Vel Asr Sûresi 14 – 28. Basamaklar
Sevgili kardeşlerim, bir önceki konumuzda gördük ki Vel Asr sûresi Kur-ân’ı Kerim’in
bütününü kapsar. Sûrenin devamında Allahû Tealâ devam ediyor:
“ve tevâsav bil hakk(ı)”, 3.
yedili basamağı ifade ediyor, “Hakkı tavsiye edenler.”
“ve tevâsav bis sabr(ı)”, 4.
yedili basamağı ifade ediyor, “Sabrı tavsiye edenler.”
Bir insanın hakkı tavsiye
edebilmesi ve sabrı tavsiye edebilmesi için nelerin gerekli olduğunu bu akşam
sizlere anlatmaya çalışacağız inşallah.
İşte 14.basamakta mürşidine ihsanla tabi olan
kişi, nimetlerin sahibi olur. Mürşidinden aldığı ders ile nefs tezkiyesine
başlamış olur. 12. basamakta kişi huşuya
ulaşmıştı. Ama nefs tezkiyesi kalbe rahmetin ötesinde nefsin kalbini dolduracak
olan fazılların yerleşmesidir. Yani amilüssalihat nefsi ıslah edici, ıslaha
ulaştırıcı ameller demektir.
Böyle bir dizayn içerisinde, nefsin
kalbi nurlarla doldukça, nefsin güzellikleriyle adım adım karşı karşıya
geleceksiniz.
Nefsin kalbindeki nurlar %1, %2
derken %7’ye ulaşıyor. Nedir bu nurlar? %2 rahmetin ötesinde %7 fazıl. Bu
fazıllar nefsinizin kalbini tamamen kapladığı zaman siz faziletli bir insan
olursunuz. Yani Allah’ın bütün emirlerine itaat eden, yasak ettiği fiilleri
işlemeyen bir hüviyet kazanırsınız.
Bütün nefsler Allah’ın yasak
ettiği şeyleri işlemeye yönelik olarak yaratılmışlar. Öyleyse şeytanın onlara tesir etmesi içten
bile değil. Şeytan ve nefsimizin afetleri aynı hüviyetteler. Yani nefsimizin
afetleri şeytanın ekmeğine yağ sürecek bir hüviyet içerisindeler. Ve nefsimizin
kalbi %100 afetlerle doluyken, nefsimizin kalbine 12. Basamakta evvela %2
rahmet giriyor. 14. basamaktan sonrada 15. basamağa geldiğimiz zaman nefsimizin
kalbinde %7 fazıl birikimi gerçekleşmiştir.
Biliyorsunuz ki vücudunuzun
içinde nefsiniz bir rehinedir. Allahû Tealâ Mudessir suresinin 38, 39 ve 40.
ayetlerinde bunları söylüyor:
74/MUDDESSİR-38: Kullu
nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları)
dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).
74/MUDDESSİR-39: İllâ
ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler)
hariç.
74/MUDDESSİR-40: Fî
cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennetlerdedir.
(Diğerlerine) sorarlar.
“Bütün nefisler intisab ettiği
dereceler itibariyle rehinedirler. Yani kaybettikleri dereceler kazandıkları
derecelerden fazladırlar ve onlar rehinedirler. Ama yemin sahibi olan nefsler,
onlar rehinelikten kurtulmuş olan nefslerdir, onlar cennette olacaklardır” diyor,
Allahû Tealâ.
Öyleyse bilin ki nefsiniz, vücudunuzun içinde bir rehinedir. Bu rehine
aklanmadıkça, ruhunuz Allah’a ulaşamaz. Oysaki Allahû Teâlâ 12 defa ruhunuzun
Allah’a ulaşmasını farz kılmış. Ve bu 1. hidayet ruhumuzun ölmeden evvel
Allah’a ulaşması.
Allahû Teâlâ Âli İmrân-73’te buyuruyor ki:
“innel hudâ hudallâh”
“inne” “muhakkak ki”,
“elhudâ” “hidâyet”
“hudallâh” “Allâh’a ulaşmaktır.”
Bakara-120: “inne hudâllâhi huvel hudâ”
“inne” “muhakkak ki, şüphesiz ki”,
“hudallâhi” “Allâh’a ulaşmak”
“huve” “işte o”,
“elhudâ” “hidâyettir”.
Ve Allâhu Tealâ buyuruyor ki Şurâ-13’te:
“Allâhu
yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(u).”
“Allah kullarından dilediğini kendisine seçer ve onlardan kim
Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları kendisine ulaştırır.”
15.basamakta nefsin kalbinde ilk %7 nur birikimiyle ruhumuz 1. gök katına
ulaşıyor, Nefsi Emmare(Yusuf-53)
16. basamakta nefsin kalbine 2. defa %7 fazıl birikimi oluşur ve Ruhumuz
2. gök katına çıkar ve orada suvarılma havuzlarında suvarılır. Burası Nefsi
Levvame, nefsimizi levm ettiğimiz, kınadığımız bir nokta. Allahû Tealâ
buyuruyor:
75/KIYÂME-2: Ve lâ
uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame
(kınayan) nefse yemin ederim.
17.basamakta nefsin kalbinde 3. defa %7 fazıl nuru birikimi oluşur ve
ruhumuz 3. gök katına çıkar. Burası nefsi mülhime. Allah’tan ilham almaya
başlıyoruz, ama şeytandan da ilham devam ediyor. Ruhumuz burada 2 katlı
bir mescidin içinde secde ediyor.
91/ŞEMS-7: Ve
nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde)
sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
91/ŞEMS-8: Fe
elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
91/ŞEMS-9: Kad
efleha men zekkâhâ.
Kim
onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
18.basamakta nefsin kalbinde 4.defa %7 fazıl nuru birikimi oluşur ve ruhumuz
4. gök katına ulaşır. Burası nefsi mutmainne:
89/FECR-27: Yâ
eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî
ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
Bir de Rad suresinin 28. ayeti kerimesine bakalım. Ne buyuruyor Allahû
Teâlâ?
13/RA'D-28: Ellezîne
âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi
tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar,
âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak;
Allah'ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
Kalplerin Allah’ı zikretmekle Emmare,
Levvame, mülhime kademelerini geçeceği ve mutmainne kademesine geleceği kesin.
Ruhumuz 3. kattan 4. kata mihenk menfeziyle ulaşıyor. 4. gök katında
Beytü’l Makdesin aslı var. Oraya ulaşıyor ruh, orada secde ediyor, orada
kalıyor. Burada kişi Allah’ın verdiklerinin hepsinin kendisine yeterli olduğunu
kesin olarak idrak ediyor. Kesin olarak kişi tatmin olmuştur Allah’ın
verdiğine.
Sonra daha çok zikrini arttırıyor kişi ve 19.basamakta nefsin kalbinde 5.
defa %7 fazıl nuru birikiyor ve nefsi radiye kademesine ulaşıyor, Allah’tan
razı oluyor. Ruhun ulaştığı yer 5. gök katında Beyt-ül Haram’ın aslı. İki cami
birbirinden büyük farklılıklar gösteriyor, ama ikisi de kubbeleri olan giriş
kapıları olan iki ayrı cami.
Daha sonra kişi zikrini arttırmaya devam ediyor ve 20.basamakta nefsinin
kalbinde 6. defa %7 fazıl nuru birikiyor ve nefsi mardiye kademesine ulaşıyor.
Ruh 6. gök katında sıbgatullah mahalline ulaşıyor.(Bakara-138)
Bir fosfor renginde bir nur bütün ruhların yüzlerini kendi rengine
boyuyor ve çatlatıyor. Orada sıbgatullah oluyor ruhlar. Bu kata ulaştığımızda
sıbgatullah olma müessesesi başladığında Allah’ta bizden razı oluyor.
89/FECR-28: İrciî
ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine
dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
Ve 21.basamakta 7. defa nefsin kalbinde %7 fazıl nuru birikimi ile
birlikte kişi nefsi tezkiye’ye ulaşıyor.
35/FÂTIR-18: Ve lâ
tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu
şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi
ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî),
ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve
yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez.
Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile
ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine
huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa
(nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş
(varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).
Ruh 7. gök katına ulaşıyor. Kader hücrelerini geçiyor, Ümmül kitabı
geçiyor. Kudret denizini geçiyor, Makam-ı Mahmud’u geçiyor, Divan-ı Salihîn’i
geçiyor, Zikir hücrelerini geçiyor, İndi İlahiye geliyor. Onun en üst noktası
olan Sidretül Müntehaya ulaşıyor, oradan da dikey bir yolculukla Allah’ın
zatına ulaşıyor ve Allah’ın zatında ruhumuz yok oluyor. Allah’ın zatına
ruhumuzun ulaştığı yer nefsi tezkiyenin olduğu yerdir.
Ne buyuruyordu Allahû Tealâ Şura-13’te?
“Allah dilediğini kendine seçer
ve onlardan kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse onları kendisine
ulaştırır.”
İşte Allah ruhumuzu kendisine ulaştırdı. Şimdi bu noktaya kadar ruh ve
nefs açısından dengeye bakalım inşallah. Allahû Tealâ bizi yarattığı zaman
nefsimizin kalbi %100 afetlerle dolu. Ama buna karşılık ruhumuzun kalbide %100
hasletlerle dolu. Öyleyse tam bir denge ortamındayız. Sağ tarafta ruhumuz, sol
tarafta nefsimiz birbirine eşit. Bir taraf %100 şerre davet ediyor. Diğer taraf
%100 hayra davet ediyor. Bu standartlarla tam bir dengeyle kulvara gireriz.
Herkes bir eşitlik içersinde kulvara girer. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
95/TÎN-4: Lekad
halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin).
Andolsun ki Biz, insanı (nefsini), ahseni takvim
içinde (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparak en güzele ulaşabilecek özellikte)
yarattık.
95/TÎN-5: Summe
redednâhu esfele sâfilîn(sâfilîne).
Sonra
onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iade ettik
(çevirdik).
Yani bir zaman parçasında, bir takvim içerisinde ahsene, güzellerin en
güzeline ulaşabilecek olan bir varlık olarak biz nefsi yarattık. Ama bu hedefe
ulaşmak yerine kişi nefsinin, egosunun, afetlerinin esiri olursa, o zaman onu
Esfeli Safiline atarız diyor, cehennemin en dip noktasına.
İblis, o korkunç tesir etme gayretiyle her zaman ulaştığı insanı, onun
düşüncelerinin sesini taklit ederek ona hep yalanlar söyleyip onu devamlı
kandırıyor. İblis hepinizle ayrı ayrı meşgul olur. Ama Allah’ı işitebilmeniz
için daimi zikre ulaşabilmeniz ve kalp kulağınızın açılması lazım. Şeytanı
herkes işitir, her an işitir.
Allah’a ulaşmayı dilediğiniz andan itibaren bu noktaya ulaşıncaya kadar
şeytanın üzerinizde bir nüfuzu yoktur. Allahû Teâlâ diyor ki “Amenû olanlara ve
Allah’a tevekkül edenlere şeytanın bir nüfuzu bir sultanlığı yoktur.” Kişi
Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, dilediği andan itibaren Allahû Tealâ
tarafından kontrol altına alınır. O kişi Allah’a ulaşmayı dilediği andan
itibaren şeytanın ona nüfuz etmesine Allah engel olur. Neden? Çünkü Allah’ın
sözü var: Kim bana ulaşmayı dilerse, Ben
onu kendime ulaştıracağım.(Şura-13).
Allah’ın kişiyi kendine ulaştırabilmesi için kişinin kendisine düşen
görevleri yapması lazım, namaz kılması lazım, oruç tutması lazım, zikir yapması
lazım. Allahû Teâlâ’nın bunları o kişiye onları sevdirerek yaptırması söz
konusu ve o kişide ruhunu Allah’a ulaştırıncaya kadar şeytanın hâkimiyetini
kesinlikle yok ediyor Allahû Teâlâ. Kişi Hidayete eriyor. Allah onun ruhunu
Kendisine ulaştırıyor, o zaman koruyucu kalkan kalkıyor. Bu noktadan itibaren
şeytan o insana devamlı tesir etmeye çalışacaktır. Sağından, solundan, önünden,
arkasından o kişiyi devamlı tazyik içinde tutup, Hidayete eren bu kişiyi
hidayetten düşürmeye çalışacaktır.
Dikkat edin ki 2 nevi insanda bu hidayet noktasına ulaşacaktır.
1)
Allah’a ulaşmayı dileyen, ama Allah’a tevekkülü
gerçekleşmeyen insanlar.
2)
Allah’a ulaşmayı dileyen ve Allah’a tevekkül eden
insanlar.
Öyleyse hem Allah’a ulaşmayı dilediği için şeytanın nüfuz alanından ayrı
kalması söz konusudur. Şeytan ona nüfuz edemez. Hem de aynı zamanda o kişi
tevekkül ehli olduğu için, Allah’a tevekkül ettiği için şeytan ona tesir edipte
onu Allah yolundan uzaklaştıramaz. Her iki gurup insanda Hidayete erer. Allah’a
ulaşmayı dileyen iki gurupta vardır. Tevekkül edenler hemen anlaşılır 33.000
zikirde ruhu Allah’a ulaşan kişi eğer devam ederse 35.000, 37.000, 39.000,
41.000 ve üst seviyede zikirler o kişi ehl-i tevekküldür, Allah’a tevekkül
etmiştir. Allahû Teâlâ buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-160: İn
yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe menzellezî yansurukum
min ba’dih(ba’dihi), ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Eğer Allah size yardım
ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü)
bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü'minler, Allah'a
tevekkül etsinler (Allah'a güvensinler).
“Eğer bana tevekkül ediyorsanız
en kuvvetli sizsiniz, eğer bana inanıyorsanız bana tevekkül edin”
Tevekkül ediyorsanız en kuvvetli sizsiniz. Yani şeytandan daha güçlüsünüz
çünkü Benimle berabersiniz. Şeytan sizi yenip de Hidayetten düşüremez. Ama kişi
tevekkül ehli değilse, Allah’a ulaşmayı dilediyse salt âmenû olduğu için Allahû
Teâlâ onu Kendine ulaştırmışsa kişi yolda aklını başına toplayamamışsa, kişi Allahû
Teâlâ’ya tevekkül edememişse, o zaman Hidayete erdikten sonra yavaş yavaş
aşağıya doğru inmeye başlar. Zikirleri azalır, namazları azalır, Allah’a olan
ibadetleri her biri yavaş yavaş dağılmaya başlar erimeye başlar ve kişi aşağıya
doğru bir yolculuk yapar.
Bunlardan her kim Allah’ı unutursa, yani artık namazları hiç umursamıyorsa,
oruçları, zikirleri, Allah ile olan ilişkileri hiç umurunda değilse tasavvufa
girmeden evvelki hayatına bu kişi geri dönmüşse, o zaman o kişi Allah’ı unutmuştur,
fıska düşer. Bu kişi Allah’ın âyetlerine tekrar karşı gelmeye başlayacaktır,
tasavvufa girmeden evvelki durumu gibi bu kişi Allah’ı unutacaktır. Ama böyle
bir süreçten geçmeyen insanlarda vardır. Hidayete erenlerden, onlar zaten
Hidayete erdikten sonra şeytan onları hemen tesiri altına alır, hemen onları
yoldan çıkarmaya çalışır ve kısa zamanda da bunu başarır. Bunların sayısı çok
azdır, binde ile ifade edilir.
İşte burası ruhunuzun Allah’a ulaştığı 21. basamak. Allah’a tevekkül
edenlere dikkatle bakın ki onlar zikirlerini 33.000’de bırakmayıp devamlı daha
yukarılara doğru taşıyabilenlerdir. Onlar namazlarını severek kılanlardır,
oruçlarını severek tutanlardır. Onlar Allah ile olan ilişkilerinde her şeyi en
güzeline doğru devamlı tırmananlardır. Dik yokuşu seçenlerdir.
Öyleyse kimdir hakkı tavsiye eden? Hakka ulaşanlar. İşte 21. basamakta hakka ulaşan, bu büyük zevki tadan,
mutluluğu yaşayan, dünya saadetinin yarıdan fazlasını yaşayan, ruhunu Allah’a
ulaştırıp, Allah’ın evliyası olan kişi etrafındaki herkese bu güzelliği
yaşaması için onlarında mutlu olması için gayretle bu size anlattıklarımızı
anlatır. İşte onlar hakkı tavsiye edenlerdir. Hakka ulaşıp hakkı tavsiye
edenlerdir. Hakka ulaşan herkes, Hakkı tavsiye etmekle mükelleftir. Burası Fena
makamıdır. Fenafillâh. “Fena fi Allah” “Allah’ın içinde fani olmak, yok
olmak.”
Allah’tan gelen ruhumuzun bize gönderilmeden evvel durumu neydi? Allah’ın
zatındaydı ve ruhumuz ait olduğu yere yani Allah’ın zatına geri dönüyor.
Burası 22. basamak. 21. basamaktan sonra 22, 23, 24, 25, 26, 27 ve 28.
basamaklar 7 tane basamak oluşturuyorlar, 28 basamağın son 7 basamağı. Allahû
Teâlâ bu hususu Allah’a sarılmak olarak anlatıyor, Allah’ın zatında yok olmayı
veya sığınağa sığınmak olarak. Nebe Suresinin 39. âyet-i kerîmesinde Allahû
Teâlâ buyuruyor ki:
78/NEBE-39: Zâlikel
yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte
o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün),
Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine
ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye
Allah) meab (sığınak, melce) olur.
Ve böylece ruh sığınağa, meaba ulaştı ve sığınağa sığındı. Allah’ın Zat’ı
olan sığınağa sığınanlara evvab diyor Allahû Teâlâ. “Evvab.” “Geri dönen,
Allah’ın zatına ulaşan, Allah’ın zatında kaybolan” demek. Nisa-175’de Allahû
Teâlâ buyuruyor ki:
4/NİSÂ-175: Fe emmellezîne âmenû billâhi
va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan
mustekîmâ (mustekîmen). Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı
dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) kendinden bir rahmetin
ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e
hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
Öyleyse Allah ile olan ilişkilerimize baktığımız zaman görüyoruz ki; Allah’a ruhumuzun ulaşması, Allah’tan bir
emanet olan ruhumuzun Allah’a geri dönmesi lazım ve 3. yedili basamakta bunu
gerçekleştirmişiz ve fena makamının sahibiyiz. Allah’ın zatında ruhumuz yok
olmuş, Âli İmrân sûresinin 14. âyetinde buyurduğu gibi meaba ulaşmıştır, sığınmıştır.
“vallâhu
ındehu husnul meâb(meâbi)” “ve Allah, onun katında, Allah’ın katında en
güzel sığınaktır” buyuruyor Allahû Teâlâ.
Burası fena makamı, nefsin kalbinde %51 nur birikintisi mevcut. Sonra
daha çok zikir yapıyoruz. Daha çok zikir yapınca nefsimizin kalbindeki nurlar
artıyor ve bu nurlar %61’e ulaşınca, Allahû Tealâ bize bir taht ihsan ediyor. Altın
bir taht. Huzur namazının kılındığı o sonsuz genişlikte, Huzur Namazının
imamından 30-40 metre ilerde sol tarafta, yerden 4 metre yükseklikte bulunan bu
altın tahtlar, en alt sıradakiler som altındandır. Hepsi, bütün tahtlar som
altındandır fakat birinci en alt sıradan sonraki, ikinci sıradan itibaren
tahtların üzeri mücevherle süslenmeye başlamış ve yükseldikçe daha üsteki
tahtlarda daha çok mücevher ve yukarıya yükseldiğiniz zaman en üstteki tahtlar
tamamen altın üzeri mücevherlerle kaplı şekilde. Ve orada en üst noktadakinde
bir tahtın üzerinde bir de sancak var. “Livayı Hamd”. İşte o altın tahtlardan bir
tanesi veriliyor kişiye ve En’âm Suresinin 127 ayeti:
6/EN'ÂM-127: Lehum
dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab'lerinin
katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından
dolayı, O (Allah), onların dostudur.
“Onların” diyor, “Allah’ın
indinde oturacakları tahtları vardır. Allah’ın indinde yerleri vardır”
buyuruyor Allahû Teâlâ.
Zikir artışının devamı neticesinde nefsin kalbindeki nurlar %61’den
yukarıya doğru yükseliyor. Ne zaman ki zikriniz günün yarısını aşar her gün 12
saatten daha fazla zikredersiniz, o zaman zahit olursunuz.
İndi İlahi’deki yurt olarak, “darr” olarak açıklanan o tahtın sahibi
olanlar. Daha sonra zahit olacaksınız zikriniz günün yarısını aştığı zaman.
Çünkü siz her gün Allah’ı ve manevi statüyü öne geçiriyorsunuz. Dünya, her gün
12 saatten fazla Allah’ı zikrettiğiniz için ikinci planda kalmış oluyor.
Öyleyse artık siz dünyaya değil, dünyadan daha çok Allah’a dönüksünüz. Dünyadan
daha çok Allah için yaşıyorsunuz. İşte Allah için yaşayan, Allah için
yaşadığını ispat eden birisisiniz. Her gün 12 saatten fazla zikir yaparak, Allahû
Teâlâ’ya ispat ediyorsunuz. Züht müessesesini Yusuf sûresinin 20. âyet-i kerîmesinde
Allahû Tealâ şöyle anlatıyor:
12/YÛSUF-20: Ve
şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez
zâhidîn(zâhidîne).
Ve
onu (Yusuf'u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı
zahidlerden idiler.
Ne zaman ki sizler de dünyaya değer
vermez olacaksınız, sizin için Allah’ın hazineleri, sizin için Allah’ın manevi
nimetleri öncelik kazanacak, işte o zaman zahit olursunuz.
Allah ile olan ilişkilerinizin bu
noktasında Allahû Teâlâ'nın indinde siz artık dünyadan çok Allah’a yönelik bir
insansınız. Bu sebeple züht makamının sahibisiniz ve zikrinizi artırıyorsunuz.
Nefsinizin kalbindeki nurlar da %69 fazıl, %2 rahmet ile %71’lik nur
oluşmuştur. Bundan sonra daha çok zikrediyorsunuz ve kalbinizdeki nurlar
%71’den 81’e ulaşıyor. Nereden anlarsınız böyle olduğunu? O noktada fizik vücut
Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen
bir özellik kazanır.
Öyleyse o noktaya bakalım. Neden böyle
olur? Nefsin kalbi %81 fazılla dolmuş, %19 karanlık kalmış. Yani %81 muhteva
Allah’ın bütün emirlerine itaat etmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemek
istemeyen bir hüviyette. Geriye %19 kalıyor. Yani %19 çevresinde bir azınlık ve
fizik vücudunuz artık onları, o karanlıkları hiç dikkate almıyor. Onlar varmış
veya yokmuş, itiraz etmişler veya etmemişler ne yaparlarsa yapsınlar, fizik
vücut artık Allah’ın bütün emirlerine itaat ediyor, yasak ettiği hiçbir fiili
işlememeye başlıyor.
İşte burası Fizik vücudumuzun Allah’a
teslim olduğu yerdir. Daimi zikre mi ulaştınız? Hayır, ulaşmadınız daha.
Nefsinizin kalbinde hala %19 karanlık var. Ama zikriniz her geçen gün artıyor.
Çoktan günün yarısından daha çok zikre başlamışsınız. Şimdi daimi zikre doğru
yaklaşıyorsunuz.
Allahû Tealâ Nisâ-125’de şöyle buyuruyor:
4/NİSÂ-125: Ve men
ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete
ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz.
İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim ederek
muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm'i dost
edindi.
Burası fizik vücudunuzu Allah’a teslim ettiğiniz ve Allah’tan Muhsin
adını aldığınız noktadır. 25. basamak. O kadarla kalıyor musunuz? Hayır. Daimî
zikre yaklaşmışsınız. Bir gün daimî zikrin sahibi olduğumuz noktada adımız Ulûl
Elbâbdır. Kimdir Ulûl Elbâb? Bakalım ne buyuruyor Allahû Tealâ Âli İmrân-190 ve
191. âyetlerde:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne
fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl
elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne
yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs
semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke
fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar
(ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken,
otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin
yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen
bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin
azabından koru.
Acaba Allahû Teâlâ ne demek istiyor yan üstü yatmak tabiri ile? Yatağınızı kıbleyi sağa alacak şekilde dizayn
ettiniz, sırt üstü yattınız. Sağa dönerek uyuyacaksınız. Sağ kulağınız yastığın
üzerine geldi. Kulağınızı yastığın üzerinde biraz sağa sola oynattıktan sonra
kulağınızda basınç sebebiyle kalbinizin atışını duymaya başlayacaksınız. Böyle
olunca üç tane Âyete’l kürsî okuyacaksınız ve kulağınızdaki atışa paralel
olarak içinizdeki ses ile biliyorsunuz sessiz sesinizle Allah kelimesini ard arda
tekrar etmeye başlayacaksınız. Allah, Allah, Allah, Allah… Ama benim şu anda
söylediğim gibi sesle değil, kalbinizin sesiyle iç sesinizle, içinizdeki sessiz
sesle.
Fizik vücudunuzun Allah’a tesliminden sonra çok uzamaz artık. Bir sabah
uyanacaksınız, birde bakacaksınız ki uyanırken zikrediyorsunuz hep. Yani bütün
geceyi zikirle geçirmişsiniz. Bir, iki gün tekleme olacak. Sonra sabah
uyanırken de zikirle uyanacaksınız. Ve kısa bir zaman sonra bu noktadan
itibaren, böyle uyanmadığınız sabahlar yok olacak, her sabah uyanırken Allah’ı
zikrederek uyandığınızı göreceksiniz ve inşallah daimî zikrin bulunduğu
yerdesiniz.
Daimi zikre ulaştınız. Adınız Ulûl elbâb, yani hayırlarda yarışanlar, hikmet
sahipleri. Demek ki otururken de ayaktayken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı
zikrederler. Öyleyse daimi zikrin sahipleri oluyorsunuz. Aynı zamanda o kişi
için ilme’l yakîn kesin şekilde tamamlanmıştır. Ayne’l yakîne adım atmıştır.
Yani o kişi kalp gözüyle görerek hüküm verecektir artık. O kişinin dört tane
hikmet makamına ait, bu sahip olduğu yeni noktada dört ayrı muhteva kazanması
söz konusudur.
1)
Ulûl Elbâb olanların birinci özelliği daimi zikrin
sahibi olmak.
2)
Daimî zikrin sahibi oldukları için nefislerindeki
bütün afetlerin yok olması.
Bu kişinin kalbinde artık afetler tamamen bitmiştir. Hiç afet
kalmamıştır. Afetler tamamen sona ermiştir ve bu kişinin kalbinde %2 Rahmet %98
de fazl olmak üzere %100 imân kelimesinin etrafında nurlar toplanmıştır.
3)
Allahû Teâlâ o kişinin mutlaka kalp gözünü açar.
4)
Allahû Teâlâ o kişinin kalp kulağını açar.
Yani Allah ona, onun kalp gözüne gayba ait hususları göstermeye başlar. O
kalp kulağına da gösterdiği şeylerin muhtevasını açıklar. Böyle kalp kulağına o
söylediği hususun Kuran’ın hangi âyet-i kerîmesine, hangi sûresinin hangi âyetine
dayalı olduğunu ifade eder. Öyleyse Allah artık onun öğretmeni olmuştur.
O kişinin nefsinin kalbi tamamen fazıllarla %98, rahmetle %2 dolmuştur,
afet hiç kalmamıştır. Yani şeytanın bütün sahaları yok edilmiştir. Artık şeytan
o kişiye en ufak bir yanlış yaptıramaz.
Peki, bu kişi neden hikmet sahibidir? Bu dört temel özellik o kişiye üç
tane vasıf şartı kazandırır.
1.
vasıf şartı; o kişi ehli tezekkür olmuştur.
2.
vasıf şartı; o kişi ehli hayır olmuştur.
3.
vasıf şartı; o kişi ehli hüküm veya ehli hikmet olmuştur, hikmet ehli.
Ne demek ehli tezekkür? Ehli tezekkür hem zikir sahibi demek, hem de kişinin
Allah ile konuları müzakere etme yetkisinin sahibi kılınması demektir. O kişi
Allah ile konuşur. Allah ile anlatır. Allah’tan sual sorar ve Allah’ın
sırlarını öğrenir. Müteşabih âyetleri tezekkür etmeye başlar. Allah’tan
öğrenmeye başlar. Âli İmrân Sûresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî
enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu
muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ
teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu
te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî,
kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Kitab'ı
sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan)
âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık
âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble
muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak
için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan
başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: "Biz O'na îmân ettik,
hepsi Rabbimizin katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece
Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).
Allah’ın kalp gözünü açmasıyla, Allah’ın kalp kulağını açmasıyla tahkiki
imânı her geçen gün biraz daha artar. O kişi ehli zikirdir, ehli tezekkürdür.
Başkaları ona sualler sorar, O’da o sualleri Allah’a sorar. Bu tarzdaki
tezekkür sahiplerini Allahû Teâlâ Enbiya-7’de anlatıyor.
21/ENBİYÂ-7: Ve mâ
erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ
ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve
senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer
bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
2/BAKARA-269: Yu’til
hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren),
ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
(Allah)
hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır
verilmiştir. Ve ulûl elbabtan başkası tezekkür edemez.
“Hikmeti Allah dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona büyük hayır
verilmiştir” diyor ve hayrın sahibi olan bu kişi aynı zamanda hikmetin de sahibi
oluyor. Hikmetin sahibi olmak demek, hüküm sahibi olmak demek. Kur’ân-ı
Kerîm’in hangi âyetine baksa, 28 basamaklık bir skala üzerinde, bir İslâm
merdiven dizisinde o âyetin (eğer basamaklarla ilgili ise) hangi basamağa ait
olduğunu bir anda bir çırpıda o kişi mutlaka bilir. Hikmet ehli Allahû Teâlâ tarafından
yetiştirilir. Onlar iyi hakemdirler ve iyi hâkimdirler. Adalet aslında onlar
eliyle dağıtılır. Çünkü bütün kararlarını mutlaka Allah’tan sorarak verirler.
Velayetin 7 makamı vardır:
1)
Fena makamı, ruhun Allah’a sığınması Allah’ın
zatında yok olması makamıdır.
2)
Beka makamı, kişiye taht verildiği makamdır.
3)
Züht makamı, kişinin zikrinin günün yarısını aştığı
makamdır,
4)
Muhsinler makamı, kişinin fizik vücudunu Allah’a
teslim ettiği makamdır,
5)
Ulûl elbâb makamında. Lübblerin sahibi olur. Lübbler
beş duyu ile
algılayamadığınız fiziğin ötesindeki kapıların size açılması hâlidir. Beş
duyunun ötesindeki duygularla kalp gözünüzle ve kalp kulağınızla işitir ve görürsünüz.
Bunlar lübbün bölümleridir. Artık hikmetin sahibisiniz ve ayne’l yakînin
sahibisiniz. Tahkiki imânınız gözlerinizle görerek güçleniyor. Sonra hangi
makam var?
6)
İhlas makamı, burada Allahû Teâlâ size birinci gök
katını gösterir. Sonra
sırasıyla ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci gök
katlarını gösterir. Bu dizaynda hepiniz için söz konusu olan şey göğün yedi
katının size gösterilmesi olacaktır. Kim göğün yedinci katını görürse, Allahû
Teâlâ ona yedi âlemi de gösterir. Yedinci âlem İndi ilahidir. İndi ilahi,
Allah’ın huzurudur. Huzur namazının kılındığı yerdir. Altın tahtların boşlukta
durduğu yerdir ve Allahû Teâlâ orasını gösterir. Oranın en yüksek noktası
sidretül müntehadır. En yüksek noktadaki ağaç. Ne zaman Allahû Tealâ o kişiye
sidretül müntehayı gösterirse, o zaman o kişi ihlas makamını da tamamlamış
olur. Bu noktayla ilgili olarak Allahû Teâlâ Beyyine sûresinin 5. âyet-i
kerimesinde:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ
umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve
yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve
onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis
kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle
emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
Allah’ın nefislerinin kalbi dinde halis olan kulları yani muhlis kullar.
Burada kişi aynı zamanda Tövbe-i Nasûha davet edilir. Allahû Teâlâ’nın
söyledikleri tek tek tekrar edilir ve Allahû Tealâ kişiyi Tövbe-i Nasûhu
gerçekleştirmiş standartlara ulaştırır. Ne zaman o kişiye Allahû Teâlâ Sidretül
Müntehayı gösterirse, o zaman o kişi ihlas makamını da tamamlamıştır.
7)
Salah makamı velayetin son makamıdır ve 28.
basamaktır. Salah makamının:
·
1. kademesi: Günahlarının örtüldüğünü Allahû Teâlâ tarafından
kendisine tebliğ edilmesi suretiyle öğrenir:
66/TAHRÎM-8: Yâ
eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en
yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru,
yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne
eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke
alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey
âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe
edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler
akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun
etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim
nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki
Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
·
2.kademesi: Salah nurunun verilmesi. Allahû Tealâ o
kişiye bir bulut gibi görünen ama aslında bir nur olan bu Salah nurudur, çok
parlak ışıklar saçan bir nur değil. (Tahrim- 8).
·
3.kademesi: Günahların sevaba çevrilmesi. (Tahrim-
8).
Buraya kadar kişinin kalbi Ulûl elbâb makamında 7 mertebe, İhlas
makamında 7 mertebe ve salah makamında 4 mertebe müzeyyen olmuştur. O kişi
iradesini artık Allâh’a teslim edecek duruma gelmiştir.
·
4.kademesi: İradesini Allah’a tesim eder. Allahû
Teâlâ buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ
eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum
muslimûn(muslimûne).
Ey
âmenû olanlar, Allah'a karşı “O'nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst
derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah'a) teslim olmadan
ölmeyin!
İşte böyle bir noktaya ulaşan kişi
iradesini Allah’ın Kendisine bağladığı kişidir ve o kişi teslim-i külli ile
teslim olmuştur. İradesini de Allah’a vermiştir. Allah onun iradesini kendisine
bağlamıştır. Bu noktadan itibaren kişi artık kendi iradesiyle karar
vermeyecektir. Kararları Allah verecektir ve o da Allah’tan öğrenip tatbik
sahasına koyacaktır. İradesi Allah’ın iradesine bağlanmıştır.
·
5.kademesi: Allahû Teâlâ “irşada memur ve mezun
kılındın” cümlesi ile kişiyi irşad makamının sahibi kılar ve kişi Mürşid olur. Bu
makamın ötesinde kim vardır?
·
6. Kademede bütün kavimlerdeki Resûller vardır,
·
7. kademede Devrin İmamı vardır.
İşte sevgili kardeşlerim, buradaki insanların hepsinin gideceği yer Adn
cennetleridir. Yani salah makamının kademelerini işgal edenler, Adn cennetlerinin
sahibidir. Burada Vel Asr Sûresi tamamlanıyor inşallah.
Allah razı olsun.