HACI BEKTAŞÎ VELÎ
Osmanlı
Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşayan Hacı Bektaşî Velî, evliyanın
büyüklerindendir. Asıl ismi Seyyid Muhammed bin İbrâhîm Atâ’dır. Ancak lâkabı
Bektaş’tır. Horasan’ın Nişabur şehrinde 1281 yılında doğdu. Soyu Hz. Ali’ye
dayanır.
Daha çocukken
ilim öğrenmesi için ailesi tarafından Şeyh Lokman-ı Perende’ye teslim edildi.
Lokman-ı Perende, Ahmed Yesevî Hazretleri’nin halifelerindendir. Bektaşî
Velî’nin daha çocukken birçok kerametleri görüldü.
Bir gün
Lokman-ı Perende Bektaşî Velî’nin odasına girdi. Bektaşî Velî’nin iki yanında
Kur’ân-ı Kerim okuyan iki nuranî kişi duruyordu. Lokman-ı Perende onun yanına
girince bu iki kişi de kayboldu. Hocası, Bektaşî Velî’ye onların kim
olduklarını sordu. O da; “Birisi Peygamber Efendimiz (S.A.V), diğeri ise Hz.
Ali idi.” dedi.
Yine bir gün
hocasından ders dinlerken, namaz vakti geldi. Hocası yardımcısından abdest
almak için su istedi. Bektaşî Velî hocasına;
-Bir nazar
etseniz de su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa, dedi.
Hocası ;
-Benim
kudretim bunu yapmaya yetmez, dedi.
Hacı Bektaşî
hemen Allahû Tealâ’ya dua etti, hocası da “âmin” dedi. O anda medresenin
ortasından bir su çıkıp kapıya doğru akmaya başladı. Pınarın başında çok güzel
çiçekler açtı.
Bu olaydan bir
süre sonra Lokman-ı Perende hacca gitti. Arafatta kıbleye doğru döndükleri anda
öğrencilerine;
-Kardeşlerim
bugün arefe günüdür. Şimdi bizim evde yemekler pişirilir, dedi.
Bu söz Allahû
Tealâ’nın kudreti ile Bektaşî Velî’ye malûm oldu. Gerçekten tam o sırada
hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektaşî Velî hemen bir tepsi yemeği aldığı
gibi, bir anda hocasına sundu. Hocası Nişabur’a dönünce Bektaşî Velî’nin bu kerametini
herkese anlattı. Artık o, Hacı Bektaşî Velî olarak anılmaya başlandı.
Lokman-ı
Perende, Hacı Bektaşî Velî’nin bütün kerametlerini tüm âlimlere anlattı ama
onlar emaniyye bilgilerle dolu oldukları için tuhaf karşıladılar. Hacı Bektaşî
Velî sözde âlimlere;
-Ben Resûlü
Ekrem (S.A.V)’in soyundanım. Bana bunları çok görmeyin. Bunlar Allahû Tealâ’nın
bana ikramlarıdır, dedi.
Onlar, Hacı
Bektaşî Velî’ye sordular:
-Eğer sır
sahibi iseniz, nişanınız nerededir?
Hacı Bektaşî
Velî elinin ayasındaki ve alnındaki iki yeşil ben’i gösterdi. Tabii ki hepsi
hayretle onaylamak zorunda kaldılar.
Hacı Bektaşî
Velî tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra, insanla Allah arasında var olan 28
basamağın sonuncusuna gelerek Salâh Makamı’na erdi, irşada memur ve mezun
kılındı. Anadolu’ya gelerek insanları Sırat-ı Müstakim’e davet etmeye başladı.
Anadolu halkı Hacı Bektaşî Velî’yi bağrına bastı. Onun sohbetlerine akın akın
koşmaya başladılar.
“DÜŞÜNCE
KARANLIĞINA IŞIK TUTANLARA NE MUTLU!” diyen Hacı Bektaşî Velî; “NEBÎLER,
VELÎLER İNSANLIĞA ALLAH’IN HEDİYESİDİR...” diyerek, Kur’ân-ı Kerim’den âyetlerle İRŞAD’ın farz
olduğunu insanlara açıklıyordu.
Nasıl
Peygamber Efendimiz (S.A.V) insanları Allah’a çağırıyor idiyse, nasıl bütün
sahâbe insanları Allah’a çağırıyor idiyse, Hacı Bektaşî Velî Hazretleri de
herkesi ALLAH’a çağırıyordu.
Allah’a
ulaşmayı dileyenler Hacı Bektaşî Velî’ye tâbî oluyorlar, ruhlarını Allah’a
teslim ediyorlar, sonra fizik vücutlarını Allah’a teslim ediyorlar, en sonra da
nefslerini Allah’a teslim ederek tüm teslimleri beş safhada
gerçekleştiriyorlardı.
TESLİM;
herşeyden vazgeçerek kayıtsız şartsız bir hüviyetle insanoğlunun ruhunu, fizik
vücudunu ve nefsini ALLAH’a vermesi halidir.
İnsan, Allah
indinde en değerli mahlûktur. İnsanı Kur’ân-ı Kerim ışığında incelediğimiz
zaman, üç vücuttan oluştuğunu görüyoruz. Bunlar nefs, ruh ve bu ikisinin birden
barındığı fizik vücuttur.
Allahû Tealâ
Nisa Suresinin 58. âyet-i kerimesinde;
“İnnallâhe
ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ, ve izâ hakemtum beynennâsi en tahkumû
bil’adl. İnnallahe niimmâ yaizukum bih. İnnallahe kâne semîan basîran.”
Allah
emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik
ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah bununla size
bir ni’met veriyor. Ve Allah işiten ve bilendir.
Bakara
Suresinin 208. âyet-i kerimesinde TESLİMİ bir defa daha emrediyor:
“Yâ
eyyühellezine amenûdhulû fissilmi kâffeten, ve lâtettebi’û hutuvâtişşeytan
innehü leküm adüvvünmübin.”
Ey âmenû olan
(îmân eden) kimseler! Hepiniz birden SİLM (teslim olma dairesi) içine girin.
Şeytanın adımlarına (izlerine) tâbî olmayın. Hiç şüphesiz o, sizin için apaçık
bir düşmandır.
Ve yine Allahû
Tealâ Zümer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
“Ve
eniybû ilâ rabbiküm ve eslimû lehü min kablien ye’tiyekümül’azâbü sümme lâ
tünsarûn.”
“Allah’a dön
(ruhunu Allah’a ulaştır) ve (böylece) Allah’a TESLİM ol, üzerine azap (kabir
azabı) gelmeden önce (ölümden önce) yoksa sonra yardım olunmazsın.”
İnsanları
Allah’a TESLİM olmaya çağıran Hacı Bektaşî Velî kısa zamanda tanınarak büyük
ilgi gördü. Bu sıralarda kuruluş devrinde olan Osmanlı Devleti’nin sağlam
temeller üzerinde oturmasında büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Sultan Orhan
zamanında oluşturulan Yeniçeri Ordusu’na dua ederek askerlere İslâm dînini
anlattı. Hacı Bektaşî Velî’nin kendilerine manevî pîr olması ile Yeniçeri
Ordusu disiplinini ona bağladı.
Bu sevgi ve
bağlılık yeniçerilerin barış zamanındaki çalışmalarını, savaş zamanındaki
gayret ve kahramanlıklarını artırdı.
Hacı Bektaşî
Velî tasavvufun yolunun SEVGİ’den geçtiğini öğrencilerine öğretti. Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in şu sözlerini her fırsatta onlara tekrarladı:
“ALLAH’IN ÖYLE SEVGİLİ KULLARI VARDIR Kİ,
ONLAR ALLAH’IN KULLARINA ALLAH’I SEVDİRİRLER, ALLAH’A DA KULLARINI SEVDİRİRLER.”
Bizimle Allah
arasında var olan 28 basamağın ilk basamağındaki Allah’a giden yolun SEVGİ’den
geçtiğini anlatan Hacı Bektaşî Velî, Allah sevgisini insanlara öğreten Allah’ın
sevgili kullarını; “Nebîler, velîler insanlığa Allah’ın hediyesidir.” diyerek
anlattı.
Hacı Bektaşî
Velî’nin, mürşidi Lokman-ı Perende’nin eğitiminden geçerek Anadolu’ya
geldiğinden söz etmiştik. Hacı Bektaşî Velî Anadolu’da Osmanlı’nın ilk kuruluş
yıllarında verdiği tasavvuf eğitimi ile Yeniçeri Ordusu’nun manevî eğitimini
üstlendi. Osmanlı Devleti’nin sağlam temeller üzerinde oturmasında büyük
hizmetleri ve himmetleri oldu.
İslâm dîninin
TESLİM dîni olduğunu, teslim kelimesinin “silm” kökünden geldiğini, ruhumuzu,
fizik vücudumuzu ve nefsimizi Allah’a teslim etmedikçe Kur’ân’daki İSLÂM’ın
yaşanmayacağını anlattı.
Derler ki;
Hacı Bektaşî Velî sık sık Hızır (A.S) ile buluşurdu. Bir gün Kayseri’nin Saklan
Kalesinin batısında, Hızır (A.S) ile buluştu. Orada bir kişinin kavun ve karpuz
ektiğini gördüler. Hızır (A.S) ile Hacı Bektaşî Velî o bostanın kıyısında bir
taşın üzerine oturdular. İsmi Bahaeddin Çelebi olan bostan sahibine:
-Kardeş! diye
hitap etti.
Bostan sahibi
de ona;
-Ne
buyurursunuz? dedi.
Hacı Bektaşî
Velî;
-Bostandan bir
kavun koparıp getir, yiyelim, dedi.
Bostan sahibi
Bahaeddin Çelebi:
-Başüstüne,
inşaallah olunca getiririm deyince, Hacı Bektaşî Velî:
-Diktiğin yeri
bir kere kontrol et, belki olmuştur, dedi.
Bostan sahibi
yine önce;
-İnşaallah,
diyerek bir evvelki cevabını verdi. “Olunca getiririm.”
Bu kez Hızır
(A.S) da;
-Bir kere
dolaş gör, buyurdu.
Bahaeddin
Çelebi kendi kendine mırıldandı: “Bir kere dolaşayım da ne göreceğim, henüz
tohumları atıyorum.”
Yine de
bostana girdi, birden burnuna kavun kokusu geldiğini farketti. Birinin kökünde
üç tane iri kavunun büyüyerek olgunlaşmış olduğunu gördü. Bunların ikisini
koparıp, birini Hızır (A.S)’a, diğerini de Hacı Bektaşî Velî’ye verdi.
-Ey erenler!
Üçüncüyü çoluk çocuğuma götüreyim, dedi.
Hacı Bektaşî
Velî ve Hızır (A.S) bostancının bu isteğini kabul ettiler ve kavunları alıp
Kayseri’ye döndüler. Bostancı işi ile meşgul olurken birden aklına; “Bostan
daha ekilirken, kavunun bittiğini cihanda kim gördü?” diye geldi.
-O azizler
keramet ehli kişilerdenmiş. Bu kavunlar onların kerametleri ile olgunlaştı.
Bana yazıklar olsun ki, mübarek ellerini öpmedim, diyerek hayıflandı ve bir
hayli üzüldü. Bostan ekmekten vazgeçip, bir süre onları aradı. Kendi kendine;
“Son pişmanlık fayda etmez.” deyip, kalan diğer kavunu da koparıp evine gitti.
Evinin
kapısından girince Hızır (A.S) ile Hacı Bektaşî Velî’nin evinin misafir
odasında oturduklarını gördü. Selâm vererek odaya girdi. Elindeki o kavunu
getirip ortaya koydu. Hemen onların mübarek ellerini öptü. Hacı Bektaşî Velî
bostan sahibine:
-Kavunları kes
de yiyelim, dedi.
Onlara vermiş
olduğu iki kavun da duruyordu.
Bahaeddin
Çelebi hemen kavunları kesti, bir kısmını ailesine gönderdi. Geri kalanını
birlikte yediler ve Allahû Tealâ’ya şükrettiler.
Bahaeddin
Çelebi misafirlere;
-Size kim
derler? diye sordu ve ilâve etti:
-Bu fakire
himmet edin.
Kendisini ve
Hızır (A.S)’ı tanıtan Hacı Bektaşî Velî, onun sırtını sıvazladı. Bahaeddin
Çelebi’ye hayır duada bulundular ve evden çıkıp kapıda kayboldular.
Bu olay
Bahaeddin Çelebi’yi düşündürdü. Allahû Tealâ ona niçin böyle bir olay
yaşatmıştı?
İçinde, dünya
hayatını yaşarken, çok kuvvetli bir Allah’a ULAŞMA isteği oluştu. Hep Allah’ı
konuşmak, hep Allah’tan bahsedenlerle birlikte olmak istiyordu.
Hepimizin
bildiği gibi insan ile Allah arasında 28 basamak vardır. Bahaeddin Çelebi ilk
7’li basamağı bu olayı yaşadıktan sonra ALLAH’A ULAŞMAYI dileyerek geçti.
Bu ilk 7’li
basamakta;
1- Olaylar
(Bakara-216)
2- Olayların
değerlendirilmesi (Dehr-3)
3- ALLAH’A
ULAŞMAYI DİLEMEK (Ankebut-5)
4- Allah’ın
“rahim” esması ile tecellisi (Yusuf-53)
5- Hicab-ı
mesturenin kaldırılması (İsra-45)
6- Vakranın
kaldırılması (İsra-46)
7- Ekinnetin
kaldırılması (İsra-46) vardır.
Bahaeddin
Çelebi, başına gelen olayı değerlendirdi. ALLAH’A ULAŞMAYI diledi, Allahû Tealâ
hemen ilk yardımı olan Rahim esması ile onun nefsinin kalbine tecelli etti.
Ardından yine Allah’tan gelen yardımlar devam etti. Hicab-ı mesture (mürşidle
kişinin arasında bulunan ve sevgiyi engelleyen görünmez perde) kaldırıldı.
Kulaklarından vakra (işitmeyi engelleyen engel) kaldırıldı. Kalbinden ekinnet
(idrakin engellenmesi) alındı.
İkinci 7’li
basamakta;
8- Kalbine
Allah ulaştı. (Tegabün-11)
9- Kalbi
Allah’a döndü. (Kaf-33)
10-Göğsünden
kalbine nur yolu açıldı. (En’am-125)
11-Zikir
yapmaya başladı. (Müzemmil-8)
12-HUŞÛ
oluştu. (Hadid-16)
13-HACET
NAMAZI KILDI. (Bakara-45)
14-Hacet
namazı sonucu Allahû Tealâ ona rüyasında mürşidini gösterdi. (Furkan-70)
Bahaeddin
Çelebi mürşidi Hacı Bektaşî Velî’ye tâbî olup tövbe etti. Furkan Suresi 70.
âyet-i kerimesine göre günahları sevaba çevrildi.
Büyük bir
aşkla üçüncü 7’li basamağın gereği olan nefs tezkiyesi kademelerinde de
başarılı oldu. Son 7’li basamak olan velâyet kademelerinde de başarı göstererek
salâh makamına kadar yükseldi. Kendisine “Bostancı Baba” dendi. Birçok
kerametler gösterdi. Türbesi Kayseri’dedir.
VELÎLERİN
BİR NAZARI KİMYÂDIR.
KARATAŞ
NAZAR İLE YAKUT OLUR.
Bahaeddin
Çelebi Hacı Bektaşî Velî’nin öğrencilerinden yalnızca biri idi. Ona tâbî olan
nice öğrenciler dünya ve ahiret saadetine erdi, velâyet kademelerinde yükseldi.
Derler ki,
Hacı Bektaşî Velî her gün gelip şimdiki dergâhının olduğu yerde otururdu.
Öğrencileri; “Galiba Hacı Bektaşî Velî Hazretleri burada bir dergâh bina
edilmesini istiyor, o yüzden buraya gelip oturuyor.” dediler. Daha sonra Hacı
Bektaşî Velî Hazretlerinin hizmetini gören Sarı İsmail’e Hacı Bektaş’ı
sevenlerden biri buraya bir dergâh yaptırmaya niyet ettiğini söyledi. Sarı
İsmail de gelip durumu hocasına arz etti. Hacı Bektaşî Velî:
-Ona söyle,
bir usta getirsin. Biz istediğimiz büyüklükte bir daire çizelim. Ayrıca yeterli
miktarda taş getirtip yonttursun, hazır etsin, dedi.
Sarı İsmail bu
durumu o şahsa bildirince, çok sevindi ve hemen bir mimar getirdi. Hacı Bektaşî
Velî de kalkıp eli ile şimdiki dergâhın bulunduğu yeri çizdi. Taşların
getirilip yontulduğu gecenin sabahı herkes dergâhın yapılmış olduğunu gördü.
Mimar:
-Ben bu binanın yapımı için usta getirdim, taş getirdim, yaptırma
sevabına kavuşamadım. Her kimse, bir gecede yaptırmış, diyerek üzüntülerini
dile getirdi.
Sarı İsmail
durumu hocası Hacı Bektaşî Velî’ye bildirdi. Bunun üzerine Hacı Bektaşî Velî
şöyle haber gönderdi:
-Ey İsmail! O
beni sevene söyle, bu dergâhı zahirden birisi gelip yaptırmadı. Allahû
Tealâ’nın izni ile bir anda yapıldı, sevabı yine onun amel defterine
yazılmıştır, dedi.
****************
Hacı Bektaşî
Velî şöyle diyor:
“Benim
üç dostum vardır…Ben ölünce evde kalır biri. Diğeri yoldan döner. Biri benimle
gelir. Evde kalan malımdır. Yoldan dönen dostlarım. Benimle gelen ise
iyiliğimdir.”
*****
Hacı Bektaşî
Velî’ye birgün şöyle sormuşlar: “Gerçeğin sadece sözünü edenlerle, gerçeği
yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
Hacı Bektaşî
Velî: “Bakın göstereyim” demiş.
Pir, önce
gerçeği dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak bir sofra hazırlamış.
Hepsi yerlerine oturmuşlar. Tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından
bir metre boyunda kaşıklar... Pir, “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle
kullanacaksınız…” demiş. “Peki” demişler ve başlamışlar içmeye… Fakat o ne?
Kaşık çok uzun olduğundan bir türlü döküp saçmadan ağızlarına götüremiyorlar,
çorbadan bir türlü içemiyorlarmış. En
sonunda bakmışlar ki beceremiyorlar, öylece sofradan aç kalkmışlar.
Ardından Hacı
Bektaşî Velî, sofraya gerçeği gerçekten kalpten yaşayanları çağırmış. Yüzleri
aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelip sofraya oturmuş.
Hacı Bektaşî Velî: “Buyurun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya
daldırıp, sonra yanındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri bir
diğerini doyurmuş. Şükrederek sofradan kalkmışlar.
Hacı Bektaşî
Velî: “İşte kim; gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve yalnız kendisini
doyurmayı düşünürse, işte o aç
kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür, doyurursa o da kardeşi tarafından
doyurulacaktır. Ve şunu iyi bilin gerçek pazarında alan değil, veren
kazançtadır.”
Almak değil,
vermek…
Sevginin en
büyük belirtisi vermektir. Seven sevdiğine ille bir şeyler vermek ister.
Vermeden edemez. Vermek başlı başına sevinç ve mutluluktur. Yaratan böylesine
seven kullarının veren eli, konuşan dili olur. Yine böylelerinin gözleri
içinden dünyaya gülümser. Gerçek sofrasında ancak verenler, vermesini bilenler
doyar.
*****
Hacı Bektaşî
Velî şöyle diyor:
“Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez, uçta değildir”
Açıklama: Şüphesiz, Allah rızası için,
insanı kırmaktan çok sakınmalıdır. Bir gönül yıkan Allah’ın kulunun gönlündeki
evini yıkmış demektir. Hiç durmadan gönüller kazanarak, ‘ölmezler sınıfına’
girmeli ve tehlikelerden kurtulmayız. Ancak sevenlerin katarına katılanlar, tüm
korku ve tehlikelerden kurtulur. Hiç bir kurt onu ısıramaz. Hiç bir kötü tesir
ona bulaşamaz artık. Her nefeste şükürle dolarak ve her adımda sevgiyle
vermenin sevinciyle çoşarak… Elbette bu çok kolay bir şey değildir. Ama akıllı
kişi Allah’ın velilerinin sözlerindeki gerçekleri görebilir ve ancak Hacı
Bektaşî Velî gibi gerçek erenlerin sözünden çıkmayarak başarabilir.
Onların
sözleri, meclisleri bir başkadır. Onlar, arınmış gönüllerin, sevgi tüten, çiçek
kokan meclisleridir. …Orada gözler sevgiyle bakar. Gönüldeki gerçek, dile
dökülüp, söz olur petekten sızan bal misali…
*****
Hacı Bektaşî
Velî şöyle diyor:
“Dervişlik
hırkada, taçta değildir.
Hararet
nardadır, saçta değildir.
Her
ne ararsan kendinde ara
Kudüs
de, Mekke de, Hacc da değildir.”
Açıklama: Hacı Bektaşî Velî,
müridlerine gerçeğin dilde değil gönülde, dışta değil içte olduğunu
anlatmıştır. Zira hakikat ne hırkada, ne taçta ne Mekke de, ne de Hacc da dır.
İnsanın kendi özünde, gönlündedir.
Hacı Bektaşî
Velî, gönle bu derece değer verir. Bilir ki gönül, yaratanın sevgisinden
varettiği gerçek yeridir. O kendine yer olarak gönlü seçmiş ve “Ben yere göğe
sığmam. Ancak inanan kulumun kalbine sığarım” demiştir. Gönül gerçek Kabe’dir.
*****
Birgün Hacı
Bektaşî Velî, bahçede yine dostlarıyla birlikte toplanmıştır. Onlara “Dostlar!
Sorularınız cevaba acıkan ihtiyaçlarınızdır ve tamamlanmayı dileyen
bilgilerinizdir. Şimdi onları dile getirelim.” Dedi.
Dostlardan
biri söz alarak; “Bize Tasavvuf’dan bahset” dedi.
Hacı Bektaşî
Velî şöyle cevap verdi: “Tasavvuf Allah’tan gayrısından bıkıp usanmaktır. Ve
ondan başkasından boşanmaktır. Allah’a benzemeye çalışmak onun isimleriyle
süslenmektir. Gönül Allah’ı bulunca rahat olur. Yalnız onda dinlenir. Tasavvuf
Allah’a özlemdir, Allah’a götüren yoldur.”
Dost tekrar sordu: “Peki bu yolda dervişin
hali nasıl bir haldir?”
Hacı Bektaşî
Velî şöyle cevap verdi: “Kafanda ne varsa bırakırsın ve her elinde ne varsa
verirsin. Ve kuyuya düşen ne yaparsa onu yaparsın. Kafayı ve kalbi başka
düşüncelerden boşaltmak gerekir. Öyle ki Allah özlemi ruhuna iyice sinmelidir.
Bunun içinde seni beden kuyusunda tutan
bağlardan çözülmeli, küçüklüklerden kurtulmalı ve dünyaya aşırı düşkün olmaktan
kaçınmalısın. İşte o zaman Allah sevgisi
gönlünde yer eder ve neyin varsa verirsin sevgiyle. Seven ve sevilen
verme eyleminde birleşir böylece.”
Başka bir
dost sordu: “Allah’ı görmek ne ile mümkündür?”
Hacı Bektaşî
Velî şöyle cevap verdi: “İçten bağlılık ve iyi niyet gözüyle istek aynasında
arınmış bir gönül ondan başkasını dilemez zaten. O’nu gönülden dileyen de görür
gerçekten…”
Bir başka
dost: “Farz nedir? “ diye sordu.
Hacı Bektaşî
Velî şöyle cevap verdi: “Farz Allah’ı sevmektir. İnsandan asıl istenen Allah
adında, O’nun sevgisinde birleşmektir. Dînlerin kendisine değil, amacına dört
elle sarılmak gerektir. Bu amaç; O’nu sevmek ve O’nun sevgisinde birleşip bir
olmaktır. Dînler insanı Allah’a götüren vasıtalardır. Dîn insan içindir. İnsan dîn
için değil. Ona gidiş yolunda son var mıdır? Yolda son vardır, ama menzilde
yoktur. Zira iki nevi yolculuk vardır. Biri Hakk’a ve diğeri Hakk’tadır.”
Birinci yolculuk; benlikten kurtulup Hakk’a
varmakla son bulur. O zaman gönlün her an yeni bir güzelliğe göz açtığı ikinci
bir yolculuk başlar; işte o sonsuzdur.”
Bir başka
dost: “İyiliklere perde olan kötülükler nelerdir?” diye sordu.
Hacı Bektaşî
Velî şöyle cevap verdi: “Baş akıl yeridir. Ama öfke kurdu ve çekememezlik
yılanı, oraya girmeye yol bulmuşsa; artık akıl orda barınamaz. Ve göz ilmin
yeridir. Ama aç gözlülük bir gözü bürürse, orada ilim görülmez olur. Haya da
yüz de yer tutmuştur. Ama utanmazlık, yüzsüzlük o yüzü sarmışsa haya hemen
kaybolur. Bunun gibi tıpkı kalp de iman yeridir. Şüphe ve tereddüt gelince o
gider.”
*****
Hacı Bektaşî
Velî, Orta Asya’dan Orta Anadolu’ya gelerek,
oradaki erlere beyaz bir güvercin gibi görünmüştü. Erler önce bunu hakkıyla
değerlendiremediler. Onu doğan olup yakalamaya kalktılar… Ne zaman ki gönül eri
gerçeğini gösterdi onlara, o zaman, baş eğip el verdiler ona. Ve bunu üzerine
Hacı Bektaşî Velî, şu sevgi sözleriyle
sitem etti.
“Dostlar, er
ere böyle mi yapar! Ben size mazlum bir güvercin gibi göründüm. Siz beni zalim
bir doğan olup yakalamaya kalktınız. Oysa yakalanmak bir yana, ben kendi
ayağımla geldim. Gönlünüze girmek, sizin olmak için. Ve çok şükür sizinim
artık.”
İşte
gerçekten böyle oldu; Güzel bir bahçe kuruldu, çiçekleri hiç solmayacak…
Neşeye
acıkıp, huzura susayanlar onun bahçesine koştular.
Hacı Bektaşî
Velî, onda mutluluk bulmaya gelenlere, gönül açarak dinlendi. Sevgi çiçekleri
sundu. Yıllar yılları kovaladı Dostlar halkası gittikçe genişledi. Bahçe
çiçeklerle bezendi. Hacı Bektaşî Velî’nin dostlarıyla doldu. Gönüller bir biri
için de eridi ve bir tek gönül oldu sanki. Her seven gönül sevincinden yeşerdi,
çiçek açtı bu bahçede ve o çiçekler hiç solmadan mis kokulu gönüllerden geçerek
bugüne geldi.
***********
Hacı Bektaşî
Velî’den bazı özlü sözlerle bu dersimizi burada tamamlayalım, inşaallah.
Ara,
bul...
Kadınları
okutunuz! Kadınları okumayan milletler yükselemez….
İncinsen
de incitme!
Her
ne ararsan kendinde ara.
Eline,
diline, beline sahip ol!
Arifler
hem arıdır, hem arıtıcı…
Marifet
ehlinin ilk makamı, edebidir.
Edep
elbisesini,sırtınızdan ölünceye kadar çıkartmayın.
İnsanın
cemali sözünün güzelliğidir.
Düşmanınızın
dahi insan olduğunu UNUTMAYINIZ!
BİR
OLALIM, İRİ OLALIM, DİRİ OLALIM.
Göze
nur gönülden gelir
Hak
güneşten daha zahirdir
Hiçbir
milleti ve insanı ayıplamayınız
İki
nesne en büyüktür. Bilgi ve Yumuşaklık. Bilgi ile doğruya yol görünür.
Yumuşaklıkla
insanlara katlanılır.
İlim
hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır.
Adalet
her işte , Hakkı bilmektir.
Bizi
sevenlerin gönüllerinde biz oturur, dillerinde de biz konuşuruz.
Dinine
dizlerinle değil, kalbinle bağlan.
Doğruluk
dost kapısıdır.
Her
ne ararsan kendinde ara.
Hiçbir
milleti ve insanı ayıplamayınız
“DÜŞÜNCE
KARANLIĞINA IŞIK TUTANLARA NE MUTLU!” diyen Hacı Bektaşî Velî; “NEBÎLER,
VELÎLER İNSANLIĞA ALLAH’IN HEDİYESİDİR...” diyerek, Kur’ân-ı Kerim’den âyetlerle İRŞAD’ın farz
olduğunu insanlara açıklıyordu.
VELÎLERİN
BİR NAZARI KİMYÂDIR.
KARATAŞ
NAZAR İLE YAKUT OLUR.
Hacı Bektaşî
Velî şöyle diyor:
“Benim
üç dostum vardır…Ben ölünce evde kalır biri. Diğeri yoldan döner. Biri benimle
gelir. Evde kalan malımdır. Yoldan dönen dostlarım. Benimle gelen ise
iyiliğimdir.”
Hacı Bektaşî
Velî şöyle diyor:
“Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez, uçta değildir”
Hacı Bektaşî
Velî şöyle diyor:
“Dervişlik
hırkada, taçta değildir.
Hararet
nardadır, saçta değildir.
Her
ne ararsan kendinde ara
Kudüs
de, Mekke de, Hacc da değildir.”
Hacı Bektaşî
Velî tasavvufun yolunun SEVGİ’den geçtiğini öğrencilerine öğretti. Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’in şu sözlerini her fırsatta onlara tekrarladı:
“ALLAH’IN ÖYLE SEVGİLİ KULLARI VARDIR Kİ,
ONLAR ALLAH’IN KULLARINA ALLAH’I SEVDİRİRLER, ALLAH’A DA KULLARINI
SEVDİRİRLER.”
Bizimle Allah
arasında var olan 28 basamağın ilk basamağındaki Allah’a giden yolun SEVGİ’den
geçtiğini anlatan Hacı Bektaşî Velî, Allah sevgisini insanlara öğreten Allah’ın
sevgili kullarını; “Nebîler, velîler insanlığa Allah’ın hediyesidir.” diyerek
anlattı.