Sulh ve Sukun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sulh ve Sukun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Haziran 2016 Çarşamba

SULH VE SUKÛN

SULH VE SUKÛN

Yaşantımızı en güzele döndürecek olan şey davranışlarımızın doğru olmasıdır. Allah ile olan ilişkilerimizde siz bir tarafsınız Allah ikinci taraftır. Sizin dışınızda bir de diğer insanlar var, onlar da taraflardan birini oluşturuyorlar. Allah ile olan ilişkilerinizde, siz ve başkaları bir bütün oluşturursunuz. Sizden başkalarına ulaşan her şey aynı boyutlarda tekrar size geri döner.
Mutluluğu yaşamak davranış biçimlerinize göstereceğiniz özel dikkat ve ihtimamı ifade eder. Unutmayın! Allahû Teâlâ tarafından yaratılan her insan bu dünyada yaşamak hakkının sahibidir. O hakkını dilediği gibi kullanmak imkânının da sahibidir.
Allahû Tealâ kişisel iradeye engel koymuyor: “Nasıl istersen öyle davranabilirsin ama her yaptığının hesabını Mahkemeyi Kübra’da vereceksin.” diyor. Kanun böyle. Öyleyse Mahkemeyi Kübra dediğimiz zaman bir hâkimin huzuruna çıkacağız da yaptıklarımız bize birer birer söylenecek, bizde cevap mı vereceğiz? Hayır, kâinatın en sağlam mahkemesi son derece basittir. Hayat filmimiz bize gösterilecektir. Bize hiç görünmeyen kiramen kâtibin melekleri hayatımızın her saniyesini üç boyutlu olarak filme alırlar. Üç boyutlu, sesli bir filmdir. Bununla birlikte ikinci bir film daha aynı anda alınır. Biz zamanın o dakikasında acaba ne düşünüyoruz? Fiillerimiz ile düşüncelerimiz arasında ki ilişki taammüdü ortaya koyar. Taammüd; bilerek, isteyerek bir hedefe yönelmektir. Mesela; bir suç işlemek veya bir güzelliği işlemek. İkisinde de kasıt unsuru vardır. Birinde bir güzelliği işlemek üzere bilerek, isteyerek harekete geçersiniz, ötekisinde de bir suçu, günahı işlemek üzere harekete geçilir.
Davranış biçimleriniz doğuşunuzdan ölümünüze kadar devamlı filme alınır. İşte bu film hayatınızın filmidir. Bu film daima ikilidir. Her saniye, hem düşünceleriniz hem de davranış biçimleriniz beraberce filme alınırlar. Kiramen kâtibin melekleri düşüncelerimizi de görebilen, onları tespit edebilen bir özelliğin sahipleridir. Öyleyse o gün sadece hayat filminize bakacaksınız. Elinizde ki mizanda sizin her aksiyonunuzda, düşünce yapınızla fiiliniz arasında ki ilişkilerin mizan adı verilen kainatın en gelişmiş bilgisayarıyla, hata ihtimali olmayan bir dizayn içerisinde nasıl hayatınızın her saniyesine değer biçtiğini pozitif ve negatif rakamları nasıl kazandığınızı göreceksiniz. Hem düşünceniz hem de tatbikatınız orada yer alacaktır. Yani mizanın yanılmasını imkânsız kılan bir vakayla karşı karşıyasınız. Neyi tasarlamışsanız onu gerçekleştirdiğiniz zaman o gerçekleştirdiğiniz şey bir suçsa bunun bir derecat kaybı olduğunu, size kıl kadar zulüm edilmemiş olduğunu, yanlış bir derecat ile değerlendirilmemiş olduğunu göreceksiniz. Düşüncenizde ki olayla vücuda getirdiğiniz fiil arasında ki irtibat bunun düşüncelerinize hangi ölçüde dayalı olduğu konusu hepiniz için bir dizaynı oluşturur. Aralarında ki kolerasyon gerçeğin habercisidir. Onun için kıyamet günü sizi özel bir mahkemeye falan çekmeyecekler. Mahkemeyi Kübra sadece hayat filminizi seyretmenizdir. A’ dan Z’ ye hayat filminiz size orada gösterilecektir. Hayat filminiz boyunca göreceksiniz ki size kıl kadar zulüm edilmemiştir.
Hayat filmi neyi sağlar? Kişinin cennet veya cehenneme gitmesini sağlar. Mahkemeyi Kübra’ da bu olgunlaşır. Oysaki sadece Allah’a ulaşmayı dilemeniz haliyle sizi cehennemden kurtaracak olan son derece basit ve kolay bir yöntemdir. Allah’ın dostlarının bir cehennem korkusu olamaz. Onlar, Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren cenneti hak etmiş olanlardır. Kim dilerse Allah onu mutlaka cennetine ulaştırır.
İnsanlar sosyal mahlûklar olarak yaratılmışlar. Yani başka insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetinde olan insanlardır. Hepiniz sosyal mahlûklarsınız.  Öyleyse başka insanlarla olan davranış biçimlerinde dikkat etmeniz lazım gelen şeyler nelerdir? Davranış biçimleri dizisi, bunu tekrar tekrar sizlere anlatmak içindir. Nefsiniz ve şeytanın zebunu olmamaya dikkat edeceksiniz. Sonuçlardan neticeyi çok kolay çıkartabilirsiniz. Eğer sizin bir davranışınız başka birisini üzmüşse, öfkelendirmişse veya kırmışsa siz şeytana ve nefsinizin bir afetine zebun olmuşsunuz demektir. Eğer sizin davranışınız bir başkasında mutluluk, memnuniyet oluşturmuşsa o zaman Allah’ın emrettiği bir davranış biçimini sergilemişsiniz demektir. Böyle bir dizaynda her etrafınızda ki kişinin yüzü sizin davranış biçimlerinizin aynasıdır. Söylediğiniz söz bir başkasının öfkelenmesine mi sebebiyet verdi? O zaman yanlış yaptınız. Söylediğiniz söz bir başkasının öfkelenmesine değil de onun üzülmesine mi yol açtı? Öfke göstermeyen bir üzüntüde söz konusu olabilir, kişinin davranış biçimlerinden derhal sezersiniz o zaman gene yanlış yaptınız. Yani olması lazım geleni değil, Allah’ın emrinde olarak başka insanları mutlu kılmak için çalışmayı gerçekleştirmemişsiniz. Tam tersine şeytan ve nefsinizin bir afeti sizi bir yanlışa sürüklemiş. İblis, başka birinin kalbini kırmak için sizi kullanmış. Arkasında başka birisi yok hep siz varsınız.
Etrafınızdaki insanların davranış biçimlerine dikkatle bakın,  ne kadar hazin bir tecellidir ki iki kişinin anlaşamaması halinde olaya seyirci olanlar mutlaka kendilerini bir taraftan hissederler. A ile B aralarında bir tartışma yapmışlar diyelim, onları gören diğer 10 kişiden bir kısmı A’nın tarafını tutacaktır, bir kısmı B’ nin tarafını tutacaktır. Bu kavga eden kardeşlerimizin yaptığı iş ne kadar yanlışsa, onlardan birinin tarafını tutan kişi de o kadar büyük bir yanlış içerisindedir. Hiç kimseden yana olmayacaksınız, Hak’tan yana olacaksınız ve dizaynı tatbik ettiğiniz zaman hiç kimseden yana olmamakla neyi kastettiğimizi anlayacaksınız. Bir olay cereyan etmiştir, siz ona şahit olmuşsunuzdur ve size göre A haklıdır, B haksızdır. Aynı olaya şahit olan bir başkasına göre B haklıdır, A haksızdır. Aslında hiç kimse %100 haklı,  %100 haksız değildir. Olayların bir kısmında taraflardan biri haklı görülür, diğer kısımda diğeri haklı görülür. Herkes taraflardan birinin yanında, ötekinin karşısında olmayı sanki kendilerine Allahû Teâlâ tarafından verilmiş bir vazife gibi düşünürler. İsteseler de istemeseler de taraf tutarlar. Dikkat edin! Taraf tutacaksanız nasıl tutacaksınız? Herkesin yaptığı hataları irdeleyip: “Acaba ben bu kardeşimize bu yaptığı hatasında nasıl yardım etmeliyim veya etmeliydim ki o kardeşimiz bu hatayı yapmasın?” Taraflardan biri için bunu düşündünüz, 2. için de aynı şeyi düşüneceksiniz. “Acaba ben bu kardeşimize ne yapmalıydım ki, nasıl bir davranış biçimi sergilemeliydim ki o diğer kardeşimize verdiği o cevapta o kadar sert olmasaydı?” Ne yaptınız? İkisinden de yana olmadınız haktan yana oldunuz. Aslında aynı zamanda ikisinden yana da oldunuz.
       Olaylara müdahale etmek veya etmemek herkese göre farklı bir dizayn oluşturur. Olaylar yaşanıyor, insanlar nefislerine tabi oluyorlar, bir kişi diğerine kötü davranıyor ikincisi de bu kötü davranışın tesiri altına giriyor o da nefsine kapılıp karşı tarafa kötü davranıyor. Sizler de şahit oluyorsunuz. Bu şahit olmanın standartlarına dışarıdan bakıldığı zaman şu kesin bir gösterge olarak çıkıyor karşımıza; mutlaka iki kişi arasındaki tartışmayı gören herkes taraflardan birine yakın öbür tarafa kendisini uzak hissediyor. Mutlaka taraflardan birini tutmak mecburiyetindeymiş gibi taraf tutuluyor. Bunun manası ne biliyor musunuz? Bunun manası ötekine karşı düşmanca bir düşüncenin içerisine girmenizdir. Taraflardan birini tuttuğunuz an taraflardan ikincisine karşısınız demektir. Yanlış bir davranış biçimidir. Hiçbiriniz hiç kimse için taraf tutmamalısınız. Göreviniz her iki tarafı da en iyiye ulaştırmak için gayret sarf etmektir. Taraflardan birini tuttuğunuz an bunun manası ikinci tarafa karşısınız demektir. Hayır, Allahû Teâlâ bunu istemiyor. Onlar sizin kardeşlerinizse Allah’ın yolunda olan insanlarsa şunu bileceksiniz ki; herkes bazen nefsinin öfke afetine kapılabilir ve yanlış şeyler yapabilir. Burada sizlere düşen şey, öfkelenen kişinin yatışmasını temin etmek olmalıdır. Siz karar verecek hâkim mevkiinde değilsiniz. Taraflardan birisini karşınıza almanız, ona karşı olmanız, sizin de nefsinizle davrandığınız ifadesi değil mi? Öyleyse neyi yapacaksınız? Her buna benzer bir olayı yaşadığınız zaman, şöyle düşüneceksiniz: “Ben A ve B isimli iki kişi tartışırken A’nın yerinde olsaydım ne yapmalıydım? B’nin yerinde olsaydım ne yapmalıydım?”  Sizin gördüğünüz sonuç, anlaşmazlığa düşüp kavga eden iki kişinin birbirinden soğuması, birbirine karşı kötü davranmasıdır. İki tarafında arkasında nefisleri var. Sizler taraflardan birinden yana olup da diğerine karşı olmamalısınız. Asla bu tarzda bir davranışın içinde olmamalısınız. İki tarafta sizin dostunuzdur. İki tarafta öfkelendiği için, karşınızda sadece yardıma muhtaç iki tane insan var. Öfke denilen şeytanın her zaman kullandığı vasıtayı yutmuş olan ve o anda hissiyatına malik olan ve karşı tarafa kötü davranmakla bu öfkeyi gidermeye çalışan iki zavallı insan. Öyleyse ne A’dan yana ne B’den yana olacaksınız. İkisinden yana olacaksınız. Bunun manası Hak’ tan yana olmaktır. Yani A hatayı yapmışsa ona hatayı anlatacaksınız.
Hiçbir zaman tartışan, kavga eden iki kişinin sadece bir tanesinde %100 hata bulamazsınız. Mutlaka iki taraf da hatalıdır. İşte taraflardan birini tutup ötekine karşı olduğunuz zaman en büyük hatayı burada yapmış olursunuz. Çünkü onun da mutlaka haklı tarafları vardır. Siz o zaman o kişinin haklı olduğu cepheyi bütünüyle devre dışı bırakmış oluyorsunuz ve bu haksızlıktır. İki tarafın da haklı olduğu taraflar vardır. Siz onlara bakacaksınız. Evvela göreviniz kavgayı, anlaşmazlığı bitirmeye çalışmaktır. Her grubun içinde mutlaka anlaşmazlıklar vücut bulacaktır. Bu anlaşmazlık vücut bulduğu zaman hepinizin donup kalması, seyirci olmanız birkaç dakikayı aşmamalıdır. Birkaç dakikalık bir zaman parçasından sonra onları kırmayacak bir tarzda müdahale etmelisiniz. Bu müdahaleyi yapmak mecburiyetindesiniz. Neden biliyor musunuz? Çünkü zaman devam ediyor. İki kişi anlaşamamış kavga ediyorlar. İşini gücünü bırakıp onları seyretmeye dalıp kalan ve onları seyretmeye başlayan bütün kardeşlerimizin de vakit müessesesi onların kavgalarına paralel olarak harcanıyor.
Zaman Allah’ın en kıymetli hazinesidir. Öyleyse zamanı ne siz harcayabilirsiniz ne de başkaları sizin zamanınızı harcayabilir. Bunun Allah’ın bir kanunu olduğunu, düşünün. Zamanınızı başkalarının harcamasına müsaade etmemek mecburiyetindesiniz. Nasıl yapacaksınız? Hemen ortaya çıkıp ikisine de haddini bildirerek mi? Hayır. O zaman siz de nefsinizle hareket ediyorsunuz demektir. İki kişi arasında ki kavga üç kişi arasında ki kavgaya dönüşür. Sulh ve sukûna davet etmek hepinizin birden vazifesi olmalıdır. Kitle halinde meseleyi bitirmek üzere harekete geçmelisiniz. Evvela Allah’ın en kıymetli hazinesi zaman israf ediliyor. Gerek anlaşmazlığa düşüp de tartışmayı yapanlar, gerek tartışmayı seyretmek mevkiinde olanlar, hepiniz birden zamanı israf ediyorsunuz.
Birinci safhada, tartışmayı önlemelisiniz, müdahale etmelisiniz.
Tartışmanın tasavvufa yakışmadığını söylemelisiniz.
Allah’ın en kıymetli hazinesinin heba edilmesine sebebiyet verildiğinden bahsetmelisiniz. Hepiniz birden bunu yaptığınız zaman tartışan kardeşlerimiz, zaten daha harekete geçtiğiniz an yanlışının farkına varacaklardır. Eğer meydan bu kadar boş değilse, herkes dilediği gibi başka birini karşısına alıp da çata çat birbiriyle tartıştığı zaman herkes müdahale ederse, kavganın kesilmesi istikametinde harekete geçerse, o zaman tartışma nedenini bulamazlar. İşte problem orada başlıyor. Herkes harekete geçip de bu tartışmanın yapılmaması lazım geldiğini nasıl anlatacak? Ne yazık ki hani Türkçe de bir deyim vardır; “Kaş yapayım derken göz çıkarmak” Tartışmaya müdahale eden birisi, taraflardan birinin söylediği bir lafı kesip, taraflardan bir tanesine hitap ederse ne olur? Eğer hitap ettiği tarafa karşı sert bir müdahale yapıyorsa, onun haksız olduğunu beyan ediyorsa, bunun manası tartışmayı yapan taraflara göre taraflardan birinin tarafından oldu demektir. Hayır, böyle yapmayacaksınız. Müdavim olanlar asla taraflardan birinden olmayacaklar. Taraflardan birinden olmanız demek ikinci tarafa karşı olmanız demektir. Birisi çok hatalı, öteki az hatalı olabilir, mümkün ama öyle de olsa taraf tutmak sizin işiniz olmamalıdır. Taraf tutacaksanız ikisinin birden tarafını tutmak zorundasınız. İkisinden de yana olmak mecburiyetindesiniz. Konunuz haklıyı bulmak, haksıza ceza vermek değildir. Konunuz olayı bitirmektir. Yapmanız lazım gelen şey çok açık bir dizayn içerisinde  “Acaba ne yaparım da ben bu iki kardeşimize de yardımcı olabilirim.” diye düşünmek olmalıdır.
Hataların mutlaka varlığını kabul etmek mecburiyetindeyiz. Herkes her an hata yapabilir, bu eşyanın tabiatına son derece uygundur. Bu hataların çıkış sebeplerini nasıl daha iyi bir davranışa dönüştürülebileceğini söylemek üzere harekete geçmeliyiz. Eğer iki kişi tartışıyorlarsa oradakilerin hepsi bu tartışmanın karşısında olduklarını, bu tartışmanın Allah’ın zamanını israf etmek olduğunu, şeytanın emrinde olmayı ifade ettiğini ve anlaşmazlığın devamı boyunca Allah’ın en kıymetli hazinesi zamanı harcamak mecburiyetinde kalacağınızı davranışlarınızla belli etmelisiniz. Kavgalar başlarken önlenmelidir. Kavga varsa aşırılık var demektir. Başka birini rahatsız edici bir davranışın içine girilmiş demektir. Bunu önlememiz lazım. Hepiniz tartışmanın bitmesi istikametinde harekete geçmelisiniz. Burada gene şeytan size bir yanlışı yaptırabilir. Taraflardan birini benimsersiniz, diğerinin size vaktiyle yaptığı bir yanlış davranış sizin ona karşı soğukluk duymanıza sebebiyet vermiştir, ikinci taraf size daha yakın görünmektedir. İşte bu yapacağınız büyük yanlışlardan biridir. O yakın görünen tarafın, kişinin tarafını tutmak ve diğer kişiye karşı olmak, tasavvufu yaşayanlar arasında yapacağınız en büyük yanlışlıklardan biridir. Tasavvufta onun adamları, bunun adamları diye bir şey yoktur. Allah’ın adamları olmak vardır. Zaten eğer iki kişi tartışıyorlarsa tartışma anında ikisi de Allah’ın adamı değildir.  İkisinde de şeytan duruma hâkimdir. Onları şeytanın duruma hâkim olduğu o ortamdan Allah’ın duruma hâkim olduğu bir ortama ulaştırmalısınız. Bu da onların iç dünyalarında sağduyularını kullanabilmek yeteneğine tekrar döndükleri andan itibaren başlar.
Elektriklenen bir ortamda taraflar birbirine karşı adeta hakaret edici sözlerle davranıyorlarsa burada büyük bir yanlış vardır. Tasavvufa sığmayan bir olay vardır, Allah’ın zaman hazinesinin sorumsuzca israf edilmesi söz konusudur. Sukûnetinizi bozmadan müdahale etmelisiniz. Bir kişi değil hepiniz birden müdahale edeceksiniz. Haksızlık başladığı anda durdurulursa burada doğruyu yapmış olursunuz. Herkes kendi görevini devam ettirir. Ama söylediğim gibi bir tiyatro oynanıyormuşçasına iki taraf anlaşmazlık içinde birbirlerine söylenecekler, diğerleri de onları seyredecek, bu yanlış bir davranış biçimidir. O anda şeytanın emrinde olan iki kişinin, Allah’ın emrinde olması lazım gelen diğer kişilerin de elektrikli bir havada o olayın seyircisi haline koyduğu noktada şeytanın tarafında kul olma noktasına getirdiklerini var saymak mecburiyetindeyiz.
Mademki bir arada bulunuyor o zaman ilk öğrenmeniz lazım gelen şey sukûnettir. Adabı muaşeret yani davranış biçimleridir. Davranışlarınız sizi her halükarda sakin olmayı gerçekleştiren bir ortamda muhafaza etmelidir. Nerede bu zemin veriliyorsa orada durun ve insanların öteye geçerek birbirlerini daha çok kırmalarına mani olun. Sakın taraflardan birinin yanında ötekinin karşısında olarak devreye girmeyin. Anlaşmazlıklar her zaman olabilir ama olmaması için hepimiz birden gayret etmek mecburiyetindeyiz. Bu gayretleri yaparken de dikkat edin adaletten sakın ayrılmayın.
Adalet müessesesi, taraflardan birine karşı olmanızı kesin olarak önleyen bir müessesedir. Bir tartışmada seyirci olduğunuz noktada, Siz Hak’tan yana olacaksınız, adaletin temsilcisi olacaksınız. Müdahale mutlaka edeceksiniz hepiniz birden zamanın israfına mani olacaksınız.
Tartışmayı başladığı yerde bitirmek hepinizin görevi olmalıdır. Tasavvuf başkalarından yana olma sanatıdır. Birbiriyle ayrı fikirleri müdafaa eden iki kişi var karşımızda, ikisi de kendi fikirlerini müdafaa etmek için karşısındakine haksız bir şeyler şeytanın emrindeyse mutlaka söylemiştir. Şeytan çoktan onları karşısındakini küçük gören kaba bir davranış biçimine farkına bile varmadan sokmuştur. O zaman bu noktada anlaşmazlığı durdurmakla hepiniz birden vazifelisiniz. Sukûnetle onlara bunları hatırlatmalısınız.
Eğer hepiniz Allah içinseniz bunu yaptığınız anda aranızda sulh ve sukûn tohumları ekildiğini göreceksiniz. En güzel bir ortamda, en güzel hüviyette bir davranış biçiminin sahibi olacaksınız ve anlaşmazlığı başladığı noktada bitireceksiniz. Anlaşmazlıkların arkasında Allah yoktur. Anlaşmazlıkların arkasında mutlaka şeytan vardır. İki tarafı da birbirine düşman etmeye çalışan şeytandır. Siz iki tarafı da birbirine dost etmeye çalışan Allah taraftarlarısınız. Siz üzerinize düşeni yapın. Toplum halindeyken, aranızda insanların tartışmalarına engel olun. Öyle bir engel oluşla engel olun ki, oradan ayrıldıkları zamanda artık tartışma gereğini duymasınlar. Tartışmadan onları vazgeçirecek olan bir hava içerisinde olmanız lazım. Yani hepiniz birden harekete geçtiniz, tartışmayı kestiniz, işinize devam ettiniz, biri bir tarafa gitti öteki öbür tarafa gitti, çalışmalarınıza devam ettiniz ve kavga bitti. Birde bakıyorsunuz ki işinizi bitirdiğiniz zaman daha dışarıya çıkar çıkmaz iki kişi tekrar kapışmışlar. Bu neticeye neden olacak olan bir önlemden bahsetmiyorum. Kavgayı önlemeniz, kavgayı, münakaşayı, tartışmayı bitirmeniz o tartışan kardeşlerimize öyle bir şeyi ispat etmek şeklinde olmalıdır ki, onlar yaptıklarının bir hata olduğunu, birbirinin düşmanı olmadıklarını, Allah yolunda birbirinin dostu olduklarını ve birbirlerine karşı olmamaları lazım geldiğini, birbirinden yana olmak mecburiyetinde olduklarını idrak etmiş olsunlar. Bunu idrak edebildikleri zaman onlar dışarı çıkıp da bir daha kavga etmezler.
Tasavvufta olanlar! Tasavvufa başkalarıyla kavga etmek için girmediniz. Başkalarını da sulh ve sukûna ulaştırmak vazifesiyle oradasınız, hepiniz vazifelisiniz. Herkes birden harekete geçerse kaos olmaz mı? Kaos ne zaman olur bilir misiniz? Herkes adaletsizlik için harekete geçtiği zaman kaos olur. Herkes ortalığı yatıştırmak, sütliman kılmak, kavgayı bitirmek için, taraflardan birinden değil, iki taraftan birden olmak üzere (şeytandan değil) Allah’tan yana olmak üzere harekete geçerse o zaman mesele biter.
Şeytandan yana olanlar böyle anlarda ne yaparlar? Aman biraz daha kavga alevlensin de şu kendisine kızdığı kişiye öbürü bir güzel hakaret etsin onu bir gözümün önünde haşlasın ki ben de bundan mutlu olayım, memnun olayım. Evvela içinizdeki birikime mutlaka mani olmalısınız. Bir kardeşiniz size yanlış bir davranışta bulundu, olabilir mi? Her zaman olabilir. Hemen düşünün “Neden bu davranış beni üzdü? Acaba ben bu davranış karşısında negatif etkilenmekte haklı mıyım? Acaba bu davranış bana neden böylesine negatif bir etki yaptı?”
İlk düşünmeniz lazım gelen şey; “O kardeşimiz bana böyle davrandıysa acaba ben ona bana beni üzecek olan davranışı bana yapması için ne yaptım? Bir şey yapmış olmalıyım ki kardeşimiz bana böyle davrandı.” Bunu düşünebildiğiniz an anahtarı yakaladınız demektir.
Bir başka kardeşiniz size bir tartışmanın başlangıcı olacak sert bir şey söylemiş. Siz de ona onun sertliğine karşılık aynı sertlikte cevap verebilirsiniz. O zaman siz de şeytanın esiri olmuş olursunuz. Sert tavrıyla o kardeşiniz şeytanın esiri olmuş ama siz o anda aklınızı başınıza toplayabilirseniz; “Burada bir saldırı var, beni kızdıracak olan bir şey söyledi. Ben evvela kendi cephemde meselemi düzeltmeliyim. Kendi sahamda düşünmeliyim; Ben o kardeşime mutlaka bir şey yapmışımdır ki kardeşim bana öyle davranıyor. Hatırlamam önemli değil ama bunu yapmış olduğumu düşünüyorum ve Allah’ın huzurunda senden af diliyorum, beni affetmeni dilerim.”
Hemen ondan af dileyeceksiniz. “Ben Allah’a da müracaat edeyim, Yarabbi ben böyle bir hata işledim beni bağışla diye.”  Hatanızı bilmediğiniz için böyle söylediniz. Hatanızı biliyorsunuz o zaman daha kolaylaşıyor işiniz. O zaman “Geçen gün ben sana böyle bir şey yapmıştım ve senin bu söylediğini değil ben şuan ondan çok daha ağırını hak etmiş durumdayım. İşte sen bana bunu söyledin ben Allah’ın huzurunda senden o yaptığım hata sebebiyle af diliyorum. Beni bağışlama büyüklüğünde bulunursan bundan büyük mutluluk duyarım ve sana karşı yaptığım o yanlış davranış için Allahû Tealâ’dan da tövbe de bulunurum, beni affetmesi için”  Diyebildiğiniz zaman bu meseleyi başlarken bitirmiş olursunuz. Kendinize hâkimiyeti gerçekleştirdiğiniz an meseleyi bitirdiniz demektir. O kişinin “ Tabi ben sana, bana o gün yaptığın kötü davranış için böyle yaptım”  diyeceğini mi zannediyorsunuz? Hayır. O da sizin bu davranış biçiminizden büyük ölçüde tesir alacak ve yaptığı hata sebebiyle derhal o da sizden af dileyecektir. Yangın başlarken alevler giderek büyüyüp, iki tarafı da kontrolü altına alacakken, iblis tarafından ateşlenirken tam, siz karşınızdakinden af dilediğiniz anda bu büyüyecek olan, yükselecek olan spirali olduğu yerde durdurdunuz. Siz af dilemek büyüklüğünü gösterdiğiniz zaman karşınızda ki kişi de sizden af dilemek büyüklüğünü gösterecektir. Sadece tasavvuf mensupları arasında değil, nerede olursanız olun, kiminle karşılaşırsanız karşılaşın haksızlığı kabul ettiğiniz an karşı tarafın bütün silahlarını elinden aldınız demektir. Onun kolunu kanadını kırdınız demektir. Savaşmak için gerekli olan malzemesini aldınız demektir. O sizden kendi sert tepkisine karşılık bir ikinci sert tepki de bekliyordu ki, onun üzerine bina ederek yeniden size saldırabilsin. Siz onun saldırısına af dilemekle cevap verdiniz. Hareket imkânını yok ettiniz. Eğer nefsine tabi bir kişi ise yapacak fazla bir şeyi kalmamıştır. Biraz karşılıklı sukûnet içinde konuşabilirseniz, mutlaka o kişi sizden af dilemek gereğini duyacaktır. Siz onun karşısında küçülmediniz, aksine onun karşısında büyüdünüz, yüceldiniz. Şeytanın tesiri altına kolay kolay girmeyeceğinizi, şeytanın tesirine kolay kolay kapılmayacağınızı ona ispat ettiniz. İlk bakışta size zor bir şeyden bahsediliyor gibi gelebilir ama muhtevaya baktığınız zaman böyle olmadığını göreceksiniz.
Her zaman dışarıda olan tartışmalar, sizin aranızda olmamalıdır. Sözlerimizi ne kadar ciddiye alırsanız, ne kadar tatbik ederseniz toplumun sulh ve sukûnunu o kadar büyük ölçüde korumuş olursunuz. Elbette herkesin kendisine has çeşitli düşünme standartları vardır. Herkes dilediğini düşünebilir. Tasavvuf camiasında yaşamakta olan sizlerin sulh ve sukûn ortamını koruyabilmeniz için bazı formülleri kullanmak mecburiyetindesiniz. Buna mecbur olduğunuzu unutmayın. Toplumun huzuru için toplumun sulh ve sukûnu için hepiniz tek tek fedakârlık etmek mecburiyetindesiniz. Allah’ın sizlerden istediği şey sulh ve sukûndur. Bu sulh ve sukûnu en güzel bir ortamda oluşturabilirsiniz. Bu sulh ve sukûn her davranış biçiminizde sizinle beraber teessüs etmelidir. Hep bir tasavvuf mensubu olduğunuzu düşünün. Allah’ın dostu olduğunuzu veya bu dostluğa namzet olduğunuzu, mutlaka dostu olmak noktasına ulaşacağınızı düşünün. Bu güzelliği yaşamaya başlayacaksınız. Yapamadığınız zamanlar kendinize biraz kızacaksınız ama başarmaya başladığınızda büyük bir iç huzuru ve Allah’a duyduğunuz güvenle yolunuza devam edeceksiniz. Etrafınızda ki insanlar sizin hep doğru davranışları sergileyen bir insan olduğunuzu görecekler ve sizden örnek alacaklardır. Hepiniz içinde bulunduğunuz topluma örnek insanlar olmak üzere bir gayretin sahibi olmalısınız. Sukûnetinizi muhafaza etmeyi her şart altında usul haline getirmelisiniz.  
Hep başkalarını yüceltmeye çalışarak yücelebileceğinizi hiç unutmayın. Hiç kimse başkalarını küçülterek yücelemez, sadece kaybeder. Dünya hayatında bir takım insanlar başkalarının omuzlarına basarak yükselmeyi usul haline getirdiklerini düşünürler ve para da kazanırlar ama Allah katında onlar hiçbir zaman Allah’ın sevgilileri olamazlar. Çevrenize ne kadar mutluluk veriyorsunuz ? Kendinizi bununla ölçün, miyarınız, ölçünüz bu olmalıdır. Sizden çevrenizdeki insanlara ne ulaşıyor? Bu ulaşma statüsüne dikkatle bakın! Onlara rahatsızlık veriyorsanız ve böyle yaptığınız içinde kendinizi bir şey zannediyorsanız, bir marifet yapmış zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Gerçekten marifetin sahiplerine bakın, onlar çevrelerindeki insanları yüceltenlerdir.
Birisinin size kötü davranması,size hakaret etmesi halinde onun sizden beklediği sizin de ona hakaret etmeniz, kötü davranmanızdır. Böylece o kendisine daha kötü davranmak için bir zemin hazırlayacaktır. Şeytan size diyecek ki;  “Bak sana hakaret ediyor, kötü davranıyor etraftaki insanlar da buna şahit ve sen onun hakaretlerine aynı hakaretlerle cevap vermezsen diğer insanların gözünde de onun gözünde de küçülmüş olursun, seni bir hiç olarak değerlendirirler.”  Bu zokayı yuttuğunuz zaman şeytanın elinde bir oyuncak olursunuz. İblis her zaman olması lazım gelenin tamamen tersini vasıta olarak kullanan, son derece kurnaz bir mahlûktur. Oysaki daha önce verdiğimiz misaldeki gibi siz haklı da olsanız karşınızdakinin o ters davranışı karşısında ondan af dilemek büyüklüğünü gösterebilirseniz, onun karşısında küçülmezsiniz, etrafınızdaki insanlar da sizi onun karşısında küçülmüş görmezler. Tam aksine hem etrafınızdaki insanlar hem muhatabınız sizin kendilerinden üstün bir insan olduğunuzu fark edeceklerdir. Bu noktada bu dirayeti gösterebilirseniz; küçülmeyeceksiniz, yüceleceksiniz. Neticede mutlaka muhatabınız da sizden af dileyecektir. Zemin onu mutlaka oraya ulaştırır.
“İlk defa karşılaştığınız bir insan size bir hakaret etse, siz de ondan af dileseniz, şeytan devreye girerek;  “O sana hakaret etti bu kadar da insan buna şahit oldu şimdi sen ona aynı boyutta hatta ondan daha şiddetli cevap veremezsen herkes seni bir korkak olarak değerlendirecek, herkesin karşısında küçüleceksin buna razı olacak mısın? Sen ona daha ciddi, daha sert bir cevap ver.” diyecektir. Şeytan sizi buna zorlar ama söylediğimi yaptığınız zaman tamamen tersinin geçerli olduğunu görürsünüz. Etrafınızdaki insanlar da sizin küçülmüş olduğunuzu değil, yücelmiş olduğunuzu idrak edeceklerdir. Böyle bir davranış biçimi içerisinde bütün insanlar için söz konusu olan şey: “Allah’tan yana olmak.” Allah’tan yana olmak tevazu, şeytandan yana olmak gururu ifade eder. Tevazu; ruhunuzun bir hasletidir. Gurur; nefsinizin bir afetidir. Gurur; af diletmez. Allah ise kabahatsiz olsanız da af dilemenizi ister. Öyleyse tasavvuftan olan birileri olarak davranış biçimlerinizde sulh ve sukûnu koruyacaksınız.

Allah hepinizden razı olsun.