Zemmetmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zemmetmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Haziran 2016 Çarşamba

ZEMMETMEK

ZEMMETMEK

Sevgili kardeşlerim, Allah’ın sevgilisi olmak için tasavvufa girdiniz. Davranış biçimlerinizin, Allah’ın emrettiği istikamette gelişmesi için gayret sahibi olmalısınız. Bu ahlâkı da dergâhta kazanacaksınız.   
Allah, sizden cemaat halindeki yaşantınızda bir toplum olarak, sahâbenin tatbikatını, Osmanlı’nın yükselme dönemindeki tatbikatını ister.
İnsanlar, nefslerine tâbî olurlarsa, her afet kişiyi başka bir tarafa çeker ve kişi,  her açıdan Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemeye başlar. Toplu halde yaşadığınız bütün beraberliklerde bir şeye çok dikkat etmek durumundasınız. Eğer birinin size göre yanlış olan davranışları varsa, bu davranışları başkalarına anlatmamalısınız. Anlattığınız zaman yaptığınız şeyin adı dedikodu olur. Allahû Tealâ, bunu hiçbir zaman tasvip etmez. Belki farkına bile varmadan o kişinin yapmış olduklarına siz de bir şeyler ilave ediyorsanız o zaman bunun adı dedikodudan da öteye gider.
Herkes hata yapabilir. Eğer tasavvuf mensubu kardeşlerimiz arasında da hata yapanlar var ise bu hatayı yapanların kendisiyle bu konuyu konuşmalısınız. Bu konuşmayı yaparken haddini bildirmek için değil ondan taraf olarak bu hatayı bir defa daha yapmaması için, ona yardımcı olmak için yapmalısınız.
Allahû Tealâ’nın dizayn ettiği herşey en güzelidir. Sizi de en güzel şekilde yaratmış ve dizayn etmiştir. Eşit şartlarla kulvara ulaştırmıştır. Başlangıçta nefsinizde % 100 afetler ve ruhunuzda % 100 hasletler olmak üzere iki tarafta birbirine eşittir. Kötülüğe meyilli olan tarafınızla iyiliğe meyilli olan tarafınız başlangıçta birbirine % 100 eşittir. Siz kendinizi 200’de 200 iyiliğe yöneltmek için varsınız. Daimî zikir, nefsinizin kalbindeki bütün afetleri yok etmek ve yerine ruhunuzun hasletlerini yerleştirmek. O zaman ruhunuz %1060 Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri işlemeyen özelliğini korumaya devam ederken; nefsiniz de ruhun  özelliklerine aynen sahip olacaktır. Yani önceden afetlerle dolu olan nefsiniz faziletlerle dolu olacak ve Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin sahibi olacaktır.
Hepiniz Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin sahibi olursanız, hiç kimsenin negatif taraflarını başka birisine söylemezsiniz. Etrafınızda; siz, başka insanlar bir de Allah vardır. Eğer birinde yanlış bir davranış görmüşseniz, bunu o kişi ile konuşacaksınız ki; böylece aynı hatayı tekrar işlememesi için ona yardımcı olacaksınız. Hiçbiriniz başkalarının hatalarını onların başına kakmak için görevli değilsiniz. Eğer bir hata varsa hangi cepheden bir hata olduğunu o hatanın sahibiyle konuşmalısınız.
Başka birisinin hatasını söylemek kolay bir iş değildir. Bunu söylerken onu kırabilirsiniz. Allahû Tealâ bunu kırmadan yapmanızı ister. Unutmayın ki; o da sizin gibi Allah’ın yolunda bir kişidir. Herkes gibi arınmak, nefsinin afetlerini yok etmek, yerine ruhunun hasletlerini yerleştirmek, güzel ahlâkı kazanmak ve tamamlamak için tasavvuf mensubu olmuştur.
Eğer zayıfsanız nefsinizin afetlerine yenikseniz o zaman başkalarını çekiştirerek, başkalarını diğerlerine şikâyet ederek kendinizi yüceltmeye çalışırsınız. Ama birilerini zemmederek, dedikodularını yaparak yücelmezsiniz sadece küçülürsünüz.
Bir kişiyi başka bir kişiye çekiştiriyorsanız: “İşte şurada da şöyle yaptı. Burada da böyle yaptı. Bunlar yanlış değil mi?” diye söyleyerek karşı tarafı da kendi tarafınıza almaya çalışıyorsanız, iki yanlışa birden düştünüz demektir. Bir başkasını hakkında haklı da hatalarını başkasına söyleme yetkiniz yok. Allahû Tealâ Kur’an-ı Kerim’de: “Hatayı gördüğünüz zaman başkalarına söylemeyin örtün.” buyurmaktadır. Birinin hatasını başkasına söylemek zayıflık işaretidir. Zaaf işaretidir.
İnsanların hatalarını arayıp, onların hatalarını başkalarına söylemek suretiyle, doğruyu bilen birisi hüviyetine girmek nefsinizin en kötü afetlerinden birisidir. “Bak falancının hatasını da yakaladım. Ben bilirim.” demek sizi yüceltmez. İnsanlar hata yaparlar. Hatalarını bilirsiniz de neden başkasının hatasını başkalarına söylersiniz? Başkalarını zemmetmenin (çekiştirmenin, yermenin) sizi yücelteceğini mi zannediyorsunuz? Bunun adı dedikodu değil mi? Ne zaman dedikodu yaparsanız o sırada konuştuğunuz kişi: “Falanca hakkında bunları rahat rahat bana söyleyebildiğine göre, çok kuvvetli bir ihtimalle benim için de başkalarına benzer şeyleri söyleyebilecektir. Aman ben buna fazla yaklaşmayayım” diye düşünecektir.
Başkasını birisine çekiştirdiğinizde ne kazanıyorsunuz? Diyelim ki karşı tarafta sizin gibi, aynı standartlarda kafası çalışan, tasavvufun dışında olup, kendisine hiç tasavvufi bilgi verilmemiş bir kişi. Bu kişiler ne yapar? Dedikodu yaparlar. İnsanların en çok sevdiği şey, dedikodudur. İnsanlar bir araya gelirler ve başkalarını  çekiştirmeye başlarlar: “Falanca şöyle bir yanlış yaptı. Feşmekan bunu da yaptı. Buda yapılır mı?” diye dedikodu yaparlar onları zemmederler. Bunu yaparak kaybedersiniz.
Başkasını çekiştirdiğiniz sürece:
Birincisi; Allah’ın zamanını kötüye kullandığınız için zamanı çalmış olursunuz.
İkincisi; kime söylüyorsanız onu da meşgul ettiğiniz için onunda zamanı sizin sebebinizle Allah’ın hayrından çalınmıştır.
Dedikodu yaptığınızda zamanı, negatif istikamette kullanmaya başlarsınız. Size derecat kaybettiren bir zaman parçası yaşarsınız. Allah’ın katında küçülürsünüz. Kim, bir tasavvuf kardeşini başkalarına kötülerse o Allah’ın emrine açık bir şekilde itaat etmemiştir. Allah’ın zamanını çalmanın negatif istikamette kullanmanın ötesinde söylediği her söz sebebiyle devamlı bu kişi derecat kaybedecektir.
Sizler güzel ahlakın sahibi olmak için tasavvuftasınız. , unuttunuz mu? Öyleyse, bu nasıl bir yaşantıdır ki, siz rahat rahat başkalarını aranızda çekiştirebiliyorsunuz?
Tasavvuf; bir yaşam sanatı öğretimidir. Yaşamın, hüviyet kazanabilmesi, onun mutlu bir hayat olmasına bağlıdır. Allahû Tealâ, size bu sanatı yani nasıl mutlu olunacağını öğretir. Bu sanatın adı tasavvuftur, bir başka adıyla İslam’ı yaşamaktır. Mutluluk sanatını öğrenmek için tasavvuftasınız. Ama, dedikodu yaptığınızda şeytan sizi peşine takıp götürür. Bu muhteva içerisinde en kötüsü, dedikodu yaptığınızda gizlenmeye çalışmanızdır. Yaptığınız dedikoduların resûle ulaşmasından endişe etmeniz neden kaynaklanıyor diye kendi kendinize sormalısınız. Zannedersiniz ki;  bir hata yaptığınız zaman resûlün sizin üzerinizdeki sevgisi azalır. Hayır azalmaz. Sizi o sevgiye daha çok layık kılmak için: “Nerelerde yanlışlık yaptınız, aynı yanlışlığı bir daha yapmamak için nasıl davranmanız lazım.” şeklinde her olayın tahlilinin beraberce yapılmasını ve sizinle o hatanız ile ilgili konuşmak ister.
Şeytanın size oynadığı oyunu farketmelisiniz. Şeytan, size başkaları hakkında konuşma yapmanız için devamlı tesir edip nefsinizin dedikodu konusundaki afetini kullanır. Dedikoduyu yaparak başka birisini karaladığınızda ve zemmettiğinizde o sırada bunları anlattığınız kişiyi de kendinize ortak yapmaya çalışırsınız. Kendinizi temize çıkarmak için, onlara bir şeyler daha katmak zorunluluğun da hissedebilirsiniz. Bu noktada yalan da devreye girer. Dedikodu, yanlış safhanın daha kötü karanlıklarına yuvarlanır.
Herkes hata yapabilir. Bütün hatalar, insanın o hatayı yaptıktan sonraki devresinde, aynı hatayı yapmaması için, bir ders hüviyetinde olmalıdır. Bir hata yaptığınızda, başka birisine bir zarar verdiğinizi fark ettiğiniz zaman bunun hüznünü yaşamanız söz konusu olur. Eğer bundan üzüntü, hüzün duymuşsanız, o üzüntüyü bir daha yaşamak istemeyeceksiniz. O zaman aynı hatayı bir daha işlememek üzere bir ders almış olacaksınız.
Bütün derecat kaybettiren olaylar, hatalar, eğer o duyduğunuz hüzün sebebiyle, bir daha tekrarlanmaması konusunda, sizi bir davranış biçimi doğrusuna götürüyorsa o zaman imtihanı kazandınız demektir. O, olay sizin için yanlış bir olaydı, derecat kaybettiniz, ama onu bir daha işlememek konusunda iradenizi devreye soktuğunuz andan itibaren kazanan siz oldunuz. Buna benzer olaylar hep karşınıza çıkacaktır. Allahû Tealâ her seferinde, iradenizin devreye girerek sizin zafere ulaşmanızı ister. Eğer başlangıçta yaptığınız o hata, sizi doğrulara ulaştırıyorsa, o zaman bu sizin için hayra götürücü bir unsurdur. Her olay, kendisinden ders aldığınız takdirde, sizi daha güzele götürebilir. Ders almanızın ötesinde, iradenizi aynı hatayı bir daha işlememek üzere, devreye sokmanız halinde geçerlidir.
Tasavvuf erbabı, olduğunuz andan itibaren, artık siz başkaları hakkında dedikodu yapmayı bitiren birisi olacaksınız. Olmalısınız. Eğer tasavvuf mensubu olduktan sonra, bir tekâmül kaydedemiyorsanız, hâlâ huzursuz bir insansanız, hâlâ sıkıntı içerisindeyseniz, bunların arkasında sadece yanlışlarınızın devam etmesi vardır.  Hatalarınızın arkasında olan eski alışkanlıklarınızın devam etmesi ve sizin buna hiç aldırmamanızdır. Seneler geçmesine rağmen hiç düşünme gereği duymadan aynı hataları, dedikodu yapmaya devam etmenizdir.
Allahû Tealâ: “men dakka dukka” demektedir. “Çalma kapıyı çalarlar kapını.” Siz başkasına ne yaparsanız, ondan olmasa bile bir başka yerden onun karşılığını aynen geri alırsınız. Toplumun bileşik kaplar kanunu işler. Sizinle çevrenizdeki diğer insanlar arasında bir bileşik kaplar kanunu vardır. Sizden çevrenize ulaşan her yanlış davranış, hakkında dedikodu yaptığınız kişiden değil ama bir başka yerden çevrenizdeki birinden, mutlaka size eşit olarak geri döner. Bu Allah’ın kanunudur. Her davranış onun aksini kendisine çekecektir. Tıpkı, manyetik alanlarda karşıt manyetik alanlarının birbirini çekmesi gibidir.
Sevgili kardeşlerim, sizler bir muhteva kazanmak, düzelmek için buradasınız. Hatalarınızı devam ettirmek için değil. Hatalarınız nasıl oluyor da sizleri rahatsız etmiyor? O zaman neden tekâmül edemediğinizin farkına varmıyor musunuz? Diyorsunuz ki: “Neden benim kalp gözüm açılmıyor? Neden Allahû Tealâ bana da bir şeyler söylemiyor? Ben neden Allahû Tealâ’yı işitemiyorum? Mürşidimi neden göremiyorum? Neden Allah’ın bana kalp gözüyle gösterdiği bir şeyler bende yok?” İşte dikkat bile etmediğiniz, etmeye ihtiyaç görmediğiniz, belki yanlışlık olarak bile düşünmediğiniz, sebeplerden bir tanesi de bu dedikodu illetinizdir.
Dedikodu, insanların iç dünyasına işlemiş bir illettir. Bu illet ruhunuza işleyemez. Bu şekilde bir durumu ifade etmek için: “Ruhunuza işlemiş” cümlesini kullanırlar ama bu ifade yanlıştır. Ruhunuza kötülük işlemez. Kötülük sadece nefsinizin afetlerindedir.
 Eski hayatınızdan kendinizi alamıyorsanız; kötü alışkanlıklarınız, çirkin alışkanlıklarınız ile sala savaş vermiyorsunuz demektir. Tasavvuf, nefsinize karşı savaş vermenin Allah’ın katındaki adıdır. Siz bir cihat erisiniz. Nefsinize karşı, nefsinizin afetlerine karşı, savaş vermekle mükellefsiniz.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:

29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
29/ANKEBUT-6:Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o takdirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).

Allahû Tealâ, nefsinizin afetleri ile cihat etmenizi emretmektedir. Tasavvufa girmeden evvel en çok uğraştığınız konu budur. Normal standartlar altında insanlar bir araya geldikleri zaman konu hep başkalarıdır, başkalarını çekiştirip dururlar.
Küçücük bir afet gibi görünen dedikodu, size devamlı bir şeyler kaybettirir. Tutucu, bağlayıcı bir etkendir. Sizi şeytana ve nefsinizin afetlerinin karanlıklarına bağlayan bir bağdır. Dedikodu sizin düşmanınızdır. Düşmanlarınızı tanımalısınız.
Herkesin kalp gözü mevcuttur, herkesin kalp kulağı mevcuttur. Herkes Allah’ın söylediklerini işitmek konusunda bir vasıtanın sahibidir. Herkes Allah’ın gösterdiklerini görmek konusunda bir vasıtanın sahibidir. Birincisi kalp kulağıdır, ikincisi kalp gözüdür. Herkeste vardır ama açılmaz. Siz layık olmadıkça, açılmaz. Söylediklerimize kulak vermedikçe açılmaz.
Birçokları için belki dedikodu vazgeçilmez bir şeydir. Hayatının bir parçası olmuştur. Onunla beraber doğmuş; büyümüştür. Tasavvufa girdikten sonra da onunla mücadele etmekten kaçınırlarsa bu durum onları, Allah’ın katında, Allah’ın sevgilisi olmaktan men eder.  
Bir başkasını hangi sözünüzle küçültürseniz küçültün, Allah’ın katında o kişi küçülmez, siz küçülürsünüz. Belki zemmettiğiz, hakkında kötü şeyler söylediğiniz kişi, o sizi dinleyen ve sizin fikrinize iştirak eden nezdinde küçülür. Nefslerin kibiri, kendini büyük görme ihtiyacı, dedikoduyla kendisine bir mercek, bir mecra kazanır. Doğru olmasa bile, başkalarını çekiştirmek suretiyle, şeytan, insanlar bunu bir zevk olarak algılasınlar ve kendi karanlık dünyalarında, bu dedikoduyla biraz daha yukarıda olsunlar diye onları, olduklarından daha ötede göstermeye çalışır.
Sevgili kardeşlerim, şeytanın üzerinizdeki her türlü tesiri devam ederken Allah yolunda yücelmeniz mümkün değildir. Yücelme; afetlerinizin azalmasıyla mümkün olur; başka bir alternatifi yoktur. Bunun için Allahû Tealâ size zikri farz kılmıştır.
Zikir; Allahû Tealâ’nın ismini: “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah” diye tekrar etmektir. Bu tekrara dikkat edin! Bu tekrarla nefsinizin kalbine rahmet, fazl ve salâvat nurları girer. Tasavvuftasınız, fazıl nurları nefsinizin kalbinin içine Allah’ın, mürşidinize tâbî olduğunuz an yazdığı, “îmân” kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. Onların toplandığı yere, ondan sonraki devrede kalbinize girecek olan karanlıklar nüfuz edemez. Allah’ın faziletleri tarafından orası işgal edilmiştir. O faziletler yerlerini asla karanlıklara terk etmezler. Zikriniz çoğaldıkça nefsinizin kalbindeki nurlar artar. Arttıkça afetlerinizin üzerinizdeki tesir sahası da azalacaktır. Zikrinizi arrtırarak, doğru davranış biçimleri sergileyerek, afetlerinizi yok etmeniz bir yücelme sanatıdır.  
Sevgili kardeşlerim, kendinizi harcayanlardan olmayın! Tasavvufa girmişsiniz, yeni veya on yıl, yirmi yıl evvel girmişiniz. Eğer tasavvufun gereklerine, riayet etmiyorsanız, değişemezseniz. O muhteşem olayları yaşayamazsınız. Tayyi mekan yapamazsınız. Kalp gözünüz açılmaz. Ve hep kendi kendinize ve bize “neden benim kalp gözüm açılmıyor, neden ben tasavvufta ilerleyemiyorum” diye sorarsınız. Düşman tam içinizde olduğu için şeytana her açıdan teslim olduğunuz için ilerleyemezsiniz. Oysaki yapmanız lâımgelen; şeytanın kulluğunda kurtulup, Allah’a kul olmaktır.
 Allahû Tealâ başlangıçta insanlara şeytanın kulu diyor. Çünkü insanların kalbi, doğuşlarından itibaren %100 afetlerle dolu ve şeytan sadece bütün afetlere tesir etmek gibi bir imkanın sahibidir ama zor kullanamaz. Size zorla hâkim olamaz. Sadece davet eder. Ustaca, size davetlerde bulunur, siz de bu davete icabet edersiniz.
Şeytan; sizin hep başkaları hakkında hep dedikodu yapmanızı ister. Bazı insanlar bununla da kalmazlar, öylesine hınç duyarlar ki bazı insanlara, onlar hakkında onların yapmadığı şeyleri de yapmış gibi göstererek başkalarına ifade ederler. Bir kısım der ki: “Hamdolsun ki ben hiçbir zaman başkalarının yaptığı bir şeyi onun üzerinde bir suçmuş gibi bugüne kadar göstermedim.” Böyle düşünen insanlar, dedikoduyu mübah görenlerdir. Yani, ben dedikodu yaparım, herkesin yaptığı yanlışları başkalarına söylerim, bundan da zevk alırım ama o kişinin yapmadığı şeyleri yapmış gibi göstermem. Bununla kişi kendisini faziletli birisi zanneder. Oysa yaptığı şey Allah’ın yasak ettiği bir fiil olan dedikodudur. Kendinden bir ilave yapmadığını düşünerek, başkasını çekiştirir, onu diğerlerinin gözünde küçültür ama doğruyu söylediğini düşünerek yaptığı dedikodu ile ilgili olarak kendini hoş görür.
Anlatım bir kabiliyet meselesidir. Anlatırken kelimeleri seçersiniz. Seçtiğiniz kelimelerin o olayı %100 yansıttığını, nereden biliyorsunuz? Hangi olay olursa olsun, herkes olayın farklı bir cephesine dikkat eder. Öyleyse doğruyu anlatıyorum, zannederken de yanlışlıklar yapabilirsiniz. Bu ikinci sınıf bir konudur. Birinci sınıf konu, başkalarını çekiştirmekten vazgeçmenizdir.
Eğer tasavvufu yaşamak ve Allah’ın size özel ni’metler vermesini istiyorsanız, herkese vermediği, tasavvufun dışındaki insanlara vermediği nimetlerden vermesini istiyorsanız, o zaman tasavvufa girmeden evvel ki bütün yanlışlarınızdan adım adım sıyrılmak mecburiyetindesiniz. İşte bunlardan birtanesi de dedikodudur.
 Başkası hakkında çirkin şeyler söylediğiniz zaman, evvela Allah’ın size verdiği zamanın pozitif istikamette kullanılması gerekirken Allah’ın zamanını çalıyorsunuz. Derecat kaybetmeniz devam ediyor. O sırada şeytanla birlikte, negatif âlemdesiniz. Şeytanın ülkesinde, nefsinizin afeti, şeytan ve işlediğiniz şerle birliktesiniz.
Dedikodu bir şerdir. Dedikoduya iştirak eden de aynı ölçüde negatif derece kazanır. Başkasının dedikodusunu yapan iki insan, birisi yaparken öteki dinlerken negatif derece kazanır. Başkalarına karşı hınçlarını böyle alırlar. Hepsi şeytanın tuzağıdır.
Eğer birisinden hoşlanmıyorsanız, nefsiniz size hep onun hatalarını, size karşı yaptığı yanlış davranışları gösterir. Oysa, “ben ona karşı ne yaptım da bana böyle kötü davranıyor” diye düşünmek hiç aklınıza gelmez.
Dedikoduya başladığınız andan itibaren dedikoduyu yapan da, dinleyen de derecat kaybetmeye başlar. Şeytan ikisiyle: “İşte, onlar benim şu anda kölelerim. Benim istediğim istikametteler.” diyerek alay eder. Dedikodu sırasında biri, başka birini zemmediyor, onun kötü davranışlarını diğerine açıklıyor, diğeri de zevkle onu dinliyor. Sonra sıra ikinciye gelecek oda ya aynı kişinin ya da bir başka kişinin gene birtakım negatif davranışlarını, kızdığı kişinin yanlışlarını aktarmakla bir nevi intikam alacaktır.
İntikam nefsinizin bir afetidir. İntikamı alacak yerde, bir kişiyi bir başkasına zemmedecek yerde, o kişiyi Allah’a söyleseniz; “Yarabbi o şöyle, şöyle, şöyle yaptı ben bu konuda ne yapabilirim” diye müracaat etseniz o zaman sadece kazanırsınız. Bu davranışınızla hiçbir şey kaybetmediğiniz gibi Allah sizinle meşgul olmaya başlar. Allah sizin iyiye gitmek üzere bir karar aldığınız görmüştür. Karar, iyiye giden bir karar mıdır? Elbette. Ne zaman başka bir insanı, başkalarına çekiştirecek yerde Allah’a söyleseniz hiçbir suçunuz olmaz. Allahû Tealâ bunu asla suç kabul etmez. Üstelikte Allahû Tealâ hangi tabiri kullanırsanız kullanın, o kişi hakkında istediğiniz kadar iftira edin, yanlış şeyler söyleyin, yalan söyleyin bunların hiçbirinde sizi kınamaz. Sizi çok sever. Bu yaptığınız şey bir suç değildir. Çünkü muhatabınız Allah’tır. Sizin doğruyu söylemediğinizi zaten bilmektedir.
Allah bütün problemlerinizin yegâne çözüm noktasıdır. O Allah’tır. Onunla mutluluğu yaşayacaksınız.
Bir başkasına, birisini çekiştirdiğiniz zaman, derecat kaybedersiniz, aynı şeyi Allah’a söylerseniz asla derecat kaybetmezsiniz. Diyelim ki; birisi size gerçekten kötü davrandı ve onun kötü davranışından negatif etkilendiniz, çok üzüldünüz ve bunu paylaşacak olan birisine ihtiyaç duydunuz, hemen gittiniz birisine: “Falanca bana böyle böyle haksız davranışlarda bulundu.” diyerek anlatmaya başladınız. Niçin bunu yapıyorsunuz? Kendinize bir taraftar bulmak için yapıyorsunuz. O taraftarın kuvveti ne ki? O size kötülük yapmış olan, yanlış davranmış olan kişiye, ne yapabilir ki? Üstelik taraftar bulmuş olduğunuzu zannettiğiniz kişi, size ya inanır ya da inanmaz. Eğer ikinizi de tanıyorsa, inandırmanız biraz daha zorlayacaktır. Çünkü siz dedikodu yapan birisiyseniz, zayıf bir insansınızdır.
Sizin de etrafınızdaki insanlara karşı davranışlarınızda, büyük yanlışlıklar vardır ki, bu yanlışlıklardan, birisi başkalarını kınamak ve suçlamaktır. O, dedikoduyu yaptığınız, taraftar olmasını, sizin fikirlerinize uymasını, inanmasını, sizden taraf olmasını istediğiniz kişi, sizin problemlerinize çözüm getiremez. Çünkü problem iç dünyanızdadır.  Eğer bunun yerine Allah’a müracaat ederseniz, Allah çözümü getirecektir.
Allah’a müracaat etmeyi, usûl haline getirirseniz, bir süre sonra onunla konuşabildiğinizi göreceksiniz. O, sizin öyle davranmanızı istiyor. Allah’a ulaşmanızı ve içinizi ona boşaltmanızı istiyor. Yetmez, Allahû Tealâ şu kâinattaki bütün problemlere, çözüm getirebilecek olandır. Kâinatın sahibidir. Öyleyse, bir taşla birçok kuş vurmak istiyorsanız, her şeyinizi Allah’a ulaştırın.
Size birisi kötü davrandı diye öfkelendiğinizde hemen gidip başkalarına şikâyet ediyorsunuz, o kişinin sizin düşüncelerinize iştirak etmesini istiyorsunuz. Bunun daha kötüsü bunu yaparken batıl olduğunuz bir olaydan, ucu size negatif olarak dokunan, sizi üzen bir olaydan bahsettiğiniz de, o zaman böyle bir olayın, sizin üzerinizdeki yükünü başkasına anlatmakla hafifletemezsiniz. O yükü sizden alabilecek olan yegâne güç Allah’tır. Siz hangi şartların içinde olursanız olun başkasına olayları anlatırken, karşı tarafı hakaretvari sözlerle andığınızda bunu yapmakta zorlanacaksınız. Çünkü karşınızdaki kişi, sizin o tarafa hakaret ettiğinizi gördüğü zaman nefsiniz ile hareket eden birisi olduğunuzu görecektir. O zaman sizin hakkınızdaki pozitif fikirleri, yara alacaktır.
Eğer siz olayları Allahû Tealâ’ya anlatarak dedikodu yaparsanız, Allah için bu hiçbir şey mânâsına gelmez. Başka birisini Allah’a şikâyet ediyorsunuz diye Allahû Tealâ tarafından kınanmazsınız. Onu hangi dille, hangi kelimeleri kullanarak kınarsanız kınayın, muhatabınız Allah ise böyle yaptığınız için derecat kaybetmezsiniz. Siz: “Yarabbi benim kalbimden bu sıkıntıyı al.” derseniz, Allahû Tealâ’nın o sıkıntıyı kalbinizden aldığını göreceksiniz. Allah’tan başka kime anlatırsanız anlatın kalbinizdeki sıkıntı, beklediğiniz hüviyette azalmaz.
Allah bütün problemlerinize çözüm getirebilecek olan, kâinatın en büyük problem halledicisidir. Çünkü, size nasıl tesir edebiliyorsa, o hakkında şikâyet yaptığınız kişiye de tesir etmek imkânın sahibidir. İsterse yapar. Sizin probleminize isterse çözüm getirir. Ama başkalarını şikayet ederek, başkaları hakkında dedikodu yaparak, başkalarını çekiştirerek, kendinize topladığınız taraftarlar size bir şey kazandıramazlar.
İnsanlar arasında gruplaşmalara, birbirine karşı taraflar oluşturmaya devam ederseniz, iblis aranıza fesatlık tohumları atıyor demektir. Kim, başkasına birisini şikâyet ederse, çekiştirirse çok açık bir şekilde, o bir taraftır. Çekiştirdiği kişinin o sırada karşısındadır. Bu kişinin hedefi kime çekiştiriyorsa, onu da kendi tarafına alıp diğer kişiye karşı olmasını istemesidir. Böyle bir davranış yaptığınız zaman, ne kadar çok cepheden yanlışın içinde olduğunuzu fark ediyor musunuz? Ne zaman bir başkasını diğer bir kişiye kötülülerseniz, yapmak istediğiniz şey ayan beyan ortadadır. Siz, o çekiştirdiğiniz, anlattığınız kişiyi, kendi tarafınıza alıp, zemmettiğiniz kişiye karşı olmasını istiyorsunuz. Açıkça taraf oluşturuyorsunuz. Birbirine düşman taraflar oluşturuyorsunuz. İblisin düşmanlık tohumlarını atması, böyle başlıyor.
Tasavvufun dışında dedikodu, insanların normal gıdası gibidir. Adeta dedikodu yapmayan insan yok gibidir. İnsanlar buna “kuyruğunu tutmak” derler. Falancanın feşmaganın kuyruğunu tutmaktan sıkıntı duymazlar, belki de gizli gizli zevk alırlar; “Falanca ne yapmış biliyor musunuz?  Şunlar, şunlar, şunlar olmuş” diyen kişi, diğerlerinin ilgisini çekmiştir. İlgi odağı haline gelmiştir. Hele biraz süslü püslü şeyler de söylemeyi becerebiliyorsa, anlattıkları daha bir yağlı ballı olur. Herkes kendisiyle meşgul olduğu, anlattıklarını can kulağıyla dinledikleri için bundan büyük haz duyarlar.
Siz sakın dedikoducuları can kulağıyla dinlemeyin. Ne zaman birisi başka birisinin dedikodusunu yapıyorsa, ona dedikodudan hoşlanmadığınızı hissettirin. Eğer ısrar ederse, Allah’ın emrinin bu olduğunu, her dedikodu yapan kişinin, dedikodu yaptığı süreç içersinde, şeytanla işbirliği içinde olduğunu, Allah’tan mutlaka o sırada uzaklaştığını, Allah’ın ülkesin de değil, şeytanın ülkesinde yaşadığını söyleyin.
Allahû Tealâ size bu dünyada hayat bahşettiğine göre, sizi seviyor. Onun bu sevgisine layık olmaya çalışın. Dedikodu adı verilen bu afetten ve başkalarını zemmetmekten kurtulmaya çalışın.
Allah hepinizden razı olsun.