Miras etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Miras etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ekim 2015 Salı

MİRAS

MİRAS
         
            Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de, varis kılınanları açıklamaktadır.
            1- Allah, Herşeyin Varisidir
            Allahû Tealâ, Hicr Suresi 23. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.
        
            Allah'ın doksan dokuz esmasından bir tanesi El Varis'tir. Yarattığı mülkün yegâne sahibi, Allah'tır. Allahû Tealâ, yarattığı mülkü; sadece geçici bir süre için, yarattığı insanlara hayatları boyunca faydalandırmayı nasip kılmaktadır. Ama; onun ötesinde yegâne sahip, Allah'tır. Allahû Tealâ, Meryem Suresi 40. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

19/MERYEM-40: İnnâ nahnu nerisul arda ve men aleyhâ ve ileynâ yurceûn(yurceûne).
Muhakkak ki Biz, yeryüzüne ve onun üzerinde olan kimselere Biz, varis olacağız. Ve onlar, Biz'e döndürülecekler.
           
            Allahû Tealâ, Enbiyâ Suresi 89. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

21/ENBİYÂ-89: Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn(vârisîne).
Ve Hz. Zekeriya, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Rabbim, beni tek başıma bırakma ve Sen, varislerin en hayırlısısın.”

            2- Allah, Her Dönemde Huzur Namazı'nın İmamlarını, Mülkünün Mirasçıları (varisleri) Kılmıştır
          Allahû Tealâ, Meryem Suresi 6. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

19/MERYEM-6: Yerisunî ve yerisu min âli ya’kûbe vec’alhu rabbî radıyyâ(radıyyen).
Bana ve Yâkub (A.S)'ın ailesine varis olsun. Ve Rabbim, onu (Senden) razı (olan) kıl.
       
            Allahû Tealâ, Zekeriya (AS)'a, Meryem Suresi 6. âyet-i kerimede ifade edilen bu duanın neticesinde; Yahya (A.S)'ı bahşediyor. Allah; Yahya (A.S), daha küçükken hikmeti veriyor. Buradan da; Allahû Tealâ'nın bir varis tayin ettiği görülmektedir.
         Davut (A.S)'ın oğlu Hz. Süleyman'dır. Allahû Tealâ, Neml Suresi 16. âyet-i kerimede, Süleyman (A.S)'ın, Davut (A.S)'a varis olduğunu dile getirmektedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

27/NEML-16: Ve varise suleymânu dâvûde ve kâle yâ eyyuhen nâsu ullimnâ mentıkat tayrı, ve ûtînâ min kulli şey’(şey’in), inne hâzâ le huvel fadlul mubîn(mubînu).
Ve Süleyman (a.s), Dâvud (a.s)'a varis oldu. Ve: "Ey insanlar! Kuş dili bize öğretildi. Bize herşeyden verildi. Muhakkak ki bu, apaçık bir fazldır." dedi.
        
            3- Kitab'ın Seçilen Kullara Miras Bırakılması
            Allahû Tealâ, Fâtır Suresi 32. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

35/FÂTIR-32: Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih(nefsihî), ve minhum muktesid(muktesidun), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh(iznillâhi), zâlike huvel fadlul kebîr(kebîru).
Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba varis kıldık. Böylece onlardan bir kısmı nefsine zulmedicidir, onlardan bir kısmı muktesittir. Onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte o ki o, büyük fazldır.
         Allahû Tealâ, hayırlarda ileri geçenler (sabîkûn hayrat) ve sahâbenin durumu için şu açıklamalarda bulunmaktadır:
        a- Kitab’a varis olanlar, Allah'ın köleleridir. Hayırlarda ileri geçenler, bu kişilerdir.
        Allahû Tealâ, varis kılınan irşada memur ve mezun kılınanlar için, Tevbe Suresi 100. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

        b- Kitab’a varis olanlar muktesitlerdir. Bu kişiler; ruhlarını Allah'a teslim etmişlerdir. Ama; zamanın bütününü henüz Allah için harcamazlar. Zikirlerini, günün belli bir zaman dilimi içerisinde yapmaktadırlar. Geri kalan zamanda ise, zikretmezler. Dolayısıyla zamandan tasarruf ederler, iktisap ederler. Allahû Tealâ, bu özelliklerinden dolayı onlara “muktesit” demektedir. Ama; muktesitler de Kitab’ın varisidirler. Yani; Allah'a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine tâbî olmuşlar ve ruhlarını Allah'a teslim etmişlerdir. Zikir artışı içerisinde yollarına devam etmektedirler.

            Allahû Tealâ, Hadîd Suresi 10. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

57/HADÎD-10: Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi, ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı), lâ yestevî minkum men enfeka min kablil fethi ve kâtel(kâtele), ulâike a’zamu dereceten minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû ve kullen ve adallâhul husnâ, vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ve size ne oluyor ki, Allah'ın yolunda infâk etmiyorsunuz? Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce infâk eden ve savaşanlar, işte onlar, daha sonra (fetihten sonra) infâk eden ve savaşanlarla bir değildir, onlardan daha yüksek (azamî) derece sahibidirler. Ve Allah, hepsine hüsna'yı vaadetti. Ve Allah, yaptıklarınızdan en iyi haberdar olandır.
        c- Kitaba varis olanlardan bir kısmı da; henüz nefsine zulmedenlerdir. Ama; bu kişilerden de Allah'a ulaşmayı dileyenler gelip, mürşide tabî olacaklardır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 64. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

         4- Allah'a Ulaşmayı Dilemeyenler
         Allahû Tealâ, Kitab’a varis kılınan Allah’a ulaşmayı dilemeyenler için, A’râf Suresi 169 ve 146. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:

7/A'RÂF-169: Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Artık onlardan sonra, sonraki nesil halef oldu (onların yerine geçti). Kitab'a varis oldular. Ve: “Yakında bize mağfiret edilecek (günahlarımız sevaba çevrilecek).” diyerek, bu değersiz dünya malını alırlar (aldılar). Ve onun gibi bir misli daha dünya malı onlara gelse, onu da alırlar. Allah'a karşı haktan başka bir şey söylememeleri için onlardan Kitab'ın misaki alınmadı mı? Ve O'nun içindekileri, onlar okudular (öğrendiler). Takva sahibi olanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?
7/A'RÂF-146: Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.

            Allahû Tealâ, Âli İmrân Suresi 187. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-187: Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne).
Ve Allah, kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz." diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına attılar (sözlerini tutmadılar) Ve onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötü.
       
            5- Kitap'tan Şüphe İçinde Olanlar
            Allahû Tealâ, Kitap’tan şüphe içinde olanlar için, Şûrâ Suresi 14. âyet-i kerimede diyor ki:

42/ŞÛRÂ-14: Ve mâ teferrekû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb(murîbin).
Kendilerine ilim geldikten sonra aralarında azanlardan başkası fırkalara ayrılmadı. Eğer Rabbinden “belirlenmiş bir zamana kadar (bekletme)” sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka onların arasında (hemen) hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlardan sonra Kitab'a varis kılınanlar, gerçekten O'ndan şek ve şüphe içindedirler.

            Kitab’a varis kılınanlar arasında; şüphe içerisinde olanlar da vardır. Onlar, kitaptan nasiplerini almayanlardır. Allahû Tealâ, insanı en şerefli mahlûk olarak yaratmış ve onun mutlu olmasını istemektedir. Hem bu dünya hayatında, hem de ahiret hayatında... Allah'ın insan için öngördüğü bu iki mutluluktan ilki; ahiret saadetidir. Dünya hayatıyla, ahiret hayatı mukayese edildiği zaman; dünya hayatı, ahiret hayatının yanında bir “hiç”tir. Allahû Tealâ, zaman itibariyle sonsuz hayatı içeren ahiret hayatını, kulun lehine saadet içerisinde geçirmesini istemektedir. Bu saadeti de; en kolay sebebe bağlamıştır. Allah'ın insandan beklediği bir tek şey vardır. Sadece bir dilek: “Allah'a dünya hayatında ulaşmayı dilemek.”
          Başlangıç noktasında kişinin kalbinde ekinnet bulunmaktadır. Kalp şeytana dönük, göğüsten kalbe ulaşan rahmet yolu kapalı, takva kapısı mühürlü, kalbin içinde küfür kelimesi bulunmaktadır. Kalbin içerisinde %100 karanlıklar var, 19 tane afetle füccur kapısı açık, kulaklarında vakra ve mürşidle arasında hicab-ı mesture denilen bir perde var. Allahû Tealâ, bütün bu engellere rağmen, böyle bir kişiden Allah'a ulaşmayı dilemesini istemektedir. Allah bu dileğin sahiplerini işitir, bilir ve görür. Allahû Tealâ, kimin kalbinde bu talep oluşursa, derhal 12 ihsânı göndermeye başlar. Kişinin; Allah’ın gösterdiği mürşid önünde tövbe etmesi halinde 7 tane ni'met verir. Bundan sonra; kişi zikrini yapıp ibadetlerine devam ettiği süre içerisinde; Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiye, Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Tezkiye kademelerini bir bir geçerek evvab takvasının sahibi olur. Allah'a ulaşmayı dileyenlerin, mürşidlerine tabî olanların, ruhlarını, fizik bedenlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim edenlerin gidecekleri yer cennettir.

            6- İslâm'ın 7 Safhasını Yaşayanlar Cennete Varis Klınmıştır
            Allahû Tealâ, cennete varis kılınanlar için A’râf Suresi 43 ve Zumer Suresi 74. âyet-i kerimede diyor ki:

7/A'RÂF-43: Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min gıllin tecrî min tahtihimul enhâr(enhâru), ve kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li nehtediye levlâ en hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).
Onların göğüslerinde, (nefsin kalbindeki) afetlerinden ne varsa çekip aldık. Onların altlarından nehirler akar. “Bizi buna hidayet eden Allah'a hamdolsun. Allah'ın, bizi hidayete erdirmesi olmasaydı, biz hidayete ermezdik. Andolsun ki Rabbimizin resûlleri hak ile gelmiştir.” dediler. “Yapmış olduklarınızdan dolayı varis kılındığınız cennet işte budur.” diye nida olunurlar.
39/ZUMER-74: Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenel arda netebevveu minel cenneti haysu neşâ(neşâu), fe ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve cennetlikler dediler ki: "Hamd, vaadine sadık olan Allah'a mahsustur. Ve (cennetteki) bu yere bizi varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde kalabiliyoruz." (Salih) amel yapanların ecri ne güzel.
           
            7- Allahû Tealâ, Yeryüzünün Mirasını Sahâbeye Bahşetmiştir
             Mü’minler, Allah’a teslimiyetleri oranında faydalandırılır. Allahû Tealâ, Enbiyâ Suresi 105. âyet-i kerimede buyuruyor ki:  

21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun ki; zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da, arza salih kullarımızın varis olacağını, yazdık.
        
            Allahû Tealâ'nın; Hz. Musa zamanında yaşayanların sahip olduğu topraklardan onları çıkartması, onların denizde boğulması ve İsrailoğullarının orada mirasçı kılınması; Enbiyâ Suresi 105. âyet-i kerimede belirtilen neticedir.

          8- Ailede Miras
         Allahû Tealâ, Enfâl Suresi 75. âyet-i kerimede diyor ki:

8/ENFÂL-75: Vellezîne âmenû min ba'du ve hâcerû ve câhedû meakum fe ulâike minkum, ve ûlûl erhâmi ba'duhum evlâ biba'dın fî kitâbillâh(kitâbillâhi), innallâhe bi kulli şey'in alîm(alîmun).
Ve bundan sonra âmenû olup hicret eden (göç) eden kimseler ve sizinle beraber cihad eden kimseler, işte onlar sizdendir. Allah'ın Kitab'ında rahim sahipleri (akrabalar), birbirlerine daha yakındır. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.
       
            Allahû Tealâ, vasiyet konusunda Bakara Suresi 180. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

2/BAKARA-180: Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevtu in tereke hayrâ(hayran), el vasiyyetu lil vâlideyni vel akrabîne bil ma’rûf(ma’rûfi), hakkan alel muttekîn(muttekîne).
Sizden birinize ölüm geldiği zaman eğer bir hayır (mal v.s) bırakırsa, anne-babaya ve yakınlarına (akrabalarına) marufla (örf ve adete uygun olarak) vasiyet etmek, siz muttekilerin (takva sahiplerinin) üzerine (yerine getirilmesi gereken) bir hakk (bir borç) olarak farz kılındı.
           
            Kur’ân-ı Kerim’e göre; vasiyet değiştirilemez. Değiştirme halinde; vebal, değiştirenin üzerinedir. Ancak; vasiyet edenin adâletten uzaklaşacağından veya günaha gireceğinden korkulursa; bu durumda vasiyetin değiştirilmesi mümkündür. Allahû Tealâ, Bakara Suresi 181 ve 182. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:

2/BAKARA-181: Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh(yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm(alîmun).
Artık kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, o taktirde onun günahı(vebali), sadece onu değiştirenlerin üzerinedir. Muhakkak ki Allah Sem'î'dir (en iyi işitendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).
2/BAKARA-182: Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen fe aslaha beynehum fe lâ isme aleyh(aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Fakat kim, vasiyet edenin, haktan uzaklaşacağından veya günaha gireceğinden korkarsa, bu sebeple onların aralarını ıslâh ederse (düzeltirse), bu durumda, onun üzerine bir günah (vebal) yoktur. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).

a-     Yetimlere mallarının verilişi.
         Allahû Tealâ, yetimlere mallarının verilmesi gerektiğini, onlara mallarının verilmemesinin büyük günah olduğunu açıklamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 2. âyet-i kerimede diyor ki:      


4/NİSÂ-2: Ve âtûl yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelûl habîse bit tayyîb(tayyîbi), ve lâ te’kulû emvâlehum ilâ emvâlikum innehu kâne hûben kebîrâ(kebîran).
Ve yetimlere mallarını verin. Ve temizle (helâl olan ile) habis olanı (haram olanı) değiştirmeyin. Ve onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Muhakkak ki o büyük bir günahtır.
        
            Geride kalan yetimler iki şekilde olabilir. Bu malları kullanabilecek (rüşdünü kazanmış) ve kullanamayacak durumda olanlar (henüz rüşdünü kazanamamış olanlar). Allahû Tealâ bu durumda; diğer akrabalara hitap etmektedir: “Yetimlerin mallarını verin, eğer onlarda rüşdü görürseniz verin. Onların mallarını haksız yoldan yemeyin.” şeklinde emretmektedir. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 5, 6 ve 9. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:

4/NİSÂ-5: Ve lâ tu’tûs sufehâe emvâlekumulletî cealellâhu lekum kıyâmen verzukûhum fîhâ veksûhum ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve Allah'ın, (kullanımı konusunda) sizi kaim kıldığı (vekil kıldığı) mallarınızı sefihlere vermeyiniz ve onun içinden (o mallarla) onları rızıklandırınız (besleyiniz) ve giydiriniz ve onlara güzel söz söyleyiniz.

4/NİSÂ-6: Vebtelûl yetâmâ hattâ izâ belegun nikâh(nikâha), fe in ânestum minhum ruşden fedfeû ileyhim emvâlehum ve lâ te’kulûhâ isrâfen ve bidâren en yekberû ve men kâne ganiyyen felyesta’fif, ve men kâne fakîran felye’kul bil ma’rûf(ma’rûfi), fe izâ defa’tum ileyhim emvâlehum fe eşhidû aleyhim, ve kefâ billâhi hasîbâ(hasîben).
Ve yetimleri nikâh çağına gelinceye kadar deneyin. Bundan sonra eğer kendilerinde bir rüşd (yeterlilik) hissederseniz, o taktirde mallarını onlara teslim edin. Ve büyürler (geri alırlar) diye, onları (malları) israf etmeyin ve acele ile yemeyin. Ve (vâsi) zengin bir kimse ise, o taktirde iffetli olsun (yetimlerin mallarını yemekten kaçınsın). Ve (vâsi) fakir bir kimse ise, o taktirde örfe uygun olarak yesin. Nihayet onlara mallarını geri vereceğiniz zaman, onlara karşı şahit tutun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

4/NİSÂ-9: Velyahşellezîne lev terekû min halfihim zurriyeten dıâfen hâfû aleyhim, felyettekûllâhe velyekûlû kavlen sedîdâ(sedîdan).
Ve onlar sakınsınlar ki, eğer arkalarında güçsüz olmalarından korktukları çocuklar bıraksalardı, onlar için (onlara haksızlık yapılmasından) korkarlardı. Artık Allah'a karşı takva sahibi olsunlar. Ve adaletli (dürüst) söz söylesinler.

          b- Anne, baba ve yakın akrabanın bıraktıklarında erkek ve kadına pay vardır. Kadın olsun, erkek olsun ikisi de; anne babanın bıraktığı mirasın sahipleridir.
          Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 7. âyet-i kerimede buyuruyor ki: 
4/NİSÂ-7: Lir ricâli nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne, ve lin nisâi nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne mimmâ kalle minhu ev kesur(kesura), nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
Ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) erkekler için bir pay vardır. Ve kadınlar için de, ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) bir pay vardır. Ondan (bırakılanlardan) az veya çok farz kılınmış bir paydır.
         
            c- Mirastan akraba, yoksul ve yetimlerin rızıklandırılması.     
           Allahû Tealâ, anne, babanın ve akrabanın geriye bıraktığı mallardan, miras düşmeyen akrabaların da faydalanması gerektiğini açıklamaktadır. Erkek ve kadınların herbirini varisler kılmaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 8 ve 33. âyet-i kerimelerde diyor ki:

4/NİSÂ-8: Ve izâ hadaral kısmete ulûl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkînu ferzukûhum minhu ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve miras taksiminde, (miras düşmeyen uzak) akrabalar, yetimler ve yoksullar orada hazır bulunursa, o taktirde onları, ondan (mirastan) rızıklandırınız ve onlara güzel söz söyleyiniz.

4/NİSÂ-33: Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûn(akrabûne) vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ(şehîden).
Ve ana- babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından, herkesi mirascı kıldık. Ve artık, yeminlerinizin bağlandığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah herşeye şahittir.

          Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 177. âyet-i kerimede “birr”i tarif ederken, “Birr, malı çok sevmenize rağmen, 7 grup insana bu maldan vermenizdir.” buyurmaktadır. Belirtilen 7 grup insan içerisinde yer alan; akraba, yoksul ve yetimlerin de mal üzerinde hakları bulunmaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

2/BAKARA-177: Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn(muttekûne).
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah'a, yevm'il âhire (Allah'a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab'a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah'a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).
         
             d- Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler; karınlarına ateş tıkınmışlardır.
             Allahû Tealâ, yetimlerin malların haksızlıkla harcayanlar için Nisâ Suresi 10. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

4/NİSÂ-10: İnnellezîne ye’kulûne emvâlel yetâmâ zulmen innemâ ye’kulûne fî butûnihim nârâ(nâran) ve seyaslevne seîrâ(seîran).
Muhakkak ki yetimlerin mallarını zulümle (haksızlıkla) yiyenler, karınlarına sadece ateş yerler. Ve onlar, yakında alevli ateşe atılacaklar.
          
            e- Allahû Tealâ’nın, çocukların mirası hakkındaki vasiyeti.
           Allahû Tealâ, çocukların mirası konusunda, Nisâ-11’de diyor ki:

4/NİSÂ-11: Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni), fe in kunne nisâen fevkasneteyni fe le hunne sulusâ mâ terek(tereke), ve in kânet vâhideten fe lehan nısf(nısfu) ve li ebeveyhi li kulli vâhidin min humâs sudusu mimmâ tereke in kâne lehu veled(veledun), fe in lem yekun lehu veledun ve verisehû ebevâhu fe li ummihis sulus(sulusu), fe in kâne lehû ıhvetun fe li ummihis sudusu, min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ evdeyn(deynin), âbâukum ve ebnâukum, lâ tedrûne eyyuhum akrabu lekum nef’â(nef’en), ferîdaten minallâh(minallâhi) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Allah size, çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye ediyor. Erkeğe, kadının payının iki katı, fakat, eğer kadınlar ikiden fazla iseler, o zaman terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o (kadın) bir tek ise, o zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve babasının herbiri için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun çocuğu yoksa ve yalnız ana-baba mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri annesinindir (geriye kalan babanındır). Fakat eğer ölenin kardeşi de varsa, o zaman, altıda biri annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine getirildikten sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar) Allah'tan bir farzdır. Muhakkak ki Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir.

          
           
            Allahû Tealâ, insanların birbirinin mallarını haksızlıkla harcamalarını yasaklamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ suresi 29 ve 30. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:

4/NİSÂ-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum, innallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç. Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm'dir.

4/NİSÂ-30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi nâra(nâren) ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîran).
Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.

           Allahû Tealâ, erkek ve kadınların malları konusunda Nisâ Suresi 32 ve 34. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki:

4/NİSÂ-32: Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d(ba’dın), lir ricâli nasîbun mimmektesebû ve lin nisâi nasîbun mimmektesebn(mimmektesebne), ves’elûllâhe min fadlih(fadlihî) innallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Ve Allah'ın bazınızı, bazınıza üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin (istemeyin). Erkekler için, kazandıklarından bir nasip vardır ve kadınlar için de, kazandıklarından bir nasip vardır. Ve Allah'tan, O'nun fazlından isteyin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.

4/NİSÂ-34: Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn(vehcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîren).
Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve Allah'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici, idare edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar, Allah'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz. Ve (sonra da) yataklarında yalnız bırakınız. Ve ( hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki Allah Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).
          
            Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de, mirasın nasıl bölüşülmesi gerektiğine dair bütün hükümlerini açıklamaktadır. Allah, hakkı hak sahibine teslim eder ve kimseye haksızlık yapmaz. Ama; miras payı oranlarını beğenmeyen ve bu oranları kendi düşüncelerine göre yorumlayan insanlar olabilir. Allahû Tealâ, fizik ötesini de fizik standartlarını da geçmişi de geleceği de bilmektedir. Çünkü; Allah’ın ilmi herşeyi kuşatmıştır. Allah, neyi öngörmüşse en güzeli sadece, odur. İnsanların kendi akıllarıyla Allah’ın âyetlerini yargılamaları; sadece bilgisizlikleri sebebiyle, kendi nefslerine zulmetmeleridir.
         
             f- Kadınlara zorla varis olmak helâl değildir:
           Allahû Tealâ, kadınlara zorla mirasçı olmayı yasaklamaktadır. Kadınlara verilen mehirin geri alınmaması gerektiğini de açıklamaktadır. Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 19 ve 20. âyet-i kerimelerde buyuruyor ki: 

4/NİSÂ-19: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisûn nisâe kerhâ(kerhen) ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh(mubeyyinetin), ve âşirûhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrehû şey’en ve yec’alallâhu fîhi hayren kesîrâ (kesîren).
Ey îmân edenler (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı dileyenler)! (Eşi vefat eden ve yakınınız olan) kadınlara zorla (kerhen) varis olmanız size helâl değildir. Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir kısmını (onlardan) almak için, onları sıkıştırmayın, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi geçinin. Fakat eğer onlardan hoşlanmadınızsa, o taktirde umulur ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkında Allah pek çok hayır kılar.

4/NİSÂ-20: Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz ve onlardan birine kantarlarca mal (mehir) vermiş olsanız dahi, artık ondan (verdiğinizden) bir şeyi geri almayın. Onu (verdiğinizi), iftira ederek ve apaçık günah işleyerek mi alacaksınız?
          
            Allahû Tealâ, bırakılan mirastan, evvela yetimlerin hakkını gözetmektedir. Daha sonra da, “Kadının sahip olduğu mala zorla varis olmayın.” buyurmaktadır. Allahû Tealâ, güç bakımından zayıf olan insanların mallarının, haram yoldan harcanmaması gerektiğini işaret etmektedir.
         
            g- Babası ve çocuğu olmayan kişi hakkında miras hükmü:
           Allahû Tealâ, Nisâ Suresi 176. âyet-i kerimede buyuruyor ki:

4/NİSÂ-176: Yesteftûnek(yesteftûneke), kulillâhu yuftîkum fîl kelâleh(kelâleti) inimruun heleke leyse lehû veled(veledun), ve lehû uhtun fe lehâ nısfu mâ terak(terake), ve huve yerisuhâ in lem yekun lehâ veled(veledun), fe in kânetesneteyni fe le humes sulusâni mimmâ terak(terake) ve in kânû ıhveten ricâlen ve nisâen fe liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni), yubeyyinullâhu lekum en tadıllû vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (babası ve çocuğu olmayan kişi) hakkında şöyle fetva veriyor. Eğer kişinin (erkeğin) ölümünde, onun çocuğu yoksa ve kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının yarısı onundur. Ve eğer onun (ölen kızkardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız kardeşe) varis olur. Fakat, eğer iki kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki kızkardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah, şaşırırsınız diye size beyan ediyor (açıklıyor). Allah herşeyi en iyi bilendir.
          
            Allahû Tealâ, Kurân-ı Kerim’de; insanlara verdiği malları, miras yoluyla nasıl taksim etmeleri gerektiğini açıklamaktadır. İnsanların, Allah’ın hükümlerine göre tasarruf etmelerini emretmektedir. Aksi taktirde; ateşe girebileceklerine işaret etmektedir.
           Allah razı olsun.