Hz. İbrahim'in Hanif Dini III etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hz. İbrahim'in Hanif Dini III etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ekim 2017 Cuma

HZ. İBRÂHÎM’İN HANİF DÎNİ III

HZ. İBRÂHÎM’İN HANİF DÎNİ III

Vellezîne: Ve onlar
yasilûne: vasıl ederler
mâ: şeyi
emerallâhu: Allah’ın emrettiği şeyi
bihî: O’na
en yûsale: ulaştırmayı.
“Ve onlar Allah'ın O’na Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O’na ulaştırırlar.” diyor. Allahû Tealâ’nın, ruhu Allah'a ulaştırmayı emrettiği burada açık bir şekilde yer almış. Öyleyse Allah'a ulaştırılması üzerimize farz.
Peki, sonra ne oluyor? Sonra fizik vücudumuzu Allah'a teslim ediyoruz. Fizik vücudumuz Kur’ân-ı Kerim’de “Âdemoğulları” diye geçiyor. Ve bakıyoruz, Allahû Tealâ diyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır. 
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı?” Hepimizden Allahû Tealâ, fizik vücutlarımızdan Allah'a kul olacağına (yani Allah'a teslim olacağına) dair kesin yemin almış, ahd almış. Demek ki fizik vücudumuzun Allah'a teslimi de farz.
Peki, nefsimizin Allah'a teslimi farz mı? Nefsimizin de Allah'a teslimi farz. Nefsin teslimi ulûl’elbab olmakla mümkündür. Kim ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de Allah’ı zikrederse o zaman nefsin kalbinde hiçbir afet kalmayacak ve nefs Allah'a teslim edilecektir. Kişi ulûl’elbab olacaktır. İşte ulûl’elbab’ın tarifi: 
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

“Ellezîne yezkurûnallâhe kiyamen ve kuûden ve alâ cunubihim: O ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ. Peki, üzerimize farz mı?  Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerime de Allahû Tealâ diyor ki:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.
“Öyleyse ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin!”

Daimî zikre ulaşmak üzerimize farz. Daimî zikre ulaşanların adı: Ulûl’elbab. İşte bütün sahâbe de ulûl’elbab olmuşlar ama önemli olan şuanda (konumuz) Kur’ân-ı Kerim’de farz mı? Açık bir şekilde Allahû Tealâ daimî zikri üzerimize farz kılmış. Peki, bundan sonraki safha irşad olmak (muhlis olmak), muhlis olmak üzerimize farz mı?  Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesi: 
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.

ve mâ umirû: Onlar emrolunmadılar
illâ: sadece
li ya’budûllâhe: Allah’a abd olmak için (kul olmak için)
muhlisîne: muhlisler olarak
lehud dîne: O’nun dîninde
hunefâe: hanifler olarak
"Hanifler olarak nefsin kalbini halis kılmakla emrolundular.” diyor Allahû Tealâ sahâbe için. Ve bu emir herkes için geçerlidir. Kur’ân-ı Kerim bunu (muhlis olmayı) üzerimize farz kılmış.
Peki, ondan sonraki kademe? Ondan sonraki kademe irşad makamına tayin. Kişinin iradesini Allah’a teslim etmesi. Yani bi hakkın takvaya (hakka tukatihi takvaya) ulaşması. Farz mı? Âli İmrân Suresi-102’de Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!

“Onlar (yani sizden evvelkiler) nasıl bi hakkın takvaya (hakka tukatihi takvaya) ulaşmışlarsa siz de onlar gibi olun. Siz de hakka tukatihi takvaya ulaşın.” Öyleyse bu bapta Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane safhanın 7’sinin de farz kılındığını açık bir şekilde Allahû Tealâ ifade ediyor.