HANİF DÎNİ
Konumuz “Hanif dîni”.
Hanif
dîni hepimizin bildiği gibi Hz. İbrahim(As)’ın, kâinatın tek dîninin adıdır.
Hz. İbrahim(As)’dan evvel de aynı dîn vardı.
İlk
insan ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem (As) ve onun hayatta kaldığı gün içinde
onunla birlikte olan oğulları torunları, torunlarının oğulları... Böylece 40
küsür nesil 48 nesil ortalama bir hesapla Hz. Âdem(As)’la birlikte onun hayata
olduğu sürece hanif dînini yaşadılar.
Ondan
sonra gelen bütün Peygamberlerin zamanında o Peygambere tâbî olanların yaşadığı
dîn hep Hanif dîni oldu. Nereye kadar geliyoruz? -Hz. Nuh(As)’a kadar
geliyoruz. Hz. Nuh(As)’da hanifti.
37 / SAFFAT- 79: Selâmun alâ nûhın fîl âlemîn.
Âlemler içinde Nuh (A.S)'a selâm olsun.
37 / SAFFAT- 80: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn.
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle
mükâfatlandırırız.
37 / SAFFAT- 81: İnnehu min ibâdinel mû’minîn.
Muhakkak ki o, Bizim mü'min (Allah'a ulaşmayı
dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.
37 / SAFFAT- 82: Summe agraknel âharîn(âharîne).
Sonra
diğerlerini (suda) boğduk.
37 / SAFFAT- 83: Ve inne min şîatihî le ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve muhakkak ki, onun dininden olanlardan
(önemli biri de) İbrâhîm (A.S)'dır.
Hz.
Nuh(As)’la birlikte gemiye binenlerin dışında dünya üzerinde yaşamakta olan
herkes öldü. Ve yaşayanlar Hanif dînini yaşayarak dünyaya dağıldılar. Hz.
İbrahim(As)’a kadar geliyoruz. O devreye kadar olan Peygamberler ve bütün kavim
resûlleri hepsi kendilerine tabiî olanlarla birlikte sadece ve sadece hanif
dînini yaşadılar. Sonra Hz. İbrahim(As)’ı görüyoruz o da hanifti:
3/ÂL-Î
İMRÂN–67:
Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin
kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
İbrâhîm ne yahudi, ne de
hristiyandı. Lâkin o HANİF (Allah'ın tekliğine, ona ölümden evvel ulaşmanın ve
teslim olmanın farz olduğuna inanan) olarak (Allah'a) teslim olmuştu.
MÜŞRİKlerden de değildi.
16 /
NAHL –120: İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi
hanîfâ(hanîfen) ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki İbrâhîm
(A.S), Allah'a hanif (tek Allah'a inanan) olarak kanitin olan (yönelen) bir
ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.
Hz. Musa (As) ki kendisine Tevrat
verilmiştir; o da hanifti. Hz. İbrahim’in dîninin bütün şeriatını aynen yaşadı.
Ondan
sonra kendisine İncil verilen Hz. İsa (As) ve ona tabiî olanlar onlar da hanif
dînini yaşadılar. Peygamber Efendimiz (sav)’e gelince o da hanifdi. Allahû
Tealâ onun hanif olduğunu açık ve kesin bir şekilde ifade ediyor:
30 / RUM– 30: Fe ekim vecheke lid dîni
hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi),
zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame
et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif
fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim
olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
6/EN'AM– 161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ
sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve
mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı
Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm'in milletinin dînine
hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.
16 /NAHL – 123: Summe evhaynâ ileyke
enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel
muşrikîn(muşrikîne).
Sonra da sana "hanif (vahdet, tevhit ve teslimi
esas alan) olarak İbrahim (A.S)'ın dinine tabii olmayı" vahy ettik. Ve o,
müşriklerden olmadı.
Allahû
Tealâ: ‘‘Allah’ın dîninde bir değişiklik göremezsin.” buyuruyor. Yani bütün
insanlar hanif fıtratı ile yaratılmıştır.
İnsanlık tarihi boyunca kıyamete kadar da hep hanif fıtratı ile
yaratılmaya devam edecektir. Allahû Tealâ bütün insanları sadece hanif dînini
yaşayabilecek özelliklerle donatarak dünyaya getirecektir ve hanif dîninde hiç
bir zaman Allahû Tealâ değiştirmeyecektir. Allahû Tealâ ‘’Ne dinde bir
değişiklik görebilirsiniz ne de sadece bu dîni yaşayacak yegâne fıtrat olan
hanif fıtratında” buyuruyor. O hanif fıtratı da aynı dizaynı ifade ediyor.
Hanif dînini yaşayabilecek olan bir fıtrat.
Öyleyse
görüyorsunuz ki, Peygamber Efendimiz(sav) de hanifti. Ve kaînatta başka bir dîn
hiç olmadı. Bu dînin özelliği üç vasfı ihata eder:
1- Tek Allah’a inanmak (VAHDET):
18 / KEHF– 110:Kul innemâ ene beşerun
mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû
likâe rabbihî fel ya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî
ehadâ(ehaden).
De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana
sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahy olunuyor. O taktirde kim Rabbine
mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) dilerse, o zaman Salih amel
(nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak
koşmasın.”
2- Allah’a ulaşmayı ve ona teslim
olmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplum
olmak; tek bir fırka oluşturmak onun dışındaki
fırkalardan olmamak (TEVHİD):
Allah’a
ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu fırka kâinatın tek fırkasıdır.
Bütün dünyada, bütün dinlerin arasında Allah’a ulaşmayı dileyenlerin,
Allah’a teslim olmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka, mutlak olarak
vardır. Şu anda bütün kavimlerde mutlak olarak Allah’ın bir resûlü yaşıyor. Her
resûl aynı şeyleri öğretiyor. Ve bu bir öğretimdir.
Allah
resûlleri eğitir; resûllere öğretir. Resûller de insanlara öğretmekle Allahû
Tealâ tarafından vazifeli kılınır. Hangi şartların içinde olurlarsa olsun
mutlaka vazifelerini yaparlar. Onları vazifelerini yapmaktan ancak ölüm
ayırabilir.
Bu
gün bütün dünyada ki bütün kavimlerde Allah’ın bir resûlü yaşıyor. Her kavmin
resûlleri aynı şeyi öğretiyorlar. Bunun adı öğretidir.
Allah’a ulaşmayı, O’na teslim olmayı dileyenlerin oluşturduğu tek
toplum… Onun dışındaki bütün fırkalar (72 fırka) hiç birinin kurtulması söz konusu
değildir.
Hanif dîninin 3. Faktörü - Teslim.
1- Ruhun
Allah’a teslimi,
2- Fizik
vücudun Allah’a teslimi,
3- Nefsin
Allah’a teslimi,
4- İradenin
Allah’a teslimi.
İlk
üçü birer vücuttur. Fizik vücudumuzun hüviyetinde, aynı görüntüde nefsiniz aynı
görüntüde ruhumuz var. Her şeyi ile bu vücudumuzun aynı olan nefsimiz ve
ruhumuz.
Değil
bu dünyada, kaînatta hiç bir zaman Allah’ın bu yegâne dini değişmedi.
Allahû Tealâ bütün insanları bu fıtrat üzere yarattı; şeriatı hep aynı şeriattır.
Hz.
İbrahim’in dînini yaşayan Hz. Adem (As)’dan Hz. Nuh (As)’a gelen devrenin
sonunda Hz. Nuh ve ona tabiî olanlar hanif dînini yaşıyorlardı. Ve Allahû Tealâ
Şura Suresinin 13. ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
42 / ŞURA - 13:
Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî
ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a
vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta
tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya
ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahy ederek, size de şeriat kıldı.
Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor
geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır
(ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Öyleyse Hz. İbrahim’in şeriatı ne ise
Hz. Musa’nın da, Hz. İsa’nın da Peygamber Efendimiz (sav)’in de şeriatı
aynıdır. Aynı şeriatta başka bir dîn hiç olmadı. İşte burada şeytanın korkunç
bir tuzağı ile karşı karşıyayız.
Şeytan evvela Yahudilere (Musevilere)
kendi dînlerini unutturmuş. Hz. Musa (As) zamanında Yahudi kavminin dini hanif
dîni idi, Hz Musa ve ona tabiî olanların hepsi hanif dînini yaşadılar ve o
tarihten Hz. İsa’nın devrine gelinceye kadar şeytan onlara dînlerini unutturdu.
Öyle ki Hz. İsa yeni bir dîn ile gelmiş gibi idi.
Oysaki Hz. Musa’nın da dîni
hanif dîni idi Hz. İsa’nın da dini hanif dinidir. Yani Hz. Musa zamanında
yaşanılan din adım adım hüviyet değiştiriyor ve burada hüviyet değiştirmenin
çok önemli bir faktörü var; Hanif dîni 7 safha 4 teslimdir:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek,
2- Mürşide ulaşıp tabi olmak,
3- Ruhu Allah’a teslim etmek,
4- Fizik vücudu Allah’a teslim
etmek,
5- Nefsin Allah’a teslimi,
6- İrşada ulaşmak ve
7- İradenin Allah’a teslimi.
Hanif
dîni bu yedi safhayı içerir ve bihakkın takva (hakka tukatihi takvaya
ulaşmakla) ile son bulur. Bu iradenin de Allah’a teslimidir.
Eski
Ahitte de (Tevrat) Yeni Ahitte de (İncil) İslam’ın yedi safhası -daha doğru bir
ifade ile Hz. İbrahim’in Hanif dîninin- yedi safhası kesinlikle mevcuttur. Hamdolsun
ki bunları tespit etmiş durumundayız. Nasıl Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in
Hanif dîninin yedi safhası kesin olarak tespit edildiyse ve ortaya konulduysa
Tevrat’ta da İncil’de de (Ahdi ahit, Ahdi cedid) aynı şey tespit edilmiştir.
Yani Peygamber Efendimiz(sav) zamanında yaşanan İslâmı kendi zamanlarında bütün
peygamberler yaşamışlardır. Bütün kavimlerdeki resûller ve onların etrafındaki
kişiler mutlaka onu yaşadılar.
Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
26 / ŞUARA - 208: Ve mâ ehleknâ min karyetin
illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler
göndermedikçe) helâk etmedik.
Yani
“En küçük bir kabile olmaz ki eğer onlara bizim söylediklerimizi söyleyecek
olan birisi kalmadıysa, mümkün değildir ki biz onlardan birine vahy etmeyelim
ve dinimizi öğretmeyelim”.
Tebliğ müessesesi kesintisiz bir müessesedir.
Mutlak olarak hangi şartların içinde olursa olsun devam eder. Allahû Tealâ
Kur’an-ı Kerim’de 17 âyeti kerimesinde ‘‘yerlerdeki insanlar, göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki
insanlar” diyor.
Bu
durumda bizim gezegenimizin dışında binlerce gezegende hayat olduğunu
unutmayın! Göklerdeki ve yerlerdeki insanlar bütün kâinatı kaplıyor. Öyleyse
hepsi hanif dînini yaşadılar ve şu anda yaşıyorlar.
Gezegenlerin hepsinde hanif dîni yaşanıyor. Bu dünyamızda olduğu gibi
bütün gezegenlerde toplamın %10’dan daha azı her zaman hanif dînini
yaşamışlardır. Bugün de aynı şey söz konusudur.
Dîn,
Musevilikte de Hıristiyanlıkta da unutulmuştur. Bugünkü tatbikatı ile Musevilik
de Hıristiyanlık da Allah’ın hanif dîni değildir. Ve gelelim İslam’a...
İslam’da da Hanif dîni unutulmuştur.
Bugün bu yedi tane safha ve dört tane teslim İslâm’da da tamamen
unutulmuştur. Büyük kitleler şimdiye kadar kendilerine öğretilen okullarda
liselerde üniversitelerde öğretilen dîni yaşadılar. Bundan altı asır evvel
Osmanlı hanif dînini yaşıyordu, bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz(sav)
ve sahabe hanif dînini yaşıyordu. Osmanlının büyük kısmı yaşıyordu.
Öyleyse birinci asr-ı saadeti Peygamber Efendimiz (sav) ve sahabe
yaşamıştır; ikinci asr-ı saadeti Nizam’ı Âlem olan Osmanlı yaşamıştır. Bu süre
1299–1683 arasıdır. 1699 olsaydı tam 400 yıl olacaktı. Yani 400 yıldan biraz eksik
yaşanmıştır ama Allah’ın hanif dîni bütün Osmanlıda yaşanmıştır. Ve Osmanlı
tarih boyunca dünya üzerindeki en az suç işlenen ülke olmak vasfını korumuştur.
Osmanlıda o devrede esnafın tamamı tasavvuftandı yani Kuran’ın yedi safhasını
yaşayanlardı.
Öyleyse kimdir tasavvuf erbabı? Tasavvuf
mensupları kimlerdir?
İslâm’ın ezelî ve ebedî olan yedi safhasını, İslâm’ın -yani Hz.
İbrahim’in hanif dîninin yani Allah’ın kâinattaki yegâne dini olan hanif
dininin; ezelî ve ebedî dinin- yedi safhasını sahabe bütün boyutları ile
yaşadılar. Dört başı mamur olarak yaşadılar. Ondan sonra da Osmanlı devleti
yaşadı, Osmanlı İmparatorluğu yaşadı. Osmanlı, Dünyanın en büyük topraklarına
sahip olan ülke Romalılardan
Daha
ötede bir yere ulaşmıştı. Dünya hâkimiyetinin de en büyük toprak sahibi olan
Osmanlı İmparatorluğu’dur.
Ve
bütün ulaştığı ülkelere adaleti ve nizamı götürmüştür. Osmanlı yükselme süresi
boyunca bütün dünyaya örnekti. Âleme nizam veren Osmanlı nerede bir
adaletsizlik görürse mutlaka müdahale ederdi. Askeri müdahale ederdi. Savaştan
kaçmazdı. Osmanlı tarihi zaferlerle doludur.
Öyleyse hanif dîninin muhtevasının Osmanlının
yükselme devrinde çok büyük oranda yaşandığını görüyoruz.
Sonra
yavaş yavaş insanların bir kısmı tasavvufu yaşamamaya başladılar. Saraydan
başlayan bir bozulma. Allah’ın mürşitlerinin yerine ilmi nücümcuları
yerleştirme yanlışlığı bütün ülkeye negatif bir hüviyette yansıdı. Bir süre
sonra Allah’ın bu yedi safhası unutulmuştu. Bugün yaşanan İslâm’ın insanları
aslından uzaklaştırıcı yönü oluşmuş ve negatif temelleri atılmıştı.
Bu dîn
kâinatın dinidir. Kâinatın din açısından merkezi bu dünya adı verilen bu içinde
yaşadığımız gezegendir. Onun için Allahu Teâla Peygamber Efendimiz(sav)’e “Seni
başka bir şey için değil, âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya-107).
Peygamber Efendimiz(sav) âlemlere rahmet olarak yaşamıştır. Allahû Teâla
böyle bir dizaynda İslam’ın da Hanif dininin ta kendisi olduğunu açıklamış
oluyor. Başlangıçta söylediğimiz Rum
Suresi 30. âyeti kerimede Allahû Teâla Peygamber Efendimiz (sav)’in hanif
olduğunu, bu dînin ezelî ve ebedî olduğunu ve değişmeyeceğini söylüyor. Her
zaman bu esaslarda kalacağını söylüyor.
Peygamber Efendimiz (sav) devrine gelinceye kadar Yahudilerin de büyük
kısmı Allah’ın yolundan Hanif dîninden sapmışlardı Hıristiyanlarında büyük
kısmı sapmışlardı. Bugün İslam’ın da büyük kısmı sapmış durumdadır. Peygamber
Efendimiz (sav)’in devrine bakıyoruz Allahû Teâla buyuruyor ki:
3 / ÂL-Î İMRÂN- 113: Leysû sevâ’(sevâen), min
ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum
yescudûn(yescudûne).
Onların (hepsi) bir değildir. Kitap ehlinden, gece
saatlerinde kıyamda durup, Allah'ın âyetlerini tilavet eden ve secde eden bir
ümmet vardır.
“Bu kitap
sahiplerinin hepsi bir değildir” diyor, “hepsi size düşman olanlardan değildir”
diyor. Onların da içinde sana ayetleri indirdikçe kanlı gözyaşları dökenler
vardı “diyor; bundan büyük ölçüde sevinç duyanlar vardı” diyor ;“çünkü biz sana
onların yaşadıkları hayatın esasını indiriyoruz” diyor.
Hıristiyanların
arasında da Yahudilerin arasında da dinlerini onlara ait olan peygamberin
yaşadığı devirde nasıl yaşanmış ise aynı şekilde yaşayanlar söz konusu.
Peygamber Efendimiz(sav) gibi namaz kılanlar, oruç tutanlar, zikir yapanlar Hz.
İbrahim’in Hanif dîninin yedi safhanın yedisini de yaşayanlar söz konusu.
Allah, Hz. İbrahim’den bahsederken babanız
İbrahim diyor. Acaba neden babanız İbrahim diyor? Eğer ilk defa Hanif dinini
Hz. İbrahim yaşasaydı, o zaman denebilirdi. Ama Hz. Âdem (As) de, Hz. Nuh(As)
da Hanif dinini yaşamışlardır.
Hz. İbrahim(As) ile ilgili âyetlere
baktığımızda ve ‘‘o müşriklerden değildi.’’ İfadesi vardır. O dönemde Hz.
İbrahim(As)’ın dışındaki herkes putlara tapıyordu, Bir akşam Hz. İbrahim
putları kırıyor, sonra onu yakalıyorlar. ‘‘Sen mi kırdın?’’ diye soruyorlar o
da: ‘’Hayır, ben kırmadım şu büyük put kırmıştır.’’ der. Onlar da bu canlı
değil ki taş, nasıl kırsın? derler. Hz.
İbrahim(As) da; Bakın gördünüz mü? Ağzınızla söylüyorsunuz, ellerinizle
yaptığınız aciz, taştan putlara tanrı diye tapıyorsunuz! der. İşte,
putperestlere karşı ilk savaş veren peygamberdir. Putperestlerden olmaması,
Hanif dîninin standartları var. Hanif dîni tek Allah’a inanmayı emreder.
Etrafında hiç kimse ona destek vermediği halde putları kırmıştır.
Hem putlara karşı savaş veren ilk peygamber olması, hem
de kendisinden sonra gelen peygamberlerin onun soyundan gelmesi sebebiyle,
babamız İbrahim’dir. Onun oğullarından Hz. İshak (As)’dan Hz.Musa (As), Hz. Harun
(As), Hz. Yahya (As), Hz. Zekeriya (As) peygamberler gelmiştir. Diğer oğlu Hz.
İsmail (As)’ın soyundan da Peygamber
Efendimiz (S.A.V.) gelmiştir. Hz. İbrahim(As) Allah’a dua ediyor: ‘‘Yarabbi,
benim zürriyetimden de benim gibi peygamberler kıl.’’diye. Allah: ‘‘Senin duan kabul oldu.’’ diyor.
Bir başka konu, Hz. İbrahim(As) mancınıkla ateşe atılırken,
Cebrail A.S: ‘‘Sana yardım edeyim ya İbrahim’’ diyor. O da: ‘‘Hayır. Rabbim
bana yardım eder; ben O’ndan başkasına
tevekkül etmem.’’ diyor. Bu O’nun Allah’a
teslimiyetini ve güvenini gösteriyor. Hz. İbrahim: ‘‘Yarabbi! Ben sana teslim– i
küllî ile teslim olmak istiyorum’’ diyor. Allahû Tealâ da: ‘’Bu kolay değil,
imtihan ederim’’ buyuruyor. O da: ‘‘ Ben hazırım’’ diyor. Allahû Tealâ : ‘ ‘Oğlun İsmail’i bana kurban et, bu benim
emrimdir’’ diyor. Hz. İbrahim (As) durumu Hz. İsmail (As)’a söylüyor. O da: ‘‘Ben
hazırım baba’’ diyor. Yolda giderken iblis, Hz. İsmail’e telkinlerde bulunuyor:
‘‘Baban sana düşman, seni boğazlayacak’’ diye. Hz. İsmail(As) yerden bir taş
alıyor; iblise atıyor ve gözünü kör ediyor.
Allahû Tealâ, Allah’a teslim olma
hususunda, kendisinden daha çok sevdiği oğlunu, bir baba olarak Allah'a kurban
etmek istemes ve onun bu teslimiyeti
için: ‘‘Babanız İbrahim’’ diyor. Bıçak
kesmeyince taşa vuruyor. Taş kesiliyor. O sırada Cebrail A.S. bir koçla
geliyor. Kurban o zaman farz oluyor.
Hz. İbrahim(As) babasını Allah’a davet eden tek
peygamberdir: ‘‘Ey babacığım, sana vahyolunmayan bana vahyolundu, bana tabiî ol
ki, seni irşada ulaştırayım’’diyor. Babası da : ‘ ‘Seni apaçık bir sapıklık için de görüyorum’’ diyor.
Hz. İbrahim(As) bu saydığımız
özellikleri açısından babanız İbrahim denilmeye lâyıktır; o liyâkatin sahibidir.
Kendisinden evvel yaşayan Hz. Nuh(As),
oğluna: ‘’Sen de gemiye bin kurtulursun’’diyor. Oğlu gemiye binmeyip boğuluyor.
Oğlun babaya itaati açısından da Hz. İbrahim(As) babadır.
Allah öyle emretti diye Hz. Hacer ve
oğlu Hz. İsmail(As)’ı Kâbe’de yalnız bırakıyor. Allahû
Tealâ -babanız İbrahim- derken, Hz. İbrahim(As)’ın hanif dîni dîndir.
Onun söylediklerini yapın, babalarınız putperest olduğu için onların dinine
değil, Hz. İbrahim(As)’in Hanif dînine tabiî olun’’ demek istiyor. Görülüyor ki birçok açıdan babanız İbrahim
sıfatının sahibidir.
Allahû Tealâ:
‘‘Allah’ın ne insanları, ne de dîni yaratmasında bir değişiklik
göremezsiniz. Ezelden ebede kadar var olacaktır.’’buyuruyor.
Allah kâinatı yarattığı zaman henüz
insan yoktu. O zaman da Hanif dîni vardı. Hayvanlar, hatta bitkiler Allah’ı
bilirler. Onları meydana getiren elektronlar ve karşıt elektronlar devamlı
hareket halindedir. Bir kısmı sağdan sola, bir kısmı da soldan sağa dönerler.
Devamlı olarak Allah’ın katından gelen nötronlar enerjilerini onlara iletirler
ve tekrar Allah’ın katına dönerler. Yani elektronlar sağdan sola dönüyorsa,
karşıt elektronlar da soldan sağa dönerler. Bu dönme esnasında Allah sesi çıkararak Allah’ı tespih ederler.
Bu tesbih sonsuza kadar devam eder.
Babamız
İbrahim in Hanif dîni 7 safha 4 teslimi içerir.
Bu
yedi safhaya beraber göz atarak Hanif dîninin kesin çizgilerini beraber
çizelim.
Hanif
dîni 28 basamaklık bir dizayn içeriyor:
1. basamakta olaylar yaşanıyor. Bu olayları herkes yaşar. 2. basamakta,
bu olaylar karşısında tavrımızı ortaya koyuyoruz. Her sene bir iki defa
musibetlerle imtihan ediliyoruz, imtihanlar karşısında tutumumuz Allahû Tealâ
tarafından biliniyor. Eğer Allah’a ulaşmayı dilememenin dışında başka insanları
da Allah’ın yolundan men eden birisi değilsek mutlaka seçiliyoruz. 2. basamak
seçilme basamağı. Ve bu basamakta olanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse
ki herkes 1. ve 2. basamağı otomatik olarak işgal eder. 3. basamağa sadece
Allah’a ulaşmayı dileyenler ulaşır. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes 3. basamaktadır.
4. basamakta (detaylara girmiyorum) Allahû Tealâ Rahman esması ile tecelli
ediyor. Bu tecelli 5. 6. ve 7. basamaklarda kör olan gözlerimizi ve görme
dizaynından uzak olan görme hassamızı açıyor. İşitmeyen kulaklarımızı ve işitme
hassamızı açıyor, idrak etmeyen kalbimizi ve oradaki idraksizlik müessesesini
temsil eden ekinneti almak sureti ile yerine ihbat koyarak Allahû Tealâ kalbimizi
açıyor ve kalbimizi idrak etmek seviyesine ulaştırıyor. Böylece Allahû Tealâ’nın ardı ardına üzerimizde
yaptığı yedi işlem sebebi ile yedi defa günahlarımızın yedide biri örtülüyor. Neticede
sadece Allah’a ulaşmayı dilediğimiz için Allahû Tealâ bütün günahlarımızı örtüyor (Enfal Suresi-29. âyet). Yani sevaplarımız
günahlarımızdan fazla olan bir hüviyete kavuştu. Kimin sevapları günahlarından
fazla ise onların gideceği yer cennettir. (Mu’minun Suresi-102.âyet) Kimin de
sevapları günahlarında az ise onların da gideceği yer cehennemdir (Mu’minun Suresi-103.
âyet). Öyleyse sadece Allah’a ulaşmayı dilediğimiz için Allahû Tealâ tüm günahlarımızı
örttü ve bizi cennete lâyık kıldı. 6-7 ay içerisinde Allahû Tealâ bunların
hepsini tahakkuk ettirir. Allah’a ulaşmayı dileyen bir insan 10 dakika sonra
ölse, hiç bir âmeli olmasa onun gideceği yer Allah’ın cennetidir.
Hanif
dîninin temel özelliği budur.
Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemekle dîne girilir. Kim Allah’a ulaşmayı
dilemiyorsa o dînsizdir. Yani dînin dışındadır. Gideceği yer cehennemdir.
Allah’ın âyetlerinden gafildir; dalalettedir; hüsrandadır...
Hanif
dîninin temelinde demek ki Allah’a ulaşmayı dilemek temel faktör; dilemeyenin
gideceği yer mutlak olarak cehennemdir. Allahû Tealâ Yunus Suresi 7. ve 8. âyetlerinde
buyuruyor ki:
10 / YUNUS - 7: İnnellezîne lâ yercûne
likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ
gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken
ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve
onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10 / YUNUS - 8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ
kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince
varacakları yer ateştir (cehennemdir).
‘‘Allah’a
ulaşmayı dilemeyen herkes Allah’ın âyetlerinden gâfildir. Ve onların
gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibarı ile ateştir” diyor.
Öyleyse 1. safhada Allah’a ulaşmayı dilemek müessesesi tahakkuk ettiği
an cehennemden kurtuluş kesin. Hiç tahakkuk etmiyorsa, o kişi mutlaka cehenneme
gidecektir. Ne yaparsa yapsın. Bunun dışında yapacağı bütün ibadetlerin hiçbir
hükmü kalmıyor. Allahû Tealâ Zumer Suresi 65. âyet-i kerimesi gereğince
amellerini hesaba katmıyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin amelleri heba oluyor.
Amelleri itibarı ile kazandıkları dereceler yok oluyor.
39 / ZUMER - 65: Ve lekad ûhıye ileyke ve
ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le
tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten
eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba
olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.
Allahû
Tealâ, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra
Rahman esması ile tecelli ediyor. Uzuvlar ve hassalardaki engelleri kaldırıyor.
7 Furkan veriyor. Ekinneti kaldırıp ihbat koyuyor. 7. basamağa ulaşıyoruz.
Cennet için hazır hale geliyoruz. Sevaplarımız günahlarımızı aşıyor. Bundan
sonra ne oluyor? Bundan sonra, Allahû
Tealâ kalbimize ulaşıyor. Sonra kalbimizin Allah’a
çevrilmesini temin ediyor. Kalbimizi Allah’a çeviriyor. Sonra göğsümüzü
yarıyor. Göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açıyor; kendisine çeviriyor.
Allah’ın nurlarının kalbimize girebilmesi için, sonra zikir yapmaya başlıyoruz.
Allah’ın rahmeti ve fazlı göğsümüze geliyor ve o yarıktan geçerek kalbimize
ulaşıyor ama kalbimize rahmet nurları girebiliyor. 11. basamaktayız. Bu rahmet
nuru % 2’ye ulaştığı zaman 12. basamakta huşuya ulaşıyoruz. Huşuya ulaşan
kişide mürşidini Allah’tan istemek yetkisinin sahibi oluyor. 13. basamakta
hacet namazını kılıyor ve Allah’tan mürşidini istiyor. Allah mutlaka ona
mürşidini gösteriyor: 14. basamak.
Allahû Tealâ kişiye Mürşide tabiîyetle 7 tane NİMET veriyor:
1. Nimet; Devrin imamının ruhu başımızın üzerine
geliyor. (Mümin Suresi 15)
40/MU'MİN-15: Refîud
derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li
yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine
ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da
Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a
ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden
(Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
2. Nimet; Kalbe iman yazılıyor. ( Mücadele Suresi
22)
58/MUCÂDELE- 22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil
âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev
ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi
rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ,
radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne
hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir
kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve
onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte
onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden
bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların
başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere
dâhil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı
oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın
taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil
mi?
3. Nimet: 1-Günahlar sevaba çevrilmesi.( Furkan
Suresi 70)
2-Sevapların 1’e 10’ dan, 1’e 700’e
çıkarılması (Bakara Suresi 261)
2/BAKARA-261: Meselullezîne
yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî
kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu
vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında)
yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sümbül (başak) veren bir tek tohumun
durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp
verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alim’dir.
4. Nimet; Ruhun Allah’a doğru yola çıkması
(Nebe Suresi 39 ve Müzemmil Suresi 8)
78/NEBE-39: Zâlikel
yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a
ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen
(Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı
Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab
(sığınak, melce) olur.
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme
rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.
5. Nimet; Nefs tezkiyesinin başlaması (Zumer 22, 23,
Nur 21, Şems 9)
39/ZUMER-22: E fe men
şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun
lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o,
Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet
bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
39/ZUMER-23: Allâhu
nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu
culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ
zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men
yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin)
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve
salavatı), ikişer ikişer (salâvat-fazl ve salavat-rahmet), Kitaba Müteşabih
(benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir.
Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur
(yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir.
Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ
tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu
ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve
rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu,
vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey Amenu olanlar, şeytanın
adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde
(şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit
kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer
Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine
yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin
Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir)
Alîm’dir (en iyi bilendir).
91/ŞEMS-9: Kad efleha
men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir
6. Nimet; Fizik vücudun şeytana kul olmaktan
kurtulup, Allah’a kul olmaya başlaması (Rad 36, Ankebut 56)
13/RA'D-36: Vellezîne
âteynâhumul kitâbe yefrehûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men yunkiru
ba’dah(ba’dahu), kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih(bihî),
ileyhi ed’û ve ileyhi meâb(meâbi).
Kendilerine kitap verilenler sana indirilene sevinirler. Gruplardan, onun
bir kısmını inkâr edenlere şöyle de: “Ben, sadece Allah’a kul olmakla ve O'na
şirk koşmamakla emrolundum. Ben, O’na davet ederim ve dönüşüm O’nadır (meabım,
sığınağım, dönüş yerim O’dur).
29/ANKEBÛT-56: Yâ
ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûn(a’budûni).
Ey âmenû olan (Bana ulaşmayı dileyen) kullarım, muhakkak ki Benim arzım geniştir. Öyleyse yalnız Bana kul olun!
Ey âmenû olan (Bana ulaşmayı dileyen) kullarım, muhakkak ki Benim arzım geniştir. Öyleyse yalnız Bana kul olun!
7.
Nimet: İradenin güçlenmeye başlaması ( Ahzap 43, Bakara 257 )
33/AHZÂB-43: Huvellezî
yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne
bil mu’minîne rahîmâ(rahîmen).
Sizi (nefsinizin kalbini),
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvat (vasıtasıyla nur)
gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla
tecelli eden).
2/BAKARA-257: Allâhu
velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne
keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti),
ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, Amênu olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları
(onların nefislerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin
dostları tabuttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz),
onları (onların nefislerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar,
ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
İradenin güçlenmesi:
Zikirle
gelen salâvat fazl ve salâvat rahmet isimli iki grup nur o kişinin göğsüne
gelip göğsünden de Allah’ın yardığı yarıktan geçerek kalbine ulaşıyor.
(nefsinin kalbine giriyor) Allahû Tealâ o
kişinin kalbine iman yazmıştır ve orada bir manyetik alan oluşmuştur. O
manyetik alanın zıttı kutup fazıllardadır. İki zıt kutup birbirini çekeceği
için fazıllar imân kelimesinin etrafında toplanmaya başlıyor.
Bu
kalbin nurlar tarafından işgalidir. Yani nefsin tezkiyesidir(afetlerden
temizlenmesidir). Öfke, kin, kıskançlık, iptilalar, nefret, isyan, düşmanlık...
Hepsi nefsin kalbindeki afetlerin birer parçasıdır. Bu afetler zikir yaptıkça
azalmaya başlıyor. Ne zaman nefsin kalbine %7 fazıl yerleşirse bu nefsin
kalbindeki afetlerin %7 azalması anlamındadır. O zaman vücudumuzdan ayrılan
ruhumuz ki mürşidimize ulaşıp tabi olduğumuz an ruhumuz vücudumu terk ediyor ve
evvela o mürşidimizin dergâhına gidiyor; oradan da devrin imamının bulunduğu
dergâha ulaşıyor.
Mürşidimizi kendimiz seçemiyoruz. Allah’tan
sormak mecburiyetindeyiz:
16 / NAHL- 9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve
minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Müstakîm’e ulaşan
bütün yolların yani mürşitlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar
vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Sebîllerin, mürşitlerin tayini Allah’a aittir.
Mürşidimize
ulaştıktan sonra tabiîyetten sonra olan bu olaylar neticesinde %7 fazl nuru
birikimi ile ruhumuz Nefsi Emmare deki birinci gök katına ulaşıyor. ikinci defa
%7 fazl nuru birikimi Nefsi Levvame, nefsimizi levm ettiğimiz bir kademe
ruhumuz ikinci gök katına ulaşıyor. Üçüncü defa %7 fazl nuru birikimi ile Nefsi
Mülhimede: Allah’tan ilham almaya başlıyoruz ve ruhumuz üçüncü gök katına
çıkıyor. Dördüncü kat için Nefsi Mutmainnede: Allah’ın verdiği her şey bizi
tatmin ediyor; doyuma ulaşıyoruz. Ruhumuz da 4.gök katında. Beşinci gök katında
Nefsi Radiyede: Allah’tan razı oluyoruz. Altıncı gök katında Allah bizden razı
oluyor. Yedinci gök katında ruhumuz Allah’a yedi tane âlem geçerek ulaşıyor.
Burada 21. basamaktayız ve ruhumuz Allah’ın Zat’ına ulaşıp Allah’ın Zat’ında
yok oluyor: 22. basamak.
14. basamakta mürşidimize ulaşıyoruz, 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. yedi
basamak aşıyoruz ve yedi gök katını aşarak Allah’ın Zat’ına ulaşıyoruz. Vuslata nail oluyoruz.
Kişi artık burada Allah’a ermiş bir evliyadır. Fena makamının sahibidir.
Allah’ın Zat’ında ifna olmuştur. Yani ruh yok olmuştur. Bu noktadan sonra Allahû Tealâ 23.
basamakta o kişiye bir taht ihsan ediyor. Nefsin kalbindeki nurlar %61 olduğu
zaman. Burada da %10’luk bir artış söz konusudur. Bu noktadan öteye geçebilmek
ancak zikri günün yarısından öteye geçirmekle mümkündür. Kim günün yarısından
daha fazla zikrederse onlar zahittir.
Zahit olanlar için ölçü günde 12 saatten fazla zikirdir. Bunu
gerçekleştiremeyen kişi fizik vücut teslimine hiçbir zaman ulaşamaz. Fizik
vücudun teslimi mutlak olarak günün yarısından daha fazla zikri gerektirir. Ve
bu günün yarısından daha fazla zikre ulaşan kişi zahit olmuştur. Nefsinin
kalbindeki afetler %71 azalmıştır. Ne kadar zikrederse etsin, kişinin eğer
zikri günün yarısından daha fazla değilse %71’e ulaşması mümkün değildir.
Zahit
olduktan sonra zikrin süresi daha da artacaktır ve kişinin nefsinin kalbinde
%81 nur ile fizik vücudunu Allah’a teslim edecektir. Bu ikinci teslimdir.
Safhalardan ise 4. safhadır.
1. safha – Allah’a ulaşmayı dilemektir. (3.basamak),
2. safha – Mürşide ulaşıp tabi olmak (14.basamak),
3. safha – Ruhu Allah’a ulaştırmak (21.basamak),
4. safha – Fizik vücudu Allah’a teslim etmek,
Fizik
vücut Allah’a ulaşmaz. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği
hiçbir fiili işlemeyen bir noktaya gelebilir. İşte o nokta asıldır. Nefsinin
kalbinde %19 afet olmasına rağmen eğer fizik vücudunuz Allah’ın bütün
emirlerini yerine getiriyorsa yasak ettiği fiilleri işlemiyorsa o zaman pozitif
bir sonuçla karşı karşıyayız. Fizik vücudumuz Allah’a teslim olmuştur. Burası
25. basamaktır. Bundan sonrası daimî
zikirdir.
Ne
oldu? - Hanif dîninin 1. 2. 3. 4. safhalarını yaşadık. Fizik vücudumuzu 4.
safhada Allah’a teslim ettik.
5
safha - nefsimizin Allah’a teslimidir. Onun için mutlaka daimi zikre ulaşmak
gerekiyor. Daimî zikre ulaştığımız zaman 1. özelliğimiz nefsimizin kalbinin
bütünüyle nurlardan oluşmasıdır (%98 fazıl ve %2 Rahmet nurları ile).
Nefsinizin kalbi bütün afetlerden temizlenmiştir. Bu sebeple Allahû Tealâ kalp
gözümüzü ve kalp kulağımızı açmıştır. Allah’ın
bütün bize söylediklerini işitiriz ve kalp gözümüze gösterdiklerini görürüz.
Burası Ulûl’elbab makamıdır.
Ulûl’elbab makamının standardı daimî zikrin sahibi olmaktır.
3 / AL-İ İMRAN - 191 : Ellezîne
yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs
semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke
fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır
hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima )
Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler
(ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna )
yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
Burası
26. basamak Ulûl’elbab makamıdır. Burada yerlerin melekûtu gösterilir; yedi kat cehennem ve
devrin imamının dergahı gösterilir. Sonra ihlas makamı gelir. İhlas makamında
gök katları gösterilir.
Ulûl’elbab makamındaki kişilerin dört özelliği vardır:
1-
Daimi zikrin sahibi olmak
2- Nefsinin
bütün afetlerinin yok olması
3- Kalp gözünün açılması
4- Kalp kulağının açılması. Bu noktada kişi
Ehli Tezekkür olur. Allah ile her an her konuyu müzakere etmek yetkisinin
sahibi olur. Soru sorar. Cevabını Allahû Teâla mutlaka lütfeder. Aynı zamanda
ehli hayır olur daimi zikri sebebi ile aynı zamanda ehli hüküm olur hem hakemliğinde
hem de hakimliğinde adâletle hükmeder. Çünkü Allah’tan sorup hükmedecektir. Bu hükmün
hüküm tarafıdır.. Bir de Kur’ân-ı Kerim âyetlerine baktığı zaman o âyetin 28
basamaktan hangisine ait olduğunu derhal görme yetkisinin sahibi olur.
Sonrası
İhlas makamıdır. İhlas makamının neticesi Salah makamına açılır. Ne zaman
açılır? Beraberce inleyelim:
1. gök
katında bir kademe, bir mertebe o kişinin nefsinin kalbi müzeyyen olur. Böylece
yedi tane gök katında yedi mertebe kalbi müzeyyen olmuştur. Ona göklerin
melekûtu gösterilmiştir.
Bir evvelki
devrede ise Ulûl’elbab makamında ise daimi zikir söz konusudur, orada da yedi yer katı
gösterilmiştir. Yerlerin yedi kat cehennemin yedi mertebesi ona mutlaka
gösterilmiştir.
Zemin
katta bulunan devrin imamının dergâhı da gösterilmiştir. 1. gök katından
itibaren gösterilenler ise ihlas makamına işaret etmiştir. 7. gök katı yedi âlemden
oluşur:
1. âlem - Kader Hücreleri,
2. âlem -Ümmülkitap,
3. âlem - Kudret Denizi,
4. âlem - Makamı Mahmut,
5. âlem - Divan-ı Salihin,
6. âlem - Zikir Hücreleri,
7. âlem - İndi İlahi.
İndi İlâhi’nin en yüksek noktası Sidretül
Münteha’dır (En sondaki ağaçtır). Kim bu yedi âlemi soldan sağa doğru görürse;
kim Sıdret-ül Münteha’yı görürse, o ihlas makamının sahibi olur. İhlas makamı
burada sona erer. Kişi daha birinci gök katını gördüğü anda ihlas makamı
başlar. 7. gök katının yedinci âleminin en üst noktasında ihlas makamı sona
erer. Burada kişi Sidretül Münteha’yı görürse Tevbeyi Nasuh’a davet edilir.
Kişi
ne zaman tövbe etmişti? 14. basamakta mürşidinin önünde tövbe etmişti. Burası
ise 27. basamağının sonu. 28. basamağın 1.kademesine gelmeden Tevbeyi Nasuh’a
davet edilir. Allah’ın söylediklerini kelime kelime tekrar eder ve kişi
Tevbe’yi Nasuh’unu tamamlar. Burada Sidretül Münteha’yı görmesi asıldır; bu
olmaz ise olmaz şartıdır.
Ve
kişi ihlas makamından Salah makamına geçer.
Salah
makamının:
1. kademesinde
- Kişinin günahları örtülür. (Mürşidine ulaştıktan
sonra işlediği günahlar)
2. kademesinde
- Başının üzerine Salah nuru
verilir.
3. kademesinde - Günahları sevaba çevrilir.
Ve
böyle bir konuyu tamamlayan kişi irşada ulaşmıştır. Burası İslâm’ın 6.
safhasıdır. İrşada ulaşmak. İrşada ulaşan bir kişinin teslim edecek sadece
iradesi kalmıştır.
4. kademesinde
- Kişi cüz’i iradesini İlahî iradeye teslim
eder.
Teslimiyetle
beraber o kişi için emirler devri başlar devamlı olarak Allah’tan emirler alır,
devamlı olarak o emirleri gerçekleştirir.
İşte,
Allahû Tealâ’nın bu emirlerini gerçekleştiren kişi Bihakkın Takva’yla takva
sahibi olmuştur. Kendisine “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesi ile bu
hedefe ulaştığı tebliğ edilir. İrşad makamının sahibi kılınır.
Şimdi
bakıyoruz bütün Sahabe’ye Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Evet.
39 / ZUMER - 17: Vellezînectenebût tâgûte en
ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul
olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a
yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse
kullarımı müjdele!
Taguta
kul olmaktan kurtulmuşlar ve Allah’ın kulu olmuşlar. Ne ile? Allah’a ulaşmayı
dileyerek… 1. safhayı gerçekleştirmişler.
Mürşitlerine tabi olmuşlar mı? -Hepsinin tabi oldukları kesin:
48 / FETİH - 10: İnnellezîne yubâyiûneke
innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe
innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se
yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a
tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli
ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan
sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a
verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür).
Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini
yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet
saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Hepsi
ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar mı? Hepsi ulaştırmışlar:
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe
yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl
elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına
tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar;
onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
Hidayete ermişler; yani hepsi ruhlarını
Allah’a ulaştırmışlar. Allahû Tealâ
buyuruyor ki:
Bakara-120: ...kul inne hudâllâhi huvel
hudâ... ;
Ali
İmran-73: ...kul innel hudâ hudallâhi...
Hidayete
ermişler ve Allah’ın evliyası olmuşlar. Fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi ? Hepsi teslim etmişler:
3/ÂL-Î İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul
eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl
kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe
innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman
onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu)
Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi
(fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim
ettilerse, o takdirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman
sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
Hepsi
Ulûl’elbab olmuşlar:
39/ZUMER-18: Ellezîne
yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu
ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun Ahsen olanına
tabii olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar;
onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
Hepsi
İhlasa ulaşmışlar:
2 / BAKARA -139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve
huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu
muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi
ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz
bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (muhlis)
(kul)larız.”
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li
ya'budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu'tûz zekâte ve
zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dinde halis
kullar olmaktan (nefislerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve
zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyamete
kadar devam edecek dîn) budur.
49/HUCURAT-7: Va’lemû enne fîkum
resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve
lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe
ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah'ın Resulü olduğunu biliniz. Eğer
işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah,
size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı
size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
Peki
bütün sahabe irşat makamına tayin edilmiş mi?
- Evet…
3 / AL-İ İMRAN - 104 : Veltekun minkum
ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil
munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir
cemaat olsun ve marufla emretsin ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte
onlar, onlar felâha erenlerdir.
3/AL-İ İMRAN-110: Kuntum hayra ummetin
uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne
billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul
mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan,
ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Maruf ile emredersiniz ve münkerden nehy
edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a iman ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de
iman etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mümindir
ve onların çoğu da fasıklardır.
İşte bütün sahabe bunların hepsini yaşamışlar.
İrşad makamına gelmişler. Allahû Tealâ Tevbe Suresi 100. âyeti kerîmede
buyuruyor ki:
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel
muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû
anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden),
zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda
yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve
mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirinden (Mekke'den Medine'ye göç
edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da
onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına
sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da
O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler
hazırladı ve orada ebediyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Ensar’ın
da Muhacirinin de başkalarına tabiîyet verdiklerine göre Mürşit oldukları
kesin.
İşte
bu saydığımız yedi safhanın hepsi Tevrat’ta mevcuttur. Hz. Musa(As) zamanında
ona tabiî olanların hepsinin bu yedi safhanın hepsi birer birer Tevrat’ta
zikredilmiştir. Bütün İsrail halkından Hz. Musa(As)’a ihsanla tabiî olanlar
yedi safhanın yedisini de yaşamışlar. Hz. İsa(As)a tabiî olanlar da yedi
safhanın yedisini de yaşamışlar. Yedi safhanın hepsi hem Tevrat’ta, hem de
İncil’de mevcut âyetlerde tespit edilmiştir.
İblis,
inananları birbirine düşman ederek aralarına kin sokarak o insanları birbirine
düşürüyor. Aralarında savaşlara sebebiyet veriyor. Birbirlerini kırdırıyor.
Şeytanla ilişki kuranlar ise bunların hepsinin dışında bir dünya imparatorluğu
kurmak üzere derin hazırlıklar içerisindeler.
Sevgili kardeşlerim, Hz. Musa(As) zamanında da, Hz. İsa(As) zamanında da Peygamber Efendimiz(sav)
zamanında da bütün bunlardan hepsinden evvel, Hz. İbrahim(As) zamanında da
Hanif dîni yaşanmıştır. Başka bir dîn hiç olmamıştır. Hanif dîni kâinatın tek
dinidir. Ezelîdir. Tek dîn olmakta devam edecektir. Ebedîdir.