21. Basamak 3. Safha Nefsi Tezkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21. Basamak 3. Safha Nefsi Tezkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2016 Çarşamba

21. BASAMAK – 3. SAFHA; NEFS-İ TEZKİYE


21. BASAMAK – 3. SAFHA;  NEFS-İ TEZKİYE


 “Allah’a ve Ahiret Gününe Îmân Eden Kimse, Komşusuna Eziyet Etmesin. Allah’a ve Ahiret Gününe Îmân Eden, Misafirine İkramda Bulunsun. Allah’a ve Ahiret Gününe Îmân Eden Kimse, Ya Hayır Söylesin Veya Sussun.”


“Allah’a ve ahiret gününe îmân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe îmân eden, misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe îmân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.” (K: Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75) Hadîs-i şerifinde dikkat ederseniz çarpıcı iki esas vardır:
1-     Allah’a ve yevm’il âhire îmân etmek.
2-     Başkaları için yaşamaktır.
Bunu belki ilk etapta görmeyebilirsiniz ama hadîse dikkatle bakarsanız, Allah’a ve ahiret gününe îmân eden bir kimse var ve burada Allah’ın Resûl’ü onun sosyal hayat içerisindeki davranış biçimlerini ifade buyuruyor.

ü  Allah’a ve Ahiret Gününe Îmân Etmek Ne Demektir?

Mürşidimize tâbî olduğumuz gün yevm’il evvelse, ruhun Allah’a ulaşma günü yevm’il âhirdir. Eğer fizik vücudumuzu teslim etme talebinde bulunduğumuz gün yevm’il evvelse, fizik vücudumuzu teslim ettiğimiz gün yevm’il âhirdir. Eğer nefsimizin teslimi için talepte bulunduğumuz gün yevm’il evvelse, nefsin tesliminin gerçekleştiği an yevm’il âhirdir.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz başka bir hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Mü’mine eziyet etme, kâfire de komşuluk etme.
Kimdir mü’min? Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman âyetlerde Allahû Tealâ, salt Allah’a inancı sebebiyle mü’min olup da kurtuluşa eremeyenlerden bahsediyor. Bir de hadîste zikredildiği gibi Allah’a inanmayla birlikte yevm’il âhire îmân eden yani Allah’a ulaşmayı dileyen hak mü’minlerden de bahsediliyor. Öyleyse Allah’a ve ahiret gününe îmân eden kimse, hak mü’minlerdendir.
Hak mü’minlere Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîsteki öğüdü, komşuya eziyet etmemektir. Hak mü’minlerin içinde yer aldığı topluluk elbette hak mü’minlerdir. Yani hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V) kardeşlerimize eziyet etmememizi emir buyuruyor.

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece Allah’ın ni’meti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.

ü  Topluma Eziyet Etmemek ve İkramda Bulunmak

İşte Allah’ın ni’metiyle, Allah’ın kalplerimizi birleştirmesiyle biz mü’minler kardeşiz. İlk etapta bizimle diğer kardeşlerimiz arasında kesinlikle üzerinde durmamız gereken şey; bizden onlara zarar ulaşmamasıdır. Biz onlara eziyet etmemeliyiz, davranışlarımızla onları mutsuz kılmamalıyız. Mutsuz kılmazsak görevimiz burada biter mi? Hayır! Hadîsin devamında başka bir şey daha söylenmektedir: “Allah’a ve ahiret gününe îmân eden, misafirine ikramda bulunsun.”
Öyleyse birincisinde içinde yer aldığımız hak mü’minlerden oluşan topluma, her birisine eziyet etmememiz emrediliyor. İkincisinde onlara ikramda bulunmamız emrediliyor. Yani onlara devamlı vereceğiz, onların mutluluğu için bir gayret içerisinde olacağız.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Îmân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de mü’min olamazsınız.” Öyleyse mü’minin yani Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin esas vasfı kardeşini seven kişi olmasıdır. Seven sevdiğine devamlı verendir, ikramda bulunandır. Sevgi fedakârlıktır, sevgi hediyeleşmedir, sevgi yardımlaşmadır. O halde Allah’a ve ahiret gününe îmân eden mü’minsen hep ikramda bulun, ver, başkalarıyla yardımlaş.
Allah’a ulaşmayı dilemenin akabinde Allah’ın yardımı ve garantisi ile birinci emanet olan ruh Allah’a teslim edilir. Ancak fizik vücut teslimi hedefine giden yol, mü’min kardeşimize ikram etmekten geçer. Mü’min kardeşimizi sevmekten geçer. Hem seveceğiz, hem de sevginin bir belirtisi (işareti) olacak. O da nedir? İkram etmek.
Onun için Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor: “Allah’a ve ahiret gününe îmân eden kişi misafirine ikramda bulunsun.” Aslında hepimiz bir diğeri için bir misafir hükmündedir. Allahû Tealâ’nın ni’metleri açısından meseleye baktığımız zaman Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Mü’minler Allah’ın ni’metlerine karşı birer konuktur, misafirdir.” Öyleyse biz hepimiz Allahû Tealâ’nın misafirleriysek, dışımızdaki insanlar da bizim misafirimiz oluyor. Bu gözle baktığımız zaman herkese kesinlikle yardım etmemiz gerekiyor. Allahû Tealâ net olarak bunu ifade buyuruyor.

ü  Allah Muhsinleri Sever

Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda Allahû Tealâ’nın bir çok emirleri vardır. Allahû Tealâ özellikle İsrailoğullarına, İsrailoğulları kavminin şahsında aslında bize de nasihat etmektedir.

4/NİSÂ-36: Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bil vâlideyni ihsânen ve bizil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vel câri zil kurbâ vel câril cunubi ves sâhıbi bil cenbi vebnis sebîli ve mâ meleket eymânukum, innallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ(fehûren).
Ve Allah'a kul olun. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa (eşlere), yolda kalmışa ve elinizin altında sahip olduklarınıza (köleye, cariyeye, işçilere) ihsanla davranın. Muhakkak ki Allah, kibirli olan ve övünen kimseleri sevmez.

İhsanla davranmak sevmeyi gerektirir. Allahû Tealâ etrafımızdaki herkese vermemizi emreder. Allahû Tealâ kibirli olan ve övünen kimseleri sevmez ama muhsinleri sever. Âli İmrân Suresinin 134. âyet-i kerimesinde, fizik vücudunu Allah’a teslim eden muhsinlerden bahsedilmektedir:

3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.

Dikkat ederseniz devamlı bir infâk olayı söz konusudur. Dışımızdaki insanlara karşı öfkemizi yutmak, onların bize karşı olan davranışlarını affetmek ve bizim onlara karşı nefsani davranışlarımızı frenlemekle gerçekleşir. Allahû Tealâ böyle bir davranış sergilememizi emreder. Nefs afetleri bir ikram mıdır? Elbette! Bir hatalı durum söz konusu olduğunda siz Rabbinizden bir imtihan olduğunu kabul ediyorsunuz ve de o yanlış davranışı affediyorsunuz. O halde hepimizin kesinlikle böyle olması gerekir. Muhsinlerin temel vasfı ikramda bulunmaktır. Devamlı ikram Allahû Tealâ’nın kesin emridir ve Rabbimiz bunu Kur’ân âyetlerinde dile getirmiştir.
Bir üçüncü olay daha var ki; “Allah’a ve yevmil âhire îmân eden kimse ya hayır söylesin veya sussun.” deniyor. İnsanla Allah arasında Allahû Tealâ’nın dizayn ettiği 28 basamaklık İslâm merdiveninin 22. basamağında ruh Allah’a teslim olur. Allahû Tealâ’nın bize verdiği görev, biz ve diğer insanlar arasındaki davranış biçimleri açısından Hakkı tavsiye etmektir. Hakk’a ulaşınca Hakk’ı tavsiye edeceğiz. Hakk’ı tavsiye etmek hayır mıdır? Elbette. İnsanların hidayetine vesile olmak, insanları hidayete çağırmak ve o istikamette hayır kazanmak… Öyleyse devamlı olarak insanları Allah’a ulaşmayı dilemeye çağırmalıyız. Bunu yapmıyorsak susmalıyız zira dilimizi hayırda kullanmak durumundayız.
Hayatımızda hayır ve şerr vardır. Eğer Peygamber Efendimiz (S.A.V) “Hayrı konuşun veya susun.” diyorsa bunun mânâsı dil ile şerr işlemememizdir. Dil ile şerr işleme olayı devreye girdiği zaman bunun başında en büyük afet olarak dedikodu vardır.
Dedikodu insanlardan bahsetmektir, onları küçültmektir, onlara karşı böbürlenmektir ve onların kusurlarını orada burada anlatmaktır. Dedikodu bir hastalıktır, Allah’tan bahsetmek ise şifadır. Öyleyse Allah’tan bahsetmek, insanları Allah’a çağırmak, Allah’ın zikrini konuşmak hayırdır ve şifadır, ama insanlardan bahsetmek ise kesinlikle hastalıktır. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz buyuruyor: “Dilinizi hayırda kullanın, şerr istikametinde kullanmayın!”
Hayır; bize derecat kazandıran herşeydir. Şerr; bize derecat kaybettiren herşeydir. Öyleyse dedikodu yapmayın, Allah’ın yasak ettiği şeyleri söylemeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın. Şerr işlediğimiz an derecat kaybediyoruz. Derecat kaybetmek, derecat kazanmak çok mu önemlidir? Elbette.
Dünya hayatı bir imtihan yeridir. Dünya, ahiret için bir tarladır. Dolayısıyla asıl ahiret için hazırlık yapmak zorundayız. Ahirette kurtuluşun en alt seviyesi hayırların şerrlerden fazla olmasıyla mümkündür. Ancak hayırları şerrlerinden fazla olan insanlar, cennete gidebilir ve bu açıdan derecat kazanmak çok önemli bir olaydır. Hayır işlediğimiz zaman derecat kazanırız, şerr işlediğimiz zaman derecat kaybederiz. Hayırlı bir niyet kuvveden fiile çıkmadığı taktirde bile Allahû Tealâ bir pozitif derecat yazar. Bir şerr fiili niyet edip de yapmadığınız taktirde Allahû Tealâ ona da derecat yazar.
O halde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîs-i şerifine göre, hak mü’minlerden olduktan sonra başkaları için yaşamak hedefiyle hep bir hizmetin içerisinde olmamız lâzımdır. Herşeyden evvel insanlara eziyet etmeyeceğiz, başkalarının mutluluğu için çalışacağız. Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz: “Kendin için istediğini kardeşin için istemedikçe asla îmânın kemâline eremezsin.” buyuruyor. Kendimiz için ne istiyoruz? Mutlu olmak istiyoruz. Kendimiz için ne istemiyoruz? Bize eziyet edilmesini istemiyoruz. Bize eziyet edilmesini istemiyorsak biz de başkalarına eziyet etmeyeceğiz. Mutlu olmak istiyorsak başkalarının da mutlu olması için çalışacağız, hizmet edeceğiz. “Komşuna eziyet etme.” hadîsine göre Allahû Tealâ’nın yasakladığı zulmü işlememeli, onlara zulmetmemeliyiz.
Şefaat her dönemde Devrin İmamı ile gerçekleşen bir olgudur ama biz insanlar sosyal mahlûk olarak diğer insanlarla birlikte yaşarız. Birimiz diğeri için hayra veya şerre sebep olabiliriz. Hayra vesile olduğumuz zaman, o hayrı işlediğimizden dolayı biz de pay sahibi oluruz. Biz başkasının şerr işlemesine sebep olursak, oradan da bir pay sahibi oluruz. O halde bize düşen nedir? Bize düşen devamlı başkalarının hayrına vesile olmak, sebep olmaktır. Başkalarının hayrına vesile olmak, sebep olmak istiyorsak devamlı hayır işlememiz lâzımdır.
İnsanla Allah arasındaki muhtevaya baktığımız zaman şerrin kaynağı, zulmün odağı nefstir. Nefsin Allah’ın emrettiği dizayn içerisinde tezkiye ve tasfiye olması gerekir. Tezkiyede dünya saadetinin yarısına ulaşırız, ama tasfiyede bir bütüne ulaşırız. Tasfiyede bütüne ulaşmamızın sebebi nedir? Nefsimizin manevî kalbindeki hem bizi rahatsız eden, hem de beraber yaşamakta olduğumuz toplumun diğer üyelerini rahatsız eden afetlerden kurtulmamızdır. Nefsimizin manevî kalbi tamamen temizlenir ve afetlerin yerine ruhtaki hasletler faziletler olarak gelip kalbe yerleşir. Faziletlerden kaynaklanan her talep sadece hayırdır ve devamlı olarak ikram da bulunmayı bize nasip kılar.
Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek ve de derviş gönülsüz gerek.” Devamlı başkaları için çalışacağız, hadîs-i şerifte bu mesaj verilmektedir. Bu hadîs-i şerif hem Sahih-i Buhari’de geçiyor, hem de Müslüm’de îmân bölümünde geçiyor ve Kur’ân âyetleriyle bir bütün olarak örtüşüyor. Dîn, insanla Allah arasındaki ilişkileri ve insanın diğer insanlarla arasındaki sosyal davranışların bütününü muhtevasına alır. Allah’ın emirlerine itaat, mahlûkata şefkat, dışımızdaki herkesi sevmek emredilmektedir. Seviyorsak eziyet etmeyeceğiz, seviyorsak dilimizle onlara zarar vermeyeceğiz, seviyorsak devamlı onlara ikramda bulunacağız, onları mutlu kılacağız, onların mutluluğu için çalışacağız. Allah’ın Resûl’ünün hadîs-i şerifte beyan ettiği muhteva bu istikamettedir. Kısacası hadîs-i şerifte bize verilen mesajların hepsi, başkaları için yaşamayı hedef almamızı, o hedefe doğru devamlı bir gayret içerisinde olmamızı öğütlüyor.
Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hızbullâh(hızbullâhi), e lâ inne hızballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

Kalplerine Allah’ın îmân yazdığı kişiler, Allah’a ve yevm’il âhire îmân eden kişilerdir. Öyleyse bu âyet-i kerime, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîste devamlı olarak işaret ettiği kişilerin, kalplerine Allahû Tealâ’nın îmânı yazdığı kişiler olduğunu (hak mü’minler olduğunu) ispatlamaktadır.
14 asır evvel bu hadîs-i şerifin muhatabı olanlar sahâbeydi. Ama Resûlullah’ın sözleri de, hadîsleri de evrenseldir, çünkü Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz hadîsleri değerlendirme ölçüsü olarak: “Bir gün hadîslerim tartışma konusu olduğu zaman Kur’ân-ı Kerim’e bakınız, Kur’ân-ı Kerim’e aykırı bir hadîsim olamaz.” buyurmaktadır. Hadîsi Kur’ân âyetleriyle karşılaştırdığımızda da A’dan Z’ye kadar Kur’ân’la %100 bir beraberlik, bir mutabakat içerisinde olduğunu görüyoruz.



“Ölmeden Evvel Ölünüz”


Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Ölmeden evvel ölünüz. (K: Acluni Keşfü'l Hafa c: 2 shf: 291(2669)).
Burada “Ölmeden evvel ölünüz.” emrinin muhatabı insandır.

ü  Ölmeden Evvel Ölmek Nasıl Gerçekleşir?

3 vücut ve serbest iradenin sahibi olan insanın ölümüyle, nefsi berzah âlemine gider, ruhu ise Allah’ın Zat’ına ulaşır. O zaman hadîste ifade edilen, “ölmeden evvel ölmek” yaşarken ruhun Allah’ın Zat’ına ulaştırılmasıdır. Ama ölmeden evvel ruhun Allah’ın Zat’ına ulaştırılması ancak nefs tezkiyesi ile mümkündür.
İnsan ile Allah arasında Allahû Tealâ’nın dizayn ettiği 28 basamaklık bir İslâm merdiveni vardır. Bu 28 basamaklık İslâm merdiveninin 1. basamağında olaylar vardır. Herkes olayları yaşar. 2. basamakta olayların insanlar tarafından değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucu Allah’ın insanları seçmesi vardır. Ama Allahû Tealâ bir kısım insanları seçmez. Seçilmeyenler, kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarının da dilemelerine yani hidayetlerine mani olan insanlardır. Geri kalan tüm insanlar, Allah tarafından seçilir. Allahû Tealâ seçilenleri musîbetlerle imtihan eder. Sonuçta her kim o musîbetlerle yapılan imtihanlardan gerekli dersi alırsa, Allahû Tealâ’nın insanlar için vaaz ettiği hedef olan Allah’a ulaşmayı dileme noktasına ulaşır ve o zaman bu kişi 3. basamaktadır.
Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin üzerine, Rahmân esmasıyla tecelli eder (4. basamak). 99 esmanın sahibi olan Rabbimizin bir ismi de Rahmân’dır. Rahmân esmasıyla tecellisi, Allah’ın rahmetini göndermeye başlaması demektir. Allahû Tealâ, Rahmân esmasıyla tecelli ettiği kişiye, peş peşe 7 tane furkan verir. Furkanlarla, hassalar ve uzuvlar üzerindeki engeller kaldırılır. Akabinde Allah, o kişiyi 6 tane kalp şartının sahibi kılar. Böylece gerekli kalp şartlarının sahibi olan bir insan, zikretmeye başladığı takdirde nefsinin manevî kalbine %2 oranında rahmet nuru girer ve o kişi huşû sahibi olur. Allahû Tealâ huşû sahibi olan bir insanın kalbine mürşid sevgisini koyar ve bu kişi hacet namazı ile Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşidi Allah’tan talep ederse Allah ona mutlaka mürşidi gösterir. Allah’ın kendisine gösterdiği mürşide tâbî olan, Allahû Tealâ’dan 7 tane ni’met alır:
1. ni’met: Devrin imamının ruhu, başının üzerine gelip, yerleşir.
2. ni’met: Allah kalbine “îmânı” yazar.
3. ni’met: Allah, o güne kadar işlediği bütün günahları sevaba çevirir.
4. ni’met: Ruh vücuttan ayrılıp Sıratı Mustakîm’e ulaşır; seyr-i sülûka başlar.
5. ni’met: Nefs tezkiyesine, ıslah edici amellere başlar.
6. ni’met: İradesi güçlenir.
7. ni’met: Fizik vücudu güçlenir.
Daha önceden vasıta emirlerden namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi vs. istemeyen bu insan, Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allah’ın kendisini 7 tane furkan, 12 tane ihsan ve 7 tane ni’metle desteklemesi ile namazı, orucu, zekâtı vs. sever bir hale gelir. Çünkü bu noktada o kişiye bütün bu vasıta emirleri sevdiren, Allah’tır.
En büyük vasıta emir ise zikirdir. Zikir, en büyük ibadettir; ibadetlerin sultanıdır. Allah, 7 ni’meti alan kişiye özellikle zikri sevdirir. Zikrini arttırmasıyla kalbi günbegün Allah’ın nurları ile dolmaya başlar ve tezkiye basamaklarında ilerler.
7 tane tezkiye basamağı vardır. Bunlar:
1- Nefs-i Emmare
2- Nefs-i Levvame
3- Nefs-i Mülhime
4- Nefs-i Mutmainne
5- Nefs-i Radiye
6- Nefs-i Mardiyye
7- Nefs-i Tezkiye
Bu kademelerinin her birinde kişinin kalbinde %7 fazl birikimi olur. Kişi Nefs-i Tezkiye kademesine geldiğinde kalbindeki fazl nurlarının oranı %49’a ulaşır. Tezkiyeye başlamadan evvel kalbine gelen %2’lik rahmet nuru ile birlikte kalpteki nurların toplamı; aydınlanma oranı %51 olur. Tezkiye kademelerine paralel olarak ruh da 7 tane gök katı yükselerek, 7. gök katında 7 tane âlemi geçtikten sonra yoklukta Allah’ın Zat’ına ulaşır. Böylece artık bu kişi ölmeden evvel ölmüştür. Çünkü ruhunu yaşarken, hayattayken Allah’a teslim etmiştir. Bunun mükâfatı ise 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısıdır.
İşte Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in hadîste vermek istediği mesaj budur.