24. BASAMAK; ZÜHD MAKAMI
“Kim Allah’ı Çok
Zikrederse Münafıklıktan Uzak Olur. Münafıklar Size: “Gösteriş İçin
Yapıyorsunuz.” Diyecekleri Kadar Çok Ama Çok Allah’ı Zikrediniz. Kim Allah’ı
Çok Zikretmezse O, Îmândan Uzaklaşır.”
|
Peygamber Efendimiz
(S.A.V) bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’ı çok zikrederse münafıklıktan uzak olur. münafıklar size:
“Gösteriş için yapıyorsunuz.” Diyecekleri kadar çok ama çok Allah’ı zikrediniz.
Kim Allah’ı çok zikretmezse O, îmândan uzaklaşır.” (K: Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3593)
Dîn, bir insanın Allah ile ilişkilerini ve diğer
insanlarla ilişkilerini muhtevasına alan sistemin bütünüdür. Bizimle Allah
arasındaki ilişkiler tamamıyla Allah’ı zikretmeye dayalıdır. Peygamber
Efendimiz (S.A.V), bir başka hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Allah sizin soyunuza, mallarınıza, şekli
şemalinize bakmaz; devamlı olarak kalbinize ve o kalpteki niyete paralel
işlediğiniz amele bakar.”
Allahû Tealâ’nın bir
insanda devamlı nazargâhı kalptir. Kalp, “Allah” isminin tekrar edildiği
yerdir. Kişiyi, Allah’ın emirlerine isyana ve yasak ettiği fiilleri işlemeye
götüren afetlerin bütünü, nefsin manevî kalbindedir. Şeytan, bu afetlere %100
tesir edebilmektedir.
Allahû Tealâ, insanlara,
zikirle bu afetleri kalpten tamamen temizlemelerini ve yerine ruhun hasletleri
olan 19 tane faziletin yerleşmesini emretmektedir. Kişi böylece insan-ı kâmil olur.
İblisin boyunduruğundan kurtulabilmenin şartı, zikirdir. Herşeyden evvel Allahû
Tealâ’nın indirdiği Kur’ân-ı Kerim zikirdir. Allahû Tealâ Hicr Suresinin 9.
âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
15/HİCR-9:
İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak
ki; zikri (Kur’ân-ı Kerim’i) Biz indirdik. O’nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
Allahû Tealâ, her kavmin
içerisinde, o kavmin ana lisanıyla tebliğ eden velî resûllerini ard arda
kesintisiz olarak vazifeli kılmaktadır. Allahû Tealâ, Yâsîn Suresinin 11.
âyet-i kerimesinde diyor ki:
36/YÂSÎN-11:
İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe
beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin).
Sen
sadece zikre tâbî olanı ve gaybda Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu
mağfiret ile (günahların sevaba çevrilmesiyle) ve "kerim ecir" ile
müjdele.
Allahû Tealâ, bu
resûllerini hangi maksatla vazifeli kıldığını En’âm Suresinin 48. âyet-i
kerimesinde ifade etmektedir:
6/EN’ÂM-48:
Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene
ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz
resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için)
göndermeyiz. Artık kim âmenû olur (Allah’a ulaşmayı dilerse) ve ıslah olursa
(nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparsa) artık onlara korku yoktur, onlar mahzun
da olmazlar.
Zikir yapan her kişi
iblisin tesirinden kurtulamaz. Bir insanın yaptığı zikrin kalbini tezkiye ve
tasfiye edebilmesi için âmenû olması lâzımdır. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de
âmenû olmanın farziyetine işaret buyurmaktadır. Âmenû olmak için, Allah’a
ulaşmayı dilemek gerekir. Kişi, sabahtan akşama kadar zikretse dahi, Allah’a
ulaşmayı dilemedikçe, o zikrin ona faydası olmaz.
Allahû Tealâ bu durumdaki
insanları Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde ifade etmektedir.
39/ZUMER-22:
E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi),
fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin
mubîn(mubînin).
Allah
kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir
nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline!
İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerin kalpleri, Allah’ın zikriyle katılaşır. Kurân-ı Kerim’de; Allah’a
ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarının dilemesine de mani olan bu insanlar,
katilden daha büyük bir fitnenin elebaşları olarak ifade edilmektedir.
Kendilerini hidayette zannederler, zikrederler ama bu zikir onları Allah’ın
nuruna ulaştırmak yerine kalplerini katılaştırır. Bu insanlar kalben Allah’a
ulaşmayı dilemedikleri için yaptıkları zikir, fayda vermez. Allah’a ulaşmayı
kalben dilemiş olsalardı, Allahû Tealâ 7 furkan ve 12 tane ihsan vererek, onları
mürşidlerine ulaştıracaktı. Mürşide tâbiiyetle nefs tezkiyesi ve tasfiyesine
başlayacaklardı.
İnsanları, en zirve
noktaya (7 safha - 4 teslime) ulaştıracak, Allah’a yaklaştıracak bir tek vasıta
emir vardır. Bu vasıta emir, Allah’a ulaşmayı dileyip, Allahû Tealâ’nın tayin
ettiği mürşide tâbî olduktan sonra, yapılan zikirdir. Bu noktadaki zikir, nefsi
ıslah edici ameldir.
İnsanoğlunun iç düşmanı
olan nefs, 19 tane afetle mücehhezdir. Nefs, insanın berzah âlemine ait olan
vücududur. Allahû Tealâ, insanoğluna nefsi, karanlıklarla mücehhez olarak
vermiştir; bu nefsi, tezkiye ve tasfiye etme (temizleme) görevini de insana
vermiştir. İblis, insanların içindeki nefsi maşa gibi kullanarak bütün
insanları kendisiyle birlikte cehenneme götürmeye çalışmaktadır.
ü Rahmân’ın Zikrinden Göz Yumanlara Şeytan Musallat Olur
Allahû Tealâ, Zuhrûf
Suresinin 36. âyet-i kerimesinde “Kim Rahmân’ın zikrinden göz yumarsa, Biz ona
şeytanı musallat ederiz.” ifadesiyle iblisin yegâne gayesinin “insanları
zikirden alıkoymak” olduğunu, net olarak açıklamaktadır.
43/ZUHRÛF-36:
Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu
karîn(karînun).
Ve kim
Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o
(şeytan), onun yakın arkadaşı olur.
Burada ifade edilen
“zikir”, Kur’ân-ı Kerim de olabilir; “Allah” isminin kalpte tekrarı da
olabilir. İblisin gayesi insanları, kesin olarak bu iki zikirden de
alıkoymaktır. Çünkü iblis, insanları Kur’ân’dan alıkoyarak, mürşide ve ıslah
edici amellere ulaşmalarına da mani olacaktır.
Allahû Tealâ,
Mucâdele-19’da “hizbuş şeytan’ın (şeytanın taraftarlarının)” kimler olduğunu
açıklamaktadır.
58/MUCÂDELE-19:
İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbuş
şeytân(şeytâni), e lâ inne hizbeş şeytâni humul hâsirûn(hâsirûne).
Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın zikrini onlara unutturdu.
İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda
olanlar, onlar değil mi?
İblis, insanlara önce
Kur’ân zikrini unutturur ve insanları zikirden, namazdan alıkoyar. Özellikle de
Allah’a ulaşmayı dilemekten alıkoyar. Çünkü kişi Allah’a ulaşmayı dilemezse, ne
yaparsa yapsın; ne İslâm’ın 5 şartı, ne zikir, ne de başka ameller ona fayda
verebilir. Allahû Tealâ, tebliğe muhatap olduktan sonra Allah’a ulaşmayı dilemeyen
kişinin hassalarına engeller koyar; kişi, artık âyetleri idrak edemez.
Tebliğciye karşı çıkarsa uzuvlarına da engeller konulur. Eğer bu kişi daha da
öteye giderse o zaman da fesat çıkaran birisi olur ve Allah onun kalbini tab’
eder. Artık bu kişinin kurtuluş imkânı kalmaz.
Kişi, “Ahiret benim için
dünya hayatından hayırlıdır” diyerek, Allah’a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ
verdiği söz gereğince, bu dileğin sahibinin ruhunu Kendisine ulaştırır ve kişi
ermiş evliyadan olur. Her ne kadar kişi kendisi ruhunu Allah’a ulaştırmış gibi
görünse de aslında hepsini gerçekleştiren Allah’tır. Kula ait olan sadece
serbest iradenin bir talebi, bir dileğidir. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an
Allah ona zikri sevdirir; velî ni’meti olan mürşidine ulaştırır; nefsini
tezkiye eder; ruhunu Kendisine ulaştırarak dünya saadetinin yarısını ve 3. kat
cenneti ikram eder. Bunların hepsi, bir insanın sadece Allah’a ulaşmayı
dilemesi karşılığında Allahû Tealâ tarafından ikram edilir.
Allahû Tealâ, 3-4 saatlik
bir zikirle, kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır. Çünkü kişi bu dileğin sahibi
olduğu zaman Allah, insanın dış düşmanı olan şeytanın o kişi üzerindeki negatif
tesirini sıfırlar. Allah’ın vasıta
emirleri sevdirmesiyle içteki
düşman olan nefs de Allah’ın emir ve yasaklarına %100 itaat eder. Allahû Tealâ,
sonsuz ilmi ile koruyucu bir fanus içerisinde kişiyi Kendisine ulaştırır.
ü Münâfık Olmak İstemeyen Kimse Zikrini Arttırmalıdır
Allahû Tealâ’nın verdiği
söz, kişinin ruhunu Kendisine ulaştırmasına kadardır. İşte o noktadan itibaren
Allahû Tealâ diyor ki; “Artık Benim sana vereceğim garanti buraya kadar. Bundan
öteye sen ne kadar gayret sarf edersen, o kadar yardım alırsın.” Bundan sonra
Allahû Tealâ koruyucu kalkanı kaldırır ve iblis, ermiş evliyayı tekrar kendi
saflarına çekebilmek için “Allah” isminin kalpte tekrarı olan zikri unutturmaya
çalışır. Münafıkların durumu da bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Kim Allah’ı
çok zikrederse, münafıklıktan uzak olur. Münafıklar size “Gösteriş için yapıyorsunuz.”
diyecekleri kadar Allah’ı çok zikrediniz.” buyurmaktadır.
Allahû Tealâ bu
güzellikleri, ikramları 6-7 aylık bir süre içerisinde, sadece kişinin basit bir
talebine bağlı olarak bahşetmişken zikirden yüz çevirerek, zikri arttırmamak en
büyük hatadır. Zikir yoksa hiçbir şey yoktur. Münafıklardan olmak istemeyen
kişi, mutlaka Allah’ı çok zikretmelidir ve mutlak suretle her gün kendisini
“Ben bugün ne kadar zikir yaptım?” diyerek hesaba çekmelidir.
ü Zikirden Yüz Çevirenler Fıska Düşen Kimselerdir
İblisin fıska düşürdüğü
insanların en temel hataları zikirden yüz çevirmeleridir. Çünkü kişi Allah’ı
çok zikretmezse îmândan uzaklaşır. Ruhunu Allah’a ulaştıran kişi, iblisle
mücadele edip: “Seni zikir silahıyla mahvedeceğim” diyeceğine, iblise birebir
kısas uygulayacağına, gevşeklik gösterirse, zikir azalması tahakkuk eder ve
yavaş yavaş yozlaşma başlar. İbadetlerde de tembellik başlar. Çünkü, zikir
yoksa ibadetlerden hoşlanmak söz konusu değildir. Artık kişi, zikri gittikçe
azaldığı için evvelden Allah’ın resûlü vasıtasıyla kazandığı Allah’ın ikramlarını,
bir mirasyedi gibi tamamen tüketir. Kişi için kazanılanlar bitince, negatife
geçilir ve şeytan ona yaptıklarını güzel göstermeye başlar; en sonunda da
Allahû Tealâ o kişinin kalbine küfrü tab’ eder.
Allahû Tealâ’nın Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V)’de örnek gösterdiği yegâne vasıta emir; zikirdir.
33/AHZÂB-21: Lekad
kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel
âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).
Andolsun ki, sizin için ve Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a
ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah’ı çok zikredenler için, Allah’ın
Resûl’ünde güzel bir örnek vardır.
Bir insan gerçekten
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e uymak istiyorsa, “Allah’ı çok zikredenlerden”
olmak durumundadır.
İblisin insanları zikirden
alıkoyarken kullandığı taktikleri Kur’ân-ı Kerim âyetleri ile incelemek
lâzımdır. İblisin insanları yoldan çevirmek (fıska düşürmek) için kullandığı
vasıtaların başında dünya hayatı gelir. Hicr Suresinin 39. ve 40. âyetlerinde
iblisin insanlara dünya hayatını güzel gösterdiği ifade edilmektedir.
15/HİCR-39:
Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fil ardı ve le ugviyennehum
ecmaîn(ecmaîne).
(İblis
şöyle) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde
(azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım.
15/HİCR-40:
İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak
onlardan muhlis olan kulların müstesna.
Allahû Tealâ, Nahl-106’da
fıska düşen kişinin durumunu, Nahl-107’de de fıskın nedenini açıklamaktadır:
16/NAHL-106:
Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil
îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun
minallâh(minallâhi), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Kalbi
îmânla mutmain olmuş olduğu halde zorlanan kimse hariç, fakat kim îmânından
(hidayete erdikten) sonra Allah’ı inkâr ederse ve kim küfre göğüs açarsa (irşad
makamından şüphe edip fıska düşerse, kişinin küfrü talebi sebebiyle, Allahû
Tealâ, onun göğsünü küfre açar, şerheder), artık Allah’tan bir gazap onların
üzerinedir ve onlar için azîm azap vardır.
16/NAHL-107:
Zâlike bi ennehumustehebbûl hayâted dunyâ alel âhıreti ve ennallâhe lâ yehdîl
kavmel kâfirîn(kâfirîne).
İşte bu,
onların dünya hayatını, ahiret hayatına göre daha çok sevmeleri ve Allah’ın,
kâfir kavmi hidayete erdirmemesi sebebiyledir.
Allahû Tealâ, Tevbe
Suresinin 24. âyet-i kerimesinde fıska düşen insanların, hangi sebeplerle fıska
düştüklerini bir kere daha açıklamaktadır:
9/TEVBE-24:
Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve
emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ
ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ
ye’ tiyallâhu bi emrih(emrihî), vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn(fasikîne).
De ki: “Şâyet babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve
zevceleriniz ve aşiretiniz ve kazandığınız mallarınız, kesada uğramasından
(satışının durmasından) korktuğunuz ticaret ve razı olduğunuz (hoşunuza giden)
evler, Allah’tan ve O’nun resûlünden ve O’nun (Allah’ın) yolunda cihad etmekten
size daha sevgili ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Ve Allah,
fâsıklar kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.
İnsanları şeytana götüren;
babaları, evlatları, eşleri, aşiretleri, malları, ticaretleri ve evleri gibi
sebeplerdir. Ama bunlar aynı zamanda Allah’a yaklaştıran sebepler de
olabilirler. İblis, çok kurnaz bir mahlûktur. İblisin, insana karşı babasını,
eşini, evladını, mallarını ve bir çok şeyi kullanmasındaki tek gayesi o kişiyi
zikirden alıkoymaktır.
Allahû Tealâ, Munâfikûn
Suresinin 9. âyet-i kerimesinde: “Mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ın
zikrinden alıkoymasın.” buyurmaktadır.
63/MUNÂFİKÛN-9:
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tulhikum emvâlukum ve lâ evlâdukum an zikrillâh(zikrillâhi),
ve men yef’al zâlike fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Ey âmenû
olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi
Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Ve kim bunu yaparsa, o taktirde işte onlar,
onlar hüsranda olanlardır.
Dünya hayatının peşine
takılan insanlara bakıldığında “iş, iş” diye tutturan insanlar çoğu zaman namaz
kılmaya bile fırsat bulamadıklarını söylerler. Günümüzde, ayaktayken yemek
yemek için “fast food (hızlı yemek)” denilen bir yemek şekli vardır. Çünkü
insanlar işten, oturup yemek yemeye bile fırsat bulamamaktadırlar. Halbuki
oturup, Allahû Tealâ’nın duasıyla başlanan ve zikirle yenen bir yemeğin insana
verdiği haz, sıhhat çok farklıdır. Aksi takdirde fast food hastalıkların
kökenini oluşturmaktadır.
İnsanın yaratılış hedefi
Allah için olmaktır.
51/ZÂRİYÂT-56:
Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûn(ya’budûni).
Ve Ben,
insanları ve cinleri, Bana kul olsunlar diye yarattım.
Bazı insanlar: “Biz bu
dünya hayatına niye geldik?” diye bir sual sorarlar. Bu sualin tek cevabı:
“Bizi Allahû Tealâ buraya gönderdi. Biz insanlar, Allah içiniz, Allah’a teslim
olmaya geldik.” şeklindedir. Askerlerin, askerlik yapmak üzere bulundukları
şehirden başka bir şehre gitmeleri gibi insanları da Allahû Tealâ, katından
dünyaya bu kulluk vazifesini yapmaları için göndermiştir. İnsanların vazifesi,
Allah’a teslim olmak; 7 safha ve 4 teslimi gerçekleştirmektir.
Ömür sermayesi herkes için
bellidir; ne bir saniye ileri, ne de bir saniye geri, uzayıp-kısalmaz.. Allahû
Tealâ’nın herkes için verdiği vade ve rızık bellidir. Allahû Tealâ, herkese
hangi ömür sermayesini vermişse, hangi rızkı takdir etmişse o rızkı (dünya
hayatını) verir. Ama ölümden sonraki hayat için Allah’ın böyle bir garantisi
yoktur. Herkes dünya hayatında ne ekerse ahirette onu biçer.
Allahû Tealâ, Hûd
Suresinde dünyayı isteyene dünyayı vereceğini ifade etmektedir:
11/HÛD-15:
Men kâne yurîdul hayâted dunyâ ve zînetehâ nuveffi ileyhim a’mâlehum fîhâ ve
hum fîhâ lâ yubhasûn(yubhasûne).
Kim dünya
hayatını ve onun ziynetini (süsünü) isterse (istedi ise) onların amellerini(n
karşılığını) orada, onlara öderiz (veririz). Ve onlara, orada (karşılıkları) eksiltilmez.
İnsanların bir kısmı
ahireti dünya için kullanırlar. Doğru olan ise dünyayı ahiret için
kullanmaktır. Dünya, Allahû Tealâ’nın bize verdiği görevi yerine getirmek için
bir mekândır; bir vasıtadır. İnsanların görevi, 7 safha ve 4 teslimi yaşayarak,
kâmil insan olmaktır. Allahû Tealâ’nın herkesten istediği budur.
Allahû Tealâ şeytan ve
nefsimizin engellerine karşı bizi yalnız bırakmaz; devamlı yardımıyla
destekler; katından yardımcılarını gönderir. Allahû Tealâ’nın katından
gönderdiği hidayetçiler, resûller, nezirler âyetleri tilâvet ederler.
2/BAKARA-151:
Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve
yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû
ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim
size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi
size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin,
size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri
öğretsin.
Resûllerin tilâvet ettiği
âyetlerin yani zikrin muhtevasında hep Allah’a ulaşmayı dilemek vardır. Allah’a
ulaşmayı dileyen kişi için zikir, “Allah” isminin kalpte tekrarıdır.
Dîn, insanın Allah’la ve
diğer insanlarla ilişkilerinin bütününü içine alan sistemdir. Zikir, insanın
Allah ile ilişkisinde Allahû Tealâ’nın bir farz emridir. Eğer kişi “Çok zikir
yaptım” diye düşünüyorsa hemen hizmetlerine, amellerine, Allah için ve Allah’ın
diğer kulları için neler yaptığına bakmalıdır. Çok zikreden bir insanın
hizmetinin ve amellerinin artması lâzımdır, çok hizmet eden bir insanın da iç
dünyasında zikri artmalıdır. Zikir ve ameller (hizmet) birbirine bağlı iki
kavramdır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Zikreden değil, şükreden kalp.” buyurmuştur. İnsanların vazifesi
her halükârda bu muhtevayı tutturmaktır.
İnsanlar içinde
bulunduğumuz dinamik hayatın içinde yerlerinde saymazlar. Her insan devamlı
olarak ya yükselir, ya da alçalır. Bazı insanlar “Ben şu anda yapmam gereken
şeyleri yapmıyorum ama kimseye de bir kötülüğüm yok.” derler ve “Öyleyse herşey
yolunda.” diye düşünürler. Ama aslında herşey yolunda değildir. Kişi zikretmediği
zaman deracat kaybeder. Çünkü Allahû Tealâ, Muzemmil Suresinin 8. âyet-i
kerimesinde zikri, bütün insanlara farz kılmıştır.
73/MUZZEMMİL-8:
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve
Rabbinin İsmi’ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.
Allahû Tealâ, Ahzâb
Suresinin 41. âyet-i kerimesinde: “Allah’ı çok zikirle zikredin.”
buyurmaktadır. Çok zikir, günün yarısından daha fazla (en az 12-13 saatlik) bir
zikri ifade eder. Münafıklıktan kurtulmak isteyen bir kişinin de en az 12 saat
ve daha fazlasını zikirle geçirerek çok zikredenlerden biri olması lâzımdır
33/AHZÂB-41:
Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû
olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
Günün yarısından fazlasını
zikirle geçirmek kişiyi zahid kılar. Allahû Tealâ, Yûsuf Suresinin 20. âyet-i
kerimesinde negatif zühdün tarifini vermektedir.
12/YÛSUF-20:
Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez
zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu
(Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı
zahidlerden idiler.
Negatif zühd sahipleri
zikre değer vermezler; dünyaya değer verirler. İblisin muradı, insanları
negatif zühde sürüklemektir. Negatif zühdün zıddı, pozitif zühddür. Allah
insanlara pozitif zühd sahibi olmalarını emreder. Pozitif zühd; dünyaya değer
vermeyip Allah’ın zikrine rağbetkâr olmaktır.
Şeytan dünya hayatını
insanlara peşkeş çekmektedir. Özellikle fıska düşenlerle yakın bir teşrik-i
mesai içinde olunduğunda, dünyaya çok rağbetkâr oldukları görülmektedir.
Dünyalık peşine düşen ahiretine zarar verir. Ahiretin peşine düşen, dünyasına
da fayda sağlar. Allahû Tealâ, bir kişinin 3-4 saatlik zikri karşılığında dünya
saadetinin yarısını o kişiye hibe etmektedir. Eğer kişi zikretmeyip dünya
peşine düşerse, Allahû Tealâ onu 3. kat cennete ulaştırmaz. Zikirle her iki
dünya hayatı da mamur edilebilirken, dünyalık peşine düşüldüğü zaman iki dünya
da mahvolur. Kişinin mukayeseyi çok iyi yapması gerekir ki, hedefine
ulaşabilsin.
Allah’a ulaşmayı dilemek
ve zikir Kur’ân-ı Kerim’in hükmüdür. İnsanlar için ezelî düşman olan iblisin
hedefi, insanları zikirden alıkoymaktadır. Geleneksel dîn tatbikatı içinde olan
bir takım insanlar: “Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ölümle insan ruhu Allah’a
ulaşır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.” diyerek, Kur’ân-ı
Kerim’in hükmünü örterler ve iblisin maşası durumuna düşerler. Eğer iblis
insanları Allah’a ulaşmayı dilemekten alıkoyamazsa ve kişi: “Ben Rabbim içinim
ve mutlaka emaneti olan ruhumu Allah’a ulaştıracağım.” diyerek kalben bu
talebin sahibi olursa Allahû Tealâ, kanunu gereğince o kişinin ruhunu Kendisine
ulaştıracaktır.
İblisin kişi üzerindeki
negatif tesir sahası, kişinin kalbindeki karanlıkların artışı ile orantılıdır.
Allah’ın kişi üzerindeki tecelliyeti ise, ancak zikrin artışıyla mümkündür.
Allah’a ulaşmayı dileyerek mürşidine tâbî olan kişinin görevi, zikrini
arttırmasıdır.
Münafıklar Allah’ı az
zikredenlerdir. Münafıklıktan kurtulabilmek için kişinin zikrini mutlaka
arttırması lâzımdır ki iblis ona yaklaşamasın. Allahû Tealâ günün yarısından az
zikirle ruhumuzu Kendisine ulaştırır, fakat münafıklar bundan çok daha az
zikrederler. Bu insanlar, tembel tembel namaza gelirler; içlerinden hiçbir
zaman zikir yapmak gelmez. Zikre karşı isteksizlik hali bir belirtidir. İblis
özellikle kişi zikretmesin diye o tembelliği, iştiyaksizliği vermektedir. Böyle
bir hal söz konusu olduğu zaman kişinin hemen mürşidine ulaşması gerekir.
Bütün insanları ateş
bataklığından kurtaran Allah’ın vazifeli kıldığı resûlüdür, hak mürşittir.
Günbegün zikri azalan kişi: “Şimdi ben hangi yüzle mürşidime durumumu
anlatacağım?” diye düşünür, iblis ona bu şekilde sûreti Hakk’tan görünerek
vesvese verir. Kısacası o kişiyi bu noktaya sürükleyen iblistir, daha sonra
kişiye vesvese vererek mürşidine ulaşmaması için durumu daha vahim hale getiren
yine iblistir.
Aklına böylesi bir düşünce
gelen kişinin hemen mürşidine durumunu arz etmesi lâzımdır ki, Allah’ın
yardımı, resûlü üzerinden kişiye gelir, yeni bir zikir artışı ile yoluna devam
eder.
Zikir, Allah’ın emrettiği
vasıta emirlerin sultanıdır. Zikirsiz bir nefs tezkiyesi ve nefs tasfiyesi
yoktur. Nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yoksa kişi iblisin hegamonyası altında bir
hayat sürer, hep huzursuz ve mutsuz yaşar. Halbuki Allah’ın bütün insanlardan
istediği tek şey ahiret ve dünya saadetine ulaşmalarıdır. Ahiret ve dünya
saadetine ulaşmanın olmazsa olmaz şartı; zikir artışıdır.
Kişinin, ruhunu Allah’a
ulaştırdıktan sonra devamlı olarak; “Ben bugün zikrimi arttırabildim mi?” diye
düşünerek kendisini hesaba çekmesi lâzımdır. Kişi hizmete karşı olan
iştiyakına, dergah toplantılarına iştirak edip etmediğine,
kardeşlerimizin aktivitelerine katılmak isteyip istemediğine vs.
bakarak zikrini arttırıp arttırmadığını anlayabilir.
“Ben 12 saatten daha fazla
zikrediyorum.” diyen kişinin hal ve hareketleri, davranış biçimleri olması
gerektiği gibi değilse kişi yanılgı içindedir. Bir nevî zikir elidir; zikir
ehli değildir. Günün 12 saat ve daha fazlasını zikirle geçiren kişi devamlı
olarak Allah yolunda bir hizmet yarışının içerisinde olur.
Ø
Allah’ın en büyük ni’meti Allah’ın Resûlü, Kur’ân âyetleri ile
herşeyi alternatifi olmayan bir öğreti ile açıklarken, kadrini kıymetini
bilmemiz gerekirken, zikrimizi günbegün arttırmamız gerekirken, şeytanın iç
dünyamıza verdiği vesveseye uyarak yozlaşmak niçin?
Ø
Neden Allah’ın sevgili bir kulu olmak için bir gayretin içerisinde
değiliz?
Herkes iç dünyasını kontrol etmelidir;
Ø Mürşidine
olan sevgisi, kardeşlerine olan bağlılığı, zikri ve hizmeti günbegün artıyor
mu?
Ø “Allah
yolunda acaba daha ne yapabilirim?” diye bir düşünce devamlı aklından geçiyor
mu?
Kişi bu suallere iç
dünyasından samimiyetle pozitif cevap alıyorsa gerçekten Allah yolunda olan
birisidir, Allah’ın bir sevgilisidir, mürşidinin himmetiyle zikrini de
arttıracaktır ve dik yokuşu geçecektir, fizik vücudunu da Allah’a teslim
edecektir, Allahû Tealâ onu muhsinlerden kılacaktır. Allahû Tealâ abesle iştigal
etmez. Allah yolunda yaptıklarınızın karşılığını Allah’tan almamanız mümkün
değildir.
Allah’ın şu dünya üzerine
gönderdiği en sevgili kullar, Allah’ın peygamberleridir. Peygamber Efendimiz
(S.A.V) hadîs-i şerifinde beyan ediyor: “Peygamberlerin
malı yoktur. Peygamberlerin malı sadakadır.”
Allah’ın indinde en
sevgili kullar Allah’ın peygamberleriyse ve onların dünya malına karşı bir
talebi söz konusu değilse, buradan alınması gereken dersler vardır. Bir başka
hadîs-i şerifte buyruluyor ki: “İki kişi var ki gıpta edilmesi gereken;
Allah kendisine mal vermiş, devamlı olarak Allah yolunda harcayan. Allah
kendisine ilim vermiş, devamlı olarak Allah yolunda tüketen.”
Eğer kişi malını ve ilmini
Allah yolunda kullanıyorsa gıpta edilecek bir durumdadır. Ama kişinin malı
nefsini şişirirse, iç dünyasında böbürlenip, dışarıya karşı kibirlenirse, o
kişinin yolu yavaş yavaş iblise doğru kaymaktadır. İblis Allah’ın huzurunda,
emre isyan etmesi hasebiyle fıska düşerek kibirlenenlerden olmuştur. Kendi suçu
olan bu negatif davranışı Allahû Tealâ’ya yüklemektedir.
Allahû Tealâ, vaaz ettiği
kanunlarla bütün hükümlerini Kur’ân-ı Kerim’e koymuştur. 7 safha, 4 teslimi
yaşayanlarla Allah arasında, sadece mükâfata ve ikrama dayalı bir ilişki
vardır. Bu kişiler diğer insanlar tarafından da sevilir, huzurlu mutlu bir
hayatları vardır. Ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen insanların Allah ile
ilişkilerinde devamlı cezaya dayalı bir hayat vardır ki; onlar diğer insanlarla
da devamlı kavga içerisindedir. Akıl sahibi olan her insan bu ikisinden, huzur
ve mutluluk içerisinde yaşayan, herkes tarafından sevilen kişi olmak ister. İşte
bunun yolu Allah’a ulaşmayı dileyerek, Allahû Tealâ’nın bizim için tayin ettiği
mürşide râm olmaktan geçer.
Kişi, şeytanın iç
dünyasına verdiği vesveseler ile tembelliği tercih ederek, yozlaşarak bir
müddet sonra iblise bağlanmak istemiyorsa yapacağı tek şey: “Kim Allah’ı çok zikrederse, münafıklıktan
uzak olur.” hadîs-i şerifinde beyan edildiği gibi Allah’ı çok zikretmektir.
“Dünyada Zühd Sahibi Olmak, Kalbi ve
Bedeni Rahatlatır. Dünyaya Rağbet İse Kalbi ve Bedeni Yorar.”
|
Hz. Muhammed Mustafa
(S.A.V) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Dünyada
zühd sahibi olmak, kalbi ve bedeni rahatlatır. Dünyaya rağbet ise kalbi ve
bedeni yorar (K:
C.Sağir-4594).”
Hadîs-i şerifin muhattabı
olan insanın yaratılışına beraberce bakalım. Allahû Tealâ Hicr Suresinin 26.
âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
15/HİCR-26: Ve
le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden”
(standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden)
yarattık.
Bu fizik beden, zahirî
âleme aittir, hadîste geçen fizik bedenimizdir.
Ama Şems Suresinin 7. âyet-i kerimesinde bir de berzah âlemine ait olan
nefsimiz vardır:
91/ŞEMS-7: Ve
nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene
(dizayn edene) (andolsun).
Hadîste geçen karşılığı “kalp” ile ifade edilmiştir. Üçüncü vücudumuz
olan, Allahû Tealâ’nın bize üfürdüğü ruh ise Secde Suresinin 9. âyet-i
kerimesinde zikredilmiştir:
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve
ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ
teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik
vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar
(görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
İnsanoğlunun önünde iki
seçenek vardır. Bunlar; ya dünya hayatı, yada Allah’ın Zat’ını dilemektir. Nefs
ve fizik vücut Allah’a ulaşamaz. Allah’a ulaşabilen sadece Allah’ın bize
üfürdüğü ruhtur. Yûnus Suresinin 7. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle
buyurmaktadır:
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil
hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a
ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma
ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Öyleyse Allah’a ulaşmayı
dilemeyen, aynı zamanda dünya hayatını isteyen insanlar âyetlerden gâfildirler.
ü İnsan Bedenî ve Kalbî Yorgunluktan Nasıl Kurtulur?
Hadîste zikredildiği gibi
“dünyaya rağbet” yani kalben dünyayı istemek hem bedeni yorar, hem de kalbi
yorar. Ama bu bedenî ve kalbî yorgunluktan kurtulmak ancak dünyada zühd sahibi
olmak ile mümkündür.
Zühd kavramı Yûsuf
Suresinin 20. âyet-i kerimesinde anlatılmaktadır:
12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime
ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü;
ona karşı zahidlerden idiler.
Dünyayı isteyenler için
Yusuf (A.S) değersizdi, O’na rağbet etmiyorlardı. O’nun karşılığında
istedikleri şey paraydı. Bu durum, negatif zühdü ifade etmektedir.
ü Pozitif Zühd Nedir?
Allahû Tealâ’nın
insanlardan istediği pozitif zühddür ve hadîste: “Dünyaya değer vermemek, Allah’ın zikrine rağbetkâr olmak.”
şeklinde ifade edilmiştir.
Dünyada zühd sahibi olmak
ancak zikirle mümkündür. 12 saat ve daha fazlasını zikredebilen insan zühd
sahibidir:
33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren
kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok
zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
Zühd sahibi olan kişi,
Kur’ân-ı Kerim tabiri ile çok zikreden birisidir. Dünyaya karşı zahiddir ama
buna karşılık zikre değer vermektedir. Kalbî yapısına baktığımız zaman kalbinde
%81 nur, %19 karanlık vardır. Dolayısıyla hem bedeni hem kalbi rahatlamıştır.
ü Negatif Zühd Nedir?
Pozitif zühdün tam zıddı
negatif zühddür. Başlangıç noktasında nefsin manevî kalbi zaten karanlıklarla
doludur. Eğer kişi dünyayı isterse, kalbindeki karanlıklara bir de %81 karanlık
ilave edildiğinde bu katmerli karanlık hem bedeni hem de kalbi yoracaktır.
Bu yorgunluğun tam tersi
olan rahatlamanın içerisine girmek istiyorsak, mutlaka Allah’a ulaşmayı
diledikten sonra tâbiiyetimizi gerçekleştirerek, devamlı ıslah edici amellere
başlamamız, zikretmemiz gereklidir. Zikir, nefs tezkiyesinin yegâne
vasıtasıdır. Kalbî ve bedenî rahatlığın esası zikirden geçer. Allahû Tealâ’nın
bütün insanlara emri budur.
Kişi, 21. basamakta ermiş
evliya olur. 22. basamakta ruhunu Allah’a teslim eder. 23. basamakta Beka
Kademesi’ne ulaşır. 24. basamakta zahidlerden olur ve 25. basamakta fizik
vücudunu da Allahû Tealâ’ya teslim eder. Yani Zühd Kademesi ve zahid olmak
insan ile Allah arasındaki olgunlaşma basamakları olan 28 kademeden 24. kademeyi
ifade etmektedir.