3. BASAMAK–1.
SAFHA; ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK
İki şey vardır; gerekli kılıcıdır:
Kim Allah’a herhangibir şeyi ortak kılmış
olarak ölürse bu kişi ateşe girecektir.
Kim de Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmadan
ölürse o da cennete girecektir.
Allahû
Tealâ'ya
sonsuz hamd ve şükrederiz, Yüce Rabbimiz bir
kere daha Allah’ın bir zikir sohbetinde
bizleri biraraya getirdi. Yine Allah’tan
bahsedeceğiz. Yine Rabbimizle birlikte bir
mutluluğu yaşayacağız. Çünkü Allahû Tealâ “Kim
Beni zikrederse, Ben onunla beraberim.” diyor.
Bizde Allahû Tealâ’yı da zikrettiğimiz için, Allah’ı zikrettiğimiz için Rabbimizle
bir beraberliği yaşayacağız inşaallah, bir mutluluğu, bir huzuru.
Her zaman olduğu
gibi sevgili kardeşlerim, bir hadîsle konumuza girmek istiyorum.
Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile ilgili, Cabir İbn-i Abdullah El Ensari (R.A)
naklediliyor. “Hz. Peygamber (S.A.V) buyurdular ki: "İki şey vardır;
gerekli kılıcıdır!” Bir zat “Ey Allah’ın
Resûl’ü gerekli kılınan bu iki şeyden maksat nedir?” diye sorduğunda, Hz.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “Kim Allah’a
herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse, bu kimse ateşe girecektir. Kim de
Allah’a hiç bir şey ortak kılmadan ölürse, o
da cennete girecektir.” cevabını verdi.” Bu hadîs Müslim İmam bahsinde rivayet
edilmiş, 151 no’lu hadîs.
Sevgili
kardeşlerim, kısaca hadîs-i şerifi tekrar
etmek gerekirse; "Kim Allahû Tealâ'ya şirk
koşarak ölürse, o kişi cehenneme girecek. Kim Allahû
Tealâ’ya hiç bir şeyi şerik koşmadan ölürse, o kişi mutlaka cennete girecektir."
Cennete, cehenneme
girecek olan varlık insandır. Hadîse muhatap olan insandır. Hadîsde Nebîler
Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) insanlara hitap etmektedir ve bizden
istediği; hiçbir şeyi Allah’a şirk
koşmamaktır.
Allahû
Tealâ bütün
insanları hanif fıtratı ile yaratmıştır, Allahû Tealâ
bütün insanlar için hanif dînini seçmiştir. Hanif dîninin üç özelliği
vardır:
1- Vahdet; Allah’ın tekliği. Allahû
Tealâ'yı tek ilâh olarak kabul etmek.
2- Tevhid; Allah’a ulaşmayı dileyenlerin vücuda getirdiği tek
toplum.
3- Teslim; Allahû Tealâ'ya teslim olmak söz konusudur.
Hadîsle ilgili
olansa açık ve gizli şirkten berî olarak, hanif olarak Allah’a
teslim olmaktır. Hanif; şirksiz Allah’a îmânı
ifade eder. Hanif dîni; muhtevasında şirk bulunmayan dîndir. Hanif fıtratı;
yine aynı şekilde şirkin olmadığı bir dizaynı ifade ediyor.
Şirk varsa kişinin
yaptığı bütün herşey boşa gidiyor. Allahû Tealâ, Zumer
Suresinin 65. âyet-i kerimesinde evrensel
mesajı şöyle veriyor bizlere:
39/ZUMER-65: Ve
lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le
yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden
öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı
dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden
olursun." diye vahyolundu.”
"Sana da
senden öncekilere de vahyettik. Eğer şirk koşarsan, amelin boşa gider ve
hüsrana düşenlerden olursun."
Hüsrana düşmek,
cehennemi ifade ediyor. Nitekim cehenneme girmenin standardı, Mu’minûn Suresinin
103. âyet-i kerimesinde verilmiş. Allahû Tealâ buyuruyor ki;
23/MU'MİNÛN-103: Ve
men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme
hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap
tartıları), hafif gelirse işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar,
cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
“Ve men haffet
mevâzînuhu, Kimin
hasenat tartıları ağır gelirse,
fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme
hâlidûn, onlar nefslerini hüsrana
düşürenlerdir ve onlar cehenneme gidecek olanlardır.”
Kur’ân-ı Kerim’deki
her âyet-i kerime Allah’tan bir kanundur. Allahû Tealâ'nın bir ismi El Hakk’tır, Allah’ın bir ismi El Adl’dır. Mutlak adaletin sahibi
olan Allah, bu azlettiği kanunlar çerçevesinde kişiye hak ettiğini veriyor.
Dolayısıyla eğer kanunları
âyetlerse, o kanunlar muacesinde kulu yargılayacaksa o zaman Allahû Tealâ diyor ki; "Benim kanunum şu; eğer
bana şirk koşarsan, yaptıkların ne olursa olsun hepsi boşa gidecek. Hüsrana
düşenlerden olursun, gideceğin yer cehennemdir."
O zaman hadîs-i
şerifle, bu âyet-i kerime arasında kesin bir ilişki, illiyet rabıtası var. Allahû Tealâ kurtuluşu şirksiz bir îmâna
bağlamıştır.
Şirksiz îmân ne demektir?
Âyet-i
kerimelere
baktığımız zaman, Allahû Tealâ şirksiz îmânın odak noktasında hidayeti gösteriyor.
Bakara Suresi 38.
âyet;
2/BAKARA-38: Kulnâhbitû
minhâ cemîa(cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ
havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz dedik ki: “Hepiniz oradan
(aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim hidayetime
tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.”
“Kulnâhbitû minhâ
cemîan, Hepiniz
toptan yeryüzüne inin,
fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe, Benden size hidayetim
gelecek,
men tebia hudâye, Kim hidayetime tâbî olursa,
fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn, Onun için korku yoktur.”
Yani onun için bir
cehennem korkusu yoktur ve o mahzun olmaz. Mutlaka Allah’ın
cennetine girer. Öyleyse şirkten berî olmak
için, olmazsa olmaz şart ne? Hidayete tâbî
olmak. Hidayet ne? Günümüz dîn tatbikatına baktığımız zaman hidayet doğru yol
olarak veriliyor ama bu kesinlikle Kur’ân âyetlerine uymuyor. Matematiksel gözle bakıldığı
zaman iki nokta arasında yüzlerce doğru yol geçer ve kime sorarsanız sorun, bugün
herkes kendisini hidayette ve doğru yolda kabul ediyor. "Ben İslâm’ın 5
şartını yerine getiriyorum, doğru yoldayım, hidayetteyim."diyor. Ama
tatbikatına baktığınız zaman insanlar huzursuz ve mutsuz. Hidayette olan insan
huzur ve mutluluk içinde olan insandır. O zaman bize öğretilen hidayet tarifi
yanlış, eksik!
Hidayet nedir?
Kur’ân
penceresinden baktığınız zaman, hidayet Bakara-120’de tarif ediliyor;
2/BAKARA-120: Ve
len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne
hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi,
mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî
olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı
olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.”
Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki;
Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
inne hudâllâhi
huvel hudâ: Allah’a ulaşmak var ya;
işte o, hidayettir.
Allahû
Tealâ Âli
İmrân-73’de;
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve
lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ
ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi
yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin
dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki:
“Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce
Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına
verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı?
(Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve
Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
innel hudâ
hudallâhi: Hidayet
Allah’a ulaşmaktır.
O zaman hidayet, Allah’a ulaşmaktır. “Allah’a ulaşmak var ya; işte o,
hidayettir.” Allah’ın hidayet tarifi bu. Ve
biz hidayete tâbî olduğumuz an, tâbî olmak
demek yani hidayeti dilemek demektir. Allah’a
ulaşmayı dilediğiniz an gerçekten Allahû Tealâ
kesin söz veriyor; "Kim kalben Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu Kendime
ulaştıracağım."
İşte Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesi;
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum
mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî
ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure
alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve
yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a
vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta
tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya
ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı.
Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor
geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır
(ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
"allâhu yectebî
ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah
dilediğini seçer ve seçtiklerinden her kim O’na ulaşmayı dilerse, onları da
mutlaka Kendisine ulaştırır.”
Sadece Şûrâ
Suresinin13. âyet-i kerimesinde değil, Ra’d
Suresinin 27. âyet-i kerimesinde de aynı konu
bir kere daha zikrediliyor;
13/RA'D-27: Ve
yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul
innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden
bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah,
dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır
(hidayete erdirir).”
"İnnallâhe yudillu
men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb: Allah
dilediğini dalâlette bırakır ve ulaşmayı dileyeni de Allah
Kendisine ulaştırır.”
Demiştik ki; Allah’ın bir ismi El Adl’dır, Allah’ın bir ismi El Hakk’tır. Allahû Tealâ'nın kanunları var. Allahû Tealâ diyor ki: "Bana ulaşmayı dileyeni,
ben Kendime ulaştıracağım." Mükâfatı ne? 3. kat cennet. El Hakk esmasıyla
bunu ona veriyor. “Bana ulaşmayı dilemeyeni, Ben kendi halinde bırakırım.”
Kanun bu. Kişi ulaşmayı dilemiyor o zamanda hak ettiği cehennem oluyor. O halde
kurtuluşa ulaşmak isteyen herkes için şirksiz olarak Allah’ın
dînini yaşaması gerekir, şirksiz olarak Allah’ın
dînini yaşamak bir tek faktöre dayalıdır; dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemek.
Hak mü’minlerden olabilmek için Allah’ın
Kur’ân-ı Kerim’e koyduğu birtakım şartlar vardır. Evvelâ Allah’ın varlığına, birliğine kişi îmân edecek. Allah’a
ulaşmayı kişi dileyecek, dilediği taktirde ancak şirkten kurtulabilir.
1- Allah’ın varlığına, birliğine inanacak.
2- Ruhun dünya
hayatında Allah’a ulaşmasına inanacak.
3- Bunun farz
olduğuna inanacak.
4- Ve dilemesi
halinde Allah’ın o kişinin ruhunu Kendisine
ulaştıracağından emin olacak.
Çünkü Allahû Tealâ bunu Kur’ân-ı
Kerim’de belirtiyor. Allah tektir. Tek olan Allah,
bize emanetini vermiştir ve Allahû Tealâ bize
üfürdüğü emaneti Rabb olarak emrediyor, geri
istiyor. Bunu dilememiz halinde de Allah’ın
bunu gerçekleştireceğini bize garanti ediyor. Bu Allahû
Tealâ'nın bize bir ikramı ama dilemediğimiz taktirde o kişi mutlak
surette şirkin içinde.
Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V) 14 asır evvelinden Efendimiz Mehdi (A.S)’la ilgili; "Allah bu dîni Benimle başlattı, onunla sonlandıracaktır. Benimle
insanlar şirkten kurtuldular, onunla fitneden kurtulacaklardır."
buyurmaktadır.
Resûlullah'la insanların
kurtulduğu şirk açık şirktir. Gerçekten Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz
(S.A.V)'den sonra artık Ümmeti Muhammed’in içerisinde açık şirkte olabilecek
hiç kimse yoktur. Çünkü zaten İslâm’ın 5 şartının muhtevası içerisinde kişiyi
açık şirkten berî kılan kelime-i şahadet vardır. Ama İslâm’ın 5 şartının
muhtevası içerisinde Allah’a ulaşmayı dilemek
yok. Bizi nefs tezkiyesine ulaştıracak,
gizli şirkten tamamen berî kılacak olan zikir yok. Bu iki temel faktör olmadığı
taktirde İslâm âlemi gizli şirktedir.
Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bu hadîsi destekleyen bir başka hadîsinde ise
şöyle buyrulmaktadır: "Gözünüzü açın! Size Benim katımda, sizin için
deccaldan daha korkutucu olan şeyi haber vereyim mi? O gizli şirktir!" Başka
kaynaklarda da şöyle yer almaktadır: "Ümmetim için en çok korktuğum şey
karıncanın ayak sesinden daha sinsi olan gizli şirktir."
İçinde bulunduğumuz
zaman dilimiyle konuşmak gerekirse; şu anda hidayet çağındayız. Hidayet çağında
Devrin İmamı Efendimiz Mehdi (A.S) ve 33 yıldan beri Allah’tan
aldığı görev üzere ilâhiyatı tebliğ ediyor insanlara.
Tevbe Suresinin 33.
âyet-i kerimesine baktığımız zaman şunu net
olarak görüyoruz:
9/TEVBE-33: Huvellezî
ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev
kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl'ünü müşrikler kerih
görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar
etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen odur.
Saff Suresinin 8,
9,10. âyet-i kerimesine de beraberce bakalım.
Saff Suresinin 8. âyet-i kerimede:
61/SAFF-8: Yurîdûne li
yutfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî ve lev kerihel
kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, ağızları ile Allah’ın
nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu
tamamlayacak olandır.
“Onlar, ağızlarıyla
Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. O
kâfirler istemese de Allah nurunu
tamamlayacaktır.”
Buradaki kâfirler
kendileri hidayeti dilemediği gibi başkalarının da hidayetine mani olan insanlar.
“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürüyorlar.”
demekle; kendileri Allah’a ulaşmayı
dilemedikleri gibi, o nura ulaşan Allah’ın
evliyasının tekrar fıska düşmesine çalışan, o nuru söndürmeye çalışanlardır.
Ama Saff Suresinin 9. âyeti kerimesinde:
61/SAFF-9: Huvellezî
ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev
kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl’ünü hidayet ile ve
(esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek (açıklayıp
doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah’ın ezelî ve ebedî olan dîni) ile
gönderen O’dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.
Bir özellik daha
veriyor Allahû Tealâ: “O Allah ki Resûl'ünü
hidayetle ve hak dîn ile gönderdi ki dînin bütün safhalarını izhar etmek üzere,
o müşrikler istemese de!”
Yani birinci
ağızdan o insanlar kâfir, başkalarını Allah’ın yolundan saptırıyor. İkinci ağızdan o
kâfirler aslında müşriktir, şirk içindedir. Allah’a
ulaşmayı dilemedikleri için nefslerini ilâh edinmişlerdir.
Öyleyse bunlar Kur’ân-ı Kerim’de ‘cehennemlikler’ olarak veriliyor.
Kişinin kurtuluşa ulaşabilmesi, cennete girebilmesi mutlaka şirkten
kurtulmasına bağlıdır. Allahû Tealâ ezeli ve
ebedî dînin hanif dîni olduğunu, hanif dîninden başka bir dînin olmadığını
beyan buyuruyor ve bu hanif dîninin şeriatı da tek. Şûrâ Suresinin13.ayet-i kerimesinde:
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum
mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî
ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure
alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve
yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a
vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta
tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya
ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı.
Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor
geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır
(ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“O müşriklere senin
davetin ağır geldi."
Resûlullah’ın daveti Allah’a idi ve müşriklere ağır geliyor, yani
dilemiyorlar. Müşriklerin davete icabet etmedikleri, dilemedikleri ortada.
Davet ne?
"Allâhu yectebî ileyhi
men yeşâu: Allah dilediğini seçer,
ve yehdî ileyhi men yunîb:
Ve
O’na ulaşmayı dileyeni Kendisine ulaştırır.”
Davet Allah’adır ve devamlı olarak Devrin İmamı insanları Allah’a çağırmaktadır, Allah’a
davet etmektedir. Kişi davete icabet ederse o zaman şirkten kurtulur, ama
davete icabet etmediği taktirde hayatı boyunca dalâlette kalır, gizli şirkte
kalır.
Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde Allahû
Tealâ şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e:
30/RÛM-30: Fe ekim
vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ
tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi
lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini
(vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları
onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme
olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur.
Fakat insanların çoğu bilmez.
“Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ: Vechini hanif olan dîne
yönelt.” Yani bu hanif dîni şirkin muhtevasında olmadığı bir dîn.
fıtratallâhi: Allah’ın yaratmasıdır.
elletî
fataran nâse aleyhâ: Allahû Tealâ bütün insanları bu
fıtratla yaratmıştır.
lâ tebdîle li
halkıllâhi: Allah insanın yaratılışını da ve insanlar için seçtiği dîni de
değiştirmeyeceğini buyuruyor.
ve lâkinne ekseren nâsi
lâ ya’lemûn(ya’lemûne): Lâkin insanların çoğu bilmez.”
Rûm Suresinin 31. âyet-i kerimesinde noktayı
koyuyor:
30/RÛM-31: Munîbîne
ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a
ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve
(böylece) müşriklerden olmayın.
“Allah’a
yönel ve O’na ulaşmayı dile! Takva sahibi ol. Namaz kıl. Sakın müşriklerden
olma.”
İşte Allah’a ulaşmayı dileyip takva sahibi olmamız
emrediliyor. Bütün takva sahipleri şirkten berî
olanlardır. Evet, bütün takva sahipleri cennete girecek olanlardır.
Allahû
Tealâ
Kur’ân-ı Kerim’de: "Biz cennetimizi takva sahipleri için hazırladık."
buyuruyor.
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre
baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak
olmayarak yaklaştırıldı.
O halde her halükârda
kişinin Allah’a ulaşmayı dileyerek takva
sahibi olması lâzım.
“ve lâ tekûnû minel
muşrikîn: Müşriklerden
olmayın.”
Yani kişi Allah’a ulaşmayı dilemediği taktirde şirktedir ancak
dilemesi halinde şirkten kurtulacaktır.
30/RÛM-32: Minellezîne
ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim
ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki)
onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar,
kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû
şiyeâ: O
müşrikler ki, o Allah’a ulaşmayı dilemeyenler
ki bunlar dînde fırkalara ayrılmışlardır.”
ve kânû şiyeâ: Grup grup olmuşlar.
kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn: Her hizip yanındakiyle ferahlanıyor.”
Herkes “Ben
haklıyım.” diyor. 72 tane fırkaya “Hidayet nedir?” diye sorsanız; “Doğru yol”
diyecekler ve 72 tane fırkada herkes kendisini doğru yolda zannediyor ama bu
72’si de gizli şirkte. Kurtuluşa ulaşan Fırka-ı Naciye ne?
Resûlullah'ın
bir hadisinde rivayet edildiği üzere. Kendisine buyurmuşlar ki:
-Kimdir o kurtuluşa
ulaşanlar ey Allah’ın Resûl’ü?
-Ben ve sizin gibi Sıratı Mustakîm üzere olanlar.
Bir insanın Sıratı
Mustakîm’e adım atabilmesi, o kişinin kalben Allah’a
ulaşmayı dilemesine bağlıdır. Ama görüyorsunuz ki; kişiyi Sıratı Mustakîm'e ulaştıran, kişiyi gizli ve açık
şirkten kurtaran ve kişiyi şeytana kul olmaktan içtinab ettiren aynı şey; Allah’a ulaşmayı dilemek. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği taktirde ruhu Sıratı
Müstakîm’e ulaşacaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı
dilediği taktirde şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a
kul olacaktır. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği
taktirde takva sahibi olacaktır.
Öyleyse tüm
bunların hepsi bir standart içerisinde Kur’ân-ı
Kerim’de verilmiştir.
Tekrar hadîsimize
dönecek olursak; "İki şey vardır ki; o gerekli kılıcıdır." Gerekli
kılan ne Allah’ın Resûl'ü
deyince? “Kim Allah’a bir şeyi ortak koşarsa,
o kişi mutlaka ateşe girecektir." Kim Allah’a
ortak koşmuş olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir, kim de Allah’a hiçbirşeyi ortak kılmadan ölürse, bu da
cennete girecektir.
O halde cennete
girebilmek bir tek dileğe bağlıdır. Bu hadîsi destekleyen başka bir hadîsde; Resûlullah (S.A.V) Efendimiz Muazz Bin Cebel'e
söylüyor:
- Ya Muazz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir? Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir?
- Allah ve Resûl'ü daha iyi biliyor.
Ve cevap veriyor Resûlullah (S.A.V) Efendimiz:
- Allah’ın kullar üzerindeki hakkı O'na hiçbir şeyi
şirk koşmamalarıdır, kulların Allah üzerindeki
hakkı onlara azap etmemesi!
Bu nasıl
gerçekleşiyor? Kişi hiçbir şeyi ortak kılmazsa Allahû
Tealâ'ya, yani gizli ve açık şirkten berî
olursa, o zaman o kişi Allah’ın kişi
üzerindeki hakkını yerine getiriyor. O zaman kişi hak sahibi oluyor, Allah da o kişiye cennetini vaadediyor, onu cehennem
azabından berî kılıyor. Bu hadîsle derste vermek istediğimiz hadîs, birbiriyle
illiyet rabıtası içerisinde, birbiriyle örtüşüyor.
Dolayısıyla gaye
ne? Kurtuluşa ulaşabilmek için şirkten berî olmak
lâzım. Şirkten berî olmanın yolu kalben Allah’a ulaşmayı dilemektir. Çünkü Nebîler Sultanı
Peygamber Efendimiz (S.A.V): "İnsanlar dünya hayatı ile Allah’ın likası arasında serbest bırakıldı, ama
kullar Allah’ın likasını seçti.”
Biz her halükârda
iki alternatiften bir tanesini seçiyoruz. Biri dünya hayatı, bir tanesi de; Allah’ın Zat’ı. İnsanlar Allah’ı
seçerlerse, Allah’ı tercih ederlerse o zaman
kurtuluşa ulaşacaklardır.
Allahû Tealâ
"Ey insanoğlu! Ey Âdemoğlu! Ben herşeyi senin için yarattım, ama sizi de
Kendim için yarattım. Sakın ha sakın Kendim için yarattıklarımı, senin için
yarattıklarımın seviyesine düşürmeyesin." buyuruyor.
Evet, biz Allah içiniz, Allah
için yaratıldık ve biz Allah’a kul olmak üzere
dünya hayatındayız.
Zâriyât Suresinin
56. âyet-i kerimesi:
51/ZÂRİYÂT-56: Ve
mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri
(başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
“İnsanları ve
cinleri başka bir şey için değil, bize abd olsun diye yarattık."
Allah içinsek o zaman
gereğini yerine getirmemiz gerekir. Allah’a
ulaşmayı dilememiz lâzım. Dilediğimiz taktirde bu Allahû
Tealâ'nın kesinlikle bir ikramıdır. Mutlaka ömür sermayesi yeterli
olursa 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını Allah
bize hibe ediyor.
Biz yapmış gibi
görünüyoruz ama gerçekte bunu yaptıran Allah’tır.
Allahû Tealâ Rahmân esması ile 4. basamakta
tecelli ediyor. Allahû Tealâ 5. basamakta
basar hassası üzerindeki gışavet adlı perdeyi alıyor, baş gözündeki hicab-ı
mestureyi alıyor, kişi görmeye başlıyor. 6. basamakta Allahû
Tealâ o kişinin kulaklarında işitmeye mani olan engel varsa onu alıyor, sem’î hassasının önünü açıyor, kişi artık
âyetlerdeki mânâyı işitmeye başlıyor. 7. basamakta o kişinin kalbinde idrağa
engel varsa onu, ekinneti alıyor ve fıkıh hassasının mührünü açıyor, ihbatı
koyuyor. Böylece o kişi artık sadece işitmekle kalmıyor; idrak ediyor, Allah’ın âyetlerini kendisine mal ediyor.
Devamında Allahû Tealâ bu kişiyi zahire göre diriltmişti,
şimdi batına göre diriltiyor. Kalbine hidayetle ulaşıyor, kalbi şeytana
dönükken Kendisine çeviriyor ve kalbe giren rahmet yolunu açıyor. Böylece o
kişi zikretmeye başladığı an Allah; ölü olan
toprağı yağmur suyuyla nasıl diriltiyorsa, ölü olan kalbi de katından gelen
Rahmet nuruyla, hikmet nuruyla diriltiyor. Böylece o kişi Allah’tan bir nur üzere oluyor, huşû sahibi oluyor.
Huşû sahibi olan kişi perşembeyi cumaya bağlayan gece
hacet namazı kılması halinde Allahû Tealâ
mutlaka ona mürşidi gösteriyor ve peş peşe ona ne yapıyor? Peş peşe ona 7 tane
furkan veriyor. Devrin İmamı’nın ruhunu o kişinin başının üzerine gönderiyor,
kalbine Allahû Tealâ îmânı
yazıyor, onun bütün günahlarını sevaba çeviriyor. Ondan sonra Allah’a teslimlerin gerçekleşebilmesi için; ruhun
hidayeti, daha sonra fizik vücudun hidayeti, daha sonra nefsin hidayeti ve daha
sonra iradenin hidayeti gerçekleşiyor.
Evet, 4 tane
hidayet. Tekrar ediyoruz:
1- Ruhun hidayeti;
ruhun Sıratı Mustakîm’e ulaşması.
2- Fizik vücudun
hidayeti; fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a
kul olması.
3- Nefsin hidayeti;
nefsin tamamen afetlerden temizlenip, berî kılınarak faziletlerin sahibi
olması.
4- İradenin
hidayeti; o da hepsi bu standart içerisinde Allahû
Tealâ gerçekleştiriyor ki; ondan sonra 7 kademede o kişiyi nefs
tezkiyesine ulaştırıyor. 7 tane gök katında ruh yükselmek suretiyle seyr-i sülûku bitirerek yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşıyor, o kişi ermiş evliyadan
oluyor.
Bu kişi, bu
güzelliklerin hepsi bir dileğin karşılığında herkese Allah
tarafından vaadedilmiş, bu Allah’ın bütün
insanlara olan vaadidir. Yeter ki kul gizli şirkten, açık şirkten berî olsun.
Ümmeti Muhammed
için bir imtiyaz var. Çünkü artık Ümmeti Muhammed bizler için bir açık şirk
olayı söz konusu değil, sadece bizden istenen gizli şirkten berî olmak. Gizli
şirkten berî olmak içinde kalben ulaşmayı dilemek lâzım. Allah’ın bize üfürdüğü
ruh bir emanettir, sahibi olan Allah emanetini geri istiyor. Bize düşen serbest
iradeyle bu kararı verip kalben ulaşmayı dilemek, dilediğimiz taktirde gizli
şirkten kurtuluruz ve gizli şirkten kurtulduğumuz zamanda hadîs-i şerifin
muhtevası gereğince Allah’ın cennetini hak kazanırız.
Allah hepinizden
razı olsun.