SIRATI MUSTAKÎM’İN 7 SAFHASI
4/NİSÂ-167: İnnellezîne
keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın
yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için)
uzak bir dalâletle sapmışlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âyet-i
kerimede zikredilen kâfirler; “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur,
ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır” diyenlerdir. Bir insan, sadece ölümle
insan ruhunun Allah’a ulaşmasına inanıyorsa doğal olarak dünya hayatında
Allah’a ulaşmayı dilemeyecektir. Dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyen bu
kâfirler başkalarını da “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur”
tarzında bir yanlış inanca yönlendirmek suretiyle onları Allah’ın yolundan
saptırdıkları için uzak bir dalâlet içindedirler. İnsanlar hanif fıtratıyla
doğmuşlar yani tek Allah’a inanmak ve Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle
doğmuşlar. Tebliğe muhatab olanlardan her kim tebliğe ilgisiz kalırsa Allahû
Tealâ Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde belirtildiği gibi hassalarına
engeller koyar. “Hassaları engelli bu kâfirlere söylesen de söylemesen de
netice değişmez. O kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri mühürlüdür.”
diyor.
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun
aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de
onlar için eşittir, onlar mü’min olmazlar. 2/BAKARA-7: Hatemallâhu
alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum
azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının
üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti.
Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.
Bütün
kâfirlerin kalpleri mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara
yutturduğu bir şeyle mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir.
Îmân kelimesi inanmak anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu
insanları aldatmak için bir vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi için 7
tane kalp şartına, 7 tane inanç şartına, 4 tane de vasıf şartına sahip olması
lâzım biliyorsunuz.
1- Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak Allahû Tealâ
2- Kişinin kalbinin mührünü açacak
3- Yerine ihbat koyacak
4- Allahû Tealâ kalbine hidayetle ulaşacak
5- O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha çevirecek
6- Göğsünden kalbine nur yolu açacak
7- Mürşidine tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesi yazılacaktır.
Allahû
Tealâ kalbe hidayetle ulaşmadıkça, yani kalbin içine îmân girmedikçe hiç
kimsenin mü’min olamayacağını söylüyor Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesi.
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ,
kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve
in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe
gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû
olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin.
Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat
ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez.
Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”
Bu
7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı gerekli.
1- Allah’a inanmak
2- Meleklerine inanmak
3- Resûllerine inanmak
4- Kitaplarına inanmak
5- Bâsu badel mevte inanmak
6- Hayrın Allah’tan şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7- Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak, hayattayken ulaştırmak, bunun
farziyetine inanmak.
Ve
4 tane de hidayet şartı
1- Ruhun hidayetine başlamış olmak
2- Fizik vücudun hidayetine başlamış olmak
3- Nefsin hidayetine başlamış olmak
4- İradenin hidayetine başlamış olmak
Ruhun
hidayeti, Allah’a ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik
vücudun hidayeti, fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya
başlamasıyla başlar. Nefsin hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye
başlamasıyla devreye girer.
Öyleyse
3 ayrı vücudumuz 3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi
olacak. Böyle bir dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
1-
7 tane kalp şartı
2-
7 tane inanç şartı
3-
4 tane hidayet şartı
Kişi
o zaman îmânı artan mü’min olur. Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada
bahsettiği insanlar “Onlar ki kâfirdirler diyor. İnnellezîne keferû diyor ve
Allah’ın yolundan saptırırlar diyor.” İnnellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler.
ve saddû saptırırlar, an sebîlillâhi Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen
baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet
içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
Öyleyse
bu insanlar Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerine îmân
girecekti ve küfür alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı.
Allah kalbin içine îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için
kâfirler. Allah’ın yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da
Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Yeryüzündei fesat sebebi bu insanlar. Bakın ne
diyor Allahû Tealâ Rad 20-21’de:
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi
ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini,
nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle
birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini)
bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ
emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını
emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı
huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Onlar
diyor Allahû Tealâ: “Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle
misaklaerini bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine
getirirler. Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
Allah’a ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha
ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.”diyor Allahû Tealâ.
Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a
ulaştırılar.
Aynı
surenin 25. âyet-i kerimesine bakıyoruz bu âyetler 20 ve 21. âyetlerdi. Diyor
ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı
vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanların da
hidayete ermesine mani olurlar.”
13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne
ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve
yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (Allah’a ruhlarını, vechlerini,
nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak
verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve
iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a)
ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve
yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına
mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü
(cehennem) onlar içindir.
İşte
başka insanların da hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var,
Nisa-167 gereğince. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar
diyor. Orada da bu sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin
25. âyet-i kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet
rabıtası var.
Öyleyse
bu illiyet rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay
var sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler. Allahû Tealâ burada açıkça
“Onlar Allah’ın yolundan saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için
yeryüzünde fesat çıkardıkları neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168,
167’nin devamı.169’da bir konuyu bütünlüyor.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne
keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum
tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri
(başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret
edecek değildir ve yola (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet edecek
değildir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ diyor ki: “İnnellezîne keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû,
ve zalimlerdir.” Niçin zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önledikleri
için zalimler. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince onların
hidayetine mani oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi
yeryüzünde fesat çıkartıyorlar. Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar.
İsyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar
bu sebeple. Ve başka insanların hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ
hükmünü koyuyor “Onlar zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm
ederler. Başkalarına mani oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar.
“İnnellezîne keferû ve zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem
yekunillâhu li yagfire lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ.
Allah onların günahlarını sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların
günahlarını sevaba çevirmez.
Eğer
başka insanlar da yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani
Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları
anda onların bütün günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince
Allah sevaba çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek
olanlardan bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim
tövbe ederse mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar
cehenneme gitmezler. Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar
amilüssalihat yapmaya başlarlar diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor
ikinci işaret. Onların bütün günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata
çevirir, sevaba çevirir yani onların bütün negatif derecelerini, nakıs
derecelerini, kaybettikleri derecelerini Allah zahid derecelere pozitif derecelere, kazanç derecelere çevirir
yani onların günahlarını sevaba çevirir.” diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve
71’de de diyor ki: “Onların ruhları tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a
ulaşır.”
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene
ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim
hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile
sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi)
işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır
(hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).
İşte
sevgili kardeşlerim, görüyorsunuz ki Allah ile olan
ilişkilerimizde her şeyin en güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola
girmedikleri için mürşidlerinin önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları
da sevaba da çevrilmiş değil. “Allah onlara mağfiret etmez yani onların
günahlarını sevaba çevirmez.” diyor. Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz
diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları ulaştırmaz tarîkâ.”
Sevgili
kardeşlerim tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4
sebilden oluşur. Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah,
devrin imamının dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki
Mustakîm başlar. Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane
gök katını aşan yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol
başlayacaktır. Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı
içerisinde her şey adım adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem
geçilir Sıdretül Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve
dördüncü sebîl dikey bir yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh
Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah
olur. Allah’ın Zatında fani olur, Allah’ın evliyası olur.
İşte
burada Allahû Tealâ “Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci
sebîli aşarak Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor.
Eğer tâbî olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba
çevirecekti hem de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî
olanların mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor.
Nebe-38, mürşidin önünde yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan
ruhun Allah’a ulaşması.
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel
melâiketu saffâ(saffan), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle
sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf
saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse
konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul
hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî
olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine
Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a
ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
4/NİSÂ-169: İllâ
tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi
yesîrâ(yesîren).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder,
ulaştırır), onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için
kolaydır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Öyleyse
bütün insanlar için söz konusu olan bir dizayndan bahsediyor Allahû Tealâ.
Burada Allahû Tealâ’nın yolunda her şeyin en güzel olduğu bir dizaynda yaşamak
söz konusu. Hepiniz için bütün güzellikler mevcut Allah’ın yolunda.
Öyleyse
Allahû Tealâ’nın açıkça ifade ettiği gibi;
1-
Yola girmeyen kâfir kalanlar var.
2-
Yola giren yani Sıratı Mustakîm’e ruhu ulaşan ve mü’min olanlar var.
1-
Günahları sevaba çevrilmeyenler var.
2-
Günahları sevaba çevrilenler var.
1-
Dalâlette olanlar var.
2-
Hidayette olanlar var.
İnsanlar
Allah’a ulaşmayı dilemedikçe dalâlettedirler.
6/EN'ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere
bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le
ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay’ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca:
“Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.”
dedi.
26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa
(A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.
93/DUHÂ-7: Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
Dalâlette olanların ise kurtuluşu söz
konusu değil. İşte Allahû Tealâ burada onlar uzak bir dalâlet içindedirler
buyuruyor. Kur’ân-ı Kerim’de 7 âyet-i kerime dalâlette olan insanların mürşidlerine
ulaşmasının mümkün olmadığını söylüyor.
1.
Âyet: Kasas-50
28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke
fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri
huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme
davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir
hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha
çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete
erdirmez.
2.
Âyet: Taha-123
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan
ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe
menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz
(şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka
hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz
ve şâkî olmaz.”
3.
Âyet: Kehf-17
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat
tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum
fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe
huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen
murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve
battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar,
onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın
âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o
hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse)
artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
4.
Âyet: Casiye-23 (Hevalarına tâbî olanlar Kasas-50’ye göre mürşidlerine tâbî
olmayanlar.)
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze
ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve
ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu
ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve
kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde)
kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ
tezekkür etmez misiniz?
5.
Âyet: Cuma-2
62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl
ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul
kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden
(görevlendiren) O’dur. Onlara, O’nun (Allah’ın) âyetlerini okur, onları tezkiye
eder (nefslerini temizler), onlara Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) ve hikmeti
öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık
bir dalâlet içinde idiler.
6.
Âyet: Âli İmran-164
3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu
alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve
yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le
fî dalâlin mubîn(mubînin).
And olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi
zamanlarında, kendi kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek
(başlarının üzerine devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)"
nimetlendirdi (lutufda bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet
eder, onları tezkiye eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise
(resule tâbi olmadan evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.
7.
Âyet: Ahkâf-32
46/AHKÂF-32: Ve men lâ yucib
dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu,
ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı)
aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar
apaçık dalâlet içindedirler.
Allahû
Tealâ dalâlette olanların mutlaka mürşidlerine tâbî olmayanlar olduğunu
söylüyor. Öyleyse Allah’a ulaşmayı diledikten sonra mürşide tâbî olmak
kurtuluşun temelidir. Böyle bir durumda Allahû Tealâ’nın ifadesini yerli yerine
oturtmak mecburiyetindeyiz.
1. SAFHA
6/EN'ÂM-39: Vellezîne
kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu
yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar
içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse onu dalâlette
bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah’a ulaştıran yol) üzerinde
kılar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada açık bir hüviyette iki tür
insan görüyoruz: Dalâlette olanlar, hidayette olanlar. Dalâlette olanlar, kör,
sağır ve dilsiz olanlardır. Allahû
Tealâ, gözlerinde hicab-ı mesture olup o gizli perde sebebiyle göremeyen,
kulakları normal olarak duyduğu halde vakra sebebiyle işitemeyen insanlardan
bahsetmektedir. Onlar irşada müteallik hususları işitemez, mânâsına varamazlar.
Mürşide (Allah’ın Resûl’üne) baktıkları zaman, o Resûl’ü, Resûl olarak kabul
etmezler. Kendileri gibi alelâde bir insan olarak kabul ederler. Hatta ona
hakaret ederler, her türlü kötülüğü yapmaya her zaman hazırlardır. Öyleyse
onlar, sağırlar, dilsizler, körler... Ve bunların müşterek vasıfları olan
ölüler...
Allahû Tealâ, ölülerin
işitemeyeceğini, davete sadece işitenlerin icabet edeceğini, işitemeyenlerin de
ölüler olduğunu buyuruyor.
6/EN'ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne
yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak işitenler icabet eder. Ve Allah, ölüleri (ölü olan
sem’î isimli işitme hassasını, ölü olan fuad isimli idrak hassasını, ölü olan
basar isimli görme hassasını) diriltir. Sonra ona döndürülürler. (Hayatta iken
ruhu mürşid eliyle Allah’a döndürülür.)
Bunlar gözlerinde hicab-ı mesture,
kulaklarında vakra, kalplerinde ekinnet olanlardır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah derhal onu işitir, bilir ve
görür. Derhal o kişinin gözündeki hicab-ı mestureyi alır; o kişi mürşidi,
“mürşid” olarak görmeye başlar. Kulaklarındaki vakrayı alır; o kişi irşada
müteallik olan şeyleri işitir ve bir an evvel tâbî olmak için Allah’ın
mürşidine ulaşmaya çalışır.
Allahû Tealâ kalbindeki ekinneti alır, yerine
ihbat koyar. Kişi irşad makamının söylediği, irşada müteallik şeyleri sadece
işitip mânâsına varmakla kalmaz, kalbine indirir ve onları idrak eder. O zaman
kişi artık dirilmiştir. (En’am-36 ile Casiye-23 arasında illiyet rabıtası
vardır.)
45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze
ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve
ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min
ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim
(onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve
kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde)
kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ
tezekkür etmez misiniz?
(En’am-36 ve 39 ile İsra-45 ve 46 arasında da illiyet
rabıtası vardır.)
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne
cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben
mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden
evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture
kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir
perde koyduk).
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim
ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl
kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh
edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra
(işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman
nefretle arkalarına döndüler.
Her âyet, bir başka cepheden yeni
bir şey ilâve eder ve daha başka cephelerden de olayın görülmesini sağlar.
Allah kimi dilerse onu dalâlette
bırakır. Onlar ölüdürler, ölüler aynen ölü olarak kalırlar. Ama Allah kimi de
dilerse onu Sıratı Mustakîm’e ulaştırır, ruhunu Allah’a ulaştırır, onu ölü
olmaktan kurtarıp hayata getirir. Bu, Allah’ın yolundaki bir hayatın
başlangıcıdır. “Ölü olmak”, ruhun vücuttan ayrılmasıyla noktalanır. Burada yeni
bir hayat başlar ve devam eder.
Öyleyse kimler dalâlettedir? Kör,
sağır ve dilsizlerin hepsi dalâlettedir.
Kimler hidayettedir? Kalp
gözlerindeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı, kalplerindeki ekinneti
Allah kimlerden alırsa işte onlar hidayet üzere olanlardır. Ve Allahû Tealâ’nın
verdiği 12 ihsanla kişi kör, sağır ve dilsiz olmaktan kurtulur; görmeye,
işitmeye, idrak etmeye başlar ve konuştuğu zaman da “Allah’ın dili” olarak
vasıflandırdığı insanların konuştukları gibi konuşur.
İnsanlar, Allahû Tealâ “Allah kimi dilerse”yi
ne zaman kullanırsa, “Allahû Tealâ’ya ulaşmayacak bir kişi de olsa Allah onun
Kendisine ulaşmasını istediği için o kişi mutlaka Allah’a ulaşacaktır.”
şeklinde düşünürler. “Allah’a ulaşacak bir talebin sahibi bile olsa kişi Allah
istemezse o kişi asla Allah’a ulaşmayacaktır.” diye farklı bir yoruma gidenler de vardır.
Dikkat edin Allahû Tealâ kişilerin
kendi iradelerinden bekler sonuçları. Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse
onun gideceği yer cehennemdir.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne
likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ
gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru
bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer
ateştir (cehennemdir).
Eğer bir kişi Allah’a ulaşmayı
dilerse, Allah onu Kendisine ulaştırmayı garanti ediyorsa, kişisel irade (cüz’i
irade) ile Allah’ın iradesi arasında mutlak bir beraberlik söz konusudur. Kim
Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’ın verdiği bir söz var; onu mutlaka Kendisine
ve cennetine ulaştıracak. Öyleyse Allahû Tealâ sadece Allah’a ulaşmayı dileyen
kişiyi cennetine ulaştırır ve sadece bu insanı dalâletten hidayete alır.
Dilemeyen bir kişiyi, “O dilemese de ben onu cennetime alırım.” diye, Allahû Tealâ cennetine almaz. Aksine onu
cehenneme göndereceğine dair kesin işaretler koymuştur Kur’ân-ı Kerim’e.
Öyleyse kulun talebini Allahû Tealâ
Kur’ân-ı Kerim’de temel veri olarak kabul eder ve talep varsa kişisel yardımını
onun üzerine odaklar. Allah’ın iradi yapısı, Allah’a ulaşmayı dileyen bir kul
için mutlaka onu Kendisine ulaştıracak şekilde tecelli eder. Allah’a ulaşmayı
dilemeyen herkes için, onu Kendisine ulaştırmayacak şekilde oluşur ve bu
sebeple insanlar kendi diledikleri ile cehenneme girerler. Kim Allah’a ulaşmayı
dilerse, Allah onun yardımcısıdır, mutlaka onu Kendisine ve cennetine
ulaştırır. Kim de Allah’a ulaşmayı dilemezse, Allah ondan razı değildir, onun
yardımcısı da değildir. Ayrıca, mürşidler de yardımcısı değildir ve onu
kurtarabilecek kimse yoktur. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse onu
kurtaramaz, Allah kurtarabilecek durumdadır, ancak koyduğu kanunlar gereğince O
da kurtarmaz.
Allah’ın bir adı “El Adl”, bir adı
“El Hakk” tır. Hak ve adalet Allah’ın birer terazisiyse, o te-raziye göre
Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanları kurtarması mümkün değildir. Öyleyse “Kimi
dilerse onu dalâlette bırakır.” sözündeki “dalâletteki insanlar”, Allah’a
ulaşmayı dilemeyenlerdir. Dilemedikleri için mürşidlerine hiçbir zaman
ulaşamayacak olanlardır.
Allahû Tealâ, 10 tane âyet-i kerime ile “Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin mürşidlerine ulaşması
hiçbir zaman söz konusu olamayacağı için, herhangibir mürşide ulaşsalar da,
ihsanla ulaşmış olmadıkları için kurtuluşlarının mümkün olmaması hasebiyle,
insanların dalâlette kaldığını” söylüyor.
1) 28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû
leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi
gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme
davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir
hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha
çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete
erdirmez.
2) 20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan
ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe
menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz
(şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka
hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz
ve şâkî olmaz.”
3) 18/KEHF-17: Ve
tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet
takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min
âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil
fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve
battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar,
onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın
âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o
hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse)
artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
4)
(45/CÂSİYE-23)
5) 62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl
ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul
kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden
(görevlendiren) O’dur. Onlara, O’nun (Allah’ın) âyetlerini okur, onları tezkiye
eder (nefslerini temizler), onlara Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) ve hikmeti
öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık
bir dalâlet içinde idiler.
6) 3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu
alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve
yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le
fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü’minlerin (başlarının) üzerine (devrin
imamının ruhu) bir ni’met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin
içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O’nun (Allah’ın) âyetlerini
tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan
evvel (resûle tâbî olmadan evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde
idiler.
7) 46/AHKÂF-32: Ve men lâ
yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı)
aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar
apaçık dalâlet içindedirler.
8) 16/NAHL-36: Ve le kad
beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid
dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul
mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin)
içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı
dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap
etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti
üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının
(dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece
yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
9) 39/ZUMER-23: Allâhu
nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve
kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve
men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve
salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab’a müteşabih
(benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir.
Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır).
İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah,
kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
10) 7/A'RÂF-186: Men
yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi
(hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın
(bir halde) terkeder (bırakır).
Ve Allahû Tealâ, Sıratı Mustakîm’in
üzerinde olanların dalâlette olmayanlar olduğunu buyuruyor. Fatiha Suresinde:
“Bizi mürşidimize ulaştıracak olan yardımı yalnız Senden dileriz. Bize
mürşidimizi göstererek, ona tâbî olmamızı temin et ve bizi böylece Sıratı
Mustakîm’e ulaştır. O yol ki başlarının üzerinde ni’met olanların yoludur. Kendilerine
gadap duyulan insanlar ve dalâlette olanlar da Sıratı Mustakîm’in üzerinde
bulunamazlar.” diyoruz.
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke
nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE
(mürşidimizi) isteriz.
1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel
mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e (Allah’a ulaştıran
yola) hidayet et (ulaştır).
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte
aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı’nın
ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve
dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Allahû Tealâ, insanların başlarının
üzerinde oluşan devrin imamının ruhu olan, bu ni’meti nasıl verdiğini
açıklıyor. (58/MUCÂDELE-22)
Dalâlette olanların Sıratı
Mustakîm’in üzerinde bulunmadığı bu âyette de kesinlik kazanmaktadır.
İki ayrı grup insan:
1- Dalâlette olanlar, gidecekleri
yer cehennem olanlar.
2- Sıratı Mustakîm’in üzerinde
olanlar, gidecekleri yer Allah’ın cenneti olanlar.
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve
zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın
mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından,
zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları
Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ,
evvelki âyetlerde önce peygamberlerden bahsetti, hepsinin hidayete erdiğini
söyledi (hepsi tasarruf takvasına ulaşmışlardı). Burada da peygamberlerin
babalarından, onların zürriyetlerinden, gelecek nesillerinden, kardeşlerinden
bir kısmını seçerek, Sıratı Mustakîm’e ulaştırdığını söylemektedir.
10/YÛNUS-25: Vallâhu
yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin
mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder
ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e
ulaştırır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ diyor ki:
“Allah selâm yurduna davet eder.”
Selâm, selâmet, salim,
Islâm, teslim, müslim, müslüman kelimeleri (28 ayrı açıdan 28 kelime
türeyebilir) “slm” kökünden gelmektedir. Bilelim ki “sin”, “lâm” ve “mim” den
oluşan, “slm” kökünden gelen bu kelimeler, Kur’ân-ı Kerim’de en çok mânâlandırıldığı
şekliyle “teslim”i ihata eder. Onun için Allahû Tealâ’nın selâm yurduna davet
etmesi aslında teslim yurduna davet etmesidir.
Allahû Tealâ, Allah’a
ulaşmayı dilemeyi ve ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasını, 12 defa farz kılmıştır.
Mutlaka ruhun Allah’a ulaşması lâzımdır. Allah’a ulaşınca teslim olur. Buradaki
“selâm” kelimesinin muhtevası, teslimdir. Çünkü Allahû Tealâ, âyet-i kerimede
buyuruyor ki: “Allah kimi, o selâm yurduna ulaştırmayı dilerse, o kişiyi Sıratı
Mustakîm’e ulaştırır.”
Sıratı Mustakîm’e
ulaştırırsa ne olur? (4/NİSÂ-175)
Sıratı Mustakîm, insan
ruhlarını Allah’a ulaştıran yoldur.
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve
zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın
mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve
kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu
ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî
bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla
hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba
olurdu (boşa giderdi).
(3/ÂL-İ İMRAN-73) - (2/BAKARA-120)
Net olarak Allahû Tealâ
bizlere Sıratı Mustakîm’in hidayete erdirdiğini, Allah’a ulaştırdığını
söylüyor. Allah’a ulaşan ruh, Allah’ın Zat’ında yok olur, ifna olur. Bu, ruhun
Allah’a ulaşması ve O’na teslim olmasıdır. Seyr-i sülûk adlı bir yolculukla,
insan ruhu Allah’a ulaşmış ve Rabbine teslim olmayı başarmıştır.…
Burada Allahû Tealâ
“selâm yurdu” demekle, Allah’ın Zat’ını kastediyor. Allah’ın Zat’ı, teslim
yurdudur. Ne kadar ruh varsa hepsi Allah’tan gelmiştir ve Allah’ın Zat’ına
mutlaka geri dönecektir. Ne zaman ruh Allah’ın Zat’ında yok olursa, işte o
zaman herkes için asıl hedefe ulaşmak söz konusudur. Allah’ın Zat’ında yok
olmak, vuslata nail olmak, ruhu Allah’a hayattayken teslim etmek, Allah’ın 12
defa farz kıldığı bir hususu gerçekleştirmek demektir. Allahû Tealâ, son derece
açık olarak: “Allah’a dön ve teslim ol.” diyor: (39/ZUMER-54)
- (4/NİSÂ-58)
Yunus Suresinin 25.
âyet-i kerimesinin de Allah’a davet eden 12 âyetten biri olduğunu hatırlatırız:
“Allah selâm yurduna
(veya teslim yurduna) davet eder ve kimi dilerse onları Sıratı Mustakîm’e
ulaştırır. O Sıratı Mustakîm ki, Allah’a ulaştıran yoldur.”
Davet, Allah’ın Zat’ınadır.
22/HACC-54: Ve li
ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite
lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun
(irşad makamının, Velî Resûl’ün, Nebî Resûl’ün) söylediklerinin Rabbinden bir
hak olduğunu bilmeleri, O’na îmân etmeleri, onların kalplerinin O’nu (Allah’ı)
idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak
kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a
ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet edendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ kendilerine
ilim verilenlerden bahsetmektedir.
Kendilerine ilim verilenler, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir. Allahû
Tealâ onların dileklerini görerek Rahmân
esmasıyla onların üzerine tecelli etmeye başlamış, gözlerindeki hicab-ı
mestureyi, görme hassalarının üzerindeki gışaveti, kulaklarındaki vakrayı
almış, işitme hassalarının mührünü açmış, kalplerindeki mührü açarak küfür
kelimesini ve ekinneti dışarı almıştır.
Aynı zamanda burada geçen “onun” kelimesi, irşad makamını, resûlü ve
nebîyi ifade etmektedir. “O’nu” kelimesi ise Allah’ı temsil etmektedir. İrşad
makamının söylediklerini idrak etmek, Allah’ı idrak etmektir. Allahû Tealâ,
Allah’ı idrak etmelerini sağlamak için ekinnetin yerine ihbat sistemini
koymuştur.
Âyet-i kerimenin içinde bir idrak müessesesi vardır. Ve Allahû Tealâ
işlemlere başlar. Bu işlemlerle Allah kalbi kasiyet bağlamış olan bu kişinin
kalbinin mührünü açarak küfür kelimesini alır. Kalbindeki ekinneti alır ve
yerine ihbat koyar. Bunun neticesinde kişinin
göğsünden kalbine yol açılır ve kalbindeki kasiyet zikirle yok olur. Zikir
Allah’ın katından salâvat ve rahmet getirir. Ve rahmet kalbe sızar. Sızdığı
kadar karanlığı, nefsin afetini dışarıya atar. Kişi mürşidine ulaştıktan sonra
nefs tezkiyesi başlar, nefsin karanlıkları devamlı dışarıya atılmaya başlanır.
Karanlıkların yerini faziletler alır. Mürşide ulaşıp tâbî olmak ruhun
vücuttan ayrılarak Allah’a ulaşmak üzere Sıratı Mustakîm’e varmasını, mutlaka
sağlar. Sıratı Mustakîm’e ulaşan ruhu Allah mutlaka Kendisine ulaştırır.
2. SAFHA
2/BAKARA-45: Vesteînû
bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Istiane sabırla ve namazla yalnız
Allah’tan istenebilir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)
buyurmaktadır: “Cebrail kardeşimin bana öğrettiği iki namazdan biri ISTIHARE,
diğeri HACET namazıdır.”
Kişi
bir kararın kendisi için uygun olup olmadığını ISTIHARE namazı kılarak
Allah’tan sorabilir. Bu iki rekâtlık namazda Fatiha’dan sonra Kâfirun Suresi
okunur. Ikinci rekâtta da Fatiha’dan sonra Ihlâs Suresi okunur ve Allah’tan
yapmak istenen şeyin ya da kararın uygun olup olmadığı sorulur.
Eğer Allahû Tealâ beyaz veya yeşil
renklerin hakim olduğu bir rüya göstermişse kararın uygun, siyah veya kırmızı
renklerin olduğu bir rüya göstermişse uygun olmadığı anlaşılır.
İkinci namazın adı HACET namazıdır
ve şöyle kılınır:
1. Rekât: Subhaneke +
Fatiha + 3 Âyetel Kursî
2. Rekât: Fatiha +
Ihlâs + Felâk + Nâs
Oturuş: Ettehiyyatu
3. Rekât: Fatiha +
Ihlâs + Felâk + Nâs
4. Rekât: Fatiha +
Ihlâs + Felâk + Nâs
Oturuş: Ettehiyyatu +
Allahumme Salli + Allahumme Barik + Rabbena
Ve kişi Allah’tan hacette bulunur:
“Yarabbi benim mürşidim kim, bana onu göstermeni dilerim. “Dünyaya ya da manevî
âleme ait birşey isteniyorsa yine hacet namazı kılınır. Allahû Tealâ
“namazla”sözüyle hacet namazını ifade etmektedir. Insanlar vardır hem Allah’a
ulaşmayı dilemezler hem de hacet namazını kılarak Allah’tan devamlı
mürşidlerini sorarlar. Allahû Tealâ da onlara sabırlı da olsalar mürşidlerini
hiç göstermez. Bu insanlar kendi kendilerini aldatırlar: “Ben Allah’a ulaşmayı
diliyorum ama Allah bana mürşidimi göstermiyor” diyerek yalan söylerler. Çünkü
Allahû Tealâ buyurmaktadır:
29/ANKEBÛT-5: Men
kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul
alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Eğer kişiler huşû sahipleriyse kesin
şekilde inanırlarki ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklardır ve
ölümden sonra da ruhları tekrar Allah’a bir defa daha geri dönecektir.
Hacet namazı kılınıpta Allah’tan
sorulduğu zaman o şeye ehil olunmalıdır.
Hacet namazını kılan kişi huşû
sahibiyse yani Allah’a ulaşmayı gerçekten diliyorsa ve mürşidini Allah’tan
sorduysa Allah’ın o kişiye mürşidini daha ilk seferde göstermemesi mümkün
değildir. Işte bu dizayn içerisinde âyet-i kerime Allah’tan istianenin nasıl istenmesi
gerektiğini ifade etmektedir. Ve kişi huşû sahibi olmuşsa Allahû Tealâ mutlaka mürşidini gösterecektir ve istianeyi ona
ulaştıracaktır. Rum Suresinin 31. ve Ankebut Suresinin 45. âyet-i kerimelerinde
geçen namazın hacet namazı olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü ancak nefs
tezkiyesine başlayan ve zikirle yerine getirilen namaz kişiyi fuhşiyattan ve
münkerden men edebilir. Mürşidine ihsanla tâbî olan herkes nefs tezkiyesine
başlayacağı için zikirle namaz kılmayabilir.
Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz
hadîsinde “ümmetim içinde ilk kaldırılacak şey huşûdur, son kaldırılacak şey
namazdır” buyuruyor. Huşûyu oluşturan, kalben dünya hayatında Allah’a ulaşmayı
dilemektir. Günümüz Islâm tatbikatında Allah’a ulaşmayı dilemek tatbikattan
çıkarıldığı için huşû ortadan kaldırılmıştır. Hacet namazıyla Allahû Tealâ’dan
mürşid sorulması halinde ancak huşû sahiplerine mürşid göstereceğini Allah
garanti etmiştir. Ama Allah’a ulaşmayı dilemek tatbikattan çıkarıldığı için
huşû ortadan kaldırılmıştır. Bunun sonucu hacet namazı da ortadan
kaldırılmıştır. 14 asır evvel Hz Muhammed (S.A.V) Efendimiz’in ümmetinin içinde
ortadan kaldırılacağını bildirdiği “huşûyu ve hacet namazını” Hidayet Çağı’nda
Allahû Tealâ’nın öğretisiyle Allah’ın Resûlü Mehdi (A.S) bizlere öğretiyor.
2/BAKARA-46: Ellezîne
yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ
mürşide ulaşmayı herkesin üzerine farz kılmıştır. Bu bir emirdir. herkes
sabırla ve hacet namazını kılarak Allah’tan mürşidini istemek
mecburiyetindedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, Bakara-45 ve 46. ayetlerin
muhtevasına girmezler. onların Allah’tan istiane istemeleri netice vermez.
Allah onlara mürşidlerini göstermez. Çünkü gerçekten dilemiş olsalardı Allahû
Tealâ bu talebi mutlaka o kişinin kalbinde işitecek, görecek ve bilecekti.
Allahû Tealâ, mürşidi sadece huşû sahiplerine gösterir.
Allah’a ulaşmayı
istemiyorsanız huşû sahibi değilsinizdir. Çünkü insanlar Allah’a ulaşmayı
dilemezlerse Allah da onları kendisine ulaştırmayı dilemez. Allah hep kalbe
bakar. Kalpte böyle bir talep varsa o zaman talebiniz üzerine mürşidi gösterir.
Kişi huşû sahibi değilse, Allah’a ulaşacağına inanmıyorsa hiçbir zaman hacet
namazı da kılmayacaktır: (5/MÂİDE-35)
Kim Allah’a
ulaşmayı dilerse, o kişi Allahû Tealâ’dan Allah’a ulaştırmaya vesile olacak
kişiyi isteyecektir. Devrin imamı vesile değildir, ulaştırandır. Ulaştırma
keyfiyetini bu dünya üzerinde gerçekleştirebilen kişi sadece devrin huzur
namazının imamıdır. Kim Allah’a ulaşmayı diliyorsa ve ruhunu hayattayken Allah’a ulaştıracağına
mutlaka inanıyorsa o kişi huşû sahibidir ve hacet namazını kıldığı gece mutlaka
Allah ona mürşidini gösterecektir.
Hacet namazının
ardındaki neticeyi Bakara-46’da açıklıyor: Huşû sahipleri için mürşidlerine
ulaşmak zor değildir. Allahû Tealâ onlara mürşidlerini gösterir. Huşû
sahiplerinin vasfı ise ölmeden evvel ruhlarını Allah’a ulaştıracaklarına kesin
şekilde inanmalarıdır.
O halde öldüğü
zaman kişinin vücudundan ruh çıkmayacaktır; çünkü kişinin vücudunda ruh yoktur.
Azrail (A.S)’ ın görevini yapması için ruh Allah’ın katından geri gelir. Ve
Azrail (A.S)’ın yardımcıları onu alır, tekrar Allah’ın katına çıkarır. Rücu
kelimesi ruhun Allah’a geri dönüşüdür.
1/FÂTİHA-6: İhdinas
sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane’n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM’e
(Allah’a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
İstiane, Sıratı
Mustakîm’e ulaşmak için istenilmektedir.
Sıratı Mustakîm, insan
ruhunu Allah’a ulaştıran yolun adıdır.
(4/NİSÂ-175) (15/HİCR-41)
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve
zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın
mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve
kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah’a ruhu
ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî
bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû
ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla
hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba
olurdu (boşa giderdi).
Kişi Allah’a ulaşmayı
dilediği andan itibaren 1. Sıratı Mustakîm’in üzerindedir. Daha sonra kişiyi
mürşide ulaştıran 2. Sıratı Mustakîm’dir.
3. Sıratı Mustakîm,
Tarîki Mustakîm’i de içerisine alan 4 tane sebîlden oluşur. Vuslatla, Allah’ın
Zat’ında yok olmakla, sığınağa sığınmakla noktalanır. Allah’ın Zat’ına ulaşmak,
Allah’a mülâki olmak, bu Sıratı Mustakîm ile gerçekleşir.
Mürşide tâbiiyetle
beraber, devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelip, ruhuna vücudu
terketmesini emreder. Hangi mürşide tâbî olduysa onu Allah tayin etmiştir:
16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli
ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün
yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar
vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi
Her mürşidin bulunduğu
dergâhtan devrin imamının bulunduğu ana dergâha, gözle görülmeyen yeryüzünün
sathına paralel yollar vardır. Bu yollar “sebîl” adını alırlar. Kişinin ruhunu
tâbî olduğu dergâhtan devrin imamının dergâhına kadar ulaştırır. Bundan sonraki
kesim Tarîki Mustakîm adını alır.
Kişinin ruhu vücudundan
ayrılır ve Allah’a doğru yola çıkmak üzere ana dergâha ulaşır.
Fatiha-5 ve sonucunda
Fatiha-6 ile Bakara-46 kişinin ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmaya yakîn
hasıl ederek kesinlikle inanan kişileri kapsar. İşte bu kesin inancın sahibi
olan insanlar, mürşidlerine ulaşırlar ve ruhlarını Allah’a ulaştıracak olan
Sıratı Mustakîm’e, mutlaka ulaştırırlar.
5/MÂİDE-16: Yehdî
bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen
nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi
onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları
karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm’e hidâyet eder
(ulaştırır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bir evvelki
âyette “Allah’tan size bir nur” gelmiştir diyor, bu âyette “onları zulmetten
nur’a çıkarır” diyor. Yani insanlar için Allahû Tealâ bir nuru ileri sürüyor.
Acaba nur kimler için geçerlidir? Buna baktığımız zaman âyetin gerçek ruhuna
ulaşıyoruz.
Allahû Tealâ rızasına
tâbî olanları teslim yollarına, nura ulaştırıyor ve onları zulmetten nura
çıkarıyor. Zaten âyet-i kerimenin kelimelerindeki sırada, önce teslim
yollarına, sonra da zulmetten nur’a çıkarma söz konusudur. Birinci teslim yolu,
kişinin bulunduğu yerden ruhunun vücudundan ayrılarak tâbî olduğu mürşidin
dergâhına ulaştıran yol birinci sebîldir. İkinci sebîl tâbî olduğu mürşidin
dergâhından devrin imamının ana dergâhına ulaştıran yoldur. Bunun ikisi bir
bütünü teşkil eder.
Tarîki Mustakîm zemin
kattan başlayan yedinci gök katında biten bir yoldur. Birinde aşağıdaki zemin
kattaki ana dergâhın çıkış kapısı altın kaplı ve dergâhın içinden dışa,
Allah’ın yarattığı göklerin yedinci katına ulaştırmak için kullanılıyor.
Yedinci kattaki kapı da,
bu yoldan gelenleri 7. katın içine almak için kullanılıyor. Birisi çıkış
kapısı, birisi yolun bitimi ve 7. kata giriş. Böylece iki muhteva bir araya
geliyor ve 7. katın neticesinde de herşey tamamlanmış oluyor. Allahû Tealâ
burada “Allah’ın rızasına tâbî olan kişiyi, onunla yani resûlüyle teslim
yollarına hidayet eder, ulaştırır” “Sırat-ı Mustakîme ulaştırırım”diyor. Bir
insanın Sıratı Mustakîm’e ulaşması, yani teslim yollarına ulaşması için,
mürşidine ihsanla tâbî olması ve böylece ruhunun vücudundan ayrılması gerekir.
Bu kişi mürşidine tâbî
olduğu zaman başının üzerine Devrin İmamı’nın ruhu gelir yerleşir. Kişinin ruhu
da vücudundan ayrılarak Sıratı Mustakîm’e ulaşır. Evvelâ ait olduğu dergâha
ulaşır. Sonra 1. kata çıkma yetkisini aldığı zaman ana dergâha ulaşır. Ve
oradan da “seyri sülûk” isimli Allah’a doğru olan yolculuğuna başlar.
Burada Allahû Tealâ bir
evvelki 15. âyet-i kerimede hem bir nur olan Kur’ân-ı Kerim’den hem de
resûlünden bahsediyor. Ve Allahû Tealâ rızasına tâbî olan kişiyi, bununla
hidayete erdirir dediği zaman hem resûlünü vasıta olarak söylüyor hem de
Kur’ân-ı Kerim’i. Hiç kimse resûle tâbî olmadan Allah’a ruhunu ulaştıramaz.
Aynı zamanda kişi Kur’ân’daki hükümlere de tâbî olmalıdır. Öyleyse Allahû Tealâ
“bununla” kelimesiyle her ikisini de kastetmiş oluyor. Çoğul kullanmamış ama
muhtevadan bunu çıkartıyoruz. Çünkü tâbiiyet mutlaka resûle, mutlaka
mürşidedir. Ama burada Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den bizatihi
bahsediyor. Onun tâbiiyetine girmekle, ona tâbî olmakla kişiler
kurtulabiliyorlar. Allah’ın yoluna girmek şerefine erebiliyorlar.
23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ
tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve
cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik.
Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları
birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan
kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
19/MERYEM-36: Ve
innallâhe rabbî ve rabbukum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun
mustekîm(mustekîmun).
Ve muhakkak ki Allah, benim Rabbim ve sizin
(de) Rabbinizdir. O halde, O’na kul olun! İşte bu Sıratı Mustakîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Sıratı Mustakîm tarifi
verilmiştir:
Allah’a ulaşmayı dilemek 1. kulluk
1. Sıratı Mustakîm,
Mürşide tâbî olmak 2. kulluk 2.
Sıratı Mustakîm,
Ruhun Allah’a ulaşarak kul olması 3.
kulluk 3. Sıratı Mustakîm,
Fizik vücudun Allah’a kul olması 4.
kulluk 4. Sıratı Mustakîm,
Nefsin Allah’a kul olması 5. kulluk
5. Sıratı Mustakîm,
İrşad olmak 6. kulluk 6. Sıratı
Mustakîm,
İradenin Allah’a kul olması 7.
kulluk 7. Sıratı Mustakîm’dir.
Ve hepsinin toplamı Ana Sıratı
Mustakîm’i oluşturur.
Hz. İsa, “Allah, benim babamdır.”
demiyor. “Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.” diyor.
Burada ne yazık ki bir sürü lüzumsuz
tartışma devreye girmektedir. Çünkü hristiyanlar cevap veremedikleri bir suali
davet ediyorlar.
“Hz. İsa, Allah’ın oğludur.”
dedikleri zaman cevap arayanlar “Allah bir insan mıydı?” diye sormak
mecburiyetinde kalıyorlar. Ona da cevap verilemiyor. “Tabii ki değildir.”
deniyor. O zaman bir tartışma konusu açılıyor.
Oysaki Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de,
bunun sadece bir emir olduğunu, Allah’ın “ol” emriyle Hz. İsa’nın olduğunu,
Allahû Tealâ’nın bir insan olmadığını, insanları yaratan olduğunu ifade
etmektedir. Bu konuda tartışmalara girmemek, muhakkak ki en hayırlısıdır.
Kıyâmet günü Allahû Tealâ, açıklamasını zaten yapacaktır. Kıyâmetten evvel Hz.
İsa’nın dünyaya indirileceği de kesindir.
Hz. İsa’nın Allah’ın katına ölü veya
diri olarak ulaşması, Allah için neticeyi değiştirmez. Çünkü Allah, bir anda
öldürür, bir anda diriltir. Allah’ın katında Hz. İsa, şu anda canlıdır. Ve
oradaki 1 gün buradaki 1000 yıla eşit olduğuna göre 2 gün daha yaşlanmıştır.
(Allah’ın katına ulaştığı noktadan itibaren hayatta olduğunu kabul ediyoruz.)
Ve Allahû Tealâ’nın oğlu olması asla söz konusu değildir.
19/MERYEM-43: Yâ
ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan
seviyyâ(seviyyen).
Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (düzgün, seviyeli, Allah’a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).
Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (düzgün, seviyeli, Allah’a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, Hz. İbrâhîm’i irşad makamının sahibi kılmıştır. Nebî
olduğu için de huzur namazının imamıdır. Ve kendisine ilim verilen, insanları
hidayete erdiren kişidir. Onun için “Seni ben, Allah’a ulaştıran seviyeli bir
yola hidayet edeyim, ulaştırayım.“ demektedir.
Bir putperest olan babası Hz. İbrâhîm’e tâbî olsaydı, mutlaka o
hedefe ulaşacaktı. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de amcasını Allah’ın yoluna
almak için çok uğraştı ama amcası kabul etmedi. Kendinden küçük, oğlu yerindeki
birisine tâbî olmak, ona ağır geliyordu. Ve neticede de Allah’ın yoluna
giremeden, hidayete eremeden öldü. Allahû Tealâ o yüzden buyuruyor ki:
28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe
yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak
ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah’a
ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri
(hidayete erenleri) daha iyi bilir.
Kim mürşidine tâbî olursa, ruhu vücudundan ayrılarak birinci yatay
Sıratı Mustakîm üzerinde olur. İşte bu Sıratı Seviyye’dir. Kişinin ruhunu
Devrin İmamı’nın dergâhı’na ulaştırır.
43/ZUHRÛF-61: Ve
innehu le ilmun lis sâati, fe lâ temterunne bihâ vettebiûni, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve muhakkak ki o, gerçekten o saat
(kıyâmetin zamanı) için bir ilimdir (bilgidir). Öyleyse ondan sakın şüphe
etmeyin! Ve Bana (Allah'a) tâbî olun! İşte bu, Sıratı Mustakîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kıyâmetten evvel Hz. İsa
mutlaka yeryüzüne, bu dünyaya inecektir. Ve ineceği zamana da çok yaklaşmış
bulunuyoruz. Hz. İsa’nın ineceğinden, kıyâmetten evvel dünyaya geri
döneceğinden ve kıyâmetten sakın şüphe etmeyin ve Allah’a tâbî olun. İşte bu
Sıratı Mustakîm’dir.” buyruluyor. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an 1. Sıratı
Mustakîm’in üzerindesiniz. Allahû Tealâ, Zuhruf Suresinin 61. âyet-i
kerimesinde (bu âyette) 1. Sıratı Mustakîm’i işaret etmektedir.
Kişi Allah’a ulaşmayı
dilediği anda taguta kul olmaktan kurtulur. Allah’a kul olur. Allah’a kul
olması, Allah’a tâbî olması demektir. Kişi ilk Sıratı Mustakîm’in üzerinde
olur. Allah ile olan ilişkilerde Sıratı Mustakîm kavramında Allah’a uymak (tâbî
olmak) müessesesi Allah’a ulaşmayı dilemekle tecelli eder.
Allahû Tealâ, Zumer
Suresinin 17. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte
en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap
ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler
(Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı
müjdele!
Sahâbe, Allah’a ulaşmayı
dileyerek, şeytana, taguta kul olmaktan içtinap etmişti. Yani taguta kul olan
sahâbenin Allah’a ulaşmayı dileyerek (Allah’a yönelerek) Allah’a kul olduğu
ifade buyrulmaktadır. İşte burası kişinin Allah’a tâbî olduğu noktadır ve kişi
Allah’a ulaşmayı dilediği anda kurtulmuştur. Çünkü o kişi taguta kulken Allah’a
kul olmuştur ve Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın emrine uymuştur, Allah’a
tâbî olmuştur.
3. SAFHA
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne
en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının)
üzerlerine (Devrin İmamı’nın ruhunu) ni’met olarak verdiklerinin yoludur.
Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerin) yolu değil.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, Sıratı Mustakîm’e ulaşan kişinin
tarifini vermektedir. Kişi mürşidine ulaştığı zaman eğer Allah’a ulaşmayı
diliyorsa yedi şahidin huzurunda bu görünür. Devrin imamının ruhu kişinin
başının üzerine gelir, kişinin ruhu vücudunu terkedip Sıratı Mustakîm’e ulaşır.
Sadece başının üzerinde ni’met bulunan yani devrin imamının ruhu başının
üzerinde olan kişi Sıratı Mustakîm’in üzerindedir. Bu yolculuk, Allah’ın
ihsanlarının ni’mete çevrildiği günün sahibine ait olan bir yolculuktur.
Sıratı Mustakîm, Allah’ın gadap duyduğu
kişilerin yolu değildir.
Allahû Tealâ, Kendi davetine icabet ederek
mü’min olanların duasına, davetine icabet ettiğini ve onları irşada kadar
götüreceğini ifade etmektedir.
Davete icabet edilmesi veya
edilmemesi iki âyet-i kerimede çok açık anlatılmaktadır.
13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı),
vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı
keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul
kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına
davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya,
onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona
ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların
ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey
değildir.
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî
annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel
yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara)
yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O
halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar
(Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad
olurlar).
49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum
resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve
lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum ve kerrehe
ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda
size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı
sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih
gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
İrşada ulaşmak Bakara-186’da mü’min olmakla
başlar. Mü’min olan kişi Allah’a ulaşmayı dileyerek kalbine îmân girendir ve bu
kişi Sıratı Mustakîm’in üzerindedir. Sıratı Mustakîm üzerinde olan kişi Allah’a
ulaşmayı dileyip, mürşidine tâbî olduğu zaman ni’met sahibi olur.
Allahû Tealâ gadap duydukları kâfirlerdir.
Kâfir ise Allah’a ulaşmayı
dilemeyen, kalbinde küfür kelimesi yazan ve Sıratı Mustakîm üzerinde bulunması
imkânsız olan kişidir. Fatiha-7’nin sonunda “dalâlette olanların yolu değildir”
buyurmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de aşağıdaki âyet-i kerimeler Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerin dalâlette olduğunu ifade etmektedir:
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû
lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men
yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz
mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve
O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
23/MU'MİNÛN-17: Ve
lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).
Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol
yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada, ruhun yolculuğunun devam
ettiği 7 tane gök katını birbirine bağlayan yollardan söz edilmektedir. Ruh,
her katta ayrı bir işleme tâbî tutulur ve neticede Allah’a ulaşır. Bu yolun adı
Tarîki Mustakîm’dir.
Allah’ın üzerimizde 7 gök katını
zemin kata bağlayan 7 tarîk (yol) yarattığı kesinleşiyor. Bu Tarîki
Mustakîm’dir. Bu katları aşarak 7. gök katına ulaşan ruhumuz 7 yatay âlem aşmak
suretiyle illiyyini geçerek sidretil münteha’ya ulaşır. Oradan dikey bir
yolculukla Allah’a ulaşır.
4/NİSÂ-175: Fe
emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve
fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah’a âmenû
olanları (ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyenleri) ve O’na
(Allah’a) sarılanları ise, (Allah) kendinden bir rahmetin ve fazlın içine
koyacak ve onları, kendisine ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e hidayet edecektir
(ulaştıracaktır).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sıratı Mustakîm bir yol, Allah’a ulaştıran bir
yol. Yehdîhim ileyhi, onları ona ulaştıracak olan Sıratı Mustakîm’e
ulaştıracaktır. Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaştıran yolun adıdır. Burada da Allahû
Tealâ Sıratı Mustakîm’in açık bir vasfını veriyor.
Sevgili kardeşlerim, Sıratı Mustakîm nedir? diye sorun. Cevap alacaksınız, doğru yol. Nemene bir
doğru yol bu doğru yolun vasfı nedir? Diyeceklerdir ki kim İslâm’ın 5 tane şartını
yerine getirirse işte o Sıratı Mustakîm’dedir, doğru yoldadır. Namaz kılan,
oruç tutan, zekat veren, hacca giden, kelime-i şehadet getiren
herkes Sıratı Mustakîm’in üzerindedir diyecekler. Ve siz de onlara diyeceksiniz
ki aldanıyorsunuz, hiç kimse İslâm’ın 5 tane şartını yapıyor diye Sıratı
Mustakîm’in üzerinde olamaz. Sıratı Mustakîm’in üzerinde olabilmesi için bir
kişinin 7 tane kalp şartının sahibi olması lâzım, 7 tane inanç şartının sahibi
olması lâzım, 3 tane de hidayet şartının sahibi olması lâzım.
1- Kalbindeki ekinnet alınmış olacak,
2- Kalbinin nur kapısındaki mührü Allahû Tealâ açacak,
3- Kalbine ihbat konulmuş olacak,
4- Allah o kalbe ulaşıp, kalbin nur kapısını Allah’a çevirmiş olacak,
5- O kişinin göğsünden kalbine Allah nur yolu açacak,
6- Kalbin içindeki %2’lik nurla kişi huşû sahibi olacak,
7- Mürşidine ihsanla tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesini Allahû Tealâ yazacak
İşte Allah’ın büyük ni’metlerinden birisi,
Allah’ın nurlarının kalbinize gelmesi için göğsünüz şerh edildi yarıldı.
Kalbinize yol açıldı. Kalbinizin mührü açıldı ve zikir yaptığınız zaman artık
hazır hale geldiniz. Bunun ötesinde 7 tane inanç şartınız var.
1- Allah’a inanmak
2- Allah’ın meleklerine inanmak
3- Kitaplarına inanmak
4- Resûllerine inanmak
5- Basubadel mevte, ölümden sonra Allah’a
ruhun ulaşmasına, ölümden sonra kıyâmet günü insanların yeniden dirilmesine
inanmak
6- Hayrın Allah’tan, şerrin insanın nefsinden
olduğuna inanmak
7- Ruhun ölmeden Allah’a ulaşmasına inanmak
Bu 7 tane inanç şartı olur da 7 tane kalp
şartı olmazsa mü’min olamazsınız. Mü’min olmanın temelinde bir insanın kalbinin
içindeki küfür kelimesinin Allahû Tealâ tarafından alınması ve kalbin içine
mutlaka îmânın yazılması yatar.
Öyleyse sevgili kardeşlerim âyet-i kerime bu noktada çok önemli bir vasıtanın sahibi. Allahû
Tealâ, en güzele ulaştırıyor ifadesiyle. Nefsin kalbinde Allah’ın nurları
birikiyor.
Sevgili kardeşlerim burada Allahû Tealâ “Rahmetinin ve fazlını içine koyar diyor ve onları Allah’a
ulaştıran Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm e ulaştırır.” diyor. En’am
Suresi’nin 87 ve 88. âyetlerinde daha açık bir ifade kullanmış Allahû Tealâ
diyor ki: “Onların annelerinden, babalarından, evlatlarından, kardeşlerinden
seçeriz ve onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırırız.
O Sıratı Mustakîm ki Allah onları Sıratı
Mustakîm’le hidayete erdirir.” diyor. Kendi Zatına ulaştırır.
Öyleyse
Sıratı Mustakîm bir yol, Allah’a ulaştıran yol. Öyleyse Sıratı Mustakîm doğru
yoldur demek yetmez. Nasıl bir doğru yoldur? Allah’a ulaştıran doğru yoldur,
işte şimdi oldu.
Öyleyse Sıratı Mustakîm dediğiniz zaman Allahû
Tealâ’nın dizaynına bakın Sıratı Mustakîm insanların ruhlarını Allah’a
ulaştıran yolun adı. (6/EN’AM-87
– 88)
İşte bu âyette bu sebepten, o En’am 87 ve
88’in illiyet rabıtasına sahip olan bir âyet. Aynı zamanda Allahû Tealâ Nur
Suresinin 21. âyet-i kerimesinde: “Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize
olmazsa içinizden hiçbiriniz ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz.” diyor.
Ne oldu? İşte gene rahmet ve fazl. Her ikisinde de henüz mürşide ulaşmamış bir
insanın durumu var. Rahmetin ve fazlın üzerlerine ulaşması böylece onların
Sıratı Mustakîm e ulaştırmak.
24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ
tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu
ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve
rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu,
vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim
şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu
taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı
ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin
üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri
ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye
eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
Öyleyse Nur-21 ile de bu âyet-i kerime bir
illiyet rabıtasının içinde. Zümer-23’le de alâkalı. Allahû Tealâ Zümer-22’de
diyor ki: “Sadece Allah’ın göğüslerini şerh ettiği ve kalbine ulaştığı
kişilerin kalbine Allah’ın nuru ulaşabilir.”
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu
sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil
kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa
artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri
kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler. 39/ZUMER-23: Allâhu
nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu
culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ
zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men
yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve
salâvâtı), ikişer ikişer (salâvât-fazl ve salâvât-rahmet), Kitab’a müteşabih
(benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir.
Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur
(yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir.
Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
Ve görüyoruz ki insanlar var. O insanlar bütün
güzellikleri yaşamak için varlar. İşte burada bir muhteva var. Sevgili kardeşlerim her şeyi Allahû Tealâ en güzel
standartlarda size ulaştırmış Kur’ân-ı Kerim’iyle ve hep güzellikleri
anlatıyor. İşte bu âyetinde aynı güzellik var. Sıratı Mustakîm’in Allah’a
ulaştıran yol olduğunu Allahû Tealâ bir defa daha üzerine bastırarak açıklıyor.
3/ÂLİ İMRÂN-101: Ve
keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluh(resûluhu),
ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve size, Allah'ın ayetleri okunurken ve
aranızda O'nun (Allah'ın) resulu varken, siz nasıl inkâr edersiniz Ve kim
Allah'a sımsıkı tutunursa, artık o Sıratı Mustakim'e (Allah'a ulaştıran yola)
hidayet olunmuştur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu âyette de münafıkların,
Hucurat-7’de sahâbenin durumunu anlatıyor Allahû Tealâ: (49/HUCURÂT-7)
Ve
münafıklara bir de kurtuluş reçetesi vermeyi unutmuyor Allahû Tealâ.
Buradan anlıyoruz ki Allah kimsenin düşmanı değildir, bütün insanların
dostudur. Herkesi kurtarmak ister. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
29/ANKEBÛT-45: Utlu
mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil
fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ
tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl).
Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve
Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir
Bakara-151’de de aynı şeyi söylüyor:
“O’nun resûlü de aranızdayken.”
Hucurat-7’de olduğu gibi, sahâbeye
ve aralarında olduklarına göre aynı zamanda münafıklara hitap ediyor.
2/BAKARA-151: Kemâ
erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve
yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû
ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl
(Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve
sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de
ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.
Başlangıçta birtakım insanlar,
Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘e samimiyetle inanmışlar ve kalplerine îmân
yazılmış ve hak mü’min olmuşlar. O insanlardan bir kısmı sonradan kitap
sahiplerinin, şeytanın ve başka tesirlerin altında, Peygamber Efendimiz
(S.A.V)‘den şüpheye düşmüşler. Öyle olunca Allahû Tealâ onların kalplerine
yazdığı îmân kelimesini kalplerinden almış, tekrar küfür kelimesini yazmış ve
mührünü açtığı kalbi tekrar mühürlemiş. Böylece insanlar îmândan küfre
dönmüşlerdir.
Hucurat-7, kalplerindeki îmân
kelimesiyle onların kalplerini tezyin ettiğini, pırıl pırıl nura ulaştırdığını
söylüyor. Al-i Imran-101’de Hucurat-7’nin tersi olan bir işlem görüyoruz.
Allahû Tealâ çok açık bir şekilde insanların küfre dönmesini yani kalplerindeki
îmân kelimesini alıp yerine küfür kelimesini yazdığını söylüyor. Kalpleri de
mühürlüyor. Herşey eski hüviyetine geri dönüyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in
ruhunu, onların başlarının üzerinden alıyor.
Ama münafıklara ikinci bir kurtuluş
yolu açıkça gösterilmiş. Kalbine küfür yazılmasına rağmen kim Allah’a ulaşmayı
dilerse o, Sıratı Mustakîm’e ulaştırılır.
Nisa Suresinin 175. âyet-i
kerimesinde daha açık bir ifade var: (4/NİSÂ-175) (6/EN'ÂM-87, 88)
4. SAFHA
36/YÂSÎN-60: E lem
a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum
aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul
olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir
düşmandır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Türkçe’de
“ahd almak” olarak da “ahd vermek” olarak da kullanılan kelime, âyet-i kerimede
“ahd almak” olarak geçmektedir. Allahû Tealâ bizden bir talepte bulunuyor. O
talebi gerçekleştirmek üzere bizden aldığı söz, Allah’ın bizden aldığı ahddir.
Türkçe ile Arapça arasındaki uyum, Türkçe’de kullanılan kelimelerin farklılığı
sebebiyle “Ben size ahd vermedim mi?” veya “Sizden ahd almadım mı?” “Sizin üzerinize ahd olmadı mı?”
mânâsındadır.
Şeytana
kul olmak herkesin başlangıçtaki durumudur. Herkes hayata şeytana kul olarak
başlar. Bir kişi Allah’a yönelmedikçe, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe tagutun
(insan ve cin şeytanların) kuludur. Kişinin kurtulduğu nokta, Allah’a ulaşmayı
dilediği (Allah’a yöneldiği) noktadır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte
en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap
ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler
(Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı
müjdele!
Bu
âyet-i kerime başlangıçta sahâbenin de bütün insanlar gibi taguta kul olduğunu
ama Allah’a yönelerek (Allah’a ulaşmayı dileyerek) taguta kul olmaktan
kurtulup, Allah’a kul olduğunu belirtmektedir. Çünkü Allahû Tealâ sahâbe için
“kullarım” ifadesini kullanmaktadır. Sahâbe, taguta kul iken Allah’a kul olmayı
başarmıştır.
Yasin
Suresinin bu âyet-i kerimesi ise şeytanın bize apaçık bir düşman olduğunu kesin
olarak ifade etmektedir.
36/YÂSÎN-61: Ve
eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd
almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu
Kur’ân’ın dışındaki 22 tane Kur’ân-ı Kerim mealinin hepsi Sıratı Mustakîm’i hep
“doğru yol” diye kullanıyor. Sıratı Mustakîm, “istikamet üzere olan yol”
demektir. Ayrıca Allah “Sırat-ı ileyye mustakîm”, “Bana istikametlenmiş yol”
ifadesini kullanmaktadır. “Doğru” kelimesi hedefi yok ediyor.
“Doğru yol” taguta kul olmaktan
kurtulup, Allah’a kul olmaktır, Allah’a ulaşmayı dilemektir.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği andan
itibaren birinci Sıratı Mustakîm’dedir. Yasin Suresinin 60 ve 61. âyet-i
kerimelerinde taguta kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olduğunuz noktada
birinci Sıratı Mustakîm üzere olduğunuzun kesin olarak ispatı söz konusudur.
5. SAFHA
6/EN'ÂM-161: Kul
innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete
ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak
Sıratı Mustakîm’e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm’in milletinin
dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ, “teveffethu; onu vefat
ettirir” diyor. Buradaki vefatın, ölüm olduğunu görüyoruz. Aynı kelime, 60.
âyet-i kerimede uykuya giriş, bu âyette ölmek anlamını taşımaktadır. Görülüyor
ki kelime yapısından hareket edildiği
zaman aynı kelimeler başka başka âyetlerde aynı mânâyı vermemektedir. Allahû
Tealâ’nın aynı kelimelerden hareketle aynı kökten gelen kelimeleri kullanmak
suretiyle hangi mânâyı vermek istediğini, Allah’ın ne demek istediğini anlamak,
en doğru şekilde Allah’tan öğrenmekle mümkündür.
Bu
iki âyet-i kerimede kalın çizgilerle olaylar çok bellidir. Allahû Tealâ bizleri
ecelimiz tamamlandığı zaman öldürür. Ecel, vade demektir. Vademiz tamamlandığı
zaman ölüm vuku bulmaktadır.
Münafıklar diyorlar ki: “Kardeşlerimiz
Uhud Savaşı’na iştirak etmeselerdi ölmeyeceklerdi.” Bu şayia yayılır yayılmaz,
Allahû Tealâ âyetini indirir; “Hayır öyle değil! Onlar sürüklene, sürüklene
evlerinden alınıp o öldükleri noktaya getirileceklerdi ve orada ve o an
öleceklerdi.”
Öyleyse ölüm, hem zaman koordinatı
olan; yılın, ayın, günün, saatin, dakikanın, saniyenin belli olduğu ve
kesinleştiği, hem de mekân koordinatı olan paralel ve meridyenin belli olduğu
bir koordinatlar sistemidir. Ölümün hangi paralel ve meridyenin kesişme
noktasında, hangi ülkenin, hangi şehrinin, hangi mahallesinin, hangi sokağında
olduğu, hem dikey ordinatı (meridyen), hem de yatay ordinatı (paralel) belli
bir noktayı oluşturur. Bütün dizaynlarda ölüm, hem zaman açısından, hem de
mekân açısından bize mutlaka koordinatları verir.
Öyleyse ölüm dediğimiz zaman, Allahû
Tealâ’nın bir “ecel-i müsemması” var. İsmi konulmuş ve vadesi tayin edilmiş
olan bir muhtevadır. Bir evvelki âyet-i kerimede ecel-i müsemmayı (vadesi
konulmuş) gördük. Hem zaman konusundan, hem mekân konusundan koordinatları
tayin edilmiş, ismi konulmuş. Ecel-i müsemma, bu açıdan kesin bir olgudur.
Başka bir âyet-i ke-rimesinde Allahû Tealâ diyor ki: “Ne bir dakika evvele
alınır, ne bir dakika geriye alınır.” O kişinin
vadesi dolduğu zaman o dakika, o saniyede koordinatları belli olan,
enlem ve boylamı belli olan yerde, kişi orada, o anda ölecektir. Âyette geçen
“üzerinize muhafaza edici, koruyucu gönderir” demekle devrin imamının ruhunu
ifade ediyor. (40/MU'MİN-15) (58/MUCÂDELE-22)
6. SAFHA
6/EN'ÂM-153: Ve
enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe
teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum
tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan
yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde
sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti).
Böylece siz takva sahibi olursunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ, 152. âyet-i kerime ile 153. âyet-i kerimeyi birbirine bağlamıştır.
Allahû Tealâ, 152’de “Allah ile olan ahdinizi yerine getirin. İşte bu Allah’ın
sizi bağladığı, taahhüt altına koyduğu
ve vasiyet ettiği şeydir.” buyuruyor. Açıklamasını da 153. âyette veriyor;
“Allah ile olan ahdiniz Sıratı Mustakîm’dir.” diyor. 4 tane Sıratı Mustakîm:
1-
Ruhun Sıratı Mustakîm’i
2-
Fizik vücudun Sıratı Mustakîm’i
3-
Nefsin Sıratı Mustakîm’i
4-
İradenin Sıratı Mustakîm’i
Ruhun
Sıratı Mustakîm’i; bir yükselme yoludur. Ruhunuz dünya adı verilen bu
gezegenden, sizden ayrılarak sonsuz bir hızla, sonsuz bir mesafe kat ederek
Allah’ın katına ulaşır ve yedi tane âlem geçer.
Yedinci
âlemde Sidret-ül Münteha’ya ulaştığı zaman İndi İlâhi’de dikey bir yolculukla
Allah’ın yokluktaki Zat’ına ulaşarak, Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu vuslattır;
ruhun Allah’a ulaşıp, Allah’ın Zat’ında ifna olması, yok olması, fenafillah
makamının sahibi oluşunuz.
Ruhunuz,
14. basamakta ihsanla mürşidinize tâbî olduğunuz taktirde, sizden ayrılır.
Allah’a doğru bu yolculuğu yapar. Allah’ın Zat’ında yolculuk biter. Nerede tâbî
olduysanız, tâbî olduğunuz noktadan itibaren ruhunuz sizden ayrılmıştır.
Mürşidinizin dergâhına ulaşmıştır. Oradan 1. gök katına çıkmak imkânına
kavuştuğunuz an Nefs-i Emmare’yi %7 nurla tamamladığınız an, ana dergâha
(devrin imamının dergâhı) ulaşır. Oradan da 1. kata çıkmaya başlar. Sonra 2. 3.
4. 5. 6. 7. gök katlarına birer, birer tırmanır. Sonunda da Allah’a ulaşır. Bu,
ruhun kendi âlemindeki reel bir yolculuğudur. Kendi âleminde fizik
standartlarda yolculuk edip, Allah’a doğru yükselir. Sonunda Allah’ın Zat’ına
erer, kişi “ermiş” olur. Allah’ın evliyası olur. Ruhun Sıratı Mustakîm’i,
Allah’ın Zat’ında sona erer. Bu bir yücelme değil, yükselme yoludur. Fizik
standartlarda, fizik olarak adına “seyr-i sülûk” denilen bir yolculuktur.
Sonra
fizik vücudun, ardından da nefsin Sıratı Mustakîm’i söz konusudur. Nefsiniz,
nefs tezkiyesi yapar. Nefsin kalbindeki afetler azalır. Yerlerine ruhun
hasletlerinin paralelinde olan faziletler gelip yerleşir. İşte böyle bir
dizaynda ilk %7 nur birikiminde nefsin kalbindeki afetler %7 azalmıştır.
Şeytan, sadece nefsinizin afetlerine tesir edebileceği için şeytanın tesir
alanı da %7 küçülmüştür. İkinci defa %7 nur birikiminde şeytanın tesir etme
imkânı, %7 daha küçülmüştür. Bunun mânâsı, fizik vücudunuz başlangıçta şeytanın
bütün emirlerine itaat ederken, nefsinizin afetleri yok oldukça %7, %7 şeytanın
emirlerine değil, Allah’ın nurlarının kontrolünde, Allah’ın nurlarının
emirlerine itaat eder. Nefsinizin kalbine yerleşen fazıllar, Allah’ın bütün
emirlerinin mutlaka yerine getirilmesini, yasak ettiği fiillerin de asla
işlenmemesini gerçekleştirir. Ama sahip olduğu yüzdede bunu yapabilir. Nefs-i
Levvame’de, nefsinizin kalbindeki nurlar henüz %14’dür. Huşûyla beraber
%16’dır. Sonra yedişer, yedişer yükselecektir. Nefsinizin kalbindeki
faziletlerin oranı yükseldikçe, şeytanın üzerindeki hakimiyeti adım, adım
azalacak ve fizik vücudunuz da şeytana kul olmaktan o seviyede, aynı miktarda
kurtulacak ve aynı miktarda Allah’a kul olacaktır. Böylece Allah’a olan kulluğu
devamlı artacaktır.
İşte
ruhunuz Allah’a ulaştığı zaman nefsinizin kalbindeki nurlar %49 ve huşûdaki %2,
ile %51 olmuştur. Artık nefsinizin kalbi, şeytanın hakimiyetinden kurtulmuştur.
Allah’ın nurlarının yani Allah’ın hakimiyetine girmiştir. Artık 100 üzerinden
51 Allah’ın emirlerine itaat eden bir fizik vücut vardır. %51’den daha fazla
emirlere itaat ve %51’den daha fazla yasaklara riayet söz konusudur. Öyleyse
fizik vücudunuz, adım adım şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olur.
Nefsinizin kalbinde afetler azaldıkça, nefsinizin dizaynı da şeytanın
hakimiyetinden Allah’ın hakimiyetine dönük bir muhteva kazanır. Nefsinizin
afetleri devamlı azalır. Ve %50’yi geçtikten sonra afetlerin azalmasıyla
nefsiniz Allah’a teslim olma yolunda önemli bir mesafe alır.
Nefsiniz
bir rehinedir. Ruhunuz Allahû Tealâ’ya ulaştıktan sonra nefsiniz gene
rehinedir. Ne zaman ki 22. basamakta ruhunuz Allah’ın Zat’ında ifna olursa, yok
olursa fenâ makamının sahibi olursunuz. 23. basamakta beka makamının sahibi
olursunuz, altın taht ihsan edilir. 24. basamakta zikriniz günün yarısını aşar,
zühd sahibi olursunuz. Ve %81 nur ile fizik vücudunuz Allah’a teslim olur. Bu
teslime ulaşıncaya kadar, ruhunuzun Allah’a teslim olmasına rağmen nefsiniz bir
rehine olmakta devam eder. Fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i, fizik
vücu-dunuzun Allah’a teslim olduğu noktada tamamlanır (25. basamak).
Fizik
vücudunuz da, nefsiniz de, ruhunuz da, iradeniz de aynı anda kulvara girerler.
Aynı anda herbiri kendi Sıratı Mustakîmleri üzerinde iki tanesi aklanmaya
başlar, bir tanesi (ruhunuz) yolculuğa, “seyr-i sülûk”a çıkar. İradeniz ise
nefsinizin afetleri azaldıkça güçlenmeye başlar. Ve fizik vücudunuzun Allah’a
teslim olduğu 25. basamağa kadar nefsiniz bir rehine olmakta devam eder. Önce
bir tek emanet vardı; ruhunuz. Ruhunuz Allah’a ulaşıncaya kadar, fizik
vücudunuz bir emanet değildi. Ama ne zaman ki ruhunuz Allah’a ulaştı, o zaman nefsiniz gene rehine olmakta
devam eder ama, fizik vücudunuz emanet hüviyetine girer. 23., 24. ve 25.
basamakta fizik vücudunuz, “fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i” olarak
yücelmeyi oluşturur ve Allah’a teslim olur. Hâlâ nefsin kalbinde bu sırada %19
karanlık vardır, henüz nefs, daimî zikre ulaşmamıştır. Ama o %19’u hiç nazari
itibare almayarak fizik vücut Allah’a teslim olur. Sonra nefsiniz de aynı
standarta ulaşır. Sadece bu Sıratı Mustakîm üstünde fizik vücudunuzun
teslimiyle birlikte ikinci emanet de Allah’a teslim edilmiş olur. Nefsiniz
rehin olmaktan kurtulur. O da emanet olur. Nefsiniz daimî zikir ile Allah’a teslim olur. Üçüncü Sıratı Mustakîm de
tamamlanır.
Sonra
28. basamağın 4 kademesinde 4 mertebe daha; kalp müzeyyen olur. Ve iradenizin
Sıratı Mustakîmi’nin sonunda Salâh Makamının (28. basamağın) 4. kademesinde
iradenizi Allah’a teslim edersiniz. Böylece olay biter.
İşte
Allahû Tealâ’nın bu âyette bahsettiği Sıratı Mustakîm, 4 Sıratı Mustakîm’i
birden ihata eden hüviyette bir Sıratı Mustakîm’dir.
15/HİCR-41: Kâle
hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana
yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Mustakîm” istikamet üzere olan;
“sırat” ise yol demektir. Hicr-41, “Sıratı Mustakîm” kavramı konusundaki en
önemli âyettir.
Allahû Tealâ, Sıratı Mustakîm’in
“Kendisine yönlendirilmiş yol” olduğunu açık bir şekilde belirtmektedir. İnsan
ruhunun Allah’a ölmeden evvel ulaşmasına engel olmak isteyenler, Allah’a davet
etmeyenler, Allah’a davet edenlere kızanlar Sıratı Mustakîm’in Allah’a
ulaştıran yol olduğunu gizlemeye çalışmaktadırlar.
7. SAFHA
4/NİSÂ-68: Ve le
hedeynâhum sırâten mustekîmâ(mustekîmen).
Ve onları mutlaka Sıratı Mustakîm'e
(Allah'a ulaştıran yola) iletirdik.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada bir kavramla, bir
konseptle karşı karşıyayız; Sıratı Mustakîm. Eğer zamanımızın âlimlerine
sorarsanız: “Sıratı Mustakîm nedir, bize anlatır mısın?” deseniz, size
diyecekler ki “Doğru yol.” Nasıl bir doğru yol? “Basbayağı bir doğru yol.”
diyeceklerdir. Detay istediğiniz zaman detayı bulamayacaksınız. Ama Kur’ân-ı
Kerim hiçbir şeyi havada bırakmaz. Kur’ân-ı Kerim detaylarla doludur. Allahû
Tealâ diyor ki Kur’ân-ı Kerim için: “Biz
bu Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl
ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl
kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan
ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki;
sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra
Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).
Öyleyse Sıratı Mustakîm
nedir? Mufassal bilgi Kur’ân-ı Kerim’dedir. Sıratı Mustakîm, bir yoldur.
Herşeyden evvel Allah’a ulaştıran bir yoldur. İşte Nisa Suresinin 175. ve En’am
Surelerinin 87 ve 88. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ buyuruyor: (4/NİSÂ-175)
(6/EN'ÂM-87 – 88)
Öyleyse Sıratı Mustakîm,
Allah’ın onunla Kendi Zat’ına ulaştırdığı bir yolun adıdır. Fatiha Suresinde
bütün niyazımız, yalvarışımız Allahû Tealâ’ya nasıldı: (1/FÂTİHA-5 – 6)
İstiane, Allah’tan
mürşidin istenmesidir. Allahû Tealâ Maide-35’te diyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne
âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum
tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler);
Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun
yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Vesile, mürşiddir. İşte
o vesileye ulaştığınız zaman Sıratı Mustakîm’in ne olduğu ortaya çıkar. Çünkü
ruhunuzun mürşidinize ulaştığınızda önünde diz çöküp tövbe ettiğinizde Allah’a
doğru yola çıkacaktır. Allah’a ulaştıran yola ulaşacaktır.
Bakınız ne diyor Nebe
Suresinin 39. âyet-i kerimesi? “İşte o gün Hak günüdür. Hakk’a ulaşma günüdür.”
Kişi mürşidine ulaşmış, önünde diz çökmüş, tövbe etmiş. Sonucunu anlatıyor
Allahû Tealâ: “İşte o gün Hak günüdür. Hakk’a ulaşma günüdür. O gün dileyen
kişi, neyi? Hakk’a ulaşmayı dileyen kişi, kendisine Allah’a ulaştıran Sıratı
Mustakîm’i yol ibtiaz eder.”
İşte kimin ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşırsa Allah’ın Zat’ı ona meab
olur, sığınak olur.” diyor Allahû Tealâ: (78/NEBE-39)
Allah’a ulaşmayı dileyen
kişi kendisine Allah’a ulaştıran Allah’a götüren bir yol ittiaz eder. Fatır
Suresinin 18. âyet-i kerimesinde ise Allahû Tealâ diyor ki: “Ve men tezekkâ fe
innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr, kim nefsini tezkiye etmeyi
dilerse, kim nefsini tezkiye ederse o bunu kendi nefsi için yapmış olur.”
Neden? Çünkü nefs ezelde Allahû Tealâ’ya tezkiye olacağına dair yemin verdi.
Yemin verince o nefs mutlaka yeminini yerine getirmek mecburiyetinde.
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun
vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev
kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs
salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve
ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü
(günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye
(başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi.
Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve
kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi
için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
İşte bunun yerine
getirilmesi sadedinde bir olguyla karşı karşıyayız. Yemininin, nefsimizin
yeminini yerine getirilmesi. “Ve ruhu Allah’a ulaşır.” diyor Allahû Tealâ.
Nefsini tezkiye edenin ruhu Allah’a ulaşır. Yedi kademede nefs Emmare, Levvame,
Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde 7 kademede
tezkiye olacaktır. Ve her kademede Allah’a doğru yola çıkan ruh, bir gök katı
yükselerek Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır:
Öyleyse böyle bir dizaynda
gördüğümüz o ki; kişiyle Allah arasındaki ilişkide ruhun Allah’a ulaşması
asıldır ve ruhun izleyeceği bu yolu adı Sıratı Mustakîm dir. O yolu takip
ederek kişi Allah’ı Zat’ına ulaşcaktır. İşte Allahû Tealâ, Allah’ın emrine
itaat edenleri Sıratı Mustakîm’e ulaştıracağını söylüyor.
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’e
baktığımız zaman 4 tür Sıratı Mustakîm olduğunu göreceğiz. Üç vücudumuz var,
ruhumuz, vechimiz, nefsimiz artı irademiz var. Üçü için de ayrı bir Sıratı
Mustakîm tayin etmiş Allahû Tealâ. Biz Allah’a ulaşmayı dilediğimiz zaman
Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla üzerimize tecelli edecek ve peşpeşe 7 furkan
verip 12 ihsana tamamlamak suretiyle, 12. ihsanında mürşidimizi göstererek
mürşidimize ulaştırıyor. 12 tane ihsan almadan bir insan bir mürşidin önünde tövbe
ettiği zaman bundan o kişinin bir kazancı olmaz. Hiçbir zaman devrin imamının
ruhu o kişinin başının üzerine gelip yerleşmez. Sözüme dikkat edin sadece
Allah’a ulaşmayı dilerseniz 12 tane ihsan alırsınız Allahû Tealâ’dan. O zaman
ruhunuz vücudunuzu terk eder. Öyleyse bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse
Allah Rahmân esmasıyla kişinin üzerine tecelli etmez, kişi ihsanları alamaz.
Dileseydi ne olacaktı? Dileseydi:
Allah Rahmân esmasıyla
tecelli edecekti.
1- Baş gözündeki İrşad
makamıyla arasındaki hicabı mestureyi alacaktı.
2- Basar hassasının
üzerindeki gışavet adlı perdeyi alacaktı.
3- Kulaklarındaki
işitmeye mâni olan vakrayı alacaktı.
4- Sem’î (işitme)
hassasının mührünü açacaktı.
5- Fıkıh hassasının
mührünü açacaktı.
6- Kalbindeki ekinneti
alacaktı.
7- O kişinin kalbine
hidayetle ulaşacaktı.
8- Kalbinin nur kapısını
Allah’a döndürecekti.
9- Göğsünden kalbine bir
nur yolu açacaktı.
10- Zikirle birlikte
Allah’ın katından salâvatla gelen rahmet nurları kişinin kalbine ulaşacaktı..
11- O kişi kalbine Allah’ın
katından gelen nurlarla huşû sahibi olacaktı.
12- Kişinin hacet namazı
kılması neticesinde kendisine mürşid gösterecekti.
Bu 12 tane ihsanın
sahibi olan bir kişi Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıp tâbî olduğu zaman
derhal devrin imamının ruhu Mücadele Suresi’nin 22. âyet-i kerimesine göre
başının üzerine gelecektir ve Mü’min Suresi’nin 15. âyet-i kerimesine göre; 1.
ni’met.
Sonra Allahû Tealâ 2.
ni’metini verecek; Allah o kişinin kalbine îmânın yazacak.
3. ni’met; bütün
günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1’e 10’dan 100’e çıkarılarak derecat sisteminin değişmesidir.
4. ni’met; ruhun Sıratı Mustakîm üzerine çıkmasıdır.
5. ni’met; nefsin
tezkiye olmaya başlayarak, hidayetinin başlamasıdır.
6. ni’met; iradenin
güçlenmeye başlamasıdır.
7. ni’met; fizik vücudun
da, nefsin kalbindeki aklanmalara paralel olarak şeytana kul olmaktan kurtulup,
Allah’ın kulu olma yolunda hidayetinin başlamasıdır.
4, 5, 6, 7. ni’metler;
ruh vücuttan ayrılarak ruhun hidayeti başlayacak, Allah’a doğru yola çıkacak.
Nefs tezkiye olmaya başlayarak kendi hidayetine başlayacak. Fizik vücutta bu
nefs tezkiyesine paralel olarak nefsin kalbindeki aklanmalara uygun
standartlarda adım adım şeytanın kulu olmaktan kurtulup Allah’ın kulu olmak
yolunda hidayete başlayacak. (58/MUCÂDELE-22) (40/MU'MİN-15)
Unutmayın ki şeytan,
yalnız nefsimizin afetlerine tesir edebilir. Bu afetlerin var olması halinde
şeytan bir tesir imkânının sahibi olabilir biz müsade edersek. Ve bir insan
şeytanla her zaman mücâdele edebilir. Şeytanın onu yenmesi kolay değildir, o
kişi şeytanla mücâdele ediyorsa. Öyleyse dikkat edin, şeytan sadece nefsinizin
afetlerine tesir edebilir. Öyleyse onları daimî zikre ulaşarak yok ettiğiniz
zaman şeytan size hiçbir şey yapamaz. Hiçbir tesiri artık kalmayacaktır. Çünkü
nefsinizin kalbinde afetler mevcut değildir.
Bütün bu güzellikleri
yaşamak için insanoğlu
4 tane hidayete birden adım atacak, mürşidine
ulaştığı gün. İşte o gün ruh Sıratı Mustakîm’e ulaşacak. Allah’a doğru yola
çıkacak. Aynı anda nefs tezkiyesi yoluyla nefs, kendi Sıratı Mustakîm üzerinde
nefs tezkiyesine başlayacak. Bu nefs tezkiyesine paralel olarak fizik vücut,
şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlayacak, nefs tezkiyesiyle aynı oranda. O da
kendi hidayetinin yolu olan kendi Sıratı Mustakîm’inin üzerinde olacak. Mürşide
tâbîiyetle birlikte iradenin hidayeti de başlayacak.
Öyleyse dört Sıratı
Mustakîm birden aynı anda başlıyor. Ruhumuz, Allah’a doğru bir yolculuğa
çıkıyor gerçek Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a doğru bir yol. İkinci ve 3.
Sıratı Mustakîm’ler bir yolculuk ifade etmiyor. Ne fizik vücudumuz Allah’a
ulaşıyor ne de nefsimiz Allah’a ulaşıyor. Ama her ikisi de kemal derecelerinde
olgunlaşıyor. Onların Sıratı Mustakîm’leri kemal derecelerinde olgunlaşmak
üzere.
Öyleyse böyle bir
dizaynı kemal derecelerinde olgunlaşmak istikametinde değerlendirmek
mecburiyetindeyiz. Ama Kur’ân-ı Kerim, 4 tane Sıratı Mustakîm’den bahsediyor;
ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin Sıratı Mustakîm’i.
22. basamakta ruhumuz
Allah’ın Zat’ında yok olur. 21. basamakta ise Sıratı Mustakîm’i tamamlanmıştır.
21. basamakta ruh Allah’ın Zat’ına ulaşır. Ve ruhun Sıratı Mustakîm’i burada
sona erer. Ruh iki tane yatay, iki tane de dikey sebîlden Allah’ın Zat’ına
ulaşmıştır. Nerede tâbî olduysa tâbî olduğu yerden, tâbî olduğu mürşidin
dergâhına kadar olan yol yeryüzünün sathına paralel 1. sebîldir. Birinci kata
çıkmak yetkisine ulaştığı zaman yani Nefs-i Emmare’ye ulaştığı zaman nefsinde
ulaştığı yer devrin imamının dergâhıdır. Bu iki sebîlin toplamı bir tek sebîl
eder. Birinci yatay sebîl. Nereye ulaştırır bu kişiyi? Devrin imamının
dergâhına. Orada altın kapı var. Altın kapı Tarîki Mustakîm’in başlangıcıdır.
Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan 2. sebîldir, dikey sebîldir. Yedi tane
gök katını bir bir ruhunuz aşacak, 7. katta başlangıçtaki altın kapının aynı
olan 7. kattaki altın kapıdan fethini tamamlayacak, içeri girecek. Kader
hücrelerine ulaşacaktır. Kader Hücreleri, Ümmülkitap, Kudret Denizi, Makamı
Mahmut, Divan-ı Salihin, Zikir Hücreleri ve İndi İlâhi olmak üzere yedi tane
âlem geçecek, Sidretül Münteha’ya ulaşacak. Soldan sağa doğru yatay bir
yolculuk olacak. Demek ki 1. sebîl yatay, 2. sebîl Tarîki Mustakîm dikey, 3.
sebîl 7 âlem yatay, 4. sebîl Sidretül Münteha’dan Allah’ın Zat’ına gene dikey.
İki yatay iki dikey yoldan
oluşan bir Sıratı Mustakîm ve ruh Allah’a ulaşıyor, ruhun Sıratı Mustakîm’i
sona eriyor. Basamaklardan 21. sindeyiz ama fizik vücutta o süreç içerisinde
kendi Sıratı Mustakîm’i üzerinde yol aldı ama hedefine henüz ulaşamadı.
İçimizdeki nefsimiz hâlâ rehine ve fizik vücudumuzun Allah’a kul olması için
Fenâ makamını, Beka makamını, Zühd makamını geçmemiz, muhsinler makamına
ulaşmamız gerekiyor. Bu makamları birer birer artan zikrimizle aşarız. Daimî
zikre doğru yaklaştığımız bir yerlerde fizik vücudumuz bir gün Allah’ın bütün
emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik
kazanacaktır. O zaman sevgili kardeşlerim, o zaman
fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’i sona erecektir. Bu Sıratı Mustakîm
söylediğimiz gibi bir yol değildir. Bir yolculuğu ifade etmez. Bu Sıratı
Mustakîm, kemal derecelerinde olgunlaşmanın yoludur. Üzerinde seyahat edilecek
bir yol değil, üzerinde olgunlaşılacak olan bir yol, bir parametre. Allahû
Tealâ’nın bir ölçümlemesi ve ne zaman fizik vücudunuzu Allah’a teslim ederseniz
o zaman Muhsinlerden olursunuz ve fizik vücudunuz Allah’a teslim olduğu an,
fizik vücudunuzun Sıratı Mustakîm’i sona ermiştir.
Fizik vücudun Allah’a
teslim edilmesi noktası, muhsinlerden oluşur, Sıratı Mustakîm’inin sona ermesi
2. Sıratı Mustakîm’dir. Allahû Tealâ Nisa Suresinin 125. âyet-i kerimesinde
diyor ki:
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen
esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme
hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrahim’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik
vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim
vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
Bu noktaya dikkat edin,
bu Sıratı Mustakîm’in var olduğu yerde rehine olan nefsimiz, rehine olmaya
devam eder. Ne zaman ki fizik vücudumuzun Sıratı Mustakîm’i biter, rehine de
artık rehine olmaktan çıkar, emanet hüviyetine gelir. Ve nefsin tezkiyesi
tasfiyeye dönüşür. Nefsimizin kalbindeki bütün afetleri yok etmeye doğru adım
adım gideriz. Zaten burada nefsimizin kalbindeki afetlerin %90’ı yok olmuştur
fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettiğimiz zaman ve nefsimizin Allah’a teslimi
söz konusudur. Öyleyse bunu gerçekleştirmek hepimizin için Allahû Tealâ’nın bir
farzıdır. Ne zaman daimiîzikirde nefsimizi de Allah’a teslim edersek 3. Sıratı
Mustakîm de nefsimizin Sıratı Mustakîm’i de tamamlanır. 4. Sıratı Mustakîm de
irademizin Sıratı Mustakîm’i irade teslimiyle sona erer. Burada kemal
derecelerin sonuna ulaşmışızdır. Nefsimizin kalbi 18 kademe müzeyyen olmuştur.
İşte 4 tane ayrı Sıratı Mustakîm söz konusudur.
Allahû Tealâ nefsimizin
bir rehine olduğunu söylüyor. Rehine, ruhumuz Allah’a ulaştığı sürece
rehinedir. 14. basamaktan 21. basamağa kadar süren bu yükselme sürecinde
ruhumuz Allah’a ulaşır ve nefsimiz hâlâ fizik vücudumuzun içinde bir rehinedir.
Sonra bu rehinelikten kurtulma söz konusudur. Böyle bir dizaynda ne zaman fizik
vücudumuz Allah’a teslim olursa o noktaya kadar da ruhumuzun teslim olmasından
o noktaya kadar da nefsimiz gene rehinedir. Ancak fizik vücudumuz Allah’a
teslim olduktan sonra rehine emanet hüviyetine gelecektir. O da Allah’a teslim
olacaktır. Öyleyse neticede nefsimizin kalbindeki bütün afetler yok edildiği
bir muhtevada fizik vücudumuzdan sonra nefsimiz de Allah’a teslim olur.
Nefsimizin de Sıratı Mustakîm’i tamamlanır.
Sıratı Mustakîm
gördüğünüz gibi 3’ü imajiner olmak üzere fiziki bir yolculuğu ihtiva etmemek
üzere, bir tanesi direkt olarak ruhun gerçek yolculuğunu Allah’a kadar bir
yolculuğu ifade etmek üzere 4 Sıratı Mustakîm’de Kur’ân-ı Kerim’de yer
almaktadır. İstikamet üzere demek mustakîm, sırat da bildiğiniz gibi yol.
Allahû Tealâ burada “Ve
onları mutlaka Sıratı Mustakîm’e iletirdik.” diyor. Sıratı Mustakîm’in sonunda
ruhumuzun Allah’a ulaşması, ruhumuzun hidayete ermesini ifade eder. Fizik
vücudumuzun Allah’a teslim olması, fizik vücudumuzun hidayetini ifade eder.
Nefsimizin Allah’a teslim olması nefsimizin hidayetini temsil eder. İrademizin
Allaha teslimi irademizin hidayetini ifade eder. 4’ü de hidayettir. Öyleyse
dört hidayet söz konusudur. Dört hidayetin dördünde de hidayetin bir yolu var.
Bu yolların 4’ünün de adı Sıratı Mustakîm’dir.
37/SÂFFÂT-118: Ve
hedeynâ humes sırâtal mustekîm(mustekîme).
Ve ikisini (de) Sıratı Mustakîm’e hidayet
ettik (ulaştırdık).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ ikisini de
7. Sıratı Mustakîm’e ulaştırmıştır.
48/FETİH-2: Li
yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu
aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını
mağfiret etsin ve sana ni’metini tamamlasın ve seni Sıratı Mustakîm’e
ulaştırsın diye.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah O’nun bütün
günahlarına mağfiret etmiş ve ni’metini tamamlamış ve Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed (S.A.V)’i Sıratı Mustakîm’e ulaştırmıştır.