KUR’AN’DAKİ İSLÂM, BUGÜNKÜ İSLÂM
Öncelikle şu sorular üzerinde
duralım: Kur’an ile Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve sahabe Asr-ı Saadet’i
yaşadılar da biz neden yaşayamıyoruz? Neden, Onlar gibi mutlu olamıyoruz?
İbadet ettiğimiz halde, ahlakımız güzelleşmiyor?
Bu
sorulara yoğunlaştığınız zaman, bir eksikliğin olduğunu fark edeceksiniz.
Kur’an'daki islâma baktığımızda islâmın 7
SAFHA 4 TESLİM olduğunu görüyoruz. Bunu sahabe de yaşamış ve mutlu olmuşlar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'den 150- 200
yıl sonra islâm âlimleri 3 ana gruba ayrılmışlar: 1-Selefiye, 2-Eşarî,
3-Maturidî.
Bu 3 grup islâm akaidi konusunda çalışma
yapmaya başlamışlar ve kendi düşüncelerine göre kitaplar yazmışlardır. Bunların
içinden Selefiye tebe-i tabiîne tâbî olup, islâmı yaşayanlardı. Diğer ikisi
ise; biri Allah’ın görülemeyeceğini, diğeri ise cennete girenlerin görebileceğini
savunuyorlar. İkisi de Allah’ın dünyada görülemeyeceğinde ittifak ediyorlar.
İmânın ve İslâmın şartlarını Kur’ân’ın lügat manasından anladıkları şekilde
kendilerine göre belirlemişler. Böylece İslâma çeşitli şekilde inanan gruplar oluşmuş.
Bu gruplar arasında imânın esasları konusunda yüzyıllardır süren bir tartışma
açmışlardır.
İslâmı
sahabe ve tabiîn dışında, kendi anlayışlarına göre izaha çalışmışlardır. Böylece
birçok mezhepler oluşmuş ve bugüne gelinmiştir. İslâmı yaşamak için kimseye
ihtiyaç yok düşüncesi ile Kur’ânı insanlara anlatacak mürşitleri devreden
çıkarmışlar. Böyle olunca karşı gruplar, İslamın temel kavramlarını tartışmaya
başladılar. Kur’ânı Kerim’in lâfzî manasına bakarak kendi düşüncelerini
destekleyen kalıplar aradılar. Böylece temel kavramlarda, mesela “Allah
dilediğini hidayete ulaştırır.” ayetine göre Allah dilediğini ulaştırıyor gibi
hatalara düşmüşler.
Böyle gruplar oluşunca, Hz. Peygamber
dönemindeki tevhit ortadan kalkmış, yeni mezhepler gruplar oluşmuş. Hanif dînin
üç temel esası olan tek Allah’a inanmak haricinde tevhid ve teslimler konusunda
fırkalara ayrılmışlar. Bu gruplara ayrılma konusunda şeytan etkili oldu.
Sonuçta bu 3 gruba da Ehl-i sünnet vel
cemaat âlimleri denildi. Onların sözüne itibar edildi. Yazdıkları kitaplar da
Kur’an’ın önüne geçirildi.
Bu gün piyasada 42 Kur’ân meali var.
Hepsinin de farklı yorumları var. Buradan kendi kanaatlerine göre
yorumladıkları anlaşılıyor. Rad-Suresi 21. âyette: “Allah’ın Allah’a
ulaştırılmasını emrettiği şeyi” ifadesini “Akrabalık bağlarını kuvvetlendirmek”
şeklinde açıklayan mealler ile dîni insanlara açıklamak şöyle dursun onları
hedeften uzaklaştırıyorlar.
Bu Kur’ân-ı Kerîm meallerine bakarak hiç
bir kavram doğru olarak öğrenilemez. Bu gün mealleri yazanlar da eski
kaynaklara bakarak yazıyorlar. Eski kaynakların da gerçekleri yazmadıklarından dolayı
doğruyu yazamıyorlar.
Okullarda okunan ders kitaplarının hemen
hepsi Türkçe olmasına rağmen, o dersin öğrenilmesi için bir öğretmene ihtiyaç
varsa, Neden Kur’ânı öğrenmek için bir öğretmene ihtiyaç duyulmuyor. Özellikle
müteşabih âyetleri açıklamak için parantez içinde kendi fikirlerini yazarak
saptırıyorlar. Kur’ân-ı Kerim ve diğer bütün semavî kitaplar duyu organlarında
engelleri olmayan kişiler içindir. Hâlbuki bu gün Kur’ân meali yazanlar
organlarında engelleri olan kişiler. Böyle olmasaydı Allah’a ulaşmayı dileyerek
engellerden kurtulurlardı.
Şeytan işini eskiden beri çok iyi yapmış
durumda. Bugün bütün dünyada yaygın bir dizayn içerisinde İslâm denilince akla
İslâm’ın sadece 5 şartının geldiğini görüyoruz. Namaz kılmak, oruç tutmak,
zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmek. Dîn âlimleri derler
ki: “İşte bu 5 şart İslâm’ın 5 tane şartıdır ve bu orta yoldur. Eğer İslâm’ın 5
tane şartını yerine getirmezseniz orta yolun dışındasınız, altındasınız
demektir. Gideceğiniz yer cehennemdir ve bu tefrittir; yapılması lâzım
gelenlerin eksik yapılmasıdır. Eğer İslâm’ın 5 şartının ötesinde birtakım yeni
şartlar getiriyorsanız, daha bunun ötesinde başka bir şeylerle de
uğraşıyorsanız o zaman da ifrattasınız. O da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahabenin
yaşadığının ötesinde bir olaydır, olmaz. Gerek yok. İslâm’ın 5 şartı orta
yoldur. Kim onun ötesinde bir şeyler daha yapmaya kalkarsa o, dîne
kendiliğinden bir şeyler katıyor demektir. Bu ifrattır. Orta yol ise İslâm’ın 5
şartıdır. Arkadaş, namaz kılacaksın, günde 5 vakit namaz!” diyorlar.
Evvelâ; günde 5 vakit değil, Peygamber
Efendimiz (S.A.V) ve sahabe 7 vakit namaz kılıyorlardı. Mutlaka her gece
teheccüd namazına kalkıyorlardı; teheccüd sünneti kılıyorlardı. Mutlaka kuşluk
sünneti de kılıyorlardı. Sabah namazıyla öğle namazı arasında kuşluk sünneti de
kılıyorlardı.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm için diyor ki:
6/EN'ÂM-38: Ve mâ min
dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ
farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen
hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan
ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz
kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar
(olunurlar).
“Biz bu Kur’ân’a herşeyi yerleştirdik,
hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” diyor. Birçok kişi de diyor ki: “Kur’ân’da her
şey yok.” Bize hiç öyle gelmiyor. Kur’ân’da her şey var. Allahû Tealâ
anlatılması lâzım gelenlerin hepsini simgelerle mutlak olarak Kur’ân-ı Kerim’de
ifade buyurmuş. Yaratılıştan kıyâmete kadar geçecek zaman devresinde neler
olacağını, kıyâmetten sonra neler olacağını, sonsuza kadar nasıl bir cennet ve
cehennem hayatının devam edeceğini Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de açıklamış. Öyleyse
sahabe zamanındaki İslâm’a baktığımız zaman açık ve kesin olarak İslâm’ın 7
safhasının da sahabe tarafından, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte
yaşandığını görüyoruz. Bugün o yaşantıdan eser kalmamış. Geriye kala kala
konunun iskeleti kalmış: İslâm’ın 5 tane şartı.
İslâm’ın
6. şartı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Üstelik bu şart, İslâm’ın olmazsa olmaz
şartıdır, İslâm’ın giriş kapısıdır.
Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse
o kişi takva sahibi olamaz ve o kişi şirktedir. Rûm Suresinin 31. ve 32.
âyetleri bunu söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi
vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a
ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve
(böylece) müşriklerden olmayın.
“Allah’a yönel, Allah’a ruhunu hayattayken
ulaştırmayı dile ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol. Ve de böylece
müşriklerden olma.”
30/RÛM-32: Minellezîne
ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki)
onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar,
kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde
fırkalara ayrılmışlardır. Her biri kendi elindekiyle ferahlanırlar.” Öyleyse 2
tane alternatif var: Allah’a ulaşmayı dilemek veya dilememek. Dileyen kişi
takva sahibi oluyor. Allahû Tealâ Kaf Suresi 31. Ve 32. âyet-i kerimelerde
buyuruyor ki:
50/KAF–31: Ve uzlifetil
cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için
uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32:
Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur
(cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar
(başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.
“İşte bütün evvab olanlar ve hafîz olanlar
için vaadedilen şey budur; cennete girmek.” Kimdir
evvab olan? Meaba sığınmış olan. Ruhunu Allah’ın Zat’ına ulaştırmış, Allah’ın
Zat’ında ruhu yok olmuş olan kişi meaba sığınmıştır. O kişi evvabtır. Evvab; ruhun
meab olan, sığınak olan Allah’ın Zat’ına ulaşması, Allah’ın Zat’ında yok
olmasıdır. Hafîz ise başının üzerine devrin imamının bir muhafız olarak gelmesi
ve kişinin hıfz edilmiş, korunmuş olması, muhafaza altına alınmış olmasıdır.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyen kişi
takva sahibidir. Aynı zamanda bu kişi mü'mindir. Allahû Tealâ Sebe Suresi 20.
âyet-i kerîmede buyuruyor ki:
34/SEBE-20: Ve lekad
saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar
üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir
fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
“Şeytan insanlara olan vaadini yerine
getirdi. Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul
oldular.”
İşte Rûm Suresi 31 ve 32. âyet-i kerîmeler
gereğince de bir tek fırka var: Allah’a ulaşmayı dileyenler. Bir de bütün
fırkalar var: Şirkte olanlar.
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, takva sahibi
olmayanlar; yani bütün fırkalar, şirkte olanlar.
Sebe Suresi 20. âyet-i kerîmede ise gene
bir tek fırka var: Mü'minler. Geri kalan bütün fırkalar, kâfirler.
Öyleyse aynı zamanda Allah’a ulaşmayı
dilemeyen bir kişi kâfir standardında olup, kâfirler arasındadır.
Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin Allah’ın âyetlerinden gâfil
olduğunu ifade ediyor ve onların hidayette olmadığını söylüyor. Ayrıca
insanlardan Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hüsranda olduğunu söylüyor:
10/YÛNUS-45: Ve yevme
yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad
hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ),
gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları
toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar).
Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar,
hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler)
olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
7.
şart ise zikirdir. Farz mı? - Elbette farz. Muzemmil Suresi 8. âyet-i kerîme
Rabbimiz buyuruyor ki:
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme
rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
Çok zikir farz mı? - Farz:
33/AHZÂB-41: Yâ
eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey
âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
Daimî
zikir farz mı? - Farz:
4/NİSÂ-103: Fe
izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe
izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne
kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı
bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken)
Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü;
namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
En büyük ibadet olan zikir de devreden
çıkarılmış, Ankebût Suresi 45. âyet-i kerîmede Rabbimiz buyuruyor ki:
29/ANKEBÛT-45: Utlu
mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil
fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ
tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen
şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan
ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve
Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Zikir olmadan, Allah’a ulaşmayı dilemeden
manevî tekâmül mümkün değildir. Manevî tekamül olmadığı için günümüzde insanlar
yıllarca namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor ve hayır hasenat ediyor ama
bir türlü ahlakları güzelleşmiyor. Nefs teskiyesi yok olmuş, unutulmuş, bir
teskiyeciyi aramak unutulmuş.
14 asır önce var olan Allah’a ulaşmayı dilemek, yok
edilmiş. Oysa Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi:
1- Cehenneme gider.
2- Şirktedir.
3- Dalâlettedir.
4- Takva sahibi değildir.
5- Hidayette değildir.
6- Allah’ın kulu değildir.
7- Şeytanın kuludur.
8- Fısktadır.
9- Allah’ın âyetlerinden gâfildir.
10- Allah’ın
dostu değildir
11- Şeytanın
dostudur
12- Amelleri
boşa gider, hüsrandadır.
Allah katında islâmdan başka bir dîn
olmamış. İslâm Kur’an’da belirtildiği gibi 7 safha 4 teslimdir. Bu 7 safha 4
teslimi Kur’an’dan önce indirilen kitaplarda da görebilirsiniz. O kitapları
şeytan bozmasına rağmen teslimlerle ilgili konuların değişmesine Allahû Tealâ
müsaade etmemiştir.
7 safha
1- Allah’a
ulaşmayı dilemek
2- Mürşide
ulaşmak
3- Ruhu
Allah’a teslim etmek
4- Fizik Vücudu Allah’a teslim etmek
5- Nefsi Allah’a teslim etmek
6- İrşada ulaşmak
7- İradenin
de Allah’a teslim etmektir.
4 teslim:
1- Ruhun
teslimi
2- Fizik
vücudun teslimi
3- Nefsin
teslimi
4- İradenin teslimi.
Sahabe, Allah’a ulaşmayı diledi mi? Evet, onlar
Allah’a ulaşmayı dilediler. Zumer suresi 17. âyette Rabbimiz buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût
tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar
ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar,
kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı
dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele
Onlar Allah’a ulaşmayı dilediler, şeytana
kul olmaktan kurtuldular, Allah’a kul oldular, o kullarıma müjdeler vardır, diyor,
Allahû Tealâ. Nedir o müjdeler, 1- Dünya saadeti 2- Ahiret saadeti. Allahû
Tealâ bu duruma, Zülcenahy olmak diyor. Yani iki kanatlı olmak, hem dünya hem
de ahiret saadetinin sahibi olmak. Bir dilekle bunu Allah gerçekleştiriyor.
Bugünkü islâmda sadece islâmın 5 şartı
kalmış. Farz mı? Hepsi farz. Ama insanın kurtuluşuna yetmiyor:
10/YUNUS-7: İnnellezîne
lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an
âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak
ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı)
dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve
onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike
me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Bu âyetlerde de görülüyor ki Allah’a
ulaşmayı dilemeyenler Allah’ın âyetlerinden gâfildir; gidecekleri yer de ateştir.
Dileyenlerin ise mutlaka kurtulacağını ve Allah onlarda bulunan ruhu mutlaka
kendisine ulaştıracaktır. 3. basamakta Allah’a ulaşmayı dileyecekler, Allah
onlarda birçok değişikliği gerçekleştirecektir. 14. basamakta onları mürşidine
ulaştıracaktır. Mürşide tâbî olacaklardır.
Sahabe Peygamber
Efendimiz(S.A.V.)’e tâbî olmuşlar. Rabbimiz Fetih Suresi 10. âyet-i kerîmede
buyuruyor ki:
48/FETİH-10: İnnellezîne
yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe
men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede
aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (tâbiiyetini) bozarsa o taktirde, sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Oysa
bu gün Mürşide tâbiiyetin farz olduğu unutulmuş. Bu farz değil bilgisi yayılmış
ve mürşide tâbî olmak dînde aşırılık olarak gösterilmiş. Bunu da Peygamber
Efendimiz(S.A.V.)’in bir hadisine dayandırıyorlar: Sahabeden biri Peygamber
Efendimiz(s.a.v.)’e : ‘’Ya Muhammed ben cennete girmek için ne yapmalıyım
?’’diye sormuş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’’ Namaz kıl, oruç tut, zekât ver
‘’ demiş. Böyle bir hadis doğru değil. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in hadisleri
Kur’an’a ters düşmez. Peygamber
Efendimiz(s.a.v.) :
‘’ Gün gelecek benim hadislerim
tartışılacak, o zaman Kur’an’a bakın” demektedir.
Mürşide tabi olan kişiye Allah 7
tane nimet verir:
- 1.Nimet; Devrin imamının ruhu başımızın
üzerine geliyor.(Mümin15)
Bu ruh insanın başı üzerine gelirse
ne oluyor? O kişiyi Allah bir zırhla koruma altına alıyor, günümüzde
alabildiğine yaygınlaşan Büyü, sihir, muska vs. hiçbir şey artık o kişiye tesir
etmiyor. Bu korumayı, zırhı insanlar cevşenle yaptıkların zannediyorlar ama
cevşen hem eksik hem de koruyamaz. Asıl zırh tâbiiyetle gelen devrin imamının
ruhudur.
- 2.Nimet; Kalbe iman yazılıyor.(
Mücadele 22)
‘’ ulâike
ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh ‘’
‘’Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah'ın katından (orada
eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine
yerleşmesi ile) desteklenirler ‘’
- 3.Nimet; Günahlar sevaba çevrilir,( Furkan 70)
25/FURKAN-70: İllâ
men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
İşte, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in
şefaati de burada bize ulaşıyor. Şefaatin ahirette gerçekleşmesi söz konusu değildir.
Rabbimiz Kur’an’da birçok âyette:
‘‘Hiç kimsenin kimseye fayda vermediği bir gün’’ diye bahsediyor.
Sahihi Buharide 8.cilt 1282 numaralı hadisde
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ‘’Benim şefaatim bu dünyadadır.’’ diyor. Ahirette
şefaat konusunun arkasında da yine bizim en büyük düşmanımız olan şeytan var.
Şefaat bize, her dönemde Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in vekili olan devrin
imamları vasıtasıyla ulaşıyor.
Sevapların 1’e 10 dan, 1’ e 700 ‘ e
çıkarılması(Bakara 261)
Her insana Allahû Tealâ
günahına karşılık 1 günah yazıyor, sevabına ise 1 ‘e 10 veriyor( En’am 160) Ama
tâbiiyetle kişi 1’e 100 den 1’e 700 kadar sevap almaya başlıyor. O kişi büyük
günahlardan sakınacağına göre, her günkü kazancı mutlaka pozitif dereceyle
kapanıyor ve günah tartılarını geçiyor.
·
4.Nimet; Ruhun Allah’a doğru yola çıkması (Nebe
39, Müzemmil 8)
·
5.Nimet; Nefs teskiyesinin başlaması (Zumer
22,23,Nur21, Şems9)
·
6.Nimet; Fizik vücudun şeytana kul olmaktan
kurtulup, Allah’a kul olmaya başlaması (Rad 36, Ankebut 56)
·
7.Nimet; İradenin güçlenmeye başlaması ( Ahzap
43, Bakara257 )
Bu gün İrşat makamı da tâbiiyet de
unutulmuş. Bu 7 nimeti aldığımız andan itibaren ruh bedenden çıkıp, Allah’a
ulaşmak üzere yola çıkar. Buna paralel olarak nefis teskiyesi başlar. Zikrimiz
arttıkça:
Nefsi Emare’de % 7 Fazl birikimi Ruh 1. katta,
Nesf-i Levvame’de % 14 Fazl birikimi Ruh 2. katta,
Nefs-i Mülhime’de % 21 Fazl birikimi
Ruh 3. katta,
Nefs-i Mutmaine’de % 28 Fazl birikimi
Ruh 4. katta,
Nef-i Radiye’de % 35 Fazl
birikimi Ruh 5. katta,
Nefs-i Mardiye’de% 42 Fazl birikimi
Ruh 6. katta,
Nefs-i Teskiye’de % 49 Fazl birikimi
Ruh 7. kattadır.
Nefs teskiye olmuştur. Ruh ise 7 kat gök
katını ve 7 âlemi geçerek Allah’a ulaşmıştır. Ruhun hidayeti gerçekleşmiştir.
Hidayet nedir? Hidayet ruhun Allah’a ulaşmasıdır.
Peki, sahabe ruhunu Allah’a teslim etmiş mi?
Rabbimiz Zumer Suresi 18. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
39/ZUMER-18: Ellezîne
yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu
ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar,
sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın
hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin
sahipleri).
Bugün,
ruhun Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur. Ruh insana hayat verir; ruh çıkarsa
insan ölür.’’ diyorlar. Oysa ruh sadece
insana üfürülmüştür. Hayvanlar da
bitkiler de canlı ama ruhları yok. Yaratılmış mahlûklar içinde sadece ve sadece
ruh insanda var. O yüzden insan en üstün mahlûk. O yüzden Allahû Tealâ insana
cinlerin ve meleklerin secde etmesini emretmiş. Ne imam hatip liselerinde ne de
ilahiyat fakültelerinde böyle bir öğreti ve uygulama yok.
Sahabe, Beka, Züht ve Muhsinler makamın da
Fizik Vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir. Allah’a verdikleri AHDİ yerine
getirmişler. Yasin 60 ve 61. âyet-i kerimelerde Rabbimiz buyuruyor ki:
36/YASİN-60: E
lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum
aduvvun mubîn(mubinun).
Ey
Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı?
Muhakkak ki; o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YASİN-61: Ve
eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben,
sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sırat-ı Mustakîm
(üzerinde bulunmak)tır.
Bütün
sahabe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi? Evet. Rabbimiz Âl-î İmrân
Suresi 20. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:
3/ÂL-Î
İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve
menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e
eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel
belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer
seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar
vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve
ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer
teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz
çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını
BASÎR’dir (görendir).
Görüyoruz ki, 14 asır evvel,
sahabe Kur’an’daki bütün farzları yerine getirmişlerdir. Bu gün böyle bir
tatbikat maalesef yoktur.
Sonra sahabe zikrini günün yarısından fazla
hale getirip ULÛL’ELBAB olmuştur.
Ulûl’elbab
Kimdir? - Âl-î
İmrân Suresi 190. ve 191. âyet-i kerimelerde Rabbimiz buyuruyor ki: ‘’li ulûl elbâb(ulûl elbâbı).
Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim’’ O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin
sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı
zikrederler.
Rabbimiz Zumer Suresi 18. âyet-i kerîmede sahabe
için işte onlar Ulûl Elbab’dır buyurmaktadır. Bütün sahabe Ulûl Elbab olmuşlar.
4 kalp şartı ve 3 vasıf şartının sahibi olmuşlar.
1-
Daimi zikirdedirler.
2-
Nefsinin kalbinde hiç afet kalmamıştır.
3-
Kalp gözü açılmıştır.
4-
Kalp kulağı açılmıştır.
1- Ehl-i
Tezekkür’dür.
2- Ehl-i
Hayır’dır.
3- Ehl-i
Hikmet’tir, Ehl-i Hüküm’dür.
Ulûl Elbab 7 kat yerleri görür, ne zaman 1.
gök katını görürse, ihlâs makamına ulaşır. 7 kat gökleri görür. Sonra Tövbe-i
Nasuh’a davet edilir.
Bütün sahabe Muhlis oldular mı? Evet. Beyyine Suresi
5. âyet-i kerîme de açıklanmış;
98/BEYYİNE-5: Ve
mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve
yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Onlar
emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak, Allah için dînde halis (nefslerini
halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle
emrolundular. İşte kayyum olan dîn budur.
Bugünkü
islâm da var mı? Hayır. Kalp gözü ile ilgili birçok tv programları yapılıyor
ama kalp gözünün nasıl açıldığı hakkında bir bilgileri yok. ‘’ Canım onlar
bizden önceki dönemler de yaşamışlar, şimdi nerde…’’derler. Bakara suresi 139.
âyet-i kerimede buyuruyor ki Rabbimiz:
2/BAKARA-139: Kul
e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum
a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah
hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de
Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz,
onun için ihlâs sahibi (muhlis) (kul)larız.”
Ulûl Elbab’da 7, İhlas’da 7 olmak
üzere kalpleri 14 kademe müzeyyen olur. Sonra Salah makamına ulaşırlar.
Salah’ın;
1. kademesi; Günahları
örtülür,
2. kademesi; Salah nuru
verilir,
3. Kademesi; Günahlar
sevaba çevrilir.
4. kademesi; İradesini de
Allah’a teslim eder.
5. kademesi; İrşada memur
ve mezun kılınırlar.
Bütün sahabe irşada
ulaşmışlardır. İşte Tövbe Suresi 100. âyet:
9/TEVBE-100: Ves
sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin
radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru
hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarını, en üst üç makamı işgal edenler): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Bütün sahabe mürşit olmuşlardır.
Tevbe-100’de, Allahû Tealâ bütün sahabenin irşad makamına ulaştığını ve Adn
cennetlerine gideceklerini bildiriyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)bir hadisin de:
“Benim sahabem gökteki yıldızlar gibidir, kim onlardan birine tâbi olursa
kurtuluşa erer.” demektedir.
Bu gün ise, Bunlar unutulmuş, hatta
sahabeden bile 10 kişi cennetle müjdelenmiştir diye bir öğreti devam ediyor. ‘‘Tasavvufu
yaşamak zordur; insan kafayı yer, en iyisi orta yolu tutmaktır. Bu da doğru
yoldur.’’diyorlar. ‘‘Siz en iyisi islamın 5 şartını yerine getirin, gerisine
karışmayın hem biz müslümanız.1. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ahirette bize Şefaat
edecek, 2. Günahımız kadar cehennemde yandıktan sonra mutlaka cennete
gireceğiz.’’ diyorlar. Bu yanlış öğretilerin arkasında şeytanın tuzağı yok mu?
Ölürken Allah keşfimizi açacak, bütün
sırlar açığa çıkacak ama iş işten geçmiş olacak.
Ne
gösteriyor bu? İster ensar olsun ister muhacirîn, kendilerine tâbî olunmuş.
Hepsi muhlis olmuş. Muhlis olduktan sonra salâh makamına ulaşmışlar. Allahû
Tealâ onları irşada memur ve mezun kılmış ve onlar bu hedeflerin hepsine birer
birer ulaşmışlar.
Bu gün toplumun çürümesinin en büyük
sebeplerinden biri dedikodu ve gıybettir. Toplumda alabildiğine yaygın olduğu
gibi bir de birçok tv kanalında magazin adı altında insanların özel hayatları
en ince noktasına kadar teşhir ediliyor. Bu konu bile gerçek islâmı,
Kur’an’daki islâmı yaşayamadığımızın bir göstergesidir.
Kim size başkalarını çekiştirmek
için gelirse ona karşı çıkmazsanız siz de münafık olursunuz. Çünkü sizden sonra
kim bilir kaç kişiye gidip aynı zehri ona da aktaracaktır.
Çürümek diye bir
müessese var. Farkına bile varamadan çürürsünüz. Kendinizi yazık edersiniz. Öyle
ise dedikodu denen müesseseden uzak durun.
Öyle ise
münafıkların yolunu kesmenin bir tane yolu vardır. Onun sözlerini söylediği
anda durdurmak, Ona karşı çıkmaktır.
Kim size, kimin
aleyhinde bir şey getiriyorsa, onu o noktada durdurmak mecburiyetindesiniz. Ona
hak verdiğiniz anda nifak ortaya çıkar. Onun kalbini kırmamak veya başka bir
sebeple itiraz etmezseniz onunla aynı fikri paylaşır hale girerseniz, bu onun
için bir cesarettir. Kapıları ona açmış oluyorsunuz. Karşı çıkamadığınızda ona
iştirak etmiş durumdasınız. Öyle ise insanları başkalarının sırlarına ortak
olmasını müsaade etmemek gerekir. Başkalarını karalamaya matuf davranış
biçimleri nifak müessesini oluşturacağı cihetle, bunun size ulaştığı anda bıçak
gibi kesilmesi gerekir. Eğer kesemiyorsanız siz de nifakın içerisindesiniz.
Toplum böyle çürür.
Bundan 14 asır
evvel Hz. Peygamber ve onun sahabesi, buna asla izin vermezlerdi. Bu bir zaaf
işaretidir. Evinizde de başkalarını çekiştirmeyin. Erkeklerin arasında olan
olayları, hanımlar tarafından duyuluyor.
Hanımların arasındaki olayları erkekler tarafından duyuluyor.
Sakın onlara
ortak olmayın. İyi davranışlara ortak olun. Allah’ın sizden beklediği budur.
Dedikoduyu yapan kişi kendisini küçültür. Hem de hakkında dedikodu yapılan
kişiyi küçültür. Ona negatif bakılmasına sebebiyet verir. İki taraflı kayıp söz
konusudur. Öyle ise sakın başkaları aleyhine konuşmamalıyız.
Bu konuya
dikkat etmediğimiz takdirde, insanlar arasında fitne ve fesada sebebiyet
veririz. Allahû Tealâ, bu tür insanları seçmiyor. Seçmeyince de hidayet kapısı
ona kapanıyor.
Allahû Tealâ bütün sahabe için buyuruyor
ki:
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun
aleyhim velâhumyahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın
evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil
mi?
10/YÛNUS-63:Ellezîneâmenû
ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel
Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ
fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi),
zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve
ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül
azîmdir.
Bütün sahabe konunun başlangıcında âmenû
olmuş ve takva sahibi olmuş.
Allahû
Tealâ sahabeden bahsediyor: “Onlar Allah’ın evliyasıdır. O evliya var ya,
onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenû olmuşlardır (Allah’a
ulaşmayı dilemişler) ve takva sahibi olmuşlardır.” diyor.
Öyleyse sahabenin hayatı buradan başlıyor.
Hepsi taguta kul iken, olmadık yanlışlıklar yaparken, adam öldürürken,
hırsızlık yaparken, eşkıyalık yaparken yani kervanları durdurup soyarken ve
aralarında korkunç bir kan davası hüküm sürerken… Her kabiledeki sahabe başka
kabilelerden birilerini mutlaka öldürmüşlerdi. Onlar da onlardan birilerini
öldürmüştü. Aralarında bitmeyen bir kin ve nefret vardı. Onun için Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû
bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum
a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve
kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu
lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine
sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini
hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin
arasını birleştirdi, böylece Allah’ın ni’meti ile kardeşler oldunuz. Ve siz
ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini
size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
Öncelikle bu gün islâmı yaşadığını zanneden kişilere,
şunu hatırlatmamız gerekir: etrafımızda islâmı yaşayan insanlar, namaz kılıyor,
oruç tutuyor islamın 5 şartını yerine getiriyor ama ahlâkı güzelleşmiyor, sizce
bir eksiklik yok mu?
Peygamber Efendimiz
(S.A.V.) bir hadisinde; ‘ ‘Eğer
sizin ibadetleriniz ahlakınızı güzelleştirmiyorsa, o ibadetlerin size bir
faydası yoktur.’’demektedir.
Kur’an-ı
Kerim‘de de birçok âyette amelleri boşa giden insanlardan bahsedilmektedir. Bu
gerçekleri söyleyerek, insanları düşünmeye ve Kur’an’a yöneltmeliyiz.
Rabbimiz
Kur’an-ı Kerim’de, mü’minlerin yanı sıra bir de hak mü’minlerden, imânı artan
mü’minlerden de bahsediyor. Allahû Tealâ
hak mü’minleri Enfal Suresi 2. 3. ve 4. âyet-i kerimelerde açıklıyor:
8/ENFAL-2: İnnemel
mu'minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâtuliyet aleyhim
âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Gerçek
mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir).
Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve
Rab’lerine tevekkül ederler.
8/ENFAL-3: Ellezîne
yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
Onlar
namazlarını ikame ederler (kılarlar) ve rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk
ederler.
8/ENFAL-4: Ulâike
humul mu’minûne hakkâ(hakkan), lehum derecâtun inde rabbihim ve magfiretun ve
rızkun kerîm(kerîmun).
İşte
onlar gerçek mü’minlerdir. Onların Rab’lerinin yanında dereceleri vardır. Ve
onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık
vardır.
Hak mü’minler takva sahibi olanlardır.
Takva sahiplerinin özellikleri de, Enfal Suresi 29. âyet-i kerîmede görüyoruz;
8/ENFAL-29: Yâ
eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum
seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey
âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı
ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size
mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir
Furkan vermesinin şartı takva sahibi
olmaktır. Takva sahibi olmanın şartı da Allah’a ulaşmayı dilemektir. Furkan alan ve kalbine imân yazılması ile imânı
artan mü’min olmak ancak tâbiiyetle mümkün olur. Furkan Suresi 70. âyet-i
kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:
25/FURKAN-70: İllâ
men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak
kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan)
mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların,
Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah,
Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
Bütün bu değişikliklerden sonra, o kişi işiten,
gören ve idrak eden bir durumdadır. O kişinin imânı artar ve ahlâkı güzelleşir.
Mutluluğu artar. Bu artış zikriyle paraleldir. Zikir arttıkça, mutluluğu artar;
ahlâkı güzelleşir.