12 Ekim 2015 Pazartesi

HACI BEKTAŞÎ VELÎ

HACI BEKTAŞÎ VELÎ

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşayan Hacı Bektaşî Velî, evliyanın büyüklerindendir. Asıl ismi Seyyid Muhammed bin İbrâhîm Atâ’dır. Ancak lâkabı Bektaş’tır. Horasan’ın Nişabur şehrinde 1281 yılında doğdu. Soyu Hz. Ali’ye dayanır.
Daha çocukken ilim öğrenmesi için ailesi tarafından Şeyh Lokman-ı Perende’ye teslim edildi. Lokman-ı Perende, Ahmed Yesevî Hazretleri’nin halifelerindendir. Bektaşî Velî’nin daha çocukken birçok kerametleri görüldü.
Bir gün Lokman-ı Perende Bektaşî Velî’nin odasına girdi. Bektaşî Velî’nin iki yanında Kur’ân-ı Kerim okuyan iki nuranî kişi duruyordu. Lokman-ı Perende onun yanına girince bu iki kişi de kayboldu. Hocası, Bektaşî Velî’ye onların kim olduklarını sordu. O da; “Birisi Peygamber Efendimiz (S.A.V), diğeri ise Hz. Ali idi.” dedi.

Yine bir gün hocasından ders dinlerken, namaz vakti geldi. Hocası yardımcısından abdest almak için su istedi. Bektaşî Velî hocasına;
-Bir nazar etseniz de su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa, dedi.
Hocası ;
-Benim kudretim bunu yapmaya yetmez, dedi.
Hacı Bektaşî hemen Allahû Tealâ’ya dua etti, hocası da “âmin” dedi. O anda medresenin ortasından bir su çıkıp kapıya doğru akmaya başladı. Pınarın başında çok güzel çiçekler açtı.

Bu olaydan bir süre sonra Lokman-ı Perende hacca gitti. Arafatta kıbleye doğru döndükleri anda öğrencilerine;
-Kardeşlerim bugün arefe günüdür. Şimdi bizim evde yemekler pişirilir, dedi.
Bu söz Allahû Tealâ’nın kudreti ile Bektaşî Velî’ye malûm oldu. Gerçekten tam o sırada hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektaşî Velî hemen bir tepsi yemeği aldığı gibi, bir anda hocasına sundu. Hocası Nişabur’a dönünce Bektaşî Velî’nin bu kerametini herkese anlattı. Artık o, Hacı Bektaşî Velî olarak anılmaya başlandı.

Lokman-ı Perende, Hacı Bektaşî Velî’nin bütün kerametlerini tüm âlimlere anlattı ama onlar emaniyye bilgilerle dolu oldukları için tuhaf karşıladılar. Hacı Bektaşî Velî sözde âlimlere;
-Ben Resûlü Ekrem (S.A.V)’in soyundanım. Bana bunları çok görmeyin. Bunlar Allahû Tealâ’nın bana ikramlarıdır, dedi.
Onlar, Hacı Bektaşî Velî’ye sordular:
-Eğer sır sahibi iseniz, nişanınız nerededir?
Hacı Bektaşî Velî elinin ayasındaki ve alnındaki iki yeşil ben’i gösterdi. Tabii ki hepsi hayretle onaylamak zorunda kaldılar.

Hacı Bektaşî Velî tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra, insanla Allah arasında var olan 28 basamağın sonuncusuna gelerek Salâh Makamı’na erdi, irşada memur ve mezun kılındı. Anadolu’ya gelerek insanları Sırat-ı Müstakim’e davet etmeye başladı. Anadolu halkı Hacı Bektaşî Velî’yi bağrına bastı. Onun sohbetlerine akın akın koşmaya başladılar.

“DÜŞÜNCE KARANLIĞINA IŞIK TUTANLARA NE MUTLU!” diyen Hacı Bektaşî Velî; “NEBÎLER, VELÎLER İNSANLIĞA ALLAH’IN HEDİYESİDİR...”  diyerek,  Kur’ân-ı Kerim’den âyetlerle İRŞAD’ın farz olduğunu insanlara açıklıyordu.

Nasıl Peygamber Efendimiz (S.A.V) insanları Allah’a çağırıyor idiyse, nasıl bütün sahâbe insanları Allah’a çağırıyor idiyse, Hacı Bektaşî Velî Hazretleri de herkesi ALLAH’a çağırıyordu.
Allah’a ulaşmayı dileyenler Hacı Bektaşî Velî’ye tâbî oluyorlar, ruhlarını Allah’a teslim ediyorlar, sonra fizik vücutlarını Allah’a teslim ediyorlar, en sonra da nefslerini Allah’a teslim ederek tüm teslimleri beş safhada gerçekleştiriyorlardı.

TESLİM; herşeyden vazgeçerek kayıtsız şartsız bir hüviyetle insanoğlunun ruhunu, fizik vücudunu ve nefsini ALLAH’a vermesi halidir.
İnsan, Allah indinde en değerli mahlûktur. İnsanı Kur’ân-ı Kerim ışığında incelediğimiz zaman, üç vücuttan oluştuğunu görüyoruz. Bunlar nefs, ruh ve bu ikisinin birden barındığı fizik vücuttur.


Allahû Tealâ Nisa Suresinin 58. âyet-i kerimesinde;
“İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ, ve izâ hakemtum beynennâsi en tahkumû bil’adl. İnnallahe niimmâ yaizukum bih. İnnallahe kâne semîan basîran.”
Allah emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah bununla size bir ni’met veriyor. Ve Allah işiten ve bilendir.

Bakara Suresinin 208. âyet-i kerimesinde TESLİMİ bir defa daha emrediyor:
“Yâ eyyühellezine amenûdhulû fissilmi kâffeten, ve lâtettebi’û hutuvâtişşeytan innehü leküm adüvvünmübin.”
Ey âmenû olan (îmân eden) kimseler! Hepiniz birden SİLM (teslim olma dairesi) içine girin. Şeytanın adımlarına (izlerine) tâbî olmayın. Hiç şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.

Ve yine Allahû Tealâ Zümer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
“Ve eniybû ilâ rabbiküm ve eslimû lehü min kablien ye’tiyekümül’azâbü sümme lâ tünsarûn.”
“Allah’a dön (ruhunu Allah’a ulaştır) ve (böylece) Allah’a TESLİM ol, üzerine azap (kabir azabı) gelmeden önce (ölümden önce) yoksa sonra yardım olunmazsın.”

İnsanları Allah’a TESLİM olmaya çağıran Hacı Bektaşî Velî kısa zamanda tanınarak büyük ilgi gördü. Bu sıralarda kuruluş devrinde olan Osmanlı Devleti’nin sağlam temeller üzerinde oturmasında büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Sultan Orhan zamanında oluşturulan Yeniçeri Ordusu’na dua ederek askerlere İslâm dînini anlattı. Hacı Bektaşî Velî’nin kendilerine manevî pîr olması ile Yeniçeri Ordusu disiplinini ona bağladı.
Bu sevgi ve bağlılık yeniçerilerin barış zamanındaki çalışmalarını, savaş zamanındaki gayret ve kahramanlıklarını artırdı.
Hacı Bektaşî Velî tasavvufun yolunun SEVGİ’den geçtiğini öğrencilerine öğretti. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şu sözlerini her fırsatta onlara tekrarladı:

“ALLAH’IN ÖYLE SEVGİLİ KULLARI VARDIR Kİ, ONLAR ALLAH’IN KULLARINA ALLAH’I SEVDİRİRLER, ALLAH’A DA KULLARINI SEVDİRİRLER.”

Bizimle Allah arasında var olan 28 basamağın ilk basamağındaki Allah’a giden yolun SEVGİ’den geçtiğini anlatan Hacı Bektaşî Velî, Allah sevgisini insanlara öğreten Allah’ın sevgili kullarını; “Nebîler, velîler insanlığa Allah’ın hediyesidir.” diyerek anlattı.


Hacı Bektaşî Velî’nin, mürşidi Lokman-ı Perende’nin eğitiminden geçerek Anadolu’ya geldiğinden söz etmiştik. Hacı Bektaşî Velî Anadolu’da Osmanlı’nın ilk kuruluş yıllarında verdiği tasavvuf eğitimi ile Yeniçeri Ordusu’nun manevî eğitimini üstlendi. Osmanlı Devleti’nin sağlam temeller üzerinde oturmasında büyük hizmetleri ve himmetleri oldu.
İslâm dîninin TESLİM dîni olduğunu, teslim kelimesinin “silm” kökünden geldiğini, ruhumuzu, fizik vücudumuzu ve nefsimizi Allah’a teslim etmedikçe Kur’ân’daki İSLÂM’ın yaşanmayacağını anlattı.

Derler ki; Hacı Bektaşî Velî sık sık Hızır (A.S) ile buluşurdu. Bir gün Kayseri’nin Saklan Kalesinin batısında, Hızır (A.S) ile buluştu. Orada bir kişinin kavun ve karpuz ektiğini gördüler. Hızır (A.S) ile Hacı Bektaşî Velî o bostanın kıyısında bir taşın üzerine oturdular. İsmi Bahaeddin Çelebi olan bostan sahibine:
-Kardeş! diye hitap etti.
Bostan sahibi de ona;
-Ne buyurursunuz? dedi.
Hacı Bektaşî Velî;
-Bostandan bir kavun koparıp getir, yiyelim, dedi.
Bostan sahibi Bahaeddin Çelebi:
-Başüstüne, inşaallah olunca getiririm deyince, Hacı Bektaşî Velî:
-Diktiğin yeri bir kere kontrol et, belki olmuştur, dedi.
Bostan sahibi yine önce;
-İnşaallah, diyerek bir evvelki cevabını verdi. “Olunca getiririm.”
Bu kez Hızır (A.S) da;
-Bir kere dolaş gör, buyurdu.
Bahaeddin Çelebi kendi kendine mırıldandı: “Bir kere dolaşayım da ne göreceğim, henüz tohumları atıyorum.”
Yine de bostana girdi, birden burnuna kavun kokusu geldiğini farketti. Birinin kökünde üç tane iri kavunun büyüyerek olgunlaşmış olduğunu gördü. Bunların ikisini koparıp, birini Hızır (A.S)’a, diğerini de Hacı Bektaşî Velî’ye verdi.
-Ey erenler! Üçüncüyü çoluk çocuğuma götüreyim, dedi.
Hacı Bektaşî Velî ve Hızır (A.S) bostancının bu isteğini kabul ettiler ve kavunları alıp Kayseri’ye döndüler. Bostancı işi ile meşgul olurken birden aklına; “Bostan daha ekilirken, kavunun bittiğini cihanda kim gördü?” diye geldi.
-O azizler keramet ehli kişilerdenmiş. Bu kavunlar onların kerametleri ile olgunlaştı. Bana yazıklar olsun ki, mübarek ellerini öpmedim, diyerek hayıflandı ve bir hayli üzüldü. Bostan ekmekten vazgeçip, bir süre onları aradı. Kendi kendine; “Son pişmanlık fayda etmez.” deyip, kalan diğer kavunu da koparıp evine gitti.
Evinin kapısından girince Hızır (A.S) ile Hacı Bektaşî Velî’nin evinin misafir odasında oturduklarını gördü. Selâm vererek odaya girdi. Elindeki o kavunu getirip ortaya koydu. Hemen onların mübarek ellerini öptü. Hacı Bektaşî Velî bostan sahibine:
-Kavunları kes de yiyelim, dedi.
Onlara vermiş olduğu iki kavun da duruyordu.
Bahaeddin Çelebi hemen kavunları kesti, bir kısmını ailesine gönderdi. Geri kalanını birlikte yediler ve Allahû Tealâ’ya şükrettiler.
Bahaeddin Çelebi misafirlere;
-Size kim derler? diye sordu ve ilâve etti:
-Bu fakire himmet edin.
Kendisini ve Hızır (A.S)’ı tanıtan Hacı Bektaşî Velî, onun sırtını sıvazladı. Bahaeddin Çelebi’ye hayır duada bulundular ve evden çıkıp kapıda kayboldular.

Bu olay Bahaeddin Çelebi’yi düşündürdü. Allahû Tealâ ona niçin böyle bir olay yaşatmıştı?
İçinde, dünya hayatını yaşarken, çok kuvvetli bir Allah’a ULAŞMA isteği oluştu. Hep Allah’ı konuşmak, hep Allah’tan bahsedenlerle birlikte olmak istiyordu.
Hepimizin bildiği gibi insan ile Allah arasında 28 basamak vardır. Bahaeddin Çelebi ilk 7’li basamağı bu olayı yaşadıktan sonra ALLAH’A ULAŞMAYI dileyerek geçti.
Bu ilk 7’li basamakta;
1- Olaylar (Bakara-216)
2- Olayların değerlendirilmesi (Dehr-3)
3- ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK (Ankebut-5)
4- Allah’ın “rahim” esması ile tecellisi (Yusuf-53)
5- Hicab-ı mesturenin kaldırılması (İsra-45)
6- Vakranın kaldırılması (İsra-46)
7- Ekinnetin kaldırılması (İsra-46) vardır.

Bahaeddin Çelebi, başına gelen olayı değerlendirdi. ALLAH’A ULAŞMAYI diledi, Allahû Tealâ hemen ilk yardımı olan Rahim esması ile onun nefsinin kalbine tecelli etti. Ardından yine Allah’tan gelen yardımlar devam etti. Hicab-ı mesture (mürşidle kişinin arasında bulunan ve sevgiyi engelleyen görünmez perde) kaldırıldı. Kulaklarından vakra (işitmeyi engelleyen engel) kaldırıldı. Kalbinden ekinnet (idrakin engellenmesi) alındı.

İkinci 7’li basamakta;
8- Kalbine Allah ulaştı. (Tegabün-11)
9- Kalbi Allah’a döndü. (Kaf-33)
10-Göğsünden kalbine nur yolu açıldı. (En’am-125)
11-Zikir yapmaya başladı. (Müzemmil-8)
12-HUŞÛ oluştu. (Hadid-16)
13-HACET NAMAZI KILDI. (Bakara-45)
14-Hacet namazı sonucu Allahû Tealâ ona rüyasında mürşidini gösterdi. (Furkan-70)

Bahaeddin Çelebi mürşidi Hacı Bektaşî Velî’ye tâbî olup tövbe etti. Furkan Suresi 70. âyet-i kerimesine göre günahları sevaba çevrildi.
Büyük bir aşkla üçüncü 7’li basamağın gereği olan nefs tezkiyesi kademelerinde de başarılı oldu. Son 7’li basamak olan velâyet kademelerinde de başarı göstererek salâh makamına kadar yükseldi. Kendisine “Bostancı Baba” dendi. Birçok kerametler gösterdi. Türbesi Kayseri’dedir.

VELÎLERİN BİR NAZARI KİMYÂDIR.
KARATAŞ NAZAR İLE YAKUT OLUR.

Bahaeddin Çelebi Hacı Bektaşî Velî’nin öğrencilerinden yalnızca biri idi. Ona tâbî olan nice öğrenciler dünya ve ahiret saadetine erdi, velâyet kademelerinde yükseldi.
Derler ki, Hacı Bektaşî Velî her gün gelip şimdiki dergâhının olduğu yerde otururdu. Öğrencileri; “Galiba Hacı Bektaşî Velî Hazretleri burada bir dergâh bina edilmesini istiyor, o yüzden buraya gelip oturuyor.” dediler. Daha sonra Hacı Bektaşî Velî Hazretlerinin hizmetini gören Sarı İsmail’e Hacı Bektaş’ı sevenlerden biri buraya bir dergâh yaptırmaya niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmail de gelip durumu hocasına arz etti. Hacı Bektaşî Velî:
-Ona söyle, bir usta getirsin. Biz istediğimiz büyüklükte bir daire çizelim. Ayrıca yeterli miktarda taş getirtip yonttursun, hazır etsin, dedi.
Sarı İsmail bu durumu o şahsa bildirince, çok sevindi ve hemen bir mimar getirdi. Hacı Bektaşî Velî de kalkıp eli ile şimdiki dergâhın bulunduğu yeri çizdi. Taşların getirilip yontulduğu gecenin sabahı herkes dergâhın yapılmış olduğunu gördü.
Mimar:
-Ben bu binanın yapımı için usta getirdim, taş getirdim, yaptırma sevabına kavuşamadım. Her kimse, bir gecede yaptırmış, diyerek üzüntülerini dile getirdi.
Sarı İsmail durumu hocası Hacı Bektaşî Velî’ye bildirdi. Bunun üzerine Hacı Bektaşî Velî şöyle haber gönderdi:
-Ey İsmail! O beni sevene söyle, bu dergâhı zahirden birisi gelip yaptırmadı. Allahû Tealâ’nın izni ile bir anda yapıldı, sevabı yine onun amel defterine yazılmıştır, dedi.

****************
Hacı Bektaşî Velî şöyle diyor:
“Benim üç dostum vardır…Ben ölünce evde kalır biri. Diğeri yoldan döner. Biri benimle gelir. Evde kalan malımdır. Yoldan dönen dostlarım. Benimle gelen ise iyiliğimdir.”

*****

Hacı Bektaşî Velî’ye birgün şöyle sormuşlar: “Gerçeğin sadece sözünü edenlerle, gerçeği yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
Hacı Bektaşî Velî: “Bakın göstereyim” demiş.
Pir, önce gerçeği dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak bir sofra hazırlamış. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından bir metre boyunda kaşıklar... Pir, “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle kullanacaksınız…” demiş. “Peki” demişler ve başlamışlar içmeye… Fakat o ne? Kaşık çok uzun olduğundan bir türlü döküp saçmadan ağızlarına götüremiyorlar, çorbadan bir türlü içemiyorlarmış.  En sonunda bakmışlar ki beceremiyorlar, öylece sofradan aç kalkmışlar.
Ardından Hacı Bektaşî Velî, sofraya gerçeği gerçekten kalpten yaşayanları çağırmış. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelip sofraya oturmuş. Hacı Bektaşî Velî: “Buyurun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra yanındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri bir diğerini doyurmuş. Şükrederek sofradan kalkmışlar.
Hacı Bektaşî Velî: “İşte kim; gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve yalnız kendisini doyurmayı düşünürse,  işte o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür, doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Ve şunu iyi bilin gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır.”

Almak değil, vermek…
Sevginin en büyük belirtisi vermektir. Seven sevdiğine ille bir şeyler vermek ister. Vermeden edemez. Vermek başlı başına sevinç ve mutluluktur. Yaratan böylesine seven kullarının veren eli, konuşan dili olur. Yine böylelerinin gözleri içinden dünyaya gülümser. Gerçek sofrasında ancak verenler, vermesini bilenler doyar.

*****
Hacı Bektaşî Velî şöyle diyor:

   “Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
   Gerçek erenlerin sözünden çıkma
   Eğer insan isen ölmezsin korkma
   Aşığı kurt yemez, uçta değildir”


Açıklama: Şüphesiz, Allah rızası için, insanı kırmaktan çok sakınmalıdır. Bir gönül yıkan Allah’ın kulunun gönlündeki evini yıkmış demektir. Hiç durmadan gönüller kazanarak, ‘ölmezler sınıfına’ girmeli ve tehlikelerden kurtulmayız. Ancak sevenlerin katarına katılanlar, tüm korku ve tehlikelerden kurtulur. Hiç bir kurt onu ısıramaz. Hiç bir kötü tesir ona bulaşamaz artık. Her nefeste şükürle dolarak ve her adımda sevgiyle vermenin sevinciyle çoşarak… Elbette bu çok kolay bir şey değildir. Ama akıllı kişi Allah’ın velilerinin sözlerindeki gerçekleri görebilir ve ancak Hacı Bektaşî Velî gibi gerçek erenlerin sözünden çıkmayarak başarabilir.
Onların sözleri, meclisleri bir başkadır. Onlar, arınmış gönüllerin, sevgi tüten, çiçek kokan meclisleridir. …Orada gözler sevgiyle bakar. Gönüldeki gerçek, dile dökülüp, söz olur petekten sızan bal misali…

*****


Hacı Bektaşî Velî şöyle diyor:

“Dervişlik hırkada, taçta değildir.
Hararet nardadır, saçta değildir.
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüs de, Mekke de, Hacc da değildir.”


Açıklama: Hacı Bektaşî Velî, müridlerine gerçeğin dilde değil gönülde, dışta değil içte olduğunu anlatmıştır. Zira hakikat ne hırkada, ne taçta ne Mekke de, ne de Hacc da dır. İnsanın kendi özünde, gönlündedir.
Hacı Bektaşî Velî, gönle bu derece değer verir. Bilir ki gönül, yaratanın sevgisinden varettiği gerçek yeridir. O kendine yer olarak gönlü seçmiş ve “Ben yere göğe sığmam. Ancak inanan kulumun kalbine sığarım” demiştir. Gönül gerçek Kabe’dir.

*****
Birgün Hacı Bektaşî Velî, bahçede yine dostlarıyla birlikte toplanmıştır. Onlara “Dostlar! Sorularınız cevaba acıkan ihtiyaçlarınızdır ve tamamlanmayı dileyen bilgilerinizdir. Şimdi onları dile getirelim.” Dedi.

Dostlardan biri söz alarak; “Bize Tasavvuf’dan bahset” dedi.
Hacı Bektaşî Velî şöyle cevap verdi: “Tasavvuf Allah’tan gayrısından bıkıp usanmaktır. Ve ondan başkasından boşanmaktır. Allah’a benzemeye çalışmak onun isimleriyle süslenmektir. Gönül Allah’ı bulunca rahat olur. Yalnız onda dinlenir. Tasavvuf Allah’a özlemdir, Allah’a götüren yoldur.”
 Dost tekrar sordu: “Peki bu yolda dervişin hali nasıl bir haldir?”
Hacı Bektaşî Velî şöyle cevap verdi: “Kafanda ne varsa bırakırsın ve her elinde ne varsa verirsin. Ve kuyuya düşen ne yaparsa onu yaparsın. Kafayı ve kalbi başka düşüncelerden boşaltmak gerekir. Öyle ki Allah özlemi ruhuna iyice sinmelidir. Bunun içinde seni beden kuyusunda  tutan bağlardan çözülmeli, küçüklüklerden kurtulmalı ve dünyaya aşırı düşkün olmaktan kaçınmalısın. İşte o zaman Allah sevgisi  gönlünde yer eder ve neyin varsa verirsin sevgiyle. Seven ve sevilen verme eyleminde birleşir böylece.”

Başka bir dost sordu: “Allah’ı görmek ne ile mümkündür?”    
Hacı Bektaşî Velî şöyle cevap verdi: “İçten bağlılık ve iyi niyet gözüyle istek aynasında arınmış bir gönül ondan başkasını dilemez zaten. O’nu gönülden dileyen de görür gerçekten…”


Bir başka dost: “Farz nedir? “ diye sordu.
Hacı Bektaşî Velî şöyle cevap verdi: “Farz Allah’ı sevmektir. İnsandan asıl istenen Allah adında, O’nun sevgisinde birleşmektir. Dînlerin kendisine değil, amacına dört elle sarılmak gerektir. Bu amaç; O’nu sevmek ve O’nun sevgisinde birleşip bir olmaktır. Dînler insanı Allah’a götüren vasıtalardır. Dîn insan içindir. İnsan dîn için değil. Ona gidiş yolunda son var mıdır? Yolda son vardır, ama menzilde yoktur. Zira iki nevi yolculuk vardır. Biri Hakk’a ve diğeri Hakk’tadır.”
 Birinci yolculuk; benlikten kurtulup Hakk’a varmakla son bulur. O zaman gönlün her an yeni bir güzelliğe göz açtığı ikinci bir yolculuk başlar; işte o sonsuzdur.”

Bir başka dost: “İyiliklere perde olan kötülükler nelerdir?” diye sordu.
Hacı Bektaşî Velî şöyle cevap verdi: “Baş akıl yeridir. Ama öfke kurdu ve çekememezlik yılanı, oraya girmeye yol bulmuşsa; artık akıl orda barınamaz. Ve göz ilmin yeridir. Ama aç gözlülük bir gözü bürürse, orada ilim görülmez olur. Haya da yüz de yer tutmuştur. Ama utanmazlık, yüzsüzlük o yüzü sarmışsa haya hemen kaybolur. Bunun gibi tıpkı kalp de iman yeridir. Şüphe ve tereddüt gelince o gider.”

*****
Hacı Bektaşî Velî,  Orta Asya’dan Orta Anadolu’ya gelerek, oradaki erlere beyaz bir güvercin gibi görünmüştü. Erler önce bunu hakkıyla değerlendiremediler. Onu doğan olup yakalamaya kalktılar… Ne zaman ki gönül eri gerçeğini gösterdi onlara, o zaman, baş eğip el verdiler ona. Ve bunu üzerine Hacı Bektaşî Velî,  şu sevgi sözleriyle sitem etti.
“Dostlar, er ere böyle mi yapar! Ben size mazlum bir güvercin gibi göründüm. Siz beni zalim bir doğan olup yakalamaya kalktınız. Oysa yakalanmak bir yana, ben kendi ayağımla geldim. Gönlünüze girmek, sizin olmak için. Ve çok şükür sizinim artık.”

İşte gerçekten böyle oldu; Güzel bir bahçe kuruldu, çiçekleri hiç solmayacak…
Neşeye acıkıp, huzura susayanlar onun bahçesine koştular.
Hacı Bektaşî Velî, onda mutluluk bulmaya gelenlere, gönül açarak dinlendi. Sevgi çiçekleri sundu. Yıllar yılları kovaladı Dostlar halkası gittikçe genişledi. Bahçe çiçeklerle bezendi. Hacı Bektaşî Velî’nin dostlarıyla doldu. Gönüller bir biri için de eridi ve bir tek gönül oldu sanki. Her seven gönül sevincinden yeşerdi, çiçek açtı bu bahçede ve o çiçekler hiç solmadan mis kokulu gönüllerden geçerek bugüne geldi.

***********
Hacı Bektaşî Velî’den bazı özlü sözlerle bu dersimizi burada tamamlayalım, inşaallah.


Ara, bul...

Kadınları okutunuz! Kadınları okumayan milletler yükselemez….

İncinsen de incitme!

Her ne ararsan kendinde ara.

Eline, diline, beline sahip ol!

Arifler hem arıdır, hem arıtıcı…

Marifet ehlinin ilk makamı, edebidir.

Edep elbisesini,sırtınızdan ölünceye kadar çıkartmayın.

İnsanın cemali sözünün güzelliğidir.

Düşmanınızın dahi insan olduğunu UNUTMAYINIZ!

BİR OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM.

Göze nur gönülden gelir

Hak güneşten daha zahirdir

Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız

İki nesne en büyüktür. Bilgi ve Yumuşaklık. Bilgi ile doğruya yol görünür.
Yumuşaklıkla insanlara katlanılır.

İlim hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır.

Adalet her işte , Hakkı bilmektir.

Bizi sevenlerin gönüllerinde biz oturur, dillerinde de biz konuşuruz.

Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan.

Doğruluk dost kapısıdır.

Her ne ararsan kendinde ara.

Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız

“DÜŞÜNCE KARANLIĞINA IŞIK TUTANLARA NE MUTLU!” diyen Hacı Bektaşî Velî; “NEBÎLER, VELÎLER İNSANLIĞA ALLAH’IN HEDİYESİDİR...”  diyerek,  Kur’ân-ı Kerim’den âyetlerle İRŞAD’ın farz olduğunu insanlara açıklıyordu.

VELÎLERİN BİR NAZARI KİMYÂDIR.
KARATAŞ NAZAR İLE YAKUT OLUR.
Hacı Bektaşî Velî şöyle diyor:
“Benim üç dostum vardır…Ben ölünce evde kalır biri. Diğeri yoldan döner. Biri benimle gelir. Evde kalan malımdır. Yoldan dönen dostlarım. Benimle gelen ise iyiliğimdir.”
Hacı Bektaşî Velî şöyle diyor:

   “Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
   Gerçek erenlerin sözünden çıkma
   Eğer insan isen ölmezsin korkma
   Aşığı kurt yemez, uçta değildir”

Hacı Bektaşî Velî şöyle diyor:

“Dervişlik hırkada, taçta değildir.
Hararet nardadır, saçta değildir.
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüs de, Mekke de, Hacc da değildir.”

Hacı Bektaşî Velî tasavvufun yolunun SEVGİ’den geçtiğini öğrencilerine öğretti. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şu sözlerini her fırsatta onlara tekrarladı:

“ALLAH’IN ÖYLE SEVGİLİ KULLARI VARDIR Kİ, ONLAR ALLAH’IN KULLARINA ALLAH’I SEVDİRİRLER, ALLAH’A DA KULLARINI SEVDİRİRLER.”


Bizimle Allah arasında var olan 28 basamağın ilk basamağındaki Allah’a giden yolun SEVGİ’den geçtiğini anlatan Hacı Bektaşî Velî, Allah sevgisini insanlara öğreten Allah’ın sevgili kullarını; “Nebîler, velîler insanlığa Allah’ın hediyesidir.” diyerek anlattı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.