Tarikat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarikat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2016 Cumartesi

TARİKAT

TARİKAT

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Secde Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa kıldığını ifade ediyor.     

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Nefse ve onu sevva edene andolsun.” buyruluyor. Nefs, emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye, mardiyye, tezkiye isimli 7 kademede tezkiye olur. Her kademede, başlangıçta tamamen afetlerle dolu olan nefs, %7 afetleri azalarak %51 temizlikte tezkiye olur ve ruh Allah’a ulaşarak teslim olur. Temizlik %100’e ulaştığı zaman nefs tasfiye olur. Ruh, vech, nefs ve irade sırayla Allah’a teslim olurlar.

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Hamein”, inorganik maddelerin bazılarının, özel şartlarda bir süre sonra organik madde dönüşümüne uğramış halidir. “Mesnûn” da belli bir şeklin standardize edilmiş halidir (standart insan şekli). Toprakta bulunan inorganik azotu, organik azota çevirir. Böylece biyolojik bedenin iç yapı taşı olan aminoasitlerin amin grubunu NH2 oluşturur. Karbon atomuyla su, amino asidin asit grubu olan karboksil grubunu COOH meydana getirir. Canlı DNA (desoksiribonükleik asit)’in 4 ana amino asidi olan adenin, tionin, guanin ve sitozinin yapısının esasını organik karbon (C) ve organik azot (N) oluşturur. Toprağa gömülen cesedin parçalanması, organik azot ve organik karbonun tekrar inorganik karbon ve inorganik azota dönüşmesi esasına dayanır. Burada Allahû Tealâ, insanın inorganik sistemden organik sisteme geçen temel yapısının standartlarını iki basit ifadeyle (hamein ve salsalin) vermiştir.
Salsalin, aslında çamurken sonra kurumuş ve standart bir şekil verilmiş topraktır.
Hamein, organik dönüşüme uğramıştır ve nefsi de şekillendirmiştir.
Allahû Tealâ, zaman içerisinde toprağın inorganik standartlarının organik standartlara dönüşmesini temin ederek insanı yaratmıştır. Muhtevada; inorganik maddelerin organik maddeye, organik maddelerin de inorganik maddelere dönüşmesi dünyada devamlı bir hüviyet kazanır. İnsanın vücuda gelmesinde çamur azot tatbikatıyla, bakterilerin tesiriyle inorganik azot, organik azota çevrilir. Ve böyle bir sistemde önce aminoasitlerin birincisi amin grubu teşekkül eder ve daha sonra da desoksiribonükleik asidin (DNA) diğer 4 ana amino asidi adım adım gelişir: Adenin, tionin, guanin ve sitozin.
Allahû Tealâ inorganik maddelere (hayatla alâkası olmayan malzemeye) yavaş yavaş hayatı tutabilecek olan yeni bir hüviyet kazandırır.
Allahû Tealâ, hayatı verdiği zaman o hayatın üstlenebileceği, yerleşebileceği bir muhtevayı (aminoasitler grubunu) da oluşturmuş, sonra da insana hayat vermiştir. Bu statüyü oluştururken, sistemin inorganik başlangıcından organik başlangıca ulaşması, hayatın başlaması değildir. Organik bir sistemde hayat yoktur. Ama organik sistem hayat gelirse, o hayatı kabul edecek ve devam ettirecek olan bir vasıf taşımaktadır. İnsana hayatı veren ve “akıl” adı verilen bir mahlûkuyla insanı ne yapacağını bilen bir hüviyete sokan, Allah’tır.
“Allah’a gerek yoktur, herşey kendi kendine oluşmuştur.” tezi, Allah’ın kanunları karşısında hiçbir şey ifade etmez. Birtakım âlimler ilimden biraz bir şeyler öğrendikleri zaman Allah’ın söylediklerini yalanlamaya çalışırlar. Allah’ın onlara verdiği ilim, onları Allah’a daha çok yaklaştıracak bir ilim olmasına rağmen onları Allah’ın yokluğunu iddia edecek bir hedefe yöneltmektedir. Bunun arkasında sadece şeytan vardır. İnsanlar ilerleyen günlerde, aylarda, yıllarda şeytanı ve onun takımını çok daha iyi tanıyacaklardır.

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden)
Muhakkak ki inkar edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Âyet-i kerimede zikredilen kâfirler; “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur, ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır” diyenlerdir. Bir insan, sadece ölümle insan ruhunun Allah’a ulaşmasına inanıyorsa doğal olarak dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyecektir. Dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyen bu kâfirler başkalarını da “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur” tarzında bir yanlış inanca yönlendirmek suretiyle onları Allah’ın yolundan saptırdıkları için uzak bir dalâlet içindedirler. İnsanlar hanif fıtratıyla doğmuşlar yani tek Allah’a inanmak ve Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle doğmuşlar. Tebliğe muhatab olanlardan her kim tebliğe ilgisiz kalırsa Allahû Tealâ Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde belirtildiği gibi hassalarına engeller koyar. “Hassaları engelli bu kâfirlere söylesen de söylemesen de netice değişmez. O kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri mühürlüdür.” diyor.

2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir, onlar mü’min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.

            Bütün kâfirlerin kalpleri mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara yutturduğu bir şeyle mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir. Îmân kelimesi inanmak anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu insanları aldatmak için bir vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi için 7 tane kalp şartına, 7 tane inanç şartına, 4 tane de vasıf şartına sahip olması lâzım biliyorsunuz.
1-                 Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak Allahû Tealâ
2-                 Kişinin kalbinin mührünü açacak
3-                 Yerine ihbat koyacak
4-                 Allahû Tealâ kalbine hidayetle ulaşacak
5-                 O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha çevirecek
6-                 Göğsünden kalbine nur yolu açacak
7-                 Mürşidine tâbî olduğunda kalbinin içine îmân kelimesi yazılacaktır.
            Allahû Tealâ kalbe hidayetle ulaşmadıkça, yani kalbin içine îmân girmedikçe hiç kimsenin mü’min olamayacağını söylüyor Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesi.

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”

            Bu 7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı gerekli.
1-   Allah’a inanmak
2-   Meleklerine inanmak
3-   Resûllerine inanmak
4-   Kitaplarına inanmak
5-   Bâsu badel mevte inanmak
6-   Hayrın Allah’tan şerrin insanın nefsinden olduğuna inanmak
7-   Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak, hayattayken ulaştırmak, bunun farziyetine inanmak.

            Ve 4 tane de hidayet şartı
1-   Ruhun hidayetine başlamış olmak
2-   Fizik vücudun hidayetine başlamış olmak
3-   Nefsin hidayetine başlamış olmak
4-   İradenin hidayetine başlamış olmak

            Ruhun hidayeti, Allah’a ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik vücudun hidayeti, fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya başlamasıyla başlar. Nefsin hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye başlamasıyla devreye girer.
            Öyleyse 3 ayrı vücudumuz 3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi olacak. Böyle bir dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
            1- 7 tane kalp şartı
            2- 7 tane inanç şartı
            3- 4 tane hidayet şartı
            Kişi o zaman îmânı artan mü’min olur. Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada bahsettiği insanlar “Onlar ki kâfirdirler diyor. İnnellezîne keferû diyor ve Allah’ın yolundan saptırırlar diyor.” İnnellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler. ve saddû saptırırlar, an sebîlillâhi Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
            Öyleyse bu insanlar Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerine îmân girecekti ve küfür alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı. Allah kalbin içine îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için kâfirler. Allah’ın yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Yeryüzündeki fesat sebebi bu insanlar. Bakın ne diyor Allahû Tealâ Rad 20-21’de:

13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

            Onlar diyor Allahû Tealâ: “Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle misaklaerini bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine getirirler. Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.” diyor Allahû Tealâ. Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a ulaştırılar.
            Aynı Surenin 25. âyet-i kerimesine bakıyoruz bu âyetler 20 ve 21. âyetlerdi. Diyor ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanların da hidayete ermesine mani olurlar.”

13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.

            İşte başka insanların da hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var, Nisa-167 gereğince. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar diyor. Orada da bu sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin 25. âyet-i kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet rabıtası var.
            Öyleyse bu illiyet rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay var sevgili öğrenciler. Allahû Tealâ burada açıkça “Onlar Allah’ın yolundan saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için yeryüzünde fesat çıkardıkları neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168, 167’nin devamı.169’da bir konuyu bütünlüyor.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkar edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.

AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Allahû Tealâ diyor ki: “İnnellezîne keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû, ve zalimlerdir.” Niçin zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önledikleri için zalimler. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince onların hidayetine mani oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi yeryüzünde fesat çıkartıyorlar. Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar. İsyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar bu sebeple. Ve başka insanların hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ hükmünü koyuyor “Onlar zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm ederler. Başkalarına mani oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar. “İnnellezîne keferû ve zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem yekunillâhu li yagfire lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ. Allah onların günahlarını sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların günahlarını sevaba çevirmez.
            Eğer başka insanlar da yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları anda onların bütün günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince Allah sevaba çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek olanlardan bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim tövbe ederse mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar cehenneme gitmezler. Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar amilüssalihat yapmaya başlarlar diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor ikinci işaret. Onların bütün günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata çevirir, sevaba çevirir yani onların bütün negatif derecelerini, nakıs derecelerini, kaybettikleri derecelerini Allah zahid derecelere pozitif derecelere, kazanç derecelere çevirir yani onların günahlarını sevaba çevirir.” diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve 71’de de diyor ki: “Onların ruhları tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a ulaşır.” 

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır (hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).

            İşte sevgili kardeşlerim, görüyorsunuz ki Allah ile olan ilişkilerimizde her şeyin en güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola girmedikleri için mürşidlerinin önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları da sevaba da çevrilmiş değil. “Allah onlara mağfiret etmez yani onların günahlarını sevaba çevirmez.” diyor. Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları ulaştırmaz tarîkâ.”
            Sevgili kardeşlerim tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4 sebilden oluşur. Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah, devrin imamının dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki Mustakîm başlar. Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane gök katını aşan yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol başlayacaktır. Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı içerisinde her şey adım adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem geçilir Sıdretül Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve dördüncü sebîl dikey bir yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah olur. Allah’ın Zatında fani olur, Allah’ın evliyası olur.
            İşte burada Allahû Tealâ “Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci sebîli aşarak Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor. Eğer tâbî olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba çevirecekti hem de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî olanların mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor. Nebe-38, mürşidin önünde yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan ruhun Allah’a ulaşması.

78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffan), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

23/MU'MİNÛN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).
Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gâfil değiliz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Burada, ruhun yolculuğunun devam ettiği 7 tane gök katını birbirine bağlayan yollardan söz edilmektedir. Ruh, her katta ayrı bir işleme tâbî tutulur ve neticede Allah’a ulaşır. Bu yolun adı Tarîki Mustakîm’dir.  
            Allah’ın üzerimizde 7 gök katını zemin kata bağlayan 7 tarîk (yol) yarattığı kesinleşiyor. Bu Tarîki Mustakîm’dir. Bu katları aşarak 7. gök katına ulaşan ruhumuz 7 yatay âlem aşmak suretiyle illiyyini geçerek sidretil münteha’ya ulaşır. Oradan dikey bir yolculukla Allah’a ulaşır.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne)
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sahâbenin kalplerine îmân yazıldığı ve Devrin İmamı’nın Ruhu’nun onların başlarının üzerine yerleştiği, cennete girecekleri, Allah’ın rızasını kazandıkları ve Allah taraftarları oldukları açıklanıyor.

40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

32 / SECDE - 24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

Bu kişi, Allah’a ulaşmayı dilemiş, Allah onu 12 ihsanla mürşidine ulaştırmıştır. Böylece kişinin başının üzerine devrin imamının ruhu gelmiştir. Dereceleri artıran Allah’ın 1’e 10 verirken 1’e 100 vermeye başladığı nokta burasıdır. Ve “arşın sahibi olan” arşı tutan melekler ve onların etrafındaki kişidir. Bu kişi Devrin İmamı’dır. Ve emrinden bir ruh, devrin İmamı’nın ruhudur. Kullarından dilediği kişi, Allah’a ulaşmayı dileyen kişidir, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı dilemiştir.
Kur’ân-ı Kerim’in önemli âyetlerinden birisi Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesidir. Ruhun vücuttan, devrin imamının emri üzerine nasıl ayrıldığını anlatmaktadır.
Âyet, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin mürşidine tâbî olduğu zaman, başının üzerine gelen Devrin İmamı’nın ruhundan bahsetmektedir.

2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
            Âyet-i kerimenin muhtevasında iki tane unsur vardır:
            1-  Allah yolunda olmak
            2- İnfâk etmek

Allah yolunda olan insan kimdir?
Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin kalbindeki bu talebi Allah işitir, görür ve bilir. Üzerine Rahmân esmasıyla tecelli eder. Allah’a ulaşmayı dilemekle insanlar Allah’a doğru bir adım atarlar. Allah onlara 12 ihsanda bulunur. Ve kişiye mürşidini göstererek 12. ihsanını tamamlar. Sıra kişidedir, ikinci adımı atar; mürşide ulaşır. Bu kez Allahû Tealâ 7 ni’met verir:
            1. ni’met, devrin imamı ruhu kişinin başının üzerine gelip yerleşir.
            2. ni’met, kişinin kalbine îmân yazılır.
            3. nimet, bütün günahları sevaba çevrilir ve sevaplar 1’e 10’ dan 100’e çıkarılarak derecat sistemi değişir. 
            4. ni’met, ruhu Sıratı Mustakîm üzerine çıkar.
            5. ni’met, nefs tezkiyesi başlar.
            6. ni’met, irade güçlenmeye başlar.
            7. ni’met, fizik vücudu Allahû Tealâ’ya kul olmaya ve güçlenmeye başlar.

            Kişi 1 derecelik günah işlediğinde amel defterine 1 negatif derece; 1 derecelik sevap işlediğinde 10 pozitif derecet yazılır, normal şartlar altında. Ne zaman kişinin ruhu vücudundan ayrılarak Allah’a doğru yola çıkmışsa, Nefs-i Emmare’yi tamamladığı birinci kata çıkıncaya kadar kazandığı her dereceye karşılık 100 katını almaya başlar. Daha sonra nefsinin kalbinde %7 nur birikimi daha sağlanır ve kişi Nefs-i Levvame’ye, ruhu ikinci gök katına ulaşır. 1 dereceye karşılık 200 kat almaya başlar. Kişinin ruhu üçüncü defa %7 nur birikiminde üçüncü kata ulaşır, Nefs-i Mülhime. Allah’ın verdikleri 1 dereceye karşılık 300 kata ulaşır. Nefs-i mutmainne’de 400 kat, Nefs-i Radiye’de 500 kat, Nefs-i mardiyye’de 600 kat, Nefs-i Tezkiye’de 700 kat  kişi karşılık alır. Ruh da yedi gök katını aşıp Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a ulaşır. (Sıratı Mustakîm, Allah’ın yoludur.)
            Rızık, Allah’ın insana verdiği tarladaki buğdaydır, bahçedeki meyvedir, hayvanlardır. Yiyecek olarak Allah’ın ihsan ettiği her nesne, insanla Allah arasındaki ilişkilerde rızık adını alır. Bir insan Allah’ın kendisine verdiği rızkı başkalarına verdiği zaman infâkta bulunur, onlara nafaka verir. İşte kim Allah’ın yolunda ruhu Sıratı Mustakîm’e ulaşmış, Allah’a doğru yola çıkmışsa o kişi başkalarına da infâk ettiği taktirde Allahû Tealâ, ona her kademede 1’e 100’den başlayarak 700 katına kadar çıkan ni’metlerde bulunacaktır.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bir tövbe merasimini anlatmaktadır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi mü’min olur. Sonra Allah, onun üzerinde Rahmân esması ile tecelliye başlar. Ve gözlerindeki hicab-ı mesture, kulaklarındaki vakra ve kalbindeki ekinneti alır. Kalbin mührünü açar, ihbat koyar. Allah onun kalbine ulaşır. kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. Göğsünden kalbine nur yolu açar. Kişi zikir yaptığında, Allah’ın katından rahmet ve salâvat göğsüne gelir. Göğsünden kalbine ulaşır ve kalbe %2 rahmet girer. Ve böylece kişi huşû sahibi olur. Allah’tan mürşidini sorar. Mutlaka Allah ona mürşidini gösterir. Ve mürşidine ulaşır. Kişinin tâbiiyeti sırasında kalbine îmânın yazılmasıyla, kalbindeki mevcut îmân artırılmış olur. Aslında kişinin mü’min olduğu yer 3. basamaktır (Allah’a ulaşmayı dilemek). Buradaki mü’min oluş müessesesindeki ölçü, Bakara Suresinin 6 ve 7. âyetlerindeki kâfir olmanın zıddı olan mü’min olmaktır.
14. basamakta kişinin kalbine, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince Allah, îmânı yazar:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Kalbine îmân yazılınca kişi, kalbindeki îmânı artan bir mü’min olur. Âyet-i kerime bunu net olarak söylüyor. Kalplerin içine îmân koyarak îmânı arttırıyor Allahû Tealâ:

48/FETİH-4: Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü’minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir.

İşte îmânın îmânla artma müessesesi, kişinin kalbine Allahû Tealâ’nın gönderdiği sekînetle îmânı yazması halidir.
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilir ve hikmet sahibidir.

78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffan), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'a ulaşmayı diledikten sonra mürşide tâbî olunduğu zaman, devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelir. Arşı tutan melekler de saf saf hazır bulunur. Rahmân'ın kendisine izin verdiği devrin imamının ruhu kendisine şefaat için izin verilen kişidir. Ve tâbiiyetini gerçekleştirene günahlarının sevaba çevrildiğini söyler.

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mürşide tâbî olunan gün Hakk günüdür. Dileyen kişi Sıratı Mustakîm'i yol edinir. Allah'a ulaşan kişinin ruhuna Allah meab (sığınak) olur.

46/AHKÂF-30: Kâlû yâ kavmenâ innâ semî’nâ kitâben unzile min ba’di mûsâ musaddikan li mâ beyne yedeyhi yehdî ilel hakkı ve ilâ tarîkın mustekîm(mustekîmin).
Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Hz. Musa’dan sonra indirilen, onların elindekini tasdik eden Hakk’a ulaştıran ve Tarîki Mustakîm’e hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Kur’ân-ı Kerim’in özellikleri sıralanmaktadır.

            1- Hz. Musa’dan sonra indirilen
            2- Onların elindeki Tevrat’ı tasdik eden
            3- Hakk’a (Allah’a) ruhu ulaştıran
            4- Tarîki Mustakîm’e ruhu ulaştıran

72/CİNN-16: Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).
Ve eğer onlar, tarikat üzere olarak (Allah’a) yönelselerdi, onları mutlaka bol su (rahmet) ile sulardık (bol bol rahmet ulaştırırdık) ki.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın göstereceği mürşidlerine ulaşır ve tâbî olurlar. Bu tâbiiyet ruhun vücuttan ayrılmasını ve devrin imamının ana dergâhına ulaşmasını sağlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hangi mürşide tâbî olurlarsa olsunlar, ruhları vücutlarından ayrılmaz ve tarikat üzerinde, yani Allah’a ulaştıracak yollar üzerinde olamazlar. Her dergahtan devrin imamının dergâhına, yani Allah’a ulaştıracak dergâha mutlaka yol vardır. Ana dergâha ulaşanlar artık Sıratı Mustakîm üzerinde olanlardır. Onlar zikir yaptıkları zaman Allah’tan rahmet, fazl ve salâvât nurları kalplerine ulaşır.

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sonra Allah nefse fücurunu, yani devamlı günah işleyen bir dizaynı ve devamlı hayra dönük işlemler yapan takvasını ilham etti.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

AÇIKLAMA 
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim nefsini tezkiye ederse 3. kat cennete hak kazanır. Allah’a ulaşmayı dilediği 3. basamakta bi-rinci kat, mürşidine tâbî olduğu 14. basamakta 2. kat, ruhunu Allah’a ulaştırdığı ve teslim ettiği 21. basamakta 3. kat cennetin sahibi olur.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Allahû Tealâ: “Ayaktayken de” diyor, “otururken de ve yan üstü yatarken de, 3 pozisyon hep Allah’ı zikredin” diyor. Bir insan sadece bu 3 halde bulunabilir. Ya ayaktadır, ya oturuyordur, yada yan üstü yatıyordur. Ama 4. bir hâl kimse için mümkün değil. Bütün insanlar için sadece 3 pozisyon var. 3 pozisyonun 3’ünde de Allahû Tealâ daimî zikri farz kılmış.
Al-i İmran 190 ve 191’de Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

“Ulûl’elbab kullarımız için, ayaktayken de, otururken de, yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur” diyor Allahû Tealâ.
Anlıyoruz ki, ulûl’elbab olanlar, daimî zikrin sahipleridir. Bu âyetle farz kılınan bir daimî zikir. Çünkü Allahû Tealâ bütün sahâbenin daimî zikre ulaştığını, hatta Allah’a köle olmaya kadar ulaştıklarını, irşad makamının sahibi olduklarını kesinleştiriyor.
Öyleyse, Allahû Tealâ burada daimî zikri açık ve kesin bir biçimde üzerimize farz kılmış. Ve ayrıca: “Namaz üzerinize vakitleri belirli bir farz olmuştur” diyor. Öyleyse her namazı onun vaktinin içinde kılmak mecburiyetindeyiz. Her vakti mutlaka faydalı alan olarak kullanmak mecburiyetindeyiz.
Öyleyse tasavvuf müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin hayatı namazların kazaya bırakılmasını ihtiva etmiyordu. Böylece tasavvuf mensupları, madem ki bizler Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatı yaşıyoruz, öyleyse bizim için de aynı şey söz konusudur. Namazlarımızı, yolculukta da olsak, olmasak da, ait olduğu zamanın ötesinde hiçbir zaman kılmamalıyız. Allah’ın üzerimize vakitleri belirli bir farz kıldığı bir namazı, tam vaktinde eda etmekle hepimiz mükellefiz.
Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe nasıl günde 7 vakit namaz kılıyorsa, biz de 7 vakit namaz kılarız. Nasıl her vakti mutlaka zamanında kılmışlarsa, biz de aynı şeyi yaparız, bütün vakitleri mutlaka o vakitlerin içinde kılarız.
Öyleyse, Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki, bir defa daha beraber olduk. Bir defa daha Kur’ân-ı Kerim tefsirini beraberce tamamladık.

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, iyi işiten ve en iyi görendir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevgili kardeşlerim bu âyet iki yönlü bir âyet. Şu dünya üzerinde insanlardan bir emanet aldıysanız o emanetleri emanetlerin sahiplerine vereceksiniz. Emanetler sizin değildir. Emanet olarak almışsınızdır. Onları sahibine iade etmekle teslim olmakla emrolundunuz.
Sevgili kardeşlerim, bu âyette bir şeye dikkat etmeniz lâzım. Allahû Tealâ diyor ki: “Emanetler.” diyor ama sahipleri demiyor “Sahibi” diyor. Ehillerine demiyor “Ehline” diyor. Gördüğünüz gibi emanetler çoğul kullanılmış ama sahipleri yok. Emanetlerin hepsinin bir tek sahibi var âyet-i kerimede. Emanetleri sahibine teslim etmenizi, tebliğ etmenizi emreder sahiplerine değil. Öyleyse emanetler olacak birden fazla ama sahibi bir olacak. Acaba Allahû Tealâ ne demek istiyor? Bizde emanet var, ruh. Emanet var, fizik vücut. Bu ikisi teslim olduktan sonra emanet hükmüne girecek olan bir rehine var nefs. Ondan sonra da bir başka emanet daha var, irademiz.
Öyleyse Allahû Tealâ bütün emanetleri sahibine teslim etmenizi emrediyor. Ruhunuzu da fizik vücudunuzu da (vechinizi de) nefsinizi de ve iradenizi de. Bunlardan sadece iradenin tesliminde Allahû Tealâ muvafakatınızı ister. Siz isterseniz, eğer böyle bir talebiniz olursa iradenizi de Allah’a teslim edersiniz. Allah’ın iradesine bağlanırsınız. Böyle bir talebiniz yoksa Salâh’ın son mertebesine ulaşmazsınız Allah’a köle olmazsınız. Allah’a kul olmanın son mertebesine ulaşırsınız ve bütün güzellikleri her halükarda yaşarsınız.
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ burada 3 emanetin de Allah’a teslimini açıkça istiyor. Ruhumuzu Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Fizik vücudumuzu, vechimizi, Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Nefsimizi de Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Öyleyse 3 vücut 3 teslim. Üçü de üzerimize Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Şimdi bütün insanlar için söz konusu olan şey Allah’a emanetleri teslim etmeleri. Bunun için her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, mürşidinize ulaşacaksınız, ruhunuzu Allah’a teslim edeceksiniz, fizik vücudunuzu Allah’a teslim edeceksiniz ve nefsinizi Allah’a teslim edeceksiniz. Ve iradenizi de Allah’a teslim etmek isterseniz onu da teslim edeceksiniz. Allahû Tealâ onu da farz kılmış ama sizin rızanızı mutlaka orada istiyor.
Olmadıkça, siz rızanızı belirtmedikçe Allah’a iradeniz teslim olmaz. Allah iradenizi teslim almaz.
Allahû Tealâ burada diyor ki: “Bir de diyor yeryüzünde hakemlik ettiğiniz zaman gene üzerinizde iki tarafın hakkı da emanettir.” Adaletle hükmedeceksiniz ki iki tarafın da hakkını kendilerine teslim etmiş olasınız. Adaletin en güzeli Allah’a aittir. Onun için Allah’ın resûlleri adaletin gerçek sahipleridir. Niçin? Kararı kendileri verdikleri için mi? Hayır, kendileri karar veremezler. Daima karar için Allah’a müracaat ettikleri için ve daima Allah’ın kararını başkalarına ulaştırdıkları için. Allahû Tealâ burada diyor ki: “Muhakkak ki Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor.” diyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir. Allah işitir ve bilir, semiûn alîm.