Osmanlıda Adap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlıda Adap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2015 Pazartesi

OSMANLIDA ADAP

OSMANLIDA ADAP
         İnsanlar tek başına yaşayamazlar; bütün ihtiyaçlarını tek başına temin etmeleri hiçbir şekilde mümkün değildir. Her zaman başkalarının vücuda getirdiği bir şeylere daima ihtiyaç duyarlar. Herkesin ihtiyaç duyduğu şeyi alabilmesi için para devreye girmiştir. Herkes elindeki parayla başkalarının yaptığı, vücuda getirdiği ama kendisinin ihtiyaç duyduğu şeyleri satın alırlar; belki kendileri de bir şeyler yaparlar  ve başkalarına satarlar.
Allahû Tealâ'nın dizaynı içerisinde, isteseniz de istemeseniz de başka insanlarla bir şeyleri paylaşmak mecburiyetindesiniz. Türkçemize girdiği standartlarda toplum (cemaat) daha geniş bir kavram ifade eder. Cemaat deyince Nakşî, Kâdirî, Mevlevî cemaati gibi gruplar akla gelir. Herkes toplumun bir parçasıdır. Toplum insanlardan oluşur ve herkesin birbirine ihtiyacı vardır.
Toplum hayatı 2 ayrı cephede mütâlea edilir:
1- Birbirine kızgın, dargın ve birbirine kavgalı insanlardan oluşan bir toplum olmak.
2- Birbirini seven, sayan ve birbiri için yaşayan bir toplum olmak.

         İşte bu 2 ayrı muhtevadan Allahû Tealâ'nın Kur'ân'daki emri, bizi bir seçime götürüyor: Biz başkaları için yaşayan bir toplum olmak mecburiyetindeyiz. Bu muhteva davranış biçimlerinin özünü, en üst noktasını yani zirvesini teşkil eder.
         Eğer cemaat halinde yaşıyorsak, başka insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetindeysek o zaman aramızda mutluluğu oluşturacak olan bir dostluk kurulmalıdır. Bu yoksa, insanlar düşman kamplara ayrılmışsa, birbirini sevmek yerine birbirinden nefret ediyorlarsa, bu Osmanlı Adabına yakışmaz.
         Davranış biçimleri, artık başkalarını seven insanların sergilediği davranışlar hüviyetinde değildir. Başkalarından kendilerine kıracak davranışlar gelen insanlar, başkalarını kırmanın normal bir şey olduğunu zannetmektedirler. En azından içlerindeki intikam duygusu, kendisine kötü davranan kişiye kötü davranmak mecburiyetini doğurmaktadır. Asırlarca dünyaya örnek olan Osmanlı'nın bütün adabı, bütün usulleri ne yazık ki yok edilmiştir. Günümüzde toplumumuz dejenere olmuştur. Aslî unsurlarımız, ecdadımızdan gelen o muhteşem Osmanlı Ahlâkı, toprağa gömülmüş durumdadır.
İnsanların hayatları başlar ve biter. Hayat devam ederken birçok yeni doğan devreye girer ve kesintisiz olarak ölenler ve doğanların olduğu bir standart içinde hayat devam eder. Bir taraftan insanlar ölürken öbür taraftan da doğarlar. Bir kısmı doğarken bir kısmı ölür.
Dünya bir geçit yeridir. Marifet, dünya adı verilen bu gezegende yaşarken başka insanların kalbini kırmamaktır. İnsanların, Allahû Tealâ'ya: "Hamdediyorum, şükrediyorum ki; beni böyle bir toplumda yaratmışsın. Herkes beni seviyor, ben de herkesi seviyorum. Ne kadar güzel bir hayatım var. Allah'ım, bu kadar güzel bir hayatı bağışladığın için Sana sonsuz hamd ve şükrederim." diyebileceği bir toplum standardını, Osmanlı'dan bu tarafa kaybetmişiz.
         Dünyaya örnek olan Osmanlı davranış biçimleri artık yok. Herkesin birbirini kırdığı; düşman olduğu ve zarar verdiği bir toplum düzeni oluşmuş. Ne uğruna bu hale gelinmiş?...
         Osmanlı İmparatorluğu boyunca bütün dünya Osmanlı'ya hayrandı. Osmanlı, ülkeler fethetti ve onları sömürmedi. Osmanlı, o ülkelere kervansaraylar yaptı. Tımar ve zeamet isimli 2 grup yaşam biçimi oluşturdu. Her ikisi de yabancı ülkelerde fethedilen toprakların idaresiyle alâkalıydı. O toprakları koruyacak askerler de gene oradan oluşurdu.
Osmanlı, adap denilen bir müessesenin tamamen sahibiydi. Öyleyse Osmanlı'nın hangi sistemine baksak bugün kaybettiğimiz bir değerin, vaktiyle yerli yerine oturtulduğu ve yaşandığı izlenimine ulaşırız.
Esnaf ve zanaatkârlar, kişi mürşidine tâbî olmadıkça onu çırak olarak kabul etmezlerdi. Kalfa ve usta olması daha üst seviyede bir dizaynı gerektirirdi. Herkes namazını kılardı. Kimseye zorla namaz kıldırılmazdı ama toplumun her ferdi, namaz kılmazsa bunun Allah'ın karşısında bir davranış biçimi olacağının şuurundaydı. Doğruluk öyle bir yerleşmişti ki; hiçbir esnaf ayıplı mal satmazdı.
         Bir İngiliz tüccarı bir gün Osmanlı'dan mal almaya gelir. Osmanlı, kumaşları gösterir ama bir tanesini atlar. O İngiliz tüccarı soruyor:
-O kumaşın fiyatı ne?
Osmanlı esnafı cevap veriyor: 
-O kumaşın fiyatı diğerlerinden ucuz. Ama sana bunu satmam.
İngiliz tüccarı kumaştan anlıyor. Kumaşın kalitesi ötekilerden üstün olduğunu görür ama fiyatı düşük kumaşçıya diyor ki:
-Niçin satmazsın? Ben senin malını almak için buraya geldim. Bak, bu kumaşları satın aldım. Bunun fiyatı daha düşükse, ben kalitesini anlıyorum, bu malın kalitesi ötekilerden daha yüksek ve ben bunu da almak istiyorum.
Osmanlı satıcı diyor ki:
-Doğru kalitesi yüksek, ama bu kumaş topunda hata var. Bu kumaş ayıplı kumaş. Ben bu kumaşı sana satamam.
         İngiliz tüccarın ısrarla: "Ben bu kumaşı mutlaka almak istiyorum." demesine rağmen kumaşı ona satmıyor. Çünkü İngiliz, kendi ülkesine gidecek veya başka ülkelere gidecek (böyle bir alternatifin var olduğunu düşünelim) ve Osmanlı'nın o meşhur kökboyasıyla boyanmış olan, asırlar boyunca değişmeyen renkli kumaşını başkalarına satacak. Defo, hata belli olduğu zaman, Osmanlı dışarıya hatalı, defolu kumaş satmış olacak. İşte Osmanlı döneminde esnafımız böyle ince düşüncelerin sahibiydi.
Osmanlı’da öğle namazının ezanı okunduğunda hiç kimse dükkânda kalmazdı, hiçbir dükkân satışa devam etmezdi. Her mahallede mutlaka camiler vardı. Ezan okunduğu anda müşteriler de satıcılar da hepsi beraber camiye dolarlardı. Camiler alabildiğine doluydu, hiç boş kalmazlardı. Herkes bilirdi ki; 5 vakit namaz farzdır ama 7 vakit kılmaları daha efdaldir.  5 vakti mutlaka, ezan okunur okunmaz gidip kılarlardı. Diğer 2 vakti de ya dükkânlarının bir köşesinde kılarlardı ya da camiye yakın olanlar camiye gidip kılarlardı. Her zaman camilerin  içinde namazlar kılınırdı.
Çalışmalar sırasında zikretmek asıldı. Sessiz ya da: "Allah, Allah, Allah, Allah, Allah..." diye sesli zikir yapılarak işlere devam edilirdi. Meselâ bakırcılar bakırları döverken, "Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah..." diye döverlerdi. Kapalı çarşıdan geçerken duyduğumuz o sesler hâlâ kulağımızda çınlar. Biz çocukluğumuzda o günleri yaşadık. Her bakırcı dükkânının içinden, bakıra her vuruşlarında mutlaka "Allah" sesi gelirdi. Farklı bir toplumduk; kimsenin kimseyi aldatmak istemediği bir toplum. Hesabın insanlara verilmeyeceğini, asıl hesabın Allah'a verileceğini herkes en bilinçli şekilde kalplerine yerleştirmişti. Söylediğimiz gibi ayıplı bir mal satmaktan utanç duyarlardı.
Davranış biçimleri dediğimiz zaman, onlardan ibret almamız lâzımgelen o kadar çok şey var ki... Çağımızdaki bu kargaşa, insanların dînlerini, Allah'ı unuttuklarını; nefs tezkiyesi yapmadıkları cihetle (nefslerindeki afetler dolayısıyla) birbirlerine ters davrandıklarını; şeytanın hâkimiyetinde birbirini küstürdüklerini;  birbirlerine negatif etkiler ulaştırdıklarını müşahede etmekdeyiz.
Günümüzde hemen hemen hırsız girmeyen ev kalmamış durumda oysa Osmanlı'da hırsızlık olmazdı. Herkes Allah sevgisi sebebiyle, hiç kimsenin malına tamah etmezdi.
Davranış biçimlerini düşündüğümüzde hazin hazin Osmanlı'yı hatırlıyoruz. Osmanlı bizim için en güzel örnekti. Çocukluk dönemimizde Muradiye mahallesinde oturuyorduk. Orada herkes birbirine yardım ederdi. Halk fakirdi çünkü henüz işyerleri yeterli boyutta kurulmamıştı. Nüfus artıyordu ama onun artışına paralel bir şekilde yeni işyerlerinin açılması gelişmiyordu. Yatırımlar hep devlet eliyle yapılıyordu. O fakir düşme, sebepsiz değildi. Osmanlı'nın hayatı hep harplerle geçmişti. Bu fakirliğe rağmen herkes her konuda birbirine yardım ederdi.
İçinde bulunduğumuz devreye göz attığımız da herkesin birbirine kötü davrandığı;  insanların birbirini kavga ederek dövdüğü;  hırsız girmeyen  bir evin kalmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Öyle ki; yolda giden bir kadının çantası, herkesin içinde zorla elinden alınıp kaçmaya bile gerek görmeden yola devam edebilecek yol kesen hırsızlar var.
         Osmanlı bu hale nasıl düştü? Bunun arkasında Allah'tan uzaklaşma var. Osmanlı gibi bir İmparatorluk’tan günümüze bu şekilde ulaşılmış olmasın sebebi Allah'tan uzaklaşılmış olmasıdır. Bizim çocukluğumuzda Allah’ın mevcut olmadığını ispat etmeye çalışan kitaplar; Kur'ân öğreten insanların yakalanıp, dayak atılması söz konusuydu ve bunlar o dönemde günlük olaylardı. Allah'a karşı bir savaş veriliyordu. Osmanlı'nın torunları için bugünlerin hazırlanması, o günlerden başlamıştır.
         Bugün bütün dünya üzerinde, birbirine en çok düşman insanların mevcut olduğu ülke, bizim ülkemizdir. Şeytan aramıza fitne sokmuştur. Siyasi partilerde görev yapanlar birbirlerine düşman durumdalar. İki taraf da bu vatanın evlâdı ama konuşmalarını dinlediğiniz zaman tüyleriniz ürperiyor. Birbirlerine karşı öfkeli, ve hakaretâne sözler sarfettiklerini duyuyorsunuz. Osmanlı’yı düşündüğümüzde o insanca yaşantıdan neler kaybetmişiz… Osmanlı Ahlâkı, birbirine karşı olan nezaket kaidelerine riayet etmeleri, hiç kimsenin kimseye kin duymadığı, düşman olmadığı bir hayat dünyaya nam salmıştı.  Gerçekten Osmanlı 7 düvele örnek olmuştu. Bu bizim mayamız… Türk olmanın ve müslüman olmanın bize getirdiği o en güzel davranış biçimleri dizisi, asırlarca devam etmiş.
Davranış biçimlerimizi değiştirmek mecburiyetindeyiz. “Biz başkalarını sevdiğimiz taktirde onlar da bizi sevecektir.” cümlesini net olarak bir kanun olarak davranış biçimlerimize yerleştirmeliyiz. Yoksa sevilmek hakkına sahip değiliz. Sevenler sevilir… Sizden nefret eden bir kişiyi de sevmeye çalışırsınız ama iç dünyanız devamlı reddedecektir. Ama eğer tasavvufu yaşıyorsanız reddetse de sevmek zorundasınız. Sizi sevmeyeni de sevmeyi başardığınız zaman mutlu olduğunuzu göreceksiniz.
Eğer kendinizi başka insanları mutlu etmeye adarsanız, Allahû Tealâ onların herbirine verdiğiniz mutluluğun 2 katını size verir. Kime A kadar mutluluk verdiyseniz, size geri dönen, Allahû Tealâ'nın sizin içinizde vücuda getirdiği mutluluk, 2A kadardır. O güzel davranış dolayısıyla o kişinin size minnet duyması ve sizin o minnet duyulsa da duyulmasa da, sadece ona yaptığınız o iyilik sebebiyle, ona verdiğiniz huzur sebebiyle, Allahû Tealâ'nın iç dünyanıza verdiği bir huzuru her zaman yaşayabilirsiniz.
Bu dünya hayatı; bütün insanlar için huzurlu ya da huzursuz bir yaşantı  olabilir. Eğer huzursuz, mutsuz bir yaşantıya sahipseniz bunun sebebi başkalarına dayalı, kaynağı başkaları olan bir mutsuzluk, huzursuzluk değildir; sadece kendiniz bunun sebebisiniz. Siz başkalarına Allah'ın emrettiği biçim ve boyutta bir davranış biçimleri dizisi sergileyemezseniz; onları sevemezseniz; onları mutlu edecek olan davranışları kendinize şiar edinmezseniz; onları mutlu etmeyi hedef ittihaz etmezseniz; o zaman onların mutlu olmadıklarını bir tarafa bırakalım asıl siz mutlu olamazsınız.
Mutsuzluğunuzun sebebi sizsiniz ama mutluluğunuz başka insanlara mutluluk vermekten geçer. 1. kapı başkalarına verdiğiniz mutluluktur. O kapıyı açtıktan sonra içerideki 2. kapı açılacaktır. 2. kapı onların size geri dönen güzel davranış biçimleri olacaktır. Ama siz onlara mutluluk verdiğiniz an, zaten onların yaşadığı mutluluğun 2 katını yaşamak gibi bir büyük imkânın sahibisiniz. Onlar da size güzel davranışlarla geri döndükleri zaman, o zaman mutluluğunuz kat kat artar. Artık dostluk kurulmuştur. Birbirini seven, birbirini koruyan, birbiriyle en güzel, örnek münasebetler içinde olan bir toplum söz konusu olur.
 Osmanlı! Bütün dünyaya örnek olan Osmanlı! Dünya üzerinde hiçbir millet bunu 7 asır devam ettirememiştir.
Hangi ülkeye giderseniz gidin, orada insanları mutsuz göreceksiniz. Ama şu anda en çok mutsuz olan ülkelerden birisi bizim ülkemiz; Ahlâkın bu kadar bozulduğu bir ülke…
Sevgili öğrenciler, bazen düşünüyoruz, biz bu ülkede yaşayanlarsak nasıl Osmanlı'nın torunları olabiliriz? Bütün dünyaya mutluluğu, huzuru, güveni yaşatan bir Osmanlı vardı. Osmanlı, ülkeler fethetmiş; oralara hep en güzel yapılar, camiler, kervansaraylar, muhteşem binalar, evler yerleştirmiş ve bırakmış.
Biz Osmanlı'ya hayranız. Hele şu andaki durumumuza baktıkça bu hayranlık daha da artıyor. Öyle bir kaynaktan gelen insanımız, nasıl bu kadar dejenere olabilir. Dünyada en az suç işlenen ülkeyken, dünyada en çok suç işlenen ülkelerden beşincisi olmuşuz.  Nereden nereye gelmişiz?...
Ülkemiz bu durumdayken sizler arasında güzel bir ahenk var. Bu kadar güzel bir anlaşma, sevgi, birbirine karşı saygı, toplum biraraya geldiği zaman bütün topluma yayılan bir mutluluk, kavgaların, çekişmelerin bittiği bir nizam... Allah'a sizler sebebi ile ne kadar hamdediyoruz, şükrediyoruz; biliyor musunuz? Aranızdaki o güzel ilişkileri kurabildiğiniz için, etrafınızdaki insanlara örnek olabildiğiniz için, sevgi dolu bir dünyada yaşamayı, karşılıklı birbirinize güzel davranarak başarabildiğiniz için... Yüce Rabbimizden bu güzelliği bir ömür boyu yaşatmanızı diliyoruz.
Sizler toplum ne kadar dejenere olursa olsun, onlara hep örnek olmak mecburiyetinde olan ve bunu gelecek yıllarda da devirlerde de devam ettirecek olanlarsınız. Ama bu böyle gitmeyecek. Mutlaka insanların mutluluğa ulaşacağı günler gelecek, biz hayattayken gelecek. O günler geldiği zaman siz bize hatırlatırsınız "Vaktiyle böyle söylemiştiniz." diye.
Sevgili öğrenciler hepinizi çok ama çok seviyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.