Davranış Biçimleri ve Mutluluk Arasındaki İlişki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Davranış Biçimleri ve Mutluluk Arasındaki İlişki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Eylül 2015 Pazartesi

DAVRANIŞ BİÇİMLERİ ve MUTLULUK ARASINDAKİ İLİŞKİ

                              DAVRANIŞ BİÇİMLERİ
                                             ve            
        MUTLULUK ARASINDAKİ İLİŞKİ


Allah’ın hedefleri
İnsan adı verilen mahlûk mutlaka başka insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetindedir. Herkes yaşamak için başkalarına muhtaçtır. Başkalarının diktiği bir elbiseyi, bir gömleği giyecektir. Buğday yetiştirenlerin yetiştirdiği buğdaydan, çeşitli sebzelerden yiyecektir. Kasaplardan et alacaktır. Herkes kendi görevini yapacak ve topluma sunacaktır. Böylece ortaya konanlar, taliplileri tarafından alınıp tüketilecektir.
İnsanlar karşılıklı bir diyalog, yardımlaşma ve değişim içindedir. Yetiştirenler, satanlar ve tüketenler vardır. Satanlar sadece bir aracı pozisyonundadır. Ama o aracılar olmaz ise satılacak olan malın alıcıya ulaştırılması da söz konusu olamaz.
Allahû Tealâ, bütün insanların mutlu olmasını ister. Başkaları için yaşamak, mutluluğun temelindeki en fonksiyonel hüviyeti taşır. Mutluluğunun doruğa çıkması, kişinin bütün boyutlarda başkaları için yaşamayı başardığı noktada tecelli eder.
Allahû Tealâ'nın hedeflerini en iyi kavramış kişi, kendisini başkalarının mutluluğuna adayan, hayatını sadece başkalarını mutlu etmek için harcayan, tüketen bir insandır. O kişinin her günü mutlaka mutluluğun doruklarında geçer. Günlerin nasıl geçtiğini anlayamaz. Davranış biçimlerindeki temel felsefeyi en iyi anlamış olan kişi, kendisini başkalarının mutluluğuna adayan ve yaşayandır.
Allahû Tealâ’nın, insanları bir araya getirmesinde ki muradı da başkalarına yardım etmesidir. Eğer insanlar "Rabbenâ, hep bana!" derlerse sadece mutsuz olurlar; başkalarını da mutsuz ederler.
Bir insan manevî bir terbiye almışsa, başkaları için yaşamanın ilk adımını atmıştır. O kişiye: "Hayatına mutluluk elbisesini giydirmek, huzur libasına bürünmek istiyorsan o zaman kendini başkalarının mutluluğuna hasret. O istikamette çalış. Her saniye bir başkasına nasıl mutluluk verebilirim?” diye düşünmesi öğretilir; “Hayatın sadece bunu gerçekleştirmek üzere geçsin”  denilir.
Allahû Tealâ’nın hedefi unutulmamalıdır; Allahû Tealâ,  herkesi başkalarını mutlu etmek üzere yarattı. Hiç sebep yokken bile etraftaki insanlara birkaç güzel söz söylediğinizde, "Seni çok seviyorum." dediğinizde  hiçbirşey kaybetmezsiniz. Eğer gözleriniz de o söylediğinize paralel bir görüntü veriyorsa, o zaman hedefe ulaştınız demektir.
İnsanlar için ya mutluluk ya da mutsuzluk vardır. Bu iki kutbun arasında insan her gün farklı noktalarda bulunur. Kişinin çok mutlu, daha az mutlu ve mutsuz günleri olabilir. Bazen kişinin talep ettiği şeyler, yaşarken gerçekleşmeyebilir. Allahû Tealâ'nın hazineleri boldur. Bu noktada kişi durup bir başka hedefe yönelmelidir. Bu hedef, başkalarını mutlu etmek istikametinde olduğunda kişinin mutluluğu gerçekleşir.


Aslî unsur;  sevmek
Madalyonun sadece iki tarafı vardır; sevmek ve nefret etmek. İnsanlardan nefret etmeyin. Eğer onlar, nefretinizi kazanacak şeyler yapıyorlarsa bu onların problemidir. Siz onlardan nefret etmemelisiniz. Onları da sevmeye çalışın. Etrafınızda en az sevdiğinizden en çok sevdiğinize kadar bir sevgi halesi oluşsun. Siz madalyonun sadece sevgi tarafını görün.
Kişi kendisinden nefret edeni de sevebiliyorsa o zaman Allahû Tealâ'nın ona verdiği görevi yapmış olur. O kişinin sizden nefret ettiğini bilseniz de onu sevebileceksiniz.
Allahû Tealâ, başkalarının mutluluğu için yaşamanın aslî unsurunun sevmek olduğunu ifade etmektedir. Kim kendisini başkalarının mutluluğuna adamışsa davranış biçimlerinin en mütekâmiline ulaşmış ve Allah’ın indindeki en gelişmiş statüsünü tatbik sahasına koymuştur.
Allahû Tealâ, bizlere başka insanlara ne kadar mutluluk verebilirsek o kadar mutluluğun geri dönebileceğini buyurmaktadır. Eğer etrafınızda 20 kişi varsa ve siz herbirine onları mutlu edecek şeyler söylüyorsanız, Allahû Tealâ, onlara verdiğiniz  mutluluğun toplamı kadar sizi mutlu eder. Böylece siz herbirine verdiğiniz mutluluğun 20 katı mutluluğu yaşarsınız.
Zikir, ibadetlerin en büyüğüdür. Başkaları için yaşayabilmek kolay bir iş değildir. Kişinin daimî zikre ulaşmasını gerektirir. Ama bir insan işlem yönünden, ibadet yönünden (zikir ibadetlerin en büyüğüdür) o zirvede olmasa da başkalarına hizmet ederek; zikrin sağlayacağı mutluluğa erişebilir. Bu ifade "Zikri bir kenara bırakın, başkalarını mutlu edin." anlamına gelmez. Başkalarını mutlu ederken de zikir yapın demektir. 
Kişi, "Allah, Allah, Allah..." diye sesli bir zikirden sonra, sessiz zikre (iç sesi ile), sonra da dilini de kımıldatmadan enfüsî zikre (iç dünyasındaki zikre) dönüştürebilirse ve bu konuda uzun süre gayret ederse, bir gün iç zikri gününün bütününü doldurur.
Bir insan, her gece yatarken kıbleyi sağına alıp, sağ kulağını yastığa koyarak ve kalbinin çift atışlarını “Al-lah, Al-lah, Al-lah…” sesini duyarak uykuya zikirle girmeyi kendisine usûl haline getirmelidir. Kalbinin atış seslerini duyabilmek için kafasını sağa sola oynatabilir. İşte uykuların en güzeline o zaman dalar ve bütün rüyaları pırıl pırıl rüyalar olur. Kâbus görmez.
 Allah'a mülâki olmayı, ruhunu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dileyen herkes, dilediği andan itibaren Allah'ın yoluna girer. Sonra kişi kendisi ruhunu Allah’a ulaştırmaz; Allah, onun ruhunu Kendisine ulaştırır. Bir insan Allah'a ulaşmayı dilediği andan itibaren; gerçekten dilemişse  bilmediği, tatmadığı bir huzur ve mutluluğu yaşar. Allah’a ruhunu ulaştırana kadar 7-8 aylık bir süreç içerisinde dünyadaki en mutlu ve huzurlu insanlardan biri olur.
Kişi Allah'a ulaşmayı dilediğinde 1. safha gerçekleşir. Kişinin mürşidini Allah'tan sorması 2. safhayı gerektirir. Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. Kişinin mürşidine tâbiiyetiyle beraber, ruhu vücuttan ayrılıp önce ana dergâha sonra da ruhu 7 tane gök katına birer birer ulaşır. Buna paralel olarak nefsin kalbinde Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye olmak uzere herbir tezkiye kademesinde % 7'lik fazıl birikimi oluşur. Başlangıçta kalpte oluşan % 2 rahmet nuruyla beraber  % 49 oranındaki fazıllar, o kişiyi nefs tezkiyesine ulaştırır. Nefs tezkiyesi, Allahû Tealâ'nın herkese verdiği bir ni'mettir. Bu ni'meti tamamlayana kadar kişi dünyadaki en mutlu insanlardan birisi olur. Kişinin burada unutmaması gereken şey bu mutluluğunu başkalarına da ulaştırması gerektiğidir.


Mutluluk
Mutluluk; sirayet edici (yayılan), başkalarına bulaşan bir güzelliktir. Başka insanların da mutluluğuna vesile olmaya çalıştığınız da karşı taraftan da güzel davranışlar gelir.
Kişi mutlu değilse hemen "Allah, Allah, Allah, Allah..." diye zikre başlamalıdır. Eğer bir insan Allah'a ulaşmayı dilediyse zikir tesirini gösterir; dilemediyse göstermez. Çünkü kişi kabloları birbirine bağlamamış olur. Allah'a ulaşmayı dilemek, kişiyle Allah arasında bir bağdır; bir kablodur. Kişi dilemezse o kabloyu yok eder. Allah'a ulaşmayı diledikten, vuslata ulaştıktan sonra şeytan bu kabloyu yok etmeye çalışır. Kişi ona mağlup olursa Allah’ın yolundan düşer.
Davranış biçimleriniz başkalarına örnek olmalıdır ki; onlar da sizin gibi davranışlar içinde olsunlar.
Sevgi, Allahû Tealâ tarafından verilen bir duygudur. Birisi size güzel davrandığında, sevgiyle yaklaştığında, gözlerinde size olan sevgisinin ışıltılarını hissettiğinde içinizden gelen duygudur. Bu eşyanın tabiatına uygun bir davranıştır. Bu,  sevginin karşılığı sevgidir. Şeytan tarafından verilen bir başka duygu vardır. O da nefretin karşılığı nefrettir. Bir insan diğerinden nefret ediyorsa; diğeri  bütün gayretine rağmen onda nefret olduğunu gördüğü zaman eğer kendini iblisin tuzağından koruyamazsa  o da karşısındakinden nefret etmeye başlar.
Etrafınızdaki insanlar Allah'ın yolunda olduğunuz için size diş bileyebilirler. Kim size Allah'ın yolundasınız diye kızıyorsa bu, sizin için bir şereftir. Onlar sadece Allah'ın yolunu ve güzelliklerini bilmedikleri için kızarlar. Mutluluk terazisinde tartıldığında siz mutlusunuzdur; onlarsa mutsuzlardır. Terazinin iki kefesinden birisi sizin kefenizdir. Kefesi yukarıda olan Allah'a yakın; aşağıda olan ise şeytana yakındır. Sıfır noktasından aynı seviyede uzaktasınız. Sıfır noktasından yukarı çıkan şey mutluluk, aşağı inen de mutsuzluktur.
Allahû Tealâ insanları sıfır noktasında yaratmıştır. İnsanı killi topraktan (salsalinden) yaratmış. Sonra ona ruhundan üfürmüş. Âdem (A.S) yaratılmıştır. O'nun kaburga kemiğinden Hz. Havva'yı yaratmıştır. Onlardan insanlar birer birer dünyaya gelmiştir. İşte şu anda bizden evvel ölen milyarlarca insan var. Şu anda bizler hayattayız. Bizler de bir gün öleceğiz. Bizden sonra da milyarlarca insan hayata gelecek, yaşayacak ve ölecektir. İnsanlara güzel şeyler söyler, hayatınızı insanların mutluluğuna adarsanız, insanlar  en güzel şekilde sizden bahsederler. Şairin dediği gibi "Bâki olan bu kubbede bir hoş sadâ imiş…"
Biz herkesi severiz. Bize kızanlar da buna dahildir. Kimseden nefret etmeyiz.
Allahû Tealâ insana mutluluğun reçetesini vermektedir. Tatbik eden kişinin mutlu olmaması mümkün değildir. Bu dünyada insanların en çok istediği şey de mutluluktur.
Davranış biçimlerinde mutlu olmanın ne olduğu çok iyi bilinmelidir.

Mutlu olmak;
1- Bir insanın iç dünyasında mutlu olmasıdır; nefsiyle ruhu arasındaki kavganın bitmesidir.
2- Dış dünyasında mutlu olmasıdır; başka insanlarla arasındaki kavganın bitmesidir. Burada dikkat edilmesi gereken şey bizim onlarla kavgamızın bitmesi gerektiğidir; kişiler bizimle kavga etmeye devam edebilirler. Biz başkalarının sahasına girmeden top oynamayı bilmeliyiz. Onlar yanlış yapabilirler. Onlara sadece tavsiyelerde bulunmalıyız ve onları incitmemeye çalışarak ikaz etmeliyiz.
3-   Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmesi; Allah ile olan ilişkilerinde mutlu olmasıdır.
         Mutlu insan bu 3 ayrı cephede başarıya ulaşmıştır.
Nefsin kalbindeki afetler, zikirle temizlenir. Kişi başka insanlarla ilişkilerinde onları kırmayacak, onların beğenisini kazanacak olan bir davranış biçimleri dizisi tatbik ederse ve hayatını bu istikamette şekillendirebilirse, nefsin kalbinde afetler olsa da başkalarını mutlu eden bir kişidir. Asıl mutluluk budur.
Davranış biçimlerinin temelini teşkil eden hususlar; hayatınızı başkalarının mutluluğuna adamak, size kızanları da mutlu etmeye çalışmaktır. O kişilere de mutluluğun reçetesini vermek ve onları da mutlu etmek konusunda bütün gayretiyle çalışmaktır.
Mutluluk; başkalarına hizmetin aynasıdır. Bu ise beşerî münâsebetlerde yani davranış biçimlerinde, insan ilişkilerinde en önemli faktördür.
Davranış biçimlerinin özü; bir insanın hayatını başkalarının mutluluğuna adamasıdır. Başkaları ona kötü davranırken bu kötülüğü hiçe sayıp onlara iyi davranmasıdır.  Allah'ın tasarrufuna girdiğiniz zaman bunu yapmayı öğreneceksiniz. Siz o zaman kimseye düşman olamazsınız. Hiç kimse için Allahû Tealâ'ya onu cezalandırması için müracaat edemezsiniz. İçinizden gelmez. İç dünyanızda intikam duygusu bütünüyle yok edilmiştir. Kişinin bu noktada sadece diyebileceği  şey “Herşey çok mu güzel yoksa bize mi öyle geliyor?” olacaktır.
Dünya adı verilen bir gezegende yaşıyoruz. 100 milyar galaksi ve her galakside 100 milyar yıldız bulunmaktadır. Birçoğunda hayat var. Onun için Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de "yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar,  ikisinin arasındaki insanlar" diye 3 grup insandan bahsediyor. Her gezegene göre diğer gezegenler, göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlardır.

19/MERYEM-65: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ fa’budhu vastabir li ibâdetih(ibâdetihî), hel ta’lemu lehu semiyyâ(semiyyen).
Semaların, yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O'na kul ol! O'nun kulluğunda sabırlı ol! O'nun İsmi'yle isimlendirilen (bir kimse) biliyor musun?
        
Allahû Tealâ'nın davranış biçimlerinde emrettiği standardı nasıl gerçekleştirmiş oluruz?
Başkalarına nasıl davranırsanız, onlardan aynı davranış size geri döner. Atalarımız diyor ki: "Ne ekersen onu biçersin."  Başkalarına öfkeyle davranırsanız öfkeyle cevap alırsınız.
Önemli olan, hiç hatanızın olmadığı bir konuda, bir başkasının tamamen haksız bir davranışla öfkeyle size geldiği noktadaki davranış biçimidir. Öfkeyle gelip de kötü söz söyleyen birisine kötü söz söylemek yerinede, sükûnetle ondan af dilemek büyüklüğünü gösterdiğiniz noktada Allah’ın emrettiği standartlarda davranmış olursunuz.
 Hz. İsa bir peygamberdi. Allahû Tealâ tarafından tüm afetleri yok edilmişti. Ama Hz. İsa ne diyordu? "Senin yanağına bir tokat atan kişiye öbür yanağını da uzat; bir de oraya tokat atsın." Bu, intikamın bütünüyle yok olduğu bir dönemi ifade eder.
İnsanlar hep kendi cephelerinden düşünürler. Onlara göre hep başkaları kabahatlidir; kendileri kabahatli değildir. Başkalarını hep şikâyet ederler. Oysaki başkalarının onların üzerinde vücuda getirdiği, onları üzen davranış, aslında kendilerinin daha evvel o kişiye karşı oluşturmuş oldukları bir yanlış davranışın sonucudur. Kişilerin nefsindeki intikam arzusu kendilerine yapılan kötülüğün başkasına iade edilmesini icap ettirir. Allah'ın dostları onlardır ki; onlar Allah'ın intikam duygusundan kurtardığı insanlardır.
Kötülük; kötülüğü yapanın yakasında kalan bir lekedir. Ama iyilik, o lekenin kendi cephesinden temizlenmesini ifade eder. Kim bir kötülüğe iyilikle cevap verirse o, Allah'ın katında kutlu bir insandır. Böyle bir kutlu oluş Allah katında bir değerin sahibi olmayı ifade eder. Aynı zamanda mutlak hüviyette o kişinin mutlu olmasını ifade eder.
Hep sevmeliyiz. Sevmek üzerine bir dünya kurmalıyız.
Allahû Tealâ, bütün güzelliklerini insanlara sunar. İnsanları onun için cemaat halinde yaşatıyor ki; herkes, etrafındakilere yardım etsin, onların gönüllerini alsın, onlarla en güzel ilişkileri kursun da herkes çevresindeki insanları mutlu etsin.
Kendilerini mutlu edecek bir davranış gören insanlar, size karşı sert davranmak gereğini duymazlar. Onlar da size, sizi nasıl mutlu edeceklerine dair bir şeyler düşünerek geri döneceklerdir.
Allahû Tealâ'nın, insanlardan beklediği; beraber aynı evde yaşayanlar başta olmak üzere herkesin birbirini mutlu etmesidir. Allah insanlardan başka bir şey istemez. Allah'tan her zaman aynı cevap alınır: "Onu da mutlu et. Onu da mutlu et. Onu da mutlu et..."
Başka insanları mutlu kılmayı hedef ittihaz etmek, bunun için yaşamak yaşamaya değer bir olgudur. Bu hedef için yaşadığınızda Allahû Tealâ, size başka insanlara vermediği bir bolluk, bereket verir. Asla yokluğu hissettirmez.
Allah'ın daha çok, daha çok, daha çok sevgilisi olmak; kişinin insanlara hizmetinden geçer. İnsanları sevdikçe insanlar da onu sever. Asıl önemlisi de Allah o kişiyi daha çok sever. Kişinin sevgisi büyüdükçe, bütün insanlara yayıldıkça, onların hepsinin sevgisi geri dönecektir. Bu kişiyi dünyadaki en mutlu insan yapar.
Neden mutsuzluk?
Neden başka insanlara kötü davranmak?
Neden onları üzmek?
Neden onların vebalini almak?
Sevmek varken, onları mutlu kılmak varken, huzur içinde bir dünya hayatını yaşayabilmek varken neden mutsuzluk, neden huzursuzluk?...
         Allah kullarını sever. Bizler de Allah'ı sevmeliyiz. Başka insanları sevmeyi başaran herkes bunu Allah sevgisiyle yapmıştır. Allah'ı sevenler, başkalarını da severler. Sevme hissi, Allah'ın aynasıyla gelişir. Allah'a aksettirdiğiniz sevgi, O'nu sevmeniz, O'ndan kat kat sevginin sizin kalbinize ulaşmasını sağlar. O sevgi, kişinin  kalbini daima canlı tutar, diri tutar. Allahû Tealâ davranış biçimlerini hep bu minval üzere dizayn eder. Kişi etrafındaki bütün insanların dostluğunu kazanırsa, sevgilerini de  kazanır. Sevmek sevgiyi çeker, nefret nefreti çeker. Her zaman sevgi galip gelir. Kişi böyle bir perspektiften olaylar dizisine yöneldiği zaman her an kendini kontrol edebilir.
İnsanlara güzel davrandıkça, onlardan göreceğiniz güzel davranışlar sebebiyle hayatınızda ve kalbinizde öfkenin, nefretin yeri kalmayacaktır; size başkalarından onlara kin duymanızı sağlayacak olan yanlış bir davranış, gelmeyecektir.
İnsanlar sevilmeye muhtaçtır. İnsanları sevdikçe Allahû Tealâ'dan pozitif bir güç gelir. Allah'tan gelen bu pozitif güç, insanların kötü davranışlarından etkilenmeyi engeller.


Kişinin düşünce şekli nasıl olmalıdır?
Allah için yaşamak demek; başka insanları mutlu kılmak için yaşamak demektir. Kişi her zaman: "Ben Allah için yaşıyorum. Ben hayatımı, başka insanların mutluluğuna adamalıyım. Onlara ne kadar mutluluk verebilirsem, ben de onlar kadar mutlu olurum." Şeklindeki bir düşünceyi kavramalıdır. O sevgi bulutunun içinde kaybolmalıdır. Kişi sevginin dokusuna erişmeli; sevginin rengine bürünmelidir.
Çevrenizdeki insanlar size bir kötülük yaptıktan sonra kendisine dönen şeyin, sevgi olduğunu gördükleri zaman ders alırlar. Bu, onları da gelecekteki sevgiye hazırlayan ilk adım olacaktır. Sevgi kıvılcımları böylece birinizden diğerine ulaşır. Bu kıvılcım, neticede alev alıp o kişilerin kalbinde bir güneş gibi aydınlığa sebep olacaktır.
Hedefiniz, her zaman Allah'a insan kazandırmak olmalı. Siz nefrete karşı sevgiyle attığınız ilk adım ile size nefretle gelenlerin de sevmeyi öğrenmesi istikametinde merdivenleri birer birer çıkmalarına sebebiyet vereceksiniz. Böylece onlar da sevmeyi öğrenecekler. Sizin güzel davranışlarınız; nefrete sevgiyle cevap verişiniz, devam ettiği sürece her seferinde Allah'a bir kişi daha kazandıracaksınız.

Size karşı yanlış davranış sergileyen birinin hatalarını bilmenize rağmen ona karşı gösterdiğiniz hüsnü kabul ile negatif davranışlarına; kırmayan, koruyan, pozitif cevaplar vererek onun yaptığı yanlışlar için Allah'tan af diler bir konuma geleceksiniz. Bu şekilde Allah'tan af dilediğiniz konulardan oluşan bir dünya kuracaksınız. Allah'a müracaat edip onların affını dileyeceksiniz. O zaman bu negatif davranışları sergileyenler için Allah’tan başka kaçacak hiçbir sığınak kalmayacaktır; onlar da Allah'a sığınacaklardır. Böylece sonsuz mutluluğu yaşamak onlar tarafından da gerçekleşecektir.