TARİKAT
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale
lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik
vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar
(görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az
şükrediyorsunuz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde
Suresinin 7, 8 ve 9. âyetleri insanın yaratılmasıyla alâkalıdır. Bu âyetlerde
Allahû Tealâ, önce âdem (A.S)’ın yaratılışını, sonra ondan sonra gelecek olan
nesilleri, şu dünya üzerinde vazifeli kılınmasını, âdem (A.S)’ın nasıl sevva
edildiğini (düzenlendiği) ve âdem (A.S)’ın içine Allah’ın ruhundan nasıl
üflediğini ve insanlarda da işitme, görme ve idrak etme hassalarını nasıl hassa
kıldığını ifade ediyor.
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene
(dizayn edene) (andolsun).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Nefse ve onu sevva
edene andolsun.” buyruluyor. Nefs, emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye,
mardiyye, tezkiye isimli 7 kademede tezkiye olur. Her kademede, başlangıçta
tamamen afetlerle dolu olan nefs, %7 afetleri azalarak %51 temizlikte tezkiye
olur ve ruh Allah’a ulaşarak teslim olur. Temizlik %100’e ulaştığı zaman nefs
tasfiye olur. Ruh, vech, nefs ve irade sırayla Allah’a teslim olurlar.
15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein
mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden”
(standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden)
yarattık.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Hamein”, inorganik maddelerin
bazılarının, özel şartlarda bir süre sonra organik madde dönüşümüne uğramış
halidir. “Mesnûn” da belli bir şeklin standardize edilmiş halidir (standart
insan şekli). Toprakta bulunan inorganik azotu, organik azota çevirir. Böylece
biyolojik bedenin iç yapı taşı olan aminoasitlerin amin grubunu NH2 oluşturur.
Karbon atomuyla su, amino asidin asit grubu olan karboksil grubunu COOH meydana
getirir. Canlı DNA (desoksiribonükleik asit)’in 4 ana amino asidi olan adenin,
tionin, guanin ve sitozinin yapısının esasını organik karbon (C) ve organik
azot (N) oluşturur. Toprağa gömülen cesedin parçalanması, organik azot ve
organik karbonun tekrar inorganik karbon ve inorganik azota dönüşmesi esasına
dayanır. Burada Allahû Tealâ, insanın inorganik sistemden organik sisteme geçen
temel yapısının standartlarını iki basit ifadeyle (hamein ve salsalin)
vermiştir.
Salsalin, aslında çamurken sonra kurumuş ve
standart bir şekil verilmiş topraktır.
Hamein, organik dönüşüme uğramıştır ve nefsi
de şekillendirmiştir.
Allahû Tealâ, zaman içerisinde toprağın
inorganik standartlarının organik standartlara dönüşmesini temin ederek insanı
yaratmıştır. Muhtevada; inorganik maddelerin organik maddeye, organik
maddelerin de inorganik maddelere dönüşmesi dünyada devamlı bir hüviyet
kazanır. İnsanın vücuda gelmesinde çamur azot tatbikatıyla, bakterilerin
tesiriyle inorganik azot, organik azota çevrilir. Ve böyle bir sistemde önce
aminoasitlerin birincisi amin grubu teşekkül eder ve daha sonra da
desoksiribonükleik asidin (DNA) diğer 4 ana amino asidi adım adım gelişir:
Adenin, tionin, guanin ve sitozin.
Allahû Tealâ inorganik maddelere
(hayatla alâkası olmayan malzemeye) yavaş yavaş hayatı tutabilecek olan yeni
bir hüviyet kazandırır.
Allahû Tealâ, hayatı verdiği zaman o
hayatın üstlenebileceği, yerleşebileceği bir muhtevayı (aminoasitler grubunu)
da oluşturmuş, sonra da insana hayat vermiştir. Bu statüyü oluştururken,
sistemin inorganik başlangıcından organik başlangıca ulaşması, hayatın
başlaması değildir. Organik bir sistemde hayat yoktur. Ama organik sistem hayat
gelirse, o hayatı kabul edecek ve devam ettirecek olan bir vasıf taşımaktadır.
İnsana hayatı veren ve “akıl” adı verilen bir mahlûkuyla insanı ne yapacağını
bilen bir hüviyete sokan, Allah’tır.
“Allah’a gerek yoktur, herşey kendi
kendine oluşmuştur.” tezi, Allah’ın kanunları karşısında hiçbir şey ifade
etmez. Birtakım âlimler ilimden biraz bir şeyler öğrendikleri zaman Allah’ın
söylediklerini yalanlamaya çalışırlar. Allah’ın onlara verdiği ilim, onları
Allah’a daha çok yaklaştıracak bir ilim olmasına rağmen onları Allah’ın
yokluğunu iddia edecek bir hedefe yöneltmektedir. Bunun arkasında sadece şeytan
vardır. İnsanlar ilerleyen günlerde, aylarda, yıllarda şeytanı ve onun takımını
çok daha iyi tanıyacaklardır.
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad
dallû dalâlen baîdâ(baîden)
Muhakkak ki inkar edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış
olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âyet-i
kerimede zikredilen kâfirler; “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur,
ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır” diyenlerdir. Bir insan, sadece ölümle
insan ruhunun Allah’a ulaşmasına inanıyorsa doğal olarak dünya hayatında
Allah’a ulaşmayı dilemeyecektir. Dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyen bu
kâfirler başkalarını da “dünya hayatında ruhun Allah’a ulaşması yoktur” tarzında
bir yanlış inanca yönlendirmek suretiyle onları Allah’ın yolundan saptırdıkları
için uzak bir dalâlet içindedirler. İnsanlar hanif fıtratıyla doğmuşlar yani
tek Allah’a inanmak ve Allah’a teslim olabilmek yeteneğiyle doğmuşlar. Tebliğe
muhatab olanlardan her kim tebliğe ilgisiz kalırsa Allahû Tealâ Bakara
Suresinin 6 ve 7. âyetlerinde belirtildiği gibi hassalarına engeller koyar.
“Hassaları engelli bu kâfirlere söylesen de söylemesen de netice değişmez. O
kâfirler mü’min olmazlar. Onların kalpleri mühürlüdür.” diyor.
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em
lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de
onlar için eşittir, onlar mü’min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ
ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının
üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti.
Onlar için azîm (büyük) bir azap vardır.
Bütün
kâfirlerin kalpleri mühürlü. Kimdir kâfir? Eğer şeytana sorarsanız insanlara
yutturduğu bir şeyle mü’min olmayanlar diyor. Allah’a inanmayanlar kâfirdir.
Îmân kelimesi inanmak anlamının içeriğine sahip olduğu için iblis bunu insanları
aldatmak için bir vesile saymış. Bir insanın mü’min olabilmesi için 7 tane kalp
şartına, 7 tane inanç şartına, 4 tane de vasıf şartına sahip olması lâzım
biliyorsunuz.
1-
Kişin kalbindeki ekinneti almış olacak
Allahû Tealâ
2-
Kişinin kalbinin mührünü açacak
3-
Yerine ihbat koyacak
4-
Allahû Tealâ kalbine hidayetle ulaşacak
5-
O kişinin kalbinin nur kapısını Allaha
çevirecek
6-
Göğsünden kalbine nur yolu açacak
7-
Mürşidine tâbî olduğunda kalbinin içine
îmân kelimesi yazılacaktır.
Allahû
Tealâ kalbe hidayetle ulaşmadıkça, yani kalbin içine îmân girmedikçe hiç
kimsenin mü’min olamayacağını söylüyor Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesi.
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tû’minû ve
lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîûllâhe ve resûlehu
lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû
olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin.
Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat
ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez.
Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”
Bu
7 tane kalp şartı. Yedi tane de inanç şartı gerekli.
1-
Allah’a inanmak
2-
Meleklerine inanmak
3-
Resûllerine inanmak
4-
Kitaplarına inanmak
5-
Bâsu badel mevte inanmak
6-
Hayrın Allah’tan şerrin insanın
nefsinden olduğuna inanmak
7-
Ruhu ölmeden evvel Allaha ulaştırmak,
hayattayken ulaştırmak, bunun farziyetine inanmak.
Ve
4 tane de hidayet şartı
1-
Ruhun hidayetine başlamış olmak
2-
Fizik vücudun hidayetine başlamış olmak
3-
Nefsin hidayetine başlamış olmak
4-
İradenin hidayetine başlamış olmak
Ruhun
hidayeti, Allah’a ulaşmak üzere ruhun vücudumuzdan ayrılmasıyla başlar. Fizik
vücudun hidayeti, fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulmaya
başlamasıyla başlar. Nefsin hidayeti ise nefsin kalbindeki afetleri temizlemeye
başlamasıyla devreye girer.
Öyleyse
3 ayrı vücudumuz 3 ayrı Sıratı Mustakîm üzerinde 3 ayrı hidayetin sahibi
olacak. Böyle bir dizaynda ancak mü’min olmak söz konusudur.
1-
7 tane kalp şartı
2-
7 tane inanç şartı
3-
4 tane hidayet şartı
Kişi
o zaman îmânı artan mü’min olur. Öyleyse şimdi Allahû Tealâ’nın burada
bahsettiği insanlar “Onlar ki kâfirdirler diyor. İnnellezîne keferû diyor ve
Allah’ın yolundan saptırırlar diyor.” İnnellezîne keferû, onlar ki kâfirdirler.
ve saddû saptırırlar, an sebîlillâhi Allah’ın yolundan, kad dallû dalâlen
baîdâ. Kad, and olsun ki onlar açık bir dalâlet içindedirler. Uzak bir dalâlet
içindedirler, baîdâ uzak bir dalâlet.
Öyleyse
bu insanlar Allah’ın yoluna girmiş olsalardı ne olacaktı? Kalplerine îmân
girecekti ve küfür alınıp îmân kelimesi yazılacaktı. Hidayetler başlayacaktı.
Allah kalbin içine îmânı yazdığı için kişi mü’min olacaktı. Böyle olmadığı için
kâfirler. Allah’ın yoluna girmedikleri için kâfirler. Yetmez başka insanları da
Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Yeryüzündeki fesat sebebi bu insanlar. Bakın
ne diyor Allahû Tealâ Rad 20-21’de:
13/RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel
misâk(misâka).
Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini,
nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer
teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair
misaklerini) bozmazlar.
13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale
ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını
emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı
huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Onlar
diyor Allahû Tealâ: “Allah ile olan ahdlerini yerine getirirler ve özellikle
misaklaerini bozmazlar.” Ve misaklerini bozmayan bu insanlar misaklerini yerine
getirirler. Nasıl? Ve onlar Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi
Allah’a ulaştırırlar. Böylece misak yerine getiriliyor. “Allah’ın Allaha
ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah’a ulaştırırlar.” diyor Allahû Tealâ.
Ruhlarını, Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettikleri ruhlarını Allah’a
ulaştırılar.
Aynı
Surenin 25. âyet-i kerimesine bakıyoruz bu âyetler 20 ve 21. âyetlerdi. Diyor
ki Allah: “Onlar Allah’a misak verdikleri halde Allah’a ruhlarını ulaştırmayı
vuslatı keserler. Onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Başka insanların da
hidayete ermesine mani olurlar.”
13/RA'D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi
ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul
la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (Allah’a ruhlarını, vechlerini,
nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak
verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve
iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a)
ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve
yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına
mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü
(cehennem) onlar içindir.
İşte
başka insanların da hidayete ermesine mani olur ifadesi bu âyet gereğince var,
Nisa-167 gereğince. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesine mani olurlar
diyor. Orada da bu sebeple fesat çıkardıkları işaret ediliyor. Rad Suresinin
25. âyet-i kerimesiyle Nisa Suresinin 167. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet
rabıtası var.
Öyleyse
bu illiyet rabıtasına dikkat edin. Allahû Tealâ’yla olan ilişkilerde bu olay
var sevgili öğrenciler. Allahû Tealâ burada açıkça “Onlar Allah’ın yolundan
saptırırlar.” diyor. Orada da böyle olduğu için yeryüzünde fesat çıkardıkları
neticesine ulaşıyoruz Rad-25’de. Âyet-168, 167’nin devamı.169’da bir konuyu
bütünlüyor.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li
yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkar edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide
ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola
(Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû
Tealâ diyor ki: “İnnellezîne keferû, muhakkak ki onlar kâfirlerdir. ve zalemû,
ve zalimlerdir.” Niçin zalimler? Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini
önledikleri için zalimler. Başka insanların Allah’ın yoluna girmesini önleyince
onların hidayetine mani oluyorlar. Rad-25’de Allahû Tealâ’nın ifade ettiği gibi
yeryüzünde fesat çıkartıyorlar. Allah’ın emirlerine itaatsizlik ediyorlar.
İsyan ediyorlar Allahû Tealâ’nın emirlerine ve yeryüzünde fesat çıkartıyorlar
bu sebeple. Ve başka insanların hidayetine mani oldukları için de Allahû Tealâ
hükmünü koyuyor “Onlar zalimdirler.” diyor. Başkalarına ve kendilerine zulm
ederler. Başkalarına mani oldukları için kendilerine de zulm etmiş oluyorlar.
“İnnellezîne keferû ve zalemû muhakkak ki onlar kâfirdirler ve zalimdirler. Lem
yekunillâhu li yagfire lehum, Allah onlara mağfiret etmez.” diyor Allahû Tealâ.
Allah onların günahlarını sevaba çevirmez. Allah olara mağfiret etmez onların
günahlarını sevaba çevirmez.
Eğer
başka insanlar da yola girmiş olsalardı, bunlar da yola girmiş olsalardı yani
Allah’a ruhlarını ulaştırmayı dileselerdi, mürşidlerine ulaşıp tâbî oldukları
anda onların bütün günahlarını Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince
Allah sevaba çevirecekti. Ne diyor Allahû Tealâ Furkan-69’da cehenneme gidecek
olanlardan bahsediyor. Furkan-70’de ne diyor Allahû Tealâ? Diyor ki: “Ama kim
tövbe ederse mürşidin önünde yapılan bir tövbe onlar hariç diyor. Onlar
cehenneme gitmezler. Onlar mü’min olurlar diyor birinci işaret. Onlar
amilüssalihat yapmaya başlarlar diyor, nefs tezkiyesi yapmaya başlarlar diyor
ikinci işaret. Onların bütün günahlarını bütün seyyiatlerini, Allah hasenata
çevirir, sevaba çevirir yani onların bütün negatif derecelerini, nakıs
derecelerini, kaybettikleri derecelerini Allah zahid derecelere pozitif
derecelere, kazanç derecelere çevirir yani onların günahlarını sevaba çevirir.”
diyor Allahû Tealâ Furkan-70’de ve 71’de de diyor ki: “Onların ruhları
tövbeleri kabul edilmiş bir halde Allah’a ulaşır.”
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan
fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren
rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
gönderendir).
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu
ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi)
işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır
(hayattayken ruhu Allah’a ulaşır).
İşte
sevgili kardeşlerim, görüyorsunuz ki Allah ile olan ilişkilerimizde her şeyin en
güzel olması söz konusu. Şimdi bu insanlar yola girmedikleri için mürşidlerinin
önünde tövbe de etmiş değiller. Tabiî günahları da sevaba da çevrilmiş değil.
“Allah onlara mağfiret etmez yani onların günahlarını sevaba çevirmez.” diyor.
Ve onları Sıratı Mustakîm’e de ulaştırmaz diyor. “ve lâ li yehdiyehum onları
ulaştırmaz tarîkâ.”
Sevgili
kardeşlerim tarik, Tarîki Mustakîm’i ifade ediyor burada. Sıratı Mustakîm 4
sebilden oluşur. Birinci sebîl yataydır. Kişinin tövbe ettiği yerle ana dergah,
devrin imamının dergahı, arasındaki yatay yolu ifade eder. Burada Tarîki
Mustakîm başlar. Tarîki Mustakîm, 7 tane gök katını aşan bir yoldur. Bu 7 tane
gök katını aşan yol 7. kata kadar ulaşır. Bundan sonra yeni bir yatay yol
başlayacaktır. Birinci âlemden 7. âleme kadar ve bu yeni yolun dizaynı
içerisinde her şey adım adım sonuçlanacaktır. Soldan sağa doğru yedi tane âlem
geçilir Sıdretül Münteha’ya ulaşılır, yatay bir yoldur üçüncü sebil. Ve
dördüncü sebîl dikey bir yoldur. Sıdretül Münteha’dan Allah’a kadar ulaşır. Ruh
Allah’a ulaştıktan sonra Allah’ın Zatında kaybolur, yok olur. Kişi fenâ fillah
olur. Allah’ın Zatında fani olur, Allah’ın evliyası olur.
İşte
burada Allahû Tealâ “Onu Tarîki Mustakîm’e ulaştırmaz diyor. Sebîlleri, birinci
sebîli aşarak Tarîki Mustakîm’e ulaşmasına Allahû Tealâ müsaade etmez.” diyor.
Eğer tâbî olsaydı mürşidine hem Allahû Tealâ onların günahlarını sevaba
çevirecekti hem de onları Sıratı Mustakîm’e mutlaka ulaştıracaktı. Tâbî
olanların mutlaka Sıratı Mustakîm’e ulaştıkları Nebe-38 ve 39’da kesinleşiyor.
Nebe-38, mürşidin önünde yapılan bir tövbe, 39’da bunun üzerine yolan çıkan
ruhun Allah’a ulaşması.
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffan),
lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf
saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse
konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ
rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî
olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine
Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a
ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
23/MU'MİNÛN-17: Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ
kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).
Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde 7 yol yarattık ve Biz,
yaratmaktan gâfil değiliz.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada, ruhun yolculuğunun devam ettiği
7 tane gök katını birbirine bağlayan yollardan söz edilmektedir. Ruh, her katta
ayrı bir işleme tâbî tutulur ve neticede Allah’a ulaşır. Bu yolun adı Tarîki
Mustakîm’dir.
Allah’ın üzerimizde 7 gök katını
zemin kata bağlayan 7 tarîk (yol) yarattığı kesinleşiyor. Bu Tarîki
Mustakîm’dir. Bu katları aşarak 7. gök katına ulaşan ruhumuz 7 yatay âlem aşmak
suretiyle illiyyini geçerek sidretil münteha’ya ulaşır. Oradan dikey bir
yolculukla Allah’a ulaşır.
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil
âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev
ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi
rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ,
radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne
hızballâhi humul muflihûn(muflihûne)
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden
bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar
bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri
olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve
onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının
ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan
cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah,
onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar,
Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler
değil mi?
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sahâbenin kalplerine îmân yazıldığı ve Devrin
İmamı’nın Ruhu’nun onların başlarının üzerine yerleştiği, cennete girecekleri,
Allah’ın rızasını kazandıkları ve Allah taraftarları oldukları açıklanıyor.
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min
emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından
(Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için
Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine)
Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden
(Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
32 / SECDE - 24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve
kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Bu kişi, Allah’a ulaşmayı dilemiş,
Allah onu 12 ihsanla mürşidine ulaştırmıştır. Böylece kişinin başının üzerine
devrin imamının ruhu gelmiştir. Dereceleri artıran Allah’ın 1’e 10 verirken 1’e
100 vermeye başladığı nokta burasıdır. Ve “arşın sahibi olan” arşı tutan
melekler ve onların etrafındaki kişidir. Bu kişi Devrin İmamı’dır. Ve emrinden
bir ruh, devrin İmamı’nın ruhudur. Kullarından dilediği kişi, Allah’a ulaşmayı
dileyen kişidir, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı dilemiştir.
Kur’ân-ı Kerim’in önemli
âyetlerinden birisi Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesidir. Ruhun vücuttan,
devrin imamının emri üzerine nasıl ayrıldığını anlatmaktadır.
Âyet, Allah’a ulaşmayı dileyen
kişinin mürşidine tâbî olduğu zaman, başının üzerine gelen Devrin İmamı’nın
ruhundan bahsetmektedir.
2/BAKARA-261: Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî
sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu
habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde
(başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir
tek tohumun durumu gibidir. Allah, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat
artırıp verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alîm’dir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Âyet-i kerimenin
muhtevasında iki tane unsur vardır:
1- Allah yolunda olmak
2- İnfâk etmek
Allah yolunda olan insan kimdir?
Allah’a ulaşmayı dileyen
kişinin kalbindeki bu talebi Allah işitir, görür ve bilir. Üzerine Rahmân
esmasıyla tecelli eder. Allah’a ulaşmayı dilemekle insanlar Allah’a doğru bir
adım atarlar. Allah onlara 12 ihsanda bulunur. Ve kişiye mürşidini göstererek
12. ihsanını tamamlar. Sıra kişidedir, ikinci adımı atar; mürşide ulaşır. Bu
kez Allahû Tealâ 7 ni’met verir:
1. ni’met, devrin
imamı ruhu kişinin başının üzerine gelip yerleşir.
2. ni’met,
kişinin kalbine îmân yazılır.
3. nimet, bütün
günahları sevaba çevrilir ve sevaplar 1’e 10’ dan 100’e çıkarılarak derecat
sistemi değişir.
4. ni’met, ruhu
Sıratı Mustakîm üzerine çıkar.
5. ni’met, nefs
tezkiyesi başlar.
6. ni’met, irade
güçlenmeye başlar.
7. ni’met, fizik
vücudu Allahû Tealâ’ya kul olmaya ve güçlenmeye başlar.
Kişi 1 derecelik
günah işlediğinde amel defterine 1 negatif derece; 1 derecelik sevap
işlediğinde 10 pozitif derecet yazılır, normal şartlar altında. Ne zaman
kişinin ruhu vücudundan ayrılarak Allah’a doğru yola çıkmışsa, Nefs-i Emmare’yi
tamamladığı birinci kata çıkıncaya kadar kazandığı her dereceye karşılık 100
katını almaya başlar. Daha sonra nefsinin kalbinde %7 nur birikimi daha
sağlanır ve kişi Nefs-i Levvame’ye, ruhu ikinci gök katına ulaşır. 1 dereceye
karşılık 200 kat almaya başlar. Kişinin ruhu üçüncü defa %7 nur birikiminde
üçüncü kata ulaşır, Nefs-i Mülhime. Allah’ın verdikleri 1 dereceye karşılık 300
kata ulaşır. Nefs-i mutmainne’de 400 kat, Nefs-i Radiye’de 500 kat, Nefs-i
mardiyye’de 600 kat, Nefs-i Tezkiye’de 700 kat
kişi karşılık alır. Ruh da yedi gök katını aşıp Sıratı Mustakîm
üzerinden Allah’a ulaşır. (Sıratı Mustakîm, Allah’ın yoludur.)
Rızık, Allah’ın
insana verdiği tarladaki buğdaydır, bahçedeki meyvedir, hayvanlardır. Yiyecek
olarak Allah’ın ihsan ettiği her nesne, insanla Allah arasındaki ilişkilerde
rızık adını alır. Bir insan Allah’ın kendisine verdiği rızkı başkalarına
verdiği zaman infâkta bulunur, onlara nafaka verir. İşte kim Allah’ın yolunda
ruhu Sıratı Mustakîm’e ulaşmış, Allah’a doğru yola çıkmışsa o kişi başkalarına
da infâk ettiği taktirde Allahû Tealâ, ona her kademede 1’e 100’den başlayarak
700 katına kadar çıkan ni’metlerde bulunacaktır.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan
fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren
rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân
yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o
taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba)
çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet
gönderendir).
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ bir tövbe
merasimini anlatmaktadır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi mü’min olur.
Sonra Allah, onun üzerinde
Rahmân esması ile tecelliye başlar. Ve gözlerindeki hicab-ı mesture,
kulaklarındaki vakra ve kalbindeki ekinneti alır. Kalbin mührünü açar, ihbat
koyar. Allah onun kalbine ulaşır. kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir.
Göğsünden kalbine nur yolu açar. Kişi zikir yaptığında, Allah’ın katından
rahmet ve salâvat göğsüne gelir. Göğsünden kalbine
ulaşır ve kalbe %2 rahmet girer. Ve böylece kişi huşû sahibi olur. Allah’tan
mürşidini sorar. Mutlaka Allah ona mürşidini gösterir. Ve mürşidine ulaşır.
Kişinin tâbiiyeti sırasında kalbine îmânın yazılmasıyla, kalbindeki mevcut îmân
artırılmış olur. Aslında kişinin mü’min olduğu yer 3. basamaktır (Allah’a
ulaşmayı dilemek). Buradaki mü’min oluş müessesesindeki ölçü, Bakara Suresinin
6 ve 7. âyetlerindeki kâfir olmanın zıddı olan mü’min olmaktır.
14. basamakta kişinin
kalbine, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince Allah, îmânı yazar:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen
yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev
kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî
kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min
tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike
hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden
bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar
bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri
olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve
onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının
ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan
cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah,
onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar,
Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha
erenler değil mi?
Kalbine îmân yazılınca
kişi, kalbindeki îmânı artan bir mü’min olur. Âyet-i kerime bunu net olarak
söylüyor. Kalplerin içine îmân koyarak îmânı arttırıyor Allahû Tealâ:
48/FETİH-4: Huvellezî enzeles sekînete
fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus
semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü’minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye
sekîneti indiren, O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Ve Allah;
Alîm’dir, Hakîm’dir.
İşte îmânın îmânla artma
müessesesi, kişinin kalbine Allahû Tealâ’nın gönderdiği sekînetle îmânı yazması
halidir.
Göklerin ve yerin
orduları Allah’ındır. Allah bilir ve hikmet sahibidir.
78/NEBE-38: Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffan),
lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf
saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse
konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'a ulaşmayı diledikten sonra mürşide tâbî olunduğu zaman,
devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelir. Arşı tutan melekler de saf
saf hazır bulunur. Rahmân'ın kendisine izin verdiği devrin imamının ruhu
kendisine şefaat için izin verilen kişidir. Ve tâbiiyetini gerçekleştirene
günahlarının sevaba çevrildiğini söyler.
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ
rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî
olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine
Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a
ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mürşide tâbî olunan gün Hakk günüdür. Dileyen kişi Sıratı
Mustakîm'i yol edinir. Allah'a ulaşan kişinin ruhuna Allah meab (sığınak) olur.
46/AHKÂF-30: Kâlû yâ kavmenâ innâ semî’nâ kitâben unzile min
ba’di mûsâ musaddikan li mâ beyne yedeyhi yehdî ilel hakkı ve ilâ tarîkın
mustekîm(mustekîmin).
Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Hz. Musa’dan sonra
indirilen, onların elindekini tasdik eden Hakk’a ulaştıran ve Tarîki Mustakîm’e
hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Kur’ân-ı Kerim’in
özellikleri sıralanmaktadır.
1- Hz. Musa’dan
sonra indirilen
2- Onların
elindeki Tevrat’ı tasdik eden
3- Hakk’a
(Allah’a) ruhu ulaştıran
4- Tarîki
Mustakîm’e ruhu ulaştıran
72/CİNN-16: Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum
mâen gadekâ(gadekan).
Ve eğer onlar, tarikat üzere olarak (Allah’a) yönelselerdi, onları
mutlaka bol su (rahmet) ile sulardık (bol bol rahmet ulaştırırdık) ki.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sadece Allah’a ulaşmayı
dileyenler Allah’ın göstereceği mürşidlerine ulaşır ve tâbî olurlar. Bu
tâbiiyet ruhun vücuttan ayrılmasını ve devrin imamının ana dergâhına ulaşmasını
sağlar. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hangi mürşide tâbî olurlarsa olsunlar,
ruhları vücutlarından ayrılmaz ve tarikat üzerinde, yani Allah’a ulaştıracak
yollar üzerinde olamazlar. Her dergahtan devrin imamının dergâhına, yani Allah’a
ulaştıracak dergâha mutlaka yol vardır. Ana dergâha ulaşanlar artık Sıratı
Mustakîm üzerinde olanlardır. Onlar zikir yaptıkları zaman Allah’tan rahmet,
fazl ve salâvât nurları kalplerine ulaşır.
91/ŞEMS-8: Fe
elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını
ilham etti.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sonra Allah nefse
fücurunu, yani devamlı günah işleyen bir dizaynı ve devamlı hayra dönük
işlemler yapan takvasını ilham etti.
91/ŞEMS-9: Kad
efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha
(kurtuluşa) ermiştir.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim nefsini tezkiye
ederse 3. kat cennete hak kazanır. Allah’a ulaşmayı dilediği 3. basamakta
bi-rinci kat, mürşidine tâbî olduğu 14. basamakta 2. kat, ruhunu Allah’a ulaştırdığı
ve teslim ettiği 21. basamakta 3. kat cennetin sahibi olur.
4/NİSÂ-103: Fe izâ
kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe
izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne
kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Burada Allahû Tealâ: “Ayaktayken de” diyor,
“otururken de ve yan üstü yatarken de, 3 pozisyon hep Allah’ı zikredin” diyor.
Bir insan sadece bu 3 halde bulunabilir. Ya ayaktadır, ya oturuyordur, yada yan
üstü yatıyordur. Ama 4. bir hâl kimse için mümkün değil. Bütün insanlar için
sadece 3 pozisyon var. 3 pozisyonun 3’ünde de Allahû Tealâ daimî zikri farz
kılmış.
Al-i İmran 190 ve 191’de Allahû Tealâ diyor
ki:
3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs
semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl
elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne
yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs
semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke
fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin
sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı
zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve
derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın.
Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
“Ulûl’elbab kullarımız için, ayaktayken de,
otururken de, yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur” diyor
Allahû Tealâ.
Anlıyoruz ki, ulûl’elbab olanlar, daimî zikrin
sahipleridir. Bu âyetle farz kılınan bir daimî zikir. Çünkü Allahû Tealâ bütün
sahâbenin daimî zikre ulaştığını, hatta Allah’a köle olmaya kadar
ulaştıklarını, irşad makamının sahibi olduklarını kesinleştiriyor.
Öyleyse, Allahû Tealâ burada daimî zikri açık
ve kesin bir biçimde üzerimize farz kılmış. Ve ayrıca: “Namaz üzerinize
vakitleri belirli bir farz olmuştur” diyor. Öyleyse her namazı onun vaktinin
içinde kılmak mecburiyetindeyiz. Her vakti mutlaka faydalı alan olarak
kullanmak mecburiyetindeyiz.
Öyleyse tasavvuf müessesesi, Peygamber
Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin hayatı namazların kazaya bırakılmasını ihtiva
etmiyordu. Böylece tasavvuf mensupları, madem ki bizler Peygamber Efendimiz
(S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatı yaşıyoruz, öyleyse bizim için de aynı şey
söz konusudur. Namazlarımızı, yolculukta da olsak, olmasak da, ait olduğu
zamanın ötesinde hiçbir zaman kılmamalıyız. Allah’ın üzerimize vakitleri
belirli bir farz kıldığı bir namazı, tam vaktinde eda etmekle hepimiz
mükellefiz.
Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe
nasıl günde 7 vakit namaz kılıyorsa, biz de 7 vakit namaz kılarız. Nasıl her
vakti mutlaka zamanında kılmışlarsa, biz de aynı şeyi yaparız, bütün vakitleri
mutlaka o vakitlerin içinde kılarız.
Öyleyse, Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve
şükrederiz ki, bir defa daha beraber olduk. Bir defa daha Kur’ân-ı Kerim
tefsirini beraberce tamamladık.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe
ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en
tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne
semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar
arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki
Allah, onunla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, iyi işiten ve
en iyi görendir.
|
AÇIKLAMA
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevgili kardeşlerim bu âyet iki yönlü bir
âyet. Şu dünya üzerinde insanlardan bir emanet aldıysanız o emanetleri
emanetlerin sahiplerine vereceksiniz. Emanetler sizin değildir. Emanet olarak
almışsınızdır. Onları sahibine iade etmekle teslim olmakla emrolundunuz.
Sevgili kardeşlerim, bu âyette bir şeye dikkat etmeniz lâzım. Allahû Tealâ diyor ki: “Emanetler.”
diyor ama sahipleri demiyor “Sahibi” diyor. Ehillerine demiyor “Ehline” diyor.
Gördüğünüz gibi emanetler çoğul kullanılmış ama sahipleri yok. Emanetlerin
hepsinin bir tek sahibi var âyet-i kerimede. Emanetleri sahibine teslim
etmenizi, tebliğ etmenizi emreder sahiplerine değil. Öyleyse emanetler olacak
birden fazla ama sahibi bir olacak. Acaba Allahû Tealâ ne demek istiyor? Bizde
emanet var, ruh. Emanet var, fizik vücut. Bu ikisi teslim olduktan sonra emanet
hükmüne girecek olan bir rehine var nefs. Ondan sonra da bir başka emanet daha
var, irademiz.
Öyleyse Allahû Tealâ bütün emanetleri sahibine
teslim etmenizi emrediyor. Ruhunuzu da fizik vücudunuzu da (vechinizi de)
nefsinizi de ve iradenizi de. Bunlardan sadece iradenin tesliminde Allahû Tealâ
muvafakatınızı ister. Siz isterseniz, eğer böyle bir talebiniz olursa iradenizi
de Allah’a teslim edersiniz. Allah’ın iradesine bağlanırsınız. Böyle bir
talebiniz yoksa Salâh’ın son mertebesine ulaşmazsınız Allah’a köle olmazsınız.
Allah’a kul olmanın son mertebesine ulaşırsınız ve bütün güzellikleri her
halükarda yaşarsınız.
Sevgili kardeşlerim, Allahû Tealâ burada 3 emanetin de Allah’a teslimini açıkça istiyor. Ruhumuzu
Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Fizik vücudumuzu, vechimizi, Allah’a teslim
etmekle vazifeliyiz. Nefsimizi de Allah’a teslim etmekle vazifeliyiz. Öyleyse 3
vücut 3 teslim. Üçü de üzerimize Allahû Tealâ tarafından farz kılınmış. Şimdi
bütün insanlar için söz konusu olan şey Allah’a emanetleri teslim etmeleri.
Bunun için her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. Allah’a ulaşmayı
dileyeceksiniz, mürşidinize ulaşacaksınız, ruhunuzu Allah’a teslim edeceksiniz,
fizik vücudunuzu Allah’a teslim edeceksiniz ve nefsinizi Allah’a teslim
edeceksiniz. Ve iradenizi de Allah’a teslim etmek isterseniz onu da teslim
edeceksiniz. Allahû Tealâ onu da farz kılmış ama sizin rızanızı mutlaka orada
istiyor.
Olmadıkça, siz rızanızı belirtmedikçe Allah’a iradeniz
teslim olmaz. Allah iradenizi teslim almaz.
Allahû Tealâ burada diyor ki: “Bir de diyor
yeryüzünde hakemlik ettiğiniz zaman gene üzerinizde iki tarafın hakkı da
emanettir.” Adaletle hükmedeceksiniz ki iki tarafın da hakkını kendilerine
teslim etmiş olasınız. Adaletin en güzeli Allah’a aittir. Onun için Allah’ın
resûlleri adaletin gerçek sahipleridir. Niçin? Kararı kendileri verdikleri için
mi? Hayır, kendileri karar veremezler. Daima karar için Allah’a müracaat
ettikleri için ve daima Allah’ın kararını başkalarına ulaştırdıkları için.
Allahû Tealâ burada diyor ki: “Muhakkak ki Allah bununla size ne güzel öğüt
veriyor.” diyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir. Allah işitir ve
bilir, semiûn alîm.