ALLAH’IN DAVETİ
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa
daha bir konuyu, “Allah’ın Daveti” konusunu tezekkür etmek üzere
Allahû Tealâ bizleri birlikte kıldı.
Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesinde
buyuruyor ki:
13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne
yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel
mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ
fî dalâl(dalâlin).
Hakkın
daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri
(şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına,
suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir.
Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa,
dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
Allah’a dua haktır, dualarına icabet etmesi için davet
Allah’adır. Allah’a davet haktır. Eğer âyet-i kerimeden çıkan sonuç; davetiniz
Allah’a değil de putlaraysa, o zaman putlardan bir şey istediği zaman insanlar,
putlar onlara hiçbir şey veremezler. Putlardan bir şeyler istemek, putları bir
şeyler gerçekleştirmek için davet etmek, yerde bulunan bir suyu ağızlarına
götürmek için boşuna bekleyen insanların beklemesine benzer. Sular aşağıdan
yukarıya doğru yükselemeyecekleri için hiçbir zaman onların ağzına su ulaşmaz.
Tıpkı bunun gibi putlara yapılan talepler hiçbir zaman neticeye ulaşmaz. Allahû
Tealâ’nın daveti haktır. Allahû Tealâ insanları davet ediyor. Allahû Tealâ
Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde bir davetten bahsediyor:
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî
karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî
leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve
kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana
dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da
Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı
dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
Allahû Tealâ kâfirlerin davetine icabet etmeyeceğini
söylüyor. Mu’min Suresinin 50. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
40/MU'MİN-50: Kâlû e ve lem teku te’tîkum rusulukum
bil beyyinât(beyyinâti), kâlû belâ, kâlû fed’û, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî
dalâl(dalâlin).
(Cehennem
bekçileri) dediler ki: "Resûlleriniz, size beyyineler ile gelmediler
mi?" "Evet." dediler. (Bekçiler): "Öyleyse siz dua edin
(siz yalvarın) dediler." Kâfirlerin duası, sadece dalâlettir (dalâletin
içindedir).
Bu iki âyet arasında; Mu’min Suresinin 50. âyet-i
kerimesiyle Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesi ile ilişki halinde olan Bakara
Suresinin 186. âyet-i kerimesi arasında, bir illiyet rabıtası vardır. Mu’min
Suresinin 50. âyet-i kerimesinde: “Kâfirlerin duası boşunadır. Kâfirlerin
duasına icabet edilmez.” diyor. Ama Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesinde
Allahû Tealâ’nın söylediği şey, Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesiyle
alâkalı. Orada Allahû Tealâ diyor ki: “Bize dua edildiği zaman dua edenin
(Bizden bir şey talep edenin) davetine icabet ederiz ama şartlı. Herkesin
davetine icabet etmeyiz. Kim mü’min olursa, mü’minlerin davetine icabet ederiz
ve böylece Biz dualarına icabet ettikçe onlar da irşada ulaşırlar.”
Allahû Tealâ’dan manevî
talepte bulunan iki nevî insan vardır:
1. Allah’ın dualarına icâbet etmediği insanlar.
2. Allah’ın dualarına icâbet ettiği insanlar.
Bu bir vetire (süreç) olduğuna göre, Allah ile olan
ilişkiler 28 basamaklık bir fenomeni (gerçeği) oluşturduğuna göre bu muhteva
içinde Allah’ın davetine icâbet etmeyen kişilerin davetine Allah icâbet
etmiyor. Kim Allah’ın davetine icâbet etmezse, Allah da onların davetine icâbet
etmiyor.
Allah’ın daveti Zat’ına davettir. Birinci daveti;
“Bana ulaşmayı dileyeceksiniz.” şeklinde bir davettir. Eğer insanlar bu davete
icabet ederlerse mutlaka Allah’a ulaştıracak vesileyi arayacaklardır.
7/A'RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil
hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve
yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla
adaletle hükmederler.
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe
vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey
âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva
sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin.
Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Eğer insanlar bu davete icabet etmiyorlarsa, özellikle
karşı çıkıyorlarsa o zaman Allahû Tealâ da onların manevî istikametteki
dualarına icabet etmiyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin başka manevî
dilekleri Allahû Tealâ tarafından kabul edilmiyor. Eğer o kişi Allahû Tealâ’ya
ulaşmayı dileseydi, onun bundan sonraki; “Beni mürşidime ulaştır.” konusundaki
davetine Allahû Tealâ icabet edecekti. Sonra Allah onu Kendi Zat’ına
ulaştıracaktı. Kişinin bu davetine Allah mutlaka icabet ediyor. O kişiyi
mürşidine ulaştırıyor, sonra da Kendi Zat’ına ulaştırıyor.
Allah’ın Zat’ına ulaştıktan sonra kişinin, “Sana fizik
vücudumun, teslimini mümkün kıl.” tarzında bir duası olur, fizik vücudunun
Allah’a teslim olmasını talep eder. Allah mutlaka bu davete icabet eder. Dikkat
edin! Kişinin bu noktadan sonra (Allah’a ulaştıktan sonra) fizik vücudunu da
Allah’a teslim etmek konusunda bir talebi yoksa o zaman kişinin tehlikeye girme
ihtimali vardır. İblis, onları tuzağına düşürmeye çalışır. Gayreti bu
istikâmettedir.
Sevgili öğrenciler! Allah ile olan ilişkilerinde
insanların dizaynına dikkatle bakın. Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı diledikten
sonra, Allahû Tealâ’ya Allahû Tealâ tarafından ulaştırılırsa ki Allahû Tealâ
mutlaka kişinin davetini yerine getirecektir. Allah’a onu ulaştıracaktır. Ondan
sonra kişi fizik vücudunu Allah’a teslim etmek isterse Allahû Tealâ ona da
icabet eder. Kişi fizik vücudunu teslim ettikten sonra nefsini Allahû Tealâ’ya
teslim etmeyi Allahû Tealâ’dan dilerse (dua ederse) ona da icabet eder. Nefsini
teslim ettikten sonra irşada ulaşmayı dilerse ona da icabet eder. İrşada
ulaştıktan sonra iradesini teslim etmek isterse ona da icabet eder. Zaten talep
etmemesi mümkün değildir. Eşyanın tabiatına uygun olan bu talebin mutlaka kişi
tarafından yapılmasıdır. Bunun tabiî neticesi olarak mutlaka iradesini Allah’a
teslim edecektir. İrade tesliminden sonra kişinin kalbi 19 kademe müzeyyen olmuş
bir noktaya ulaşır.
Allah’a dua eden bir kişi, duasında Allah’ın o kişiyle
ilişkileri sadedinde kademeleri birer birer aşacak taleplerde bulunursa, o
taleplerin her birisine ulaşması halinde bir sonraki merhale önünde açılır.
Allahû Tealâ mutlaka onu o daha sonraki merhalelere de ulaştıracaktır. Ama her
birini kişinin birer birer ihraz etmesi, o hedefe ulaşması, hak etmesi lâzımdır.
Allah Kendisine davet ediyor. Kendisine davet etmeden
önce Kendisine ulaşmayı dilemeye davet ediyor. Davet ettiklerinin mürşide
ulaşmayı dilemesi noktasında mutlaka onların bu davetini kabul ediyor. Onlara mürşidlerini
gösteriyor ve ona ulaşıyorlar. Bu, Allah’ın o daveti kabul ettiğini gösterir.
Kaldı ki Allahû Tealâ’nın Allah’a ulaşmayı dileme konusundaki bütün insanlara
olan daveti, o insanlar tarafından kabul edilir de onlar Allah’a ulaşmayı
dilerlerse bir muhteşem dizaynı taşır. Bu dizaynda o insanların Allah’a
ulaşmayı dilemesi, onlara Allah’ın sadece mürşidlerine ulaşmalarını değil Kendi
Zat’ına ulaşmalarını da temin etmesi demektir.
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin davetine
icabet etmez. Onlar kâfirlerin öyle bir zümresidir ki; onlar Allah’a ulaşmayı
dilemedikleri gibi kalplerinin içindeki küfrün Allahû Tealâ tarafından alınmasını
ve kalplerinin içine îmân yazılmasını da talep etmezler. Yetmez, Allah’a
ulaşmayı dilemedikleri gibi başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olmaya
çalışırlar. Allah’a göre mü’min olmayanlar ve olmayı dilemeyenler onlardır. Onlar
mü’min olmayı dilemiyorlar. Onlar sonraki kademeler için bir talebin sahibi
değillerdir. Allahû Tealâ’nın onların duasına icabeti için onların da Allah’a
ulaşmayı dilemeleri lâzımdır. Dilemezlerse, Allahû Tealâ onları Kendisi’ne
ulaştırmaz.
Allah Kendisi’ne davet ediyor mu? Evet, bütün
insanları Allah Kendi Zat’ına davet ediyor. Tam 12 âyet-i kerime! İşte Allah’ın
hak olan daveti, 12 tane hak davet! Allahû Tealâ, bütün insanları ruhlarını
Allah’a ulaştırmaya davet ediyor.
ü 1. ÂYET:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu
min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve
Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size
azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi,
iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
ü 2. ÂYET:
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
“İrciî ilâ rabbike: Rabbine rücu et (geri dön), geri dönerek Rabbine ulaş.” diyor Allahû Tealâ.
ü 3. ÂYET:
51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî
lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse
Allah'a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O'ndan
(Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.
ü 4. ÂYET:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs
salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na
(Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun.
Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
ü 5. ÂYET:
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ
leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’
sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ
kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve
bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse,
ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana
yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol.
Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
“vettebi’ sebîle men enâbe ileyye: Öyleyse kim Bana yönelmişse, sen de onun yoluna tâbî ol (aynı yolu takip ederek), sen de Bana ulaş.” diyor Allahû Tealâ.
ü 6. ÂYET:
10/YÛNUS-25:
Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm
.
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim
yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Sıratı Mustakîm de Allah’a ulaştırdığına göre
Allah Kendi Zat’ına davet ediyor.
ü 7. ÂYET:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel
ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve
Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
ü 8. ÂYET:
42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en
ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme
izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize
icabet edin (Allah'a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek
olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin
için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz).
ü 9. ÂYET:
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî
en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve
onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
(ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve
kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
ü 10. ÂYET:
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve
mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ
vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın,
sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman,
onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun,
Muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
ü 11. ÂYET:
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ
billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne
bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev
kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin
malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça
yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında
(bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık
adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür
edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen
fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an
sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve
muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve
(başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte
böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi
olursunuz.
“Ve bi ahdillâhi evfû: Allah’ın ahdini yerine getirin.” Yani:
“Ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allaha teslim edin ve
fırkaların hiçbirine tâbî olmayın. Çünkü hepsi sizi Allah’ın yegâne yolu olan
Sıratı Mustakîm’den uzaklaştırırlar.” diyor Allahû Tealâ.
ü 12. ÂYET:
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti
ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe
niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak
ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik
yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla
(bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en
iyi görendir.
Allahû Tealâ: “Allah emanetleri ehline teslim etmenizi
emreder.” diyor. Emanetlerden birisi de ruhtur.
33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel
ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal
insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak
ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu
yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki
o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
Davet açık ve kesindir. Allahû Tealâ Kendi Zat’ına
davet ediyor. Allah’ın yolunda olanların, başka insanları Allah’a davet etmesi
haktır. Çünkü insanlar Kur’ân-ı Kerîm indirildiğinden 14 asır geçtikten sonra
Allah’ın davetini unutmuşlar. Allah’a geri dönmek mecburiyetini duymuyorlar.
Allahû Tealâ davetin, hayat verecek olan şeylere, resûller tarafından tahakkuk
ettirildiğini söylüyor. Hayat verecek şeylere resûllerin çağırdığını söylüyor.
Enfâl Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
8/ENFÂL-24: Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi
ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i
ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ey
âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler), Allah ve Resûl'ü sizi, size hayat
verecek şeylere davet ettiği zaman (davete) icabet edin! Ve Allah'ın kişi ile
kalbi arasına girdiğini ve muhakkak sizin O'na haşr olunacağınızı bilin!
(Hepinizin ruhu Allah'ta toplanacak ve Allah, ruhlarınıza meab olacak.)
Allahû Tealâ burada: “Allah ve Resûl’ü sizi hayat
verecek şeylere çağırdığı zaman O’nun davetine icabet edin.” diyor.
Resûller ne zaman, kimi hayat verecek şeylere davet
ederler? Bu hayat verecek olan şeylere dikkat edin. Hayat verecek şeyler…
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “O insanlar ki; gözlerinde hicab-ı mesture vardır.
Onlar bakarlar ama görmezler. Onlar ölüdürler. Onların kulaklarında vakra
vardır. Vakra sebebiyle kulaklar duyar ama onlar işitemezler. Akıl mânâya
varamaz. Onlar mezardaki ölüler gibidirler. Sen ölülere işittiremezsin. Ve
onların kalplerinde ekinnet vardır; idrak edemezler, onlar ölüdürler.” diyor.
Ve bu üç tane muhtevanın bu standartlarda olması halinde Allah’ın o kişi
hakkında verdiği hüküm: “Onlar ölüdürler. Gözlerinde hicab-ı mesture var,
ölüdürler. Kulaklarında vakra var, ölüdürler. Kalplerinde ekinnet var,
ölüdürler.” diyor Allahû Tealâ.
A’râf Suresinin 179. âyet-i kerimesinde şöyle
buyuruyor:
7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren
minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ
yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum
edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve
andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık).
Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır,
onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar
gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
Peki, Allah ve Resûlü neye çağırıyor? Dirilmeye
çağırıyor. Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dileyin. Eğer dilerseniz,
Bana dua ederseniz ‘Yarabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum, beni Sana ulaştır.’
diye, talepte bulunursanız o zaman duanıza icabet ederim. Gözlerinizdeki
hicab-ı mestureyi, kulaklarınızdaki vakrayı, kalbinizdeki ekinneti alırım ve o
zaman dirilirsiniz. Sizi Allah’a ulaşmayı dilemeye davet ediyorum.” diyor
Allahû Tealâ.
Resûl de herkese aynı şeyi söylüyor: “Allah’a ulaşmayı
dileyin! Böylece ölü olmaktan kurtulun, hayata gelin.” diyor. “Hayat verecek
şeylere sizi çağırıyorum.” demiş oluyor. Peki bu kadar mı? Hayır. Bu insanların
Allah’a ulaşmasından sonra Allah’ın resûlleri onları fizik vücutlarını teslime,
nefslerini teslime de davet ediyor.
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl
elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl
elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi
olursunuz.
Bir insan daimî zikre ulaştığı zaman fizik bedeninin kalbindeki
tesbihe nefsinin kalbinin zikriyle kısas yapar. Bu durum o kişinin fuat
hassasının açılmasını zahiri âlemin dışındaki âlemleri de görmesini sağlar
bununla ikinci ölü sayıldıkları hayatlarından manevî âlemi görmek ve işitmek
üzere yeniden hayata davet ediliyorlar. Dâimî zikre davet bu davettir. Allah da
çağırıyor, resûl de çağırıyor. Allahû Tealâ son derece açık olarak çağırıyor:
“Öyle bir takvayla takva sahibi olun ki; bu bihakkın takva olsun.” diyor.
Sadece ikinci defa hayat bulmaya değil ondan daha öteye de çağırıyor. Ama
Allah’ın tekrar hayat bulmaya daveti kesin. İşte o tekrar, Allahû Tealâ’nın
davetiyle kişinin hayata gelmesi söz konusuysa bu muhtevada yeniden hayat var
ve Allah’ın ve Resûl’ün davetiyle hayata gelmek söz konusudur. Ulûl’elbab yeni
bir hayatın sahibi olacaktır. Allahû Tealâ Âli İmrân-Suresinin 190 ve
191. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî
halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb.
Muhakkak ki, göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette
âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve
kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı),
rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ, subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar
(ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken,
otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin
yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen
bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından
koru.
Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın. Bu dizaynda
Allah da resûl de sizi hayat verecek şeylere çağırırlar. Allaha ulaşmaya davet
sizi ölü olmaktan kurtarır, hayata getirir. Bu, dünya hayatına geçiş için baş
gözlerinizin, baş kulaklarınızın ve kalbinizdeki ekinnetin sizin fıkıh
edebilmeniz için, idrak edebilmeniz için hayata geçirilmesidir. Sizin dünya
hayatının anlama kapasitesi içerisinde ölüyken dirilmenizdir. Daha sonra daimî
zikre davet edildiğinizde yeni bir hayata geçeceksiniz. Ölümden yeniden hayata
ulaşacaksınız. O ikinci hayatta artık kalbinizdeki idrak hassası fıkıh değildir,
fuaddır. Öyleyse Allah ve Resûl’ü sizi hayat verecek şeylere davet ediyor. Davetin
muhtevasına baktığınız zaman Allahû Tealâ’nın bu davetinin, resûller tarafından
yapılan davetin hikmetle davet olduğunu görüyoruz.
Nahl Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki:
16/NAHL-125:
Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî
hiye ahsen (ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve
a’lemu bil muhtedîn (muhtedîne).
Rabbinin
yoluna (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif
dereceler kazandıracak) öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et.
Muhakkak ki senin Rabbin, O'nun yolundan (Sıratı Mustakîm'den) sapanları
(dalâlete düşenleri) ve hidayete erenleri bilir.
Sevgili öğrenciler! Allahû Tealâ bir Peygamber Resûl’ün
(Nebî Resûl’ün) ne tarzda bir davette bulunması gerektiğini çok açık bir şekilde
anlatıyor. Bütün peygamber resûller huzur namazının imamlarıdır. Bu çağrı aynı
zamanda bütün devirlerdeki huzur namazlarının imamları için de geçerlidir.
Bu noktaya dikkatle bakın. Evvelâ Allahû Tealâ’nın
dizaynı muhteşem bir dizayn gösteriyor. Davet var; kavga yok; ahsen bir
mücadele var. En güzel öğütlerle kızmadan, öfkelenmeden insanları davet etmek
sözkonusu. Allahû Tealâ: “câdilhum: Onlarla mücadele et.” buyurmaktadır. Bu en güzel öğütle yani ahsen
olan mevizeyle (öğütle) yapılmalıdır. Allahû Tealâ: “Öyle bir öğüt vereceksin
ki; o öğüt ahsen olacak.” diyor. Yani insanları ahsene ulaştıracak bir öğüt
olacak. Ahsen olmanın en asgari kademesi kişinin nefsinin kalbindeki bütün
afetlerin yok olması halidir. Daimî zikrin sahibi olması halidir.
Allahû Tealâ: “Ve Rabbinin yoluna hikmetle davet et.”
diyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hikmeti vermiş. Yani Peygamber Efendimiz
(S.A.V) bu âyet kendisine indirildiği zaman hikmetin sahibidir. Daimî zikre
Allahû Tealâ O’nu ulaştırmıştır. Karşılıksız olarak, hibe yoluyla ulaştırmıştır.
Daimî zikrin sahibi ve hikmetin, tezekkürün, hayrın sahibidir. Peygamber
Efendimiz (S.A.V) Allah’ın kâinatın en üst seviyesindeki Nebîsi ve Resûlüdür.
Allah’ın
yoluna davet edilenlerin iki grubua ayrılıdığı görülmektedir açık bir şekilde
ortaya çıkıyor:
• Davete rağmen dalâlette olanlar,
• Davet karşısında hidayete erenler.
Şimdi bu âyetin biraz evveline ulaştığımız zaman bir
de bakıyoruz ki Allahû Tealâ’nın o kâinatın tek dînine verdiği önemi anlatıyor.
Nahl Suresinin 120 ve 121. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
16/NAHL-120: İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten
lillâhi hanîfâ(hanîfen) ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak
ki İbrâhîm (A.S), Allah'a hanif (tek Allah'a inanan) olarak kanitin olan
(yönelen) bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.
16/NAHL-121: Şâkiren li en’umih(en’umihî), ictebâhu
ve hudâhu ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
O'nun
(Allah'ın) ni'metlerine şükredici idi. (Allah), onu seçti. Ve onu Sıratı
Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet etti (ulaştırdı).
16/NAHL-122: Ve âteynâhu fîd dunyâ
haseneh(haseneten), ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona
dünyada (hakettiği) haseneler (pozitif dereceler) verdik. Muhakkak ki o, ahirette
elbette salihlerdendi.
Nahl Suresinin 123. Âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ
Hz. İbrâhîm’in dîni için Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e de diyor ki:
16/NAHL-123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete
ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Sonra
da sana "hanif (vahdet, tevhid ve teslimi esas alan) olarak İbrâhîm
(A.S)'ın dînine tâbî olmayı" vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.
6/EN'ÂM-161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın
mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne
minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak
ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak
olan Hz. İbrâhîm'in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden
olmadı.
Sonuç Allahû Tealâ’nın davetidir. Bütün resûller
davetçidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) değil sadece, bütün sahâbe de Allah’a
davet ediyorlardı. Yûsuf Suresinin 108. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ
basîretin ene ve menittebeanî ve subhânallâhi ve mâ ene minel
muşrikîn(muşrikîne).
De ki:
“Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek,
Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih
ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Fussilet Suresinin, 33, 34, 35. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ diyor ki:
41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ
ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a
davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.”
diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les
seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu
adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene
(iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel
şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost
gibi olur.
41/FUSSİLET-35: Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû,
ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).
Ona
(kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en
büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.
“Onlar ki Allah’a teslim olduklarını belirtirler ve Allah’a çağırırlar. Onlardan daha güzel sözlü kim vardır?”
Allahû Tealâ mürşidlerden ve davetten bahsediyor.
Allah’a davet edenler… “Hiç seyyiatle hasenat bir olur mu? Sen seyyiati
hasenatla söndür. Seyyiate hasenatla mukabele edenler onlardır ki; bu ni’met
herkese verilmez. Kimi o seviyeye çıkardıysak, kim seyyiate hasenatla mukabele
eden noktaya gelmişse, onlar hazzül azîm’in sahipleridir.” diyor Allahû Tealâ.
Kur’ân-ı Kerîm bir davet kitabıdır. Saadet
davetiyesidir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’le bütün insanları Allah’a davet
ediyor. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’le bütün insanları takvanın en üstününe,
bihakkın takvaya davet ediyor. Her kademe için daveti var. Allah’a ulaşmayı
dilemeye davet, mürşîde ulaşmaya davet, ruhu Allah’a ulaştırmaya davet, fizik
vücudu Allah’a teslim etmeye davet, nefsi Allah’a teslim etmeye davet, irşada
ulaşmaya davet ve bihakkın takvaya davet; Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’iyle 7
safha ve 4 teslime davet etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm saadet rehberidir ve saadet
garantisidir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’le saadeti, mutluluğu garanti ediyor.
Kur’ân-ı Kerîm bir mutluluk davetiyesi, bir mutluluk rehberi, aynı zamanda
reçetesi ve garantisidir. Allahû Tealâ bir garanti veriyor: “Kim bana ulaşmayı
dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım, mutlaka cennetime de
ulaştırırım.” diyor.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî
nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en
ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum
ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men
yunîb(yunîbu).
(Allah)
dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
Bundan sonra da daha üstteki kademelerin her birini
her dileyene Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’de mutlaka onları vereceğini de
taahhüt ediyor. Yani Allah’a ulaşmayı dileyen birisini Allahû Tealâ mutlaka birinci
safhaya ulaştırır. Bu kişinin mürşide ulaşmayı dilememesi mümkün değildir.
Çünkü Allahû Tealâ ona mürşidini edecek olan özelliği onda mutlaka
oluşturacaktır ve onu mutlaka mürşîdine ulaştıracaktır. Allahû Tealâ mutlaka o
kişiyi kişinin ruhunu Kendi Zat’ına ulaştıracaktır. Bundan sonra kişi fizik
vücudunu, nefsini Allah’a teslim etmeyi, irşada ulaşmayı dileyecektir ve
iradesini Allah’a teslim etmeyi dileyecektir. Bunların hepsini Allahû Tealâ
mutlaka onun dileği üzerine gerçekleştirecektir.
Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesindeki Allahû
Tealâ’nın söylediği: “ucîbu da’veted dâi izâ deâni: Bize
dua edildiği takdirde (davet edildiğimiz takdirde) dua edenin davetine icâbet
ederiz.” sözü kişilerin de Allah’ın davetine icâbet etmesi halindedir.
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî
karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel
yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve
kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana
dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da
Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı
dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
“Âmenû olun! Âmenû olursanız Benim davetime icâbet
etmiş olursunuz. O zaman Ben de sizin davetinize icâbet ederim.” diyor. O zaman
davete icâbet keyfiyeti görüyorsunuz ki karşılıklı ve bir bütünü oluşturmaktadır.
Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir dersimizin daha sonuna geldik. Bütün kardeşlerimizin,
insanların dalâletten kurtulmaları için vazifeli kılınmalarını ve bu
istikamette Kur’ân‘ın bütün ilmine sahip olmalarını ve Allahû Tealâ’nın
hepimizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce
Rabbimizden dileyerek inşaallah bugünkü dersimizi burada tamamlıyoruz. Allah
hepinizden razı olsun.