Hacı Bayram Velinin Hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hacı Bayram Velinin Hayatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2015 Pazartesi

HACI BAYRAM VELİ’NİN HAYATI

HACI BAYRAM VELİ’NİN HAYATI

Ankara’nın Çubuk kazasına bağlı Solfasol (Zülfazıl) köyünde, 1352 yılında bir bebek dünyaya geldi. Adı Numan olan bu çocuk, babası Ahmed Koyunculu’nun gayret ve çabalamasıyla ilk tahsilini civarda bitirdikten sonra, Bursa’ya gitti. Bursa o günün tam mânâsıyla bir ilim, irfan merkeziydi. Nitekim ilk Şeyhülislam Molla Fenarî, Yıldırım’ın Ulu Cami Baş imamı Süleyman Çelebi, Tasavvuf büyüğü Emir Sultan ve fırın işletip ekmek sattığı için kendisine Somuncu Baba denen Şeyh Ebu Hâmid Hamîdüddin Aksarayî, gibiler, hep Bursa’dadırlar. Çevrelerine mânâ ışıkları serpip, ilim, irfan nuru yaymaktadırlar.
 Numan, daha çocuk denecek yaşta bilgiyi aşk ile öğrenir. Üstelik öğrendiklerini bir güzel anlatmasını ve hayırlara vesile olmasını iyi bilir. Ayaklı bir kütüphane olur.
 Ankara’da Kara Medrese’de baş müderris olarak ders veren Numan, bu sırada halkın derin saygı ve hürmetini kazanır. Kara Medrese insanla dolar. Çevresinde gördüğü ilgi her gün artar.
Ama o, yine de huzur bulamaz. Bu şan ve şöhretin aldatıcı şeyler olduğunu düşünerek manevî eksiklerinin bulunduğunu düşünür. Onun içinde hep bir eziklik vardır. Böyle manevî muhasebe içinde kıvrandığı günlerden birinde medresede ders verirken dili sürçer ve hiçbir şey söyleyemez.
Derste bir yabancı vardır… Bu tanımadığı kişi gelir ve Numan’a der ki; “Sana bir davetim var.  Somuncu Baba sana selam söyledi. “Git! Onu bul ve bize gelmesini sağla. Akıl ve bilgi kolay yoldur. Gelsin de onu önce bilgisinden kurtaralım. Sonra bırakalım sonsuzluk göğünde aşkın kanatları ile uçsun. O bilginin tutsağı olacak adam değildir. Ona akıl hocası değil, gönül eri olmak yaraşır.’ diyerek uzattığı bir mektubu okumasını rica eder. Müderris Numan bu sözler karşısında çok şaşırır ve mektubu okur. Mektup, Kayseri’de bulunan mânâ büyüğü Şeyh Ebu Hâmid Hamîdüddin Aksarayî (Somuncu Baba)’den  gelmekte, kendisini Kayseri’ye davet etmektedir.
Şeyhin değerli talebesi Şücaaddin ile birlikte yola çıkan Müderris Numan, bir Kurban Bayramı gününde Kayseri’ye varıp, Şeyh’in huzuruna girer. Bundan çok memnun Şeyh, ayağa kalkar: “Bilmem bu iki bayramın hangisiyle sevineyim” der. Müderris Numan’ın gelişini de ayrı bir bayram kabul eder. İşte bundan sonradır ki Numan ismi bırakılır, Bayram ismi söylenmeye başlanır.

Somuncu Baba Numan’a, ‘bu bilginin öte dünyadaki yerini’ ve ‘aşkların derecelerini’ gösterir. Sonra da “Kangısı (hangisi) muhtarın olursa, anı ihtiyar eyle” diyerek dilediğini seçmesini söyler. Numan eksiğini anlar. Somuncu Baba’ya “ Al bunları ve eksiğimi ver!” der. Eksiği aşktır. Aşka varana dek bunca bilginin uzun bir hece olduğunu anlar. O zaman Numan Fuzuli’nin

“Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kıyl ü kaal imiş ancak”
deyişindeki sırra erer. Sevgi denizine yiğitçe dalar.

“Sen seni, kendini bil!”
deyişindeki “İnsanın Allah’a ulaşma dileği” sırrı ile ile bu aşkın içine girer.

Bir süre nefsinin kirinden kurtulmak ona tepeden tırnağa gözyaşı döktürür. Ama sonunda ‘Rabbini’ bulur. Sevgisi daha da artar. Numan da başlangıçta dertlere düşer ama sonunda kalbi piri nur olur. Ve Numan asıl bayrama erer. Hoca Numan gider, Hacı Bayram olur.
Kayseri’deki ikameti boyunca Şeyh Ebu Hâmid Hamîdüddin Aksarayî’den manevî feyzler alıp, ihlaslı irşadlarını iyice benimseyen Bayram, Şeyhiyle birlikte Hac yolculuğuna çıkarak önce Şam’a, daha sonra da Mekke’ye varırlar. Geçtikleri yerlerin ilim ehli, irfan sahibi zatlarını görüp ziyaretlerinde bulunurlar. Artık “Hoca Numan” değil, “Hacı Bayram”dır. Şeyhinin iltifatıyla Bayram ismini almıştır.

Bir rivayete göre Hac’dan sonra tekrar Ankara’ya döndüğü başka bir rivayete göre de, Somuncu Baba’nın ölümünden sonra Ankara’ya yerleştiği söylenmektedir. Hacı Bayram orda Bayramilik tarikatını kurar. Kısa sürede halkın sevgilisi olur. Halkın içinde halkla beraber, omuz omuza çalışır. Toprağı beraber ekerler, biçerler. Aralarında ilâhîler söyler, çalar oynarlar. Anadolu halkı da ona aşk ile bağlanır.
Her dönemde olduğu gibi düşmanları dedikodu çıkartıp, Sultanın önüne geçtiğini söylerler. Fitnenin başını çeken bu fesat kimseler: “Gittikleri Hac münasebetiyle gayemiz yoktur.” demekte iselerde her geçen gün çoğalmaları bizleri ürkütmekte, durumu Hünkarımıza duyurmamıza ihtiyaç zuhur etmiş görünmektedir.”  Diye düşünmüşlerdir.
İstanbul’un fethi için hazırlıkta bulunan II. Murad’da bir endişe başlar. Hemen postasını “Tiz Ankara’ya varasunuz, Çubuk’taki, Şeyh Hazretlerine olan hürmet ve takdirlerimizi sunup, sarayımıza davetedesünüz...” diyerek yola çıkarır: Gece-gündüz demeyip yol alan posta, nihayet Çubuk’taki Zülfazıl köyüne gelir ve bin bir endişeyle ve tereddüt içinde Mektub-u Hümayun’u sunar. Hacı Bayram, Sultanın mektubunu saygı ve hürmetle açıp okur, sonra da başını sallayarak konuşur: “Fitne ateşini yakmak isteyenler vardır. Tiz hazır olun. Pek yakında yola çıkacağız, Sultanımızın emri başım üzeredür.” Der.
Nihayet Hacı Bayram Edirne’ye ulaşır, II. Murad’ın sarayına, huzura kabul olunur. Sultan önündeki nur yüzlü bu kişiden çok etkilenir. Onu tam bir Tasavvuf büyüğü gibi görür. Bu samimiyetten her ikisi de son derece memnun olurlar. II. Murad, vehmedilen dünyevî arzuların hiç birinin Hacı Bayram’da bulunmadığını, İslâm’a hizmetten başka gayesi olmadığını kesinlikle anlar. Şeyh Hazretlerine birçok hediyeler vererek, gönlünü almak ister. Ancak, Hacı Bayram, hediyeleri kabul etmemekte ısrar edince durum nazikleşir. Bu defa şu teklife rıza gösterir: “Sultanımız talebelerimizi vergiden muaf tutsunlar. Bu hediye bize kifayet eder.” Der.
Böyle bir imtiyazla Ankara’ya dönen Hacı Bayram’ın bu vergi affı, kendisinden önce duyulur, kendisine talebe olmak üzere müracaat edenlerin sayısında da aniden bir çoğalma meydana gelir. İşte bu çoğalma ikinci bir söylentinin yayılmasına sebep olur : “Hacı Bayram’ın ordu kadar talebesi var, yakında bir huruç hareketine başvursa hiç şüphesiz muvaffak olur...” Hacı Bayram’a talebe olanların vergiden muaf tutulmaları, vergi geliri azalan Ankara Bey’ini endişeye düşürür. Yanlış yoruma müsait haberler, Edirne’ye ulaşır. Bu durum, Hacı Bayram’ın tekrar bir tahkikata maruz kalmasına sebep olur. Hacı Bayram: “Bakın size bunun isbatını yapacağım” der ve şu emri verir: “Bana bağlı olanlar, haftaya Cuma namazından sonra Zülfazıl ovasında toplansınlar, kendileriyle mühim bir hususu konuşacağım!” Şeyhin ilan ettiği günü namazdan sonra ovayı dolduran taraftarları, Şeyhten fevkalade korkulan şu teklifi dinlerler:

“Dervişlerim! Siz hepiniz Hak yolunda malınızı, kanınızı, canınızı verirsiniz değil mi?”
-‘Elbette veririz. Hak yoluna canımız feda’ derler.
“Allah’tan bir buyruk aldım Hepinizi onun yoluna kurban etmem emredildi. Şimdi çadıra girip, kurban olmanız gerekiyor. Şu gördüğünüz çadırı ben kurdum. Burada sizleri imtihan edeceğim. Bana gelen ilhama göre, bu çadıra girecek olanları burada keseceğim. Boynunu bıçağıma teslim edenleri buradan cennete göndereceğim. Her kim benim müridim ise gelsin bu çadıra girsin. Oradan da ruhu cennete uçsun. Haydi buyurun!...” der.
 Bu sözlerden sonra elinde bıçağıyla çadıra giren şeyhin arkasından homurdanmalar olur. Ancak koskoca kalabalığın içinden sadece bir erkekle, bir kadın, ileriye doğru yürüyüp Şeyhin arkasından çadıra girerler. Az sonra çadırın zemininden kanlar akmaya başlar. Çünkü Şeyh daha önceden içeriye aldığı bir koyunu kesmiş, kanını dışarıya akıtmıştır. Bunu gören kalabalık, homurdanmayı daha da çoğaltır: “Şeyh de şaşırdı! Böyle şey mi olur? Derler. Bundan sonra çadırdan çıkan Hacı Bayram, müridinin çokluğunu iddia eden şahitlere şöyle söyler: “Gördünüz ya, benim sadece iki müridim vardır. Oda işte bu erkekle, bu hanımefendidir. Kimse bu çokluktan şüphelenmesin. Hem de Sultan, bu iki müridden gayrısından vergisini de alsın, askere de çağırsın.”
 Bundan sonra Hacı Bayram’ın talebeleri arasından, halislerle menfaatçılar tamamen ayrılır. İhlas sahipleri Şeyh’in hizmetine devam eder, ötekiler ise yavaş yavaş eski hayatlarına dönerler.

 Hacı Bayram Velî’nin Edirne’ye iki defa gittiği, tarihî kayıtlardan anlaşılmaktadır. İkinci gidişinden ayrılırken Gelibolu’ya da uğradığı, orada maneviyat büyüklerinden iki kardeş olan “Ahmediye” yazarı, “Ahmed Bîcan” ile “Muhammediye” yazarı, “Mehmed Bîcan”ları da gördüğü-yazılmaktadır. Ahmediye için ne dediğini bilmiyoruz, takdir edildiği sanılmaktadır. Ancak, Muhammediye Türbelerinin kapatılması kararı çıkarıldığı günlerde, maneviyat mahrumu bir ilgili, Hacı Bayram’ın türbesini kapattırıp, civarını turistik meydan yaparak, yanındaki Ogüst mabedini meydana çıkarmayı planlar. Bunu duyan Şeyh’in bağlılarından biri, sabahlara kadar gözyaşı döküp Allah’a yalvarmaya başlar. Ancak sabaha karşı daldığı hafif bir uykuda, Şeyh’inden şu sözleri dinler: “Sen üzülme, pislik kemale erince zevali başlar. Artık ...... günüdür.”
Ürperti ile uyanan adam, sabah namazını Hacı Bayram Camii’nde kılar. Namazdan sonra kulaktan kulağa fısıldaşmalar görür. Merakla sorar. Ona da aynı fısıltı iletilir: Hacı Bayram Hazretleri’nin türbesini yıkmayı planlayan bu kişi, bu gece ölmüş, cenazesini bugün buraya getireceklermiş.

İşte dudaklardan  şu cümleler dökülür:

Hak sillesinin sadası yoktur.
Bir vurursa anın devası yoktur.”

***


Hacı Bayram hayatının son deminde, ölüm döşeğinde de yine ikram peşindedir. Çevresindeki yakınları ve dostlarından su ister. Suyu getirirler. Ancak suyu içmez ve kiraz dolu tabağa döker. Üç kez aynı şeyi tekrar ettikten sonra dördüncüsünde suyu içer. Sonra kirazları dostları arasında bölüştürür. Yani ölürken bile vermenin mutluluğunu yaşar.


HACI BAYRAM VELÎ’DEN

NASİHATLER

  • Hiçbir günahı küçümsemeyin, çok çalışın!
  • Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalpleri şeytanın konağı olur.
  • İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız çarşı pazarlada sık sık bulunmayınız.
  • Dünya gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız kabristanları sık sık ziyaret ediniz.
  • Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın sırlarını ifşa etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz sırlar size emanettir.
  • Emanete hıyanet ise çirkin bir harekettir.  Emaneti koruyunuz
  •  Hiddet ve kin, hakikatleri gören gözleri kör eder. Öfke iyi düşünmeyi yanıltır.
  • İlim sahiplerine, yaşlılara hürmet et
Kimseyi küçümseyip hafife alma
İnsanlığında kusur etme
Sırrını kimseye açma




AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ

Akşemseddin Hazretleri 1390 yılında Şam’da doğdu. Yedi yaşında babası Şeyh Hamza ve ailesi ile birlikte Anadolu’ya gelerek Amasya civarında Kavak kasabasına yerleşti. Asıl adı Muhammed olmasına karşı Akşemseddin lakabı ile tanındı.
İyi bir tıp tahsili görerek; o devirde ilaçların ham maddesi bitkilerin hepsini, ilmî bir şekilde tanımış ve bu bitkilerin hangi hastalığa iyi geldiğini keşfetmiştir. Zamanının araştırmacı bir doktoru olan Akşemseddin’e zahiri ilim olan tıpta, otorite olması yetmedi. Hastalıklarını tedavi ettiği insan vücudunun yaratıcısına daha yakın olmak istiyordu.
Medreselerde tahsil görüp müderrisliğe (profesörlüğe) kadar yükseldi ve Osmancık Medresesine tayin edildi. Ne var ki Medrese’de kalmak istemiyordu. Ruhuna hitap edecek yerler arıyordu. Bu da Tasavvufu yaşamakla olacaktı. Bu yüzden müderrisliği tereddütsüz bıraktı. İran'dan başlayarak yollara düştü. Tasavvuf büyüklerini ziyaret etti. İslâm beldelerindeki âlimlerle görüştü. Ama bunlar kâfi gelmiyordu. İçindeki yangının sönmesi için daha ileriye gitmek gerekiyordu.
Tasavvufu yaşayarak, ruhunu yaşarken Allah’a ulaştırmak istedi. Çünkü gönlünü bir türlü huzura kavuşturamadı. Bir ipekböceği gibi kozasına kapanıp, kelebek olup kanatlanıp uçmaya karar verdi. Günlerce yemek yemedi. Etrafındaki tasavvuf büyükleri: ‘Artık bir erin eteğini tutma zamanı geldiğini, Ankara’ya gitmesini ve Hacı Bayram Veli’nin eşiğine yüz sürmesini, ancak onun Akşemseddin’i kendine getirebileceğini’ söylediler.

Akşemseddin  bu sözleri işitip, yola düştü:
“Ben ki hastalara sizler ile veririm şifa
Söyleyin şimdi siz, hanginiz derdime deva”  
diyerek yollardaki bitkileri sevdi ve onlarla konuştu.

Cümle bitkiler, otlar gelip dile:

 “Gönül eri olmaya, Hakk yolunda yanmaya, koş Ankara’ya, Hacı Bayram’a !
O dur derdine deva, oraya vararsın. Hacı Bayram’ı bulasın. Yoluna yüz sürüp baş eğesin.
Ve bilesin ki ak toprakta onunla kavrulmayan, harmanlarda savrulmayan, kibir küpünü kırmayan, elini yere vurmayan, aramasın boşuna şifa .
Çilesiz emek olmaz, emeksiz yemek olmaz.”
diyerek nokta koydular sözlerine…

Akşemseddin baktı ki; yol çizilmiş, iz belli, yürüdü Ankara’ya doğru…

O sıralar Ankara’da mürşid-i kâmil olan Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin müridleri ile birlikte tarlada çalışıyor olmasını hoş görmedi. Tarlada rençberlik yapan bu kişi mi Allah’ın görevlisi idi? O’nu, Akşemsettin’i Allah’a ulaştıracak, nefsini tezkiye edecekti? Kendisi koskoca bir tıp otoritesi idi. Kur’ân ilmini öğreneceği kişinin kendisinden daha yüksek bir dünya makamının sahibi olması gerektiğini düşünüyordu. Nefsinin gurur afeti dolayısı ile geri döndü. Evine vardığı gece gördüğü rüya, ona gerçekleri açıkladı. Rüyasında boynunda bir zincir ve zincirin ucu da Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin elinde idi. Yaptığı hatayı anlayan Akşemsettin alelacele Ankara’ya geri döndü.
Hacı Bayram Velî Hazretleri yine tarlada müridleri ile orak biçmekte idi. Akşemseddin de diğer müridlerin arasına katıldı. Tarlada çalışmaya başladı. Yemek saatinde Hacı Bayram Velî Hazretleri Akşemsettin’i sofraya davet etmedi. İşte Allah yolundaki, nefsinin tezkiyesi doğrultusundaki ilk imtihanı başlamıştı.
Sofraya davet edilmeyen genç tabip köpeklerle birlikte yemeye başlayınca Hacı Bayram Velî: “Köse, hele gel bre! Çabuk aştın eşiği ve çabuk avladın beni…Zincir zoru ile gelen misafir ancak böyle ağırlanır, beri gel” diyerek sofraya davet etti.
 Akşemseddin’in gördüğü rüyadan haberdar olduğunu böylece anlatıyordu.
O ise, Akşemşeddin olmanın ilk adımını atıyordu.
Akşemseddin ile Hacı Bayram Velî Hazretlerinin buluşması, iki denizin karşılaşınca coşup taşmasını andırıyordu. Artık mürşidinin emrine, hizmetine giren Osmancık müderrisi, nefsini şeyhinin himmetiyle terbiyeye soktu. Riyazata çekildi. O'nun en seçkin, en gözde müridi olan Akşemsettin, mürşidi için can kulağıyla duyduklarını çağlamaya başlar:

“Âşık oldum sana candan,
Hacı Bayram, pîrim sultan
Gönül himmet umar senden,
Hacı Bayram, pîrim sultan”


***
Hacı Bayram Şemseddin’i çok sıkı bir eğitimden geçirdi. ‘Az yeme, az konuşma’ imtihanı uyguladı. Öyle ki; 7 günde bir kaşık sirkeden gayri nesne tadamadı.
Zayıf düşüp,  saçları beyazladığından, beyaz giysiler giydiğinden ve en önemlisi yüzü nur içinde bembeyaz olduğundan ona ‘Akşemseddin’ diye ad verildi.

***
Akşemseddin’in daimî zikre ulaştığını şu beytinden anlıyoruz :

“Gördüm çû Hakk’ın vechini,
Aynel yakîn yâ hû derim;
Ki, safi lâ’da dem vurur,
Ben her dem illâ hû derim!”

***
Akşemsettin Hazretleri kısa zamanda tasavvuf ilmini öğrenip hayatına tatbik etti ve velayet kademelerinde yükseldi. Kısa bir sürede icazetini alan Ak Şeyh’in liyakatini kendi ölçülerine tutturamayan, diğer müridler sorarlar:
- Hocam, bazılarımız 40 yıldır Allah’ın yolundayız, bu mertebeye ulaşamadık.
Akşemsettin kısa zamanda hepimizi geçerek Salah Makamı’na erişti. (Tahrim-8) Bunun Hikmet’i nedir?

Hacı Bayram Velî Hazretleri:
- Ey canlar, dedi. Bu Can (Akşemsettin) bizde ne gördü, işitti ise hemen inandı. Ama kırk yıldır tasavvuf eğitiminde olanlar görüp işittiklerinin önce hikmetini sordular, sonra teslim oldular. İşte teslimiyet farkı, hikmet buradadır... dedi.

Allah’tan irşad izninin çıktığını öğrenince Bolu’nun Göynük ilçesine geldi. Halkı irşada koyuldu.

***

Akşemsettin Hazretleri ve Hacı Bayram Velî Osmanlı Sultanı 2. Murat’ın arzusu ile Edirne’ye gittiler. II. Murad İstanbul’un fethini arzu ediyordu. Hacı Bayram Velî’den sordu:
- Ne dersiniz Şeyh Hazretleri fetih müyesser olacak mı?

Hacı Bayram:
-Sultanım fetih şu bizim köse ile (Akşemsettin) sizin Mehmet’e (Fatih Sultan Mehmet) nasip olur. Ben bile o günü göremem, dedi.

Cin Suresi 26 ve 27. âyetlerinde Allahû Tealâ: “Allah gaybın alimidir. Rızaya ulaşan Resullerine gaybı verir.” der.


Akşemseddin bu sözler üzerine İstanbul Fatih’inin istikbalinin kendi elinde şekilleneceğini anlamıştı. Zaman geçti Mehmet Han Osmanlı tahtına çıktı.
Zaman geldiğinde; Akşemseddin Hazretleri’nin: “Hiç durmadan küffar üzerine yürüyünüz!” sözü ile 1453 Nisan’ında 53 gün sürecek olan kuşatma başladı. Cenk bütün şiddetiyle sürüyordu. Günler günleri takip ediyor, genç Hünkâr zaman zaman ümitsizliğe düşüyordu.
- Fetih ne zaman? diyordu.
Ama şeyhinden kat'i cevabı alamıyordu.
Netice aleyhte gibi tecelli ediyordu. Söylentiler çoğaldı.
En nihayet Akşemseddin  fetih vaktine ait işaretini bildirdi.
Ve o saatte Fatih'in "Ya Bizans beni alır, ya ben Bizans'ı" dediği şehir fetholundu.

Bu haberi alan Sultan Mehmet’in yüzünde görülmemiş bir ışık parladı. Bütün hazırlıklar yapıldı. Tekbir sesleri, ezan ve Kur’ân nağmeleri ile İstanbul kapıları Müslümanlara açıldı. Fetih Akşemsettin Hazretlerinin dediği gibi olmuştu. Artık padişah saadetinden uçacak gibiydi. Beyaz atı üzerinde İstanbul sokaklarında ilerliyordu. Yanı başında yüce mürşidi Akşemsettin bulunuyordu. Muzaffer orduyu selamlayan mağlüpler Akşemsettin’i padişah sanarak ona doğru koştular ve ellerindeki çiçekleri uzattılar. Yüce Şeyh eli ile Fatih Sultan Mehmet’i işaret ederek:
- Sultan Mehmet Han odur. Ona gidiniz, dedi.
O zaman genç ve muzaffer kumandan heyecanla:
- Gidiniz, yine ona gidiniz. Evet, ben padişahım ama o benim yol göstericim MÜRŞİD’imdir, dedi.


***
Fethin akabinde Fatih Sultan Mehmed, Peygamberimiz SAV’in emriyle İstanbul’u kuşatan ve şehid düşen, Peygamberimiz SAV’in mihmandarı Halid Bin Zeyd'in (Eyüp Sultan Hz.) mezarını bulmasını Akşemseddin’den rica etti.
Beraberce bugünkü türbenin bulunduğu yere geldiklerinde toprak kazıldı. Mezar ortaya çıktı. Cesed ise sanki yeni konulmuş gibiydi.

Akşemseddin Fatih'e manen çok şey verdi, onu gözü yaşlı bir Allah âşığı haline getirdi.
Hünkâr'ın ısrarlarına rağmen İstanbul'da kalmadı, Göynük'e geri döndü.

Dünya, mikrobu bilmezken Akşemseddi’in mikrobu keşfettiği yazılmıştır. Diğer yazdıklarının yanında tıbba ait Maddetü'l Hayat adlı kitabı vardır. Tasavvuf gerçeklerini Risaletü’n Nuriye’de aktarmıştır.

1459 yılında Göynük’de vefat etti. Ömrü boyunca zâhir ve bâtın ilimlerle ilgili eserlerini yazıp, yûzbinlerce maneviyat ehli yetiştiren bu değerli mürşidin en büyük hizmeti Fatih Sultan Mehmed’e Mürşid olup manevi destek vererek, fethin gerçekleşmesine kuvvet kaynağı teşkil etmesi, o seneye kadar defalarca kuşatılıp alınamayan İstanbul'un fethinde manevi fatihlik yapmasıdır.


HACI BAYRAM VELÎ’NİN ŞİİRLERİ :

Hacı Bayram Velî Türkçe şiirler yazmış bir mutasavvuftur. Onun günümüze kadar gelen şiirlerinin sayısı, dörttür. Çeşitli kaynaklardan tesbit edebildiğimiz şiirler, üslûb olarak musiki kıvraklığındadır. Tesbit edilen bu dört şiir şunlardır:

İLÂHÎ

1. Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.

2. Geç canından bul anı,
Sen seni bil, sen seni.

3. Kim bildi efalini,
Ol bildi sıfatını.

4. Anda gördü zatını,
Sen seni bil, sen seni.

5. Görünen sıfatındır,
Anı gören zatındır.

6. Gayrı ne hacetindir,
Sen seni bil, sen seni.

7. Kim ki hayrete vardı,
Nura müstağrak oldu.

8. Tevhidi zatı buldu,
Sen seni bil, sen seni.

9. BAYRAM özünü bildi,
Bileni anda buldu.

10. Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.

Açıklama:

1. Hacı Bayram-ı Velî’nin burada iki senden bahsettiğini görüyoruz. Bunlardan birincisi nefs dediğimiz beşeri ‘BEN’, diğeri ruh dediğimiz ilâhî ‘BEN’ dir. İnsanın Allah’tan kopup gelen ilâhî yönüne ulaşması için nefsinden uzaklaşması, o yönünü aşması gerekir.

2. Canından geçmekle insan kendi özüne ulaşır. ‘Sen seni bil, sen seni’ mısrası şu sözü hatırlatır; ‘Kendini bilen Rabbini bilir’. Zira insanın özü ilâhî asla bağlıdır. Oradan gelmiş oraya dönecektir.

3. Yaptığı işlerin iç yüzünü düşünen kişi o işlerin insandaki hangi sıfatın, hangi özelliğin sonucu olduğunu bilir.

4. Sıfatını bilen kişi sıfatın dayandığı yeri de bilir ki o da insanın özü yani kendi zatıdır.

5. Bir kimse, kendi sıfatını zatı vasıtasıyla görür, yani o sıfatı düşünür. Düşünme özelliği zatın kendisinde mevcuttur.

6. Başka bir şeye ihtiyacın kalmaz, eğer kendini bu iç gözlem ile bilebilir, aslına ulaşırsan...İnsan özüne yabancılaşırsa kendini tanımaz, aslını bilmez. Eğer insan sıfat, fiil çokluğundan kurtulup zattaki vahdete yani tekliğe ulaşırsa kendi aslına kavuşmuş yabancılaşmadan kurtulmuş olur. İşte burada huzuru bulur.

7. Hayrete varmak bir tür gaybet halidir. Bu şekilde aklın aşıldığı bir hal elde edilir. Allah’ın varlığını anlayan kişi artık nura dalmıştır. Tepeden tırnağa nur olmuştur.Yani hakikat ışığını bulmuş hakikate ermiştir.

8. İşte bu nura dalan, artık zata ait tevhide de ulaşmış, zati tecellilere mazhar olmuş demektir. Zat bilinemez olduğu için, ancak sezgi yoluyla bilgisine ulaşılır. Allah’ın Zatı’ndaki gayblık durumu zatı anlayan kişiyede intikal eder ve bir tür hayret hali yani aklın aşıldığı bir hal elde edilir.

9. Hacı Bayram-ı Velî kendi özünü bilmiş yani yabancılaşmadan kurtularak aslına ulaşmış, ikilikten kurtulmuş ve tevhidi bulmuştur. Bu durumda O hem bilen hem de bilinen olmuştur. Bilen ve bilinen ikiliği kalkmış zati tevhid elde edilmiştir.

10. Bulan yine Hacı Bayram-ı Velî’nin kendisi olmuştur. Bu dünyada gerçeği bulamayan kendi özüne ulaşamayan kimseler öbür dünyada karanlıkta kalacaklardır. Bu dünyada özüne yabancı kalan ahirette yabancılaşmanın bedelini ödeyecektir. Tabii olarak öze ulaşmanın birinci şartı İslâm’ı tam olarak yaşamak ve bu şekilde nefsani duygulardan arınmaktır. İslâm’ı tam olarak yaşamayan kimselerin öze dönmesi mümkün değildir. Kısaca öze dönüş yaşanarak elde edilir. Bir sufinin manevî olarak ilerlerken çeşitli makamlardan geçtiğini çeşitli gizli halleri öğrendiğini biliyoruz. Bunlar tamamen yaşanarak elde edilen tecrübelerdir. Hacı Bayram Velî Hz.leri de bu manevî tecrübeleri kendi şiirinde bu şekilde anlatmaya çalışmıştır.

İLÂHΠZİKİR

1. Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm?
Derdü gam ile doldu bu gönlüm.

2.Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm,
Yanmada derman buldu bu gönlüm.

3. Gerçi ki yandı, gerçeğe yandı,
Rengine aşkın cümle boyandı.

4. Kendi de buldu ,kendi de buldu,
Matlabını hoş buldu bu gönlüm.

5. Elfakru fahri, elfakru fahri,
Demedi mi alemlerin fahri.

6. Fakrını zikret, fakrını zikret,
Mahv u fenada buldu bu gönlüm.

7. Sevda-yı a’zam, sevda-yı a’zam,
Bana k’oluptur arş-ı muazzam.

8. Mesken-i canan, mesken-i canan,
Olsa acep mi şimdi bu gönlüm.

9. Bayrami imdi, bayrami imdi,
Yar ile bayram eyledi şimdi.

10. Hamd senalar, hamd-ü senalar,
Yar ile bayram etti bu gönlüm.

Açıklama:

1. Hacı Bayram-ı Velî, gönlünde iç dünyasında meydana gelen değişikliği anlatıyor. Akıl düşünme, gönül sevme yeridir. Onun kutsal gönlü, Mevlasının aşkına tutulmuş o aşk ile yanmakta, sevdiği Mevlasının derdiyle, iç alemi ile meşgul olmaktadır. Buradaki dert sevgiliden ayrı kalmanın verdiği acıdır. Allah’a en çok aşık olanlar, O’nu en çok sevenlerdir.

2. Burada, iç aleminin ayrılık ateşiyle yandığını belirten Hacı Bayram-ı Velî, bu ateşin kendisini olgunlaştırdığını ifade ediyor, yanmada derman yani şifa bulduğunu söylüyor.

3. Gönlüm bu aşk ateşiyle her ne kadar yanıyorsa da bu yanma maddi çıkar değil, mutlak güzellik sahibi Allah içindir. Yani boşuna değil faydalı bir yanma. Hacı Bayram-ı Velî bu yanmanın bütün vücudunu sardığını tepeden tırnağa Allah sevgisiyle dolduğunu belirtiyor.

4. Allah’ı dışarda değil iç dünyasında bulduğunu söylüyor. Müminin kalbi Allah’ın evidir. İnsan iç dünyasını kötülüklerden temizleyebilirse orada Allah’ı bulur.

5. Bu mısralarda Hacı Bayram-ı Velî fakr ve mahv gibi hallerden bahsediyor. İnsanın sırf Allah’a muhtaç hale gelmesi onu diğer insanlara muhtaç olmaktan kurtarır. Fakr’da insanın gerçek özgürlüğü vardır. Bu durumda olan kişi gerçek kulluğa da yaklaşır. Her şeyi Allah’tan bilir. Allah’tan başka herşeyi geçici ve fani olarak görür. Hacı Bayram-ı Veli’nin burada Peygamberimiz’in ‘Fakirlik benim öğüncümdür’ hadîsini zikretmesi, Peygamberimiz’i her konuda örnek aldığını göstermektedir.

6. ‘Fakrını zikret’ten’ amaç hiçliğini anla demektir. Bu makamda olan kişi, nefsini yok bilince nefsine ait kötü yanları siler, yerine iyi huyları hakim olur. İnsanın iyi huyları elde etmesi için nefsini bu şekilde terbiye etmesi gereklidir. Tasavvuf işte bu ahlakı sağlayacak kısa yoldur.

7. İnsanın içinde çeşitli alemler vardır. Bunun bilincine ulaşan insan ne kadar büyük bir varlık olduğunu anlar. İnsan Allah’ın yeryüzünde halifesi olduğuna göre halifeninde önemli bir varlık olması gerekir. Bu makama ulaşmış insan öyle yücelir ki bütün alemleri hissedebilir, beşeri ve maddi bağlardan sıyrılır, ilâhî planda bir çeşit varlık elde eder.

8. Hacı Bayram-ı Velî’nin gönlü artık Allah’ın evi olmuştur. O, ihsan mertebesine erişmiş, her an Allah’ı görür gibi kulluk etmenin bilincindedir. Bu durumda olan kişi sürekli beraber olduğu Allah’ın isteği şekilde ahlaklanır, kalbi Allah’ın evi olur.

9. İlahinin başından beri Hacı Bayram-ı Velî geçirdiği tasavvufi tecrübeleri anlatmaktaydı.Bu mısrada artık O, sevgiliye yani Mevlasına kavuşmuştur.İşte Allah’a vuslatı, Hacı Bayram-ı Veli’nin ifadesiyle büyük bayramdır. Aynı vuslata Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Şeb-i Aruz ismini vermektedir. Allah’a aşık olan kişiye bu dünya içindeki sıkıntılar önemsiz gelir, stresten, huzursuzluklardan kurtulur, her gününü bir bayram sevinci ile geçirir.

10. Bu mısrada Hacı Bayram-ı Velî kendisini bu makama eriştiren Yüce Allah’a hamd ediyor.

İLÂHÎ TAKSİM

1.Çalabım bir şar yaratmış,
İki cihan arasında.

2.Bakıcak Didar görünür,
Ol şarın kenaresinde.

3.Nagihan bir şara vardım,
Anı ben yapılır gördüm.

4.Ben dahi bile yapıldım,
Taş ve toprak arasında.

5.Şakirtleri taş yonarlar,
Yonup üstada sunarlar.

6.Mevlanın adın anarlar,
Taşın her paresinde.

7.Ol şardan oklar atılır,
Gelür sineme batılır,

8.Aşıklar canı satılır,
Ol şarın bazaresinde.

9.Şar dedikleri gönüldür,
Ne alimdür ne cahildür.

10.Aşıklar kanı sebildür,
Ol şarın kenaresinde.

11.Bu sözümü arif anlar,
Cahiller bilmeyüp tanlar.

12.Hacı Bayram kendi banlar,
Ol şarın minaresinde.

Açıklama:

1. ‘Çalap’ Allah demektir. Allah ise iki cihan arasında bir şehir yaratmıştır. Bu şehir insan gönlüdür, kalbidir. Bir yönü maddi aleme, diğer yönü ahirete bakar.

2. Allah akılla idrak edilemez ancak kalp ile sevilir. Yani Allah’ı anlama yeri kalptir. Allah’ın kalpten bu şekilde bir görülebilirliği vardır ki bu, akıl üstü görmedir.

3. Hacı Bayram-ı Velî aniden bu şehre girdim diyor, yani tasavvuf eğitimine adım atışından bahsediyor. Hacı Bayram-ı Velî’nin onu yani gönlünü yapılır görmesi gönlünün sürekli gelişim halinde olması, sürekli manevi olgunluğa yönelişi diye tanımlanabilir.Bu yöneliş gönlün yani kalbin noksanlıklardan nefsi duygulardan temizlenerek olumlu yöne yönelmesi demektir.

4. Hacı Bayram-ı Velî taş ve toprak arasında ben yapıldım diyor.Taş insandaki olumsuz yönler toprak ise iyilikler ve güzelliklerdir. Bu iki yönün düzenlenmesi kalbin olgunlaşması onun inşa edilişi demektir. Hacı Bayram-ı Veli, Ebu Hamid’in nezaretindeki manevi olgunlaşma sürecini taş ve toprak arasında yapılmak diye tanımlıyor. Bu ifade de ayrıca topraktan ruhun tekamülü taştan da nefsin tekamülü anlaşılabilir.

5. Şakirdlerin taş yontması nefsin kötü yanının giderilmesi kötü ahlakı bırakmak demektir. Şeyh öğrencisinin manevi olgunluğunun gelişimini sürekli takip eder. Hacı Bayram-ı Veli ‘de kendisine verilen tasavvufi görevleri yapmış, yaptıkça da hocasının yani Ebu Hamid’in kontrolüne sunmuştur.

6. Taşı yontarken yani kalbi temizlerken araç Allah’ın adını zikretmektir. Zikir hatırlamak anlamına gelen bir Kur’an tabiridir. Bir kişi hatırladığını düşünür, düşündükçe sever yada sevdiğini düşünür, düşündükçe hatırlar. Zikrin Allah’a ulaştırmadaki fonksiyonu budur. Sürekli Allah’ı düşünmek, düşünce ve ruhi planda O’nunla birlikte olmak insanı ihsan mertebesine ulaştırır. İşte sürekli zikr ihsan oluşumunu, bu da Allah’ı sevmeyi ve güzel ahlak elde etmeyi sağlar.

7. Gönül şehrinden ok atılması ve onun göğsünü yakması, Allah aşkına uğrayan kişilerin sıkıntıların artması demektir. Allah ‘da bu şekilde kulunun kendini tam olarak sevip sevmediğini kontrol etmek için çeşitli sıkıntılara, imtihanlara, hastalıklara maruz bırakır.

8. Hacı Bayram-ı Velî burada Allah aşkı için candan bile geçmenin gerekliliğini vurgular. İnsanın canı herşeydir. Onu feda etmesi herşeyini feda etmesi anlamına gelir. Allah’ı sevme yolu gerekirse bu uğurda canı da feda etmeyi gerektirir. Bu mısralarda gönlün pazara benzetilmesi ve orada canın satılması, Kur’an da Allah’ın razı olduğu kimseler hakkında alışveriş olayına benzer. Tevbe-111’ de ‘ Allah, cennet karşılığında onların canlarını ve mallarını satın aldı’ buyurulmaktadır.

9. Şar gönüldür. İnsan gönlü bir şehire benzer. Şehir çok geniş bir alandır ve içinde herşey bulunur. Gönül de o kadar büyüktür ki yere göğe sığmayan alan Allah’ı seven inançlı kulun kalbine sığar.Ancak gönülde ilim ve zıddı cahillik olmaz, orada sezgisel yönü olan irfan ve inkar bulunur. Allah’da gönülde sezgiye dayalı bu irfan ile bilinebilir. Bu bilişin temelinde Allah sevgisi ve sevginin kalpte meydana getirdiği sezgi bulunur. Hacı Bayram-ı Velî burada Allah’ı bu yolla anladığını, ilim ve zıddı cahilliğin bir kalp ameli olmadığını vurguluyor. Çünkü ilim bir beyinsel faaliyet ürünüdür ve bu faaliyet insanı Allah’a ulaştırmaz.

10. Gönül evinin daha doğrusu gönül şehrinin kenarında yani pazarında aşıkların kanı bedava akar. Yani canın bir önemi yoktur. Bu uğurda çok sayıda Allah dostu canlarını feda etmişlerdir.

11. Hacı Bayram-ı Velî tasavvufta özel bir konum olan Tadmayan Bilmez hususuna işaret eder. Tasavvuftaki, bu sevgi, ölüm, herşeyini feda, fena, beka gibi hallerin anlaşılması o hallerin yaşanması ile mümkündür.Yaşamayan cahiller boşuna söz söyler kuru gürültü yaparlar.

12. Bu son mısralarda Hacı Bayram-ı Velî ben bu tasavvufi tecrübeleri yaşadım, bu şiirimle size anlatıyorum diyor. Gönül şehrinin sokaklarını her yeriyle iyice öğrenen Hacı Bayram-ı Velî şehrin minaresine çıkarak yani şeyhlik makamını elde ederek öğrendiklerini insanlara anlatıyor, onları doğru yola çağırıyor.

İLÂHÎ SAVT

1. Hiç kimse çekebilmez,
Pektir feleğin yayı.

2. Derdine gönül verme,
Bir gün götürür vayı.

3 .Gelür güle oynaya,
Al (da)dır seni çapüktür.

4. Bir bunculayın fitne,
Kande bulurarayı

5. Bir fani vefasızdır,
Kavline inanma hiç.

6. Gah yoksulu bay eyler,
Gah yoksul eder bayı.

7. Çün yüzün dündürdü,
Bir lahza karar etmez.

8. Nice seri pay eder,
Döner ser eder payı.

9. Denir vahit vahdette,
Kasretde kanı tefrik.

10. Hızr ermedi bu sırra,
Bildirmedi Musa’yı.

11. Hayran kamu alimler,
Bu ma’ninin altında.

12. Kaf’dan Kaf’a hükmeden,
Bilmez bu muammayı.

13. Miskin Hacı Bayram sen,
Dünyaya gönül verme.

14. Bir ulu imarettir,
Alma başa sevdayı.

Açıklama:

1. Hacı Bayram-ı Veli bu mısrada dünya denilen imtihan yerinin çeşitli sıkıntılarla ve zorluklarla dolu olduğunu ifade ediyor. Kur’ân-ı Kerim’de ise Allahû Teala Bakara-155’de ‘ Elbette biz sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan,canlardan, ürünlerden eksiltmekle sınarız, sabredenleri müjdele’ buyurmaktadır.

2. Dünyanın derdine fazla dalma, onun stresinden kendini çek çıkar, onun malına mülküne süsüne aldanma zira hepsinin sonu ‘ Vay ’ dır.Yani pişmanlıktır.

3. Dünyanın yüzü tatlıdır, insanı çeken parası, altını, elbisesi, süsü, çeşitli eşyaları vardır. Dünyaya dalan ahiretini ihmal eder, bu nedenle eli çabuk olan dünya herkesi çabucak kendine çeker.

4. Dünya o kadar fitne dolu ki bunlara dayanamamaktan kaynaklanan aman feryatları ne kadar çok, ne kadar yaygındır. İnsanların geneli dünyaya aldanır.

5. Dünya geçicidir, fanidir, kendisine bağlanana vefası yoktur. Onu mezara kadar takip eder ancak kendisini çok seven insanı orada bırakır, insan mezarda yanlız kalır.

6 .Dünya o kadar vefasızdır ki bir bakarsın fakiri zengin etmiş, bir bakarsın onu yeniden fakir etmiş, hiç düzeni ve kararı yoktur. Bu yüzden insan zenginliğine güvenmemeli fakirliği içinde üzülmemelidir.

7. İnsana yüzünü döndürdü mü bir an beklemez elinden geleni yapar ve ahireti unutturur bu nedenle iki yüzlüdür, dünyaya güvenilmez.

8. Dünya nice ayağı baş yapar, bazende başları ayak yapar.

9. Vahid (bir) vahdette ( birlik halinde)dir. Kesret (çokluk yani dünya) düşünülünce nerede kalır aradaki fark. Allah’ın birliğinin yanında bu dünyanın çokluğu. Kendisi bir olan Allah, çoklukta da bir olarak kendisini göstermektedir. Ancak bu ikisinin arasındaki farkı nasıl anlayacağız?

10. Bu sırrı Hızır bile bilmedi, Allah Musa’ya bildirmedi. Teklikte teklik ile çoklukta teklik arasındaki fark nedir? En üstün insanlar bile bunun sırrına eremedi. Dünya çokluğunda Allah’ın tecelli etmesi bu tecelli olmadan da bir olması...İkisi de aynı neticeye varıyor, ama aradaki ince sır gibi fark nedir?

11. Bunun ifade ettiği anlam o kadar derin ki çok bilgisi olan insanlar bile bu işin içinden çıkamadılar.

12. Kaf’tan Kafa’a hükmeden yani bütün dünyayı yöneten hükümdarlar bile dünya ve ifade ettiği vahdet sırrı konusunda aciz kaldılar. Dünya ile iç içe olan onlar ve dünyayı en iyi bilende onlar ama bu konuda çaresizler.

13. Ey Hacı Bayram dünyanın durumu bu.. .O halde bu vefasız aldatıcı dünyaya gönül verme ona kanma. Tasavvufta insanı Allah’a ulaştırmada engel olan herşeye dünya denmiştir. Bu bakımdan Hacı Bayram-ı Velî Hz.’leri kendine dünyaya gönül verme, ona tapma, sadece Allah’ı bil, O’na kul ol demektedir.

14. Sevda büyük imarettir, Allah’tan başka bu büyük imaret yeri olan dünyaya meyletme, bu dünyayı sevme… Hacı Bayram-ı Velî’nin hem dünyadan uzak kalması hem de dünyada yaşaması, kalben vahdeti cismende kesrette vahdeti yaşamasından başka birşey değildir. Çünkü mutasavvıflara göre dünya kalınıp sürekli bağlanılacak yer değildir. Ama dünyanın da imar edilmesi red edilmemiş Hacı Bayram-ı Velî tarafından dünyevi sosyal faaliyetler (üretim,tarım, hayvancılık, fakirlere yardım ) özellikle desteklenmiştir ve çalışma tavsiye edilmiştir.

Hacı Bayram Veli’nin tasavvuf felsefesi incelediğimizde günümüze kadar gelen bu dört şiirde de görüldüğü gibi çeşitli tasavvufi tecrübeler yansıtılmaktadır. Şiirlerde geçen fakr, fena, mahv, muhabbet, yanmak, Allah’ın adını anmak, dünyaya gönül vermemek, kendini bilmek nura dayanmak gibi konular tasavvufun ana temalarını oluşturmaktadır. Hacı Bayram Velî’nin günümüze değin gelen kesin dört eseri olmakla birlikte Osmanlı Devleti’ni ahlakî, dînî, iktisadî ve siyasî açıdan geniş ölçüde etkilemiştir.