Başkaları İçin Yaşamak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başkaları İçin Yaşamak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2015 Salı

BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAK

BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAK
                  
İnsan, sosyal bir mahlûktur; başka insanlarla bir arada yaşamak mecburiyetindedir. İnsanlar yaşarken sadece iki tane muhteva vardır;  mutlu olurlar ve başkalarını da mutlu ederler ya da mutsuz olurlar ve başkalarını da mutsuz ederler. Dünya saadetine ulaşmak isteyen herkes mutlaka başka insanlar için yaşamalıdır. Etrafınızda ya mutlu insanların oluşturduğu bir hale ya da mutsuz insanların oluşturduğu bir karanlık olur. Onlar mutsuzsa siz de mutsuz olursunuz; veya onlar mutluysa siz de mutlu olursunuz.
İnsanların mutluluğunun veya mutsuzluğunun mimarı başkaları değildir; kendileridir. Kişinin davranış biçimleri, kendisini ve çevresindekileri ya mutlu ya da mutsuz kılar.
Kendinizin ve çevrenizdeki insanların mutlu olmasını diliyorsanız bilin ki; bunu rahatlıkla başkalarından yana olarak gerçekleştirebilirsiniz.
         Çevrenizdeki insanlar bir takım davranış biçimleri sergilerler. Siz de onları kendi vicdanınızda muhakeme edersiniz. Bunlar size göre yanlış veya doğru davranışlardır. Siz, başka bir insanın size göre yanlış olan davranışlarını dikkate aldığınız zaman o kişi için hükümlere varırsınız. “Şöyle bir yanlışın sahibi.  Şöyle bir doğrunun sahibidir.”  diyerek o kişiyi yargılar ve mahkum edersiniz.
         Başkalarını yargılayıp mahkûm ettiğiniz zaman acaba ne ölçüde haklısınız?  Vicdanınızda “Hatalı davranıyor.” diye mahkûm ettiğiniz kişi üzerinde acaba hangi tesirler varken size göre yanlış olan, yanlış saydığınız o olayı vücuda getirmiştir. Böyle bir vicdan muhakemesi yapıyor musunuz? Herkese göre doğrular ve yanlışlar vardır. Kalın çizgilerle herkesin doğru kabul ettiği ve yanlış kabul ettiği olayların dışına çıkın. Çıktığınız zaman şunu göreceksiniz; herkese göre doğrular, ve yanlışların bittiği yerden insanlara göre doğrular ve yanlışlar kendilerini göstermeye başlar.
Hem herkese göre doğruların ve yanlışların var olduğu ahvalde hem de insanlara göre nevî şahsına münhasır doğruların ve yanlışların var olduğu ortamda insanları yargılamadan evvel kendinizi onların yerine koymalısınız. “Ben olsam böyle bir olayda ne yapardım?” diye düşünmelisiniz. Yetmez! “Acaba onun iç dünyasında sizin dışarıdan gördüklerinizin ötesinde neler var, neler oluşmuş?” bunları da hesaba katmalısınız.
İnsanları kabahatli, hatalı görmek son derece kolay bir olaydır. Bu hatalardan onu kurtarma teamülü ile ona hatalarını söylersiniz. Acaba böyle bir davranış biçimiyle doğruyu mu yapmış olursunuz? İnsanları suçlamak hatalar yaptığını söylemek size göre bir sonuç mudur? Öyle olduğunu mu zannediyorsunuz? Etrafınızda birçok insanın hatalı davranışlarını tespit ettiniz ve onlara hatalarını söyleyip “Böyle olmamalıydı.” diyorsunuz. Öncelikle o kişinin davranışlarının dışında ne yapılabilirdi onu düşünmek mecburiyetindesiniz. İkinci olarak, yanlış yaptığını düşündüğünüz kişiyi, kardeşinizi o yanlışa götüren size ait nedenler de olabilir mi? Bunu düşünmelisiniz:  Bir kişide bir sıkıntı, huzursuzluk görüyorsanız, acaba böyle bir şeyin oluşmasında siz de methaldar olabilir misiniz yani sizinle de ilgisi olabilir mi? Sizin o kişiye karşı sergilediğiniz herhangi bir yanlış davranış, onu sıkıntıya sokacak, sıkıntısını hissettiren tablolar sergileyecek olan bir konuma ulaştırabilir mi?
Herkesin olayları ortaya koyuş tarzı var ve siz bunlarda hatalar tespit ettiniz. Böyle bir standartta bir kardeşinizin huzursuz, sıkıntılı, stresli olduğunu fark ettiniz. Burada iki türlü davranış biçimi söz konusudur:
1. davranış biçimi: Karşınızdaki kişinin stresini görürsünüz ve ona haddini bildirirsiniz. Yani “Sen huzursuzsun, sıkıntılısın ve böyle davranman yanlış.” dersiniz. Bunu demekle doğruyu yaptığınızı, görevinizin bittiğini zannediyorsanız çok yanılırsınız.  Hangi kardeşiniz hangi sıkıntının içinde? Davranışlarında onu ve sizi huzursuz eden neler var? Böyle bir dizaynda yapmanız lazım gelen şey etrafımızda ki insanlara hadlerini bildirmek, onları suçlamak mı yoksa onlardan yana olmak mı olmalıdır? “Sen şurada şöyle davrandın, burada böyle davrandın bu davranışlarında bizi üzdü ve bu davranışlar yanlış davranışlar” demeniz size ve ya ona ne fayda sağlar? Bunun muhakemesini yapmalısınız?  Hiç düşündünüz mü? Kişinin yüzüne sizi rahatsız eden davranışını söylemeniz neyi değiştirir.
2. davranış biçimi: Karşınızdaki kişinin stresini, sıkıntısını görürüsünüz ve şöyle dersiniz: “Seni biraz hüzünlü, sinirli, stresli görüyorum acaba bu stresin oluşmasında benim bir payım olabilir mi? Kendimi sorumlu görüyorum. Bunun için sana geldim. Bu sıkıntılı noktaya ulaşmanda benim yanlış bir davranışımın katkısı var mı? Eğer varsa ben Allah karşısında suçlu olurum ve bu hatamı düzeltmek isterim. Onun için sana Allah rızası için şunu sormak istiyorum; benim bu konuda senin üzerine yüklediğim, bir stres oluşmasını vücuda getirecek bir davranışım, oldu mu? Eğer olduysa bana bildirirsen minnettar olurum. Ben ne sana ne de bir başkasına üzüntü, huzursuzluk vermek istemem. Seni böyle gördüğüme göre bunun bir sebebi olmalı? Bu sebeplerden biri bensem veya sadece bensem o zaman Allah’ın bana yasak ettiği bir fiili işlemiş ve seni üzmüş duruma girmiş olurum. Öyleyse bana lütfen hatamı söyler misin?”
Yukarıda ifade ettiğimiz bu iki davranış biçiminden ikincisinde  “başkalarından yana olmak” vardır.
Başkalarından yana olmak 2 vasıf taşır:
1- Hatayı kendinde aramak.
2- Başkasının hatalı taraflarını değil, hatasız taraflarını yakalamaya çalışmak.

Bir kişi huzursuz, sıkıntılı, stresliyse neden bu elektrikli ortamın oluştuğunu ve o kişinin haklı olduğu noktalarını araştırmak mecburiyetindesiniz.
Eğer Allah yolunda, Allah’ın sizi ulaştırmak istediği hedefe yönelik olmak ya da en azından Allahın bir sevgilisi olmak istiyorsanız, yapmanız lazım gelen şey o kişiden yana olmanızdır. Yani başkalarına: “Ben senin bu davranışını hiç beğenmedim, sen bunu yanlış yapıyorsun buna hakkın yok.” dediğiniz an siz, başkalarının hatasını arayan, onu yakalayan ve yüzüne çarpan bir kişisinizdir.
Eğer siz: “Acaba bu kardeşimiz bana karşı neden asık yüzlü? Ben bu kardeşimizin farkına bile varmadan kalbini mi kırdım? Acaba davranışlarımda bir bozukluk mu var? Onun gözüne batıp da, onu huzursuz edecek, tasavvufa sığmayan ya da daha güzele ulaşmamı engelleyen yanlışlarım mı var?” diye düşünürseniz kendinizi tenkit süzgecinden geçiriyorsunuz demektir. Bundan sonra da onun haklı tarafını aramalısınız ve şu şekilde düşünmelisiniz: “Bu kardeşimiz böyle davrandığına göre mutlaka ona böyle davranmasını icap ettirecek bir tesir gelmiş olmalı, bu tesirin sebebi ben de olabilirim; bir başkası da olabilir.”
Her halükarda, eğer etrafınızdaki bir insan hüzünlüyse, kederliyse nerede olursanız olun, hangi toplumda olursanız olun, karşınızdaki kişi kim olursa olsun size düşen ona yaklaşmaktır. Kederinin, hüznünün, sinirliliğinin, stresinin arkasında neyin yattığını kendinizde suç arayarak ona sormaktır. Böyle bir davranış biçimiyle onun haklı taraflarını, kendinizin haksız taraflarını aramanızdır. Bu “başkalarından yana olmak” tır ve davranış biçimlerinin temelinde, başkalarından yana olmak vardır.
Eğer siz bir başkasını kuru bir dizayn içersinde onun yaptığı bir hata dolayısıyla sadece tenkit ediyor: “Senin bu yaptığın yanlış.” diyorsanız bu sizi de onu da huzursuz edecek olan nefsanî bir davranış biçimidir; Rabbanî değildir. Bu şekilde asla karşınızdakinden yana bir davranışın sahibi değilsinizdir.  Sadece nefsinizin bir afetinden yanasınız. O zaman size göre hatalı bir davranış sergilenmişse onun sahibi tenkit edilip; dikkati çekilip; ikaz edilmelidir. Böylece bir daha böyle bir şey yapmamalıdır. Size göre o kişinin etrafındaki kişilere böyle stresli, sert davranmaya hakkı yoktur ve ona haddini bildirmeniz gerekmektedir.  Eğer böyle düşünüyorsanız şunu bilmelisiniz ki: Hayır. Sizin de ona haddini bildirmeye buna hakkınız yok.
Eğer etrafınızdaki kişiler şu veya bu sebeple huzursuz ve sıkıntılıysa her şeyden evvel: “Bu sıkıntıya acaba ben hangi sebeple neden oldum’’ diye düşünmeniz lazım.  Bunun en kesin çözümü o arkadaşınıza bunu: “Arkadaşım, seni hüzünlü, stresli görüyorum evvelâ bu stresi senden uzaklaştırmak için ben ne yapabilirim?” diyerek sormaktır. İkinci davranışınız da: “Acaba bu strese sebep olan ben miyim veya sebep olanlardan birisi miyim?” diye sormak olmalıdır.
Hepinizin bunu yaptığı gün: “Allah’ın toplumu” olacaksınız. Sahâbe gibi olacaksınız. Sahâbe birbirlerine hep öyle davranmışlardır. Kim hüzünlüyse, bir şeye öfkelenmişse; bir sıkıntısı varsa etrafındaki herkes: “Acaba ben bu kardeşime nasıl yardım edebilirim? Bu üzüntüsünde, bu öfkesinde acaba benim ona yaptığım farkına bile varmadığım bir hatamı var?” diye düşünürdü.
Bir toplum dizaynı içinde yaşamak mecburiyetindeyiz. Bir toplum dizaynı asgari standartlarda başkalarına saygıyı emreder. Başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmamanız gerekir. Her toplumun muhtevasında oraya ait olan kurallar, genel kaideler vardır. Herkesin ona uymakta alışkanlık kazandığı bir kurallar demeti her toplumda özellikle dergâhlar da asıldır.
 Etrafınızdaki insanları davranışlarınızla mutlu edebildiğiniz sürece o insanlar, sizin için bir mutluluk vasıtasıdırlar. Bir kişiyi sıkıntılı, sinirli gördüğünüzde sadece: “Senin davranışın yanlış; bir daha böyle bir davranışı yapmaman için seni uyarıyorum.” gibi kelimeleri kullanmasanız bile bu tarz bir davranış biçimi sergiliyorsanız, tasavvufa sığmayan bir büyük yanlışın içindesinizdir. Bu size hiçbirşey kazandırmaz. Onun kalbini kırdığınız için siz hüzünlenirsiniz; o kişiye de hiçbirşey kazandırmaz öfkesinin daha çok artmasına neden olur.
Davranış biçimlerinin bel kemiğini, omurgasını başkalarından yana olmak teşkil eder. Eğer tasavvufu yaşamak istiyorsanız; sahâbenin bununla o hedefe ulaştığını bilmelisiniz. Allahû Teâlâ: “Ey sahâbe siz başlangıçta birbirininiz can düşmanıydınız, sonra Allah kalplerinizi birleştirdi, can dostu oldunuz.”  buyurmaktadır.

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.

Kalplerin telifi, herkesin etrafındaki insanlardan yana, o anda karşısında olan kimse ondan yana olma halidir. Onun A’dan Z’ye kadar bir sürü davranış biçiminden hangisini işlediyse o işlediği davranış biçiminde onu haklı kılan nedenleri araştırmalısınız. Çünkü onu haksız kılan nedenleri herkes bilir. Tasavvufun içindeki insanların görevi ise o kişinin size üzen davranış biçiminin arkasında onun haklı sebeblerinin neler olabileceğini düşünmektir. Birinci açıdan olaya, karşı tarafın cephesinden bakmalısınız. İkinci açıdan, kendi cephenizden; konuya bakmalısınız ve: “Acaba onu bu huzursuz noktaya iten sebeblerden biri ben olabilir miyim?”diye düşünerek kendi hatanızı araştırmalısınız. Bir olayda   başkalarının haklı sebeblerini, sizin haksız sebeplerinizi ortaya koyarak teşrih etmelisiniz. Teşrih masasına olayı yatırmalısınız yani parça parça olaylar dizisini incelemelisiniz. Başkalarının huzursuzluğunuzda ne kadar payınız olduğunu araştırmalısınız. Sizler, bunu yaptığınız gün, “Üzüm üzüme bakarak kararır.”  sözünün tam tersini “Işık ışığa bakarak aydınlanır.” sözündeki güzelliği  oluşturacaksınız. Hepinizden çevrenizdeki herkese nur saçılacak.
Sahâbe gibi hidayetin bir ışığı olabilmeniz başkalarından yana olmayı iki safhası ile tatbik etmenize bağlıdır. Bir toplum içinde yaşarken aranızdaki herkes farklı düşüncelerin sahibidir. Herkesin heran başkalarından farklı bir düşüncenin sahibi olması, eşyanın tabiatına son derece uygundur. Bu farklı düşüncelerinizi her zaman başkalarına mutluluk verecek şekilde dizayn etmelisiniz.  Bu davranış biçimlerini sergilerken başarılı olup olmadığınızı etrafınızdaki insanlardan anlayacaksınız. Eğer insanlar huzursuz ve sıkıntılıysa başaramadınız demektir. O zaman davranışlarınızla etrafınızdaki insanlara eza vermektesiniz. Etrafınızdaki insanlar davranış biçimlerinizden mutluluk duymuyorsa bu size ait olan bir yanlıştır.
Birlik, beraberlik ruhunun, Allah yolunda birbiriyle perçinlenmiş tek bir kitle oluşturmanın, temelinde herkesin kendisini devamlı tenkit süzgecinden geçirmesi yatar. Biz başkalarını ne zaman tenkit edersek o tenkitimiz başkalarına sadece huzursuzluk verir ve bu tasavvufun tamamen dışında bir olaydır. Onun için Allahû Teâlâ diyor ki: “Meseleyi Allah Resûlüne götürün.” Eğer resûle ulaşırsanız evvela size hatalarınızı soracaktır; sonra da diğer tarafa onun hatalarını soracaktır. Böylelikle size karşı sizin hatalarınızı sorarak sizden yana olduğunu ispat eder. Siz hatalarınızı söyledikçe çözüm getirecektir. Sizin söylemediğiniz hataları da size ilave edecektir. 
İnsanlar için kabahat, açıklanması gerekmeyen, açıklanması zor bir olaydır. Bu yüzden birçok kişi olayların yapılmasından, işlenmesinden yana bir sıkıntı duymaz ama resûlün o olayı öğrenmesinden büyük sıkıntı duyar. Bu yanlış bir düşünce sistemidir. Hata işlenmesi zaten bir hatadır. Bu hatanın gizlenmesi daha büyük bir hatadır.
 Halbuki hata işleyen kişi ulaşıp: “Ben böyle böyle bir hata işledim.” derse her zaman onun bir çözümü vardır. Mutlaka bir başka birine karşı bu hata işlenmiştir. Öbür taraf da devreye alındığın da mesele resûl tarafından mutlaka tatlıya bağlanır. Bu davranışın arkasında iki taraftan da olmak vardır. Her iki kişi içinde birinci kişi için onun hatalarını, birinci kişiye göre karşısındakinin haklı taraflarını anlatmak. İkinci içinde aynı şey söz konusu, ikincinin hatalarını birincinin haklı taraflarını müzakere etmektir. 
İnsanlar hatalarını itiraf etmekten her zaman kaçarlar ama daima hatalar vardır. O hataları kendinize itiraf etmeniz yetmez. Onu bile yapmıyorsunuz ama yapsanızda yetmez. Başkalarına: “Sevgili kardeşim seni böyle üzgün gördüm bu sıkıntıda ben sana şöyle şöyle bir şeyler söylemiştim acaba bunun bir dahli olabilir mi? Söylerken seni uyarmanın doğru bir şey olduğunu zannediyordum. Söylediğim şeyi seni üzmek için söylemedim. Hedefim bu değildi.” diyebiliyor musunuz?
İnsanları tenkit etmek için, başkalarını kırmak için bir şeyler arıyorsanız dünya kadar koz bulmak çok kolaydır. Tenkit süzgecinden geçirdiğimiz olayın arkasından başkalarını suçlamak en azından ona ezvab sıkıntı veren bir olay değil midir?  Neden öyle yapalım? Davranışımız başkalarına huzursuzluk veriyorsa biz orada haklı değilizdir. Bu sebepler yüzlerce de olsa hiçbiri geçerli değildir.
 İnsanları üzmekle, huzursuz etmekle vazifeli değilsiniz. Bu konuda biz de sizin üzerinize bekçi değiliz. Size nasıl mutlu olabileceğinizi anlatmakla vazifeliyiz. Sizin yaptıklarınızın tenkiti bizim görevimiz değil. Her olayda size haksız taraflarınızı karşınızdakinin haklı taraflarını aratmakla vazifeliyiz. Siz arayıp bulacaksınız. Siz bulacaksınız ve bunu başarabildiğiniz zaman büyük bir iç huzuruna kavuşacaksınız.
Davranış biçimlerinizle başkalarını mutlu etmek yerine mutsuz ettiğiniz sürece bundan en çok huzursuzluğa kapılacak olan siz olursunuz. Başkasına verdiğiniz her huzursuzluğun arkasından Allah sizi mutlaka azap eder.  Başkasını üzersiniz, arkasındanda siz üzülürsünüz.
Başkasını üzmenizin arkasında onu haksız bulmanız, kendinizi haklı bulmanız yatar. Düşünce sisteminiz, mantık ölçülerinize göre çalışır.  Başkalarını suçlamak çok kolay bir olaydır. Ondan sonrada yaptıkları hatalar dolayısıyla onları tenkit edersiniz.  Asıl unsura ulaşmadıkça meselenin derininde yatan yengeci, yılanı oradan çıkarmadıkça meselenize çözüm getiremezsiniz.
Nefsinizin afetleri ve şeytan sizi hep başkalarının kalbini kıracak bir yerlere ulaştırır. Bu bir hatadır. Hangi olayın sonunda konuştuğunuz kişi sizin söylediklerinizden üzüntü, sıkıntı duyduysa söylediğiniz sözler onun üzerine karanlık bir gölge gibi çöktüyse, onu huzursuz ettiyseniz siz de huzursuz olursunuz. Bu davranışınızdan dolayı Allahû Teâlâ sizi mutlaka azablandırır. Bu azabı mutlaka yaşarsınız.
Allah’ın emrettiği gibi davranırsanız; kendinizin haklı olan değil haksız olan taraflarınızı ele alarak yola çıkarsanız ve arkadaşınıza da: “Açık açık bu olayda benim şurada şurada hatam var. Ben bu hatalarımla seni rahatsız etmişim, üzmüşüm beni Allahû Tealâ’nın huzurunda bağışlamanı dilerim, Allahû Teâlâ’dan da hatalarım için af dilerim.” diyebiliyor musunuz? Yoksa bu size zor mu geliyor?.
Her olayda etrafınızdaki insanlara huzur sağlayacak davranışların sahibi olmalısınız. Her konuşmanızın sonunda karşınızdakine huzur verdiğinizin bilinciyle, gönül rahatlığıyla muhatabınızdan ayrılmalısınız. Konuşmadan evvel ki durumuyla siz onunla konuştuktan sonra ki durumu arasında onu sıkıntıya sokan bir sonuç mu var? Onu huzursuz mu ettiniz? Ona sıkıntı mı verdiniz? Bunu başarıp başaramadığınızı karşınızdaki kişiye dikkatle bakarak öğrenebilirsiniz.
Tasavvuf mensupları insanlarısınız. Siz gerçek İslâmı, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı İslâmı, Kur’an-ı Kerim’deki İslâm’ı yaşayanlar olmakla mükellefsiniz. Sokaktaki insanlar, bir ahlâksızlık deryası içerisinde toplumu dejenere etmiş durumdalar. Her tarafta ahlâksızlıklar, her tarafta hırsızlıklar, suistimaller her şey başkalarını aldatma üzerine kurulmuş.
Biz Osmanlının yükselme devresinin kökeni, temeli olan tasavvufu yani Peygamber Efendimiz(S.A.V) ve sahâbenin yaşadığı hayatı öğretmekteyiz. Onlar bütün dünyaya mutluluk vermek üzere yaşadılar.
Osmanlı bir cihan devletiydi. Nizamı âlemdi. Âleme, dünyalara nizam veren Osmanlının arkasında Allah vardı.
 Etrafınızdaki insanlara dikkatle bakın kim hüzünlü bir ifadenin sahibiyse hemen ona gidip: “Seni bugün hüzünlü görüyorum bir derdin mi var? Acaba hangi şekilde sana yardım edebilirim? Bana düşen nedir? Lütfen söyle ki ben sana yardım etmeye çalışayım?” Bu sözleri söylemeniz hiçbirşey yapamasanız bile o kişiyi mutlu etmek için yeterlidir. Çünkü onunla meşgul oldunuz, onun sıkıntısını ondan almak için teşebbüste bulundunuz. Başaramadığınızı düşünelim, hiç önemli değil. Bunu söyleyebildiğiniz için bundan sonraki diyalog en güzel standartlarda yürüyecektir. O kişide size içini dökebilir. Bazen de açıklamada bulunamayacak, başka biriyle alakalı, bir başkasının sırrıyla alakalı bir olay olabilir.
En azından o size derse ki: “Hay Allah razı olsun. Gerçekten öylemi görünüyorum? Beni aşan, benimle alakalı olmayan sebepler var. Onun için bir hüzünüm var.  Bana bunu söylemen var ya bana dünyaları vermiş oldu.” Bunu söylediği zaman siz mutluluk, huzur hissedersiniz.
Eğer toplumun büyük kısmı bizim aramızda da mutsuzsa o zaman yanlış davranıyorsunuz demektir; öğrettiklerimizi değerlendirmiyorsunuz ve kendinize göre yorumluyorsunuz demektir. Son derece basit sağlam kaidelerden bahsediyoruz. Başkalarından yana olacaksınız! Bu kadar…
Başkalarında yana olmak için iki alternatifiniz var:
1- Kendinizin hatalarını arayacaksınız.
2- Karşı tarafın haklı hususlarını, davranışlarındaki haklılıkları arayacaksınız.
İnsanların kusurları olabilir, onları görmemezlikten geldiğiniz zaman siz Allah için olursunuz. Herkesin kusurlarını arayıp bulan, onları yüzlerine çarpan insanlar da var. Her gittikleri toplumda kendilerinden yaka silkilen: “Aman bizim aramıza katılmasa, gitse başka bir grupla bir arada olsa.” diye insanların bucak bucak kaçtığı insanlar var. Onların dedikodusunu yapan, başkalarına çekiştiren ve beraber olmaktan sıkıntı, eza duyulan insanlar var. Bu söylediklerimi, ana kaidelerini hep düşünün. Sakın böyle insanlar olmayın.
İradenizi kullanarak şeytanın sizi sürüklemek istediği o kötü noktaya ulaşmayın. Başkalarını küçültmeye çalıştığınız, başkalarına hatalarını bildirerek onlara hadlerini bildirmek, sözlerinizin sonunda insanların mutsuz oluşuna sebebiyet veren noktaya ulaşmayın. Bunlar asla İslâm ile ve tasavvufla bağdaşamaz.
Allah’ın indinde bütün güzellikleri yaşamak sizin elinizde ve kanun kendinizden yana olmak değil başkalarından yana olmaktır. Bir başka ifadeyle şeytan ne diyorsa onun tersini yapmaktır.
Allah insanlara başkalarından yana olmayı emreder, şeytan kendi kör nefsinizden yana olmanızı, başkalarını ezmenizi emreder.
Allah size kendi hatalarınızı bulup onları yok etmenizi emreder, şeytan ise hatalarınızı saklamanızı emreder.
Hataları yapmak ve duyulmasını önlemek son derece yanlış bir davranıştır. İki defa üst üste yanlışlık yapılmasıdır. Hatayı yapmak bir yanlış, onun örtülmesine çalışmak, ikinci yanlışlıktır. Eğer bu arada yalan da bir vasıta olarak kullanılıyorsa bu da üçüncü yanlışlıktır. Her yalanın saklanabilmesi için yeni bir yalanı gerektirir. Onun için yalan çirkindir. Yalan, daima hakikatlerin dışındaki hedefleri insanlara doğruymuş gibi göstermeye yöneltir.
Hatayı işlemek birinci suç, onu örtmeye çalışmak ikinci suç, bunun için de yalanı devreye sokmak üçüncü suçtur.
Hataları işlemek yerine doğruları yaptığınız gün bu meseleyi kökünden çözeceksiniz. Etrafınızdaki insanlara karşı, onları mutlu edecek davranışlar sergilemeye başlayacaksınız. O zaman onlar için yaşamaya başlayacaksınız. Başkalarından yana olmak, başkaları için yaşamanın başlangıcıdır.
Kendinizden yana olmamak gene başkaları için yaşamanın başlangıcıdır. Her geçen gün duruma biraz daha hâkim olacaksınız. Kendinizden yana olmadığınız takdirde mutlu olabileceğinizi idrak edeceksiniz.
Başkalarından yana olduğunuz zaman mutlu olabilirsiniz. Hatalarınızı tespit edip onları düzeltmekle ancak mutlu olabilirsiniz.
Başka insanların hatalarını değil size hata gibi görünen davranışındaki haklı sebeplerini bulabilmekle ancak ferahlamalısınız.
Sevgili öğrenciler, bir gün hidayet çağının meşaleleri, nurları olacaksınız. O bozuk toplum dizaynın da hepiniz birer ışık, birer nur olacaksınız. Davranış biçimleri örnek olan insanlar olacaksınız. Bu hedeflere ulaşmanız için Allahû Tealâ’nın temelde bir kanunu vardır: Bu kanun başkalarından yana olmaktır. Başkalarından yana olmak bütün olaylarda acaba nerede hata yaptım diye kendi hatalarınızı aramak, o hatalar tespit edilince onları bir daha yapmamaya azmetmektir. Bu arada güzel davranışlarınızı da arayabilirsiniz. İşte ne zaman başkalarından yana olduysanız o bir güzel davranıştır, onu da arayıp bulacaksınız. Niçin? Onu da hayatınıza tatbik edip hep öyle yapmak için.
         Mademki toplum olarak yaşamak mecburiyetindeyiz, mademki başka insanların mutluluğunda da mutsuzluğunda da bizim davranışlarımız mutlak etken bizden sadır olacak olan bütün davranışlar başkalarına mutluluk verecek davranışlar olmalıdır.
Bizden sadır olacak bütün davranışlar başkalarına huzursuzluk vermeyecek olan davranışlar olmalıdır. Her olayın arkasından, konuştuğunuz ve konuşmayı tamamladığınız kardeşinize dikkatle bakın acaba onda bir mutluluk mu mutsuzluk mu vücuda getirdiniz? Sizinle beraber olmak, onu huzurlu mu kıldı? Yoksa varlığınız onu rencide edip huzursuz mu kıldı? Bir daha sizinle beraber olmak içinden gelmeyecek bir noktaya mı ulaştırdınız?
Allah katında başkalarına sadece mutluluk ulaştıran birisi olduğunuz zaman en kıymetli olursunuz. O zaman siz her davranışınızda Allah’ı temsil edersiniz. Allah herkesin hep mutlu olmasını ister. Allahû Tealâ bütün kanunlarını, dînin bütün temel esaslarını insanları bu hedefe ulaştırmak için koymuştur.
         Allah, yolunda herşey o kadar güzel ki bu güzellikleri daha güzele ulaştırmak sizlerin elindedir. Hepiniz toplumun bir ferdisiniz. Sizden çevrenize güzellikler yayılıyorsa çevrenizden de size güzellikler yayılır. Hep pozitif dalga boyları yayın. Başkalarına mutluluk veren, huzur veren davranışların sahibi olun.
Başkalarını üzmemeye, başkalarını mutlu etmeye dikkat ederseniz ikisini de yapabilirsiniz. Onları üzmemek, onları mutlu kılmak ikisi de onların huzuru için gereklidir. Bazı insanlar: “Başkalarını üzmeyeyim de ben kendim mi üzüleyim” diye düşünenler var. Hayır, tam aksine başkalarını üzmediğiniz zaman siz üzülmezsiniz. Başkalarını üzmediğiniz, başkalarına mutluluk verdiğiniz zaman onun iki katı kadar mutluluğu kazanacak olan asıl siz olursunuz.
Unutmayın! Mutlu olabilmeniz başkalarına verebileceğiniz mutluluğun üzerine bina edilir. Etrafınızdaki her kişi sizin mutluluğunuzun bir anahtarıdır. Sözlerimizi hiç unutmayın, göreviniz başkalarına eza vermek değildir. Göreviniz etrafınızda ki insanları mutlu kılmaktır. Öğrencilerimize bunları anlatıyoruz ve hayırlı neticelerini aldığımızda çok mutlu oluyoruz. Söylediklerimizi dinleyen öğrencilerimiz, bu mutluluğumuzu çok iyi bilirler.
Başkalarını farkına bile varmadan huzursuz eden bir insan, eğer Allah’ın kanunlarına riayet ederse bir de bakar ki artık onları mutsuz, huzursuz etmiyor aksine onlara mutluluk vermeye başlamış. Allah’ın hepinizden beklediği budur.
 Unutmayın, hepiniz bunu yapabilecek vasıflarla mücehhezsiniz. Başkalarını mutlu etmek için bu vasıflarınızı kullanın.
         Allah hepinizden razı olsun