Yardımlaşma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yardımlaşma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2015 Cuma

YARDIMLAŞMA

                                      YARDIMLAŞMA

Yardımlaşma Nedir ve Tasavvuf Mensupları Arasındaki Yardımlaşma Nasıl Olmalı?
Medine’deki her evde sahâbenin alın teri, emeği vardır. Hepsi birbiri için çalışmayı kendisine bir zevk edindi ve çalıştı. Her biri Allah’a hizmet için büyük bir zevk alarak yaşadı. Sahâbe için hizmet, Allah’a mukarreb olmanın; tekarrüb’ün yani Allah’a yaklaşmanın bir vasıtasıydı. Allahû Tealâ’ya ne kadar çok hizmet verirlerse o kadar çok Allah tarafından sevileceklerini biliyorlardı. Hiçbiri bir diğerinden şikâyetçi olmuyordu. Herkes hangi iş olursa olsun büyük bir şevkle, aşkla ve  heyecanla konuya adapte oluyordu ve hizmeti zevk ile yapıyordu. Sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldular ve asr-ı saadeti yaşadılar.
İblis aradan geçen 1400 yılda Kur’ân’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak olan bütün hedeflerini yok etmiştir. Kur’ân’ın insanları cennet saadetine ulaştıracak olan bütün hükümleri de dünya saadetine ulaştıracak olan bütün hükümleri de iblis tarafından devre dışı bırakılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in indirilmesinden 14 asırdan daha fazla zaman geçtiği şu devre içinde İslâm Âlemi artık İslâm’ı yaşamamaktadır.  İslâm 7 temel üzerine oturur;  7 safha ve 4 teslimden oluşur:

1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek.
2. safha: Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî olmak.
3. safha: Ruhu, Allah’a teslim etmek (1. teslim).
4. safha: Fizik vücudu Allah’a teslim etmek (2. teslim).
5. safha: Nefsi Allah’a teslim etmek (3. teslim).
6. safha: İrşada ulaşmak.
7. safha: İradeyi Allah’a teslim etmek (4. teslim).

Bütün sahâbe, 7 safha 4 teslimi 14 asır evvel gerçekleştirdiler.

Sahâbe Asr-ı Saadeti Hangi Davranış Biçimi ile Yaşadı?
Sahâbe, sizlerin yaşadığı standartlardan çok daha kötü şartlarda yaşadılar. Her an bir savaşla karşı karşıyaydılar. Her an onları öldürmek için hazır olan insanlar vardı. O şartların içinde birbirlerine yaklaştılar. Allah’ın söylediğiyle kardeş oldular.
Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresinin 103. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.

         Bütün sahâbe kardeş olmuşlardı. Sahâbenin davranış biçimlerine bakıldığı zaman temelde, son derece net bir yardımlaşma hüviyeti görülmektedir. Onlar, hizmet söz konusu olduğunda konu ne olursa olsun hizmete koşarak giderlerdi. Sabah namazından sonra uyumazlardı; “Nerede bir hizmet var?” diye birbirlerine sorarlardı;  sonra da o hizmete koşarlardı. Söz konusu olan hizmet idi… Kim hangi işi tuttuysa  mutlaka bir arkadaşının kendisine yardıma geleceğini bilirdi. İki kişi daha büyük bir gayretle çalışırken bir üçüncü kişi aynı şevkin, heyecanın içinde yardıma gelirdi. İkinci, üçüncü gelenin gayesi; birinci başlayanın işi hangi standartlardaysa ona mutlaka yardımcı olmak; onun işini kolaylaştırarak hedefe gitmekti. Onları ter içinde canla başla bir şeyler yapmaya çalışırken gören sahâbelerden biri daha mutlaka oraya yardım için ulaşırdı. Arkasından diğerleri gelirdi. Herkes bilirdi ki; çalışmakta olan bir arkadaşına yardım etmek yani imece, Allah’ın temel emridir. Elbirliğiyle bir işin üstüne yürürlerdi. Canla başla çalışmak, iş neticelenene kadar devam ederdi. Bu davranış biçimi sahâbenin, alâmet-i fârikasıydı yani onları başkalarından ayıran  özellikleriydi. İş sahâbeye ağır gelmezdi. Çünkü kardeşlerinden birinin bir işini yapmak onlara göre Allah’ın işini yapmaktı.
Allah dostları!!! Sahâbeden 14 asır sonra Allah’ın işini yaparken sahâbe ile aynı imece ruhuna sahip misiniz? Onlarla aynı özellikleri mi taşıyorsunuz? Allah’ın hizmeti size sadece zevk mi veriyor? Hizmet etmek için çırpınıyor musunuz? Yoksa:  “Dostlar alışverişte görsün bende çalışanlarındanım.” deyip; hizmet etmek yerine bir şeyler yapar görünmeyi mi düşünüyorsunuz? Sahâbe Arapça ifadesi ile “kül” halinde yani bütün olarak, hepsi, arabayı çeken atlardı. Hiçbirisi arabanın içindeki yolcular olmadılar. Siz de onlarla aynı ruha, aynı özelliklere sahip olabilirsiniz. Sizler ki; Osmanlı kanı taşıyorsunuz. Öyle olmalısınız...
Bir hizmet söz konusu olduğu zaman, bir hizmet yerine gidildiğinde oradakilerin hakkınızda: “Bu da nereden geldi?” dedikleri; başkalarına huzur yerine rahatsızlık veren bir insan, sakın olmayın.
Arkadaşını ağır bir işi yüklenmiş yorgun argın gördüğü zaman ona sırt çeviren bir insan sakın olmayın.
“Herkes çalışıyorsa ben de oraya gider; çalışır görünürüm” diyen insanlardan sakın olmayın.
Bir işin ucundan tuttuğunuz zaman parmağınızın ucuyla tutmayın. Onu sırtınıza alıp asılıp götürecek olan atlar olun. Bu bir tercih meselesidir. Bu bir meşrep meselesidir.

Allah’ın Hizmetini Hangi Gözlüklerle Görüyorsunuz?
Birçok insana hizmet her zaman ağır gelir. Kişi, Allah’ın hizmetini angarya olarak değerlendirir. Böyle bir insansanız hizmete hiç gitmeyin. Hedefiniz kardeşlerinize (insanlara) yardım etmek değilse, Allah için bir gayretin sahibi olamayacaksınız orada ne işiniz var? Çalışan insanlar çalışmalarını yürütürken sakın onların arasına gidip; karışıp onlara amirlik taslayanlardan olmayın. Onlar, Allah için çalışıyorlar, sizde Allah için çalışın. İnsanlara tayin olmadığınız, tayin edilmediğiniz bir yerde onların amiriymiş gibi davranmamalısınız. Her zaman aranızda bir kardeşlik, dostluk olsun. İşleri elele gönül gönüle beraberce yüklenin. Hiçbir zaman aranızda “Neden o iş yapmıyor da ben yapıyorum?” tarzında bir düşünce olmamalıdır.
Allahû Tealâ’nın sahâbe için kullandığı ifadeye dikkat edin! Allahû Tealâ: “Onlar hayırlarda yarışanlardı.” buyurmaktadır. Bunun mânâsı: “Neden o yapmıyor da ben yapıyorum.” değildir. Dayanışma, imece, hayırlarda en önde gidenlere gıpta etmekle gerçekleşir. “O bu kadar güzel çalışıyor da ben neden onun gibi çalışamıyorum. Ben de onun gibi çalışabilmeliyim ondan daha güzelini yapabilmeliyim. Hemde ona yardım ederek bunu yapmalıyım.” şeklinde düşünmelisiniz.    
Bazı işleri bazı insanlar ustalıkla yaparlar. Aynı ustalığa sahip olmak için bir kısım insan bir gayrete soyunur; o işi ustalıkla yapan kişi gibi yapmayı kendilerine hedef ittihaz ederler. Bu kişilerin ustalıkları adım adım artacaktır. Allah, hedefleri bu olduğu için o kişilere yardım eder. Kişi, burada doğru bir düşünceye ve hedefe sahiptir:  “Neden onlar yapmıyorlar da ben yapıyorum” değil; “Neden onlar yapıyor da ben onlar gibi yapamıyorum?” demektedir. Başkalarının kötü, sizi üzebilecek, tembelliğe sevk edecek standartlarını, yönlerini değil, sizi işe özendirecek standartlarını görün. Diğerlerini görmeyin. Eğer bu tarzda, en iyi çalışanları görüp kendinize onlara ulaşmayı; onlar gibi başarılı olmayı, hedef ittihaz ederseniz sizin hergün biraz daha arabayı daha dikkatli çeken atlardan olmanız başkalarının dikkatini çekecektir.
Hepiniz daha iyi hizmet verebilme yarışında olmalısınız. Sahâbeyi sahâbe yapan özelliğinin temeli budur. Onlar hayırlarda yarışıyorlardı. Öyleyse imecenin temeli hayırlarda yarışmaktır; sizden daha iyi hizmet verenlere gıpta etmek; daha kötü hizmet verenleri örnek almamaktır. Öyle bir kişi olun ki; sizin kadar hizmet vermeyenler size hayranlık duysunlar; sizin gibi olmak istesinler. Herkesin sizin gibi olmak isteyeceği bir özellikler yelpazesinin sahibi olmalısınız. Davranışlarınız, çalışmalarınız, gayretiniz ve ortaya koyduğunuz kaliteli iş ile örnek biri olmalısınız.   
Her yerde bir laubalilik hakim olmamalıdır. Hizmetler, bir işe teşne (istekli)  olup onu kendisine iş edinen üzerine bırakılmaktadır. Bir işi istekle yüklenen kişi yalnız bırakılmakta ve diğerleri: “Nasıl olsa işi başkası yapıyor ben yan gelip yatarım.” zihniyetindeler. Allah yolunda hizmet bu zihniyette olmamalıdır. Evvela hangi dergahtaysanız o dergaha, bulunduğunuz yere ve çevrenizde yapılan hizmetlere karşı sorumluluklarınız olduğunu bilmelisiniz. Sizin aranıza nemelazımcılık ve yozlaşma hiçbir zaman girememelidir. Bunun aranıza girebildiğini; sizi için için kemirdiğini müşaede etmek istemeyiz.
Dergâh hayatı bir bütündür. Hepiniz bu bütünün bir parçasısınız. “Başkaları hizmeti götürüyor, ben yapmasam da olur onlar zaten bunu yapıyorlar. Hem canım; ben onların işine müdahale ettiğim zaman belki de bana kızarlar” diye mi düşünüyorsunuz? Her konuda bir sorumluluğunuz olmalıdır. Her iş safhası kendi açısından bir bütünü oluşturur. Diyelim ki; bir yerde yemek yapılmakta. Mevcut malzemenin temizlenmesinden, yıkanmasından, pişirilme safhasına gelinceye kadar geçen devrede bir kaç tane elden geçmesi gerekecektir. Bir yemeği oturup çok beğenerek yediniz. Burada yapmanız lâzım gelen şey o yemeğin nasıl yapıldığını onun ustasından öğrenmek ve onun seviyesine yükselebilmek için çalışmaya başlamaktır. “Neyi nasıl yapıyor? Nasıl başarılı oluyor? Neden aynı yemeği yapan bir başkasının yemeği onun gibi olmuyor?” Bu soruların cevaplarını ince eleyip sık dokumalısınız. Hizmetin hangi safhası olursa olsun sizi kendisine çeken bir cazibe merkezi, bir görüntüsü olmalıdır. Hizmet yapmak sizi kendisine çeken bir görüntü taşımıyorsa, size sadece sıkıntı veriyorsa o zaman yozlaşırsınız. Bu yozlaşma geriye gidiştir. Allah’a yaklaşmak değil; Allah’tan uzaklaşmaktır.
Bir tasavvuf kardeşiniz bir işe başlamış siz de oraya geldiniz size işiniz daha verilmemiş olsa da hemen o kardeşinize yardıma başlamalısınız. Hangi işi yaparsa yapsın önemi yok. Eğer onun ustalığına sahip değilseniz oda yardıma açıksa hemen onun bu işi nasıl yaptığını inceleyip onun gibi yapmaya çalışın.
Yardım; bugünün sahâbelerinin temel hedefi olmalıdır. Sahâbe asr-ı saadeti yaşadılar, sizler asr-ı hidayeti yaşayacaksınız. Onlar hayırlarda yarıştılar sizler henüz yarışamıyorsunuz. Bunun sebebi belki aldığınız bilgilerin yetersiz oluşu; belki tatbikatınızın, uygulamanızın yetersiz oluşu; belki kendinizi Allah’ın hizmetine adapte edememeniz; belki çalışma hayatınızda başka insanlarla olan ilişkilerinizin size negatif faktörler olarak görünmesi olabilir. Bir yerde beraberseniz orada sosyal bir yapının bir parçasısınızdır. Toplumdan oluşan bir faaliyet içindesinizdir. Böyle bir dizayn da herkesin ayrı bir vazifesi olması lazımdır.
Bir dergâh halkının yemek yemesi söz konusudur. O yemekleri yapmak için hepiniz birden vazifeli olmayacaksınız. Bir kısmınız bu işe yeterlidir. Her yerin temizliği gerekir. Bir kısmınız da bununla meşgul olacaksınız. Boş birisi varsa o kişi her açıdan mutlaka birilerine yardım etmesi gerektiği cihetle: “Nerede devreye girebilirim?” diye derhal harekete geçmelidir. Bir kısmınız içerde bir kısmınız dışarıda çalışacaksınız.
Eğer aranızda bazı kardeşlerimiz işe teşneyse iç dünyaları o işi yapmayı istiyorsa ve bir işi sırtlamış götürüyorlarsa öteki tasavvuf kardeşlerimize baktığımızda: “O iş nasıl olsa yürüyor benim yapabileceğim birşey yok. Şu anda ben birşey yapmam” diye bir kenara çekilmekteler. O kişinin üzerine ne kadar çok iş binerse binsin ötekiler hiç aldırmamakta. Sanki kendileri o toplumun içinde yaşamıyormuş gibi davranmaktalar. Bunun içinde çok mantıklı zannettikleri bir düşünce ile hareket edip: “Allahû Tealâ’dan mükâfatını da alacaktır. Ben onun işine müdahale edersem Allah’tan alacağı mükâfata da engel olurum.” demekteler. Birbirinizle olan ilişkilerinizde böyle bir düşünce tarzının sizi sadece yozlaştırabileceğini idrak etmelisiniz. O kardeşinize yardım ettiğiniz zaman yardım edilmeye değer görüldüğü için bir başkası da kendisiyle beraber aynı hizmeti paylaşacağı için bundan üzüntü değil sevinç duyar.
Yardım alan kişi mutlaka kendisine yardım edene teşekkür etmelidir. İçinizde teşekküre gerek görmeyenleri hayretle müşahede ediyoruz Şu fikre dayandırıyorsunuz: “Nasıl olsa onun mükâfatını Allah verecek değil mi o bana hizmet edebilecek durumdaysa o zaman hizmetini yapsın Allah ta nasıl olsa ona mükâfatını verecek. Benim ayrıca teşekkür etmeme gerek yok.” Öyle mi zannediyorsunuz? Sizin teşekkür etmenize gerek yok mu sahiden? Kişi gerçekten Allah’tan mükâfatını alacaktır ama siz size yapılan hizmetin bedelini ödemiş oluyor musunuz? Eğer sizin yapmakta olduğunuz işe hizmet için yardıma gelen bir kardeşiniz varsa canla başla çalışıyorsa sizin işinizde sizin işinize ortak olması gerçekten Allah’a hizmettir. Ama yapılan iş sizin işinizse daha evvel götürmekte olduğunuz bir işse size yardım edene bir teşekkür borçlu olmayacak mısınız? Bu kadar vurdumduymaz olabilir misiniz? Tasavvufu yaşayanlarda böyle bir standart olabilir mi? Nasıl kendimizi bu kadar sosyal hayatın gerçeklerinden soyutlayabilir devredışı kalabilirsiniz?…
Tasavvufu yaşamayan insanlar bile bir başkası kendilerine yardım ettiği zaman teşekkürü bir vazife bilirken tasavvuf mensupları bunu nasıl bilemez? Allahû Tealâ’dan karşılığını onlar alır veya almaz o sizin işiniz ya da sahanız değildir. Sizin işiniz kim size bir hizmette, yardımda bulunduysa o yardımın karşılığında ona mutlaka teşekkür etmektir. Bu sizin asli vazifenizdir.  Allahû Tealâ’nın ona teşekkür etmesi veya etmemesi, ona yardımı, onun derecat kazanması veya kazanmaması onunla Allah arasındaki bir ilişkidir. Siz bu ilişkinin dışındasınızdır. Siz de o kardeşinizle ilişki içerisindeyseniz o size yardım ediyorsa siz ona teşekkür etmek mecburiyetindesiniz.
Birbirinize güler yüz gösterme gereği duyuyor musunuz? Birbirinize karşı güleryüz gösterirseniz o zaman her olayı en güzel standartlarda yürütürsünüz.
Dergah hayatı birçok hizmetin yapılmasını ve ücretsiz yapılmasını gerektirir. Ücret, Allah’tan gelir. Ücretlerin en güzeli, derecat kazanılması ve Allah’ın sizi daha çok sevmesidir.
 Bir dergah yaşantısında yemekler yapılacak; ısıtılacak; sofralar kurulacak; bulaşıklar yıkanacak; etraf temizlenecektir. Aranızdan biri birkaç kişi diyelim ki bunları yüklenmişler götürüyorlar. Geri kalanlar sadece seyrediyorsa bu tablo size utanç vermiyor mu? Size teker teker: “Neden arkadaşına yardım etmiyorsun hadi yardım etmeye başla” denmesi mi lâzım? Bunu mu bekliyorsunuz. Biz size böyle bir ricada bulunduğumuzda o işi yaparsanız; vazifenizi gerçekten yapmış olur musunuz?
Bütün mutfağın işlerini yapan; bulaşığı yıkayan, fırınların temizleyen bir kişi olduğunda “Onun işine karışırsak belki bize kızar.” diye düşünüyorsanız kendinizi boşuna aldatıyorsunuz demektir. Hepiniz o tek başına çalışan insana yardım etmekle mükellefsiniz. Bu işler yapmayabilirsiniz ama bilin ki bu sizi Allah’ın nezninde sadece küçültür.
Bu sözlerimiz, çalışmayan, az çalışan ve asıl ifadeyle çalışmanın zevkine varamadıkları için çalışmayı şevkle yürütemeyen hatta çalışmanın kendilerine huzursuzluk verdiği, çalışmayı angarya gibi düşünen kişileredir. Kişiler, yanlış davranışlar sergilediklerinde uyarılmasalar da kalpler zaman içerisinde adıma adım o kişilere karşı kapanır. İşleri aranızdan bazılarının üzerine yıkmayın. Hepiniz her konuda emir beklemeden birbirinize yardımcı olun. Size emir vermek mevkiinde olanlardan bir emir beklemeden yardımcı olmak aslî göreviniz olmalıdır.
Bir kısım tasavvuf mensupları çalışıp bir kısmı çalışmamaktadır. Allah’ın yolunda kimseye zorla iş yaptırılmaz. Ama Allah’ın sevgisi adım adım kaybedilir. Eğer bir nemelazımcılık müessesesi bizi kemiriyorsa biz Allah yolunda değiliz demektir. Allah yolunda olan bir dergâhta davranış biçimleri asla böyle olmamalıdır. Kimse ama hiç kimse yaptığı hizmette yalnız bırakılmamalıdır. “Nasıl olsa işi götüren var. Ben yatarım keyfime bakarım.” diye düşünüyorsanız o zaman tasavvufta ne işiniz var. Dünyada ki insanların yüzde doksanı zaten sizin gibi düşünmektedir. Burası Allah’ın evi, burası hizmete koşan; hizmeti kendilerine zevk edinen insanlar için kurulmuştur. Hizmet etmek için bir emir beklemek yanlış bir düşünce tarzıdır. O zaman hizmet dışı kalmanın hüznünü hep yaşarsınız. Hep huzursuz, sıkıntı içinde olursunuz. Bu mutsuzluğunuzun sebebini de anlayamazsınız. Ben mutsuzum, huzursuzum ama acaba bunun sebebi ne diye düşündüğünüz zaman eğer fikir platformunuzda, düşünce dağarcınızda, insanlara bakış açınızda, Allah için olmanın standartları yoksa hizmeti yürütememek sizi huzursuz eden temel faktör olur.
 Bir işi götürmek üzere o işi üstlenmiş olana yardımcı olmaya başladığınız andan itibaren içinizden bir huzurun sizi bütünüyle kaplamaya başladığını görürsünüz. Hizmetin karşılıksız olması bunun temel faktörüdür. Hizmet karşılıksızsa, karşılığı Allahû Tealâ tarafından ödenecekse, o hizmet kıymetlidir. Dünyadaki bütün insanlar para karşılığı çalışırlar. Siz onlardan değilsiniz. Onlardan olmamalısınız. Yoksa tasavvufun dışındaki insanlardan hiçbir farkınız olmayacaktır.
Hiç kimsenin iş yapmadığı bir ortamda birkaç kişi oranın işlerini olağanüstü bir çalışmayla sürdürebiliyorlarsa onlara gıptayla bakmalısınız. Onlara yardım etmeye can atın. “Nasıl olsa onlar bu işi götürüyorlar, benim karışmama gerek yok” düşüncesi sizi mahveden düşüncedir. Allah’tan uzaklaştıran düşüncedir. Allah’a yaklaşmanın asıl yolu Allah için hizmettir.
İbadetlerinizi kendiniz için yaparsınız. Namazı kendiniz için kılar; orucu kendiniz için tutarsınız.  Bunlar Allah ile aranızda size ait olan vazifelerin bölümlerini  teşkil ederler. İşe ne zaman teşne olur, iştiyak duyarsanız; “Ben artık eski ben olmayacağım, kendimi mutlaka Allah’ın yoluna adayacağım, hizmet edeceğim, öyle bir hizmet edeceğim ki ben nasıl hizmet edenlere bakıp da ne güzel hizmet ediyorlar diyebiliyorsam, başkaları da benim hizmetime bakıp aynı şeyi benim için söyleyebilmeli” diye düşünmelisiniz. İçinizdeki o en güzel duygular Allah’tan dökülen o güzellikler, sizi diğer kardeşlerinize yardıma ulaştırmalıdır.
Toplumun yani herkesin hak sahibi olduğu bir ortamda sakın başkalarının hakkını yemeyin. Herkes Allah’ın ni’metlerinden eşit düzeyde faydalanmalıdır. Eğer siz başkalarından daha fazla almakta kendiniz de hak görürseniz bu bir adaletsizlik olur.
Bütün dergâhlarda esas olan hizmetin vücuda getirdiği meyvayı mesela yemeği eşit şartlarda paylaşmaktır. Herkes aynı parayı öder. Dergâhın dışında böyle bir fiyata böyle bir güzellik hiçbir yerde bulunamaz. Çünkü Allah rızası için çalışan insanlar hizmeti ücretsiz yaparlar.
Dergâhlarda yemekler pişer. Bunun için malzeme alınacaktır. Onların mutlaka bedeli, nakliyesi, elektrik parası, temizlik malzemeleri söz konusudur. Herşey devreye girdiği zaman herkes eşit şartlarda buna iştirak eder. Dünyadaki en ucuz yemekler, hizmetlerle olur ama nede olsa bir karşılığı vardır.
Öyleyse eşit şartlar içindeysek aldığımız da eşit standartlarda olmalıdır. Eğer biz başkalarının aldığından daha fazlasını aynı bedelle kendimize alıyorsak o bir haksızlık olur. Her yerde bütün güzellikler bizim içindir. O zaman neden hizmet etmeyelim. Allah’ın bizi daha çok sevmesi için bunu yapmalıyız. Eğer biz Allah’a daha çok layık olursak bizi daha çok sevecektir.
 Bazen nefisleriniz devreye giriyor ve kardeşleriniz ile iyi ilişkiler içindeyken birbirinize kızmaya başlıyorsunuz. Bu tür durumlar, Allahû Tealâ’nın yolunda hiç olmamalıdır. Sahâbeye dikkatle bakın! Onlar, “ihvan” yani Allah’ın yolundaki kardeşler olmuşlardır. Birbirlerine kan olarak gelen kardeşlikten çok daha yakın olmuşlardır. Aynı anne-babadan doğan iki çocuktan bir tanesi Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile beraber olmuş; Allah’ın yoluna girmiş. Öteki putperest olarak kalmış. Allah’ın yoluna giren, kendi kardeşinden daha fazla bir sevginin içinde sahâbe ile beraber olurken kendi kardeşiyle savaş vermek mecburiyetinde kalmış. Sahâbe arasında, kan hısımı (akrabalığı) olan kardeşlikten çok çok ötede bir kardeşlik müessesesi kurulmuştur. “Uhuvvet”, kardeşlik demektir. “Ahi” kardeş; “ihvan” kardeşler mânâsına gelmektedir.  Allah’ın yolunun temeli kardeşliktir.
Kardeşlerinizle bir araya geldiğiniz zaman nerede eksiklik var diye hemen etrafa göz atın. Bunu gidip de “O senin vazifendi niye yapmadın.” demek için değil; eksiklik görürseniz ilk gören olup onu tamamlamak için yapmalısınız. Kardeşler arasındaki yarış bu olmalıdır. Her biriniz ilk gören, ilk yardım eden olmalısınız. Sözkonusu olan başka birinin üzerindeki bir vazifeyse bile o işi bitirmeye can atmalısınız. Hayırlarda yarışanlardan olmalısınız. Bütün sahâbe hayırlarda yarıştılar. Onlara hayırlarda yarışanlar yani “sabikûn” adı verildi. Sizler, onların varislerisiniz. Onların yaşadığı asr-ı saadetin bir benzerini gelecekte siz de ikinci asr-ı saadet olarak yaşayacaksınız. Onlar birinci asrısaadeti en güzel boyutlarda, dünyayı imrendirecek şekilde yaşadılar.
Bu devirde yaşayan sizler hidayet çağının içindesiniz. Bütün dünyaya hidayeti öğreteceksiniz. Bir misafir geldiği zaman onunla ilgilenmelisiniz. Ona tasavvuf mensubunun ne kadar güzel bir hüviyette olduğunu ispat etmelisiniz. Misafirler, dergâhlarda olan misafirlik aşkına şahit olmalıdırlar. Dünyanın en iyi ev sahipleri olmalısınız.
Sevgili öğrenciler, hep sizin çalışmalarınıza bakacağız. Sizi tenkit etmek için değil; sizin iç dünyanızda Allah’ın işine karşı daha çok istek uyandırabilmek için:  “Öğrencilerime nasıl Allah’ı daha çok sevdirebilirim? Nasıl hayırlarda gerçek anlamda yarışanlar hüviyetine girerler?” diye düşünerek sizlere bakacağız. Bir gün bu hizmetler sizin idealiniz olursa o zaman kendinize baktığınızda farklı bir kişi olduğunuzu göreceksiniz. Gerçek anlamda Allah için yaşayan birisi olacaksınız…
Hepinizin o güzelliklere, en iyiye vasıl olmanızı dileriz.
Allah razı olsun.