Hz. İbrahim’in Hanif Dîni
Yüce
Rabbimiz bütün insanların mutluluğu için dîn olgusunu dizayn etmiştir ve bütün
insanların hem bu dünyada mutlu olmalarını, hem de kıyâmetten sonra da ahirette
mutlu olmalarını istemektedir. Bu sebeple Allah, bir tek dîn dizayn etmiştir.
Allah’ın dîn’inde bir değişiklik yoktur. Allah’ın tek bir dîni vardır ve o
dînin adı hanif dînidir. Arapça adıyla islâm, Türkçe adıyla teslim dinidir. O
da babamız İbrâhîm (A.S)’ın dînidir.
Hz. Musa’nın dîni, Hz İsa’nın dîni, Peygamber Efendimiz
(S.A.V)’in dîni; hepsi Hz. İbrâhîm’in dîni olan hanif dînidir. Aralarında dînin
temelleri dikkate alındığında hiçbir farklılık yoktur. Hz. İbrâhîm’in hanif
dîni aynı zamanda İslâm dînidir. Ondan evvel Hz. İsa’nın dînidir. Ondan evvel Hz.
Musa’nın dînidir. Hz. Musa’dan evvel de Hz. İbrâhîm’in dînidir.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke
ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi
men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a
vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta
tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya
ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı.
Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor
geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır
(ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Hz. Nuh’a, Hz. İbrâhîm’e verdiğimiz,
Hz. Musa ve Hz. İsa’ya indirdiğimiz şeriatı Sana vahyetmek suretiyle size de
şeriat kıldık (yani sana ve senin sahâbene de şeriat kıldık). Dîni ayakta tutun
ve fırkalara ayrılmayın.” diye buyuruyor Allahû Tealâ.
‘Dîni ayakta tutun ve fırkalara ayrılmayın diye" ifadesi, dînin daima
kıyamda kalmasını ifade eder. Rûm Suresinin 30. âyet-i kerimesinde Allahû
Tealâ: “Dînin kıyamda olan (kayyum) dîn olduğunu, ezelî ve ebedî dîn olduğunu.”
söylüyor. Allahû Tealâ Rûm-30'da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki:
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî
fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu
ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et,
Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla)
yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak,
ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
“Hanif olarak vechini dîne ikame et, (dîni ayakta tutmak üzere) o dîn ki;
kayyum olan dîndir (yani ezelden ebede devam edecek olan dîndir). Sen hanifsin
ve Biz bütün insanları hanif fıtratıyla yarattık. Allah'ın ne hanif fıtratıyla
yaratmasında ne de dînin kayyum olmasında bir değişiklik göremezsin.”
Hem insanlar hanif dîniyle (hanif fıtratıyla) yaratılır hem
de dîn, hanif dînidir. Allah'ın ne dîni değiştirmesi mümkündür ne de insanları
değiştirmesi söz konusudur. İkisini de değiştirmeyeceğini.’ söylüyor, Allahû
Tealâ. İşte görüyoruz ki asıl olan bir tek şeriattır; Hz. İbrâhîm’in hanif
dîninin şeriatıdır. İnsanlar da hanif dîni üzerine hanif olarak yaratılmıştır.
Dîn de sadece ve sadece hanif dînidir. İslâm dîni de hanif dîninin ta
kendisidir. Hz. İbrâhîm’in hanif dînine baktığımız zaman gördüğümüz şey, gayet
açık 3 esas söz konusu:
1.
Vahdet: Allah'ın tekliği.
2.
Tevhid: Tek bir dîn etrafında toplanan
insanlar. Allah'a ulaşmayı dilemekten irade teslimine kadar geçen, herşeyi
Allah'a teslim etmek üzere Allah'a ulaşmayı dileyen insanların tek bir fırkayı
oluşturması; tevhid. Bu ikinci faktör. Birinci faktör vahdet; Allah’ın tekliği.
İkinci faktör tevhid; sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek bir
topluluk.
3.
Teslim: Ruhun, vechin, (yani fizik vücudun)
nefsin ve iradenin Allah'a teslimi.
İşte bu, tek dînin Allah'ın değişik zaman aralarında Hz.
Musa’ya, Hz. İsa’ya ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e indirdiği Tevrat, İncil
ve Kur’ân’ın temelde aynı kitaplar olduğunu sizlere ispat etmek için buradayız.
İslâm dîninin özelliği 7 safha ve 4 tane teslimdir.
1. safha: Allah’a ulaşmayı dilemek. (3. basamak)
2. safha: Mürşide ulaşıp tâbiiyet. (14. basamak)
3. safha: Ruhun hayattayken Allah’a ulaşması (teslimi) (22.
basamak).
4. safha: Fizik vücudun Allah’a teslimi. (25. basamak) (2.
TESLİM)
5. safha: Nefsin teslimi. (26. basamak) (3. TESLİM)
6. safha: Muhlis olmak. (27. basamak) Ve irşad makamına tayin
edilmesi başkalarını irşad etmekle görevli oluşu.
7. safha: İradenin Allah’a teslimi. (28. basamak) (4. TESLİM)
İşte böyle bir dizayn söz konusu.
Allahû Tealâ kişiyi irşad makamına tayin ediyor, 7. kademede. Şimdi bakıyoruz;
Kur’ân’da acaba bunların hepsi farz kılınmış mı? Bakıyoruz ki hepsi farz.
Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ulaşmayı) dilemek farz mıdır? Allahû Tealâ Rûm
Suresinin 31. âyet-i kerimesinde diyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs
salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a
ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz
kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû
şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar,
dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar,
kendilerinde olanla ferahlanırlar.
“O’na yönel, (O’na ulaşmayı dile) ve O’na karşı (Allah'a karşı) takva sahibi
ol." Âyet-i kerime devam ediyor: "Ve namaz kıl ve müşriklerden olma.
O müşriklerden olma ki; onlar, dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri
kendi elindekiyle ferahlanırlar.”
İşte burada tek dînin esası çıkıyor ortaya. Bir; fırkalara ayrılanlar var; o
tek dinin dışında kalan ve çeşitli dînlere ayrılmış olan insanlar. Bu gün 72
inanç çeşidi bulunmuş vaziyette dünya üzerinde. Ama Rabbanî ve zülmanî toplum
olarak 72 tane inanç söz konusu. Şimdi İslâm dîninin temelini Kur’ân-ı Kerim
oluşturur. Herşey Kur’ân’a dayalıdır. Ve bakıyoruz ki 1. safha: Allah'a mülâki
olmayı dilemek Kur’ân’da farz kılınmış. Söylediğimiz âyet (Rûm Suresinin 31.
âyet-i kerimesi) onu söylüyor. O kadar mı? Hayır, Allahû Tealâ Zumer Suresinin
54. âyet-i kerimesinde de diyor ki:
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu
min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin
(ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na
(Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim
edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“O’na (Allah'a) yönel! (Allah'a
ulaşmayı dile) ve O’na teslim ol.” diyor. Allahû Tealâ Lokmân Suresinin 15.
âyet-i kerimesinde buyuruyor:
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ
leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’
sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ
kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında,
şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada
onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı
dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız
şeyleri size haber vereceğim.
“Kim Bana yönelmişse (Bana ulaşmayı
dilemişse) sen de onun yoluna tâbî ol.” diyor.
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’de Allah'a ulaşmayı dilemek farz. Bu kişi mürşidine
ulaşacaktır, 14. basamakta tâbiiyetini gerekleştirecektir. Kişinin mürşide
tâbiiyeti farz mı? Elbette farz. Allahû Tealâ Mâide Suresinin 35. âyet-i
kerimesinde diyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe
vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı,
teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak
vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha
erersiniz.
“Ey âmenû olanlar! (yani Allah'a
ulaşmayı dileyen mü’minler, bir defa daha takva sahibi olun.) Sizi Allah'a
ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin (yani mürşidinize ulaşıp ona tâbî
olun).” diyor Allahû Tealâ. Peki, demek ki mürşidimize ihsanla tâbî olmak
üzerimize farz. Kimdir mürşidine ihsanla tâbî olanlar? Allah’a mülâki olmayı
(ruhunu Allah'a ulaştırmayı) dileyenler, sadece onlar mürşidlerine ihsanla tâbî
olanlardır.
Ne olur sonra? Allahû Tealâ bizim üzerimize Rahîm esmasıyla tecelli eder ve 7
tane gök katını ruhumuza aşırtır. 7. gök katını aşan ruhumuz Sidretül
Münteha’dan Allah'a doğru yükselerek Allah'ın Zatı’nda yok olur. Peki, Allah'a
mülâki olmak farz mıdır? Allah'a ulaşmak farz mıdır? Evet, Allah'a
ulaşmak (Allah’a kavuşmak) üzerimize farzdır. İşte Allahû Tealâ bunu farz
kılıyor. Muzemmil Suresi 8. âyet-i kerime:
73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel
ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve
herşeyden kesilerek O’na ulaş.
“Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden
kesilerek Allah’a ulaş.”
Demin geçen Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesi “Ve enîbû ilâ
rabbikum ve eslimû lehu: Allah'a yönel ve O’na teslim ol.”
diye devam ediyor. Önce ruhun teslimi söz konusu olduğuna göre (burada 4 teslim
de ifade ediyor; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin teslimi. Ruhun teslimi bu
âyet-i kerimede farz kılınmış. Peki, bu Allah’a insan ruhunun ulaşmasının farz
olduğu bir emir şeklinde tecelli ediyor mu Kur’ân-ı Kerim’de? Ediyor. İşte
Allahû Tealâ Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesinde gayet net olarak şunu
söylüyor:
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî
en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel),
Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a)
ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme
girmekten) korkarlar.
Vellezîne: Ve onlar
yasilûne: vasıl ederler
mâ: şeyi
emerallâhu: Allah’ın emrettiği şeyi
bihî: O’na
en yûsale: ulaştırmayı.
“Ve onlar Allah'ın O’na Allah’a
ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O’na ulaştırırlar.” diyor. Allahû
Tealâ’nın, ruhu Allah'a ulaştırmayı emrettiği burada açık bir şekilde yer
almış. Öyleyse Allah'a ulaştırılması üzerimize farz.
Peki, sonra ne oluyor? Sonra fizik
vücudumuzu Allah'a teslim ediyoruz. Fizik vücudumuz Kur’ân-ı Kerim’de
“Âdemoğulları” diye geçiyor. Ve bakıyoruz, Allahû Tealâ diyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en
lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden
şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size
apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun
mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza
(dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
“Ey Âdemoğulları! Ben sizlerden ahd
almadım mı şeytana kul olmayacaksınız diye? Çünkü şeytan size apaçık bir
düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı?” Hepimizden
Allahû Tealâ, fizik vücutlarımızdan Allah'a kul olacağına (yani Allah'a teslim
olacağına) dair kesin yemin almış, ahd almış. Demek ki fizik vücudumuzun
Allah'a teslimi de farz.
Peki, nefsimizin Allah'a teslimi farz
mı? Nefsimizin de Allah'a teslimi farz. Nefsin teslimi ulûl’elbab olmakla
mümkündür. Kim ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de Allah’ı
zikrederse o zaman nefsin kalbinde hiçbir afet kalmayacak ve nefs Allah'a
teslim edilecektir. Kişi ulûl’elbab olacaktır. İşte ulûl’elbab’ın tarifi:
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen
ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı),
rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın
sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima)
Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler
(ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna)
yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“Ellezîne yezkurûnallâhe kiyamen ve kuûden ve alâ cunubihim: O
ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı
zikretmek söz konusudur.” diyor Allahû Tealâ. Peki, üzerimize farz mı?
Nisâ Suresinin 103. âyet-i kerime de Allahû Tealâ diyor ki:
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe
kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte),
innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman,
artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı
zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın.
Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz"
olmuştur.
“Öyleyse ayaktayken de otururken de
yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin!”
Daimî zikre ulaşmak üzerimize farz. Daimî zikre ulaşanların adı: Ulûl’elbab.
İşte bütün sahâbe de ulûl’elbab olmuşlar ama önemli olan şuanda (konumuz)
Kur’ân-ı Kerim’de farz mı? Açık bir şekilde Allahû Tealâ daimî zikri üzerimize
farz kılmış. Peki, bundan sonraki safha irşad olmak (muhlis olmak), muhlis
olmak üzerimize farz mı? Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesi:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne
lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul
kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar
olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı
vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam
edecek dîn) budur.
ve mâ umirû: Onlar emrolunmadılar
illâ: sadece
li ya’budûllâhe: Allah’a abd olmak için (kul olmak için)
muhlisîne: muhlisler olarak
lehud dîne: O’nun dîninde
hunefâe: hanifler olarak
"Hanifler
olarak nefsin kalbini halis kılmakla emrolundular.” diyor Allahû Tealâ sahâbe
için. Ve bu emir herkes için geçerlidir. Kur’ân-ı Kerim bunu (muhlis olmayı)
üzerimize farz kılmış.
Peki, ondan
sonraki kademe? Ondan sonraki kademe irşad makamına tayin. Kişinin iradesini
Allah’a teslim etmesi. Yani bi hakkın takvaya (hakka tukatihi takvaya)
ulaşması. Farz mı? Âli İmrân Suresi-102’de Allahû Tealâ diyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe
hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi
hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz,
(Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!
“Onlar (yani sizden evvelkiler) nasıl bi hakkın takvaya (hakka tukatihi
takvaya) ulaşmışlarsa siz de onlar gibi olun. Siz de hakka tukatihi takvaya
ulaşın.” Öyleyse bu bapta Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane safhanın 7’sinin de farz
kılındığını açık bir şekilde Allahû Tealâ ifade ediyor.
Allahû
Tealâ Âli İmrân sûresinin 19. âyetinde buyuruyor ki;
3/ÂLİ İMRÂN-19: İnned
dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di
mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe
serîul hısâb(hısâbı).
Muhakkak ki Allah'ın indinde
dîn, İslâm'dır (teslim dînidir). Kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim
geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah'ın
âyetlerini örterse (inkâr ederse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk
görendir.
Demek
ki Allah’ın indinde tek din var, İslam yani hanif dini. Bütün kutsal kitapları
incelediğimizde gördük ki; Allahû Tealâ İncil’de de Kur’an’da da Tevrat’ta da
aynı şeyleri emretmektedir. Allahû Tealâ bütün insanlara tek bir şeriat tayin
ettiğini buyuruyor;
22/HACC-67: Li kulli
ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ
rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).
Ve Biz, bütün ümmetler için
mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler
(etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler).
Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah'a doğru
istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin.
Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz’in de “hanif” olarak Hz.İbrahim’in dînine tâbî olduğunu görüyoruz
En’am sûresinin 161. âyet-i kerîmesinde;
6/EN'ÂM-161: Kul
innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete
ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni
hanif olarak Sıratı Mustakîm'e, kıyâmete kadar ayakta kalacak olan Hz.
İbrâhîm'in milletinin dînine hidayet etti.” de. Ve o, müşriklerden olmadı.
Yine
Allahû Tealâ Âli İmrân suresinin 95. âyetinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-95: Kul
sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel
muşrikîn(muşrikîne).
De ki: "Allahû Teâla
doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o,
müşriklerden olmadı."
Allahû
Tealâ kâinatın tek dînini “hanif” kelimesiyle anlatmaktadır.
Allah
bütün insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır ve dînini kıyâmete kadar sadece
hep hanif dîni olarak sürdürecektir. Başka bir dîni hiç vücuda getirmeyecektir.
Bütün insanlar kıyâmete kadar sadece hanif fıtratının özelliklerini
yaşayabilecek olan standartlarda yaratılacaklardır. Allah ne dîni ne de
insanların o dîni yaşayabilecek olan özelliklerini değiştirecektir. İşte o
özellikler hanif fıtratını oluşturur.
Ezelden ebede kadar tek bir dîn oluşmuş ve devam edecektir. Öyleyse dînler
olması mümkün değildir. Allah'ın indinde sadece tek bir dîn var olacak ve hiç
değişmeyecektir. Yüce Rabbimiz “İnsanların yaradılış fıtratında ve dîninde
farklılık bulamazsın.” buyurmaktadır. Öyleyse kâinattaki bütün insanların dîni
tek Allah’ın tek dîni olan hanif dîni Arapça adıyla İslâm, Türkçe adıylada
“teslim” dînidir.
Görüyoruz
ki Hanif dini 7 Safha 4 teslimden oluşuyor. İnsanlar bu 7 safhayı yaşarken, hem
dünya mutlulukları adım adım artacak hem de daha üst seviye bir cennetin sahibi
olacaklardır. Bu 7 safhanın yaşanması, Allah tarafından İncil’de de Kuran’da da
Tevrat’ta da emredilmiştir.
Hz.
İsa da Hz. Musa da Hz. Muhammed (S.A.V) de babamız İbrâhîm (A.S)’ın dînini
yaşamış ve halkına onu anlatmıştır. İlk
insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem de Allah’ın, bu tek dînini yaşamış ve
herkesi o dîne davet etmiştir. Allahû Tealâ Hacc suresinin 78. âyetinde
buyuruyor ki:
22/HACC-78: Ve câhidû
fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min
harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min
kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen
nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve
mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).
Ve Allah'da hakkıyla cihad
edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız İbrâhîm
(A.S)'ın dînidir. O, sizi daha önce de “müslümanlar” (Allah'a teslim olanlar)
olarak isimlendirdi. Bunda da (Kur'ân-ı Kerim'de de), resûl size şahit olsun ve
siz de insanlara şahitler olasınız diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın),
zekâtı verin, Allah'a sarılın (ruhu ölmeden Allah’a ulaştırın). O, sizin
Mevlâ'nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve ne güzel yardımcı.
Kişi,
ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah'a teslim ederek, hakkıyla nefsi ile
cihad eder. Hakkıyla cihad etmek, 7 safhada 4 teslim oluşturmaktır. Kişi:
1.
Allah'a ulaşmayı
dilediğinde, 1. safha (3. basamak),
2.
İrşad makamına
ulaşarak, tâbiiyetini gerçekleştirdiğinde, 2. safha (14. basamak),
3.
Ruhu vücudunan
ayrılarak Allah'a ulaştığında, 3. safha, 1. teslim (21. basamak),
4.
Fizik vücudunu
muhsin kılıp Allah'a teslim ettiğinde 4. safha, 2. teslim (25. basamak),
5.
Daimî zikre
ulaşıp nefsini Allah'a teslim ettiğinde, 5. safha, 3. teslim (26. basamak),
6.
İrşad (muhlis)
olduğunda 6. safha, (27. basamak)
7.
İradesini Allah'a
teslim ettiğinde 7. safha ve 4. teslim (28. basamak) gerçekleşir ve teslimler
tamamlanır.
Allah'ın
yolunda olanlar, tâbî olanlar, hepsi 2. basamakta seçilmişlerdir.
Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allahû Tealâ onu hiçbir zorluğa uğratmadan mutlaka
Kendisine ulaştırır. O kişi böylece 21. basamakta 3. kat cennetle dünya
saadetinin yarısını kazanır.
Hz. İbrâhîm'in hanif dîni, İslâm dînidir. O, hristiyanların da musevilerin de
yahudilerin de dînidir. Başka dîn hiç olmamıştır. Âdem (A.S)'dan Peygamber
Efendimiz (S.A.V)'e kadar hep o tek dîn yürümüştür. Hz. İbrâhîm zamanında da
bütün peygamberler zamanında da Allahû Tealâ "müslüman" adını
kullanmaktadır. Müslümanlar, Allah'a teslim olanlardır. Öyleyse müslüman;
Allah'a ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini teslim edenlerdir.
Hac-78 Kur'ân-ı Kerim'de çok önemli bir kilometre taşıdır. Bütün dînlerin
Allah'a teslimden ibaret olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir.
Sevgili
öğrenciler, şimdi şeytanın insanlara nasıl bir oyun oynadığını anlayabiliyor
musunuz? Şeytan, insanları farklı dînlerin mensubu olduklarına inandırmış ve
onları birbirlerine düşman etmiştir. Yüz yıllar süren dîn savaşları olmuştur.
Her dînin kendi içinde birbirleriyle olan mezhep kavgaları, insanları
birbirinden uzaklaştırıp, fırkalara ayırmıştır. Bu fırkalar incelendiğinde 73
tane farklı inanç grubunun oluştuğu görülmektedir. Ama Allah, tek bir fırka
olmamızı; gruplara ayrılmamamızı istemektedir. Bu durumda, yapmamız gereken
şey, Allah’ın bu emrini yani babamız İbrâhîm (A.S)’ın hanif dînini yaşamaktır.
Hepimiz
Hz. İbrâhîm’in hanif dîni üzerinde biraraya gelerek, Allah’ın hedef emirlerini
yani tüm kutsal kitaplarda âyetlerle emredilen 7 safhayı yaşamakla yükümlüyüz.
Bütün
kutsal kitaplarda emredilen babamız İbrâhîm (A.S)’ın dîninde biraraya gelmek,
dünya barışını oluşturmak ve bütün dünyaya mutluluğu ulaştırmakla sorumluyuz.
Bunun anlamı ise şudur: “Benim dînim, senin dînin, onun dîni” tartışmalarını
artık geride bırakarak hepimizin kutsal kitaplarında Allah’ın yaşamamızı
emrettiği yegane dînini yaşamak ana hedefimiz olmalıdır.
Ecdadımız
Osmanlı, Dünya hakimiyetini elde ederken “Lâ
ilahe illalah İbrâhîm halilullah” sözüyle Dünya birliğini oluşturmuştur.
Osmanlı sınırları içerisinde, yüz yıllarca Müslümanlar, hristiyanlar ve
yahudiler arasında Allah’ın Kur’ân’da buyurduğu gibi, en küçük
bir anlaşmazlık yaşanmamıştır.
Allahû
Tealâ buyuruyor ki:
NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve
huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu
ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve
hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu)
Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve
Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.
Ruh,
fizik beden, nefs ve iradenin tesliminden oluşan bir teslimiyet dizisi o dînin
ihyasıyla ard arda gerçekleşir. Kişinin kemalat derecelerinde yükselişi ve
velâyet kademelerinin en üstünü olan Allah’ın “yeryüzünde halifem” dediği salih
kullardan olmanın ancak hanif dîninin yaşanmasıyla mümkün olacağını bütün
kutsal kitaplarda âyetlerle farz kılındığını görüyoruz.
Allahû
Tealâ bu konuda Beyyine suresinin 5. âyetinde şöyle buyuruyor:
98/BEYYİNE-5: Ve mâ
umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve
yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için
hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve
namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte
kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
Bütün
insanlar neyle emrolunmuş? “Hanif” olarak dinde halis kul olmakla emrolunmuş.
Bu âyette de bu tek dînin, yani Hz. İbrâhîm'in hanif dîninin kayyum olan dîn
olduğu açıklanıyor. Dînde halis kul olmak nefsin kalbini afetlerden, önce
yarıya kadar temizleyip ruhu Allah'a teslim etmek, sonra % 80'den fazla
temizleyip fizik vücudu Allah'a teslim etmek, sonra %100 temizleyip nefsi
Allah'a teslim etmek, sonra muhlis olmak yani irşad olmak, en sonra iradeyi de
Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınmak, yani başka insanları
irşad etmek için Allah tarafından yetkili kılınmak. Bütün sahabe bu şerefe
ermiş, irşad makamının sahibi olmuşlardı.
Şu
anda bütün dünyaya var gücümüzle bütün kutsal kitaplardaki hedef emirleri
içeren teslim âyetlerini onların kendi kitaplarından ispat vasıtası olarak
gösteriyoruz. Önümüzdeki günlerde yeryüzünde bir sulh ve sükûn dönemi
başlayacaktır. Barış ve kardeşliğin her seyden önemlisi de tevhidin
yaşanmasıyla dînlerin birleşmesi inşallah gerçekleşecektir. Bunun mânâsı;
savaşların yerini sulh ve sükûnun alacağı yeni bir dünya düzeni
gerçekleşeceğidir.
Allah
razı olsun.