Allah'ın Daveti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Allah'ın Daveti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2015 Perşembe

ALLAH’IN DAVETİ

ALLAH’IN DAVETİ

Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir konuyu, “Allah’ın Daveti” konusunu tezekkür etmek üzere Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı. 

Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

Allah’a dua haktır, dualarına icabet etmesi için davet Allah’adır. Allah’a davet haktır. Eğer âyet-i kerimeden çıkan sonuç; davetiniz Allah’a değil de putlaraysa, o zaman putlardan bir şey istediği zaman insanlar, putlar onlara hiçbir şey veremezler. Putlardan bir şeyler istemek, putları bir şeyler gerçekleştirmek için davet etmek, yerde bulunan bir suyu ağızlarına götürmek için boşuna bekleyen insanların beklemesine benzer. Sular aşağıdan yukarıya doğru yükselemeyecekleri için hiçbir zaman onların ağzına su ulaşmaz. Tıpkı bunun gibi putlara yapılan talepler hiçbir zaman neticeye ulaşmaz. Allahû Tealâ’nın daveti haktır. Allahû Tealâ insanları davet ediyor. Allahû Tealâ Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde bir davetten bahsediyor:

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

Allahû Tealâ kâfirlerin davetine icabet etmeyeceğini söylüyor. Mu’min Suresinin 50. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

40/MU'MİN-50: Kâlû e ve lem teku te’tîkum rusulukum bil beyyinât(beyyinâti), kâlû belâ, kâlû fed’û, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
(Cehennem bekçileri) dediler ki: "Resûlleriniz, size beyyineler ile gelmediler mi?" "Evet." dediler. (Bekçiler): "Öyleyse siz dua edin (siz yalvarın) dediler." Kâfirlerin duası, sadece dalâlettir (dalâletin içindedir).

Bu iki âyet arasında; Mu’min Suresinin 50. âyet-i kerimesiyle Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesi ile ilişki halinde olan Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesi arasında, bir illiyet rabıtası vardır. Mu’min Suresinin 50. âyet-i kerimesinde: “Kâfirlerin duası boşunadır. Kâfirlerin duasına icabet edilmez.” diyor. Ama Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın söylediği şey, Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesiyle alâkalı. Orada Allahû Tealâ diyor ki: “Bize dua edildiği zaman dua edenin (Bizden bir şey talep edenin) davetine icabet ederiz ama şartlı. Herkesin davetine icabet etmeyiz. Kim mü’min olursa, mü’minlerin davetine icabet ederiz ve böylece Biz dualarına icabet ettikçe onlar da irşada ulaşırlar.”

Allahû Tealâ’dan manevî talepte bulunan iki nevî insan vardır:  

1. Allah’ın dualarına icâbet etmediği insanlar.
2. Allah’ın dualarına icâbet ettiği insanlar.

Bu bir vetire (süreç) olduğuna göre, Allah ile olan ilişkiler 28 basamaklık bir fenomeni (gerçeği) oluşturduğuna göre bu muhteva içinde Allah’ın davetine icâbet etmeyen kişilerin davetine Allah icâbet etmiyor. Kim Allah’ın davetine icâbet etmezse, Allah da onların davetine icâbet etmiyor.
Allah’ın daveti Zat’ına davettir. Birinci daveti; “Bana ulaşmayı dileyeceksiniz.” şeklinde bir davettir. Eğer insanlar bu davete icabet ederlerse mutlaka Allah’a ulaştıracak vesileyi arayacaklardır.


7/A'RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla adaletle hükmederler.  

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.

Eğer insanlar bu davete icabet etmiyorlarsa, özellikle karşı çıkıyorlarsa o zaman Allahû Tealâ da onların manevî istikametteki dualarına icabet etmiyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin başka manevî dilekleri Allahû Tealâ tarafından kabul edilmiyor. Eğer o kişi Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dileseydi, onun bundan sonraki; “Beni mürşidime ulaştır.” konusundaki davetine Allahû Tealâ icabet edecekti. Sonra Allah onu Kendi Zat’ına ulaştıracaktı. Kişinin bu davetine Allah mutlaka icabet ediyor. O kişiyi mürşidine ulaştırıyor, sonra da Kendi Zat’ına ulaştırıyor.
Allah’ın Zat’ına ulaştıktan sonra kişinin, “Sana fizik vücudumun, teslimini mümkün kıl.” tarzında bir duası olur, fizik vücudunun Allah’a teslim olmasını talep eder. Allah mutlaka bu davete icabet eder. Dikkat edin! Kişinin bu noktadan sonra (Allah’a ulaştıktan sonra) fizik vücudunu da Allah’a teslim etmek konusunda bir talebi yoksa o zaman kişinin tehlikeye girme ihtimali vardır. İblis, onları tuzağına düşürmeye çalışır. Gayreti bu istikâmettedir.
Sevgili öğrenciler! Allah ile olan ilişkilerinde insanların dizaynına dikkatle bakın. Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, Allahû Tealâ’ya Allahû Tealâ tarafından ulaştırılırsa ki Allahû Tealâ mutlaka kişinin davetini yerine getirecektir. Allah’a onu ulaştıracaktır. Ondan sonra kişi fizik vücudunu Allah’a teslim etmek isterse Allahû Tealâ ona da icabet eder. Kişi fizik vücudunu teslim ettikten sonra nefsini Allahû Tealâ’ya teslim etmeyi Allahû Tealâ’dan dilerse (dua ederse) ona da icabet eder. Nefsini teslim ettikten sonra irşada ulaşmayı dilerse ona da icabet eder. İrşada ulaştıktan sonra iradesini teslim etmek isterse ona da icabet eder. Zaten talep etmemesi mümkün değildir. Eşyanın tabiatına uygun olan bu talebin mutlaka kişi tarafından yapılmasıdır. Bunun tabiî neticesi olarak mutlaka iradesini Allah’a teslim edecektir. İrade tesliminden sonra kişinin kalbi 19 kademe müzeyyen olmuş bir noktaya ulaşır.
Allah’a dua eden bir kişi, duasında Allah’ın o kişiyle ilişkileri sadedinde kademeleri birer birer aşacak taleplerde bulunursa, o taleplerin her birisine ulaşması halinde bir sonraki merhale önünde açılır. Allahû Tealâ mutlaka onu o daha sonraki merhalelere de ulaştıracaktır. Ama her birini kişinin birer birer ihraz etmesi, o hedefe ulaşması, hak etmesi lâzımdır.
Allah Kendisine davet ediyor. Kendisine davet etmeden önce Kendisine ulaşmayı dilemeye davet ediyor. Davet ettiklerinin mürşide ulaşmayı dilemesi noktasında mutlaka onların bu davetini kabul ediyor. Onlara mürşidlerini gösteriyor ve ona ulaşıyorlar. Bu, Allah’ın o daveti kabul ettiğini gösterir. Kaldı ki Allahû Tealâ’nın Allah’a ulaşmayı dileme konusundaki bütün insanlara olan daveti, o insanlar tarafından kabul edilir de onlar Allah’a ulaşmayı dilerlerse bir muhteşem dizaynı taşır. Bu dizaynda o insanların Allah’a ulaşmayı dilemesi, onlara Allah’ın sadece mürşidlerine ulaşmalarını değil Kendi Zat’ına ulaşmalarını da temin etmesi demektir.
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin davetine icabet etmez. Onlar kâfirlerin öyle bir zümresidir ki; onlar Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi kalplerinin içindeki küfrün Allahû Tealâ tarafından alınmasını ve kalplerinin içine îmân yazılmasını da talep etmezler. Yetmez, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olmaya çalışırlar. Allah’a göre mü’min olmayanlar ve olmayı dilemeyenler onlardır. Onlar mü’min olmayı dilemiyorlar. Onlar sonraki kademeler için bir talebin sahibi değillerdir. Allahû Tealâ’nın onların duasına icabeti için onların da Allah’a ulaşmayı dilemeleri lâzımdır. Dilemezlerse, Allahû Tealâ onları Kendisi’ne ulaştırmaz.
Allah Kendisi’ne davet ediyor mu? Evet, bütün insanları Allah Kendi Zat’ına davet ediyor. Tam 12 âyet-i kerime! İşte Allah’ın hak olan daveti, 12 tane hak davet! Allahû Tealâ, bütün insanları ruhlarını Allah’a ulaştırmaya davet ediyor.

ü  1.  ÂYET:      

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

ü   2.  ÂYET:     

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!

“İrciî ilâ rabbike: Rabbine rücu et (geri dön), geri dönerek Rabbine ulaş.” diyor Allahû Tealâ.

ü   3.  ÂYET:     

51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O'ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.

ü  4.  ÂYET:      

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

ü  5.  ÂYET:      

31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.

          “vettebi’ sebîle men enâbe ileyye: Öyleyse kim Bana yönelmişse, sen de onun yoluna tâbî ol (aynı yolu takip ederek), sen de Bana ulaş.” diyor Allahû Tealâ.

ü  6.  ÂYET:      

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm .
 Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.

Sıratı Mustakîm de Allah’a ulaştırdığına göre Allah Kendi Zat’ına davet ediyor.

ü  7.  ÂYET:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.

ü  8.  ÂYET:

42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).

ü  9.  ÂYET:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

ü  10.  ÂYET:

5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.

ü  11.  ÂYET:

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.

“Ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini yerine getirin.” Yani: “Ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allaha teslim edin ve fırkaların hiçbirine tâbî olmayın. Çünkü hepsi sizi Allah’ın yegâne yolu olan Sıratı Mustakîm’den uzaklaştırırlar.” diyor Allahû Tealâ.

ü  12.  ÂYET:

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

Allahû Tealâ: “Allah emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.” diyor. Emanetlerden birisi de ruhtur.

33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

Davet açık ve kesindir. Allahû Tealâ Kendi Zat’ına davet ediyor. Allah’ın yolunda olanların, başka insanları Allah’a davet etmesi haktır. Çünkü insanlar Kur’ân-ı Kerîm indirildiğinden 14 asır geçtikten sonra Allah’ın davetini unutmuşlar. Allah’a geri dönmek mecburiyetini duymuyorlar. Allahû Tealâ davetin, hayat verecek olan şeylere, resûller tarafından tahakkuk ettirildiğini söylüyor. Hayat verecek şeylere resûllerin çağırdığını söylüyor.
Enfâl Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

8/ENFÂL-24: Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşr olunacağınızı bilin! (Hepinizin ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)

Allahû Tealâ burada: “Allah ve Resûl’ü sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman O’nun davetine icabet edin.” diyor.
Resûller ne zaman, kimi hayat verecek şeylere davet ederler? Bu hayat verecek olan şeylere dikkat edin. Hayat verecek şeyler… Allahû Tealâ buyuruyor ki: “O insanlar ki; gözlerinde hicab-ı mesture vardır. Onlar bakarlar ama görmezler. Onlar ölüdürler. Onların kulaklarında vakra vardır. Vakra sebebiyle kulaklar duyar ama onlar işitemezler. Akıl mânâya varamaz. Onlar mezardaki ölüler gibidirler. Sen ölülere işittiremezsin. Ve onların kalplerinde ekinnet vardır; idrak edemezler, onlar ölüdürler.” diyor. Ve bu üç tane muhtevanın bu standartlarda olması halinde Allah’ın o kişi hakkında verdiği hüküm: “Onlar ölüdürler. Gözlerinde hicab-ı mesture var, ölüdürler. Kulaklarında vakra var, ölüdürler. Kalplerinde ekinnet var, ölüdürler.” diyor Allahû Tealâ.
A’râf Suresinin 179. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

Peki, Allah ve Resûlü neye çağırıyor? Dirilmeye çağırıyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dileyin. Eğer dilerseniz, Bana dua ederseniz ‘Yarabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum, beni Sana ulaştır.’ diye, talepte bulunursanız o zaman duanıza icabet ederim. Gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi, kulaklarınızdaki vakrayı, kalbinizdeki ekinneti alırım ve o zaman dirilirsiniz. Sizi Allah’a ulaşmayı dilemeye davet ediyorum.” diyor Allahû Tealâ.
Resûl de herkese aynı şeyi söylüyor: “Allah’a ulaşmayı dileyin! Böylece ölü olmaktan kurtulun, hayata gelin.” diyor. “Hayat verecek şeylere sizi çağırıyorum.” demiş oluyor. Peki bu kadar mı? Hayır. Bu insanların Allah’a ulaşmasından sonra Allah’ın resûlleri onları fizik vücutlarını teslime, nefslerini teslime de davet ediyor.

2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.

Bir insan daimî zikre ulaştığı zaman fizik bedeninin kalbindeki tesbihe nefsinin kalbinin zikriyle kısas yapar. Bu durum o kişinin fuat hassasının açılmasını zahiri âlemin dışındaki âlemleri de görmesini sağlar bununla ikinci ölü sayıldıkları hayatlarından manevî âlemi görmek ve işitmek üzere yeniden hayata davet ediliyorlar. Dâimî zikre davet bu davettir. Allah da çağırıyor, resûl de çağırıyor. Allahû Tealâ son derece açık olarak çağırıyor: “Öyle bir takvayla takva sahibi olun ki; bu bihakkın takva olsun.” diyor. Sadece ikinci defa hayat bulmaya değil ondan daha öteye de çağırıyor. Ama Allah’ın tekrar hayat bulmaya daveti kesin. İşte o tekrar, Allahû Tealâ’nın davetiyle kişinin hayata gelmesi söz konusuysa bu muhtevada yeniden hayat var ve Allah’ın ve Resûl’ün davetiyle hayata gelmek söz konusudur. Ulûl’elbab yeni bir hayatın sahibi olacaktır. Allahû Tealâ Âli İmrân-Suresinin 190 ve 191. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb.
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ, subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın. Bu dizaynda Allah da resûl de sizi hayat verecek şeylere çağırırlar. Allaha ulaşmaya davet sizi ölü olmaktan kurtarır, hayata getirir. Bu, dünya hayatına geçiş için baş gözlerinizin, baş kulaklarınızın ve kalbinizdeki ekinnetin sizin fıkıh edebilmeniz için, idrak edebilmeniz için hayata geçirilmesidir. Sizin dünya hayatının anlama kapasitesi içerisinde ölüyken dirilmenizdir. Daha sonra daimî zikre davet edildiğinizde yeni bir hayata geçeceksiniz. Ölümden yeniden hayata ulaşacaksınız. O ikinci hayatta artık kalbinizdeki idrak hassası fıkıh değildir, fuaddır. Öyleyse Allah ve Resûl’ü sizi hayat verecek şeylere davet ediyor. Davetin muhtevasına baktığınız zaman Allahû Tealâ’nın bu davetinin, resûller tarafından yapılan davetin hikmetle davet olduğunu görüyoruz.
Nahl Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki:

16/NAHL-125: Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen (ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn (muhtedîne).
Rabbinin yoluna (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif dereceler kazandıracak) öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Muhakkak ki senin Rabbin, O'nun yolundan (Sıratı Mustakîm'den) sapanları (dalâlete düşenleri) ve hidayete erenleri bilir.

Sevgili öğrenciler! Allahû Tealâ bir Peygamber Resûl’ün (Nebî Resûl’ün) ne tarzda bir davette bulunması gerektiğini çok açık bir şekilde anlatıyor. Bütün peygamber resûller huzur namazının imamlarıdır. Bu çağrı aynı zamanda bütün devirlerdeki huzur namazlarının imamları için de geçerlidir.
Bu noktaya dikkatle bakın. Evvelâ Allahû Tealâ’nın dizaynı muhteşem bir dizayn gösteriyor. Davet var; kavga yok; ahsen bir mücadele var. En güzel öğütlerle kızmadan, öfkelenmeden insanları davet etmek sözkonusu. Allahû Tealâ: “câdilhum: Onlarla mücadele et.” buyurmaktadır. Bu en güzel öğütle yani ahsen olan mevizeyle (öğütle) yapılmalıdır. Allahû Tealâ: “Öyle bir öğüt vereceksin ki; o öğüt ahsen olacak.” diyor. Yani insanları ahsene ulaştıracak bir öğüt olacak. Ahsen olmanın en asgari kademesi kişinin nefsinin kalbindeki bütün afetlerin yok olması halidir. Daimî zikrin sahibi olması halidir.
Allahû Tealâ: “Ve Rabbinin yoluna hikmetle davet et.” diyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hikmeti vermiş. Yani Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu âyet kendisine indirildiği zaman hikmetin sahibidir. Daimî zikre Allahû Tealâ O’nu ulaştırmıştır. Karşılıksız olarak, hibe yoluyla ulaştırmıştır. Daimî zikrin sahibi ve hikmetin, tezekkürün, hayrın sahibidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Allah’ın kâinatın en üst seviyesindeki Nebîsi ve Resûlüdür.

Allah’ın yoluna davet edilenlerin iki grubua ayrılıdığı görülmektedir açık bir şekilde ortaya çıkıyor:

• Davete rağmen dalâlette olanlar,
• Davet karşısında hidayete erenler.

Şimdi bu âyetin biraz evveline ulaştığımız zaman bir de bakıyoruz ki Allahû Tealâ’nın o kâinatın tek dînine verdiği önemi anlatıyor. Nahl Suresinin 120 ve 121. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

16/NAHL-120: İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfâ(hanîfen) ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki İbrâhîm (A.S), Allah'a hanif (tek Allah'a inanan) olarak kanitin olan (yönelen) bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.

16/NAHL-121: Şâkiren li en’umih(en’umihî), ictebâhu ve hudâhu ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
O'nun (Allah'ın) ni'metlerine şükredici idi. (Allah), onu seçti. Ve onu Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet etti (ulaştırdı).

16/NAHL-122: Ve âteynâhu fîd dunyâ haseneh(haseneten), ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona dünyada (hakettiği) haseneler (pozitif dereceler) verdik. Muhakkak ki o, ahirette elbette salihlerdendi.

Nahl Suresinin 123. Âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Hz. İbrâhîm’in dîni için Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e de diyor ki:

16/NAHL-123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Sonra da sana "hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm (A.S)'ın dînine tâbî olmayı" vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.

6/EN'ÂM-161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm'in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.

Sonuç Allahû Tealâ’nın davetidir. Bütün resûller davetçidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) değil sadece, bütün sahâbe de Allah’a davet ediyorlardı. Yûsuf Suresinin 108. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”

      Fussilet Suresinin, 33, 34, 35. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ diyor ki:

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.
41/FUSSİLET-35: Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).
Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.

          “Onlar ki Allah’a teslim olduklarını belirtirler ve Allah’a çağırırlar. Onlardan daha güzel sözlü kim vardır?”
Allahû Tealâ mürşidlerden ve davetten bahsediyor. Allah’a davet edenler… “Hiç seyyiatle hasenat bir olur mu? Sen seyyiati hasenatla söndür. Seyyiate hasenatla mukabele edenler onlardır ki; bu ni’met herkese verilmez. Kimi o seviyeye çıkardıysak, kim seyyiate hasenatla mukabele eden noktaya gelmişse, onlar hazzül azîm’in sahipleridir.” diyor Allahû Tealâ.
Kur’ân-ı Kerîm bir davet kitabıdır. Saadet davetiyesidir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’le bütün insanları Allah’a davet ediyor. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’le bütün insanları takvanın en üstününe, bihakkın takvaya davet ediyor. Her kademe için daveti var. Allah’a ulaşmayı dilemeye davet, mürşîde ulaşmaya davet, ruhu Allah’a ulaştırmaya davet, fizik vücudu Allah’a teslim etmeye davet, nefsi Allah’a teslim etmeye davet, irşada ulaşmaya davet ve bihakkın takvaya davet; Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’iyle 7 safha ve 4 teslime davet etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm saadet rehberidir ve saadet garantisidir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’le saadeti, mutluluğu garanti ediyor. Kur’ân-ı Kerîm bir mutluluk davetiyesi, bir mutluluk rehberi, aynı zamanda reçetesi ve garantisidir. Allahû Tealâ bir garanti veriyor: “Kim bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım, mutlaka cennetime de ulaştırırım.” diyor.

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Bundan sonra da daha üstteki kademelerin her birini her dileyene Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’de mutlaka onları vereceğini de taahhüt ediyor. Yani Allah’a ulaşmayı dileyen birisini Allahû Tealâ mutlaka birinci safhaya ulaştırır. Bu kişinin mürşide ulaşmayı dilememesi mümkün değildir. Çünkü Allahû Tealâ ona mürşidini edecek olan özelliği onda mutlaka oluşturacaktır ve onu mutlaka mürşîdine ulaştıracaktır. Allahû Tealâ mutlaka o kişiyi kişinin ruhunu Kendi Zat’ına ulaştıracaktır. Bundan sonra kişi fizik vücudunu, nefsini Allah’a teslim etmeyi, irşada ulaşmayı dileyecektir ve iradesini Allah’a teslim etmeyi dileyecektir. Bunların hepsini Allahû Tealâ mutlaka onun dileği üzerine gerçekleştirecektir.
Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesindeki Allahû Tealâ’nın söylediği: “ucîbu da’veted dâi izâ deâni: Bize dua edildiği takdirde (davet edildiğimiz takdirde) dua edenin davetine icâbet ederiz.” sözü kişilerin de Allah’ın davetine icâbet etmesi halindedir.

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

“Âmenû olun! Âmenû olursanız Benim davetime icâbet etmiş olursunuz. O zaman Ben de sizin davetinize icâbet ederim.” diyor. O zaman davete icâbet keyfiyeti görüyorsunuz ki karşılıklı ve bir bütünü oluşturmaktadır.
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin, insanların dalâletten kurtulmaları için vazifeli kılınmalarını ve bu istikamette Kur’ân‘ın bütün ilmine sahip olmalarını ve Allahû Tealâ’nın hepimizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü dersimizi burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun.