Oruç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oruç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2015 Cumartesi

ORUÇ

ORUÇ

Oruç, takvaya erişmemizde en önemli emirdir. Allahû Tealâ: “Sabır ve orucun ecri Bana aittir. Onu, Ben takdir ederim.” buyurmaktadır. Oruç ve zikir takva sahibi olmanın yoludur. Takva sahibi olabilmek, oruçlu iken zikretmekle daha kolaydır. Çünkü; oruçlu insan nefsi ile cihaddadır. En büyük cihad ise nefs ile yapılan cihaddır. Bu cihadı kolaylaştıran şey, açlık ve susuzluk duygusunu Allahû Tealâ’nın ortadan kaldırmasıdır. Oruçlu iken Allah’ın yardımının ulaşması ise ancak zikirle mümkündür. Tasavvufta olan kişilerin tasavvufun dışındakilerden farklı olarak, orucu büyük bir zevkle tutmaları ve oruçtaki huzuru yaşamaları, zikir sayesindedir. Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye Allahû Tealâ’nın yardımları gelerek Allah, oruç tutmayı sevdirecektir. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 183. âyet-i kerimede orucun takvaya ulaşmada en önemli bir emir olduğunu ifade etmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-183: “Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).”
Ey îmân edenler! Oruç sizden öncekilerin üzerine yazıldığı (farz kılındığı) gibi, sizin üzerinize de (yazıldı) farz kılındı. Umulur ki; (böylece) takva sahibi olursunuz.


Oruç, üzerimize farz kılınmıştır. Ramazan ayında orucu, kesin olarak tutmamız gerekir. Allahû Tealâ Bakara Suresi 185. âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

2/BAKARA-185: “Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân, fe men şehide minkumuş şehre felyasumhu ve men kâne merîdan ev alâ seferin fe ıddetun min eyyâmin uhar, yuridullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra ve li tukmilul ıddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).”
(Bu sayılı günler) ramazan ayıdır ki; insanlar için bir hidayetçi (Allah’a ulaşma vesilesi) olan, furkan olan (hakkı bâtıldan ayırt eden) ve Hüda’dan beyyine (ispat vasıtası olan açıklama) olan (açıkça anlatılıp açıklanan) Kur’ân onun (bu ayın) içinde indirilmiştir. Artık içinizden her kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu oruçlu geçirsin. Ve kim hasta veya sefer üzere (yolculuk halinde) ise (tutamadığı) günler sayısınca diğer günlerde tutar. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayete erdirecek şey üzerine Allah’ı tekbir etmeniz içindir. Umulur ki; (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.
      
Peygamber Efendimiz (S.A.V), bizler için en güzel örnektir. Allahû Tealâ Ahzâb Suresi 21. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

33/AHZÂB-21: “Le kad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun li men kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).”
Allah’a ulaşmayı dileyenler ve Allah’a ulaşanlar ve Allah’ı çok zikredenler için andolsun ki Allah’ın resûlü en güzel (ahsen) örnektir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) oruç konusunda da bize en güzel örnektir.  Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in Ramazan ayı dışında da oruç tuttuğu görülmektedir. Resûlullah (S.A.V), her perşembe gününü oruçlu geçirmiştir. Oruçla ilgili Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in: “Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” hadisinden de orucun bize sıhhat sağlamakta önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in: “Tok iken sofraya oturmayınız ve tok olarak da kalkmayınız.” hadîsindeki ölçüye uyabilirsek, gerçekten orucun, fizik bedenimizin sıhhatine kesin bir reçete olduğu açıkça görülür.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V): “Oruç tutunuz; şeytan, kanın damarda dolaştığı gibi Âdemoğlunda dolaşır. Oruç ile onun yollarını daraltın.” buyurmaktadır. Şeytan, nefsimizin afetlerine füccur kapısından tesir eder. Oruç ibadeti bizi zikir artışına götürür. Bu artış, kalbimizi nurlandırması sebebiyle aynı zamanda şeytanın kalp üzerindeki tesir sahasını da azaltır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde de şöyle buyurmuştur: “Oruç bir kalkandır.” Belirtilen hadisi şeriften anlıyoruz ki; oruç, günahları işlemeye engel olan bir kalkandır. Hz. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V): “Oruçlu iken dilinize hâkim olunuz, başkasına kötü söz söylemeyiniz, size kötü söz söyleyenlere de ben oruçluyum deyiniz.” buyurmuştur.
Oruç, günahlara kefarettir. Bir kişinin işlediği birtakım günahların cezasının ödenmesinde Allahû Tealâ’nın kriterleri vardır. Allahû Tealâ, Mâide Suresi 89. âyet-i kerimede işlenen günahların kefaretinin ödenmesinde orucu devreye koymaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

5/MÂİDE-89: “Lâ yuâhizukumullahu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhizukum bimâ akkadtumul eymân(eymâne), fe keffâretuhû it’âmu aşereti mesâkîne min evsatı mâ tut’imûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rekabeh(rekabetin), fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâm(eyyâmin), zâlike kefâretu eymânikum izâ haleftum, vahfezû eymânekum, kezâlike yubeyyinullahu lekum âyatihi leallekum teşkurûn(teşkurûne).”
Allah sizi, yeminlerinizdeki boş sözlerden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat akid yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun kefareti (cezası), ev halkınıza yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmeniz veya onları giydirmeniz ya da bir köle azad etmenizdir. Bunları bulamayanlar ise üç gün oruç tutsun. İşte yeminlerinizi bozduğunuz zaman onların (yeminlerinizin) kefareti budur. Yeminlerinizi koruyun (onları bozmaktan sakının). Allah âyetlerini size böyle açıklıyor, umulur ki şükredersiniz.

Allahû Tealâ, hac farizasını yerine getirirken kara avını yasaklamıştır. Yasaklanmasına rağmen, kişi böyle bir günah işlemişse Allahû Tealâ, bu işlenen günahtan kurtulmanın çözümünde yine oruca yer vermektedir. Allahû Tealâ Mâide Suresi 95. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

5/MÂİDE-95: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ taktulûs sayde ve entum hûrûm(hûrûmun) ve men katelehu minkum muteammiden fe cezâun mislu mâ katele min en neami yahkumu bihî zevâ adlin minkum hedyen bâligal ka’beti ev keffâratun taâmu mesâkîne ev adlu zâlike siyâmen li yezûka vebâle emrih(emrihî) afâllâhu amma selef(selefe) ve men âde fe yentakimullâhu minh(minhu) vallâhu azîzun zûntikâm(zûntikâmin).
Ey îmân edenler! Siz ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. Ve sizden kim kasten (bilerek) onu öldürürse, o zaman kendisine öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezası vardır ki, (bunun öldürülen hayvanın dengi olduğuna dair) içinizden, âdil iki kimse takdir edip karar verir. Kâbe'ye ulaşacak (Kâbe'ye götürülüp orada kesilecek) bir kurban veya yoksulları yedirme şeklinde bir kefâret, ya da buna denk bir oruçtur ki bu, böylece o yaptığı işin vebalini tatması içindir. Allah, geçmiştekileri (işlenen bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o taktirde Allah ondan intikam alır. Allah Azîz'dir, intikam sahibidir

Mâide Suresi 95. âyet-i kerimede belirtilen günahın cezası; kurban kesmektir; fakiri doyurmaktır; o da yerine getirilemezse oruç tutmaktır. Kişi malî ibadeti yerine getiremiyorsa, bedenî ibadeti yerine getirmelidir.
Allahû Tealâ: “Bir mü’minin, kasten öldürmesi olamaz.” buyuruyor. Ama yanlışlıkla öldürmüşse, o zaman burada da bir kefaret vardır, diyet vardır. Kişinin diyetini mal ile ödeyememesi durumunda bu günaha, oruç kefaret olmaktadır. Allahû Tealâ Nisâ Suresi 92. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

4/NİSÂ-92: Ve mâ kâne li mu’minin en yaktule mu’minen illâ hataâ(hataen), ve men katele mu’minen hataen fe tahrîru rakabetin mu’minetin ve diyetun musellemetun ilâ ehlihî illâ en yessaddakû, fe in kâne min kavmin aduvvin lekum ve huve mu’minun fe tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), ve in kâne min kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun fe diyetun musellemetun ilâ ehlihî ve tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), fe men lem yecid fe sıyâmu şehreyni mutetâbiayni tevbeten minallâh(minallâhi), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve bir mü'minin, bir mü'mini öldürmesi, “hata ile olması hariç” olamaz (caiz değildir) ve kim bir mü'mini bir hata sonucu öldürürse, o zaman bir mü'min köle azad etmesi ve ölenin ailesine bir diyet teslim edilmiş olması gerekir, ancak onların, (o diyeti) sadaka olarak bağışlamaları hariç. Fakat o (hata ile öldüren) eğer, size düşman bir kavimden olup ve o mü'minse, o taktirde, bir mü'min köle azad etmesi gerekir. Ve eğer sizinle arasında anlaşma bulunan bir kavimden ise o zaman ölenin ailesine teslim edilmiş bir diyet ve bir mü'min köle azad etmesi gerekir. Fakat (bunları) yapmaya imkân bulamayan kimse ise, o taktirde tövbesinin Allah tarafından kabulu için, ardarda iki ay oruç tutsun .Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi hüküm verendir.

Erkeklerden bazıları eşlerini, annelerinin yerine koyarak haksız sözler söylerler. Allahû Tealâ: “Bunu bilerek yapan kişinin günah kazandığını ama yine bu günahtan dolayı fakiri doyurması, giydirmesi, köle azad etmesi, bunları yerine getiremediği zaman da mutlaka bu günahını kefaretini oruçla ödemesi lâzım geldiğini” bizlere bildirmektedir. Allahû Tealâ Mucâdele Suresi 2., 3. ve 4. âyet-i kerimelerde şöyle buyurmaktadır:

58/MUCÂDELE-2: Ellezîne yuzâhirûne minkum min nisâihim mâ hunne ummehâtihim, in ummehâtuhum illellâî velednehum, ve innehum le yekûlûne munkeren minel kavli ve zûrâ(zûren), ve innellâhe le afuvvun gafûr(gafûrun).
İçinizden (sizden) kadınlarına sırt çevirenler (arkalarını dönenler) ki, onlar (eşleri) kendilerinin anneleri değildir. Onların anneleri, sadece onları doğuranlardır. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten inkâr edici (çirkin) ve günaha sokan (ağır) bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah; mutlaka affeden ve mağfiret edendir.
58/MUCÂDELE-3: Vellezîne yuzâhirûne min nisâihim summe yeûdûne li mâ kâlû fe tahrîru rekabetin min kabli en yetemâssâ, zâlikum tûazûne bih(bihî), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Onlar ki, kadınlarına sırt çevirip, sonra söyledikleri şeyden geri dönerler. O taktirde temas etmeden önce bir köleyi azad etsin (serbest bıraksın). İşte size bu vaazediliyor (yapmanız gerekenler öğüt veriliyor). Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
58/MUCÂDELE-4: Fe men lem yecid fe siyâmu şehreyni mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ, fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne miskînâ(miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve resûlih(resûlihî), ve tilke hudûdullâh(hudûdullâhi), ve lil kâfirîne azâbun elîm(elîmun).
Artık kim (azad edecek köle veya cariye) bulamazsa, o taktirde (eşlerine) temas etmeden önce iki ay devamlı (ardarda) oruç tutsun. Fakat kimin (oruca) gücü yetmezse, o zaman altmış miskini (çalışmaktan aciz, yaşlı kimseyi) doyursun. İşte bu, Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân ettiğiniz içindir. Ve bu, Allah'ın hudududur ve kâfirler için elîm azap vardır.
     
Allahû Tealâ; orucun vaktini Bakara Suresinin 187. âyet-i kerimede şöyle ifade etmektedir:

2/BAKARA-187: “Sûmme etimmûs sıyâme ilelleyli, ve lâ tubaşiruhunne ve entum âkifune fil mesâcid(mesâcidi). Tilke hududullâhi fe lâ takrabûhâ, Kezalike yubeyyınullâhu âyatihî lin nâsi leallehum yettekun(yettekune).”
Oruç gecesinde kadınlarınıza (cinsel) yaklaşmada bulunmanız size helâl kılındı. Onlar sizin için, siz de onlara için (fenalığa karşı koruyucu) birer elbisesiniz. Allah, sizin nefslerinize ihanet ettiğinizi bildi ve tövbenizi kabul etti de sizi affetti. Böylece şimdi onlara (eşlerinize) yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdığı takdir ettiği şeyi (üremeyi) isteyin. Fecirde beyaz iplik siyah iplikten tebeyyün edinceye (size seçilinceye) (gündüzün aydınlığı, gecenin karanlığından sıyrılıncaya) kadar yiyin için. Sonra da geceye kadar tamamlayın. (Çok ibadet etmek için) mescidlerde itikâfta iseniz geceleri de (cinsel) yaklaşmada bulunmayın. Bunlar, Allah’ın (yasak) sınırlarıdır. Sakın yaklaşmayın. İşte Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor. Umulur ki; takva sahibi olursunuz.

Bakara Suresi 187. âyet-i kerimeye göre; siyah iplik, beyaz iplikten ayırt edilene kadar oruca niyet edip, akşam ezanıyla birlikte orucumuzu açmamız gerekmektedir. Allahû Tealâ’nın dizaynında, Ramazan aylarında kadınlara yaklaşma mümkün olmasına rağmen, itikâfa çekilenler bunu yapamazlar. Allahû Tealâ itikâf süresi boyunca kadınlara yaklaşmayı yine aynı âyetle yasaklamaktadır.
Hastalar ve yolculukta seferî halde olanlar, özürleri sebebiyle Ramazan ayında oruç tutmayabilirler. Ama tutmadıkları günler kadar kaza etmeleri lâzımdır. Buna gücü yetmeyenler, karşılığında bir fakir doyumu kadar fidye ödemelidir. Allahû Tealâ; Bakara Suresinin 184. âyet-i kerimesinde geçerli mazeretleri sebebiyle oruç tutamayanlar hakkında buyuruyor ki:

2/BAKARA-184: “Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), femen kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe ıddetun min eyyâmin uhar, ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn(miskînin), femen tetavvaa hayran fe huve hayrun leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).”
(Size farz kılınan bu oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim hasta veya sefer üzere (yolculuk halinde) bulunursa, (tutamadığı) günler sayısınca diğer (başka günlerde tutar). (İhtiyarlıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) ona (oruç tutmaya) güç yetiremeyenler, bir yoksulu (sabah, akşam) doyuracak (kadar) bir fidye vermesi (gerekir). Bununla birlikte kim de; isteyerek (gönülden) bir hayır yapar da, (orucunu veya fidyeyi) artırırsa, işte bu kendisi için bir hayırdır. Eğer bilmiş olsaydınız oruç tutmak sizin için de hayır olurdu.

İnsanlar oruç tutmaktadır. Ama eğer Allah’a ulaşmayı dilemiyorlarsa, eğer Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî değillerse, bu oruç onları sadece Allahû Tealâ’dan uzaklaştırır. Sigara içen bir insan, bu süre içerisinde sigara içmediği için (şeytanın füccur kapısından, onun afetleri üzerinde vücuda getirdiği hassasiyet, öfke yüzünden) etrafını kırar ve kazandığından çok daha fazlasını kaybeder. O insanlar için oruç; sadece yemeden, içmeden kesilmedir. Ama Allah’a ulaşmayı dileyen bir insanda oruç daha farklıdır. Muhakkak ki; Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, Allahû Tealâ’dan ihsanlar almaktadır. Bu ihsanlar; Allahû Tealâ’nın yardımı, Râhman esmasıyla o kişinin üzerine tecelli etmesi, hicab-ı mesturenin kaldırılması, kulaklardaki vakranın kaldırılması, kalpteki ekinnetin kaldırılması, kalbe ihbatın konması, kalbe hidayetin konması, kalbin Allah’a dönmesi, Allah’ın kalbe giden nur yolunu açması ve kalpte huşûnun gerçekleşmesi, huşû sahibi olan kişiye Allah’ın mürşidi göstermesi şeklinde gerçekleşmektedir. Allah’a ulaşmayı dileyip, bu ihsanları aldığımız zaman, eğer mürşidimize tâbî olmuşsak mutlaka 3 vasıf şartına ulaşırız:
1-  Ruhumuz Sıratı Mustakîm’e ulaşır.
2-  Fizik vücudumuzun şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmaya başlar.
3-  Nefsimiz de nefs tezkiyesine başlar.

Nefs tezkiyesine başlanması demek, gün geçtikçe kişinin nefsinin üzerindeki şeytanın hakimiyet alanının azalması demektir. O zaman oruç, o kişi için sadece açlık ve susuzluk değil, bir nefsi tezkiye aracı olmaktadır.
Başlangıç noktasında bütün insanlar, Nefs-i Emmare’dedir. Yani herkes şeytanın füccurunu almaktadır. Daha sonra Nefs-i Levvame, sonra da Nefs-i Mülhime kademesi gelmektedir. Başlangıç noktasında bütün insanların şeytandan füccur ilhamları almasına karşılık, Allah’tan takva ilhamını alabilmemiz, nefs tezkiyesinin üçüncü kademesinde gerçekleşir. Oruç, zikir artışına vesile olduğu için zikir de bizi nefs tezkiyesine götürür. Dolayısıyla oruç, takvaya ulaştıran vasıtalardan birisidir. Allahû Tealâ, bizden sadece Allah’a ulaşmayı dilememizi istemektedir. Ne olur dilersek? Allah bize mutlaka ihsanlar verir. Mürşide tâbî olduğumuz zaman Allahû Tealâ mutlaka ni’metler de verir. Allahû Tealâ; verdiği ihsanlar ve ni’metlerle, kuluna bütün vasıta emirleri sevdirir. O kişi orucu sever. Oruç; onun için sadece açlık ve susuzluk değil, Allah’ın yardımını ona ulaştıran bir vasıta haline gelir. Namazı da severek kılar. Bütün bunları Allahû Tealâ’dan aldığı yardımlarla gerçekleştirir.
Fizik beden, ruhla nefs arasında bir savaş mekânıdır. Ama nefs, gün geçtikçe tezkiye olmaya başlarsa, tezkiye olduğu kadar ruhla paralel bir dizayna ulaşır. Akabinde fizik vücut da bu vasıta emirleri kolaylıkla yerine getirmeye başlar. Sonuçta; daha evvel mide orucu tutan kişi yedi kademede nefs tezkiyesini gerçekleştirince, oruca diğer uzuvlarda da katılır. Yani gözler de kulaklar da dil de oruç tutmaya başlar. Nasıl mı? Fizik bedenin Allah’a teslimiyle... Ruhun Allah’a teslimi, bizi Allahû Tealâ’nın yasak ettiği fiillerden korur. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Oruçluyken kötü söz söylemeyin. Size kötü söz söyleyenlere de karşılık vermeyin. Ben oruçluyum deyin.” buyuruyor. Oruç, dilimizi Allah’ın yasak ettiği fiillerde kullanmamıza mani olan bir vasıtadır.
Zikrimizi arttırırsak fenâ, beka ve zühd kademesinde kulaklarımızın da, gözlerimizin de bu oruca katıldığını görürüz. Fizik bedenini Allah’a teslim etmiş bir insanın artık kulaklarının da gözlerinin de günah işlemesi söz konusu değildir. Kur’ân-ı Kerim’deki İslâm’ın yedi safhasına göre oruç ibadeti, geniş bir yelpaze içerisinde değer kazanmaktadır. Başlangıçta oruç, kişi için sadece açlık ve susuzluğu ifade ediyorken daha sonra onu elini, dilini koruma noktasınına götürür. İnsan, nefsini de Allah’a teslim ettiği zaman, düşünceleriyle de oruç tutar. (İhlâsın yedi şartından bir tanesi de düşüncelerimizden hesaba çekilmektir.) Bu seviyedeki insan, Allahû Tealâ’nın kendisine verdiği fizik bedenin her uzvuyla oruçludur. Oruç, uzuvlarımızla da tutulmalıdır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) bu konuda: “Eğer oruç sizi yalancılıktan, emanete hıyanetten vazgeçiremiyorsa, Allah’ın sabahtan akşama kadar aç kalmanıza ihtiyacı yoktur.” buyuruyor.
Dînin odak noktasında hidayet vardır. Hidayet yoksa dîni yaşamak da yoktur. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V), âlemlere rahmet olarak gönderildi. Oruç hidayetin gerçekleşmesinde, vasıtalardan sadece bir tanesidir. Ama kim için? Allahû Tealâ’nın tayin ettiği mürşide tâbî olan kişi için. Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadisinde : “Oruç sabrın yarısıdır.” buyuruyor. Nefsimizin en büyük afetlerinden birisi sabırsızlıktır. Daimî zikir noktasında, sabırsızlığın yerine sabır yerleşir. Oruç, daimî zikre ulaşıncaya kadar bizi sabra alıştırmaktadır.
Dînin temeli olan Allah’a ulaşmayı dileyip ihsanla, mürşide tâbiiyet gerçekleşmiyorsa, vasıta emirlerin bizi bir yere ulaştırması mümkün değildir. Günümüzde şeytanın İslâm âleminin önüne koyduğu tuzak şudur : “Ruhun Allah’a ulaşması yoktur, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle ruh Allah’a ulaşır. Mürşide tâbî olmadan da insanlar cennete girebilir. Kul ile Allah arasına kimse giremez. İslâm’da ruhban sınıfı yoktur ve Allah’a ulaştırmakla vazifeli mürşid yoktur.” Şeytan bu düşünceleri insanlara kabul ettirmiştir. Bu kişiler, bu vasıta emirleri yerine getirseler dahi temel olmayınca, İslâm dizaynının onun üzerine kurulması mümkün değildir. Allahû Tealâ’nın istediği bir dizayn içerisinde mutlaka Kur’ân-ı Kerim’e bağlanmamız gerekir. Bugün İslâm’ın beş şartını yerine getirenler, oruçlu oldukları günlerde, dayanılmaz bir açlık ve susuzluk içerisinde etrafındaki insanların kalbini kırıyorlarsa bu noktada bir eksiklik ve yanlışlığın olduğunu düşünmek gerekir. Kur’ân-ı Kerim’in muhtevası içerisinde orucun yerine baktığımız zaman; Allahû Tealâ’nın oruç ibadetini açlık, susuzluk çekelim diye değil, aksine Allah’ın güzelliklerini yaşayalım diye farz kıldığını görmekteyiz.
Kur’ân’daki İslâm, yedi safhadan oluşmaktadır. Bu safhanın başlangıcı Allah’a ulaşmayı dilemek, ikinci safhası mürşide ulaşmaktır. Daha sonraki safhalar; ruhun Allah’a teslimi, fizik bedenin Allah’a teslimi, nefsin Allah’a teslimi, irşada ulaşma ve iradenin de Allah’a teslimiyle tamamlanır. Olay bu muhteva içerisinde olmasına karşılık ne yazık ki; insanlar bunun idrakinde değillerdir. Günümüzde nefs, paraya çok tamah ettiği için genellikle mal ile yapılan ibadetler unutulmuş, geriye oruçla, namaz kalmıştır. Namazlar da kısaltılınca geriye sadece oruç kalmıştır.
Orucun bizleri Allahû Tealâ’nın güzelliklerine ulaştırması, mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyip, ihsanla mürşide tâbîyetle gerçekleşir. Aksi takdirde kulaktan dolma sözlerle insanlar hep mürşide tâbî olmayı bir fantezi olarak görecek hatta çoğu kişi bunu bir sapıklık olarak değerlendirecektir. Halbuki Kur’ân’daki İslâm’ın odak noktasında Allah’a ulaşmayı dilemek ile başlayan 7 safha 4 teslim vardır. Mürşide tâbiiyet bu safhaların 2.’sidir. 1. safha olan Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa İslâm da yoktur. Ancak Allah’a ulaşmayı dileyip, mürşide tâbîiyetle; ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin teslimi gerçekleşir. Teslimler gerçekleştikçe, insanın dünya ve ahiret saadeti artar. İbadetler zevk vermeye başlar; oruç da sadece açlık ve susuzluk olmaktan çıkarak, insana mutluluk veren bir ibadet haline gelir.    
Allah razı olsun.