. O
insanlar Allah’ın resûlleridir. Allah’ın resûlü daimî zikre kendi gayretleriyle
ulaşmaz. Ulaştığı hiçbir şey kesbî değildir. Onun tarafından iktisap
edilmemiştir. Allah Onu, bu makama layık görmüş ve ona göre yetiştirmiş, sahip
olduğu her şey vehbî olarak verilmiştir. Allah’ın bir ni’meti olarak
verilmiştir. Onun gayretinin karşılığı değildir. Onlar için düşüş söz konusu
değildir. Yozlaşma Allah’ın resûllerinde mümkün değildir. Bu hedefin dışında
kalan, yani doğmadan önce seçilmeyen, hayattayken Allah’a ulaşmayı dilemeden önce
seçilenler için her şey kesbî olarak elde edilir ve nefsin kalbinde %61 nura
kadar bu böyle devam eder. Ama %51’den sonra tehlike başlar.
Yozlaşma, kişinin zikriyle %100 ilişkili
bir olaydır. Kişi, kendi kesbî gayretleriyle, müktesep hak (kazanılmış bir hak)
olarak zikrini artırırsa Allah’ın yardımı gelir ama bu yardımın temelinde
mutlaka kişinin, şahsi talebi ve gayreti söz konusudur. Her şeyi kendisi elde
eder. Allah ona yardımcı olur.
Kişinin
zikrinde düşme başladığı zaman, inhitat başlar. İnhitat; gerileme, çökme
demektir. Düşme başladıktan sonra, artık
o kişi merdivenden aşağıya doğru inecektir. Bu düşme Bakara Suresinin 257. âyet-i
kerimesinin ikinci bölümünde ifade edilmektedir. Kişi aşağıya doğru inmeye
başladığı noktadan itibaren yani inhitattan hemen sonra yozlaşmanın normal
sınırları içine girmiştir. Terakki, yükselme, gelişme, tekâmül artık sona
ermiştir. Merdivenlerden aşağıya doğru iniş başlamıştır. İnişin başladığı
noktada, Allah’a kul olmaktan derhal atılır. O artık tagutun kuludur. İnsan ve
cin şeytanların kuludur. Allah’ın dostu olmaktan çıkar, o tagutun dostu olur.
Bakara-257’de amenû olanlar, Allah’ın kulu, dostu olarak; kâfirleri ise şeytanın kulu olarak
değerlendirilmektedir.
Vuslattan sonra şeytan tarafından tuzağa
düşürülen herkes için “Allah’ın kulu olmak” olayı bitmiştir. O kişi artık
tagutun kuludur, nefsinin kalbindeki nurlar adım adım azalacaktır. Yozlaşmanın
başladığı noktada, Allahû Tealâ emanetini tekrar o kişiye geri gönderir. O
kişinin Allah’ta olan ruhu, Allah tarafından o kişiye iade edilir. O kişinin
kalbindeki îmân kelimesi Allahû Tealâ tarafından alınır. Böyle bir insan eski haline geri döner.
Artık o bir kâfir hüviyetindedir. Allahû Tealâ âmenû olanların dostudur, ama
kafirler âmenû olmayanlardır.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse, dilediği
andan itibaren âmenûdur. Allah’a ulaşmaya kadar âmenû olarak devam eder ve Allah’ın
Zatı’nda yok olduğu zamanda âmenûdur. Fakat yozlaşma başlarsa, artık o kişi âmenû
olan birisi değildir. O kişi tagutun dostu olmuştur.
Âmenû olan, mü’mindir. Mü’min olması yozlaşma
başlayıp tagutun dostu olana kadar devam
eder. Allah’a ulaşmayı dileyip, ulaşan kişinin muhtevası hep mü’mindir. Kişi
hem Allah’ın dostu hem de Allah’ın kuludur.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YUNUS-62:E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63:
Ellezîne âmenû ve kânû
yettekûn(yettekûne).
Onlar,
âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi
olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl
âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul
azîm(azîmu).
Onlara,
dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah'ın sözü değişmez.
İşte O, fevz-ül azîmdir.
Takva sahibi olanlar âmenû oldukları için takva sahibi
olmuşlardır. Âmenû olma özelliğini
kaybettikleri andan itibaren takva sahipleri değillerdir ve dünya saadeti de
ahiret saadeti de onlardan alınır. Onlar Allah’ın kulu olmaktan da çıkmak
mecburiyetindedirler. Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın dostudurlar.
Kâfirler ise şeytanın dostudurlar ve kuludurlar. Allah’ın kulu olmaktan
şeytanın kulu olmaya geçmişlerdir ve iniş başlamıştır. Bu iniş, o kişinin
kalbindeki bütün nurları, götürene kadar devam edecektir.
Kişi yozlaşmanın ardından aklını başına toplarsa, Allahû
Tealâ bir defa daha hak verir. Tekrar aynı yolları aşarak ruhunu Allah’a
ulaştırır. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği anda yeniden Allahû Tealâ’nın kulu
olur ama eğer bir defa daha fıska düşerse, yani geriye dönüş, yozlaşma başlarsa,
o noktadan itibaren Allahû Tealâ’nın onu kurtarması söz konusu değildir. Allahû
Tealâ kalbindeki “îmân” kelimesini alır. O kişinin kalbini mühürler ve ruhunu
tekrar o kişiye iade eder. Böyle mühürlü bir kalbin tekrar açılması artık
mümkün değildir. Asla dönüş söz konusu değildir. Kalp mühürlüdür. Yozlaşma,
bütün boyutlarıyla o kişiyi hep sinesinde tutar. Yozlaşma ömür boyu devam eder
ve adım adım eski iptilalar geriye döner. Kişi her geçen gün kaybedenlerden
olur.
Allah hepinizden razı olsun.