Hanif Dini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hanif Dini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2015 Cuma

HANİF DÎNİ

                                                      HANİF DÎNİ

        
    
         Konumuz “Hanif dîni”.
         Hanif dîni hepimizin bildiği gibi Hz. İbrahim(As)’ın, kâinatın tek dîninin adıdır. Hz. İbrahim(As)’dan evvel de aynı dîn vardı.
         İlk insan ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem (As) ve onun hayatta kaldığı gün içinde onunla birlikte olan oğulları torunları, torunlarının oğulları... Böylece 40 küsür nesil 48 nesil ortalama bir hesapla Hz. Âdem(As)’la birlikte onun hayata olduğu sürece hanif dînini yaşadılar.
         Ondan sonra gelen bütün Peygamberlerin zamanında o Peygambere tâbî olanların yaşadığı dîn hep Hanif dîni oldu. Nereye kadar geliyoruz? -Hz. Nuh(As)’a kadar geliyoruz. Hz. Nuh(As)’da hanifti.

37 / SAFFAT- 79: Selâmun alâ nûhın fîl âlemîn.
 Âlemler içinde Nuh (A.S)'a selâm olsun.

37 / SAFFAT- 80: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn.
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37 / SAFFAT- 81: İnnehu min ibâdinel mû’minîn.
Muhakkak ki o, Bizim mü'min (Allah'a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.

37 / SAFFAT- 82: Summe agraknel âharîn(âharîne).
 Sonra diğerlerini (suda) boğduk.

37 / SAFFAT- 83: Ve inne min şîatihî le ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve muhakkak ki, onun dininden olanlardan (önemli biri de) İbrâhîm (A.S)'dır.

       Hz. Nuh(As)’la birlikte gemiye binenlerin dışında dünya üzerinde yaşamakta olan herkes öldü. Ve yaşayanlar Hanif dînini yaşayarak dünyaya dağıldılar. Hz. İbrahim(As)’a kadar geliyoruz. O devreye kadar olan Peygamberler ve bütün kavim resûlleri hepsi kendilerine tabiî olanlarla birlikte sadece ve sadece hanif dînini yaşadılar. Sonra Hz. İbrahim(As)’ı görüyoruz o da hanifti:
 

3/ÂL-Î İMRÂN–67:  kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
İbrâhîm ne yahudi, ne de hristiyandı. Lâkin o HANİF (Allah'ın tekliğine, ona ölümden evvel ulaşmanın ve teslim olmanın farz olduğuna inanan) olarak (Allah'a) teslim olmuştu. MÜŞRİKlerden de değildi.

16 / NAHL –120:  İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfâ(hanîfen) ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki İbrâhîm (A.S), Allah'a hanif (tek Allah'a inanan) olarak kanitin olan (yönelen) bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı.
     
        Hz. Musa (As) ki kendisine Tevrat verilmiştir; o da hanifti. Hz. İbrahim’in dîninin bütün şeriatını aynen yaşadı.
        Ondan sonra kendisine İncil verilen Hz. İsa (As) ve ona tabiî olanlar onlar da hanif dînini yaşadılar. Peygamber Efendimiz (sav)’e gelince o da hanifdi. Allahû Tealâ onun hanif olduğunu açık ve kesin bir şekilde ifade ediyor:

30 / RUM– 30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

6/EN'AM– 161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak Sıratı Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz. İbrâhîm'in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.

16 /NAHL – 123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Sonra da sana "hanif (vahdet, tevhit ve teslimi esas alan) olarak İbrahim (A.S)'ın dinine tabii olmayı" vahy ettik. Ve o, müşriklerden olmadı.

          Allahû Tealâ: ‘‘Allah’ın dîninde bir değişiklik göremezsin.” buyuruyor. Yani bütün insanlar hanif fıtratı ile yaratılmıştır.  İnsanlık tarihi boyunca kıyamete kadar da hep hanif fıtratı ile yaratılmaya devam edecektir. Allahû Tealâ bütün insanları sadece hanif dînini yaşayabilecek özelliklerle donatarak dünyaya getirecektir ve hanif dîninde hiç bir zaman Allahû Tealâ değiştirmeyecektir. Allahû Tealâ ‘’Ne dinde bir değişiklik görebilirsiniz ne de sadece bu dîni yaşayacak yegâne fıtrat olan hanif fıtratında” buyuruyor. O hanif fıtratı da aynı dizaynı ifade ediyor. Hanif dînini yaşayabilecek olan bir fıtrat.
        Öyleyse görüyorsunuz ki, Peygamber Efendimiz(sav) de hanifti. Ve kaînatta başka bir dîn hiç olmadı. Bu dînin özelliği üç vasfı ihata eder:

1-     Tek Allah’a inanmak (VAHDET):

18 / KEHF– 110:Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).
De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahy olunuyor. O taktirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) dilerse, o zaman Salih amel (nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak koşmasın.”

2-     Allah’a ulaşmayı ve ona teslim olmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir toplum
olmak; tek bir fırka oluşturmak onun dışındaki fırkalardan olmamak (TEVHİD):
       Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu fırka kâinatın tek fırkasıdır.
        Bütün dünyada, bütün dinlerin arasında Allah’a ulaşmayı dileyenlerin, Allah’a teslim olmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir fırka, mutlak olarak vardır. Şu anda bütün kavimlerde mutlak olarak Allah’ın bir resûlü yaşıyor. Her resûl aynı şeyleri öğretiyor. Ve bu bir öğretimdir.
         Allah resûlleri eğitir; resûllere öğretir. Resûller de insanlara öğretmekle Allahû Tealâ tarafından vazifeli kılınır. Hangi şartların içinde olurlarsa olsun mutlaka vazifelerini yaparlar. Onları vazifelerini yapmaktan ancak ölüm ayırabilir.
         Bu gün bütün dünyada ki bütün kavimlerde Allah’ın bir resûlü yaşıyor. Her kavmin resûlleri aynı şeyi öğretiyorlar. Bunun adı öğretidir.
         Allah’a ulaşmayı, O’na teslim olmayı dileyenlerin oluşturduğu tek toplum… Onun dışındaki bütün fırkalar (72 fırka) hiç birinin kurtulması söz konusu değildir.
      
Hanif dîninin 3. Faktörü - Teslim. 
1-  Ruhun Allah’a teslimi,
2-  Fizik vücudun Allah’a teslimi,
3-  Nefsin Allah’a teslimi,
4-  İradenin Allah’a teslimi.
         İlk üçü birer vücuttur. Fizik vücudumuzun hüviyetinde, aynı görüntüde nefsiniz aynı görüntüde ruhumuz var. Her şeyi ile bu vücudumuzun aynı olan nefsimiz ve ruhumuz.
         Değil bu dünyada, kaînatta hiç bir zaman Allah’ın bu yegâne dini değişmedi.
         Allahû Tealâ bütün insanları bu fıtrat üzere yarattı;  şeriatı hep aynı şeriattır.
         Hz. İbrahim’in dînini yaşayan Hz. Adem (As)’dan Hz. Nuh (As)’a gelen devrenin sonunda Hz. Nuh ve ona tabiî olanlar hanif dînini yaşıyorlardı. Ve Allahû Tealâ Şura Suresinin 13. ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

42 / ŞURA - 13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahy ederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

        Öyleyse Hz. İbrahim’in şeriatı ne ise Hz. Musa’nın da, Hz. İsa’nın da Peygamber Efendimiz (sav)’in de şeriatı aynıdır. Aynı şeriatta başka bir dîn hiç olmadı. İşte burada şeytanın korkunç bir tuzağı ile karşı karşıyayız.
        Şeytan evvela Yahudilere (Musevilere) kendi dînlerini unutturmuş. Hz. Musa (As) zamanında Yahudi kavminin dini hanif dîni idi, Hz Musa ve ona tabiî olanların hepsi hanif dînini yaşadılar ve o tarihten Hz. İsa’nın devrine gelinceye kadar şeytan onlara dînlerini unutturdu. Öyle ki Hz. İsa yeni bir dîn ile gelmiş gibi idi.
         Oysaki Hz. Musa’nın da dîni hanif dîni idi Hz. İsa’nın da dini hanif dinidir. Yani Hz. Musa zamanında yaşanılan din adım adım hüviyet değiştiriyor ve burada hüviyet değiştirmenin çok önemli bir faktörü var; Hanif dîni 7 safha 4 teslimdir:
1- Allah’a ulaşmayı dilemek,
2- Mürşide ulaşıp tabi olmak,
3- Ruhu Allah’a teslim etmek,
4- Fizik vücudu Allah’a teslim etmek,
5- Nefsin Allah’a teslimi,
6- İrşada ulaşmak ve
7- İradenin Allah’a teslimi.
        Hanif dîni bu yedi safhayı içerir ve bihakkın takva (hakka tukatihi takvaya ulaşmakla) ile son bulur. Bu iradenin de Allah’a teslimidir.
        Eski Ahitte de (Tevrat) Yeni Ahitte de (İncil) İslam’ın yedi safhası -daha doğru bir ifade ile Hz. İbrahim’in Hanif dîninin- yedi safhası kesinlikle mevcuttur. Hamdolsun ki bunları tespit etmiş durumundayız. Nasıl Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in Hanif dîninin yedi safhası kesin olarak tespit edildiyse ve ortaya konulduysa Tevrat’ta da İncil’de de (Ahdi ahit, Ahdi cedid) aynı şey tespit edilmiştir. Yani Peygamber Efendimiz(sav) zamanında yaşanan İslâmı kendi zamanlarında bütün peygamberler yaşamışlardır. Bütün kavimlerdeki resûller ve onların etrafındaki kişiler mutlaka onu yaşadılar.
      Allahû Tealâ buyuruyor ki:

26 / ŞUARA - 208: Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler göndermedikçe) helâk etmedik.

        Yani “En küçük bir kabile olmaz ki eğer onlara bizim söylediklerimizi söyleyecek olan birisi kalmadıysa, mümkün değildir ki biz onlardan birine vahy etmeyelim ve dinimizi öğretmeyelim”.
        Tebliğ müessesesi kesintisiz bir müessesedir. Mutlak olarak hangi şartların içinde olursa olsun devam eder. Allahû Tealâ Kur’an-ı Kerim’de 17 âyeti kerimesinde ‘‘yerlerdeki insanlar,  göklerdeki insanlar ve ikisinin arasındaki insanlar” diyor.
         Bu durumda bizim gezegenimizin dışında binlerce gezegende hayat olduğunu unutmayın! Göklerdeki ve yerlerdeki insanlar bütün kâinatı kaplıyor. Öyleyse hepsi hanif dînini yaşadılar ve şu anda yaşıyorlar.
        Gezegenlerin hepsinde hanif dîni yaşanıyor. Bu dünyamızda olduğu gibi bütün gezegenlerde toplamın %10’dan daha azı her zaman hanif dînini yaşamışlardır. Bugün de aynı şey söz konusudur.
        Dîn, Musevilikte de Hıristiyanlıkta da unutulmuştur. Bugünkü tatbikatı ile Musevilik de Hıristiyanlık da Allah’ın hanif dîni değildir. Ve gelelim İslam’a... İslam’da da Hanif dîni unutulmuştur.
         Bugün bu yedi tane safha ve dört tane teslim İslâm’da da tamamen unutulmuştur. Büyük kitleler şimdiye kadar kendilerine öğretilen okullarda liselerde üniversitelerde öğretilen dîni yaşadılar. Bundan altı asır evvel Osmanlı hanif dînini yaşıyordu, bundan 14 asır evvel Peygamber Efendimiz(sav) ve sahabe hanif dînini yaşıyordu. Osmanlının büyük kısmı yaşıyordu.
         Öyleyse birinci asr-ı saadeti Peygamber Efendimiz (sav) ve sahabe yaşamıştır; ikinci asr-ı saadeti Nizam’ı Âlem olan Osmanlı yaşamıştır. Bu süre 1299–1683 arasıdır. 1699 olsaydı tam 400 yıl olacaktı. Yani 400 yıldan biraz eksik yaşanmıştır ama Allah’ın hanif dîni bütün Osmanlıda yaşanmıştır. Ve Osmanlı tarih boyunca dünya üzerindeki en az suç işlenen ülke olmak vasfını korumuştur. Osmanlıda o devrede esnafın tamamı tasavvuftandı yani Kuran’ın yedi safhasını yaşayanlardı.
         Öyleyse kimdir tasavvuf erbabı? Tasavvuf mensupları kimlerdir?
         İslâm’ın ezelî ve ebedî olan yedi safhasını, İslâm’ın -yani Hz. İbrahim’in hanif dîninin yani Allah’ın kâinattaki yegâne dini olan hanif dininin; ezelî ve ebedî dinin- yedi safhasını sahabe bütün boyutları ile yaşadılar. Dört başı mamur olarak yaşadılar. Ondan sonra da Osmanlı devleti yaşadı, Osmanlı İmparatorluğu yaşadı. Osmanlı, Dünyanın en büyük topraklarına sahip olan ülke Romalılardan
         Daha ötede bir yere ulaşmıştı. Dünya hâkimiyetinin de en büyük toprak sahibi olan Osmanlı İmparatorluğu’dur.
         Ve bütün ulaştığı ülkelere adaleti ve nizamı götürmüştür. Osmanlı yükselme süresi boyunca bütün dünyaya örnekti. Âleme nizam veren Osmanlı nerede bir adaletsizlik görürse mutlaka müdahale ederdi. Askeri müdahale ederdi. Savaştan kaçmazdı. Osmanlı tarihi zaferlerle doludur.
         Öyleyse hanif dîninin muhtevasının Osmanlının yükselme devrinde çok büyük oranda yaşandığını görüyoruz.
        Sonra yavaş yavaş insanların bir kısmı tasavvufu yaşamamaya başladılar. Saraydan başlayan bir bozulma. Allah’ın mürşitlerinin yerine ilmi nücümcuları yerleştirme yanlışlığı bütün ülkeye negatif bir hüviyette yansıdı. Bir süre sonra Allah’ın bu yedi safhası unutulmuştu. Bugün yaşanan İslâm’ın insanları aslından uzaklaştırıcı yönü oluşmuş ve negatif temelleri atılmıştı.
        Bu dîn kâinatın dinidir. Kâinatın din açısından merkezi bu dünya adı verilen bu içinde yaşadığımız gezegendir. Onun için Allahu Teâla Peygamber Efendimiz(sav)’e “Seni başka bir şey için değil, âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya-107).
        Peygamber Efendimiz(sav) âlemlere rahmet olarak yaşamıştır. Allahû Teâla böyle bir dizaynda İslam’ın da Hanif dininin ta kendisi olduğunu açıklamış oluyor.  Başlangıçta söylediğimiz Rum Suresi 30. âyeti kerimede Allahû Teâla Peygamber Efendimiz (sav)’in hanif olduğunu, bu dînin ezelî ve ebedî olduğunu ve değişmeyeceğini söylüyor. Her zaman bu esaslarda kalacağını söylüyor.
        Peygamber Efendimiz (sav) devrine gelinceye kadar Yahudilerin de büyük kısmı Allah’ın yolundan Hanif dîninden sapmışlardı Hıristiyanlarında büyük kısmı sapmışlardı. Bugün İslam’ın da büyük kısmı sapmış durumdadır. Peygamber Efendimiz (sav)’in devrine bakıyoruz Allahû Teâla buyuruyor ki:
 
3 / ÂL-Î İMRÂN- 113: Leysû sevâ’(sevâen), min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûn(yescudûne).
Onların (hepsi) bir değildir. Kitap ehlinden, gece saatlerinde kıyamda durup, Allah'ın âyetlerini tilavet eden ve secde eden bir ümmet vardır.

     “Bu kitap sahiplerinin hepsi bir değildir” diyor, “hepsi size düşman olanlardan değildir” diyor. Onların da içinde sana ayetleri indirdikçe kanlı gözyaşları dökenler vardı “diyor; bundan büyük ölçüde sevinç duyanlar vardı” diyor ;“çünkü biz sana onların yaşadıkları hayatın esasını indiriyoruz” diyor.
        Hıristiyanların arasında da Yahudilerin arasında da dinlerini onlara ait olan peygamberin yaşadığı devirde nasıl yaşanmış ise aynı şekilde yaşayanlar söz konusu. Peygamber Efendimiz(sav) gibi namaz kılanlar, oruç tutanlar, zikir yapanlar Hz. İbrahim’in Hanif dîninin yedi safhanın yedisini de yaşayanlar söz konusu.
       Allah, Hz. İbrahim’den bahsederken babanız İbrahim diyor. Acaba neden babanız İbrahim diyor? Eğer ilk defa Hanif dinini Hz. İbrahim yaşasaydı, o zaman denebilirdi. Ama Hz. Âdem (As) de, Hz. Nuh(As) da Hanif dinini yaşamışlardır.
       Hz. İbrahim(As) ile ilgili âyetlere baktığımızda ve ‘‘o müşriklerden değildi.’’ İfadesi vardır. O dönemde Hz. İbrahim(As)’ın dışındaki herkes putlara tapıyordu, Bir akşam Hz. İbrahim putları kırıyor, sonra onu yakalıyorlar. ‘‘Sen mi kırdın?’’ diye soruyorlar o da: ‘’Hayır, ben kırmadım şu büyük put kırmıştır.’’ der. Onlar da bu canlı değil ki taş, nasıl kırsın? derler.  Hz. İbrahim(As) da; Bakın gördünüz mü? Ağzınızla söylüyorsunuz, ellerinizle yaptığınız aciz, taştan putlara tanrı diye tapıyorsunuz! der. İşte, putperestlere karşı ilk savaş veren peygamberdir. Putperestlerden olmaması, Hanif dîninin standartları var. Hanif dîni tek Allah’a inanmayı emreder. Etrafında hiç kimse ona destek vermediği halde putları kırmıştır.
        Hem putlara karşı savaş veren ilk peygamber olması, hem de kendisinden sonra gelen peygamberlerin onun soyundan gelmesi sebebiyle, babamız İbrahim’dir. Onun oğullarından Hz. İshak (As)’dan Hz.Musa (As), Hz. Harun (As), Hz. Yahya (As), Hz. Zekeriya (As) peygamberler gelmiştir. Diğer oğlu Hz. İsmail (As)’ın soyundan da  Peygamber Efendimiz (S.A.V.) gelmiştir. Hz. İbrahim(As) Allah’a dua ediyor: ‘‘Yarabbi, benim zürriyetimden de benim gibi peygamberler kıl.’’diye.  Allah: ‘‘Senin duan kabul oldu.’’ diyor.
       Bir başka konu,  Hz. İbrahim(As) mancınıkla ateşe atılırken, Cebrail A.S: ‘‘Sana yardım edeyim ya İbrahim’’ diyor. O da: ‘‘Hayır. Rabbim bana yardım eder;  ben O’ndan başkasına tevekkül etmem.’’ diyor. Bu  O’nun Allah’a teslimiyetini ve güvenini gösteriyor. Hz. İbrahim: ‘‘Yarabbi! Ben sana teslim– i küllî ile teslim olmak istiyorum’’ diyor. Allahû Tealâ da: ‘’Bu kolay değil, imtihan ederim’’ buyuruyor. O da: ‘‘ Ben hazırım’’ diyor. Allahû Tealâ : ‘  ‘Oğlun İsmail’i bana kurban et, bu benim emrimdir’’ diyor. Hz. İbrahim (As) durumu Hz. İsmail (As)’a söylüyor. O da: ‘‘Ben hazırım baba’’ diyor. Yolda giderken iblis, Hz. İsmail’e telkinlerde bulunuyor: ‘‘Baban sana düşman, seni boğazlayacak’’ diye. Hz. İsmail(As) yerden bir taş alıyor; iblise atıyor ve gözünü kör ediyor.
        Allahû Tealâ, Allah’a teslim olma hususunda, kendisinden daha çok sevdiği oğlunu, bir baba olarak Allah'a kurban etmek istemes ve  onun bu teslimiyeti için:  ‘‘Babanız İbrahim’’ diyor. Bıçak kesmeyince taşa vuruyor. Taş kesiliyor. O sırada Cebrail A.S. bir koçla geliyor. Kurban o zaman farz oluyor.
        Hz. İbrahim(As) babasını Allah’a davet eden tek peygamberdir: ‘‘Ey babacığım, sana vahyolunmayan bana vahyolundu, bana tabiî ol ki, seni irşada ulaştırayım’’diyor. Babası da : ‘      ‘Seni apaçık bir sapıklık için de görüyorum’’ diyor.
        Hz. İbrahim(As) bu saydığımız özellikleri açısından babanız İbrahim denilmeye lâyıktır; o liyâkatin sahibidir.
        Kendisinden evvel yaşayan Hz. Nuh(As), oğluna: ‘’Sen de gemiye bin kurtulursun’’diyor. Oğlu gemiye binmeyip boğuluyor. Oğlun babaya itaati açısından da Hz. İbrahim(As) babadır.
       Allah öyle emretti diye Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail(As)’ı Kâbe’de yalnız bırakıyor. Allahû Tealâ -babanız İbrahim- derken, Hz. İbrahim(As)’ın hanif dîni dîndir. Onun söylediklerini yapın, babalarınız putperest olduğu için onların dinine değil, Hz. İbrahim(As)’in Hanif dînine tabiî olun’’ demek istiyor.  Görülüyor ki birçok açıdan babanız İbrahim sıfatının sahibidir.
        Allahû Tealâ: ‘‘Allah’ın ne insanları, ne de dîni yaratmasında bir değişiklik göremezsiniz. Ezelden ebede kadar var olacaktır.’’buyuruyor.
        Allah kâinatı yarattığı zaman henüz insan yoktu. O zaman da Hanif dîni vardı. Hayvanlar, hatta bitkiler Allah’ı bilirler. Onları meydana getiren elektronlar ve karşıt elektronlar devamlı hareket halindedir. Bir kısmı sağdan sola, bir kısmı da soldan sağa dönerler. Devamlı olarak Allah’ın katından gelen nötronlar enerjilerini onlara iletirler ve tekrar Allah’ın katına dönerler. Yani elektronlar sağdan sola dönüyorsa, karşıt elektronlar da soldan sağa dönerler. Bu dönme esnasında  Allah sesi çıkararak Allah’ı tespih ederler. Bu tesbih sonsuza kadar devam eder.
       Babamız İbrahim in Hanif dîni 7 safha 4 teslimi içerir.
       Bu yedi safhaya beraber göz atarak Hanif dîninin kesin çizgilerini beraber çizelim.
       Hanif dîni 28 basamaklık bir dizayn içeriyor:

       1. basamakta olaylar yaşanıyor. Bu olayları herkes yaşar. 2. basamakta, bu olaylar karşısında tavrımızı ortaya koyuyoruz. Her sene bir iki defa musibetlerle imtihan ediliyoruz, imtihanlar karşısında tutumumuz Allahû Tealâ tarafından biliniyor. Eğer Allah’a ulaşmayı dilememenin dışında başka insanları da Allah’ın yolundan men eden birisi değilsek mutlaka seçiliyoruz. 2. basamak seçilme basamağı. Ve bu basamakta olanlardan her kim Allah’a ulaşmayı dilerse ki herkes 1. ve 2. basamağı otomatik olarak işgal eder. 3. basamağa sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler ulaşır. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes 3. basamaktadır. 4. basamakta (detaylara girmiyorum) Allahû Tealâ Rahman esması ile tecelli ediyor. Bu tecelli 5. 6. ve 7. basamaklarda kör olan gözlerimizi ve görme dizaynından uzak olan görme hassamızı açıyor. İşitmeyen kulaklarımızı ve işitme hassamızı açıyor, idrak etmeyen kalbimizi ve oradaki idraksizlik müessesesini temsil eden ekinneti almak sureti ile yerine ihbat koyarak Allahû Tealâ kalbimizi açıyor ve kalbimizi idrak etmek seviyesine ulaştırıyor.  Böylece Allahû Tealâ’nın ardı ardına üzerimizde yaptığı yedi işlem sebebi ile yedi defa günahlarımızın yedide biri örtülüyor. Neticede sadece Allah’a ulaşmayı dilediğimiz için Allahû Tealâ bütün günahlarımızı örtüyor (Enfal Suresi-29. âyet). Yani sevaplarımız günahlarımızdan fazla olan bir hüviyete kavuştu. Kimin sevapları günahlarından fazla ise onların gideceği yer cennettir. (Mu’minun Suresi-102.âyet) Kimin de sevapları günahlarında az ise onların da gideceği yer cehennemdir (Mu’minun Suresi-103. âyet). Öyleyse sadece Allah’a ulaşmayı dilediğimiz için Allahû Tealâ tüm günahlarımızı örttü ve bizi cennete lâyık kıldı. 6-7 ay içerisinde Allahû Tealâ bunların hepsini tahakkuk ettirir. Allah’a ulaşmayı dileyen bir insan 10 dakika sonra ölse, hiç bir âmeli olmasa onun gideceği yer Allah’ın cennetidir.
        Hanif dîninin temel özelliği budur.
        Mutlaka Allah’a ulaşmayı dilemekle dîne girilir. Kim Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa o dînsizdir. Yani dînin dışındadır. Gideceği yer cehennemdir. Allah’ın âyetlerinden gafildir; dalalettedir; hüsrandadır...
        Hanif dîninin temelinde demek ki Allah’a ulaşmayı dilemek temel faktör; dilemeyenin gideceği yer mutlak olarak cehennemdir. Allahû Tealâ Yunus Suresi 7. ve 8. âyetlerinde buyuruyor ki:

10 / YUNUS - 7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.


10 / YUNUS - 8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

        ‘‘Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes Allah’ın âyetlerinden gâfildir. Ve onların gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibarı ile ateştir” diyor.
        Öyleyse 1. safhada Allah’a ulaşmayı dilemek müessesesi tahakkuk ettiği an cehennemden kurtuluş kesin. Hiç tahakkuk etmiyorsa, o kişi mutlaka cehenneme gidecektir. Ne yaparsa yapsın. Bunun dışında yapacağı bütün ibadetlerin hiçbir hükmü kalmıyor. Allahû Tealâ Zumer Suresi 65. âyet-i kerimesi gereğince amellerini hesaba katmıyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin amelleri heba oluyor. Amelleri itibarı ile kazandıkları dereceler yok oluyor.

39 / ZUMER - 65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

        Allahû Tealâ,  Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Rahman esması ile tecelli ediyor. Uzuvlar ve hassalardaki engelleri kaldırıyor. 7 Furkan veriyor. Ekinneti kaldırıp ihbat koyuyor. 7. basamağa ulaşıyoruz. Cennet için hazır hale geliyoruz. Sevaplarımız günahlarımızı aşıyor. Bundan sonra ne oluyor? Bundan sonra, Allahû Tealâ kalbimize ulaşıyor. Sonra kalbimizin Allah’a çevrilmesini temin ediyor. Kalbimizi Allah’a çeviriyor. Sonra göğsümüzü yarıyor. Göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açıyor; kendisine çeviriyor. Allah’ın nurlarının kalbimize girebilmesi için, sonra zikir yapmaya başlıyoruz. Allah’ın rahmeti ve fazlı göğsümüze geliyor ve o yarıktan geçerek kalbimize ulaşıyor ama kalbimize rahmet nurları girebiliyor. 11. basamaktayız. Bu rahmet nuru % 2’ye ulaştığı zaman 12. basamakta huşuya ulaşıyoruz. Huşuya ulaşan kişide mürşidini Allah’tan istemek yetkisinin sahibi oluyor. 13. basamakta hacet namazını kılıyor ve Allah’tan mürşidini istiyor. Allah mutlaka ona mürşidini gösteriyor: 14. basamak.
     
       Allahû Tealâ kişiye Mürşide tabiîyetle 7 tane NİMET veriyor:
     
1.       Nimet; Devrin imamının ruhu başımızın üzerine geliyor. (Mümin Suresi 15)

 40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

2.       Nimet; Kalbe iman yazılıyor. ( Mücadele Suresi 22)

 58/MUCÂDELE- 22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dâhil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

3.       Nimet: 1-Günahlar sevaba çevrilmesi.( Furkan Suresi 70)
                      2-Sevapların 1’e 10’ dan, 1’e 700’e çıkarılması (Bakara Suresi 261)

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sümbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alim’dir.

 

4.         Nimet; Ruhun Allah’a doğru yola çıkması (Nebe Suresi 39 ve Müzemmil Suresi 8)

 78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
 İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.

       
5.       Nimet; Nefs tezkiyesinin başlaması (Zumer 22, 23, Nur 21, Şems 9)

39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.

39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin)
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salavatı), ikişer ikişer (salâvat-fazl ve salavat-rahmet), Kitaba Müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rab’lerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allah’ın zikriyle yumuşar, sükûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allah’ın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.

 24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
 Ey Amenu olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir

6.       Nimet; Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul olmaya başlaması (Rad 36, Ankebut 56)

13/RA'D-36: Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrehûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men yunkiru ba’dah(ba’dahu), kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih(bihî), ileyhi ed’û ve ileyhi meâb(meâbi).
Kendilerine kitap verilenler sana indirilene sevinirler. Gruplardan, onun bir kısmını inkâr edenlere şöyle de: “Ben, sadece Allah’a kul olmakla ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben, O’na davet ederim ve dönüşüm O’nadır (meabım, sığınağım, dönüş yerim O’dur).


29/ANKEBÛT-56: Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûn(a’budûni).
Ey âmenû olan (Bana ulaşmayı dileyen) kullarım, muhakkak ki Benim arzım geniştir. Öyleyse yalnız Bana kul olun!  
      
7.       Nimet:  İradenin güçlenmeye başlaması  ( Ahzap 43, Bakara 257 )

 33/AHZÂB-43: Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ(rahîmen).
 Sizi (nefsinizin kalbini), karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvat (vasıtasıyla nur) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, Amênu olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefislerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları tabuttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefislerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

        İradenin güçlenmesi:
        Zikirle gelen salâvat fazl ve salâvat rahmet isimli iki grup nur o kişinin göğsüne gelip göğsünden de Allah’ın yardığı yarıktan geçerek kalbine ulaşıyor. (nefsinin kalbine giriyor) Allahû Tealâ o kişinin kalbine iman yazmıştır ve orada bir manyetik alan oluşmuştur. O manyetik alanın zıttı kutup fazıllardadır. İki zıt kutup birbirini çekeceği için fazıllar imân kelimesinin etrafında toplanmaya başlıyor.
       Bu kalbin nurlar tarafından işgalidir. Yani nefsin tezkiyesidir(afetlerden temizlenmesidir). Öfke, kin, kıskançlık, iptilalar, nefret, isyan, düşmanlık... Hepsi nefsin kalbindeki afetlerin birer parçasıdır. Bu afetler zikir yaptıkça azalmaya başlıyor. Ne zaman nefsin kalbine %7 fazıl yerleşirse bu nefsin kalbindeki afetlerin %7 azalması anlamındadır. O zaman vücudumuzdan ayrılan ruhumuz ki mürşidimize ulaşıp tabi olduğumuz an ruhumuz vücudumu terk ediyor ve evvela o mürşidimizin dergâhına gidiyor; oradan da devrin imamının bulunduğu dergâha ulaşıyor.
        Mürşidimizi kendimiz seçemiyoruz. Allah’tan sormak mecburiyetindeyiz:

16 / NAHL- 9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
 Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Müstakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşitlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

        Sebîllerin, mürşitlerin tayini Allah’a aittir.
        Mürşidimize ulaştıktan sonra tabiîyetten sonra olan bu olaylar neticesinde %7 fazl nuru birikimi ile ruhumuz Nefsi Emmare deki birinci gök katına ulaşıyor. ikinci defa %7 fazl nuru birikimi Nefsi Levvame, nefsimizi levm ettiğimiz bir kademe ruhumuz ikinci gök katına ulaşıyor. Üçüncü defa %7 fazl nuru birikimi ile Nefsi Mülhimede: Allah’tan ilham almaya başlıyoruz ve ruhumuz üçüncü gök katına çıkıyor. Dördüncü kat için Nefsi Mutmainnede: Allah’ın verdiği her şey bizi tatmin ediyor; doyuma ulaşıyoruz. Ruhumuz da 4.gök katında. Beşinci gök katında Nefsi Radiyede: Allah’tan razı oluyoruz. Altıncı gök katında Allah bizden razı oluyor. Yedinci gök katında ruhumuz Allah’a yedi tane âlem geçerek ulaşıyor. Burada 21. basamaktayız ve ruhumuz Allah’ın Zat’ına ulaşıp Allah’ın Zat’ında yok oluyor: 22. basamak.
        14. basamakta mürşidimize ulaşıyoruz, 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. yedi basamak aşıyoruz ve yedi gök katını aşarak Allah’ın Zat’ına ulaşıyoruz.  Vuslata nail oluyoruz.
        Kişi artık burada Allah’a ermiş bir evliyadır. Fena makamının sahibidir. Allah’ın Zat’ında ifna olmuştur. Yani ruh yok olmuştur.  Bu noktadan sonra Allahû Tealâ 23. basamakta o kişiye bir taht ihsan ediyor. Nefsin kalbindeki nurlar %61 olduğu zaman. Burada da %10’luk bir artış söz konusudur. Bu noktadan öteye geçebilmek ancak zikri günün yarısından öteye geçirmekle mümkündür. Kim günün yarısından daha fazla zikrederse onlar zahittir.
        Zahit olanlar için ölçü günde 12 saatten fazla zikirdir. Bunu gerçekleştiremeyen kişi fizik vücut teslimine hiçbir zaman ulaşamaz. Fizik vücudun teslimi mutlak olarak günün yarısından daha fazla zikri gerektirir. Ve bu günün yarısından daha fazla zikre ulaşan kişi zahit olmuştur. Nefsinin kalbindeki afetler %71 azalmıştır. Ne kadar zikrederse etsin, kişinin eğer zikri günün yarısından daha fazla değilse %71’e ulaşması mümkün değildir.



        Zahit olduktan sonra zikrin süresi daha da artacaktır ve kişinin nefsinin kalbinde %81 nur ile fizik vücudunu Allah’a teslim edecektir. Bu ikinci teslimdir. Safhalardan ise 4. safhadır.

1. safha – Allah’a ulaşmayı dilemektir. (3.basamak),
2. safha – Mürşide ulaşıp tabi olmak (14.basamak),
3. safha – Ruhu Allah’a ulaştırmak (21.basamak),
4. safha – Fizik vücudu Allah’a teslim etmek,
        Fizik vücut Allah’a ulaşmaz. Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir noktaya gelebilir. İşte o nokta asıldır. Nefsinin kalbinde %19 afet olmasına rağmen eğer fizik vücudunuz Allah’ın bütün emirlerini yerine getiriyorsa yasak ettiği fiilleri işlemiyorsa o zaman pozitif bir sonuçla karşı karşıyayız. Fizik vücudumuz Allah’a teslim olmuştur. Burası 25. basamaktır.  Bundan sonrası daimî zikirdir.
        Ne oldu? - Hanif dîninin 1. 2. 3. 4. safhalarını yaşadık. Fizik vücudumuzu 4. safhada Allah’a teslim ettik.
        5 safha - nefsimizin Allah’a teslimidir. Onun için mutlaka daimi zikre ulaşmak gerekiyor. Daimî zikre ulaştığımız zaman 1. özelliğimiz nefsimizin kalbinin bütünüyle nurlardan oluşmasıdır (%98 fazıl ve %2 Rahmet nurları ile). Nefsinizin kalbi bütün afetlerden temizlenmiştir. Bu sebeple Allahû Tealâ kalp gözümüzü ve kalp kulağımızı açmıştır.  Allah’ın bütün bize söylediklerini işitiriz ve kalp gözümüze gösterdiklerini görürüz. Burası Ulûl’elbab makamıdır.
            
        Ulûl’elbab makamının standardı daimî zikrin sahibi olmaktır.

 3 / AL-İ İMRAN - 191 : Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
     
       Burası 26. basamak Ulûl’elbab makamıdır. Burada yerlerin melekûtu gösterilir; yedi kat cehennem ve devrin imamının dergahı gösterilir. Sonra ihlas makamı gelir. İhlas makamında gök katları gösterilir.
        Ulûl’elbab makamındaki kişilerin dört özelliği vardır:
        1- Daimi zikrin sahibi olmak 
        2- Nefsinin bütün afetlerinin yok olması
        3- Kalp gözünün açılması
        4- Kalp kulağının açılması. Bu noktada kişi Ehli Tezekkür olur. Allah ile her an her konuyu müzakere etmek yetkisinin sahibi olur. Soru sorar. Cevabını Allahû Teâla mutlaka lütfeder. Aynı zamanda ehli hayır olur daimi zikri sebebi ile aynı zamanda ehli hüküm olur hem hakemliğinde hem de hakimliğinde adâletle hükmeder. Çünkü Allah’tan sorup hükmedecektir. Bu hükmün hüküm tarafıdır.. Bir de Kur’ân-ı Kerim âyetlerine baktığı zaman o âyetin 28 basamaktan hangisine ait olduğunu derhal görme yetkisinin sahibi olur.
        Sonrası İhlas makamıdır. İhlas makamının neticesi Salah makamına açılır. Ne zaman açılır? Beraberce inleyelim:
        1. gök katında bir kademe, bir mertebe o kişinin nefsinin kalbi müzeyyen olur. Böylece yedi tane gök katında yedi mertebe kalbi müzeyyen olmuştur. Ona göklerin melekûtu gösterilmiştir.
 Bir evvelki devrede ise Ulûl’elbab makamında ise daimi zikir söz konusudur, orada da yedi yer katı gösterilmiştir. Yerlerin yedi kat cehennemin yedi mertebesi ona mutlaka gösterilmiştir.
        Zemin katta bulunan devrin imamının dergâhı da gösterilmiştir. 1. gök katından itibaren gösterilenler ise ihlas makamına işaret etmiştir. 7. gök katı yedi âlemden oluşur:
1. âlem - Kader Hücreleri,
2. âlem -Ümmülkitap,
3. âlem - Kudret Denizi,
4. âlem - Makamı Mahmut,
5. âlem - Divan-ı Salihin,
6. âlem - Zikir Hücreleri,
7. âlem - İndi İlahi.
         İndi İlâhi’nin en yüksek noktası Sidretül Münteha’dır (En sondaki ağaçtır). Kim bu yedi âlemi soldan sağa doğru görürse; kim Sıdret-ül Münteha’yı görürse, o ihlas makamının sahibi olur. İhlas makamı burada sona erer. Kişi daha birinci gök katını gördüğü anda ihlas makamı başlar. 7. gök katının yedinci âleminin en üst noktasında ihlas makamı sona erer. Burada kişi Sidretül Münteha’yı görürse Tevbeyi Nasuh’a davet edilir.
        Kişi ne zaman tövbe etmişti? 14. basamakta mürşidinin önünde tövbe etmişti. Burası ise 27. basamağının sonu. 28. basamağın 1.kademesine gelmeden Tevbeyi Nasuh’a davet edilir. Allah’ın söylediklerini kelime kelime tekrar eder ve kişi Tevbe’yi Nasuh’unu tamamlar. Burada Sidretül Münteha’yı görmesi asıldır; bu olmaz ise olmaz şartıdır.
        Ve kişi ihlas makamından Salah makamına geçer.
         Salah makamının:
1. kademesinde    -    Kişinin günahları örtülür. (Mürşidine ulaştıktan sonra işlediği günahlar)
2. kademesinde    -    Başının üzerine Salah nuru verilir.
3. kademesinde    -    Günahları sevaba çevrilir.
       
        Ve böyle bir konuyu tamamlayan kişi irşada ulaşmıştır. Burası İslâm’ın 6. safhasıdır. İrşada ulaşmak. İrşada ulaşan bir kişinin teslim edecek sadece iradesi kalmıştır.
4. kademesinde    -   Kişi cüz’i iradesini İlahî iradeye teslim eder.
      Teslimiyetle beraber o kişi için emirler devri başlar devamlı olarak Allah’tan emirler alır, devamlı olarak o emirleri gerçekleştirir.

         İşte, Allahû Tealâ’nın bu emirlerini gerçekleştiren kişi Bihakkın Takva’yla takva sahibi olmuştur. Kendisine “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesi ile bu hedefe ulaştığı tebliğ edilir. İrşad makamının sahibi kılınır.
        Şimdi bakıyoruz bütün Sahabe’ye Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Evet.

39 / ZUMER - 17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

      Taguta kul olmaktan kurtulmuşlar ve Allah’ın kulu olmuşlar. Ne ile? Allah’a ulaşmayı dileyerek… 1. safhayı gerçekleştirmişler.
     Mürşitlerine tabi olmuşlar mı? -Hepsinin tabi oldukları kesin:

 48 / FETİH - 10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

        Hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar mı? Hepsi ulaştırmışlar:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

        Hidayete ermişler; yani hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar.  Allahû Tealâ  buyuruyor ki:

        Bakara-120: ...kul inne hudâllâhi huvel hudâ... ;
        Ali İmran-73: ...kul innel hudâ hudallâhi...
        Hidayete ermişler ve Allah’ın evliyası olmuşlar. Fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi ? Hepsi teslim etmişler:


 3/ÂL-Î İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o takdirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

         Hepsi Ulûl’elbab olmuşlar:
      
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun Ahsen olanına tabii olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

         Hepsi İhlasa ulaşmışlar:

2 / BAKARA -139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (muhlis) (kul)larız.”

98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya'budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu'tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dinde halis kullar olmaktan (nefislerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyamete kadar devam edecek dîn) budur.

49/HUCURAT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah'ın Resulü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.

           Peki bütün sahabe irşat makamına tayin edilmiş mi?  - Evet…

3 / AL-İ İMRAN - 104 : Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve marufla emretsin ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.

3/AL-İ İMRAN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Maruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a iman ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de iman etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mümindir ve onların çoğu da fasıklardır.

         İşte bütün sahabe bunların hepsini yaşamışlar. İrşad makamına gelmişler. Allahû Tealâ Tevbe Suresi 100. âyeti kerîmede buyuruyor ki:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirinden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
       
        Ensar’ın da Muhacirinin de başkalarına tabiîyet verdiklerine göre Mürşit oldukları kesin.
        İşte bu saydığımız yedi safhanın hepsi Tevrat’ta mevcuttur. Hz. Musa(As) zamanında ona tabiî olanların hepsinin bu yedi safhanın hepsi birer birer Tevrat’ta zikredilmiştir. Bütün İsrail halkından Hz. Musa(As)’a ihsanla tabiî olanlar yedi safhanın yedisini de yaşamışlar. Hz. İsa(As)a tabiî olanlar da yedi safhanın yedisini de yaşamışlar. Yedi safhanın hepsi hem Tevrat’ta, hem de İncil’de mevcut âyetlerde tespit edilmiştir.
        İblis, inananları birbirine düşman ederek aralarına kin sokarak o insanları birbirine düşürüyor. Aralarında savaşlara sebebiyet veriyor. Birbirlerini kırdırıyor. Şeytanla ilişki kuranlar ise bunların hepsinin dışında bir dünya imparatorluğu kurmak üzere derin hazırlıklar içerisindeler.
        Sevgili kardeşlerim, Hz. Musa(As) zamanında da, Hz. İsa(As) zamanında da Peygamber Efendimiz(sav) zamanında da bütün bunlardan hepsinden evvel, Hz. İbrahim(As) zamanında da Hanif dîni yaşanmıştır. Başka bir dîn hiç olmamıştır. Hanif dîni kâinatın tek dinidir. Ezelîdir. Tek dîn olmakta devam edecektir. Ebedîdir.