BEYLERİN EŞLERİNE KARŞI DAVRANIŞ BİÇİMLERİ
İnsanoğlu
varsa mutlaka bir ailesi olduğu için vardır. Herkes bir ailede dünyaya
gelmiştir. Anne, baba ve çocuklardan oluşur. Sonra çocuklar büyür bir aile
sahibi olurlar. Bütün insanlar netice itibari ile neslin idamesi için bir aile
dizaynına ulaşmak durumundadır. Allahû Tealâ’nın dizaynında zorlamak yoktur. İnsanlar
arasından bazıları evlenmeyi tercih eder bazıları ise evlenmeyi tercih etmez.
Ama Allahû Tealâ evlenmeyi uygun görür. Evlenmeler gerçekleşmezse nesillerin
devamı söz konusu olamaz. Ailenin Allah katında mukaddes bir hüviyette olduğu
hiç unutulmamalıdır. Aile mukaddestir. Allahû Tealâ’nın dizaynı böyle bir
hüviyet taşır.
Ailenin
reisi erkektir. Allah, ailenin reisini erkek olarak tanımlar. Erkek ailenin
reisidir ve reis olarak devam edecektir. Öyleyse ailedeki aile birliğinin temel
koruyucusu erkektir. O, ailenin ihtiyaçlarını temin etmekle görevli olan
birinci kişidir. Kadın, ikinci kişi olarak vardır. Öyleyse aile reisleri evlerinin
ihtiyaçlarını temin etmek mecburiyetindedir. Böyle yapılması Allah’ın temel
emridir.
Eğer
bir aile babası tasavvuftaysa “Benim eşim çalışır, ben gidip kahvehanede kâğıt
oynarım, tavla oynarım, kafayı çekerim, evime öyle dönerim.” diyemez.
Tasavvufun dışında olan insanlar böyle düşünebilir. Herkes dilediği gibi
davranacaktır. Allahû Tealâ, tasavvufun içindekiler için de kimseyi zora
koşmaz.
Allahû
Tealâ tarafından insanlar sevilmeyi dilerlerse Allah’ı seviyorlarsa Allah’ın
manevî yolunda ilerlemek gibi bir niyetin sahibiyseler yani nefslerinin değil
de ruhlarının sesine kulak veriyorlarsa o zaman tasavvuf onlar için asıl
olmalıdır. Tasavvuf, bir kurtuluştur; bir necattır. Tasavvuf, mutluluğun temelidir. Tasavvuf,
İslâm’ın yani Hz. İbrâhîm’in hanif dîninin hayata geçirilmesi ya da
yaşanmasıdır. Tasavvuf bir yaşam tarzıdır. Aileleri
bu açıdan muhtevaya almalıyız.
Aile,
geleceğin temelidir. Allahû Tealâ’nın emrettiği standartlarda mutlaka meşru
nizamlarda aileler oluşmalıdır. Özellikle tasavvuftaki insanların
tasavvuftakilerle evlenmeleri önde gelir. Allahû Tealâ tarafından böyle kurulan
aile yuvaları mukaddes kılınmıştır. Bir aile yuvasının temelini nikâh tayin
eder. Tasavvufî ailelerde dînî nikah mutlaka gereklidir, elzemdir. Dînî nikah
ailenin temelini teşkil eder. Bu nikâhın perçinlenmesi durumunda dünya
üzerindeki tatbikatı açısından bir belediye nikâhıyla tamamlanması da emrin
tamamlanması için gene sağlam bir hüviyet gösterir. Başka ülkelerde bu konu
otomatik olarak halledilmiştir. İsteyen belediye nikâhı yapar isteyen dînî nikâh yapar. İkisi de aynı geçerliliktedir. Sonuç
her ikisinde de kesin olarak alınır. Seçim, insanları zora koşacak olan bir hüviyeti
oluşturmaz.
Ailenin reisi
olan erkek eve bakmak mecburiyetindedir. Evin masraflarının karşılanması her
şeyden evvel erkeğin görevidir. Ailenin reisi, o ailenin üzerine kanat geren
insandır. Çocuklarının da eşinin de muhafızıdır. Tasavvufta olan erkekler
ailelerini, eşlerini sadece bakmak değil ayrıca korumak mecburiyetindedirler.
Yani eşlerin şu veya bu şekilde bir takım sataşmalara muhatap olmasını ailenin
reisi mutlaka engellemek mecburiyetindedir. Böyle bir alternatifin mevcut
olacağı ortamlarda eşlerini çalıştırmazlar. Eğer kendileri evlerini
geçindirebiliyorlarsa bu da onların tabi haklarıdır.
Tasavvuf
hayatını yaşıyorsanız o zaman ailece yaşayacaksınız. Evin erkeği evin imamı
olacaktır. Eşi ve çocukları bütün namazları onunla beraber kılacaktır. Bir ailede
ne zaman hem ailenin reisi hem eşi hem de çocukları namaz kılmayı kendilerine
vazife değil zevk edinirlerse o zaman o aile tasavvuf ailesidir. O zaman
Osmanlı’nın yükselme dönemindeki aile düzeni yaşanıyor demektir. Öyleyse evin
hâkimi erkektir. Allahû Tealâ’nın yaratma standartlarında da bu böyledir.
Tasavvuf, bir
yaşam şeklidir. Bu yaşam şeklinde Allah’ın sohbetleri yapılır. Bu sohbetlerde
Allah’a yaklaşmak öğretilir ve evin reisi, hanımı, çocukları bundan mutlaka
nasiplerini almak durumundadırlar.
Allah’a yakın
olmak, Allah’a ulaşmak ve kemal derecelerinde yükselmek için tasavvufa girilir.
Tasavvufun, yani İslâm’ın, kâinattaki tek dînin yaşanması, hidayetin yaşanmasını muhtevasına alır.
Hidayet, ruhun 21. basamakta, fizik vücudun 25.
basamakta, nefsin 26. basamakta, iradenin 28. basamağın 5. kademesinde Allah’a
teslimi demektir.
İslâm “teslim”
mânâsına gelir. Hepiniz hidayet ehlisiniz. Hidayetin
yaşanabilmesi, meyvelerini verebilmesi herkesin gayretine bağlıdır. Hepinizin Allah’ın
güzelliklerinden istifade etmesine bağlıdır. Öyleyse ailenin reisi olarak
sizler eşlerinizi tasavvuf sohbetlerinin dinlenmesi lâzım geldiği konusunda
onlara bu hüviyeti vermekle mükellefsiniz. Allah’ın sohbetleri dinlenerek, tatbik
edilerek, öğrenilerek neticeye gidilecektir. Bunların öğrenilmesi sonunda
tebliğ de asıldır. Eşlerinizin bütün sohbetlere iştirakini sağlamak, aile reisinin
vazifesidir. Eşlerinizi muhafaza altında sohbetin verileceği yere ulaştırmalı
ve muhafaza altında tekrar gelmelerini sağlamalısınız. Eğer hanımlar arasında
böyle bir ulaştırma sistemi kurulabilmişse o zaman bu standartlar altında
tasavvuftaki arkadaşlarıyla beraber sohbetlere gitmesini ve gelmesini usül
haline getirin.
Sohbetlerin
her biri, Allah’ın güzelliklerinin yaşanması
için bir basamak teşkil eder. Tasavvuf öğrenildikçe yaşanmak istenir. Yaşandıkça
Allah’a yakınlaşılır. Önce Allah'tan hoşlanılır. Sonra Allah sevilir. Sonra
Allah’a âşık olunur. Daimî zikirden sonra ise hayran olunur. Bu mertebeleri
sadece beyler değil eşleri de çocukları da birer birer aşmalıdır. Bu hedeflere
ulaşmak ailenin reisinin görevidir. Sonra eşini ve çocuklarını ulaştırmak da
onun görevidir. Beyler ailesini aynı
çatının altında namaza alıştıracak olanlardır. Kendileri zikir yapacaklar ki
eşleri de onlarla beraber zikretsin.
Tasavvufun
içinde olan bir beyin eşini hizmetlere göndermemesi normal standartlar altında
düşünülemez. Öyleyse bu istikamette eşinize yardımcı olmak durumundasınız.
Hanımların da hizmete gitmek sadedinde de beylere karşı olan davranışlarının kırıcı
olmaması gerekir. Bu yanlış bir davranış biçimidir.
Allahû Tealâ
aile mutluluğunun bozulmasını hiçbir standartta istemez. Hiçbir zaman Allah’ın
resûlü ile mürşidi ile ailenin reisi karşı karşıya getirilmemelidir. Bir
tarafın emri yerine getiriliyor diye diğer tarafı negatif ölçüde etkilenmesini
oluşturacak olan bir davranış biçimi var olmamalıdır. Öyleyse bu noktada mutlaka
yanlış anlaşılan bir şey vardır ki hanımlar ailenin reislerine karşı yanlış
davranışlarda bulunmuşlardır.
Aile reisleri!
Eğer tasavvuftaki eşleriniz Allah için sohbete gitmek ve orada hizmet etmek
istiyorsa ve onlara “hayır” diyorsanız o zaman Allah’a karşı gelmiş olursunuz.
Onların size “Ben Allah’ı dinlerim, seni dinlemem. Ben mürşidimi dinlerim, seni
dinlemem.” tarzında bir ifadesi sizin açınızdan bir haksızlık oluşturur ve
çirkin bir ifadedir. Bir hanımın eşini adam yerine koymaması anlamına gelir. Bu
tarz çirkin bir davranış biçimini mutlaka hanımlar önlemelidir. Erkekler de olmayacak
sebeplerle eşlerinin sohbetlere gitmesine eşlerinin tasavvufu yaşayan başka
hanımlarla birlikte Allah’ın güzelliklerini yaşamalarına engel olmamalıdırlar.
Hanımlar: “Ben
mürşidimi dinlerim. Seni dinlemem.” tarzında bir ifadeyle haddi aşarlarsa;
erkekler de olur olmaz nefsâni sebeplerle eşlerinin Allah’ın güzelliklerini
yaşamalarına engel olurlarsa haddi aşmış olurlar. Bu konu sadece bir taraf için
geçerli değildir. Hiçbir zaman da olmaz. Mutlaka iki tarafın da haklı olduğu ve
haksız olduğu konular vardır. Öyleyse hak Allah’ın temel emridir. Allahû
Tealâ’nın bir ismi El Hakk’tır. Adalet de Allah’ın bir başka ismidir. Allah, El
Adl’dir;
adaletin sahibidir.
Erkekler,
davranışlarında ailenin bütünlüğü içerisinde söz sahibi olduklarını
unutmamalıdırlar. Ailenin reisleri olan erkeklerdir. Ama davranışlarınıza
nefsinizin afetlerini karıştırarak sakın
aile bireylerine zulmetmeyin. Ne zaman onlara nefsinizin bir afetiyle
Allah’ın bir emrini yerine getirmek; Allah yolunda bir güzelliği yaşamak istikametinde engel
olursanız, nefsinizin afeti devreye girdiği andan itibaren siz onlara tahakküm
ediyorsunuzdur. Nefsin afetiyle verilen hiçbir karar adil olamaz. Kararlarınızı
“El Hakk” esmasına uygun olarak dikkatle değerlendirin. Öyleyse onların “Ben
seni dinlemem. Ben giderim.” demesi ne kadar Allahû Tealâ’nın emrine
mugayirse sizin de sebepsiz yere onların
Allah’ın sohbetlerine gitmesini, Allah ile beraber olmalarını, topluca beraber
olmalarını sağlayan bütün konularda onları engellemeniz de o kadar Allah’ın
emrine mugayirdir (aykırıdır). Nefsinizin
afetlerine başkalarına tahakküm etmek istikametinde esir olmamalısınız. Nefsinizin
afetleri hepiniz için en büyük düşmandır. Nefsinizin afetleri şeytanın
ilticagâhı oldukları için şeytan kadar önemlidir. Çünkü onların üzerine şeytan
hücum eder. Onları kontrolü altına alır ve onlar vasıtasıyla sizi yere vurur.
Öyleyse ne erkeklerin eşlerine ve çocuklarına tahakküm etmeye hakkı vardır ne
de hanımların kocalarına ve çocuklarına tahakküm etmeye hakkı vardır. Nefsinizin
afetlerine tâbî olduğunuz her noktada başkaları devrede varsa onlara bir şeyler
yaptırıyorsanız orada tahakküm vardır. Allah’ın emrini yaptırıyorum diye ne
zaman nefsinizin bir afeti ile kendinizden bir şeyler katıyor o emri farklı bir
dizayn oluşturuyor ve emri yaptırmaya haklı olduğunuzu varsayarak nefsinizden
kattığınız şeylerle o emri haksız bir hüviyette kılıyorsanız o zaman o olayda
nefsinizin esiri olursunuz.
Babalar,
ailedeki reisler! Sakın aile efradınıza
zulmetmeyin. Onlara tahakküm etmeyin. Onlardan Allah’ın emirlerinin ötesinde
şeyler istemeyin. Allahû Tealâ neyi emretmişse sadece o istikamette var olmalısınız.
Ne zaman Allah’ın koyduğu kaideleri kırmaya, aşmaya kalkarsanız orada zulüm
vardır, tahakküm vardır. Elbette erkekler kadınlardan daha güçlüdür. Gerektiği
zaman da istediklerini zorla yaptırırlar. Ama bu, Allah katında haklı görülen
bir sebebe dayalı olmadıkça zulüm adını alır. Allahû Tealâ cezalandırmayı Kur’ân-ı
Kerim’de Allah’ın emrinin yerine getirilmemesinin bir fonksiyonu olarak
koymuştur. Her kim eşine Allah’ın emrini yerine getirmesine mani olarak bir
davranış biçiminde bulunuyorsa bunun adı sadece zulümdür. Ve Allah’ın katında
ceza görürsünüz. Kuvvetinizi ve sahip olduğunu mevkiyi sadece Allah için
kullanın. Kötüye kullanmayın.
Nefs öyle
korkunçtur ki bir anda sizleri öfkelendirir ve belki bir daha tamir edemeyeceğiniz
ağır cezalar vermeye kalkarsınız eşinize. Böyle anlarda kendinize hâkim
olamazsanız Allah’ın katında büyük cezalara muhatap olursunuz. Kuvvetin sahibi
olan hakkın sahibi değildir. Hak, sadece haklınındır. Öyleyse ailenin reisi
olan koca, evin içinde çocuklarının birbiri arasındaki problemleri çocukları
ile eşi arasındaki problemleri, çocuklarının kendisiyle olan problemlerini,
eşinin kendisiyle olan problemlerini adaletle çözmek mecburiyetindedir.
Aile reisinin
aileye temel katkısı adalet yönünde olmalıdır. Bütün aile reisleri adaletin
şaşmaz temsilcileri olmalıdır. Öyleyse Allah yolunda gayret etmek, Allah’a
ibadet etmek, Allah’ın ilmini öğrenmek, Allah’a hizmet etmek söz konusuysa ne
siz ne de eşiniz ve çocuklarınız bundan mahrum kalmamalıdır. Aile reisi olarak,
kuvvetin sahibi olarak sakın eşinizi ve çocuklarınızı Allah yolunda hizmetten,
Allah’ın güzelliklerini yaşamaktan geri bırakmayınız. Onlara mani olmayınız.
Elbette yanlış davranışların karşısında adaleti tahakkuk ettirmekle vazifelisiniz.
Bu adaleti sağlayıcı olması lâzım gelen davranışınız, nefsinizin afetleri
sebebiyle zulme ve adaletsizliğe dönüşmemeli. Onun için kuvvetin sahibi olan
hakkın da sahibi olduğunu zannetmemelidir. Kuvvet kuvvetlinindir ama hak
kuvvetlinin değildir. Hakkın sahibinindir. Eğer kuvvetli “Ben kuvvetliyim. Öyleyse
hakkı ben temsil ederim, dilediğimi yaparım.” hüviyetinin içine girerse o zaman
orada nefsin afetleri devrededir. Orada zulüm vardır. Bu zulüm çeşidinin adına
tahakküm denir.
Tahakküm
müessesesine dikkatle bakılmalıdır. Böyle bir müessese sizin tarafınızdan
vücuda getiriliyorsa yani gücünüzü, kuvvetinizi adaletin tahakkuku
istikametinde değil nefsinizin bir talebinin gerçekleşmesi arzusunda
istikametinde kullanıyorsanız o zaman siz orada hakkı temsil etmiyorsunuzdur.
Haksızlığı, adaletsizliği temsil etmiş olursunuz. Kuvvetinizi, haksızlığın
oluşmasında yani zulümde kullanmış olursunuz. Hiçbir tasavvuf mensubu bunu
yapmamalıdır. Allah’a karşı hesap vermek kolay bir şey değildir. Bunu, O’nunla
karşılaşacağınız ölüm gününde çok iyi anlayacaksınız. Ama hepiniz için halisane
duamız odur ki; “Hayattayken iradenizi de Allahû Tealâ’ya teslim edin ki
Rabbinizi bu dünya hayatındayken görebilesiniz.” O zaman sizden ne eşinize ne de
çocuklarınıza zarar gelmeyecektir. O zaman onlara tahakküm etmeniz mümkün
değildir. Çünkü o noktadan sonra artık Allah’ın iradesiyle hareket edeceksiniz.
Adalet, objektif bir kavramdır. Yani afakidir.
Hak ise subjektif bir kavramdır. Yani enfüsidir, kişiseldir. Bir insanın hakkı
vardır; o hakkın yerine getirilmesi ya da çiğnenmesi söz konusudur. Hak
çiğnendiği takdirde artık iki taraf vardır. Bir hakkı çiğneyen bir de hakkı
çiğnenmiş taraf vardır. Yani bir zalim bir de mazlum (zulüm gören) vardır.
Burada hak, haleldar edilmiştir. Bu noktadan itibaren bu hakkın infâk edilmesi
(yerine getirilmesi) müessesesinin adına, adalet denir. Eğer hak Allah’ın
emrettiği bir biçimde yerine getirilip hakkın sahibine hakkı iade edilirse
zulüm yapan zalim, zulmü kadar cezalandırılıp ve mazlumun (zulüm görenin)
elinden alınan hakkı kendisine iade edilirse o zaman adalet teessüs etmiştir.
Öyleyse hakkın haleldar edildiği her noktada 2. safha başlamıştır. Adaletin
mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Bu 2. safha aile reislerinin temelde
görevidir. Ama aile reisi haksız bir davranış biçimi sergiler, kuvvetli
olduğunu düşünerek hakkı kendisi ika ederse ve hakkı olmayan bir şeyi “Benim
hakkım.” diye almak isterse o zaman orada zulüm vardır. Onun için aile reisleri
“Haklarının hudutlarını iyi bilmelidirler.” O hudutları aşmamalıdırlar. O zaman
zalim hüviyetine girerler. O zaman hakkı kendi hakkının sınırlarını aşan,
başkasının hakkına tecavüz eden bir haksız hüviyete girerler.
Herkesin
kişisel hakları vardır. Allahû Tealâ o hakları hiçbir şekilde haleldar
edilmesine müsaade etmez. Allah’ın koyduğu hudutları kim aşar, kişisel hakları
haleldar ederse o, Allah katında tahakküm etmiş, zulmetmiş birisidir. Ailede,
Allah’ın emrettiği hususlar yerine getirilmelidir. Bu, iki tarafın da hakkıdır.
Allah’ın yasak ettiği fiillere de mutlaka riayet edilmelidir. Öyleyse hakkın
haleldar edildiği her noktada zulüm vardır. Allah’ın cezalandırdığı bir
olgudur. Aile dizaynı içerisinde eşler en güzel davranış biçimlerini hem
birbirlerine hem de çocuklarına karşı yerine getirmek mecburiyetindedirler.
Ailenin tüm
fertleri sahip oldukları yer itibariyle sorumlulukları vardır. Erkekler ailenin
reisi sıfatıyla bu muhtevayı ait olduğu yere oturtmak mecburiyetindedirler.
Bütün güzellikler sizin içindir. Ait olduğunuz yerin sahibi olmalısınız. Hakkın
aile içinde çiğnenmesine müsaade etmemelisiniz. Çocuklarınıza eşit davranın
aralarında adaletsizlik oluşturmayın. Eşinizin haklarına saygı göstermelisiniz.
Eşinizin tasavvufu yaşamasına engel olmamalısınız. Öyleyse davranış
biçimlerinizde adaleti tahakkuk ettirmek üzerinize borçtur. Adaletin
sağlanmasında hepiniz derece derece mükellefsiniz. Bu adaletin sağlanmasında
babadan sonra anne söz sahibidir. İkisinin söz sahipliği birbirine yakındır ama
babanınki üstündür. Sonra yaş itibarıyla çocuklar gelir. En büyük çocuk,
ailenin diğer çocukları üzerinde bir koruyucu olmak zorundadır. Başkalarının
onlara zarar vermesinden korumakla vazifelidir. Babanın, hem eşini hem
çocuklarını korumak mecburiyetinde olması gibidir.
Aile yuvası,
Allah’ın bir güzelliğini temsil etmelidir. Ailede anlaşmazlıkların bulunmaması
asıldır. Çocuklar büyüdükleri, elleri ekmek tuttuğu zaman anne ve babalarına
karşı asi oluyorlar. Bir kısmı evleri tek edip kendilerine başka bir hayat
seçiyorlar. Böyle bir dizayn Osmanlı’nın tasavvuf anlayışının tamamen
dışındadır. Çocuklar geç yaşta değil erken yaşta evlenmelidirler. Yuvalarını
kurmalı ve çocuklarına kavuşmalıdırlar. Bu müessese hukuki bir çatı altında meşru
olarak mutlaka vücut bulmalıdır. Neslin korunabilmesi ve geleceğe sağlam nesiller
yetiştirebilmek için bu unsur asıldır. Meşruluk müessesesi ailenin temelini
teşkil eder.
Allahû Tealâ,
herkesin mutlu olmasını ister. Anne, baba ve çocuklar bir bütündür. Ailenin
genç evlatları anne ve babalarına asi olmamalıdır. Birçok anne ve baba, çocuklarının
artık kendilerini dinlemediğinden bahsediyorlar. Bu durum gençler için
gerçekten utanç vericidir. Osmanlılıkla uzaktan yakından alakası olmayan esef
verici, huzursuzluk verici bir durumdur. Böyle bir durumu mutlaka
önlemelisiniz. Tasavvufta yaşayan çocukların asi olmaları; anne
babalarını dinlememeleri; başına buyruk olmaları, baştan aşağıya yanlış bir
davranış biçimidir. Bu tarz davranışları
ailenizde hem erkek hem kadın olarak mutlaka önlemek mecburiyetindesiniz.
Aile asıldır.
Aile olmalıdır. Aileler geleceğin teminatıdır. Çocuklarımızı sağlam bir terbiye
altında büyütmeliyiz. Babanın eşine karşı vazifeleri
olduğu gibi çocuklarına da vazifeleri vardır. Onların arasında adaletin
sağlanmasında baba birinci derece sorumludur. Çocukları arasında taraf tutmamak;
adaleti mutlaka yerine getirmek asli vazifesidir. Baba çocuklarıyla eşi
arasında anlaşmazlıklarda hakim rolündedir. Anlaşmazlığı oluşturmamalıdır.
Anlaşmazlığa meydan vermemelidir. Anlaşmazlık oluşursa mutlaka çözüm getirmek
üzere harekete geçmelidir. Allahû Tealâ’nın hem anne hem de baba için emri:
“Aranızda kavga etmeyiniz. Allah’a ve mürşide ulaştırınız. Buradaki asli unsur
yerli yerine oturtulmalıdır. Kavganın, anlaşmazlığın oluştuğu her yerde şeytan
devreye girmiştir. Şeytan, her iki tarafın da sadece huzursuz olması için
gayret sarf eder. Oysaki adaletli bir çözüm mutlaka huzuru oluşturur.
Tasavvuf
mensupları Allah yolunda, Allah’a ibadet
eder;
zikir yapar;
nefsin kalbindeki afetleri yok etmeye çalışırlar. Gayretleri takdir edilecek
konumdadır. Bunun yanında bir başka asli görevleri de ailede sulh ve sukûnu
sağlamaktır. Sulh ve sukûn mutluluğun temel işaretidir. Nerede kavga, kaos, anlaşmazlık
varsa orada huzur yoktur. Huzur, sulh ve sukûn damgasını taşır. Taraflar
arasında anlaşma asıldır. “Ben kimse için fedakârlık yapamam. Başkaları benim
için fedakârlık yapsınlar. Yaparsa anlaşma olur. Olmazsa olmaz.” tarzında
anlaşılmamalıdır. Fedakârlık hakikati sarsacak hüviyette olamaz. Fedakârlık
hakikatin oluşması için adaletin oluşması için yardımcı bir faktördür. Ama
fedakârlık dediğiniz şey adaleti paralize edecek adaleti yok edecekse orada
fedakârlık yoktur. Orada yapılan şey adaletin bozulmasıdır. Adaletin teessüs
edememesidir. Bu da yanlış bir davranış biçimidir.
Öyleyse
aile reisinin bu temelde asıl vazifesi anne, baba ve çocuklar arasındaki sulh
ve sukûnun temini ve devamını sağlamaktır. Elbette anne de ona en büyük
yardımcıdır. Beraberce adalet müessesesini götüreceklerdir. Ailenin sulh ve
sukûnunu beraber temin edeceklerdir. Her vücuda getirilen sistem iki tarafın da
anlayışla bir araya gelerek oluşturacakları bir düzeni gerektirir.
Hayat
insanların yanlışlıklar yapmasına da imkân verecek bir forumdur. Ailenizde yanlışlıklar
yapanları uyarmalısınız ve onların hatalarını tekrar etmemeleri konusunda
onların üzerinde özellikle çocuklar üzerinde bir eğitim müessesesi tanzim
etmelisiniz. Eğer çocuklar o istikamette negatife doğru bir gidişin içindelerse
ve ikazlarınız yetmiyorsa o zaman baba olarak en uygun çözümü bulmak
mecburiyetindesiniz. Çocukların geleceğe emniyetli bir biçimde Allah’ı tanıyan
mutlu insanlar olarak ulaştırılması söz konusuysa burada babalara ve annelere
büyük görevler düşer. Çocuklarınızı kendisine, ülkesine ve Allah’a hayırlı
evlatlar olarak yetiştirmek mecburiyetindesiniz. Nerede buna gölge düşüyorsa buna müsaade
etmemeye mecbursunuz. Böyle bir mecburiyetin tatbikatında her zaman yumuşak
davranmak zorunda değilsiniz. Çocuklar, geleceğin teminatı olduğu için onların
yetişmesinde gereken itinayı sağlamak mecburiyetindesiniz. Konu bu minval üzere
düşünülüp, tatbikata koyulup ve sonuçlandırılmalıdır.
Ailenin
ebeveynleri olarak annelerin ve babaların Allah’ı ön planda tutmaları gerekir.
Ebeveynler, Allah’ın emirlerine itaat etmek suretiyle birbirlerine karşı en
güzel davranışı sergilemekle mükelleftirler.