Yemin Misak Ahd etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yemin Misak Ahd etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Şubat 2016 Salı

Yemin – Misak - Ahd

                         Yemin – Misak - Ahd

Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ’nın bizleri nasıl ve neden yarattığını hatırlayalım inşallah.
Allahû Tealâ ilk insan ve ilk Peygamber olan Hz.Adem’i salsalin ve hamein mesnun adlı bir balçığa şekil vermiş ve bu balçığın fahhar haline (kuru hale) (Rahman-14) geldikten sonra nefsi sevva ederek ruhundan üfürmek sureti ile (Sad-72) yaratmıştır.
Ondan sonra gelen nesli de alakadan (Mu’min-67) yarattığını belirtmiştir.
55/RAHMÂN-14: Halakal insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri).
(Allah) insanı, fahhar gibi ses veren salsalinden yarattı.

38/SÂD-72: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
Böylece onu sevva ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!

40/MU'MİN-67: Huvellezî halakakum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe yuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum summe li tekûnû şuyûhâ(şuyûhan), ve minkum men yuteveffâ min kablu ve li teblugû ecelen musemmen ve leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
O ki, sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan (rahim duvarına asılı bir damladan). Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarır ki sizin en kuvvetli çağınıza ulaşmanız, daha sonra da yaşlanmanız için. Ve sizden bir kısmı, ihtiyarlamadan önce vefat ettirilir (öldürülür). Ve (bir kısmınızın da) belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için. Ve umulur ki siz böylece akıl edersiniz.
Doğuşumuzdan itibaren fizik vücudumuzda bir emanet taşıyoruz; Allahû Tealâ tarafından üfürülen ruhumuz.
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Bir rehine taşıyoruz; nefsimiz. Nefsimizin rehine olma özelliği başlangıçtan itibaren hep vardır.(Müdessir-38)
74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).
Bunlarla birlikte Allahû Tealâ bizlere bir de serbest irade ve akıl vermiştir.
Allahû Tealâ’nın bizlere serbest irade verdiği konusunda İnsan (Dehr)-3.ayeti kerimesinde: “Dileyen şükredenlerden, dileyen de küfredenlerden olur” buyurmakla bir insanın serbest iradesinin varlığını anlıyoruz inşallah.

76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.
Allahû Tealâ bizlere akıl verdiğini birçok âyet-i kerîmede dile getirmiştir. Mesela Mülk-10. âyet-i kerîmesinden bunu net olarak anlıyoruz:
67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın bizi neden yarattığının sırrı açıkça ortadadır. Allahû Tealâ ezelde hepimizi bir araya getiriyor. Nasıl? Allahû Tealâ Âdem (A.S)’ın sırtından zürriyetini, bütün Âdemoğullarını bir araya getiriyor ve diyor ki:
7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

“e lestu birabbikum: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
kâlû: Dediler ki;
belâ: Evet.”

Hepimiz oradaydık ve hepimiz Allahû Tealâ’ya “Evet.” dedik. Bunun hiç istisnası yok, ezeldeki elest bezminde herkes oradaydı ve Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine herkes cevap verdi. “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.”
Onun üzerine Allahû Tealâ buyurdu ki: “Ben sizin Rabbiniz olduğuma göre ey nefsler! Ben sizlerden yemin istiyorum, Bana teslim olacağınıza dair. Yani nefsinizdeki bütün afetleri yok edeceğinize dair, tasfiye olacağınıza dair.
Ey fizik vücutlar! Sizlerden ahd istiyorum; Bana teslim olacağınıza, teslim olarak Benim kulum olacağınıza dair.
Ey ruhlar! Sizlerden de misak istiyorum; Bana fizik vücudunuz hayattayken geri dönüp Benim Zat’ımda yok olmanız için, ifna olmanız için.” 
İşte böyle bir dizaynla Allahû Tealâ bizim üç vücudumuza da sesleniyor ve diyor ki: “Sözlerimi işittiniz mi?” Hepimiz elest bezminde Allahû Tealâ’ya, “İşittik.” diyoruz. Allahû Tealâ da buyuruyor ki: “Öyleyse itaat edin.”
5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah'ın, sizin üzerinizdeki ni'metini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misakını hatırlayın. Allah'a karşı takvâ sahibi olun, muhakkak ki O, göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.
Yani ruhlar, nefsler ve vechler Allah’a verdikleri yemin misak ve ahdi gerçekleştirmekle vazifeliler. Bu durumda, üzerimize aldığımız yeminleri gerçekleştirmemiz söz konusudur.
İşte sevgili kardeşlerim, böyle bir olayda Allahû Tealâ’nın iradesi de devreye giriyor ve bizim irademizden onun da Allahû Tealâ’ya teslim olması konusunda misak alıyor. Bu, Allah’ın ahdidir.
İrademizin Allah’a teslimi, Allah’ın ahdidir. Bizim mutlaka gerçekleştirmemiz lâzım gelen bir husustur. Şimdi biz diyoruz ki: “Allahû Tealâ bizi Allah’a kul olalım diye yaratmış ve Allahû Tealâ bunu açıkça üzerimize farz kılmıştır.”                                    
Yasin Suresinin 60 ve 61. âyetlerinde buyuruyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.

İşte Allahû Tealâ’nın bizi yaratmasının arkasında aslî faktör olarak bu emir vardır; Allah’a kul olma emri, şeytanın hegemonyasından kurtulmak, şeytanın hâkimiyetinden kurtulmak ve Allah’a kul olmak. Bu hedefe dayalı olarak yaratılmışız. Allahû Tealâ sadece bu hedefe yönelenleri sever ve Allah onların dostu olur ama bu hedefe yönelmeyenleri sevmez. Onlar, tagutun yani insan ve cin şeytanların kulu olurlar. 
Fatiha Suresine baktığımız zaman Allah’ın bizi gerçekten kul olarak yaratmak istemesi çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü Fatiha Suresinde diyoruz ki (Fatiha Suresi bizim Allah’a müracaatımızdır, Allah’a yakarmamızdır.):
1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm.
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.
1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah'adır.
1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi).
Rahmân'dır, Rahîm'dir.
Rahmân esması sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlere teceli eder. Allahû Tealâ onun ötesine tesir sahası oluşturmamıştır.
1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dînî).                                                             Dîn gününün mâlikidir.
Dîn günü, ruhun Allah’a ulaştığı gündür. Dünya hayatını yaşarken kim Allah’a ulaşmayı dilerse, ruhu o kişinin vücudundan ayrılır; seyr-i sülûk isimli bir yolculukla Allah’a ulaşır. Ulaştığı gün dîn günüdür. Ama aynı zamanda dîn gününü Allahû Tealâ kıyâmet günü için de kullanıyor. Aynı zamanda dîn gününü mürşide tâbî olduğumuz gün için de kullanıyor. Öyleyse Allahû Tealâ’nın kullandığı bu muhtevada kişinin dîn gününün sahibi olması, Allah’a kul olmasıyla paralel bir olgudur.  
Demek ki ruhumuzun Allah’a ulaşması, Allah’a ulaşmayı dilemesi farzdır. Bu 1. davettir. Ruhun Allah’a ulaşması da farzdır. Bu da 2. davettir. 3.’sü fizik vücudumuzun Allah’a teslimi, 4.’sü nefsimizin Allah’a teslimi, 5. de irademizin de Allah’a teslimidir.
Allahû Tealâ’nın dizaynına baktığımız zaman, ruhumuzu ölmeden evvel Allahû Tealâ’ya mutlaka teslim etmek mecburiyetinde olduğumuzu görüyoruz. Sonraki safhada fizik vücudumuzu, nefsimizi de teslim etmek mecburiyetindeyiz. Ama teslimlerde çok büyük bir farklılık vardır. Nefsimizi Allah’a teslim etmemiz, hiçbir zaman nefsimizin vücudumuzdan ayrılıp Allah’a ulaşması demek değildir. Nefsimiz yine aynı özelliklerle yaşamaya devam eder. Yalnız muhtevasındaki bütün afetler yok olmuştur. Nefsimizin ve irademizin Allah’a teslimi vardır.
İslâm merdiveni 28 basamaktan oluşur. 3. basamak Allah’a ulaşmayı dilemektir. 4. basamakta Allahû Tealâ Rahmân esmasıyla tecelli eder. 5., 6., 7. basamaklarda gözlerimizi görür hale getirir, kulaklarımızı işitir hale getirir, kalbimizi idrak eder hale getirir. Ve bize 7 tane furkan verir. Böylece her furkanda sevap hanemize rakamlar yazarak günahlarımızı tamamen örter. 7 tane furkanla günahlarımız tamamen örtülür. Görmeyen gözler görmeye, işitmeyen kulaklar işitmeye, idrak etmeyen kalpler idrak etmeye başlar. Çünkü kalbimize Allahû Tealâ ihbat koyar. Biz muhbit oluruz. Yani idrak edebilen bir hüviyete gireriz. Ruhumuz Allah’a geri dönüp ulaşmak mecburiyetindedir. Nefsimiz de tezkiye olmaya mecburdur. Allahû Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).
Ruhumuzun da nefsimizin de fizik vücudumuzun da ezelde Allah’a verdiği yeminler vardır: Yemin, misak ve ahd. Daha sonra irademizin teslim olayı ile karşılaşacağız. Ama şu anda bizi alâkadar eden, ruhumuzla nefsimiz arasındaki ilişkidir. Ruhumuzla nefsimiz arasındaki ilişkiye dikkatle baktığımız zaman şunu görürüz. Ruhumuz Allah’a ulaşmak mecburiyetindedir. Bu üzerimize 12 defa farz kılınmıştır. Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a yönelmek ve Allah’a ulaşmak…
Peki, nefsimiz neyle emr olunmuştur? Tezkiye olmakla. Nefsimiz tezkiye olacaktır. Yani afetlerinden temizlenecektir. Tasfiye olacaktır, hiç afet kalmayacaktır. Tezkiye, nefsimizin kalbinin yarı yarıya afetlerden kurtulmasıdır. Ruhumuzla alâkalı olan kesim de buraya kadardır. Baştan başlayarak nefsimizle ruhumuz arasındaki ilişkileri irdeleyelim ve sona gidelim. 1. basamakta olayları yaşarız, herkes yaşar. 2. basamakta olayları değerlendiririz, herkes değerlendirir. Bu değerlendirme sırasında yaşantımızı Allahû Teâlâ devamlı kontrol altında tutar.
Her sene bizi birkaç defa musîbetlerle imtihan eder. Bu musîbetlere karşı nasıl davranıyoruz? Ve de bundan daha önemlisi Allahû Teâlâ’nın bizi dikkatle izlemesidir. Acaba biz kendimiz Allah’ın yoluna ulaşmayıp da, Allah’a ulaşmayı dilemeyip de başka insanları da Allah’ın yolundan uzaklaştırmaya çalışıyor muyuz?
Eğer böyle bir olay varsa, Allahû Teâlâ o kişiyi asla seçmez. Seçilmeyenler bunlardır. Kendileri Allah’a ulaşmayı dilemeyen, ama başka insanların da Allah’a ulaşmasına mani olanlar. Allahû Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
İşte bu insanları Allahû Teâlâ seçmez. Allahû Tealâ bir başka âyeti kerîmede de şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
İndirdiğimiz o beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya), onlara, hem Allah lânet eder hem de lânet ediciler lânet eder.
Birtakım insanlar vardır ki bunlar seçilmezler. Seçilmeyenler Allah’ın lânet ettiği insanlardır. Onlar, başka insanları da Allah’ın yolundan men ederler. Geri kalanların hepsi seçilir. Çok sayıda insan seçilir. Ama bu seçilenlerin %10’undan daha azı Allah’a ulaşmayı diler. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o 3. basamaktadır. 2. basamakta seçilir.  
İşte 2. basamakta seçilenlerden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, sadece onlar emaneti Allah’a teslim etmek üzere harekete geçenlerdir. Bu dünya hayatını yaşarken, hayattayken. Allahû Teâlâ buyuruyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
Allah’a ulaşmayı dilemek serbest irademizle yapılan bir bir dilek olduğu için en büyük önemi arz etmektedir. “Rabbinize yönelin, Rabbinize ulaşmayı dileyin, ruhunuzu Rabbinize ulaştırmayı dileyin ve O’na teslim olun.” Ulaştırmayı dilediğiniz yer 3. basamaktır. 22. basamakta ruhunuzu teslim edeceksiniz. 25. basamakta fizik vücudunuzu teslim edeceksiniz. 26. basamakta nefsinizi teslim edeceksiniz.
Kişi eğer Allah’a ulaşmayı dilemezse 3. basamağa hiçbir zaman ulaşamaz. Serbest iradesi ile kalben “Yarabbi bana emanet olarak vermiş olduğun ruhu sana ölmeden evvel ulaştırmak istiyorum” diye samimi bir dilekle dileyen kişi 3. basamağa ulaşır.
Allah bizi o kadar çok seviyor ki. Sadece bir tek dileğiniz, Allah’a ulaşmayı dilemeniz, kurtuluşunuz için yeterlidir. Burada Allahû Tealâ anında bu talebin sahibi olan kişiyi işitir, bilir ve görür. Ve Râhmân esmasıyla tecelliye başlar, 4. basamak. Ve bu tecelli o kişide 7 tane sonuç oluşturur. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Bu noktada kişiye 7 tane furkan verilir.
1.Allahû Teâlâ o kişinin görme hassasının üzerindeki gışaveti, perdeyi kaldırır.
2.Gözlerinin üzerindeki hicab-ı mestureyi alır.
3.Kulaklarındaki vakrayı alır.(Enam-46)
4.İşitme hassasının mührünü açar.
5.Kalpteki mührü açar.
6.Kalbin içindeki ekinneti ve küfrü alır. Ekinnet ile beraber küfür de kalpten alınır.
7.Allahû Teâlâ o kişinin kalbine ihbat koyar.(Hacc-54)
İşte bunlar 7 tane furkan oluşturur. Ne oldu? Kişi bu her bir furkan alışında günahların 7 de 1’i örtülür. Bu 7 tane furkanı verdiği zaman, Allahû Tealâ o kişiye 7 defa derecat kazandırır. Ve kişinin kazandırdığı dereceler, kaybettiği derecelere eşittir. Öyleyse Allah’ın herkeste, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra oluşturduğu derecat, onlara verdiği günahların örtülmesi imkânı farklıdır. Herkes ne kadar derecat kaybetmişse Allahû Tealâ ona o kadar derecat hediye eder. Ne olur? Kişinin günahlarını örter.
Ve 7 furkan birkaç dakika içinde bu kişiye teslim edilir. Görmeyen gözleri görmeye, işitmeyen kulakları işitmeye ve idrak etmeyen kalbi idrak etmeye başlar. Kişi 7. basamaktadır.
Bir kimse Allah’a ulaşmayı dilediği andan itibaren artık dalâlette değildir. Hidayet üzeredir. Artık küfürde değildir, mü’min olmuştur. Kalbindeki küfür kelimesi dışarı alınmıştır. Kişinin kalbine Allah’a ulaşmayı dilediği an îmân girmiştir. Kalbine îmân yazılmamıştır, îmân girmiştir.
Sonra Allah o kişinin kalbine ulaşır. Kalbinin mührünü Allah’a çevirir, göğsünden kalbine bir nur yolu açar ve kişi zikretmeye başlar. Zikrettiği zaman Allahû Teâlâ’dan gelen rahmetle fazl kişinin göğsüne gelir. O yarılmış olan göğüsten içeri girerek kalbine ulaşır. Rahmetle Fazl isimli 2 tane nur. Bu nurlar Allah’ın zikri ile gelir. Bunları taşıyan nur ise Salevattır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
Bu ruha hitaptır, farzdır. Ama görülüyor ki; ruhu Allah’a ulaştırabilecek olan şey, Allah’ı zikretmektir. Öyleyse Allah’ın zikri asıldır. Zikredecek olan fizik vücudumuzdur. Böyle bir dizayn da Allah’ın zikri neyi sağlar?
Kişinin nefsinin kalbine rahmetle fazlın ulaşmasını sağlar. Kalbe henüz îmân yazılmadığı için fazl kalbin içine çekilemez. Kalpte çekim kuvveti yoktur. Ama rahmet nurları kalbe sızarlar, kalbe girerler. Ve kalbe giren rahmet nurları %2 nispetinde orada yerleşirler. Bu nokta o kişinin huşûya ulaştığı noktadır.
Nefsin kalbinde %2 rahmet nuru oluşmuştur. Kişi huşûya ulaşmıştır. Huşûya ulaşınca Allahû Tealâ o kişiye bir yetki verir. O kişinin hacet namazı kılması halinde mürşidi Allahû Tealâ tarafından kendisine mutlaka gösterilir. Allahû Tealâ irşad makamını hacet namazıyla Allah’tan istememizi “vesteinü- İstianeyi isteyin” buyurmakla bizlere emretmektedir.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Bu emrin yerine getirilmesi için, kişinin hacet namazını kılması lâzımdır. Ama hacet namazını kılıp da onu görebilenler huşûya ulaşanlardır. Huşûya da burada ulaşılır. Nefsin kalbinde %2 rahmet birikimi gerçekleştiği zaman. Ve kişi hacet namazını kılar, mürşidini görür. Ona ulaşıp tâbî olduğu taktirde Allahû Tealâ’dan tam 7 tane nimet alır.
1. nimet, devrin imamının ruhunun Allahû Tealâ tarafından o kişinin başının üzerine gönderilmesidir.
2. nimet, kalbe îmân yazılmasıdır.
3. nimet, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1’e 10’ dan 100’e çıkarılarak derecat sisteminin değişmesidir.
4. nimet, ruhun Sıratı Mustakîm üzerine çıkmasıdır.
5. nimet, fizik vücudun Allahû Teâlâ’ya kul olmaya başlamasıdır.
6. nimet, nefis tezkiyesinin başlamasıdır.
7. nimet, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.
7 tane nimeti alan bu kişinin ruhu Allah’a ulaşabilmesi için vücudundan ayrılmıştır. Devrin imamının yardımı ile gök katlarındaki kapılarını açması lâzımdır. Böyle bir yetki ile mücehhez olmuştur. Ve bunu yapmak mecburiyetindedir. Ama fizik vücut nefs tezkiyesine başlarsa bu mümkündür.
Kişinin Mürşide tabi olduktan sonra yaptığı zikir artık Allah’ın katından gelen salevat rahmetten sonra bir de salevat fazl isimli nur da aynı yolu takip ederek bu kişinin göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır.
Allah’ın yarmış olduğu, şerh etmiş olduğu yerden girer ve kişinin kalbine ulaşır. Kalbin mührünün üzerine baskı yaparak, mührü zülmanî kapıya kadar indirir ve zikir boyunca hep oraya Allah’ın rahmeti fazlı ve salâvâtı geleceği için baskı oluşturur. Bu mührün üzerinde aşağıdan zorlayan şeytanın zülmanî karanlıkları o kişinin kalbine giremez. Ve kalbin içine ulaşan salevat rahmet ve salevat fazl nurlarından sadece fazıllar, îmân kelimesiyle ters manyetik alana sahip oldukları için birbirlerini çekerler ve kalbin duvarına Allah’ın yazdığı îmân kelimesinin etrafında fazıllar birikmeye başlarlar. İşte bunun adı nefs tezkiyesidir.
Nefsin tezkiye edilmesiyle ruhun Allah’a ulaşması arasında tam bir paralellik söz konusudur.
Sevgili kardeşlerim, görüyoruz ki Ahd müessesesi, Allah ile olan ilişkilerimizde önemli bir yer işgal eder. Ruhlar biz hayattayken, dünya hayatını yaşarken, ruhumuzu Allah’a ulaştıracağımıza dair Allah’a misak veriyor. Fizik vücutlar, biz dünya hayatını yaşarken, fizik vücudumuzu Allah’a teslim edeceğimize dair ahd veriyor. Nefsler ise Allahû Tealâ’ya nefsimizi Allah’a teslim edeceğimize dair yemin veriyor.

Peki burada her şey bitiyor mu? Hayır, bitmiyor. Âyeti kerîme “İşittik ve itaat ettik. Dediniz.” diyor. Allahû Teâlâ’nın ”Sözlerimi işittiniz mi?” talebi üzerine diyoruz ki: “semi’nâ: İşittik.” Allahû Teâlâ da ruhumuzdan, vechimizden, nefsimizden; ruhumuzu, vechimizi ve nefsimizi Allah’a teslim edeceğimize dair yemin, misak ve ahd istiyor. Biz de bu yemini, misak ve ahdi veriyoruz, emre itaat ediyoruz.

Herşey bitiyor mu? Hayır, bitmiyor. Bu noktadan sonra olay devam ediyor ve farklı bir olayla karşı karşıya kalıyoruz. Allahû Teâlâ’nın İlâhi İradesi devreye giriyor ve bizim irademize sesleniyor: “Senden de misak istiyorum. Sen de bana teslim olacaksın.” diyor. İrademiz de Allahû Teâlâ’ya Allah’a teslim olması konusunda misak veriyor.

Öyleyse ruhumuz Allah’a misak vermiş ama irademiz de irademizin Allah’a teslimi sadedinde Allah’a misak vermiş. İşte bu misak a baktığımız zaman, bu iradenin teslimi misakının gerçekleşebilmesi, önce ruhumuzun sonra fizik vücudumuzun, sonra da nefsimizin Allah’a teslim olmasını gerektirir. Bu üçü Allah’a teslim olmamışsa,  irademizin Allah’a teslimi hiçbir zaman mümkün değildir.

22. basamakta ruhumuz Allah’a teslim olur, Allah’ın Zat’ında yok olarak. 25. basamakta fizik vücudumuz Allah’a teslim olur. 26. basamakta nefsimiz Allah’a teslim olur. 28. basamağın 4. kademesinde irademiz Allah’a teslim olur. 28. basamağın 5. kademesinde ise irşada memur ve mezun kılınırız. Böylece Allah’a verdiğimiz yeminimizi de misakimizi de ahdimizi de irademizin Allah’a verdiği misaki de gerçekleştiririz.

Peki, hepsi bu kadar mı? Hayır. Allahû Tealâ bir de bizden ahd istiyor. İşte Allahû Tealâ’nın bizden istediği bu ahd ın adı, Ahdillahi; ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi Allah’a teslim etmemizi bütünüyle emreden bir müessesedir.                                                                                 

Ne olmuştu? Ruhumuz teslim olacağına dair Allah’a misak vermişti. Fizik vücudumuz ahd vermişti, nefsimiz yemin vermişti. Bunları yerine getirmek yeminimizi, misakimizi ve ahdimizi yerine getirmekti.

Bunların ötesinde Allahû Tealâ irademizden misak istiyor, irademizi Allahû Tealâ’ya teslim etmek için. Her birisi ait olduğu asıldan isteniyor. Ruhtan isteniyor, fizik vücuttan isteniyor, neftsen isteniyor ve iradeden isteniyor. Peki, bunların hepsinden birden istenen bir yemin var mı? Böyle bir yemin türü var, onun da adı ahd; ruhumuzun da vechimizin de nefsimizin de irademizin de Allah’a teslimi emri.  

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’inde bu konuları muhteşem bir şekilde açıklamıştır. Nasıl biz Allah’a yemin misak ve ahd vermişsek, arkasından irademiz Allah’a bir de misak vermişse, arkasından dört tanesi birden Allahû Teâlâ’ya ahd vermişlerse, toplamı birden hepsi bir arada iken Allah’a verdikleri yeminin türü ahddir.

Allahû Teâlâ’nın cephesinden de duruma bakıyoruz. Allahû Teâlâ buyuruyor:

6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.

6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.

Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’ın ahdini ifa edin, yerine getirin. İşte bu Sıratı Mustakîm’dir. Sıratı Mustakim’e tabi olun ve müşriklerden olmayın.” Ama âyeti kerîme orada bitmiyor ve şöyle devam ediyor: “Allah’ın vasiyetini yerine getirin ki takva sahibi olasınız. İşte bu takva, son takvadır. Sakın Allah’ın Sıratı Mustakîm’inden ayrılmayın. Sıratı Mustakîm’in üzerinde olun.”

Burada Allah’ın ahdi ve vasiyeti geçiyor. Konuyu incelediğimiz zaman şunu görüyoruz: Allah’ın ahdi, sadece irademizi Allah’a teslim etmemiz için Allah’ın bizden aldığı misaktir. İrademizin Allah’a teslim olmak konusunda Allah’a verdiği bizim misakimiz, Allah’ın ahdini oluşturuyor.

Allah’ın vasiyeti ise bizim ahdimizi oluşturuyor. Ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi hepsini birden Allah’a teslim etmemiz Allah’ın vasiyetidir. “O vasiyeti yerine getirin ki asıl takvanın sahibi olasınız.” diyor Allahû Tealâ.

Bu takva, bihakkın takvadır, takvaların en üst kademesidir. Ruhun da vechin de nefsin de iradenin de Allah’a teslimini ifade eder.

Allahû Tealâ insanların Allah’a verdiği misaklerini ve yeminlerini yerine getirmelerini istiyor. İnsanların Allah’a verdiği yeminler, ruhumuzun, vechimizin ve nefsimizin Allah’a verdiği yeminlerdir. Buna irademizin Allah’a verdiği misak eklendiği zaman, bu hepimizin ahdi oluyor. Bu ahd ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin Allah’a verdiği yemin, misak, ahd ve misakin bütününü içeriyor ve sadece ahd adını alıyor. Dört teslim birden içeriyor: ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi. 
Allah cephesinden baktığımız zaman bu, Allah’ın bize olan vasiyetidir. “Böyle olun ki; Allah’ın vasiyetini yerine getirin ki bihakkın takvaya ulaşasınız.” diyor. Nihai takvaya ancak böyle ulaşılabiliyor.

Ra’d Sûresinin 20. ve 21. âyetlerine bakıyoruz. Allahû Tealâ burada da konuya aynı standartlarda açıklama getirmiş.


13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi: Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler.”
Ellezîne: Onlar ki;
Yûfûne: İfa ederler,
bi ahdillâhi: Allah’ın ahdini.

Yani iradelerini Allah’a teslim ederler. Allah’ın ahdi, irademizi Allah’a teslim etmekti. “Allah’ın ahdini ifa ederler ve iradelerini Allah’a teslim ederler.”

“Ve lâ yenkudûnel misâk: Böylece misaklerini bozmazlar.”

İşte her kim Allah’ın ahdini ifa ederse, misakini bozmaz. Allah’ın ahdi neydi? İrademizin Allah’a teslimiydi. Bizim irademizin Allah’a verdiği misak neydi? İrademizin Allah’a teslimiydi. Öyleyse Allah’ın ahdini yerine getiren kişi, iradesini Allah’a teslim eden kişidir. Ve iradenin Allah’a teslimi, bizim irademizin Allah’a verdiği misaki ifade eder. Allah açısından da irademizin teslimini isteyen emir, Allah’ın ahdidir.

Öyleyse âyet-i kerime son derece açık bir şekilde bunu içeriyor. Ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin Allah’a tesliminin hepsini değil, irademizin Allah’a teslimini içeriyor. Ama ne var ki ruhumuzu, vechimizi ve nefsimizi Allah’a teslim etmezsek irademizi hiçbir şekilde Allah’a teslim etmemiz mümkün değildir. Ne diyor Allahû Tealâ: “Onlar Allah’ın ahdini ifa ederler ve misaklerini bozmazlar.”

Allah’ın ahdi, irademizin teslimi; misakimiz, irademizin teslimi. Allah’ın ahdini ifa eden, iradesini Allah’a teslim etmiştir. Ama daha evvel mutlaka ruhunu, vechini, nefsini Allah’a teslim etmiş olması da asıldır.

Burada “ve lâ yenkudûnel misâk:  Onlar misaklerini bozmazlar.” sözü, bir sonraki âyet-i kerimede çok güzel bir netice değişikliğine sebebiyet veriyor. Allahû Tealâ “Onlar misaklerini bozmazlar.” dedikten sonra, Rad Suresi 21. âyette diyor ki:

Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale: Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi yani ruhlarını O’na ulaştırırlar.”

Ruhlarını Allah’a ulaştıran bu insanlar ne yapmışlar? Misaklerini bozmamışlar. Ne demiştik? Ruhumuz Allah’a ezelde misak vermiş, sadece ruhumuzun Allah’a teslimi konusunda. Fizik vücudumuz Allah’a ahd vermiş, fizik vücudumuzun Allah’a teslimi konusunda. Nefsimiz Allahû Tealâ’ya yemin vermiş, Allah’a nefsimizin teslimi konusunda. Ruhumuzun yemini misak, fizik vücudumuzun yemini ahd ve nefsimizin yemini yemin. Buradan, Allahû Tealâ Rad suresi 20. Âyet-i kerimede “Onlar misaklerini bozmaz.” dedikten sonra ruhumuzun misaki çıkıyor ortaya.

Allahû Tealâ “Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar, misaklerini bozmazlar. Misakleri, ruhlarını Allah’a ulaştırmaktı. Onu gerçekleştirirler.” diyor. “Onlar Allah’a, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi O’na, Allah’a ulaştırırlar.” diyor.

Öyleyse irademizi Allah’a ulaştırmak gibi ruhumuzu Allah’a ulaştırmak gibi bir temel görevimiz var. Bu, ruhumuzun Allah’a ulaştırılmasıdır. Adı da misaktir. Öyleyse Rad Suresinin 20. âyet-i kerimesindeki “Ve onlar misaklerini bozmazlar.” ile 21. âyet-i kerimeyi birleştirdiğimiz zaman ruhumuzun misaki ortaya çıkıyor. Ama Rad Suresinin 20. âyet-i kerimesini tek başına alırsak, o zaman da irademizin misaki ortaya çıkıyor. İkisi, birbirinden çok farklı iki hüküm doğuruyor.

Allahû Tealâ’nın indinde herşey en güzel standartlarda oluşuyor. Âyet-i kerimenin devamında Allahû Tealâ diyor ki:
“Onlar Allah’ı, Allah’ın vechini dileyenlerdir. Onlar misaklerini bozmazlar.”
“Ve yehâfûne sûel hisâb: Kötü hesaptan korkarlar yani kazandıkları derecelerin kaybettikleri derecelerden az oluşundan korkarlar.”
Ve yahşevne rabbehum: Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar.”
Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim: Onlar sabırla Allah’ın Zat’ını dileyenlerdir.”

İşte sevgili kardeşlerim, bu âyette bulunan, bu Allah’ın Zat’ını dileme müessesesi, iki nevi dilemeyi ifade eder.

1- Allah’ın Zat’ına insan ruhunun ulaşması, 21. basamaktaki bir olaydır. Allah’a ulaşmayı dileriz. Mürşidimize ulaşıp tâbî oluruz ve 7 safhada ruhumuzu Allah’a ulaştırırız. 7 tane gök katı aşar ruhumuz ve Allah’a ulaşır. Ruhumuzu Allah’a ulaştırmak,  Allah’ın Zat’ını dilemeyi ifade eder.

2- Ama bir de Allah’ın Zat’ını görmek üzere Allah’ı dilemek vardır. Bu dilek, Allah’ın Zat’ını böyle dilemek, en son basamağı ifade eder; 28. basamağın 5. kademesini.

Öyleyse 28. basamağın 5. kademesi, iradenin Allah’a teslimi bize neyi sağlar? Allah’ın Zat’ını görmeyi sağlar. Öyleyse Allah’ın Zat’ı görülebilir mi? Evet, görülebilir ama bu gözlerle değil, baş gözleriyle değil, kalp gözüyle. Allahû Teâlâ iradesini Allah’a teslim eden kişiye rüyetullahı nasip eder; Allah’ın Zat’ının görülmesini.

İşte Allah ile olan ilişkilerimizde muhtevaya baktığımız zaman gördüğümüz şey nedir? Gördüğümüz şey, Allah’ın Zat’ını dilemek iki safha içerir:

1. safhada Allah’ın Zat’ına insanın ruhu ulaşır. Bu Allah’ı dilemenin 1. safhasıdır. Son safhada ise Allah’ın Zat’ı görülür. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allah’a ulaştıktan sonra, daimî zikre ulaşmayı Allahû Tealâ ona nasip kılmışsa, o kişi mutlaka iradesini Allah’a teslim edecektir ve irşad makamının sahibi olacaktır.

O noktadan sonra olaylar birbirini takip eder. Kişi Allahû Teâlâ’dan tam 19 mertebe müzeyyen olma müessesesini, Allah’ın kendisine ihsan etmesini bekleyerek bu istikamette Allah’a devamlı taleplerle ulaşır. Zikrini arttırmıştır, Allahû Teâlâ onun günahlarını örtmüştür, salâh nuru vermiştir, günahlarını sevaba çevirmiştir ve onun iradesini teslim almıştır. Ardarda bu olaylar vücuda gelir ve kişi iradesini de Allah’a teslim eder.

Görülüyor ki Allahû Teâlâ hem iradenin Allah’a teslimini hem ruhun Allah’a teslimini misak adıyla öyle ustaca kullanmış ki; konunun başı ile sonu arasında tam bir denge, tam bir ahenk kuruluyor.

Rad Suresi 20. âyet-i kerimesini bütün olarak alanlar için Allah’ın Zat’ının görülmesi söz konusudur. Rad Suresinin 20. âyet-i kerimesinin “Onlar misaklerini bozmazlar.” kesimini Rad Suresi 21. âyet-i kerimesindeki “Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.” ifadesiyle birleştirirseniz, o zaman yine Allah’ı dilemek söz konusudur ama bu Allah’a ruhu ulaştırmayı dilemek şeklindedir.

Rad Suresi 20. âyet-i kerimesininAllah’ın Zat’ının görülmesini de ifade ettiğini nereden anlıyoruz? Rad Suresinin 21. âyet-i kerimesinden sonra 22. ve 23. âyet-i kerimelerine baktığımız zaman; Allahû Tealâ o kişilerin gideceği yerden bahsettiğini görüyoruz: “Onlar Adn cennetlerine girerler.” diyor.





13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı ve Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
13/RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.

Burada Allahû Tealâ iradelerini de Allah’a teslim eden o kişilerden bahsediyor. Onlardan her zaman “Onlar kötülüğe iyilikle mukabele edenlerdir.” şeklinde bir bahisle bahsediyor.

İşte burada bir sonuç var. Allahû Tealâ muhteşem bir statü içinde, hem ruhumuzu Allah’a ulaştırmaya misak adını vermiş, bizim Allah’a verdiğimiz misakimiz olarak değerlendiriyor. Hem de sadece irademizin teslimine de yine misak diyor. Hem fizik vücudumuzun Allah’a teslimine ahd diyor. Hem de Allahû Tealâ bizim ahdimize ruhumuzu, vechimizi, nefsimizi ve irademizi, hepsini birden teslim ettiğimiz bir statü içinde bir açıklamayı getiriyor.

Allahû Tealâ bir de verilen misaki bozanlardan haber vermektedir:

13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (Allah'a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah'a misak verdikten sonra) Allah'ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim etmezler). Ve Allah'ın, O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah'a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm'e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.

Allahû Tealâ’nın indinde öyle bir muhteşem dizayn kurulmuş ki; âyetlerin muhtevasına baktığımız zaman, her âyette birbirini tamamlayan bir açıklama buluyorsunuz ve karmaşık olan hüviyet, neticede çok açık bir hüviyete dönüşüyor.

İşte bu yemin, misak ve ahd müessesesi de iki ahd, iki misaktan oluşan, bir de yeminden oluşan, Kur’an-ı Kerîm’in açıklamalar dizisidir. Ancak Allahû Tealâ açıklamayı yaparsa aydınlanır. Yoksa insanlar çok karmaşık mefhumlar olarak değerlendirir.

Allahû Tealâ Ali İmran Suresinin 76. âyet-i kerimesinde: “Kim yeminlerini ve ahdini ifa ederse.” diye bir ifade kullanıyor.

3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.

Yeminleri, ruhun, vechin, nefsin teslim edilmesini ifade ediyor. Yemin, misak ve ahd. “Allah’ın ahdini” deyince Allahû Tealâ, yemin, misak ve ahdin arkasından Allah’ın ahdi geliyor yani irademizin teslimi geliyor.

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.
İşte emanet iade edilmiştir. Allah’a tevdi edilmiştir: 21. basamak. 22. basamakta, o kişinin ruhu Allah’ta yok olur. Artık ruhu göremezsiniz. O Allah’ta fani olmuştur. Rehine hâlâ rehinedir. Sonra Allahû Tealâ kişiye bir altın taht ihsan eder: 23. basamak. Kişi daha sonra zühd sahibi olur: 24. basamak. Nefsinin kalbinde Allah’ın nurları %80’i aşınca, kişinin fizik vücudu da Allah’a teslim olur. Ve 25. basamakta fizik vücudun Allah’a teslim olmasıyla nefs emanet olur. Ve 26. basamakta nefs de Allah’a teslim olur. Ulûl’elbab makamında ona yerlerin melekûtu gösterilir.
Kişinin nefsinin kalbi 7 kademe müzeyyen olur: Ulûl’elbab makamı. İhlâs makamında göklerin melekûtü gösterilir. 7 defa daha müzeyyen olur. Kişi Tövbe-i Nasuh’a davet edilir. Salâh makamında, tâbî olduktan sonraki günahları örtülür, sâlah nuru verilir ve örtülen günahları sevaba çevrilir. Kişiye mağfiret edilir.  Emanet olan iradesini de Allahû Tealâ, Kendi iradesine bağlar, emaneti kabul eder. Ve serbest irade de Allah’a teslim olur. 5 defa daha müzeyyen olan kalp, toplam 19 defa müzeyyen olur. Ve kişinin emaneti artık irade olur. Ve teslimler burada biter. Allah’a verdiğimiz yemin, misak ve ahdimizi ifa etmiş oluruz inşallah.


Allah razı olsun.