KUR’ÂN HAKİKÂTLERİ
Günümüzde, Kur’ân'da olmadığı halde
varmış gibi anlatılan ve dayatılan birçok bid’atler vardır. Bundan önceki
dersin devamı olarak bu konuyu anlatmayı uygun buldum.
1.bid’at: Allah
peygamberlerden başkasına âyet indirmez.”
Bunlar dînde yerleşmiş olan
yanlışlıklardır. Allahû Tealâ A’raf Suresi 175. âyet-i kerimede buyuruyor ki:
7/A'RAF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu
âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş
şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o,
ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o
zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.
Bırakınız Allahû Tealâ'nın bir
peygambere âyet indirmesini, her hangi bir insana âyet indiriyor. Şeytana tâbî
olacağı elbette Allahû Tealâ tarafından bilinmesine rağmen ona dahi Allahû
Tealâ bir şey indirdiği zaman adına “âyet” diyor. Âyetler sureleri oluşturur
sureler de kitabı oluşturur.
Öyleyse Allah Peygamberlerden
başkasına âyet indirmez sözü sadece insanların zannıdır. Allahû Tealâ her
peygambere şeriat kitabı indirmiştir. Peygamber olmayan resûllere de kitap
indirir ama bunlar şeriat kitabı olamazlar. (Rad–38).
13/RAD-38: Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve
cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeh(zurriyyeten), ve mâ kâne li resûlin en
ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), li kulli ecelin kitâb(kitâbun).
Andolsun, senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve
zürriyyet (çocuklar) kıldık. Bir resûl için, Allah'ın izni olmaksızın bir âyet
getirmesi olmaz (mümkün değildir). Her zamanın, bir kitabı vardır.
Allah’ın devrin imamlarına
verdiği kitaplar, şeriat kitabı değil, o imamla Allah arasındaki sohbet
kitabıdır. Mevlana'ya Mesnevi’yi, Said-i Nursi’ye Risale-i Nur'u, Erzurumlu
ibrahim Hakkı’ya Marifetname’yi yazdırmıştır.
Kur’ân hakikâtlerinden kopan
kavramlardan 2. si: “Her resûl kendilerine kitap verilen peygamberdir.” Akaidin
2. temel yanlışı bu: “Kim resûl ise o mutlaka peygamberdir. Bütün resûller nebîdir”
diyorlar. Hayır!
Bütün nebîler yani peygamberler aynı zamanda resûldürler ama bütün resûller
nebî değiller.
Allahû Tealâ Mu'minun Suresi 44. ve Bakara Suresi 87. âyetlerinde
buyuruyor ki:
23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ
kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li
kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her
ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları
birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan
kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
2/BAKARA–87:Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ
min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi
rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ
enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da birbiri ardından
(araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya
beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruh'ûl Kudüs ile destekledik. Her ne
zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse,
hemen kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da
öldürdünüz.
Allahû Tealâ bütün
kavimlere, her devirde mutlak olarak resûl gönderdiğini ifade ediyor:
16 / NAHL - 36Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen
eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men
hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı
fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz,
bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata
getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar
ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar)
diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı
dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının
(dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık
yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın
(görün).
Allahû Tealâ İsra Suresi 15.
âyet-i kerîmede ve İbrahim Suresi 4. âyette buyuruyor ki:
17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li
nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun
vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği
için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi
üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir
başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap
edici olmadık.
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li
yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel
azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş
olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse
Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a
ulaşmayı dileyenleri) hidayete
erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir.
“Onların lisanı ile onların
arasından resul göndeririz” buyuruyor.
Kur’ân-ı Kerim âyetleri
Peygamber Efendimiz (sav)’in son nebî olduğunu belirtiyor:
33/AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min
ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi
kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır
(değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir
(Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
O (s.a.v.)
son peygamberdir. Peygamberlik
müessesesi O’nunla (s.a.v.) bitmiştir. Son şeriat kitabı Kur'ân’ı Kerim’dir.
Kâinatı sonsuza kadar o şeriat idare edecektir.
Görülüyor ki Allahû Tealâ
bütün kavimlere resûl gönderiyor. Bu kavimlere gönderilen resûllerden eğer
nübüvvet söz konusu ise sadece bir tanesi nebî resûldür. Diğerleri velî
resûldür.
Peygamberler arasında fetret
devirleri vardır. (Maide–19)
5/MAİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ
fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad
câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) ardı arkası kesildiği
(fetret) devrinde, sizlere gerçekleri açıklayan Resûl'ümüz gelmişti. “Bize bir
müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için) böylece
sizlere “müjdeleyici ve uyarıcı” bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.
1400 seneden beri fetret
devri yaşanıyor ve kıyamete kadar da yaşanacaktır. 1400 seneden beri peygamber
yoktur. Bugün de yoktur. Yarın da olmayacak; hiç olmayacaktır. Fakat resûller
bütün kavimlerde şu anda da yaşamaya devam ediyor.
Öyleyse resûllerin hepsi peygamber
değildir. Peygamberler mutlaka resûldür ama resûller veli resûllerdir. Sadece
peygamberler nebî resûldür. Şu anda da dünyadaki bütün kavimlerde Allah’ın resûlleri
yaşıyor.
Öyleyse resûllerin hepsi
peygamber değildir. Hele ki, kendilerine şeriat kitabı verilen peygamberler hiç
değildir.
Allahû Tealâ: “Biz nebîlerimize şeriat kitabı
indiririz ki o kitaptaki şeriatla hükmetsinler.” buyuruyor. Peygamberler,
kendilerine gönderilen şeriat kitabı ile hükmetsinler diye gönderilirler.
Peygamber Efendimiz (sav), ve evvelinde Hz. İsa, ondan evvel Hz. Musa, ondan
evvel Hz. İbrahim hep kendilerine şeriat kitabı gönderilen nebîlerdir.
3. bid’at: “Nebîler
kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.” Tam aksine nebîler kendilerine
kitap verilen peygamberlerdir. (Âlî İmrân–81)
3/ÂL-Î İMRÂN–81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ
âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum
le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum
alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn.
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size,
beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl
geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım
edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul
ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu.
(Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahû Teâlâ):
"Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.
Öyleyse nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberler değil, tam
aksine kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.
4. bid’at: “Mürşid denen
Allah’a ulaştırmakla vazifeli kimse yoktur.” Allahû Tealâ Cin Suresi 14. âyet-i
kerimede buyuruyor ki:
72/CİN-14: Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel
kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).
Ve gerçekten bizden, (Allah'a) teslim olanlar da var ve
bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim (Allah'a)
teslim olmuşsa (ruhunu teslim etmişse) işte onlar, irşad olmayı (nefsin ve
iradenin teslimini) arayanlardır (dileyenlerdir).
“Kim hidayete ermeyi dilerse
o mürşidini arar.” Kehf Suresi 10. âyet-i kerimede mağaraya sığınan Ashab-ı
Kehf Allahû Tealâ’ya: ‘‘Bize katından bir mürşid ihsan eyle.’’ diyorlar:
18/KEHF-10: İz evel fityetu ilel kehfi fe kâlû
rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi' lenâ min emrinâ reşedâ(reşeden).
Gençler mağaraya sığındıkları zaman şöyle dediler: “Rabbimiz, bize Senin
katından bir rahmet ver. Ve bize emrimizden (bizim içimizden, senin
emirlerinden bize ait olan rahmet ve salâvâtı ulaştıracak kişiyi) mürşidi tayin
et.”
Rabbimiz Kehf Suresi 17. âyette
de: “men yehdillâhu
fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen
murşidâ(murşiden). Allah, kimi Kendisine
ulaştırırsa, işte o hidayete
ermiştir. Ve kimi dalâlette
bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşit (irşad
eden evliya) bulunmaz.” buyuruyor.
Allahû Teâlâ Kur’ân-ı
Kerim’de mürşitlerin varlığını kesin olarak açıklamıştır. Ve Allahû Tealâ
mürşitlerinin en büyünün devrin imamı olan resûl olduğunu belirtiyor. Devrin
imamlarının insanları hidayete erdirmekle vazifeli kılındığını Secde Suresi 24.
âyet-i kerîmede açıklıyor:
32/SECDE 24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve
kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle
hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve
âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
İnsanların ruhlarını Allah’a
ulaştırsınlar diye, sabrın sahibi oldukları için ve Allah’ın âyetlerine hakkul
yakin kademesinde yakîn hasıl ettikleri için.
Allah ile kul arasında Allah
sokuyor insanları (Mürşidleri) Allah tayin ediyor ki insanları hidayete
erdirsinler diye. Öyleyse görüyoruz ki Mürşitler var.
5. bid’at: “Allah ile kul arasına kimse giremez” bu söz
tümüyle yanlış bir ifadedir. Tam aksine Allahû Tealâ'nın insanlarla Kendisi
arasına bir vazifeli soktuğunu ve onun hidayete erdirmekle vazifeli olduğunu
görüyoruz. Kim mürşidine ulaşıp da tâbî olursa, bu konuda vazifeli olan devrin
imamının ruhu o kişinin başının üzerine ulaşıyor ve kişiye Allah’a mülaki olma
gününün geldiğini bildiriyor. (Mu’min–15)
40/MU'MİN-15:Refîud
derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li
yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine
ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da
Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a
ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden
(Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Allah’ın insanla kendisi
arasına koyduğu vazifeli kişinin ruhu o kişinin ruhuna ihtar etmek için gelip
ruhunun Allah’a geri dönmesi emrini veriyor “Senin Allah’a yevm-üt talakın
geldi. Allah’a geri dön!'' Bu vücudu artık ben kontrol altına alacağım.’’
Diyor. Bütün mürşitler, kul ile Allah arasında vazifelilerdir.
6. bid’at: Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez! Vahiy
Hatem-ül Enbiya olan Peygamber Efendimiz (Sav)'den sonra kesilmemiştir. Allah
peygamberlerden başkasına vahyeder!
Allahû Tealâ Nahl Suresi 68. âyet-i kerîmede arıya,
Fussilet Suresi 12.âyet-i kerimede yedi kat göklere,
Yunus Suresi 2. âyet-i kerimede alelade bir insana,
Zilzal Suresi 5.âyet-i kerimede toprağa,
Maide Suresi 111.âyet-i kerimede Hz. İsa’nın havarilerine,
Taha Suresi 38. ve Kasas Suresi 7.âyet-i kerimelerde Hz. Musa’nın
annesine,
Âlî İmrân Suresi 43. ve Meryem Suresi 24. âyet-i kerimede Hz. İsa’nın
annesi Hz. Meryem’e vahyettiğini belirtiyor.
Allahû Tealâ Şura Suresi
51.âyette buyuruyor ki:
42/ŞURA–51: Ve mâ kâne li beşerin en
yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye
bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
Allah'ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahy ile
veya perde arkasından veya dilediğine izniyle vahyetsin diye resûl (melek)
göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.
Allah kiminle bir konuşmaya
girerse bunu vahiy yolu ile gerçekleştirir. Kur’an-ı Kerim bu kadar çok delil
taşımasına rağmen onlar hala: “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez.”diyorlar.
Bu cehalet dînimize öyle bir girmiş ki hakikâtleri yok etmiş.
Kur’ân hakikatleri hep
unutulmuş, insanların uydurdukları şeyler dînimizin temel hükümleri arasında
yer almış.
7. bid’at: “Ruh vücuttan çıkarsa kişi ölür. Bu sebeple ölmeden
evvel ruhun Allah’a ulaştırması diye bir şey yoktur.” Allahû Tealâ ruhumuzu
Allah’a ulaştırmamızı defaatle farz kılmış. Bunun farz olduğu, olduğu Rad
Suresi 21. âyet-i kerîmesinde kesinleşiyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en
yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği
şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû
duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Allahû Tealâ ruhumuzu Allah’a
ulaştırılmasını emretmiş. Kur’an-ı Kerim’de hangi konu emredilmiş ise o bir
farzdır!
Demek ki ruhu Allah’a
ulaştırmak üzerimize farzdır. Muzemmil Suresi 8. ve Zumer Suresi 54. âyet-i
kerîmelerde Rabbimiz buyuruyor ki:
73/MUZEMMİL -8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş. Görülüyor
ki ruhun Allah’a ulaşması daha farzdır.
3/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en
ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a
ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun
(ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra
yardım olunmazsınız.
Allah’a teslim olmak
üzerimize farzdır. Allahû Tealâ Fecr Suresi 27. 28. 29. 30. âyet-i kerîmelerde
buyuruyor ki:
8/FECR–27: Yâ eyyetuhen nefsul
mutmainneh(mutmainnetu)
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR–28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten
mardıyyeh(mardıyyeten)
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış
olarak!
Ey ruh rabbine rücû et, geri
dönerek rabbine ulaş,
8 /FECR–29: Fedhulî fî ibâdî
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a
ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
Ey vech kullarımın arasına gir,
89/FECR -30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
Allahû Tealâ tarafından ruhun
Allah’a ulaşması kesinlikle üzerimize farz kılınmıştır. Allahû Tealâ açık bir
şekilde farz kılmasına rağmen bu yanlış halen devam ediyor. “Ruh vücuttan
ayrılırsa kişi ölür.” deniyor ve Kur’ân-ı Kerim tefsirlerinde bunları
yazıyorlar. Hepsi de bu konuda bir büyük yanılgının içindeler.
8. bid’at: “Dünyada rahat
yoktur.” Dünyada rahat da mutluluk da vardır. Allahû Teâla sizden sadece mutlu
olmanızı istiyor.
10 / YUNUS - 62: E lâ inne
evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak
ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar,
öyle değil mi?
10 / YUNUS – 63: Ellezîne âmenû
ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar,
âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi
olmuşlardır.
Nefsinizin kalbindeki afetlerin
yarısını temizlemeyi ve sizi mutluluğun yarısını yaşama konusunda size garantiyi
Allahû Tealâ veriyor.“Kim bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime
ulaştırırım” diyor:
29/ANKEBUT–5:Men kâne
yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki
olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın
tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a
ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Bir insanın ruhunun Allah’a
ulaşabilmesi ise nefsinin kalbinin %51 oranında afetlerden temizlenmesi ile
mümkündür. Bu temizlenme %51 oranında o kişinin mutluluğa ulaşması demektir.
Allahû Tealâ herkesi bu hedefe ulaştıracağını garanti ediyor. (Şura–13, Rad–27)
Nefs tezkiyesi dünya
mutluluğunun yarısını ifade eder, nefs tasfiyesi ise nefsimizin kalbinde
afetlerin tamamen yok olması ise dünya mutluluğunun bütününü ifade eder.
Öyleyse “dünyada rahat yoktur,
mutluluk yoktur” lafı sadece bir hayal, bir uydurma, bir yalandır. Kişi
nefsinin kalbindeki afetleri azalttıkça mutluluğu artar. Çünkü nefsi ile ruhu
arasındaki kavga bittiği gibi onunla etrafındaki insanlar arsındaki kavga da
biter. Bu kişinin Allah ile olan ilişkilerinde de bütün ibadetlerini yerine
getirdiği ve yasak ettiği fiilleri yapmadığı için mutluluğu sonsuz bir mutluluk
olarak devreye girer.
Kişi daimî zikre ulaştığı
zaman mutlak bir saadetin içinde yaşar. İç dünyasında (nefsi ile ruhu arasında
ki kavga bittiği için), dış dünyasında (başka insanlarla kavgası bittiği için)
ve Allah ile olan ilişkilerde (Allah’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyduğu
için) sonsuz bir saadeti yaşar.
9. bid’at: “Dînde zorlama
vardır.” düşüncesidir. Allahû Tealâ tam aksini ifade ediyor:
2/BAKARA–256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu
minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke
bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allah’a ulaştıran yol),
gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça
(ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran
yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu
tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya
(sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
10. bid’at: “Mürşide ulaşmak farz değildir.
Mürşidsiz de cennete gidilebilir.”
Aslında gerçekten de
mürşidsiz de cennete gidilebilir. Mürşide ulaşmadan evvel de bir insanın
cennete girebilmesi mümkündür ama Allahû Tealâ o kişiye verdiği sözü gereği
kişi Allah’a ulaşmayı dilerse Allah mutlaka onu kendisine ulaştıracaktır. Peki,
mürşide ulaşmak farz mıdır? Maide Suresi
35. âyet-i kerîmesine göre farz olduğunu anlıyoruz:
5/MAİDE - 35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi
leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar
(Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun
ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki
böylece siz felâha
erersiniz
Allahû Tealâ birinci takvanın
sahibi olmuş olan amenûlerden 2. defa takva sahibi olmalarını istiyor. “Allah’a
ulaşmaya vesile olacak olan kişiyi(mürşidi) Allah’tan isteyin” diyor. Mürşidi
Allahû Tealâ farz kılıyor. Mürşidi istemekten murada o mürşide ulaşıp tabi olmak.
Öyleyse mürşide ulaşmak farzdır. Allahû Tealâ açık bir şekilde farz kılmış. Allahû
Tealâ Nahl Suresi 9. âyet-i kerîmede buyuruyor ki:
16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ
câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sırat-ı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların
yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve
eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
11. bid’at: “Allah görülemez”
Evet, bu dünya gözü ile gerçekten
görülemez. Bu gözler Allah’ı görmeye tahammül edemez. Ama Allahû Tealâ kişiye
başka bir göz olan kalp gözü veriyor. Kalp gözü ile kim iradesini Allah’a
teslim ederse o zaman Allah’ın Zat’ını görür.
Allahû Tealâ bir kısım
insanların Allah’ın katında Allah’ın Zat’ına şahadet ettiklerini söylüyor. İşte onlar Allah’ın katında Allah’ı müşahede
edenlerdir. Allah’ın Zat’ına şahadet edenlerdir.
12 / YUSUF - 108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ
basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel
muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar
ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı
tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Allahû Tealâ buyuruyor ki: ‘’Kalp
gözleri kör olmaz; baş gözleri kör olur.”
Ancak kalp gözleri Allah’ı görmeye yetkilidir.
43 / ZUHRUF - 86: Ve lâ yemlikullezîne yed’ûne min dûnihiş
şefâte illâ men şehide bil hakkı ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve onların, O'ndan (Allah'tan) başka taptıkları şeyler şefaate malik
değildir. Hakk'a şahit olanlar hariç ve onlar (Hakk'ı) bilirler.
50/KAF–37: İnne fî zâlike le zikrâ li men kâne lehu
kalbun ev elkâs sem’a ve huve şehîdun.
Muhakkak ki bunda kalpleri olan ve ilka edilenleri işitebilen ve (kalp gözleri ile Allah'a) şahit olan kişiler için mutlaka ibret vardır.
Muhakkak ki bunda kalpleri olan ve ilka edilenleri işitebilen ve (kalp gözleri ile Allah'a) şahit olan kişiler için mutlaka ibret vardır.
12. bid’at: “Allah’a
ulaşılamaz!” Bir takım dinden ve Allah’ın kitabından habersiz insanlar dîn
hakkında ahkâm kesiyorlar ve: ‘’Şu kâinat var ya diyorlar, o Allah’tır. Onun
dışında Allah falan aramayın. Göklerde sizin zannettiğiniz gibi bir Allah
yoktur” diyorlar.
Allahû Tealâ’nın âyetlerde
açıklamasına göre altı günde altı âlem yarattı (üç asıl üç de karşıt) sonra
arşa istiva etti:
32/SECDE-4: Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve
mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), mâ lekum min dûnihî
min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
O Allah ki; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde halketti
(yarattı). Sonra arşa istiva etti (arşı sevva etti, dizayn etti, vechi arşta
karar kıldı). Sizin O'ndan başka dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Hâlâ tezekkür
etmez misiniz?
Demek ki Allah varken kâinat
yokmuş, Allah kâinat ise herkes Allah’ın bir parçası demektir.
Böyle bir saçmalığı nasıl
söyleyebilir insanlar? O Allah ki kendi Zat’ına davet ediyor ve diyor ki : “Biz
Kur'ân’ı indirdik, İncili indirdik, Tevratı indirdik” göklerden yere indiriyor.
(Maide/ 44–46)
Allahû Tealâ buyuruyor ki : “Buradaki
bir gün sizin dünyanızda 1000 yıla eşittir” Allah’ın hem görülmesi hem de
Allah’a ulaşılması bir tarafa bırakın Allah, ruhumuzu ölmeden evvel kendisine
ulaştırmamızı üzerimize farz kılıyor. (Müzemmil–8, Zumer–54, Fecr–28)
Öyleyse Allah’a ulaşmamız
üzerimize defaatle farz kılınmış. Bunun bir farz hükmü Rad–21. âyetinde emir
şeklinde tecelli ettiği için kesinleşiyor. Allahû Tealâ ruhumuzun Allah’a
ulaşmasını emretmiş yani farz olduğu bir defa daha kesinleşiyor.
13. bid’at: “Cehennemde bir
süre cezalandıktan sonra inananlar muhakkak cennete girer” diyorlar.
Bizim kitabımız Kur’ân-ı Kerim, bir
furkandır. Furkan; hakkı batıldan ayırt eden demektir. O zaman doğruyu bulmak
için Kur’ân’a bakalım:
Cehennemden çıkılamayacağına tam 52 âyet vardır.
Bu âyetleri size gönderdiğimiz 2. kitapta bulabilirsiniz. Ama bir kaç âyeti
inceleyelim:
23/MU’MİNUN–102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike
humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23/MU’MİNUN–103: Ve men haffet mevâzînuhu fe
ulâikellezîne hasirû enfusehum fÎ cehenneme hâlidûn(hâlidûne)
Ve kimin mizanı (sevap
tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar,
cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
2/BAKARA–80: Ve
kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum
indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve (o emaniyyeye tâbî
olanlar): “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak (günahlarımız kadar
yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah katından bir ahd mi edindiniz?” (Eğer böyle bir ahd, almışsanız)
Allah, ahdinden asla dönmez (Allah’ın ahdinde hilâf olmaz). Yoksa Allah’a karşı
bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
3/ÂLİ İMRÂN-24:
Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin),
ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bu, onların "Ateş bize sayılı günlerden
başka asla dokunmayacak" demeleri sebebiyledir. Ve onların dînleri
hakkında iftira etmiş oldukları şeyler, kendilerini aldattı.
14.bid’at: “Şekil şartlarına riayet
etmeyenlerin ibadetleri kabul olunmaz!” Bir hurafe
ortalıkta dolaşıyor. Bilmem hangi harfi boğazımızdan çıkarırken normal
çıkaramıyorsanız sizin namazınız kabul olunmazmış. Şekil şartlarından herhangi
birine riayet etmediniz. Ellerinizi kulaklarınızın alt tarafına değilde üst
tarafına koydunuz bitti, namazınız yandı. Okumanızda bir Arapça harfi
okuyamadınız namaz olmaz vb. Buna benzer bir sürü hurafe dînimizin içine
girmiş.
Aslında Allahû Tealâ sizin
kalbinize bakar. Şekil şartlarına bilerek kasıtlı olmadıktan sonra eksiklik
olsa da Allahû Tealâ namazlarınızı ve bütün ibadetlerinizi kabule her zaman
hazırdır. Allah insanın dostudur.
15. bid’at: Tecvide veya kıraatte
harflerin mahreçlerine göre çıkarılmayan kıraatler ve kabul olunmaz. Bu da
doğru değil, herkes Arapça bilgisine ve telaffuzuna yeterli ölçüde sahip
değildir. Allahû Tealâ bizim kalbimize bakıyor. Kelimeleri elimizden geldiğince
uygun şekilde telaffuz etmeye çalışıyoruz ama bir Arap kadar muntazam ve uygun
ve mahreçlerinden seslerin çıkması bizlerde pek mümkün olmaz. Böyle olmadığı
için Allahû Tealâ’nın namazınızı veya diğer ibadetlerimizi kabul etmemesi diye
bir şey hiç bir zaman söz konusu değildir.
Şekil şartları Allah ile
olan ilişkilerinizde bir hüküm ifade etmez. Siz hüsn-ü niyetle Allah rızası
için ibadetlerinizi yaparsanız Allahû Tealâ onları mutlaka kabul eder. Her
ibadet Kiramen kâtibin melekleri tarafından amel defterinize kaydediliyor.
Kazandığınız derecelerde farklılıklar olabilir ama bu önemli bir fark hiç bir
zaman oluşturmaz.
16. bid’at: “İrciî emri bir
ölüm emridir” Allahû Tealâ Fecr Suresi 28. âyet-i kerîmede : “İrciî ila rabbiki”
“Rabbine rücû et. Rabbine geri dön. Ruhunu hayattayken Allah’a ulaştır.
” buyuruyor. Ruhun Allah’a geri dönmesi kişinin ölümü ile mutlak olarak
gerçekleşir.
Ölüm melekleri gelirler,
kişinin mitokondrilerini çalışmaz hale getirirler, yani vücut elektrik enerjisi
üretemez ve oksijen gitmediği için beyinden başlayan ölüm bütün vücuda yayılır
ve ruh da nefs de manyetik alan sona erdiği için ölen bir vücutta barınamazlar
ve vücudu terk etmek zorundadırlar.
Ruh omuzlarımızdan bir ya da
iki metre yukarda sağ tarafımızda nefs sol tarafımızda yer alır ve ölüm
melekleri ruhumuzu beraberinde alarak Allah’a ulaştırırlar. Ama böyle bir şey
ölümden sonra ruhumuzun Allah’a ulaşmasıdır. Ruhu vücudunda olan bir kişi için
geçerli olan olaydır. Her halükarda ruhunuzun Allah’a ulaşması söz konusudur.
3/ÂL-Î İMRÂN–83: E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû
esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen veileyhiyurceûn(yurceûne).
Onlar, hâlâ Allah'ın dîninden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde
ve yerde kim varsa, hepsi tav'an ve kerhen (isteyerek ve istemeyerek) O'na
teslim oldular ve onlar, O'na (Allah'a), geri döndürülecekler.
Allahû Tealâ sadece ‘’İrciî’’
emri ile değil, diğer emirlerle de ruhu Allah’a davet eder. Hayattayken
ruhunuzu Allah’a ulaştırmak üzerinize defaatle farz kılınmıştır.
Öyleyse bu farzlardan biri de Ircıî
emridir. İntihar eden kişi Kur’ân-ı Kerim’de mutlaka cehenneme gideceği belirtilmiştir.
İntihar eden kişi mutlaka ebediyyen kalmak üzere cehenneme gidecektir.
4/NİSA–29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne
ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum, innallâhe kâne bikum
rahîmâ(rahîmen).
Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını
batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç.
Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah,
size karşı Rahîm'dir.
4/NİSA–30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi
nâra(nâren) ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîran).
Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu
yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.
Öyleyse intihar etmek
cehenneme gitmenin temelini teşkil eder. Hiç Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de herkese
hitaben irciî emrini “intihar et de ruhun bana geri dönsün” der mi? Aynı Kur’ân-ı
Kerim’e “intihar edenin gideceği yer cehennemdir” diye yazsın, ondan sonra da
intihar emri versin. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki : “Allah abes
ile iştigal etmez” onun için “ırciî” emri hayattayken insan ruhunun Allah’a
ulaşması emridir. Zaten Allahû Tealâ bir çok defa âyetlerde ruhumuzun Allah’a
hayattayken geri dönmesini farz kılmıştır. Dolayısıyla da İrcıi emri de
bunlardan biridir. Üzerimize farzdır.
17. bid’at: ''Allah’ın rahmet
ve fazlının nefsinin kalbine yerleşmesi ile oluşacak tarzda nefs teskiyesi
yoktur” diyorlar. Oysaki nefs teskiyesi Kur’ân’ın temelidir. Allahû Tealâ
nefsimizi teskiye etmeyi üzerimize farz kılıyor.
5/MAİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum
enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe
yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu
üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar
veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size
haber verecek.
Kişi Allah’a ulaşmayı dileyip mürşidine
ulaşıyor; tâbî oluyor. Tâbiiyeti ile beraber Allahû Tealâ kalbine imânı
yazıyor. Niçin? Nefs teskiyesi yapsın diye. Kişi zikir yapınca Allah’ın
katından gelen salâvât rahmet ve salâvât fazl nurları kişinin göğsüne ulaşıp
göğsünden kalbine ulaşıyor. Kalbe giren fazl nurları imân kelimesinin etrafında
ters manyetik alan olduğu için yapışıp ve orada kalıyor.
Öyleyse nefs teskiyesi de nefs tasfiyesi de
farzdır. Daimî zikirde nefsimiz %100 nurlarla dolar ve nefsimiz tasfiye edilmiş
olur. O kişi kalp gözü ve kalp kulağı mutlaka açılan birisi olur.
18.bid’at: “Hidayet de Sıratı
Mustakim de doğru yoldur” ifadesi.
Hidayet bir yol değildir.
Hidayet, insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasıdır. (Bakara–120, Âlî-İmrân–73
ve En’am–71) Ama bazı kişiler diyorlar ki:
“Hudallah” “ Allah’ın ulaştırmasıdır.” manasına gelir. Tamam, o manaya
geliyorsa o zaman gene problem yok. Şura Suresi 13. âyet-i kerîme ile birleştirdiğimiz
zaman aynı neticeye ulaşıyoruz. Çünkü orada Allah buyuruyor ki:
“Allah dilediğini kendisine
seçer, seçtiklerinden kim Allah’a yönelirse (ulaşmayı dilerse)Allah onları
kendisine ulaştırır”.
Allah’ın Allah’a ulaşmayı
dileyenleri kendisine ulaştırdığı kesin. Allah’a yönelen kişinin Allah’a
ulaşmayı dileyen kişi olduğu kesin, çünkü Allah’ın ulaştırdığı yer Kendi Zat’ı.
Öyleyse nasıl yorumlanırsa
yorumlansın ruhun Allah’a ulaşması söz konusu. Hidayet insan ruhunun Allah’a
ulaşmasıdır. Allah’a ulaşmaya: “Allah’ın ulaştırmasıdır.” derseniz gene aynı neticeye ulaşıyoruz.
Allah’a yönelen, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin ulaşacağı yer Allah’ın Zat’ı
oluyor. Allah’ın seçtiklerinden herkim Allah’ yönelirse Allah onu kendisine
ulaştırır.
Hidayet, Allah’ın Kendisine
ulaştırmasıdır. Hidayet bir yol değildir. İnsan ruhunun dünya hayatını yaşarken
Allah’a ulaştırılması halidir. Sıratı Mustakîm nedir? Sırat “yol” demek,
Mustakîm ''İstikamet '' üzere demek. Kime istikamet üzere olan yol?
Suali geliyor akla. Hicr Suresi 41. âyet-i kerîmede Allahû Tealâ buyuruyor ki:
HİCR–41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte
bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
Allahû Tealâ :“Bana
istikametlenmiş olan yoldur” diyor. Yani Allah’a ulaştıracak olan yol demek.
Hâlbuki doğru yol dediğiniz zaman doğru yol denen mevhumun ne olduğu belli
değil. Bir açıklama getirilmiyor. Şeytanın bir tuzağı ile karşı karşıyayız,
diyor ki: “Sıratı Mustakîm doğru yoldur. ”
Bu doğru değil. Doğru yol istikamet üzere olan yoldur. Doğru yolun neden
doğru yol olduğu konusunda hiç bir işaret yok. Ve aslında söylediğimiz
standartlarda görülüyor ki sıratı mustakîm Allah’ın Zat’ına istikametlenmiş
olan yoldur. İnsan ruhunun ölmeden evvel vücudundan ayrılarak Allah’a ulaşacağı
yoldur.
Öyleyse hidayet yol değildir
Allah’a ulaşmaktır. Öyleyse Allah’a ruhu ulaştıran yolun adıdır. Birisi yol
birisi ulaşmak.
19. bid’at: “La ilahe
illallah diyen cennete girer” Kur’an-ı Kerim’de böyle bir şey yok. ”La ilahe
illallah” diyen cennete girmez ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişiyi Allah
mutlaka cennetine ulaştırır.
‘‘Ben cennete girmek istiyorum.’’
diyen kişi cennete giremez. “La ilahe illallah” diyen de cennete giremez. Buna
dair olan bir âyet-i kerîmeyi hiç kimse Kur’ân-ı Kerim’de gösteremez. Ama kim
Allah’a ulaşmayı dilerse o kişiyi Allahû Tealâ mutlaka cennetine ulaştırır. Ve
birçok âyet-i kerîme bu istikamette Kur’ân-ı Kerim’de sıralanmıştır. Kim
Allah’a ulaşmayı dilemez ise gideceği yer cehennemdir.
Allah’ın cennetine sadece
Allah’a ulaşmayı dileyenler girer. Dilemeyenlerin gideceği yer mutlaka
cehennemdir. Allahû Tealâ cehennemden bahsediyor ve Allah’a ulaşmayı dilemeyen
kişinin gideceği yerin mutlak olarak cehennem olduğunu ifade ediyor. Allahû
Tealâ’nın dizaynı açık ve kesin olarak geliyor:
10 /YUNUS-7:
İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize
ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya
hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar
âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû
yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların
kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Öyleyse, bu kadar açık ve net
bir hüviyet oluşuyor. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibidir. Takva
sahiplerinin gideceği yer cennettir.
Ancak mürşidine ihsanla tâbî olanlar için bu
geçerlidir.
Kur’ân-ı Kerim’deki hakikatlere tamamen
ters olan 19 ayrı cepheden yanlışlıkları incelemiş olduk.