3. Basamak 1. Safha Allah'a Ulaşmayı Dilemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
3. Basamak 1. Safha Allah'a Ulaşmayı Dilemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2016 Perşembe

3. BASAMAK–1. SAFHA; ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

3. BASAMAK–1. SAFHA;  ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK



İki şey vardır; gerekli kılıcıdır:
Kim Allah’a herhangibir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kişi ateşe girecektir.
Kim de Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir.


Allahû Tealâ'ya sonsuz hamd ve şükrederiz, Yüce Rabbimiz bir kere daha Allah’ın bir zikir sohbetinde bizleri biraraya getirdi. Yine Allah’tan bahsedeceğiz. Yine Rabbimizle birlikte bir mutluluğu yaşayacağız. Çünkü Allahû Tealâ “Kim Beni zikrederse, Ben onunla beraberim.” diyor. Bizde Allahû Tealâ’yı da zikrettiğimiz için, Allah’ı zikrettiğimiz için Rabbimizle bir beraberliği yaşayacağız inşaallah, bir mutluluğu, bir huzuru.
Her zaman olduğu gibi sevgili kardeşlerim, bir hadîsle konumuza girmek istiyorum.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile ilgili, Cabir İbn-i Abdullah El Ensari (R.A) naklediliyor. “Hz. Peygamber (S.A.V) buyurdular ki: "İki şey vardır; gerekli kılıcıdır!” Bir zat “Ey Allah’ın Resûl’ü gerekli kılınan bu iki şeyden maksat nedir?” diye sorduğunda, Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “Kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse, bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah’a hiç bir şey ortak kılmadan ölürse, o da cennete girecektir.” cevabını verdi.” Bu hadîs Müslim İmam bahsinde rivayet edilmiş, 151 no’lu hadîs.
Sevgili kardeşlerim, kısaca hadîs-i şerifi tekrar etmek gerekirse; "Kim Allahû Tealâ'ya şirk koşarak ölürse, o kişi cehenneme girecek. Kim Allahû Tealâ’ya hiç bir şeyi şerik koşmadan ölürse, o kişi mutlaka cennete girecektir."
Cennete, cehenneme girecek olan varlık insandır. Hadîse muhatap olan insandır. Hadîsde Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) insanlara hitap etmektedir ve bizden istediği; hiçbir şeyi Allah’a şirk koşmamaktır.
Allahû Tealâ bütün insanları hanif fıtratı ile yaratmıştır, Allahû Tealâ bütün insanlar için hanif dînini seçmiştir. Hanif dîninin üç özelliği vardır:
1- Vahdet; Allah’ın tekliği. Allahû Tealâ'yı tek ilâh olarak kabul etmek.
2- Tevhid; Allah’a ulaşmayı dileyenlerin vücuda getirdiği tek toplum.
3- Teslim; Allahû Tealâ'ya teslim olmak söz konusudur.

Hadîsle ilgili olansa açık ve gizli şirkten berî olarak, hanif olarak Allah’a teslim olmaktır. Hanif; şirksiz Allah’a îmânı ifade eder. Hanif dîni; muhtevasında şirk bulunmayan dîndir. Hanif fıtratı; yine aynı şekilde şirkin olmadığı bir dizaynı ifade ediyor.
Şirk varsa kişinin yaptığı bütün herşey boşa gidiyor. Allahû Tealâ, Zumer Suresinin 65. âyet-i kerimesinde evrensel mesajı şöyle veriyor bizlere:

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.”

"Sana da senden öncekilere de vahyettik. Eğer şirk koşarsan, amelin boşa gider ve hüsrana düşenlerden olursun."
Hüsrana düşmek, cehennemi ifade ediyor. Nitekim cehenneme girmenin standardı, Mu’minûn Suresinin 103. âyet-i kerimesinde verilmiş. Allahû Tealâ buyuruyor ki;

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

“Ve men haffet mevâzînuhu, Kimin hasenat tartıları ağır gelirse,
 fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn, onlar nefslerini hüsrana düşürenlerdir ve onlar cehenneme gidecek olanlardır.

Kur’ân-ı Kerim’deki her âyet-i kerime Allah’tan bir kanundur. Allahû Tealâ'nın bir ismi El Hakk’tır, Allah’ın bir ismi El Adl’dır. Mutlak adaletin sahibi olan Allah, bu azlettiği kanunlar çerçevesinde kişiye hak ettiğini veriyor.
Dolayısıyla eğer kanunları âyetlerse, o kanunlar muacesinde kulu yargılayacaksa o zaman Allahû Tealâ diyor ki; "Benim kanunum şu; eğer bana şirk koşarsan, yaptıkların ne olursa olsun hepsi boşa gidecek. Hüsrana düşenlerden olursun, gideceğin yer cehennemdir."
O zaman hadîs-i şerifle, bu âyet-i kerime arasında kesin bir ilişki, illiyet rabıtası var. Allahû Tealâ kurtuluşu şirksiz bir îmâna bağlamıştır. 

Şirksiz îmân ne demektir?

Âyet-i kerimelere baktığımız zaman, Allahû Tealâ şirksiz îmânın odak noktasında hidayeti gösteriyor.
Bakara Suresi 38. âyet;

2/BAKARA-38: Kulnâhbitû minhâ cemîa(cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.”

“Kulnâhbitû minhâ cemîan, Hepiniz toptan yeryüzüne inin,
  fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe, Benden size hidayetim gelecek,
  men tebia hudâye, Kim hidayetime tâbî olursa,
  fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn, Onun için korku yoktur.”

Yani onun için bir cehennem korkusu yoktur ve o mahzun olmaz. Mutlaka Allah’ın cennetine girer. Öyleyse şirkten berî olmak için, olmazsa olmaz şart ne? Hidayete tâbî olmak. Hidayet ne? Günümüz dîn tatbikatına baktığımız zaman hidayet doğru yol olarak veriliyor ama bu kesinlikle Kur’ân âyetlerine uymuyor. Matematiksel gözle bakıldığı zaman iki nokta arasında yüzlerce doğru yol geçer ve kime sorarsanız sorun, bugün herkes kendisini hidayette ve doğru yolda kabul ediyor. "Ben İslâm’ın 5 şartını yerine getiriyorum, doğru yoldayım, hidayetteyim."diyor. Ama tatbikatına baktığınız zaman insanlar huzursuz ve mutsuz. Hidayette olan insan huzur ve mutluluk içinde olan insandır. O zaman bize öğretilen hidayet tarifi yanlış, eksik!

Hidayet nedir?
Kur’ân penceresinden baktığınız zaman, hidayet Bakara-120’de tarif ediliyor;

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.

inne hudâllâhi huvel hudâ: Allah’a ulaşmak var ya; işte o, hidayettir.

Allahû Tealâ Âli İmrân-73’de;

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).

innel hudâ hudallâhi: Hidayet Allah’a ulaşmaktır.
O zaman hidayet, Allah’a ulaşmaktır. “Allah’a ulaşmak var ya; işte o, hidayettir.” Allah’ın hidayet tarifi bu. Ve biz hidayete tâbî olduğumuz an, tâbî olmak demek yani hidayeti dilemek demektir. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an gerçekten Allahû Tealâ kesin söz veriyor; "Kim kalben Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime ulaştıracağım."

İşte Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi;

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
 (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

"allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah dilediğini seçer ve seçtiklerinden her kim O’na ulaşmayı dilerse, onları da mutlaka Kendisine ulaştırır.”

Sadece Şûrâ Suresinin13. âyet-i kerimesinde değil, Ra’d Suresinin 27. âyet-i kerimesinde de aynı konu bir kere daha zikrediliyor;

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

"İnnallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb: Allah dilediğini dalâlette bırakır ve ulaşmayı dileyeni de Allah Kendisine ulaştırır.”

Demiştik ki; Allah’ın bir ismi El Adl’dır, Allah’ın bir ismi El Hakk’tır. Allahû Tealâ'nın kanunları var. Allahû Tealâ diyor ki: "Bana ulaşmayı dileyeni, ben Kendime ulaştıracağım." Mükâfatı ne? 3. kat cennet. El Hakk esmasıyla bunu ona veriyor. “Bana ulaşmayı dilemeyeni, Ben kendi halinde bırakırım.” Kanun bu. Kişi ulaşmayı dilemiyor o zamanda hak ettiği cehennem oluyor. O halde kurtuluşa ulaşmak isteyen herkes için şirksiz olarak Allah’ın dînini yaşaması gerekir, şirksiz olarak Allah’ın dînini yaşamak bir tek faktöre dayalıdır; dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemek.
Hak mü’minlerden olabilmek için Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’e koyduğu birtakım şartlar vardır. Evvelâ Allah’ın varlığına, birliğine kişi îmân edecek. Allah’a ulaşmayı kişi dileyecek, dilediği taktirde ancak şirkten kurtulabilir.
1- Allah’ın varlığına, birliğine inanacak.
2- Ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşmasına inanacak.
3- Bunun farz olduğuna inanacak.
4- Ve dilemesi halinde Allah’ın o kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracağından emin olacak.
Çünkü Allahû Tealâ bunu Kur’ân-ı Kerim’de belirtiyor. Allah tektir. Tek olan Allah, bize emanetini vermiştir ve Allahû Tealâ bize üfürdüğü emaneti Rabb olarak emrediyor, geri istiyor. Bunu dilememiz halinde de Allah’ın bunu gerçekleştireceğini bize garanti ediyor. Bu Allahû Tealâ'nın bize bir ikramı ama dilemediğimiz taktirde o kişi mutlak surette şirkin içinde.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) 14 asır evvelinden Efendimiz Mehdi (A.S)’la ilgili; "Allah bu dîni Benimle başlattı, onunla sonlandıracaktır. Benimle insanlar şirkten kurtuldular, onunla fitneden kurtulacaklardır." buyurmaktadır.

Resûlullah'la insanların kurtulduğu şirk açık şirktir. Gerçekten Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den sonra artık Ümmeti Muhammed’in içerisinde açık şirkte olabilecek hiç kimse yoktur. Çünkü zaten İslâm’ın 5 şartının muhtevası içerisinde kişiyi açık şirkten berî kılan kelime-i şahadet vardır. Ama İslâm’ın 5 şartının muhtevası içerisinde Allah’a ulaşmayı dilemek yok.  Bizi nefs tezkiyesine ulaştıracak, gizli şirkten tamamen berî kılacak olan zikir yok. Bu iki temel faktör olmadığı taktirde İslâm âlemi gizli şirktedir. 
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bu hadîsi destekleyen bir başka hadîsinde ise şöyle buyrulmaktadır: "Gözünüzü açın! Size Benim katımda, sizin için deccaldan daha korkutucu olan şeyi haber vereyim mi? O gizli şirktir!" Başka kaynaklarda da şöyle yer almaktadır: "Ümmetim için en çok korktuğum şey karıncanın ayak sesinden daha sinsi olan gizli şirktir."

İçinde bulunduğumuz zaman dilimiyle konuşmak gerekirse; şu anda hidayet çağındayız. Hidayet çağında Devrin İmamı Efendimiz Mehdi (A.S) ve 33 yıldan beri Allah’tan aldığı görev üzere ilâhiyatı tebliğ ediyor insanlara.
Tevbe Suresinin 33. âyet-i kerimesine baktığımız zaman şunu net olarak görüyoruz:

9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen odur.

Saff Suresinin 8, 9,10. âyet-i kerimesine de beraberce bakalım. Saff Suresinin 8. âyet-i kerimede:

61/SAFF-8: Yurîdûne li yutfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlayacak olandır.

“Onlar, ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. O kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”

Buradaki kâfirler kendileri hidayeti dilemediği gibi başkalarının da hidayetine mani olan insanlar. “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürüyorlar.” demekle; kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi, o nura ulaşan Allah’ın evliyasının tekrar fıska düşmesine çalışan, o nuru söndürmeye çalışanlardır. Ama Saff Suresinin 9. âyeti kerimesinde:

61/SAFF-9: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl’ünü hidayet ile ve (esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek (açıklayıp doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah’ın ezelî ve ebedî olan dîni) ile gönderen O’dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.

Bir özellik daha veriyor Allahû Tealâ: “O Allah ki Resûl'ünü hidayetle ve hak dîn ile gönderdi ki dînin bütün safhalarını izhar etmek üzere, o müşrikler istemese de!”
Yani birinci ağızdan o insanlar kâfir, başkalarını Allah’ın yolundan saptırıyor. İkinci ağızdan o kâfirler aslında müşriktir, şirk içindedir. Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için nefslerini ilâh edinmişlerdir.
Öyleyse bunlar Kur’ân-ı Kerim’de ‘cehennemlikler’ olarak veriliyor. Kişinin kurtuluşa ulaşabilmesi, cennete girebilmesi mutlaka şirkten kurtulmasına bağlıdır. Allahû Tealâ ezeli ve ebedî dînin hanif dîni olduğunu, hanif dîninden başka bir dînin olmadığını beyan buyuruyor ve bu hanif dîninin şeriatı da tek. Şûrâ Suresinin13.ayet-i kerimesinde:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

“O müşriklere senin davetin ağır geldi."

Resûlullah’ın daveti Allah’a idi ve müşriklere ağır geliyor, yani dilemiyorlar. Müşriklerin davete icabet etmedikleri, dilemedikleri ortada. Davet ne?

"Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu: Allah dilediğini seçer,
ve yehdî ileyhi men yunîb: Ve O’na ulaşmayı dileyeni Kendisine ulaştırır.”

Davet Allah’adır ve devamlı olarak Devrin İmamı insanları Allah’a çağırmaktadır, Allah’a davet etmektedir. Kişi davete icabet ederse o zaman şirkten kurtulur, ama davete icabet etmediği taktirde hayatı boyunca dalâlette kalır, gizli şirkte kalır.
Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e:

30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
 Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

“Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ: Vechini hanif olan dîne yönelt.” Yani bu hanif dîni şirkin muhtevasında olmadığı bir dîn.
fıtratallâhi: Allah’ın yaratmasıdır.
elletî fataran nâse aleyhâ: Allahû Tealâ bütün insanları bu fıtratla yaratmıştır.
lâ tebdîle li halkıllâhi: Allah insanın yaratılışını da ve insanlar için seçtiği dîni de değiştirmeyeceğini buyuruyor.
ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne): Lâkin insanların çoğu bilmez.”

Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde noktayı koyuyor:

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
 
“Allah’a yönel ve O’na ulaşmayı dile! Takva sahibi ol. Namaz kıl. Sakın müşriklerden olma.”

İşte Allah’a ulaşmayı dileyip takva sahibi olmamız emrediliyor. Bütün takva sahipleri şirkten berî olanlardır. Evet, bütün takva sahipleri cennete girecek olanlardır.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de: "Biz cennetimizi takva sahipleri için hazırladık." buyuruyor.

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

 O halde her halükârda kişinin Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olması lâzım.

“ve lâ tekûnû minel muşrikîn: Müşriklerden olmayın.”

Yani kişi Allah’a ulaşmayı dilemediği taktirde şirktedir ancak dilemesi halinde şirkten kurtulacaktır.

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

“Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ: O müşrikler ki, o Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ki bunlar dînde fırkalara ayrılmışlardır.”
ve kânû şiyeâ: Grup grup olmuşlar.
kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn: Her hizip yanındakiyle ferahlanıyor.”

Herkes “Ben haklıyım.” diyor. 72 tane fırkaya “Hidayet nedir?” diye sorsanız; “Doğru yol” diyecekler ve 72 tane fırkada herkes kendisini doğru yolda zannediyor ama bu 72’si de gizli şirkte. Kurtuluşa ulaşan Fırka-ı Naciye ne?

Resûlullah'ın bir hadisinde rivayet edildiği üzere. Kendisine buyurmuşlar ki:
-Kimdir o kurtuluşa ulaşanlar ey Allah’ın Resûl’ü?
-Ben ve sizin gibi Sıratı Mustakîm üzere olanlar.

Bir insanın Sıratı Mustakîm’e adım atabilmesi, o kişinin kalben Allah’a ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Ama görüyorsunuz ki; kişiyi Sıratı Mustakîm'e ulaştıran, kişiyi gizli ve açık şirkten kurtaran ve kişiyi şeytana kul olmaktan içtinab ettiren aynı şey; Allah’a ulaşmayı dilemek. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği taktirde ruhu Sıratı Müstakîm’e ulaşacaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği taktirde şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olacaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği taktirde takva sahibi olacaktır.
Öyleyse tüm bunların hepsi bir standart içerisinde Kur’ân-ı Kerim’de verilmiştir.
Tekrar hadîsimize dönecek olursak; "İki şey vardır ki; o gerekli kılıcıdır." Gerekli kılan ne Allah’ın Resûl'ü deyince? “Kim Allah’a bir şeyi ortak koşarsa, o kişi mutlaka ateşe girecektir." Kim Allah’a ortak koşmuş olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir, kim de Allah’a hiçbirşeyi ortak kılmadan ölürse, bu da cennete girecektir.
O halde cennete girebilmek bir tek dileğe bağlıdır. Bu hadîsi destekleyen başka bir hadîsde; Resûlullah (S.A.V) Efendimiz Muazz Bin Cebel'e söylüyor:
- Ya Muazz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir? Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir?
- Allah ve Resûl'ü daha iyi biliyor.
Ve cevap veriyor Resûlullah (S.A.V) Efendimiz:
- Allah’ın kullar üzerindeki hakkı O'na hiçbir şeyi şirk koşmamalarıdır, kulların Allah üzerindeki hakkı onlara azap etmemesi!

Bu nasıl gerçekleşiyor? Kişi hiçbir şeyi ortak kılmazsa Allahû Tealâ'ya, yani gizli ve açık şirkten berî olursa, o zaman o kişi Allah’ın kişi üzerindeki hakkını yerine getiriyor. O zaman kişi hak sahibi oluyor, Allah da o kişiye cennetini vaadediyor, onu cehennem azabından berî kılıyor. Bu hadîsle derste vermek istediğimiz hadîs, birbiriyle illiyet rabıtası içerisinde, birbiriyle örtüşüyor.
Dolayısıyla gaye ne? Kurtuluşa ulaşabilmek için şirkten berî olmak lâzım. Şirkten berî olmanın yolu kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir. Çünkü Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V): "İnsanlar dünya hayatı ile Allah’ın likası arasında serbest bırakıldı, ama kullar Allah’ın likasını seçti.”
Biz her halükârda iki alternatiften bir tanesini seçiyoruz. Biri dünya hayatı, bir tanesi de; Allah’ın Zat’ı. İnsanlar Allah’ı seçerlerse, Allah’ı tercih ederlerse o zaman kurtuluşa ulaşacaklardır.
Allahû Tealâ "Ey insanoğlu! Ey Âdemoğlu! Ben herşeyi senin için yarattım, ama sizi de Kendim için yarattım. Sakın ha sakın Kendim için yarattıklarımı, senin için yarattıklarımın seviyesine düşürmeyesin." buyuruyor.
Evet, biz Allah içiniz, Allah için yaratıldık ve biz Allah’a kul olmak üzere dünya hayatındayız.
Zâriyât Suresinin 56. âyet-i kerimesi:

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

“İnsanları ve cinleri başka bir şey için değil, bize abd olsun diye yarattık."
Allah içinsek o zaman gereğini yerine getirmemiz gerekir. Allah’a ulaşmayı dilememiz lâzım. Dilediğimiz taktirde bu Allahû Tealâ'nın kesinlikle bir ikramıdır. Mutlaka ömür sermayesi yeterli olursa 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını Allah bize hibe ediyor.
Biz yapmış gibi görünüyoruz ama gerçekte bunu yaptıran Allah’tır. Allahû Tealâ Rahmân esması ile 4. basamakta tecelli ediyor. Allahû Tealâ 5. basamakta basar hassası üzerindeki gışavet adlı perdeyi alıyor, baş gözündeki hicab-ı mestureyi alıyor, kişi görmeye başlıyor. 6. basamakta Allahû Tealâ o kişinin kulaklarında işitmeye mani olan engel varsa onu alıyor, sem’î hassasının önünü açıyor, kişi artık âyetlerdeki mânâyı işitmeye başlıyor. 7. basamakta o kişinin kalbinde idrağa engel varsa onu, ekinneti alıyor ve fıkıh hassasının mührünü açıyor, ihbatı koyuyor. Böylece o kişi artık sadece işitmekle kalmıyor; idrak ediyor, Allah’ın âyetlerini kendisine mal ediyor.
Devamında Allahû Tealâ bu kişiyi zahire göre diriltmişti, şimdi batına göre diriltiyor. Kalbine hidayetle ulaşıyor, kalbi şeytana dönükken Kendisine çeviriyor ve kalbe giren rahmet yolunu açıyor. Böylece o kişi zikretmeye başladığı an Allah; ölü olan toprağı yağmur suyuyla nasıl diriltiyorsa, ölü olan kalbi de katından gelen Rahmet nuruyla, hikmet nuruyla diriltiyor. Böylece o kişi Allah’tan bir nur üzere oluyor, huşû sahibi oluyor.
Huşû sahibi olan kişi perşembeyi cumaya bağlayan gece hacet namazı kılması halinde Allahû Tealâ mutlaka ona mürşidi gösteriyor ve peş peşe ona ne yapıyor? Peş peşe ona 7 tane furkan veriyor. Devrin İmamı’nın ruhunu o kişinin başının üzerine gönderiyor, kalbine Allahû Tealâ îmânı yazıyor, onun bütün günahlarını sevaba çeviriyor. Ondan sonra Allah’a teslimlerin gerçekleşebilmesi için; ruhun hidayeti, daha sonra fizik vücudun hidayeti, daha sonra nefsin hidayeti ve daha sonra iradenin hidayeti gerçekleşiyor.
Evet, 4 tane hidayet. Tekrar ediyoruz:
1- Ruhun hidayeti; ruhun Sıratı Mustakîm’e ulaşması.
2- Fizik vücudun hidayeti; fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olması.
3- Nefsin hidayeti; nefsin tamamen afetlerden temizlenip, berî kılınarak faziletlerin sahibi olması.
4- İradenin hidayeti; o da hepsi bu standart içerisinde Allahû Tealâ gerçekleştiriyor ki; ondan sonra 7 kademede o kişiyi nefs tezkiyesine ulaştırıyor. 7 tane gök katında ruh yükselmek suretiyle seyr-i sülûku bitirerek yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşıyor, o kişi ermiş evliyadan oluyor.
Bu kişi, bu güzelliklerin hepsi bir dileğin karşılığında herkese Allah tarafından vaadedilmiş, bu Allah’ın bütün insanlara olan vaadidir. Yeter ki kul gizli şirkten, açık şirkten berî olsun.
Ümmeti Muhammed için bir imtiyaz var. Çünkü artık Ümmeti Muhammed bizler için bir açık şirk olayı söz konusu değil, sadece bizden istenen gizli şirkten berî olmak. Gizli şirkten berî olmak içinde kalben ulaşmayı dilemek lâzım. Allah’ın bize üfürdüğü ruh bir emanettir, sahibi olan Allah emanetini geri istiyor. Bize düşen serbest iradeyle bu kararı verip kalben ulaşmayı dilemek, dilediğimiz taktirde gizli şirkten kurtuluruz ve gizli şirkten kurtulduğumuz zamanda hadîs-i şerifin muhtevası gereğince Allah’ın cennetini hak kazanırız. 
Allah hepinizden razı olsun.


                     

8 Haziran 2016 Çarşamba

3. BASAMAK–1. SAFHA; ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

3. BASAMAK–1. SAFHA;  ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK

“Öyle İnsanlar Vardır ki, Cehennemlik Amel İşlerler, Cennete Gideceklerdir. Öyle İnsanlar Vardır ki, Cennetlik Amel İşlerler Ama Cehenneme Gideceklerdir.”

K: Sahih-i Buhari - Bölüm 10 -1609

Günümüzde yaşanan dîn tatbikatı, ağırlıklı olarak Peygamber (S.A.V)’in hadîslerine dayanmaktadır. Birçok dîn adamı: “Biz Kur’ân-ı Kerim’i açıklayamayız. Biz ancak Resûlullah (S.A.V) Efendimiz’in öğrettiği hadîslerle dînimizi öğrenebiliriz. Size de hadîslerle dîn öğretiyoruz.” demektedirler. Hadîslerle dînin anlaşılması elbette güzel bir şeydir. Ama insanlar asıl tatbik edilmesi gereken hadîsi gözden kaçırmaktadırlar. Çünkü Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir hadîsinde: “Bir zamanlar gelecek, Benim hadîslerim tartışması konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur’ân-ı Kerim’e bakınız. Kur’ân’a aykırı bir hadîsim olamaz.” buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V), bu sözüyle hadîslerin arasına Peygamber Efendimiz’e ait olmayan birçok mevzu hadîslerin de karışabileceğine işaret etmiştir.

Hangi konuda hadîs veriliyorsa, evvelâ o hadîsin Kurân-ı Kerim’le karşılaştırılması lâzımdır. Hadîslerle Kur’ân-ı Kerim’i karşılaştırabilmek için de evvelâ, Kurân-ı Kerim’i bilmek gerekir. İhtilâflı konularda başvurulması gereken ölçü, Kur’ân’dır. Hiç kimsenin Kur’ân-ı Kerim’i bilmeden bu karşılaştırmayı yapması mümkün değildir. Allahû Tealâ, Enbiyâ Suresinin 7. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler)den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
Ehli zikir, Allahû Tealâ’nın kendisine Kur’ân-ı Kerim’i öğrettiği kişidir. Ehli zikir, Kur’ân-ı Kerim’in hangi âyetine bakarsa, o âyetin hangi seviyeye ait olduğunu bilir; bilmiyorsa -ehli zikir olması hasebiyle- Allah’a sorarak öğrenir. Bu açıdan tartışma konusu olan bir hadîsin mutlaka Kur’ân-ı Kerim’le karşılaştırılması gerekir. Kur’ân-ı Kerim’e uyuyorsa, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsidir, Kur’ân-ı Kerim’e uymuyorsa mevzû bir hadîstir. Bu sebeple hadîsin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ait olup olmadığı; Kur’ân-ı Kerim’e uyup uymadığının tesbiti için ehli zikre sormak gerekir.

14 asır evvel bizim için en güzel örnek olan Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe, sadece İslâm’ın 5 şartına tâbî olmadılar, Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî oldular. Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
(Ey mü'minler)! Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab'ın bütününe îmân edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı), parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizle ölün.” Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.

Günümüz İslâm tatbikatında dîni hadîslerle öğretenler, İslâm’ı 5 şarta bağlamaktadırlar. Kurtuluşun İslâm’ın 5 şartında olduğunu ifade ederek; “Onun ötesi bizi ilgilendirmez.” demektedirler. Oysa hidayet, (Allah’a ulaşmayı dilemek) ve nefs tezkiyesinin yegâne vasıtası olan zikir, tatbikattaki İslâm’ın 5 şartının içerisinde yoktur. Bu aslî kavramlar olmadığında geri kalan fizik vücuda ait vasıta emirler ile hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değildir. Şeytan, İslâm âlemini bu tuzağa düşürmüştur. Eğer her hadîsin Kur’ân-ı Kerim ile karşılaştırması yapılsaydı, hiç kimse bu şeytani tuzağa düşmezdi.

ü  İblisin Kurduğu Korkunç Tuzak; İslâm’ın Yalnızca 5 Şartını Uygulayan İnsanları Cennet Ümidi ve Hayaliyle Aldatmak!

14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V) İslâm âleminin şu an içine düştüğü bu tuzağı, konumuz olan hadîsi ile açıklamaktadır.

İslâm’ın 5 şartı (namaz, oruç, zekât, hac, kelime-i şehadet) cennetlik amellerdir, fizik bedenin yerine getirdiği vasıta emirlerdir. Günümüzde insanlar, İslâm’ın 5 şartının içindeki cennetlik amelleri yapıyorlar ama “Allah’a ulaşmayı dilemek” ve nefsi tezkiye eden “zikir” bunların arasında yer almıyor. Allahû Tealâ Kehf Suresinin 103, 104 ve 105. âyeti kerimelerinde bu durumu açıklamaktadır.  

18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”

18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, Kehf-105’e göre kendi iradesiyle işlediği cennetlik amellerin hepsi boşa gitmektedir. Bu durumda geriye sadece kişinin kendi iradesiyle işlediği şerr amellerin neticesinde kazandığı negatif dereceleri kalır ve bu negatif derecelerin başkalarının kendisine yaptığı zulüm sebebiyle kazandığı pozitif derecelerden fazla olması sebebiyle kişi cehennemi hak eder.

Allahû Tealâ kişinin kurtuluşunu, Allah’a ulaşma dileği ve akabinde gelecek olan sâlih amellere, özellikle de bu amellerden zikire bağlamaktadır. Şeytan (iblis), insanın ezelî ve ebedî düşmanıdır. Şeytan, insanlar ibadet yapsınlar, bu ibadetlerle kurtuluşa ulaşacaklarını zannetsinler ama hiç birisi kurtuluşa ulaşamasın hedefiyle sinsi bir tuzak kurmuştur. Şeytan, kurtuluşa ulaştıran unsurları devreden çıkarıp geri kalan vasıta emirlerle insanları oyalayarak hedefine ulaşmaktadır. İblis, İslâm’ın 5 şartıyla insanları da kendisiyle birlikte cehenneme mahkûm etmektedir.

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

ü  İnsan Gizli Şirkten Nasıl Kurtulabilir?

Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde: “Artık ümmetim için açık şirkten korkmuyorum. Ümmetim için en çok korktuğum şey, karıncanın ayak sesinden daha sinsi olan gizli şirktir.” buyurmaktadır. İslâm âlemi için artık açık şirk söz konusu değildir. Ama Kehf-105’te ifade edilen ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in de buyurduğu gibi asıl tehlike gizli şirktedir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir başka hadîsinde buyuruyor ki: “Riya gizli şirktir.” Nefsin 19 tane afetinden bir tanesi riyadır, o zaman nefsin hangi afetine (hevasına) tâbî olursanız olun, bu da gizli şirktir. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa, ruhun talebine uymuyorsa otomatik olarak kişi nefsin talebi olan dünya hayatını seçmiştir. Hevâsına tâbî olmuştur. Gizli şirktedir. Gizli şirkten kurtulabilmesi için ruhun talebine uyarak, kalben Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir.

Allahû Tealâ herkesi hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın, herkes için vaazettiği dîn, Hanif dînidir. Hanif dîninin muhtevasında 7 safha ve 4 teslim vardır.
1.      Teslim: Ruhun teslimi
2.      Teslim: Fizik vücudun teslimi
3.      Teslim: Nefsin teslimi
4.      Teslim: İradenin teslimidir.

Her olayda akıl, beyin vasıtasıyla fizik bedene kumanda eder. Aklın kararı önemlidir. Ruhun talebine uymak farzdır. Ama nefs de yapısındaki âfetlerden kaynaklanan taleplerle akla ulaşır. Nefsin âfetleri, nefsimizin manevî kalbindedir. Nefsin afetlerine karşı koyan pozitif gücün adı iradedir. Kalben Allah’a ulaşmayı dilemek, bizzat o âfetlere karşı koyan gücün; iradenin Allah’a ulaşmayı dilemesi demektir. İradenin beyanı, kalben o talebin sahibi olmaktır. Ruh zaten Allahû Tealâ’nın emanetidir, o talebin sahibidir. Akıl da kararı verirse, ruh, irade ve akıl üçlüsü beraber olunca şeytan ve nefse karşı galibiyet sağlanmış olur.

Başlangıç noktasında olan, Nefs-i Emmare standartları içerisindeki bir insan için fizik bedeninin kumandanı akıl, her olayda, ya nefsin veya ruhun talebine uyar. Nefs-i Emmare’de olan bir insanda akıl hangi ortamda şuurlanmışsa, o istikamette karar verir. Kişinin aklı negatif ortamda şuurlanmışsa nefsin talebine uyar ve şerr işler. Ama pozitif ortamda şuurlanan bir akıl, ruhun talebine uyar.
Göz bir uzuvdur. Göz uzvu için ışık neyse, akıl için de vahiy kesinlikle odur. Aklın akledebilmesi için, kendisine düşeni yapabilmesi için mutlaka âyetlerin kendisine tilâvet edilmesi lâzımdır. Ve oradan aldığı bilgiyle, şuurlanan aklın pozitif kararı vermesi gerekir ki, o kişi akledenlerden olsun ve Allahû Tealâ’nın fizik bedene yaptığı azaptan kurtulsun.

10/YUNUS-100: Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve Allah'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap, pislik) verir.

Aklını kullanmayan kişi, Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişidir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın aklı her olayda nefsin talebine uyar ve o kişi kendisine zulmeden birisidir. Aklın kendisine düşeni yapabilmesi için kişinin resûlün sohbetini dinlemesi, işitmesi ve de ondan almış olduğu talebi, kararı hayatına tatbik etmesi; Allah’a ulaşmayı dilemesi gerekir. İrade pozitif güçtür, ruh da Allah’ın ruhudur, her ikisi de aynı talebin sahibidir. Aklın da onlarla birlikte hareket etmesi önemlidir.

Her olayda aklın iki müşavirinden bir tanesi ruh diğeri nefstir. Allah’ın bizden istediği, devamlı ruhun talebine uymak, nefsin taleplerini dinlememektir. Fizik vücudu Allah’a teslim ettiğimiz an, nefsin 19 afeti yine vardır. Ama akıl, resûlün sohbetleriyle şuurlanarak Kur’ân-ı Kerim’in dört ruhunu idrak ettiği için, kendisine ulaşan, nefsin afetlerinden kaynaklanan talepleri asla tatbik etmeyecektir. Akıl, pozitif şuurlanmanın neticesinde devamlı olarak ruhun talebine uyar, Allahû Tealâ’nın bütün emirlerini vücut ülkesinde tatbik eder, nefsin negatif taleplerini devre dışı bırakır. Bu sebeple fizik vücudun teslimi “Allahû Tealâ’nın bütün emirlerine %100 itaat etmek; yasak ettiği fiilleri işlememek” anlamına gelir.

Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın insanlar için vaazettiği yegâne şey, âhiret ve dünya saadetidir. Âhiret saadeti cenneti, dünya saadeti de bu dünyada huzur ve mutluluğu yaşamayı ifade eder.

Allahû Tealâ Mu’minûn Suresinin 102. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in buyurduğu: “Öyle insanlar vardır, cennetlik amel işlerler ama cehenneme gideceklerdir.” hadîs-i şerifi bütünüyle Kur’ân-ı Kerim’e uymaktadır. Cennetlik amel işleyenler, kazandıkları pozitif derecelerin boşa gitmesi halinde cehennemlik olurlar. Gizli şirkte olanların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) amelleri boşa gitmesi nasıl gerçekleşir? Yıllarca İslâm’ın 5 şartını yerine getiren insanların, Allah’ın emirlerine olan itaatlerinden dolayı kazandıkları pozitif dereceler vardır. Allahû Tealâ o dereceleri hanelerine yazar. Eğer kişi ölümüne kadar Allah’a ulaşmayı dilemezse, ameli boşa gider. Amelleri boşa gittiği zaman geride kalan sadece negatif dereceleridir. Ve kişi negatif dereceleri sebebiyle cehenneme gider.

Öyle insanlar vardır ki cehennemlik amel işlerler; hiçbir zaman namaz kılmamış, oruç tutmamış, zekât vermemiş, hacca gitmemiştir. Aksine çok günah işlemiştir. Ama Zumer Suresinin 53, 54. âyet-i kerimelerine göre Allah’a ulaşmayı dilemiştir ve Allahû Tealâ Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesine göre onun günahlarını örtmüştür.

39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların üzerine hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderen)."

39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn (muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

Bir tek dileğin karşılığında günahları örtülen bu kişi bu dileğin kendisine kazandırdığı pozitif derecat sebebiyle sevapları günahlarından fazla olan biri olur ve mutlaka cennete gidecektir. İnsan sosyal bir varlık olarak diğer insanlarla birlikte yaşar. Mutlaka çevresindeki kişilerin ona zulmü söz konusudur. Dolayısıyla hiç cennetlik amel işlemeyen bir insanın bile amel defterinde mutlaka başkalarının kendisine yaptığı zulüm sebebiyle de hayırlar vardır.

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Öyleyse insanı cehenneme götüren sebep, o kişinin Allah’a ulaşmayı dilememesidir. Cennete götüren sebep de, o kişinin Allah ulaşmayı dilemesidir. Allahû Tealâ’nın her kavimde o kavmin ana lisanıyla vazifeli kıldığı resûllerin gönderiliş sebebine baktığınız zaman, En’âm Suresinin 48. âyet-i kerimesi evrensel bir mesaj vermektedir.

6/EN'ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah'a ulaşmayı dilerse) ve ıslah olursa (nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.

Resûl kavmine: “Allah’a ulaşmayı dilersen bu senin için cennet müjdesidir. Dilemediğin takdirde gideceğin yer cehennemdir.” diyerek tebliğ etmektedir. Resûllerin bu dünya hayatındaki asıl görevi tebliğdir. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allahû Tealâ mutlaka onu üçüncü kat cennet ve dünya saadetinin yarısına ulaştıracaktır; ondan sonrası kişinin kendi gayretine, zikir artışına ve dik yokuşu aşmasına bağlıdır.

Zumer Suresinin 71 ve Mulk Suresinin 8, 9 ve 10. âyet-i kerimeleri, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsini bir kere daha doğrulamaktadır.

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

Resûl: “Allah’a ulaşmayı dilersen cennete gideceksin. Dilemezsen gideceğin yer cehennemdir.” diyerek âyetleri tilâvet etmektedir. Ama insanlar: “Eski köye yeni âdet mi getiriyorsun? Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır.” diyerek, resûle karşı çıkmışlar ve azap sözü kâfirlere hak olmuştur.

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

Allahû Tealâ insanoğluna, amellerinin karşılığında mükâfat veya ceza verir. Kişi cezalandırılan biri olmak istemiyorsa tebliğe muhatap olduğunda hemen Allaha ulaşmayı dilemesi lâzımdır. Allahû Tealâ, tebliğ yapmak üzere resûller göndermektedir. Resûl kanunu tebliğ ettiğinde, kanuna aykırı hareket eden kişi, cehennemi hak eder. Kanuna uyan kişi ise mükâfatı hak eder.

Günümüzde de dîn adamlarının durumu budur. Allah’ın hidayetçisi, hidayet çağının imamı Allah’tan aldığı öğretiyi insanlara açıklamaktadır. Dinleyen kişiler bu öğretiyi Kur’ân-ı Kerim’le karşılaştırıp sağlamasını yapacaklarına gidip dîn adamlarına soruyorlar. Dîn adamları da dîni Kur’ân-ı Kerim’den öğrenmedikleri için: “İslâm’ın 5 şartını tatbik edin, kurtuluşa ulaşırsınız” diyorlar. Hem kendilerini, hem de o insanları cehenneme mahkûm ediyorlar. Yazık değil mi?

Devrin İmamı, herkes için Allah’ın bir ni’metidir. Bu ni’metten faydalanabilmesi için kişinin Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim’deki hükmüne tâbî olması, itaat etmesi gerekir. Eğer o kişi Allah’ın resûlünün sözlerine itaat etmezse hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) de buyuruyor ki: “Hiç kimse kendi ameliyle cennete gidemez. Sende mi Yâ Resûlullah? Ben de. Ama Rabbim beni rahmetine gark etmiştir.” İnsanlar bunu bilmelerine rağmen, “Allah’ın rahmetine nasıl mazhar olacağım” diye ne kendileri öğreniyorlar, ne başka insanlara öğretiyorlar. Sadece amellere sığınmış vaziyetteler. Kurtuluşa ulaşmak isteyen herkesin, amelden önce Allah’ın rahmetini elde etmesi gerekir. İslâm’ın 5 şartı sadece amellerden ve vasıta emirlerden ibarettir. Amelden önce rahmeti ulaştıracak olan; Allah’a ulaşma dileği ve zikirdir.

Hidayet, insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır. Hidayet yoksa, tâbiiyet de, zikir de, teslim de olmaz. Hidayet yoksa hiçbir şey olmaz. Hidayet dînin omurgası, hidayet dînin âsâsı, hidayet dînin giriş kapısıdır. Bu döneme Allahû Tealâ’nın “hidayet çağı” demesinin sebebi; Allahû Tealâ’nın hidayetle vazifeli kıldığı, Mehdi Resûl’ü bu dönemde vazifeli kılmasıdır.


 “Kim Allah’a Ulaşmaya Muhabbet Duyarsa, Allah da Onu Kendisine Ulaştırmaya Muhabbet Duyar. Kim Allah’a Ulaşmayı Kerih Görürse, Allah da Onu Kendisine Ulaştırmayı Kerih Görür.”


Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Kim Allah’a ulaşmayı muhabbet beslerse, severse, Allah onu Kendisine ulaştırmayı sever, muhabbet eder. Kim Allah’a ulaşmayı kerih görürse Allah da Kendisine ulaştırmayı kerih görür.” (K: Sahihi Buhari 12. cilt hadis no. 2043).

ü  Ruh Allah’a Nasıl Ulaşır?

Allah’a ulaşmaya muhatap olan varlık insandır. İnsan 3 vücut ve serbest iradeyle yaratılmıştır. İnsanın zahirî âleme ait olan fizik bedeni topraktan gelmiştir, ölümle tekrar toprağa dönecektir; Allah’a ulaşmaz. İnsanın berzah âlemine ait olan nefsi de insanın enerji bedenidir; Allah’a ulaşamaz. Nefs ölümle birlikte ait olduğu âlem olan berzah âlemine giderek hayatına kıyâmet gününe kadar orada devam edecektir. İnsanın iradesi zaten vücut değildir, Allah’a ulaşamaz. Allah’a ulaşabilen sadece Allah’ın Zat’ından bize üfürülen ruhtur.

Bize üfürülen ruhun iki şekilde Allah’a ulaşması söz konusudur. Birincisi; ruhun gayri iradî olarak, ölümle Allah’a ulaşmasıdır. Ölüm bir kaderdir. Kimin ruhu ölümle Allah’a ulaşmışsa bu konuda kişinin serbest iradesinin dahli yoktur. Ölümle ruhun Allah’a ulaşmasında iradenin bir fonksiyonu olmadığı için ulaşan kişi için bir mükâfat ve mücâzat söz konusu değildir. Allah’ın biz insanlardan istediği ise emanet olan ruhu kendi irademizle, Allah’ın emrine uyarak Allah’a ulaştırıp, teslim etmemizdir.

ü  Ruhun Allah’a Ulaşması Farzdır

Allahû Tealâ ruhun Allah’a ulaşmasının farz olduğunu, te’vile meydan vermeyecek şekilde 4 tane âyet-i kerimede bizlere açıklamıştır. (1- Zâriyât/50, 2-Fecr/28, 3-Muzzemmil/8, 5-Ra’d/21)

51/ZÂRİYÂT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan (Allah tarafından gönderilmiş) apaçık bir nezirim.

Âyet-i kerimede; “Allah’a firar et; Allah’a kaç.”  buyurulduğuna göre bu nefs veya fizik beden olamaz, çünkü nefsin zemin kattan yukarıya çıkması mümkün değildir ve de fizik vücudun topraktan gelip tekrar ölümle birlikte toprağa dönmesi söz konusudur. Öyleyse bu emir Allah’ın bize üfürdüğü ruhadır ve Allahû Tealâ bunu farz kılmıştır.

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.

Her şeyden kesilme yetkisi nefste veya fizik bedende yoktur. Kâinatı aşıp yokluğa geçebilme yetkisi sadece insan ruhuna aittir. Yani sadece ruh her şeyden kesilerek Allah’a ulaşabilir. Bu da nefsin 7 kademede tezkiyesinden sonra gerçekleşir. Nefs tezkiyesinin yegâne vasıtası da zikirdir. Zikirsiz bir nefs tezkiyesi, zikirsiz bir nefs tasfiyesi mümkün değildir. Bu sebeple âyet-i kerimede “Allah’ın ismiyle zikret ve her şeyden kesilerek Allah’a dön.” buyurulmaktadır.

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Allahû Tealâ Fâtır Suresinin 18. âyet-i kerimesinde de ruhun Allah’a ulaşmasının nefsin tezkiyesiyle mümkün olduğunu ifade etmektedir.

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o takdirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

Öyleyse Allah’a vasıl olması gereken ruh, Allah’ın emrindendir.

17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.

ü  Ruhun Allah’a Ulaşması Bir Dileğe Bağlıdır

Her emir Allah’tan gelip nasıl tekrar Rabbine, sahibine dönüyorsa, ruh da Allah’tan gelmiştir ve tekrar O’na dönmesi gerekir. Bu mutlaka kendi kararımızla gerçekleşecektir. Çünkü Allahû Tealâ ruhun dünya hayatında -fizik vücut ölmeden evvel- Allah’a ulaşmasını bize farz kılmıştır. Yoksa kişi ister kâfir, ister putperest, ister mecusi olsun ölümle birlikte herkesin ruhu zaten Allah’a ulaşır. Marifet, hayattayken ruhu Allah’a ulaştırmaktır. Nitekim hayattayken ruhun Allah’a ulaşması bizim kendi irademizin kararına, bir tek dileğe bağlıdır.

Osmanlı’da Allah dostlarına “derviş” denirdi. Yunus Emre de bu hakikati şöyle dile getirmiştir: “Dervişlik bir dilektir. Bilene düğün dernektir. Yani Allah’ın dostu olmak bir dileğe bağlıdır. Bu dilek dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah kimin kalbinde bu talebi görürse mutlaka onu Kendisine ulaştıracağını garanti etmektedir.
13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

Allahû Tealâ o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmasını, iradesinin kararına bağlamıştır. Kişinin iradesi talep etmedikçe, Allah o ruhu asla Kendisine ulaştırmaz.

Nitekim Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in amcası bu istikamette verilen çok çarpıcı bir misâldir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) en sevdiği amcasının kendisine tâbî olmasını istemiştir ama amcası: “Ben sana tâbî olursam etrafımdakiler ne der?” demek suretiyle o tâbiiyeti gerçekleştirmemiştir. Allahû Tealâ da bu hakikati beyan etmek babında evrensel bir kanun olarak Kasas Suresinin 56. âyet-i kerimesinde şöyle buyurmuştur:

28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah’a ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri (hidayete erenleri) daha iyi bilir.

Demek ki biz hidayetine vesile olmak istediğimiz kişiyi ne kadar seversek sevelim o kişi kendi iradesiyle talep etmedikçe bizim onun Allah’a ulaşmasında bir katkımızın olması söz konusu değildir. Diğer taraftan, eğer o kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, biz de buna sebep olursak veya Allah’a ulaşmayı diledikten sonra herhangi bir konuda kendisine yardımımız dokunursa, o zaman bir katkımız olabilir. İşte hadîste zikredilen mesaj budur: “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da o kişiyi Kendisine ulaştırmayı diler.”

ü  Kalp Allah’ın Nazargâhıdıır

Allahû Tealâ devamlı insanların kalbine bakar. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) de bir hadîs-i şerifinde bunu ifade etmiştir: “Allah sizin soyunuza, mallarınıza, şekli şemâlinize bakmaz. Allahû Tealâ devamlı kalbinize bakar.” İşte eğer kalpte Allah’a ulaşma dileği söz konusu ise Allah mutlaka Rahmân esmasıyla o kişinin üzerine tecelli eder ve peş peşe o kişiye 7 tane furkan verir. 7 furkanın verilmesi o kişinin kapalı olan uzuvlarının açılmasını, engelli olan hassalarının üzerindeki engellerin de kalkmasını sağlar. Böylece o kişi, başlangıç noktasında, uzuvlar ve hassalar üzerindeki engeller sebebiyle sağır, dilsiz ve kör iken o engellerin kaldırılmasıyla işiten, gören ve akleden birisi olur.

Bu kişi artık Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği irşad kademesini sıradan bir insan olarak değil, irşad kademesi olarak görmeye başlar. İrşad kademesinin sözlerini alelâde sözler olarak değil, mânâsına ulaştığı için Hakk’tan inen sözler olarak idrak etmeye başlar. Bu sözlerin mânâsına erer, çünkü idrake ulaştıktan sonra kalbine nakşeder; kendisine mâl eder.

Akabinde Allahû Tealâ o kişinin kalp şartını gerçekleştirir. Buraya kadar açıklanan uzuvlar ve hassalar üzerindeki engeller fizik bedenle alâkalıydı. Bundan sonra ifade edilecek olan 6 kalp şartı ise nefsle alâkalıdır. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz:
1. Allah kalbindeki ekinneti alır.
2. Fıkıh hassasını açar.
3. Kalbine ihbatı yerleştirir.
4. Kalbine hidayetle ulaşır.
5. Kalbi Kendisine çevirir.
6. Kalbine giden rahmet yolunu açar.

Nasıl fizik vücut namazı kılmak istediğinde abdest alması gerekirse nefsin de abdesti bu 6 tane kalp şartıdır. Bunlar olmadıktan sonra nefs ibadetlere katılamaz.

Bu 6 tane kalp şartı o kişinin o noktadan itibaren Allah ismini tekrar etmeye başlamasını sağlar. Allah isminin tekrarıyla kişi huşû sahibi olur ve huşû sahibi olan kişi Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazı kılarak Allah’tan mürşidini talep ederse, Allah ona mürşidini gösterir.

Mürşide tâbî olduğu zaman Allahû Tealâ o kişiye peş peşe 7 ni’met verir. Kişi 7 kademede nefs tezkiyesini gerçekleştirir. Buna paralel olarak ruh da 7 tane gök katı yükselir. Nefs-i Emmare’deki zikir artışıyla nefsin manevî kalbinde giren %7’lik nur birikimi oluşur. Buna karşılık ruh da 1. gök katına çıkar. Nefs-i Levvame’de zikir artışına paralel %7 nurlanma sonucu ruh 2. gök katına, Nefs-i Mülhime’de ruh 3. gök katına, Nefs-i Mutmainne’de ruh 4. gök katına, Nefs-i Radiye’de ruh 5. gök katına, Nefs-i Mardiyye’de ruh 6. gök katına ve Nefs-i Tezkiye’de ruh 7. gök katına ulaşır. 7 âlemi geçtikten sonra ruh yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşır ve böylece kişi ermiş evliya olur.

Kişiye düşen, hadîste de zikredildiği gibi sadece bir dilektir. Onu bir tek dileği karşılığında Kendisine ulaştıran ise Allah’tır. Sonuçta da Allah’ın evliyası olarak kişinin gideceği yer cennettir.

Konunun diğer boyutunda ise kim Allah’a ulaşmayı kerih görürse, istemezse Allah da o kişiyi Kendisine ulaştırmayı dilemez. Ve sonuçta o kişinin gideceği yer ise cehennemdir.