Hanif Dininin Özellikleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hanif Dininin Özellikleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Eylül 2015 Pazartesi

HANİF DÎNİ’NİN ÖZELLİKLERİ

                                       HANİF DÎNİ’NİN ÖZELLİKLERİ
     
     Hanif; vahdeti tevhidi ve teslimi ifade ediyor. Hanif dîni Allah’ın tek dînidir. Bütün insanlar bu dîni yaşayabilecek, hanif fıtratıyla yaratılmıştır. Allahû Tealâ’nın insanlık tarihi boyunca insanlara öğrettiği dîn, Hanif dîni olduğu gibi, insanlardan önce yarattığı cinlerin dîni de Hanif dînidir.

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur.
   
   “Dîni ayakta tutmak, ihya etmek için, vechini ikame et. Bütün gücünle o dînin, Hanif dîninin, İslâm dîninin devamı için vechini ikame et. Dînin ihya olması için ayakta tut; kıyamda tut. O hanif fıtratıyla ki biz, bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. Hanif olarak vechini dîn için ikame et, ayakta tut. Sen hanifsin ve biz sadece seni değil bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık.’’ Allah’ın ne dîni ne de insanları yaratmasında bir değişiklik göremezsin.”
    Allahû Tealâ, Hz. Âdem’den kıyâmet günü yaşayacak olan son insana kadar bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Bundan sonraki bütün yaratışını da hanif fıtratı olarak devam ettirecektir. Başka bir fıtrat, başka bir yaşam tarzı, başka bir fıtratla yaratılan insan hiç olmamıştır. Olmayacaktır. Allah’ın insanları hanif fıtratıyla yaratması hiç değişmeyecektir.
    O kadar mı?
    -Hayır. Allahû Tealâ’nın, dîni de, Hanif dîninin dışında başka bir dîne çevirmesi mümkün değildir. Allahû Tealâ: “Allah’ın dîninde ve insanları  hanif fıtratıyla yaratmasında bir değişiklik göremezsin.” buyurmaktadır. Bu söz: ‘‘insanlık tarihi boyunca bir tek dîn olacaktır. Bütün insanlar bu dîni yaşayacak özellikte yaratılacaktır.” mânâsındadır.
    Bütün insanların doğdukları andan itibaren gözleri kördür. Görme hassaları gışavet adlı bir perdeyle örtülüdür. Kulakları sağırdır. Vakra ile kapalıdır. İşitme hassaları mühürlüdür. Kalplerindeki idrak hassası mühürlüdür ve kalpleri idraksizdir; idrak edemez. Ne zaman ki, kişi hanif dîninin gereğine tevessül eder yani Allah’a ulaşmayı diler, o zaman Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla o kişiye tecelli eder. Gözlerindeki hicab-ı mestureyi, görme hassasının üzerindeki gışaveti, kulaklarındaki vakrayı, işitme hassasının üzerindeki mührü alır. Kalbindeki ekinneti ve kalbindeki mührü alır. Kişinin kalbine ekinnetin karşılığı olarak idraki sağlayan ihbat koyar.
    Hanif  fıtratıyla yaratılan bütün insanlar böyledir. Kör, sağır ve dilsizdirler. Ancak Hanif dîninin gereğine tevessül ettiği zaman (Allah’a ulaşmayı dilediği zaman) hepsi açılır. Dînle insan arasındaki ilişkinin temelinde bu vardır. Allah’a karşı kapalı olan bütün kapılar, Hanif dîninin gereğine tevessül edildiği taktirde açılır. Görmeyen, işitmeyen, idrak etmeyen insanın; gören, işiten ve idrak eden hüviyete gelmesi söz konusudur.
    Başlangıçta tüm insanların hassa ve organlarında engeller vardır. Hassalardaki engellerden Bakara Suresi  6. ve 7.âyetlerde ve Câsiye Suresi 23. âyette bahsedildiğini görüyoruz:


2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir, onlar mü’min olmazlar.



2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) kıldı (çekti). Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
   
   Organlar üzerindeki engeller ise, İsrâ Suresi 45. ve 46. âyetlerde geçmektedir:

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.
   
    Başlangıçta kapalı olan bu organlar ve hassalar, kişiye tebliğ yapıldığında, onun davranışlarına  ve tercihine göre ya açılır yada mühürlenir.

6/EN’AM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî), unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? (aczinizi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar yüz çeviriyorlar.

    Tebliğe muhatap olan kişiler 4 gruba ayrılır:
    
    1.  Grup;  kişi itiraz etmeden kabul eder ve tâbî olur.
    2.  Grup;  kişi sadece dinler ve tepki vermez ama tabiî de olmaz. Onların hassaları mühürlenir.
    3.  Grup;  kişi tebliğe itiraz eder; karşı koyar. Bu gruba girenlerin de organları mühürlenir.
    4. Grup; kişi itiraz etmekle kalmayıp başkalarına mani olursa hem organları hem de hassaları mühürlenir.

    Bütün insanların Hanif dînini yaşayabilecek özelliklerde hanif fıtratıyla yaratıldığı gibi bütün cinler de Hanif dînini yaşayacak şekilde hanif fıtratıyla yaratılmışlardır. O dîn ezelî ve ebedîdir. İnsanlardan evvel cinler de vardı, Hanif dîni de vardı.
    Dîn adı verilen bu sistem, dîni yaşayabilecek olan bütün mahlukât içindir. Her varlığın Allah ile olan ilişkisi farklıdır. Allah’ın yaratmasıyla birlikte dîn de var olmuştur. Her şey, her zerre Allah’ı zikrettiğine göre, kaînatta ne varsa elektron ve karşıt elektrondan oluşur. Onlar kendiliğinden dönmediği ve bu imkanı onlara  Allah’ın katından gelen nötrinolar verdiği için onlar da Allah kelimesini sonsuza kadar söylerler. Onlar ‘’Allah’ı tesbih ediyor.’’ hüviyettedir. ‘‘Zikrediyor’’ hüviyette değillerdir.
    İbadetlerin en büyüğü olan zikir farz mı? -Farz. Rabbimiz Muzemmil Suresi 8. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:  

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
 
   Çok zikir farz mı? - Farz:

33/AHZÂB-41: Yâeyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran)
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
     
     Daimi zikir farz mı? - Farz:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.

    Bu farzı iblis yok etmiş. Zikir olmadan hedefleri bilseniz bile, hedefe ulaşamazsınız.
    Dîn ezelî ve ebedîdir. Hz İbrahim(a.s.)’in Hanif dînidir. Bu dînin 3 özelliği vardır:

1-     Vahdet
2-     Tevhid
3-     Teslim 

    Vahdet: Tek Allah'a inanmaktır. Kâinatın yaratılmasından yok olmasına kadar gelen dîn ve şeriat tek Allah inancı ve tek şeriat olmuştur. El ilah kökünden gelen Allah , tek yaradanı ifade eder.
    Allah’a inanmayan yoktur. Ateistim diyen biri bile başı dara düştüğünde: “Allah'ım yardım et’’ der. Yine puta tapanlar için Rabbimiz Zumer Suresi 3. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:

39/ZUMER-3: E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr(keffârun).
Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O’ndan (Allah’tan) başka dostlar edinenler: "Biz, onlara (putlara) sadece bizi Allah’a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz." (dediler). Muhakkak ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki Allah, yalanlayan ve inkar edenleri hidayete erdirmez.

    Allahû Teala: “Kâfirlere sorsanız, gökten yağmuru indiren kimdir?’’ deseniz, “Allah’tır.’’ derler.’’ buyurmaktadır. Öyleyse, vahdet inancı inandım demenin ötesinde bir anlam taşımaktadır. Allah’a ulaşmayı dilek, zorunluluğu vardır.
    Nitekim ‘’Allah’a ulaşmayı dilemeyenler kendileri için hanif fıtratı özelliklerini taşımayı kendilerine kapatmışlardır.’’ denilmektedir.
    “Allah’ın dîni ve insanı yaratmasında bir değişiklik göremezsin.’’ derken, kişi akıl ve iradesiyle bu özelliği kullanır ya da kullanmaz. Bu kişinin kalbî tercihidir. Akletmek de, beyinle değil kalben olur. Allah’a inanmak, çok bir şey ifade etmiyor, Allah için önemli olan insanın ona yönelmesi ve takva sahibi olmasıdır. Ancak o zaman Allah için bir değer ifade ediyoruz.

TEVHİD:  Tek Allah’a inananların Allah’a ulaşmayı dileyerek tek fırkayı oluşturmalarıdır. Allah’ı dost edinmek istemeyen hiç kimse tevhit inancı çerçevesi içine giremez. Sebe suresi 20. âyeti kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
   
    Hangi cemaat ve gruba mensup olursa olsun, bir kişi Allah’a ulaşmayı dilerse Fırka-ı Naciye ye dahil olur. Dilemeyenler ise tevhit inancının dışında kalırlar. Kehf Suresi 102. âyette Rabbimiz buyuruyor ki:

18/KEHF-102: E fe hasibellezîne keferû en yettehızû ibâdî min dûnî evliyâ’(evliyâe), innâ a’tednâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ(nuzulen).
Yoksa kâfirler, kullarımın Benden başka dostlar edineceklerini mi zannettiler? Muhakkak ki Biz, cehennemi kâfirlere bir ikram (kalacak yer) olarak hazırladık.

    Allah’tan başkasını dost edinenin kâfir olduğunu ve Allah’ı dost edinmenin farz olduğu bu âyette açıktır. Yine Enfal Suresi 34. âyette Rabbimiz buyuruyor ki:

8/ENFÂL-34: Ve mâ lehum ellâ yuazzibehumullâhu ve hum yasuddûne anil mescidil harâmi ve mâ kânû evliyâehu, in evliyâuhû illel muttekûne ve lâkinne ekserehum lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Ve onlar, Mecsid-i Haram’dan men ediyorlarken (engel oluyorlarken) ve onlar, O’nun (Allah’ın) dostları değilken; Allah, niçin onlara azap etmesin? O’nun dostları ancak takva sahibi olanlardır. Ve fakat, onların çoğu bilmezler.

    Ancak Allah’ın dostlarının takva sahibi olduğunu, Allah’a dost olmayanların ise azaba uğrayacaklarını açık bir şekilde ifade ediliyor.

TESLİM: Kâlû belâda Allah’a verdiğimiz yeminleri yerine getirmektir.

7/A'RAF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

    Âdemin zürriyeti, o zaman: “ Evet sen bizim Rabbimizsin.’’ demişler. Allahû Teâlâ da: ‘‘Ben sizin Rabbinizsem, ölmeden önce size verdiğim emanetleri teslim edeceksiniz’’ diyor.  Allahû Tealâ: ‘‘Ölmeden önce Ruhu bana teslim edeceğinize dair MİSAK verin. Nefsinizi teskiye edeceğinize dair YEMİN verin. Fizik bedeninizi de şeytana kul olmaktan kurtarıp, Bana kul edeceğinize dair AHD verin.’’demiş. Bu yeminleri aldıktan sonra da, Maide Suresi 7. âyette kâlû belâda bizim ona verdiğimiz yeminleri; “İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK” dediğimizi hatırlatıyor.
    Unuttuğumuz bu yeminlerin de tam 12 âyette üzerimize farz olduğunu bize hatırlatıyor.

     Rabbimiz İslâm’ın teslim olduğunu ise Bakara Suresi 208. âyet-i kerimede ifade ediyor:

2/BAKARA-208: Yâ eyyuhellezîne âmenûdhulû fîs silmi kâffeh(kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Ey âmenû olanlar! Hepiniz SİLM’e dahil olun (teslim olma dairesi içine girin). Ve şeytanın adımlarına (izlerine) tâbî olmayın. Muhakkak ki o, size apaçık düşmandır.

   Bunun dışında Ahzap Suresi 72. âyette buyruluyor ki:

33/AHZAB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Çünkü o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

   Yine Müdessir Suresi 38. 39. ve 40. âyetlerde  Rabbimiz buyuruyor ki:

74/MUDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri dereceler itibariyle rehinedirler.

74/MUDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç

74/MUDESSİR-40: Fî cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennette olacaklar. Birbirlerine sorarlar.
     
   İslâmın bir anlamı da barıştır.
   İslâm 7 safha 4 teslimi içerir:
1. safha; Allah’a ulaşmayı dilemek
2. safha; mürşide tâbiiyet
3. safha: Ruhun Allah’a teslimi  - 1. Teslim
4. safha: Fizik Vücudun teslimi -  2. Teslim
5. safha: Nefsin teslimi - 3. Teslim
6. safha: İrşad olmak      
7. safha: İradenin teslimi - 4. Teslim
  
    Bu 7 safha 4 teslim Kur’an da vardır. Hepsi farzdır. Devrin imamı, Furkan Suresi 30. âyet-i kerimede  ne  buyururuyor ki :

25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.

    İblis hedefleri 14 asırdan beri yok ettiği gibi, vasıtalardan en önemlisi olan zikri de yok etmiş.
   
    Allah’a ulaşmayı dilemek; enabe, yunib, münib, olarak kelimeleri ile ifade edilmiş ve üzerimize farz kılınmış. Zumer Suresi 54. âyet-i kerîmede Rabbimiz buyuruyor ki:

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

    Rabbimiz Müzemmil Suresi 8. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:           
73/MUZZEMMİL-8:Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.  
    Zumer Suresi 17. âyette de Rabbimiz buyuruyor ki:
39 / ZUMER – 17:Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele! 
    İlk kulluk, ilk müjde de burada, bu âyet başlangıçta bütün insanların dalâlette olduğunu da gösteriyor. Şeytana kul olduklarını, Allah’a yönelmekle kurtuluşa ulaştıklarını gösteriyor.
    Bütün sahabe bunu yapmış, şeytana kul olmaktan sakınmışlar; Allah’a kul olmuşlar.
    2. SAFHA; Mürşide tâbiiyet, Mâide Suresi 35. âyet-i kerimede açıklanıyor:
      
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.

    Allahû Tealâ: “Sizi Allah’a ulaştıracak vesileyi isteyin.’’ diyor. Fatiha Suresinde de: “Bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştıracak istianeyi senden isteriz.’’ diyoruz. Bakara Suresi 45. ve 46. âyetlerde Rabbimiz buyuruyor ki:

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

   Allahû Tealâ:  “İstianeyi namazla ve sabırla benden isteyin.’’ diyor. Peki, bütün sahabe mürşidine ulaşmış mı? – Evet. Fetih Suresi 10. âyet-i kerîmede Rabbimiz buyuruyor ki:

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

   Bütün sahabe Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’e tâbî olmuşlar.
   3. SAFHA; Ruhun Allah’a ulaşması; Zumer Suresi 18. âyette belirtilmiş:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

   Ruhlarını da Allah’a teslim edip, hidayete erdiler. Hidayet nedir? Rabbimiz Âl-î İmrân Suresi 73. âyette hidayeti açıklamış:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’un Alîm’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)

    4. SAFHA; Fizik Beden teslimi:

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kişiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardır? O kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.

    Bütün sahabe fizik bedenlerini Allah’a teslim etmişler. Âl-î İmrân Suresi 20. âyette belirtilmiş:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).
    5. SAFHA; Nefsin teslimi. Zumer Suresi 18. âyete göre bütün sahabe nefslerini de Allah’a teslim edip daimî zikrin sahibi olan ulûl’elbab olmuşlar:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.”

    6. SAFHA; İrşad a ulaşmak.Hucurât Suresi 7. âyette Rabbimiz buyuruyor ki:

49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.

    İrşada ulaşıp, Tövbe-i Nasuh’a davet edilmişlerdir:

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
7. SAFHA; irade teslimi. Bütün sahabe iradelerini de Allah’a teslim etmişler ve irşada memur ve mezun kılınmışlar.:

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey îmân edenler! Hakkıyla takva sahibi olanlar (nasıl bir takvanın sahibi ise aynı onlar) gibi, Allah’a karşı takva sahibi olun ve (ölmeden önce) Allah’a teslim olun.
 9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

   

    Kişinin iradesini Allah’a teslim etmesi farzdır. Yani bi hakkın takvaya (hakka tukatihi takvaya) ulaşması. Âli İmrân Suresi-102’de Allahû Tealâ’nın belirttiği gibi  “Onlar (yani sizden evvelkiler) nasıl bi hakkın takvaya (hakka tukatihi takvaya) ulaşmışlarsa siz de onlar gibi olun. Siz de hakka tukatihi takvaya ulaşın.” Öyleyse Allahû Tealâ ta Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane safhanın 7’sinin de farz kılındığını açık bir şekilde ifade ediyor. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

     Allahû Tealâ: “Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e, Hz.Musa’ya ve Hz. İsa’ya hangi şeriatı vermişsek Sana da aynı şeriatı verdik.” diyor.
     Allah’a ulaşmayı dilemek sadece dilemek (niyetli olmak) değil, Allah’a kul olmayı da ifade ediyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, dilediği anda Allah’a kul olmuştur. Bu durum 1. Kulluktur. Allahû Tealâ ‘bütün insanları Kendisine kul olsunlar. diye yaratmıştır. Allahû Tealâ Zâriyât Suresinin 56. âyet-i kerimesinde buyuruyor:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

Rabbimiz açık ve net olarak: “Biz insanları ve cinleri (başka bir şey için değil),  Bize kul olsunlar diye yarattık.” diyor.

   Öyleyse bir sonuca ulaşıyoruz: Dînler yoktur! Dîn vardır. Hz. İbrâhîm’in Hanif dînidir. Bu sebeple Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e: “Sen hanifsin. Hanif olarak vechini dîne doğrult." diyor. "İnsanları Allah hanif fıtratıyla yaratır. Dîni de hanif dînidir. Bu dîn ezelî ve ebedîdir. Allah'ın ne dîni yaratmasında değişiklik görebilirsin, ne de insanları hanif fıtratının dışında yaratması mümkündür. Hem dîn kıyâmete kadar Hanif dîni olarak kalacaktır hem de bütün insanlar kıyâmete kadar hanif fıtratıyla yaratılacaktır.” Yani hanif fıtratı demek; Allah'a ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslim edilebilmesini sağlayan fıtrat (yaratılış) demek. Allah'a ulaşmayı dilemekle başlayan ve ruhu, fizik vücudu, nefsi ve iradeyi Allah'a teslim etmekle noktalanan bir güzellikler demeti.
    3 dînin 3’ü de bunların esas kitapları olan, Tevrat da İncil de Kur'ân-ı Kerim de (indiriliş sıralarına göre ) birbirinin aynı esaslarını ihtiva etmektedir. 7 safhanın 7’si de Kur'ân-ı Kerim'de de Tevrat’ta da İncil’de de farzdır.
    Allahû Tealâ insanı hanif fıtratı ile yaratması, yaratılışta bütün bu safhaları yaşayabilecek bir özellik vermiş olmasıdır. Bu özelliği kullanıp kullanmayacağını kişilerin kendi iradelerine bırakmış. Tercihe göre, karşılığında ceza ve mükâfat koymuş. Özgür iradeye müdahale etmiyor. Kişi Allah’ı dilerse onun bu sistemi içine giriyor ve manevî tekâmülünü tamamlıyor. Dilemeyen ise bu özellikleri kullanamadan hem bu dünyada hem de ahiret hayatında bedbaht oluyor.
    Kişi cüz’i iradesini pozitif yönde kullanarak âyetlerdeki emri yerine getiriyor ve Allah’a ulaşmayı diliyor. Allah insanların bütününden cüz’i iradelerini bu yönde kullanarak ruhlarını Kendisine teslim etmelerini istiyor. Kişi cüz’i iradesini bu yönde kullanmayıp Allah’a ulaşmayı dilemezse hayatı boyunca cüz’i iradesinin isteklerini yapıyor. Kişi ona göre yaşıyor. Hanif Dîni’nin gereklerini yerine getirmemiş oluyor.

  • Allahû Tealâ’nın Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân-ı Kerim'de sadece Hanif dîni’nin yaşanması emrini verdiğine göre;

              Dîn peygamberlere verilen şeriat kitaplarıyla dizayn edilmiştir. Bütün şeriat kitaplarında birbirinin aynı olan 3 unsur vardır. Bu unsurlar:
1- Bütün mukaddes kitaplarda adalet müessesi vardır.
2- Bütün şeriat kitapları hidayet rehberidir.
3- Bütün şeriat kitapları nurdur.
ü  Şeriat itibariyle 3 kitap da aynı şeriatı ifade eder. Hiç değişmeyen Allah'ın şeriatı 3 unsur ihtiva eder:
1- Allah'ın itaat edilmesi gereken emirleri ve uyulması lâzım gelen nehiylerini içerir.
2- Bu emirlere itaat eden ve nehiylere uyanların mükâfatı, isyan eden ve yasakları işleyenlerin cezası vardır.
3- Bu emirlere itaat eden ve yasakları işlemeyen Hz. İbrâhîm (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz'e tâbî olarak 7 safha ve 4 teslimi yaşayanların örnek hayatı vardır. Tüm kitaplardaki Hanif dîni, Arapça adıyla İslâm, 7 safha ve 4 teslimden oluşur.
    Dînin tekâmüle ihtiyacı yoktur. Bu sebeple "İslâm en mütekâmil dîndir." sözü Kur'ân'a ters düşmektedir. Musevîlik, Hıristiyanlık, İslâm veya bunun dışındaki hiçbir fırkanın da Hanif dîni’nden ayrı bir dîni yoktur. Bugün de bütün insanlığın dînidir.
   Allahû Tealâ'nın verdiği emir son derece nettir: "Dînde fırkalara ayrılmayın! Sadece Hz. İbrâhîm'in HANİF DÎNİ vardır!" Öyle ise, bütün dînlerin birleşmesi, Allah'ın emridir ve şarttır.
  • Hiç değişmeyen hanif dîni; şeriatı, dostluğu emreder, düşmanlığı nehyeder.
    Düşmanlık, kin, nefret nefsimizin afetlerindendir. Allahû Tealâ, nefsimizin bütün afetlerini yok etmemizi, bizim sulh ve sükûn haline ulaşmamızı, düşmanlık, kin, nefret afetlerinin hepsinden tamamen kurtulmamızı emreder. Çünkü Allah dostluğu, sevgiyi hedef alır.
    Allah'ın bütün insanları ulaştırmak istediği hedef şudur: Nefslerindeki bütün afetleri yok etmek suretiyle, insan adı verilen bu müstesna mahlûkuna, hem iç ve dış dünyasında kesintisiz bir sulh ve sükûn halini hem de Allah ile olan ilişkilerinde (emirler, nehiyler cephesinde) kesintisiz bir sulh ve sükûn halini yani -mutluluğu yaşamayı- emretmektedir.
    İşte Allah'ın ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem (a.s.)'den, son Nebî Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar bütün peygamberlerine indirdiği bütün şeriat kitaplarında, insanlara gösterdiği mutluluk reçetesi sadece şudur: ‘‘Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve sonunda iradenizi Allah'a teslim ederek kesintisiz ahiret ve dünya saadetini yaşayın.’’
    Bir sulh ve sükûn dizaynı içerisinde Allah'ın dostları olarak bir olmak, beraber olmak, birbirimize kucak açmak, Hidayet Çağı'nı birlikte kucaklamak hedefimiz olmalıdır! Hepimiz barışın, dostluğun ve sevginin temsilcileri olmalıyız...