ZEMMETMEK
Sevgili kardeşlerim, Allah’ın sevgilisi olmak için
tasavvufa girdiniz. Davranış biçimlerinizin, Allah’ın emrettiği istikamette
gelişmesi için gayret sahibi olmalısınız. Bu ahlâkı da dergâhta kazanacaksınız.
Allah, sizden cemaat halindeki yaşantınızda bir toplum
olarak, sahâbenin tatbikatını, Osmanlı’nın yükselme dönemindeki tatbikatını
ister.
İnsanlar, nefslerine tâbî olurlarsa, her afet kişiyi
başka bir tarafa çeker ve kişi, her
açıdan Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemeye başlar. Toplu halde yaşadığınız bütün
beraberliklerde bir şeye çok dikkat etmek durumundasınız. Eğer birinin size
göre yanlış olan davranışları varsa, bu davranışları başkalarına anlatmamalısınız.
Anlattığınız zaman yaptığınız şeyin adı dedikodu olur. Allahû Tealâ, bunu hiçbir
zaman tasvip etmez. Belki farkına bile varmadan o kişinin yapmış olduklarına
siz de bir şeyler ilave ediyorsanız o zaman bunun adı dedikodudan da öteye
gider.
Herkes hata yapabilir. Eğer tasavvuf mensubu
kardeşlerimiz arasında da hata yapanlar var ise bu hatayı yapanların kendisiyle
bu konuyu konuşmalısınız. Bu konuşmayı yaparken haddini bildirmek için değil
ondan taraf olarak bu hatayı bir defa daha yapmaması için, ona yardımcı olmak
için yapmalısınız.
Allahû Tealâ’nın dizayn ettiği herşey en güzelidir.
Sizi de en güzel şekilde yaratmış ve dizayn etmiştir. Eşit şartlarla kulvara
ulaştırmıştır. Başlangıçta nefsinizde % 100 afetler ve ruhunuzda % 100 hasletler
olmak üzere iki tarafta birbirine eşittir. Kötülüğe meyilli olan tarafınızla
iyiliğe meyilli olan tarafınız başlangıçta birbirine % 100 eşittir. Siz kendinizi
200’de 200 iyiliğe yöneltmek için varsınız. Daimî zikir, nefsinizin kalbindeki
bütün afetleri yok etmek ve yerine ruhunuzun hasletlerini yerleştirmek. O zaman
ruhunuz %1060 Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği fiilleri
işlemeyen özelliğini korumaya devam ederken; nefsiniz
de ruhun özelliklerine aynen sahip
olacaktır. Yani önceden afetlerle dolu olan nefsiniz faziletlerle dolu olacak
ve Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen
bir özelliğin sahibi olacaktır.
Hepiniz Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren yasak
ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin sahibi olursanız, hiç kimsenin
negatif taraflarını başka birisine söylemezsiniz. Etrafınızda; siz, başka
insanlar bir de Allah vardır. Eğer birinde yanlış bir davranış görmüşseniz,
bunu o kişi ile konuşacaksınız ki;
böylece aynı hatayı tekrar işlememesi için ona yardımcı olacaksınız. Hiçbiriniz
başkalarının hatalarını onların başına kakmak için görevli değilsiniz. Eğer bir
hata varsa hangi cepheden bir hata olduğunu o hatanın sahibiyle konuşmalısınız.
Başka birisinin hatasını söylemek kolay bir iş
değildir. Bunu söylerken onu kırabilirsiniz. Allahû Tealâ bunu kırmadan
yapmanızı ister. Unutmayın ki; o da sizin gibi Allah’ın yolunda bir kişidir. Herkes
gibi arınmak, nefsinin afetlerini yok etmek, yerine ruhunun hasletlerini
yerleştirmek, güzel ahlâkı kazanmak ve tamamlamak için tasavvuf mensubu
olmuştur.
Eğer zayıfsanız nefsinizin afetlerine yenikseniz o
zaman başkalarını çekiştirerek, başkalarını diğerlerine şikâyet ederek
kendinizi yüceltmeye çalışırsınız. Ama birilerini zemmederek, dedikodularını
yaparak yücelmezsiniz sadece küçülürsünüz.
Bir kişiyi başka bir kişiye çekiştiriyorsanız: “İşte
şurada da şöyle yaptı. Burada da böyle yaptı. Bunlar yanlış değil mi?” diye
söyleyerek karşı tarafı da kendi tarafınıza almaya çalışıyorsanız, iki yanlışa
birden düştünüz demektir. Bir başkasını hakkında haklı da hatalarını başkasına söyleme
yetkiniz yok. Allahû Tealâ Kur’an-ı Kerim’de: “Hatayı gördüğünüz zaman
başkalarına söylemeyin örtün.” buyurmaktadır. Birinin hatasını başkasına
söylemek zayıflık işaretidir. Zaaf işaretidir.
İnsanların hatalarını arayıp, onların hatalarını
başkalarına söylemek suretiyle, doğruyu bilen birisi hüviyetine girmek nefsinizin
en kötü afetlerinden birisidir. “Bak falancının hatasını da yakaladım. Ben
bilirim.” demek sizi yüceltmez. İnsanlar hata yaparlar. Hatalarını bilirsiniz de
neden başkasının hatasını başkalarına söylersiniz? Başkalarını zemmetmenin
(çekiştirmenin, yermenin) sizi yücelteceğini mi zannediyorsunuz? Bunun adı
dedikodu değil mi? Ne zaman dedikodu yaparsanız o sırada konuştuğunuz kişi: “Falanca
hakkında bunları rahat rahat bana söyleyebildiğine göre, çok kuvvetli bir
ihtimalle benim için de başkalarına benzer şeyleri söyleyebilecektir. Aman ben
buna fazla yaklaşmayayım” diye düşünecektir.
Başkasını birisine çekiştirdiğinizde ne
kazanıyorsunuz? Diyelim ki karşı tarafta sizin gibi, aynı standartlarda kafası çalışan,
tasavvufun dışında olup, kendisine hiç tasavvufi bilgi verilmemiş bir kişi. Bu
kişiler ne yapar? Dedikodu yaparlar. İnsanların en çok sevdiği şey, dedikodudur.
İnsanlar bir araya gelirler ve başkalarını çekiştirmeye başlarlar: “Falanca şöyle bir
yanlış yaptı. Feşmekan bunu da yaptı. Buda yapılır mı?” diye dedikodu yaparlar
onları zemmederler. Bunu yaparak kaybedersiniz.
Başkasını çekiştirdiğiniz sürece:
Birincisi; Allah’ın zamanını kötüye kullandığınız için
zamanı çalmış olursunuz.
İkincisi; kime söylüyorsanız onu da meşgul ettiğiniz
için onunda zamanı sizin sebebinizle Allah’ın hayrından çalınmıştır.
Dedikodu yaptığınızda zamanı, negatif istikamette
kullanmaya başlarsınız. Size derecat kaybettiren bir zaman parçası yaşarsınız. Allah’ın
katında küçülürsünüz. Kim, bir tasavvuf kardeşini başkalarına kötülerse o
Allah’ın emrine açık bir şekilde itaat etmemiştir. Allah’ın zamanını çalmanın
negatif istikamette kullanmanın ötesinde söylediği her söz sebebiyle devamlı bu
kişi derecat kaybedecektir.
Sizler güzel ahlakın sahibi olmak için tasavvuftasınız.
, unuttunuz mu? Öyleyse, bu nasıl bir yaşantıdır ki, siz rahat rahat
başkalarını aranızda çekiştirebiliyorsunuz?
Tasavvuf; bir yaşam sanatı öğretimidir. Yaşamın,
hüviyet kazanabilmesi, onun mutlu bir hayat olmasına bağlıdır. Allahû Tealâ, size
bu sanatı yani nasıl mutlu olunacağını öğretir. Bu sanatın adı tasavvuftur, bir
başka adıyla İslam’ı yaşamaktır. Mutluluk sanatını öğrenmek için
tasavvuftasınız. Ama, dedikodu yaptığınızda şeytan sizi
peşine takıp götürür. Bu muhteva içerisinde en kötüsü, dedikodu yaptığınızda
gizlenmeye çalışmanızdır. Yaptığınız dedikoduların resûle ulaşmasından endişe
etmeniz neden kaynaklanıyor diye kendi kendinize sormalısınız. Zannedersiniz ki; bir
hata yaptığınız zaman resûlün sizin üzerinizdeki sevgisi azalır. Hayır azalmaz.
Sizi o sevgiye daha çok layık kılmak için: “Nerelerde yanlışlık yaptınız, aynı
yanlışlığı bir daha yapmamak için nasıl davranmanız lazım.” şeklinde her olayın
tahlilinin beraberce yapılmasını ve sizinle o hatanız ile ilgili konuşmak ister.
Şeytanın size oynadığı oyunu farketmelisiniz. Şeytan,
size başkaları hakkında konuşma yapmanız için devamlı tesir edip nefsinizin
dedikodu konusundaki afetini kullanır. Dedikoduyu yaparak başka birisini
karaladığınızda ve zemmettiğinizde o sırada bunları anlattığınız kişiyi de kendinize
ortak yapmaya çalışırsınız. Kendinizi temize çıkarmak için, onlara bir şeyler
daha katmak zorunluluğun da hissedebilirsiniz. Bu noktada yalan da devreye
girer. Dedikodu, yanlış safhanın daha kötü karanlıklarına yuvarlanır.
Herkes hata yapabilir. Bütün hatalar, insanın o hatayı
yaptıktan sonraki devresinde, aynı hatayı yapmaması için, bir ders hüviyetinde
olmalıdır. Bir hata yaptığınızda, başka birisine bir zarar verdiğinizi fark
ettiğiniz zaman bunun hüznünü yaşamanız söz konusu olur. Eğer bundan üzüntü,
hüzün duymuşsanız, o üzüntüyü bir daha yaşamak istemeyeceksiniz. O zaman aynı
hatayı bir daha işlememek üzere bir ders almış olacaksınız.
Bütün derecat kaybettiren olaylar, hatalar, eğer o
duyduğunuz hüzün sebebiyle, bir daha tekrarlanmaması konusunda, sizi bir
davranış biçimi doğrusuna götürüyorsa o zaman imtihanı kazandınız demektir. O,
olay sizin için yanlış bir olaydı, derecat kaybettiniz, ama onu bir daha
işlememek konusunda iradenizi devreye soktuğunuz andan itibaren kazanan siz
oldunuz. Buna benzer olaylar hep karşınıza çıkacaktır. Allahû Tealâ her
seferinde, iradenizin devreye girerek sizin zafere ulaşmanızı ister. Eğer
başlangıçta yaptığınız o hata, sizi doğrulara ulaştırıyorsa, o zaman bu sizin
için hayra götürücü bir unsurdur. Her olay, kendisinden ders aldığınız
takdirde, sizi daha güzele götürebilir. Ders almanızın ötesinde, iradenizi aynı
hatayı bir daha işlememek üzere, devreye sokmanız halinde geçerlidir.
Tasavvuf erbabı, olduğunuz andan itibaren, artık siz
başkaları hakkında dedikodu yapmayı bitiren birisi olacaksınız. Olmalısınız.
Eğer tasavvuf mensubu olduktan sonra, bir tekâmül kaydedemiyorsanız, hâlâ
huzursuz bir insansanız, hâlâ sıkıntı içerisindeyseniz, bunların arkasında
sadece yanlışlarınızın devam etmesi vardır. Hatalarınızın arkasında olan eski
alışkanlıklarınızın devam etmesi ve sizin buna hiç aldırmamanızdır. Seneler
geçmesine rağmen hiç düşünme gereği duymadan aynı hataları, dedikodu yapmaya
devam etmenizdir.
Allahû Tealâ: “men dakka dukka” demektedir. “Çalma
kapıyı çalarlar kapını.” Siz başkasına ne yaparsanız, ondan olmasa bile bir
başka yerden onun karşılığını aynen geri alırsınız. Toplumun bileşik kaplar
kanunu işler. Sizinle çevrenizdeki diğer insanlar arasında bir bileşik kaplar
kanunu vardır. Sizden çevrenize ulaşan her yanlış davranış, hakkında dedikodu
yaptığınız kişiden değil ama bir başka yerden çevrenizdeki birinden, mutlaka
size eşit olarak geri döner. Bu Allah’ın kanunudur. Her davranış onun aksini
kendisine çekecektir. Tıpkı, manyetik alanlarda karşıt manyetik alanlarının
birbirini çekmesi gibidir.
Sevgili kardeşlerim, sizler bir muhteva kazanmak, düzelmek
için buradasınız. Hatalarınızı devam ettirmek için değil. Hatalarınız nasıl oluyor
da sizleri rahatsız etmiyor? O zaman neden tekâmül edemediğinizin farkına
varmıyor musunuz? Diyorsunuz ki: “Neden benim kalp gözüm açılmıyor? Neden Allahû
Tealâ bana da bir şeyler söylemiyor? Ben neden Allahû Tealâ’yı işitemiyorum?
Mürşidimi neden göremiyorum? Neden Allah’ın bana kalp gözüyle gösterdiği bir
şeyler bende yok?” İşte dikkat bile etmediğiniz, etmeye ihtiyaç görmediğiniz,
belki yanlışlık olarak bile düşünmediğiniz, sebeplerden bir tanesi de bu
dedikodu illetinizdir.
Dedikodu, insanların iç dünyasına işlemiş bir
illettir. Bu illet ruhunuza işleyemez. Bu şekilde bir durumu ifade etmek için:
“Ruhunuza işlemiş” cümlesini kullanırlar ama bu ifade yanlıştır. Ruhunuza
kötülük işlemez. Kötülük sadece nefsinizin afetlerindedir.
Eski
hayatınızdan kendinizi alamıyorsanız; kötü
alışkanlıklarınız, çirkin alışkanlıklarınız ile sala savaş vermiyorsunuz
demektir. Tasavvuf, nefsinize karşı savaş vermenin Allah’ın katındaki adıdır.
Siz bir cihat erisiniz. Nefsinize karşı, nefsinizin afetlerine karşı, savaş
vermekle mükellefsiniz.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû
likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin
ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır).
Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
29/ANKEBUT-6:Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li
nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve kim cihad ederse, o takdirde sadece kendi nefsi için cihad
eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).
Allahû Tealâ, nefsinizin afetleri ile cihat etmenizi
emretmektedir. Tasavvufa girmeden evvel en çok uğraştığınız konu budur. Normal
standartlar altında insanlar bir araya geldikleri zaman konu hep başkalarıdır,
başkalarını çekiştirip dururlar.
Küçücük bir afet gibi görünen dedikodu, size devamlı
bir şeyler kaybettirir. Tutucu, bağlayıcı bir etkendir. Sizi şeytana ve
nefsinizin afetlerinin karanlıklarına bağlayan bir bağdır. Dedikodu sizin
düşmanınızdır. Düşmanlarınızı tanımalısınız.
Herkesin kalp gözü mevcuttur, herkesin kalp kulağı
mevcuttur. Herkes Allah’ın söylediklerini işitmek konusunda bir vasıtanın
sahibidir. Herkes Allah’ın gösterdiklerini görmek konusunda bir vasıtanın
sahibidir. Birincisi kalp kulağıdır, ikincisi kalp gözüdür. Herkeste vardır ama
açılmaz. Siz layık olmadıkça, açılmaz. Söylediklerimize kulak vermedikçe
açılmaz.
Birçokları için belki dedikodu vazgeçilmez bir şeydir.
Hayatının bir parçası olmuştur. Onunla beraber doğmuş; büyümüştür. Tasavvufa girdikten sonra da onunla
mücadele etmekten kaçınırlarsa bu durum onları, Allah’ın katında, Allah’ın
sevgilisi olmaktan men eder.
Bir başkasını hangi sözünüzle küçültürseniz küçültün,
Allah’ın katında o kişi küçülmez, siz küçülürsünüz. Belki zemmettiğiz, hakkında
kötü şeyler söylediğiniz kişi, o sizi dinleyen ve sizin fikrinize iştirak eden
nezdinde küçülür. Nefslerin kibiri, kendini büyük görme ihtiyacı, dedikoduyla
kendisine bir mercek, bir mecra kazanır. Doğru olmasa bile, başkalarını
çekiştirmek suretiyle, şeytan, insanlar bunu bir zevk olarak algılasınlar ve kendi
karanlık dünyalarında, bu dedikoduyla biraz daha yukarıda olsunlar diye onları,
olduklarından daha ötede göstermeye çalışır.
Sevgili kardeşlerim, şeytanın üzerinizdeki her türlü
tesiri devam ederken Allah yolunda yücelmeniz mümkün değildir. Yücelme;
afetlerinizin azalmasıyla mümkün olur;
başka bir alternatifi yoktur. Bunun için Allahû Tealâ size zikri farz kılmıştır.
Zikir; Allahû Tealâ’nın ismini: “Allah, Allah, Allah,
Allah, Allah” diye tekrar etmektir. Bu tekrara dikkat edin! Bu tekrarla
nefsinizin kalbine rahmet, fazl ve salâvat nurları girer. Tasavvuftasınız, fazıl
nurları nefsinizin kalbinin içine Allah’ın, mürşidinize tâbî olduğunuz an
yazdığı, “îmân” kelimesinin etrafında toplanmaya başlar. Onların toplandığı
yere, ondan sonraki devrede kalbinize girecek olan karanlıklar nüfuz edemez. Allah’ın
faziletleri tarafından orası işgal edilmiştir. O faziletler yerlerini asla
karanlıklara terk etmezler. Zikriniz çoğaldıkça nefsinizin kalbindeki nurlar
artar. Arttıkça afetlerinizin üzerinizdeki tesir sahası da azalacaktır.
Zikrinizi arrtırarak, doğru davranış biçimleri sergileyerek, afetlerinizi yok
etmeniz bir yücelme sanatıdır.
Sevgili kardeşlerim, kendinizi harcayanlardan olmayın!
Tasavvufa girmişsiniz, yeni veya on yıl, yirmi yıl evvel girmişiniz. Eğer
tasavvufun gereklerine, riayet etmiyorsanız, değişemezseniz. O muhteşem
olayları yaşayamazsınız. Tayyi mekan yapamazsınız. Kalp gözünüz açılmaz. Ve hep
kendi kendinize ve bize “neden benim kalp gözüm açılmıyor, neden ben tasavvufta
ilerleyemiyorum” diye sorarsınız. Düşman tam içinizde olduğu için şeytana her
açıdan teslim olduğunuz için ilerleyemezsiniz. Oysaki yapmanız lâımgelen; şeytanın
kulluğunda kurtulup, Allah’a kul olmaktır.
Allahû Tealâ başlangıçta
insanlara şeytanın kulu diyor. Çünkü insanların kalbi, doğuşlarından itibaren %100
afetlerle dolu ve şeytan sadece bütün afetlere tesir etmek gibi bir imkanın
sahibidir ama zor kullanamaz. Size zorla hâkim olamaz. Sadece davet eder.
Ustaca, size davetlerde bulunur, siz de bu davete icabet edersiniz.
Şeytan; sizin hep başkaları hakkında hep dedikodu
yapmanızı ister. Bazı insanlar bununla da kalmazlar, öylesine hınç duyarlar ki
bazı insanlara, onlar hakkında onların yapmadığı şeyleri de yapmış gibi
göstererek başkalarına ifade ederler. Bir kısım der ki: “Hamdolsun ki ben
hiçbir zaman başkalarının yaptığı bir şeyi onun üzerinde bir suçmuş gibi bugüne
kadar göstermedim.” Böyle düşünen insanlar, dedikoduyu mübah görenlerdir. Yani,
ben dedikodu yaparım, herkesin yaptığı yanlışları başkalarına söylerim, bundan
da zevk alırım ama o kişinin yapmadığı şeyleri yapmış gibi göstermem. Bununla
kişi kendisini faziletli birisi zanneder. Oysa yaptığı şey Allah’ın yasak
ettiği bir fiil olan dedikodudur. Kendinden bir ilave yapmadığını düşünerek, başkasını
çekiştirir, onu diğerlerinin gözünde küçültür ama doğruyu söylediğini düşünerek
yaptığı dedikodu ile ilgili olarak kendini hoş görür.
Anlatım bir kabiliyet meselesidir. Anlatırken
kelimeleri seçersiniz. Seçtiğiniz kelimelerin o olayı %100 yansıttığını, nereden
biliyorsunuz? Hangi olay olursa olsun, herkes olayın farklı bir cephesine
dikkat eder. Öyleyse doğruyu anlatıyorum, zannederken de yanlışlıklar yapabilirsiniz.
Bu ikinci sınıf bir konudur. Birinci sınıf konu, başkalarını çekiştirmekten
vazgeçmenizdir.
Eğer tasavvufu yaşamak ve Allah’ın size özel ni’metler
vermesini istiyorsanız, herkese vermediği, tasavvufun dışındaki insanlara
vermediği nimetlerden vermesini istiyorsanız, o zaman tasavvufa girmeden evvel
ki bütün yanlışlarınızdan adım adım sıyrılmak mecburiyetindesiniz. İşte
bunlardan birtanesi de dedikodudur.
Başkası
hakkında çirkin şeyler söylediğiniz zaman, evvela Allah’ın size verdiği zamanın
pozitif istikamette kullanılması gerekirken Allah’ın zamanını çalıyorsunuz. Derecat
kaybetmeniz devam ediyor. O sırada şeytanla birlikte, negatif âlemdesiniz.
Şeytanın ülkesinde, nefsinizin afeti, şeytan ve işlediğiniz şerle birliktesiniz.
Dedikodu bir şerdir. Dedikoduya iştirak eden de aynı
ölçüde negatif derece kazanır. Başkasının dedikodusunu yapan iki insan, birisi
yaparken öteki dinlerken negatif derece kazanır. Başkalarına karşı hınçlarını
böyle alırlar. Hepsi şeytanın tuzağıdır.
Eğer birisinden hoşlanmıyorsanız, nefsiniz size hep
onun hatalarını, size karşı yaptığı yanlış davranışları gösterir. Oysa, “ben ona
karşı ne yaptım da bana böyle kötü davranıyor” diye düşünmek hiç aklınıza
gelmez.
Dedikoduya başladığınız andan itibaren dedikoduyu
yapan da, dinleyen de derecat kaybetmeye başlar. Şeytan ikisiyle: “İşte, onlar
benim şu anda kölelerim. Benim istediğim istikametteler.” diyerek alay eder. Dedikodu
sırasında biri, başka birini zemmediyor, onun kötü davranışlarını diğerine
açıklıyor, diğeri de zevkle onu dinliyor. Sonra sıra ikinciye gelecek oda ya
aynı kişinin ya da bir başka kişinin gene birtakım negatif davranışlarını, kızdığı
kişinin yanlışlarını aktarmakla bir nevi intikam alacaktır.
İntikam nefsinizin bir afetidir. İntikamı alacak yerde,
bir kişiyi bir başkasına zemmedecek yerde, o kişiyi Allah’a söyleseniz; “Yarabbi
o şöyle, şöyle, şöyle yaptı ben bu konuda ne yapabilirim” diye müracaat etseniz
o zaman sadece kazanırsınız. Bu davranışınızla hiçbir şey kaybetmediğiniz gibi
Allah sizinle meşgul olmaya başlar. Allah sizin iyiye gitmek üzere bir karar
aldığınız görmüştür. Karar, iyiye giden bir karar mıdır? Elbette. Ne zaman
başka bir insanı, başkalarına çekiştirecek yerde Allah’a söyleseniz hiçbir
suçunuz olmaz. Allahû Tealâ bunu asla suç kabul etmez. Üstelikte Allahû Tealâ hangi
tabiri kullanırsanız kullanın, o kişi hakkında istediğiniz kadar iftira edin, yanlış
şeyler söyleyin, yalan söyleyin bunların hiçbirinde sizi kınamaz. Sizi çok
sever. Bu yaptığınız şey bir suç değildir. Çünkü muhatabınız Allah’tır. Sizin
doğruyu söylemediğinizi zaten bilmektedir.
Allah bütün problemlerinizin yegâne çözüm noktasıdır.
O Allah’tır. Onunla mutluluğu yaşayacaksınız.
Bir başkasına, birisini çekiştirdiğiniz zaman, derecat
kaybedersiniz, aynı şeyi Allah’a söylerseniz asla derecat kaybetmezsiniz.
Diyelim ki; birisi size gerçekten kötü davrandı ve onun kötü davranışından negatif
etkilendiniz, çok üzüldünüz ve bunu paylaşacak olan birisine ihtiyaç duydunuz,
hemen gittiniz birisine: “Falanca bana böyle böyle haksız davranışlarda bulundu.”
diyerek anlatmaya başladınız. Niçin bunu yapıyorsunuz? Kendinize bir taraftar
bulmak için yapıyorsunuz. O taraftarın kuvveti ne ki? O size kötülük yapmış
olan, yanlış davranmış olan kişiye, ne yapabilir ki? Üstelik taraftar bulmuş
olduğunuzu zannettiğiniz kişi, size ya inanır ya da inanmaz. Eğer ikinizi de
tanıyorsa, inandırmanız biraz daha zorlayacaktır. Çünkü siz dedikodu yapan
birisiyseniz, zayıf bir insansınızdır.
Sizin de etrafınızdaki insanlara karşı
davranışlarınızda, büyük yanlışlıklar vardır ki, bu yanlışlıklardan, birisi
başkalarını kınamak ve suçlamaktır. O, dedikoduyu yaptığınız, taraftar
olmasını, sizin fikirlerinize uymasını, inanmasını, sizden taraf olmasını
istediğiniz kişi, sizin problemlerinize çözüm getiremez. Çünkü problem iç
dünyanızdadır. Eğer bunun yerine Allah’a
müracaat ederseniz, Allah çözümü getirecektir.
Allah’a müracaat etmeyi, usûl haline getirirseniz, bir
süre sonra onunla konuşabildiğinizi göreceksiniz. O, sizin öyle davranmanızı
istiyor. Allah’a ulaşmanızı ve içinizi ona boşaltmanızı istiyor. Yetmez, Allahû
Tealâ şu kâinattaki bütün problemlere, çözüm getirebilecek olandır. Kâinatın
sahibidir. Öyleyse, bir taşla birçok kuş vurmak istiyorsanız, her şeyinizi
Allah’a ulaştırın.
Size birisi kötü davrandı diye öfkelendiğinizde hemen
gidip başkalarına şikâyet ediyorsunuz, o kişinin sizin düşüncelerinize iştirak
etmesini istiyorsunuz. Bunun daha kötüsü bunu yaparken batıl olduğunuz bir
olaydan, ucu size negatif olarak dokunan, sizi üzen bir olaydan bahsettiğiniz de,
o zaman böyle bir olayın, sizin üzerinizdeki yükünü başkasına anlatmakla
hafifletemezsiniz. O yükü sizden alabilecek olan yegâne güç Allah’tır. Siz hangi
şartların içinde olursanız olun başkasına olayları anlatırken, karşı tarafı
hakaretvari sözlerle andığınızda bunu yapmakta zorlanacaksınız. Çünkü
karşınızdaki kişi, sizin o tarafa hakaret ettiğinizi gördüğü zaman nefsiniz ile
hareket eden birisi olduğunuzu görecektir. O zaman sizin hakkınızdaki pozitif
fikirleri, yara alacaktır.
Eğer siz olayları Allahû Tealâ’ya anlatarak dedikodu
yaparsanız, Allah için bu hiçbir şey mânâsına gelmez. Başka birisini Allah’a
şikâyet ediyorsunuz diye Allahû Tealâ tarafından kınanmazsınız. Onu hangi
dille, hangi kelimeleri kullanarak kınarsanız kınayın, muhatabınız Allah ise böyle
yaptığınız için derecat kaybetmezsiniz. Siz: “Yarabbi benim kalbimden bu
sıkıntıyı al.” derseniz, Allahû Tealâ’nın o sıkıntıyı kalbinizden aldığını
göreceksiniz. Allah’tan başka kime anlatırsanız anlatın kalbinizdeki sıkıntı,
beklediğiniz hüviyette azalmaz.
Allah bütün problemlerinize çözüm getirebilecek olan,
kâinatın en büyük problem halledicisidir. Çünkü, size nasıl tesir edebiliyorsa,
o hakkında şikâyet yaptığınız kişiye de tesir etmek imkânın sahibidir. İsterse
yapar. Sizin probleminize isterse çözüm getirir. Ama başkalarını şikayet
ederek, başkaları hakkında dedikodu yaparak, başkalarını çekiştirerek,
kendinize topladığınız taraftarlar size bir şey kazandıramazlar.
İnsanlar arasında gruplaşmalara, birbirine karşı
taraflar oluşturmaya devam ederseniz, iblis aranıza fesatlık tohumları atıyor
demektir. Kim, başkasına birisini şikâyet ederse, çekiştirirse çok açık bir
şekilde, o bir taraftır. Çekiştirdiği kişinin o sırada karşısındadır. Bu
kişinin hedefi kime çekiştiriyorsa, onu da kendi tarafına alıp diğer kişiye karşı
olmasını istemesidir. Böyle bir davranış yaptığınız zaman, ne kadar çok cepheden
yanlışın içinde olduğunuzu fark ediyor musunuz? Ne zaman bir başkasını diğer
bir kişiye kötülülerseniz, yapmak istediğiniz şey ayan beyan ortadadır. Siz, o
çekiştirdiğiniz, anlattığınız kişiyi, kendi tarafınıza alıp, zemmettiğiniz
kişiye karşı olmasını istiyorsunuz. Açıkça taraf oluşturuyorsunuz. Birbirine
düşman taraflar oluşturuyorsunuz. İblisin düşmanlık tohumlarını atması, böyle
başlıyor.
Tasavvufun dışında dedikodu, insanların normal gıdası
gibidir. Adeta dedikodu yapmayan insan yok gibidir. İnsanlar buna “kuyruğunu
tutmak” derler. Falancanın feşmaganın kuyruğunu tutmaktan sıkıntı duymazlar, belki
de gizli gizli zevk alırlar; “Falanca ne yapmış biliyor musunuz? Şunlar, şunlar, şunlar olmuş” diyen kişi, diğerlerinin
ilgisini çekmiştir. İlgi odağı haline gelmiştir. Hele biraz süslü püslü şeyler
de söylemeyi becerebiliyorsa, anlattıkları daha bir yağlı ballı olur. Herkes
kendisiyle meşgul olduğu, anlattıklarını can kulağıyla dinledikleri için bundan
büyük haz duyarlar.
Siz sakın dedikoducuları can kulağıyla dinlemeyin. Ne
zaman birisi başka birisinin dedikodusunu yapıyorsa, ona dedikodudan
hoşlanmadığınızı hissettirin. Eğer ısrar ederse, Allah’ın emrinin bu olduğunu,
her dedikodu yapan kişinin, dedikodu yaptığı süreç içersinde, şeytanla
işbirliği içinde olduğunu, Allah’tan mutlaka o sırada uzaklaştığını, Allah’ın
ülkesin de değil, şeytanın ülkesinde yaşadığını söyleyin.
Allahû Tealâ size bu dünyada hayat bahşettiğine göre,
sizi seviyor. Onun bu sevgisine layık olmaya çalışın. Dedikodu adı verilen bu
afetten ve başkalarını zemmetmekten kurtulmaya çalışın.
Allah hepinizden razı olsun.