TASAVVUF MENSUBU
İnsanlar cemaat halinde yaşama mecburiyeti olan bir
yapının sahibidir. Allahû Tealâ insanı sosyal bir varlık olarak yaratmıştır. Bu
sosyal mahlûk, Allahû Tealâ’nın dizaynı içinde en iyiye yönelik bir hüviyet
kazanacaktır.
İnsanoğlunun, başka insanlarla birlikte yaşamak
mecburiyeti, aslında Allah’ın bir ihsanı, daha üst seviyede bir ni’metidir.
Çünkü çevrenizdeki her insan aslında mutluluğunuzun bir vasıtasıdır.
Toplum içinde yaşıyoruz ve bir takım görevlerimiz,
vazifelerimiz var. Hepimiz için söz konusu olan bir davranış biçimleri dizisi
var. Etrafımızdaki insanlarla bir bütün teşkil etmekteyiz. Herkes yalnız başına
bir hiçtir. Başkalarıyla beraber olunca bütünün iki parçası birbirine ulaşmış
olur.
Herkes başkalarına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olmayan
hiç kimse yoktur. Her ihtiyacımızı temin etmek mecburiyetindeyiz. Her bir
ihtiyacımızı başka başka insanlar vücuda getirmektedir. Yani ayakkabılarımızı
bir yerden, elbiselerimizi başka yerden, gıda maddelerimizi vb. bütün
ihtiyaçlarımızı başka başka yerlerden temin ederiz. İhtiyaçlarımızı bizlere
sunmak üzere arz eden insanlar topluluğunun içerisinde yaşarız. Herkes bir
şeyler üretir, herkesin bir şeylere katkısı vardır. Kişi kendi ürettiğine
katkıda bulunarak satar, başka insanların yaptıklarını da kendi ihtiyaçları
için temin eder. Bu insanlara has bir ihtiyaç dizaynıdır. Herkes herkese muhtaçtır.
Böyle bir durumda insanlar bizim için önemli bir hüviyetin sahibidir. Etrafımızdaki
bütün insanlar aslında bizim mutluluğumuzun anahtarlarıdır.
Tasavvuf mensubları, öyle insanlar olmalıdırlar ki
tasavvufun dışındaki insanlar onlara baktıkları zaman, örnek bir toplum
görsünler.
Osmanlı imparatorluğu boyunca tasavvuf hep yaşandı.
Başlangıçta toplumun %90’dan fazlası tasavvufu yaşarken sonra bu oran Osmanlıda
giderek azaldı. Gerileme devrinde ise çok gerilere gitti.
Osmanlı bir imparatorluktu. Allah’ın değer ölçülerine
sadık kaldığı sürece Osmanlı imparatorluğu bir cihan hâkimiyetini simgeledi. Bu
cihan hâkimiyetini Osmanlı “nizami âlem” kelimesi ile ifade ediyordu. Tasavvuftan
ayrıldıkça yani Allah’ın kâinattaki tek dîninin standartlarından yavaş yavaş
koptukça, nizami âlem, nizami cedide (yeni nizama) dönüştü. Osmanlı o andan
itibaren artık cihan hâkimiyetini götüremeyeceğini buna yapısının artık müsait
olmadığını fark etti.
Sizler yükselme dönemindeki o Osmanlı insanının
yaşantısını yaşıyorsunuz. Allah’ın manevî yolunda yoğruluyorsunuz. Tasavvuf
mayasıyla mayalanıyorsunuz.
Tasavvuf; kâinatın tek dîni olan Hz. İbrahim’in hanif
dîninin hayata geçirilmesidir. Bu hanif dîni Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e
indirilen Kur’an-ı Kerim’de hanif dîni olarak geçmektedir. Arapça adı İslâm’dır.
Toplum halinde yaşadığınız için toplumla
ilişkilerinizde çok dikkatli olmalısınız. Siz: “Ben tasavvuftayım, Allah’ın
bana emrettiklerini yapıyorum başkalarının benim hayatımda bir değeri yok.”
diye düşünürseniz tasavvuf mensubu olamazsınız. Herkes hayatınızda değer
kazanmalıdır. Herkesin muhtevası bu değerlerle yoğrulmalıdır.
Hepiniz başka insanlara muhtaçsınız. Dikkat edin! Çevrenin
size bakışını şekillendiren şey, sizin çevrenize, tasavvufun dışındaki
insanlara karşı olan davranışlarınızdır. Onları ihmal etmemek ve sevmek
mecburiyetindesiniz. Onlara bir mutasavvuf (tasavvuf mensubu) olduğunuzu: “Ben
tasavvuf mensubuyum.” demekle ispat edemezsiniz. Tasavvuf mensubu olduğunuz,
davranışlarınızdan anlaşılmalıdır.
Tasavvuf, dışındaki insanlara saygılı olmak mecburiyetindesiniz.
Osmanlı’dan bu tarafa gelen geleneklerimizi bir bakışta kırıp geçemezsiniz.
Vefa borcunuzu herkese ödemelisiniz. Komşuluk münasebetlerine gereken önemi
vermek mecburiyetindesiniz. Komşu hakkı Allah’ın katında çok değerli bir
haktır. Çiğnenmesi asla söz konusu olmamalıdır.
Osmanlı’nın bize bıraktığı mirası ne yazık ki; hovardaca
harcamış, o muhteşem sükûnetini, hoşgörüsünü, eve gelen misafire saygısını
bizim tasavvuf mensuplarının bir kısmı unutmuş görünmektedirler. “Benim evime
gelen misafir tasavvuftan değil, ben ona tasavvuf kardeşlerimize gösterdiğim
sevgiyi göstermek mecburiyetinde değilim. Tasavvuf mensubu kardeşlerime
gösterdiğim saygıyı da onlara göstermek mecburiyetinde değilim.” tarzında bir
düşünce sizi Allah’ın katında mahkûm eder. Manevi değerinizde çatlaklıklar
oluşur.
Allah sizin tasavvufu dört başı mağrur yaşamanızı
emreder. Allahû Tealâ’nın emrettiklerini çevrenizdekiler gibi değil; çevredeki bütün insanlardan daha çok Allah’a yakın
bir kişinin davranışları olarak sergilemek mecburiyetindesiniz.
Tasavvuf toplumu, görenek ve gelenek olarak tasavvufun
içindekilere de dışındakilere de saygılı olan örnek bir saygıyı kendisine hedef
ittaz edenlerden örülür.
Eşleri tasavvufta olmayan bu güzellikleri yaşayamayan
pek çok tasavvuf mensubu vardır. Onların eşlerine: “Ben tasavvufun gereklerini
yaparım. Tasavvuf mensubu olarak Allah’a ve onun dostlarına verdiğim değeri sana
vermem.” tarzında bir düşünce ile yanlış davranışlar sergilemesi, sizi sadece
Allah’ın gözünde küçük düşürür. İnsanların gözünde siz: “O mu? O, tasavvuf
mensubudur. Etrafındaki bütün insanlardan daha saygılı, daha sevecendir. O,
gerçek bir Allah dostudur. Her davranışından bunu rahatça okumak mümkündür.”
denilen bir insan olmalısınız. Şeytan sizin nefsinize: “İyi ama o tasavvuf
mensubu değil, ona saygı göstermek mecburiyetinde değilim.” diye bir büyük
yanlış düşünceyi bir de bakmışmışsınız kabul ettirivermiş. Eğer bu düşünceye
sahip olursanız ancak davranışlarınızdan sonra bunun hatalı olduğunu kabul edersiniz.
Görevini, davranış biçimlerinizin herkese karşı mutluluk
olarak ulaşmasıdır. Bunu saygı çerçevesinde tasavvuf mensuplarına yakışır bir
disiplin içerisinde vermek, göstermek mecburiyetindesiniz. Sizden
çevrenizdekilere ulaşan, sevgi ve saygı olmalıdır. “Ben tasavvuf mensubuyum o
değil, ben üstünüm. Öyleyse ona üstün olduğumu her davranışımla ispat ederim.”
tarzında mı düşünüyorsunuz? Bu, bir büyük yanlış düşüncedir.
Tasavvuf mensubu olarak, herkese en mütevazı
davranışları sergilemek mecburiyetinde olanlarsınız. Tasavvuf mensubuyum diye kibirlenmek,
başkalarından kendisini üstün görmek, sizi tasavvufun dışındakilerin negatif
çevresiyle aynı seviyeye düşürür. Tasavvufun dışındaki insanlardan bir kısmı kötü
bir tabiatın ve yanlış standartların sahibidirler. Özellikle Allahû Tealâ’nın
emirlerini çiğnerler, yasaklarını da işlerler ve bu durum umurlarında bile
değildir. Tasavvufun dışında olan bir başka grup insanın ise her ne kadar tasavvufu,
İslâm’ı, Hz. İbrahim’in hanif dînini yaşamıyor olsalar bile onu yaşayanlara
saygıları vardır. Kendinizi dışarıdaki insanlarla mukayese edin. Eğer siz başka
insanlara, onların tasavvuf mensuplarına gösterdiği saygıyı gösteremiyorsanız, nasıl
tasavvuf mensubu olabilirsiniz ki?
Tasavvufu yaşamayanlar sizden daha çok saygılıysa, siz
onlara onların sizlere karşı takındığı dostça tavırlara, nefsinize kurban
olarak davranışlarınızla yanlış cevaplar iletiyorsanız, nasıl tasavvuf mensubu
olursunuz? Her davranış, başkası için bir şifredir. Onu size çeken veya iten
bir davranıştır. Sizin yaydığınız dalga boyları, sizi antipatik veya sempatik
kılar. Herkes her davranışında, birtakım dalga boylarını mutlaka yayar. Siz
etrafınıza rahatsızlık veren bir insansanız, bu bütün davranışlarınızdan ortaya
çıkacaktır.
İnsanları, “tasavvufu yaşamıyorlar” diye ikinci sınıf
insanlar mertebesine koymak, hiçbirinize yakışmaz ve bu hiçbir zaman doğru
olamaz. Hiçbiriniz yarın onların sizden daha üstün tasavvuf mensupları
olmayacağını garanti edemezsiniz. Her an onlardan birisi de Allah’a ulaşmayı
dileyebilir ve tövbe edebilir. Allahû Tealâ’nın yardımı onları evliya yapana
kadar üst seviyede mutlak gelecektir, mutlaka Allahû Tealâ onları hedeflerine ulaştıracaktır.
Sizler bir taraf, tasavvufun dışındakiler ikinci
tarafı oluşturuyorsunuz. Onlarla iyi ilişkiler içerisinde olmak üzerinize
borçtur. İnsan haklarını çiğnememelisiniz. Allah’ın hepinize temel emri budur.
Tasavvuf; tasavvufun dışında olan eşinize, yanlış
şekilde lanse edilmemelidir. Eğer siz tasavvufta olmayan eşinizle olan
yaşantınızda her fırsatta: “Ben tasavvuf mensubuyum, tasavvufun gerektirdiği
şeyleri yaparım ve senin sözlerin benim için değerli değildir.” imajını verirseniz
bir mutasavvıf gibi davranmadınız demektir. Bu şekilde tasavvufta olmayan bir
insandan daha kötü bir standarda girersiniz. Çünkü davranışlarınızla ve
sözlerinizle onları Allah’a düşman yapmak konusunda, farkına varmadan harekete
geçmiş olursunuz.
Bütün insanlar için bir değer ölçüsü olmalısınız.
Tasavvufun dışında olan eşinizi, ailenizin diğer fertlerini sakın tasavvuf ile karşı
karşıya getirmeyin. “Tasavvuf veya sen söz konusu olduğunuz zaman ben tasavvufu
seçerim. Sen hiçbir zaman tasavvuf kadar değerli olamazsın. Ben tasavvufun
gereklerini yerine getiririm, senin söylediklerini yapmam.” tarzındaki düşünceniz
ve davranış biçiminiz, tasavvufu yaşamayanlarla aranızdaki ilişkilerde düşünülebilecek
olan en büyük yanlıştır. Onlara öyle örnek olmalısınız ki: “Ha, demek ki tasavvuf
buymuş;
benim eşim tasavvufa girdikten sonra ne
kadar değişti, bana karşı muamelesi daha da güzelleşti. Daha çok sözlerimi dinleyen,
beni sevdiğini her vesilede belli eden bir hüviyete girdi.”
dedirtebilmelisiniz. Eşinize ve çevrenizdekilere davranışlarınızla bu düşünceyi
ilham etmelisiniz.
Bu noktada hepiniz için söz konusu olan şey bu hedefe
yaklaşmaktır. Tasavvufa girdiğiniz noktadan itibaren, eşinize ve ailenizin
tasavvufa girmemiş olan mensuplarına, tasavvuftan evvelkiyle tasavvuf hayatı
arasındaki en güzel farklılıkları belirtebilecek, hissettirebilecek bir yapıya
kavuşmak mecburiyetindesiniz. O zaman tasavvufu yaşıyor olursunuz. O zaman nefsinize
hâkimsiniz demektir.
Şeytan tasavvufu bir vasıta olarak kullanır. Şeytan:
“Sen tasavvuf mensubusun, o ise tasavvuf mensubu değil…” diyerek hep ona
üstünlük taslamanızı öğütler. Ama tasavvuf sizi eskiye göre daha çok tevâzu
sahibi kılmalı ve tevâzuyu hepiniz öğrenmek mecburiyetindesiniz. Evinizde tasavvufa
girmemiş olan insanların: “O tasavvufa girdiğinden beri beni ihmal etmeye
başladı, artık benimle ilgilenmiyor.” diyebilecekleri
bir zemin hazırlıyorsanız, büyük bir hatanın içerindesiniz demektir. Tasavvufta
olan bir insan, en güzele ulaşmakla görevlidir. Sizler bunu kibirle değil; tevâzu ile yapacaksınız. Tevâzu, tasavvufu
öğretmek üzere Allah’ın ortaya koyduğu bir sistemdir ve tasavvuf size kibiri
öğütlemez.
Allah’ın size öğretisiyle sizin davranış biçimleriniz
birbirinden farklı ise fiileriniz hedeften uzaktaysa tasavvufu yaşadığınızdan
emin bir halde olmamalısınız. Çünkü tasavvuf mensubu; kendisinden başkalarına
sadece onları mutlu edecek davranışlar ulaşan özel bir kişi olmalıdır.
Etrafındaki insanların sevgi duyduğu, vazgeçemeyecekleri bir insan olmalıdır.
Tasavvuf
mensubu; Hz. İbrahim’in hanif dîni olan İslâm’ı yaşayan, kişidir. O kişinin
elinden ve dilinden hiç kimseye zarar gelmez.
Dedikodu yapıyorsanız;
insanlar hakkında yanlış şeyleri başkalarına ulaştırıyorsanız; onları üzebilecek olan şeyleri, farkına bile
varmadan, kendi iradenizle de birşeyler ekleyip başkalarına ulaştırıyorsanız,
ne kadar büyük bir yanlışın içinde olduğunuzun farkına bile varmadan, başka
insanları karalamış olursunuz. Sizin: “Evet.
Ben bunları söylemiş olabilirim ama kötü bir niyetle söylemedim.” demeniz, bir
kurtuluş değildir. Hiçbir bahane ya da nedenle dedikodu yapmamanız gerekir.
Dedikodu; bir tasavvuf mensubunun, hiçbir zaman
müracaat etmemesi gereken büyük bir yanlıştır. İnsanlar, başkaları tarafından önemli
görünmek için yaparlar. Tasavvuf mensubu olmayanların hiçbir dayanağı yoktur.
Onlar önemli görünmek için çeşitli yollara başvururlar. Sizler! Tasavvuf mensupları
sizin buna ihtiyacınız yok. Siz Allah’ın dostlarısınız.
Söylediğiniz sözlere, konuşmalarınıza dikkat etmelisiniz!
Başkalarının yapmadıkları şeyleri, sanki yapmışlar gibi göstererek, başkalarına
ulaştırdığınız zaman, Allah’ın yolundan çok uzakta bir görüntü çizersiniz. Allahû
Tealâ, size bu davranış biçimini emretmemektedir. Allahû Tealâ, tarafından
dedikodu, iftira kesinlikle yasaklanmıştır. İnsanları başka insanların gözünde,
farklı bir görüntüye sokmakla hiçbirşey kazanmazsınız. Diyelim ki; siz,
başkalarını küçültecek olan sözleri o kişiyi küçültmek maksadıyla söylemediniz.
Allahû Tealâ’nın dizaynında bir insanın davranış biçimlerinin, kendi iç dünyası
içindeki pozitifliği başkaları içinde geçerli olmak mecburiyetindedir. Kötü
niyetle söylemediğiniz bir şey aslında iç dünyanızda şeytanın size kötü niyetli
olmadığınız intibağanı vererek size kullandırmasından kaynaklanır. Şeytan: “Evet. Sen böyle bir şey söyledin. Çok
hatalar yaptın. Ama sen bunların hiçbirisini kötü niyetle söylemedin ki…”
diyerek sizi avutur. Ama aslında davranış biçiminiz bütünüyle yanlıştır.
Başkaları hakkında başka insanlarda, şüphelere yol açabilecek olan, onu
küçültebilecek olan, dedikodu konusu olabilecek, hakikat olmayan şeyleri
başkalarına söylemekte büyük bir hata içerisine girersiniz. Allahû Tealâ’nın
indinde; “Kötü niyetim yok” demeniz de sizi kurtaramaz. Çünkü insanlar olayları
sizin gözlüklerinizle değil; kendi gözlüklerini
kullanarak değerlendirirler. Onların gözlüğü ise tasavvuf gözlüğü değildir. Tasavvuf
gözlüğü olsa da netice değişmez. Siz dedikodu yapıyorsanız; Allah’ın yasak
ettiği bir fiili işleyen bir insansınızdır.
“Neden dedikodu yapılır? Üstelikte insanların
yapmadıkları şeyi yapmış gibi gösterdiğinizde, benim tasavvufun dışındaki
insanlardan ne farkım kalır? Her şeyin en güzelini konuşmak varken neden
başkaları hakkında dedikodu yapma gereğini duyuyorum? Neden Allah’tan değil de
başka insanlardan bahsediyorum?” sorularını kendi kendinize sormalısınız. Eğer
siz, dedikodu yapıyorsanız sadece dilinizin gevşekliği yüzünden ve dedikodu
yapma ihtiyacınız yüzünden kendinize yazık ederseniz. Misal olarak bir yerde misafir
oluyorsunuz, sonra oradaki izlenimlerinizi başkalarına anlatıyorsunuz. O
izlenimlerinizi sizi misafir edenleri küçültecek bir hüviyette anlatıyorsunuz.
Hem sözleriniz doğru değil, hem de küçültme hedefine yönelik sözler
söylüyorsunuz. Belki “Ben küçültme maksadıyla söylemedim. Evet. Biraz mübalağa etmiş
olabilirim.” diyebilirsiniz. Neden
insanların güzel taraflarını değil de, size göre dedikodu konusu olarak seçilen
alanlarını, o insanları küçültecek biçimde insanlara ulaştırmak istiyorsunuz?
Böyle bir dizayn hepiniz için çok yanlış değil mi? O zaman, insanlar sizinle
beraber olmak istemezlerse haklı değiller mi? Gözlemleriniz sadece başkalarına
bir şeyler ulaştırmaya dayalıysa, dedikoduyu seviyorsanız, bundan
vazgeçemiyorsanız, o zaman insanların size karşı sevgisinin azalması yanlış mı
dersiniz?
Tasavvufun sizlere kazandırması gereken hasletler
olmalıdır. Evvela tasavvuf mensubu dedikodu yapmaz. Hüsniye çerçevesinde yani
güzellikleri anlatan bir konuşmada eğer başka
insanları hedef alıyorsanız; anlatımlarınız onların güzelliklerine dayalı
olmalıdır. Davranış biçimlerinize dikkat edin! Davranışlarınız, sözleriniz,
başkaları hakkındaki konuşmalarınız, onların yanlışlarına yönelik olmamalıdır.
Ayrıca onlar doğruyu yaparken siz onu, kendi süzgeçlerinizden geçirirken yanlış
bir kaba koymuş da olabilirsiniz. Ama bir başkası ile ilgili size göre yanlış
olan davranışını bir muhteva içerisinde başkalarına ulaştırdığınızda, o kişiyi
küçültmüş olursunuz.
Başkaları hakkında eğer bir başkasına bir şeyler
söyleyebilecekseniz, kendinizi bir şeyler söylemek mecburiyetinde
hissediyorsanız, bu o kişinin güzel davranışları olmalıdır.
Birine söylediğiniz, başkasını küçültücü sözler, sizi
Allah karşısında çok güç vaziyette bırakır. Bir de bu söyledikleriniz doğru
değilse o zaman daha da kötü bir durumdasınız demektir. Böyle bir davranış
biçimini gerçekleştirmemek için gayretin sahibi olun. Eğer bir kişinin hatasını görmüşseniz, bunu söyleme ihtiyacı
duyuyorsanız bunu Allah’a söyleyin. Allahû Teâlâ, sizin içinize sükûnet verir.
Unutmayın! Göreviniz insanlara mutsuzluk taşımak
değildir. İnsanlara mutluluk taşımaktır. Onları saadete ulaştıracak olan
şeyler, onları mutlu kılacak olan şeylerdir. Bu muhtevada en güzel standartlar
içersinde, sunmakla mükellefsiniz.
Şeytan, hep sizin nefsinize tesir etmek suretiyle,
başkalarının küçük düşürülmesi istikametinde sizi bir şeyler söylemeye zorlar.
Bir başkasının davranışlarından incinmiş olsanız bile,
onu başkalarına şikâyet etmeniz onun hakkında dedikodu yapmanız anlamını taşır.
Bunu mutlaka önlemelisiniz. Dedikodu sizi sadece küçültür. Bir insana başka
birisi hakkında söyleyebileceğiniz sözler bittiğinde, konuştuğunuz kişi: “Bu
falanca hakkında bunları bana rahat rahat söyleyebildiğine göre, onu bu ölçüde
zemmedebildiğine (kınadığına, çekiştirebildiğine) göre, benim için de başkalarına
kim bilir neler söyleyecektir?” tarzında bir düşünceye sahip olacaktır.
Dedikodu denilen şey, ne uğruna yapılıyor? Önemli bir
kişi olduğunuzu mu belirtmek istiyorsunuz? Sizin kendinizi başkalarından üstün
göstermek üzere gayretleriniz, sizi nereye ulaştırabilir ki? Nereye
ulaşabileceğinizi zannediyorsunuz? Sözlerinizin bir kısmının, yalan olduğu
anlaşılmayacak mı? O zaman, o yalanları söylediğiniz kişilerin önünde, mahcup
olmayacak mısınız? Dedikodu yaptığınızda tasavvufun ve Allah’ın sizi ulaştırmak
istediği yerle, sizin bulunduğunuz yer, birbirinden neden o kadar uzak düşüyor
hâlâ anlamıyor musunuz?
Allahû Tealâ’nın rızası istikametinde hayatınızı
başkalarına hasretmek, dünyayı yaşanacak güzel bir yer hüviyetinde görmek ve
yaşamak acaba çok mu güç? Hayır! Sadece bazı anlarda, bir süre şeytanın esiri
oluyorsunuz. Onun sizi düşürdüğü tuzağa düşüyor, hep başkaları hakkında
dedikodu ediyorsunuz. Neden sizleri yüceltecek olan güzellikleri başkalarına
anlatarak, onlara Allah’ın mutluluğunu ulaştırmıyorsunuz da, neden tasavvufun
dışındaki insanların yaptığının aynını siz de yapıyorsunuz?
İnsanların dedikodusunu, gıybetini ediyorsunuz,
insanlara bir şeyler yakıştırıyorsunuz ve sözlerinizle onları incitiyorsunuz.
Bu sizi büyütür mü yüceltir mi? Başkalarının gözünde daha üst noktaya çıkartır
mı? Hayır. Sadece başka insanların gözünde sizi küçültür, düşürür. “Ben bunca
yıldır tasavvuf mensubuyum, hep en güzeli yaptığımı zannediyordum, öyle de
yapıyorum ama insanlar beni sevmiyorlar, insanlar bana layık olduğum değeri
vermiyorlar.” diyorsanız. Arkasında başka birini aramayın. Sadece siz varsınız.
Tasavvuf mensubu olan sizler, eşleriniz ile iyi
geçinmelisiniz. İki taraf da kendi dizaynı içerisinde fedakârlıkta bulunursa,
birbirlerine hayatlarını zindan etmezler. Karı koca arasında birbirine saygı ve
sevgi çerçevesinde davranış biçimleri sergilemek karşı
tarafı mutlu edecek şekilde davranışlarınızı ayarlamak o kadar zor bir şey mi? İslâm,
sulh ve sükûnu yaşamak değil midir? Kavgayı
değil; sulh ve sükûnu
yaşamalısınız. Bazı tasavvuf mensuplarının doğru davranışların sahibi olduğunu,
görebiliyoruz. Onların sayıları her geçen gün daha da artacaktır.
Şeytan’a esir olmayın. O, hepiniz için
sadece bir düşmandır. Sadece o
başkalarının, huzursuz olacağı şeyleri size yaptırmak ister. Gayesi çok
bellidir. Sizi başkalarına önemli görünen bir insan hüviyetine ulaşmış
göstererek, aslında sizi işletir. Elinde oyuncak olursunuz.
Allahû Tealâ sizden sadece mutlu olmanızı ister. Hepiniz
genel çerçeve içerisinde farklı bir insanlar ordusunu oluşturuyorsunuz. Tasavvufun
temel gayelerini, dostluğu, dünya sulhunu, insanları mutlu etmeyi hedef alan bir
tasavvuf yaşantısı yerine, hâlâ eski yanlışlarda ısrar ederek; dedikodu yaparak; insanların
yanlışlarını yakalamaya çalışarak;
başka insanları vasıta olarak kullanarak kendinizi önemli kişiler yerine
koymaya çalışırsanız kendinize yazık edersiniz. Bu dünya yaşanmaya değer, güzel bir dünyadır.
Unutmayın,
Allahû Tealâ sizden hepinizden mutlu olmanızı ister. Saadet, mutluluk bu sizin
varmanız gereken hedeftir. Ama o hedefe başkalarının dedikodusunu yaparak: “Ben
tasavvuf mensubuyum. Ben üstünüm. Ben seni adam yerine koymam. Her zaman
tasavvufu tercih ederim.” diyerek gidemezsiniz. Davranışlarınızla etrafınızdaki
insanlara meydan okumak, şeytanın sizi kullandığının açık delilleridir. Oysaki
hedefiniz, başkalarına mutluluk vererek mutlu olmaktır. Tasavvufun, İslâm’ın,
Hz. İbrahim’in hanif dîninin temelinde; başka insanlara mutluluk vererek, başka
insanları mutlu ederek mutlu olmak vardır. Toplum dizaynı içerisinde o derin
yardımlaşmayı, sahâbenin yardımlaşmasını, herkese mutluluk vermek üzere canla
başla uğraşmalarını, sizlerde de görmek istiyoruz.
Mutluluk bu kadar yakınınızdayken, temel faktörlerin
hepsini öğrenmenize rağmen onu tatbik edemiyorsanız; hâlâ etrafınıza sadece mutsuzluk ulaştırıyorsanız
burada bir yanlışlık olduğunu anlamalısınız. Eğer tasavvuf mensubuysanız; kendinizi
etrafınızdaki insanların mutluluğuna adamanız lâzım. Şeytanın tuzağını bozmanız
ve külahı ona ters giydirmeniz lâzım. Şeytan sizi nereye yöneltmek isterse siz
sadece onun zıddını yapacaksınız. O zaman hep kazananlardan olacaksınız. O
zaman etrafına hep mutluluk saçan bir insan olacaksınız.
Tasavvuf yolunda tasavvufun gereklerini yaparsanız,
tasavvufu yaşarsınız. Hem siz mutlu olursunuz, hem de etrafınızdaki insanları
mutlu edersiniz. Eğer tasavvufu yaşamak istemiyorsanız yaşamazsınız ama o zaman
sakın hataları başkalarında aramayın. Tasavvufun dışındaki insanlar tasavvuf
mensuplarından çok daha fazla sayıdalar. Ama hepsi mutsuzlar. Tasavvufun
içindekiler de eğer tasavvufu yaşamazlarsa onlar gibi mutsuz olurlar.
Allah hepinizden razı olsun.