Hz. İsmail (A.S)
Aradan
günler geçer. Anne ve bebeğin yanlarındaki su ve hurma biter. Etrafta kimseler
yoktur. İşte, bu çöl ikliminde, susuzluktan kıvranan çocuğunun hayatından
endişe duyan ve çok telaşlanan Hz. Hacer su bulmak umuduyla oraya buraya
koşuşturmaya başlar. Önce Safâ tepesine çıkar ve su veya bir insan bulmak
umuduyla vadiye bakar. Sonra koşarak vadiyi geçip Merve Tepesine gelir ve
etrafa bakar. Burada da bir şey bulamayınca iki tepe (Safâ ve Merve) arasında 7
defa gidip gelir. Su arayan ve dilinde dua, Allah’a yalvaran Hz. Hâcer Merve
tepesine son çıkışında bir ses işitir ama kimseyi göremez, buna rağmen ondan
yardım ister. Bu sırada, Cebrail (A.S)’ı, bebeğin yanında, ayağının topuğuyla
yeri kazarken görür, kazılan yerden Zemzem suyu fışkırır. Hz. Hacer, büyük bir
sevinç içinde hem su kırbasını doldurur hem de suyun birikmesi için etrafını
kum ile çevirmeye gayret eder. İşte bu rivayet, sabrın hediyesi Zemzem’in ve
artık iki direk arasından ibaret olarak kalan, Safa ve Merve tepeleri arasında
yapılan sa’y’ın hikâyesidir.
Cebrail
(A.S), Hacer’e, Kâbe’nin yerini göstererek, “O Beyt’i şu çocukla babası
yapacaklardır” der ve onlardan ayrılır. Günün birinde Cürhüm kabilesinden bir
topluluk oraya gelir, anne ve oğlunu Zemzem’in başında gören bu insanlar oraya
yerleşmek ve sudan istifade etmek için izin isterler. Cürhüm kabilesinden ilk gelenlerin haber
ulaştırmasıyla, zamanla, aynı kabileden
başka gruplar da gelerek buraya yerleştiler. Yeni gelenlerle gittikçe büyüyen,
bugün Mekke olarak bildiğimiz bu yer, zamanla önemli bir merkez haline geldi. Hz. İsmail, Cürhüm
kabilesi içinde büyüdü ve onların dili olan Arapçayı güzel bir şekilde öğrendi.
Hz. İbrahim zaman zaman onları ziyarete geliyordu. Bilinen ilk ziyareti
esnasında, Hz. İsmail 10 yaş civarlarındayken, Allahû Teâlâ’nın emriyle kurban hadisesi cereyan etti.
Hz. İbrahim, rüyasında oğlunu kurban etmekle emrolundu. Allahû Tealâ, kendisine
dost olarak seçtiği peygamberini, bu kez de, biricik oğlunu kurban etmek gibi
çok ağır bir imtihana tabi tutmuştu. Oğul da, o yaşında, Allah’ın emrine karşı
sabrını ve itaatkârlığını ispat etmiştir. Bu muazzam olay, Kur’an-ı Kerim’de
şöyle dile getirilmektedir;
37/SÂFFÂT-99: Ve
kâle innî zâhibun ilâ rabbî seyehdîn(seyehdîni).
"Ve muhakkak ki ben, Rabbime ulaşan olacağım.
O, beni hidayete erdirecek." dedi.
37/SÂFFÂT-100:
Rabbi heb lî mines sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim, bana salihlerden (evlâtlar) bağışla.
37/SÂFFÂT-101:
Fe beşşernâhu bi gulâmin halîm(halîmin).
Böylece onu, halim bir oğulla müjdeledik.
37/SÂFFÂT-102: Fe lemmâ belega meahus sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fîl
menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tû’meru setecidunî
inşâallâhu mines sâbirîn(sâbirîne).
Böylece onunla beraber çalışma
çağına eriştiği zaman dedi ki: "Ey oğulcuğum! Gerçekten ben, uykuda seni
boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?"
(İsmail A.S): "Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni
sabredenlerden bulacaksın" dedi.
37/SÂFFÂT-103:
Fe lemmâ eslemâ ve tellehu lil cebîn(cebîni).
Böylece ikisi de (Allah'a) teslim olunca, (İbrâhîm
A.S) onu alnı üzerine yatırdı.
37/SÂFFÂT-104:
Ve nâdeynâhu en yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).
Ve ona "Ey İbrâhîm!" diye nida ettik
(seslendik).
37/SÂFFÂT-105: Kad saddakter ru’yâ, innâ kezâlike neczîl
muhsinîn(muhsinîne).
Sen rüyaya sadık kaldın
(yerine getirdin). Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
37/SÂFFÂT-106:
İnne hâzâ le huvel belâul mubîn(mubînu).
Muhakkak ki bu, kesin olarak apaçık bir imtihandır.
37/SÂFFÂT-107:
Ve fedeynâhu bi zibhın azîm(azîmin).
Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı bedel
olarak) verdik.
37/SÂFFÂT-108:
Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.
37/SÂFFÂT-109:
Selâmun alâ ibrâhîm(ibrâhîme).
İbrâhîm (A.S)'a selâm olsun.
37/SÂFFÂT-110:
Kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
37/SÂFFÂT-111:
İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü'min
(Allah'a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.